Kalpsizler Balesi

بواسطة niksimiksi

4K 620 1.6K

Kitabın Geçtiği Tarih: 2028-2032 yılları Kitabın Türü: Gizem / Gerilim / Distopya Kitapta Sizi Bekleyenler: ... المزيد

Zaman Çizelgesi
GİRİŞ
1-Asılan Günahların Kısık Çığlıkları
2 - Lahza
3 - Acıların Kırık Uçları
4 - Zehirli Sarmaşık
5 - Bazı Duygular Gözlerde Yazar
6 - Eflatun Elbise
7 - Raks Eden Kıvılcımlar
8 - Günlerin Kovaladığı Saniyeler
10 - Kara Kışın Ardındaki Bahar
11 - Acıdan Urgan Yalandan İlmek
12 - Ruhların Dansı
13 - Duvarın Ardındaki Yabancı
14 - Eflatun Urgan
15 - Lanetlenmiş Bedenler / Part 1
15 - Lanetlenmiş Bedenler / Part 2

9 - En Kötü Lanettir: Ağlayamamak.

116 25 43
بواسطة niksimiksi

05.12.23

Hoş geldiniz. Küçük yıldıza dokunup okumaya geçebilirsiniz. İyi okumalar. Yorumlarınızı bekliyorum.

Gözlerim yerdeki terliklere değdiğinde histerik bir gülüş kaçtı ağzımdan. "İnsan gibi ölmek istiyorum dediğimde terlikleri bile düşünmüşler." Onları ayağıma geçirip heykelin yanına gittim ve yere çöktüm. Elim havalanıp duvarı buldu. Yabancı ile konuşmak istiyordum.

Bir tık, ses yok.

İkinci tık, ses yok.

Üçüncü için elimi kaldırdığımda ise, tek bir cümle.

"Kardelen, onlara asla inanma."

Adım, ağzından çıktığında vereceğim ilk tepki "Adımı nereden biliyorsun?" oldu. Sesim tereddütlüydü. Beni, diğer adamla konuşurken duymuş olabilirdi ama bu soru alelade bir soruydu. Konuşmak istiyordum ve onun sesini duymak için aklıma gelen ilk şey buydu.

"Tüm gece, yanındaki adam adını haykırdı." Sesi inandırıcılıktan uzaktı. Yine de yalanına ortak oldum.

"Nasıl?" dediğimde bir kahkaha duydum. Samimi bir kahkahaydı. Daha sonra sesini diğer adamın sesine benzetip, "Kardelen, yaşaman lazım. Tüm hayatım buna bağlı." dedi ve ağlar gibi abartılı bir ses çıkardı. Kendimi tutamayıp bu taklidine güldüm. Normalde böyle şeylere gülmeyeceğime emindim. Burada hiçbir şey normal olmadığı gibi, mizah anlayışım da uyum sağlamış olmalıydı.

"Sanırım, başardım." dediğinde kaşlarımı çatıp devam etmesini bekledim. Beni görmüyordu ama onu dinlediğimi bildiğine emindim. "Bu odadan çığlık ve ağlamadan başka bir ses duyabildim." Beni güldürmek için bu taklidi yapmıştı. Kötü bir yol denese de işe yaramıştı. "Gülerken sesin çok daha güzelmiş. Kim bilir, karşında olsam aşık bile olabilirdim."

"Aşk mı? Benimle, ikimizin de kriz geçirmediği bir anda ilk kez konuşuyorken aklına gelen ilk şey aşk mı oluyor?" Yüzümde gülümseme ile söylüyordum tüm kelimelerimi. İçimdeki yakıcı his hâlâ dursa da mutlu hissediyordum. Söylediklerimin ardına duyduğum kelimeler ile bu his, mutluluğuma bir gölge düşürmüştü. Yüzümdeki gülümseme anında solmuştu.

"Sana da aynı ilacı vermişler."

"Ne ilacı?" dedim vakit kaybetmeden.

"Sanırım, bir çeşit mutluluk hormonu. Belki antidepresan, belki başka bir şey bilmiyorum."

Kaşlarımı çattım. Demek istediğini anlayamamıştım. "Açıklar mısın, düzgünce?" Sesim sabırsızdı. Önce beni mahvedip sonra yapay bir şekilde mutlu olmamı mı sağlayacaklardı? Bunu yapmaları mantıklı gelmiyordu. Belki de daha büyük acılar için, mutlu olmamı istiyorlardı?

"Şu anda çok mutlusun. Ben sana o taklidi yapmasam da gülecektin. Bende de aynısı olmuştu. Önce seni mahvediyorlar. Sonra insan olmana izin veriyorlar. Mutlu olmanı sağlayan bir ilaç enjekte ediyorlar. Daha sonra konuşmanı bekliyorlar ve sen her konuşmadığın gün o ilaca bağımlı hâle geliyorsun. Sonra yine işkencelere dönüyorlar ama seni mutluluğa alıştırdıkları için düştüğün ortam seni mahvediyor. Konuşmanı istiyorlar ama susuyorsun. Hatırlamadığın şeyler yüzünden işkence görüyorsun." Tek nefeste anlattıkları bir sonraki nefesimi alamamama neden olmuştu.

"Sen, hepsini yaşadın mı?" dediğimde karşılaştığım sessizlik her şeyin cevabıydı. Bir insan mutluluğa tek bir sefer bile maruz kaldığında alışırdı. Zor olan mutsuzluğa alışmaktı. Beni şu andan hemen sonra o karanlık odaya döndürseler daha çok acı çekerdim. O yüzden onu anlıyordum.

"Ama sana bunlar olmayacak, Kardelen. Ben yalnızdım, sen değilsin. Yanında değilim ama aramızda sadece bir duvar var. Bir duvarı birkaç küçük sarsıntı bile yıkabilir. Sen akıl sağlığını korumaya çalış." Güvenmediğim birinden bunları duyuyor olmak beni etkilememişti. Duyduklarım koskoca bir yalan da olabilirdi, gerçeğin ta kendisi de. Yine de bu adama erkenden güvenmek bir aptallık olurdu. Onu tanımam lazımdı.

"Sen nasıl düştün buraya? Adın ne? Herhangi bir şey hatırlıyor musun?" Sorularım kendime sorduklarımdı ama onun cevaplamasına muhtaçtım. Buraya düştüğümden beri kendimi tanıyamıyordum.

"Hatırlıyorum ama hatırladıklarım yeterli değil. Adımı da söyleyemem sana. Eğer hatırladığım şeyler doğruysa seni tehlikeye atamam." Söyledikleri şüpheli gelse de aklımı karıştıran bir diğer soru dudaklarımdan çıktı.

"Bana, ilaç verdiklerinden neden bu kadar eminsin? Belki de ulaştığım konfor yüzünden bu hâldeyim. Duvarın ardını göremeyen biri için fazla emin konuştun."

Söylediklerimden sonra uzun bir sessizlik etrafımızı sarmıştı. Cevap vermediği her dakika zihnimde bir şüphe tohumu daha filizleniyordu. Belki de duvarın arkasındaki adam, aslında az önce odamdan çıkan adamdı. Ses değiştirmek zor bir şey değildi. Hepsi bir akıl oyunu olup beni köşeye kıstırabilirlerdi. Belki de sadece paranoyaktım.

Sessizlik ile kafamın içinde birçok ses gün yüzüne çıkmaya başladığında "Kim olduğun umurumda değil. Buraya geldiğimde ve gözlerimi açtığımda göreceğim zarar için bir limit belirlemedim. Herkese karşı olduğu gibi sana karşı da temkinliyim. Görmediğim birine inanacak değilim. Adını dahi söylemiyorsun."

"Bir saniye dinler misin?" Sözümü böldüğünde sessiz kalıp onu dinlemeye başladım. Birkaç saniye önce elinde bir saniyeden daha fazlası varken şimdi açıklama yapmaya çalışıyordu. "Sana zarar vermem. Sadece açıklama yaptığımda bile inanmayacağından eminim."

"Buna bırak da ben karar vereyim."

"Haklısın. Yine de söyleyemem, özür dilerim." Sinirlenmiş olsam da normalde daha kötü hissedecekken şimdi neredeyse hissizce tartışıyordum. Duygularım alınmış gibiydi. Sadece zihnim; üzülmemi, kızmamı söylüyor ama kalbim buna aldırmıyordu. Ağladıktan sonra gelen o hissizlik ile baş başaydım belki de. Senelerce en çok tattığım duyguydu. Dolar dolar, bir gün taşardım ama taştığımda kendime en ufak bir duygu bile bırakmazdım. Kendimi tamamen arındırır bu sefer de hissizlikle savaşırdım. Şimdi tam olarak öyle hissediyordum. Ağlamıştım, krizler geçirmiş, hayatımı sorgulamıştım. Şimdi ise o hissizlik ile  karşı karşıya kalmış ve vereceğim tepkileri bir bir sönümlemiştim.

Fırtına kopmuş, evim yıkılmış; kalan enkazı da okyanus temizlemişti. Artık ne bir evim vardı ne de dert edecek fırtına...

"Kim olduğun gerçekten umurumda değil. Eğer dediğin gibiysen delirmeme engel ol ve lütfen, benimle sürekli konuş. Zihnim susmuyor çünkü." Duvarın arkasından bir hareket sesi geldiğinde olduğum yere cenin şeklinde yatmıştım. Diğer adam bu halimi görse, verdiği yatak için acırdı. Sabah (eğer gerçekten sabahsa) uyandığımda her yerim ağrıyacaktı.

Sessizce adamın bana cevap vermesini bekledim. Ben yalnız kalmak istemiyordum. Kendimle yalnız kaldığım her saniye zihnim beni ele geçiriyordu. Şimdi duvarın arkasındaki adama muhtaçtım. Sadece konuşup beni yalnız olmadığıma ikna etmesine ihtiyacım vardı. Düşmanım dahi olsa yalnızlıktan daha iyi hissettireceğine emindim. Sırf bu yüzden onu duymak için yerde kıvranıp yatıyordum.

"Bir şeyler anlatmamı ister misin?" Aklıma yorgan ve yastık geldiğinde yerimden kalkıp "Bir saniye," dedim ve yatağın yanına gidip yorgan ve yastığı aldım. En azından daha rahat bir yerde yatabilirdim.

Heykelin yanına dönerken gözüm yine o kırmızı gözlere takılı kaldı, daha sonra tüm vücudunda dolaştı. Bu bir Prometheus heykeliydi. Babamın çalışma odasında da bulunurdu. Küçükken birini düşürüp kırdığımda, kendimi iki koca gece dolaba kilitlemiştim. Babam beni bulup zarar vermesin, diye. Ama bulmuştu. Ben o gün açlık ve susuzluktan bayılmış hâldeydim. Babam, odaya girince yanlışlıkla öksürdüğüm için beni fark etmişti. Bana yüksek sesle birkaç şey söylese de o halimi görünce o bile acımıştı. Babam o gün beni saçlarımdan öpmüştü. Kırdığım Prometheus heykeli, aldığım ilk şefkat olmuştu. O zaman, iki gün boyunca beni kimsenin aramamış olması aklıma bile gelmemişti. Bir baba şefkati tüm kabusları def etmişti.

"Kardelen?" duyduğum ses ile gözlerimi heykelden çekip yorganı iki kat halinde yanına serdim ve bir katını açıp yastığımı koyduktan sonra içine girip cenin pozisyonu aldım. Kabussuz bir uykuya yatmak istiyordum. Vücuduma bir iğne batırılmadan, kriz geçirmeden, kendi isteğimle uyumak istiyordum.

Belki saçma bir istekti. Ama bunu yaşamayan anlayamazdı. Gerçek uykuya bir özlem duymaya başlamıştım.

Hazırladığım yatağa iyice yerleşip gözlerimi kapattım. "Bana bir masal anlatır mısın?" dedim. Zihnimdeki sesin yerini o alsın istiyordum. Bilmediğim bir hayalet yerine en azından varlığından emin olduğum birisi zihnimde dolaşsın istiyordum. Onu susturmak çok daha kolay olurdu.

"Pek masal bilmem ama duyduğum bir masal vardı. Onu anlatmamı ister misin?"

"Lütfen." Sesimi çok kısıktı ama çok geçmeden masala başlayan sesi ile beni anladığına emin oldum.

"Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde. Dev-"

"Bu kısımlardan nefret ederim. Direkt hikayeye geçer misin?" Küçükken Melda abla masal okuduğunda hep bu kısımlarda uyuyakalırdım. Masalın devamını hiç duyamazdım. Bu yüzden bu kısımdan nefret ediyordum.

Neyse ki, yabancı çok sorgulamadan masala giriş yaptı. Ben hangi kısmında uyuyakaldığımı hatırlamıyordum ama hatırlamadığım şeylere inat bu masal, zihnimde çoktan yer edinmişti.

"Günlerden bir gün uzak diyarlarda güzeller güzeli bir prenses varmış. Bu prenses, tüm ülkenin sevdiği biriymiş. Halkın tamamı ona hayran olsa da prensesin bir laneti varmış. Prenses, üzülse de kırılsa da asla ağlamazmış. Gözyaşları ile hiç tanışmadığından onun gözleri asla sulanmazmış. Bu, o prensesin lanetiymiş. Acılardan uzak değilmiş ama acısını yıkayacak yaşları ondan alınmış. Acı hissetse de gülermiş ve herkes onun mutlu olduğunu sanırmış.

Her doğan bebeğin dünyaya olan ilk nefesinde beklenilen ağlama ritüeli bu güzel prensesin gülümseyerek doğması ile bozulmuş.

Güzel kızın, kendisinden daha güzel bir gülümsemesi varmış. Acı çekermiş, gülümsermiş. Umutsuz kalırmış, gülümsermiş. Hayal kırıklığına uğrar, gülümsermiş.

Ona bu yüzden gülen prenses demişler. Pek sürpriz olan bir isim değilmiş ama prensesi bekleyen sürpriz ilk kez hissedeceği bir duyguymuş.

Bu prenses her türlü duyguyla karşılaşsa da hiç aşık olmamış ama bir gün o duygu ile tanışma fırsatı olmuş. Saraya gelen bir şövalye; prensesin kalbini, göğüs kafesini zorlayacak kadar hızlı bir şekilde attırmış. Prenses, aşkı kalbinde ilk kez hissedişinde, yine gülümsemiş. Şövalye ise bu gülümsemeyi görünce kalbinde açan yıldız çiçeklerini hissetmeye başlamış. Aşkın büyüsü ikisini de kuşatmış. Bu büyü, tüm lanetlerden daha güçlüymüş.

Her aşkın bir sınavı olurmuş. Bu aşkın sınavı karşılıksız kalması değilmiş, Kral da bu evliliğe karşı değilmiş ama tek bir isteği varmış. Şövalye son bir kez ülkesi için savaşmalı ve aldığı onur madalyası ile prensese layık olmalıymış. Genç adam hiç düşünmeden bunu kabul etmiş. Bunca sene ülkesini, onuru kadar sağlam tutmak için korumuş. Şimdi tek bir görev ona zor gelmiyormuş.

Prenses, sevgilisini gülümseyerek uğurlamış. En sonunda birlikte olacakları bu yolda biraz ayrı kalmalarında sorun görmüyormuş. Gözyaşlarından mahrum bu prenses, bir şeye sahip olmak için fedakarlıklar yapılması gerektiğini biliyormuş.

Yine de sevgilisi ile ayrılmadan önce ona ait olmak, aşklarını bir nikah ile mühürlemek, kalbindeki imzayı kağıda ve sözlere de dökmek istiyormuş.

Kral, kızının bu isteğini kabul etmiş ve bu iki genç görkemli bir düğün ile evlenmişler. Aşklarını bedenleri ile imzalamışlar. Her iki aşık o gün bir laneti bozmuşlar. Gönüllerinde aşkın ateşi daha da harlanmış.

Düğünden sonra kısa bir vakitleri varmış. Bu süreçte birbirlerini daha çok tanıyıp, aşklarını doyasıya yaşamışlar. Dünyada aşkın kutsallığını ayrılacak çiftler kadar yerinde yaşayacak kimse yoktur, derler. Bu gençler de birkaç günde birkaç hayat yetecek kadar birbirleriyle yaşamışlar. Yine de onlara yetmeyeceği aşikârmış.

Gün gelmiş, şövalyenin ayrılması için çanlar çalmaya başlamış. Kutsal uğurlama töreni için halk sokaklara dökülmüş. Bugün ülkenin kahramanları bir zafere uğurlanacakmış. Büyük bir ziyafet ile tüm kahramanlara yapılan övgüler bir ipe dizilmiş ama dizilen ipte bizim şövalyenin yerinde aşınmalar varmış. Şövalye bunu görünce korksa da prensese hiçbir şey söylememiş. Eski bir inanışta, övgüde olan aşınmalar kötü şans getirirmiş.

Şövalye korkusuzca ama içinde şüpheler varken yola çıkmış. Prensesini son kez öpüp koklamış. Gözlerinden öpüp, bizim için geleceğim dedikten sonra birbirlerinden ayrılmışlar.

Prenses yine ağlamamış. Gülümsemiş, aylar geçmiş; gülümsemiş ve kucağına bebeğini almış; gülümsemiş, bebeği ilk adımlarını atmış. Şövalyeden hâlâ bir haber yokmuş.

Bir gün prensesin küçük kızı çok huysuzlanıyormuş. Babasını hiç görmemesine rağmen 'baba' diyerek sayıklıyormuş.

O gece vakti sarayın kapısı dövülmüş. Tüm sarayı bir feryat kaplamış. Küçük prenses baba diyerek ağlıyormuş ve babası sarayın kapısından içeri girmiş. Göğsünde iyileşmez bir yara ile ailesinin karşısında durmuş. İlk kez gördüğü yavrusu, savaştığı senelerden daha çok acıtmış canını.

Baba, demiş prenses ve babası yere yığılmış.

Bu yara, büyücü tarafından yapılan bir yaraymış; bu büyücü prensesin lanetini yapan kişiymiş. Bu yarayı da o yüzden açmış. Çünkü yaraya iyi gelecek tek şey gülen prensesin gözyaşlarıymış.

Şövalye gözlerini kapatmadan hemen önce bunu prensese anlatmış ve ağlamasını istemiş.

Prenses'in içi kan ağlasa da gözlerinden bir damla bile akmamış.

Küçük prenses annesi yerine daha da ağlamaya devam etmiş. Gece boyu birisi gülerken, diğeri ağlamış.

Prenses acı içindeymiş, hayatının aşkı kollarının arasında ölmek üzereyken kendisinin ağlayamaması canını yakıyormuş.

Ertesi gün, ağlamak için gözlerine acı biber sürmüş; ağlayamamış. Birkaç bitki denemiş, ağlayamamış.

Neler denediyse denesin, bir damla yaş akmamış. Küçük kızı ise ağlamaktan bitap düşmüş ve acı içinde yatıyormuş.

Üç koca gün boyunca tüm ülke, prensesin ağlaması için çabalamışlar. Yine de bunu başaramamışlar. Şövalye hâlâ ölü gibi yatsa da yaşıyormuş.

Bir gün prensesin odası, bir kez daha acıyla dolmuş. Küçük prensesin, sarayın balkonundan düşüp öldüğünü söylemişler.

Prenses, ilk kez o gün ağlamış. Evlat acısını yaşamak, yüreğini dağlamış. Bozulan lanet, şövalyenin aşkı değil; ikisinin çocukları sayesinde olmuş.

Prensesin gözyaşları ile Şövalye iyileşmiş. İkisi de acı çekerken bir ses duymuşlar. Küçük kızları, hâlâ capcanlıymış.

Prensesin annesi, en büyük acıyı bildiği için yalan söylemiş. Aslında bu hikayede hiç ölen olmamış, bu sadece bir annenin, kızının üzerindeki laneti bozmak için yaptığı şeylerin sonucuymuş.

Kızının ağlamasını istemiş çünkü ağlamadıkça, yaşayamayacağını biliyormuş."

🎭

Bölüm Sonu. Şimdi diyeceksiniz masal ne alaka doekrşrlgşgihh

Görmeyi isteyen gözler için her şeyde bir ibret vardır. Burada bir sürü spoiler, bir sürü şey var ama susuyorum ben.

İlk kez masal yazdım nasıl oldu, inanın bilmiyorum. Kötüyse bile bunu kitapta anlatan kişi kötü anlatmış deyip ona yıkacağım soemeşrlfigş

Bir de oturdum gece gece bölüm attım. Çünkü yazmak istediğim bir zamandaydım ve bölümü tamamlayınca paylaşmak istedim. Böylece aynı günde iki bölüm attığımdan yaklaşık 5klık bir bölüm okumuşsunuz gibi oldu.

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere♡

واصل القراءة

ستعجبك أيضاً

66.8K 268 2
Kitap düzenlemeye girmiştir anlam hatları olabilir düzenleme bitene kadar başlamamız önerilir "Ada abla biraz gezelim mi Babam sen ben üçümüz " dedi...
NOT | bxb Texting بواسطة Cafunè

قصص المراهقين

139K 11.7K 34
Çağrı: Not al bir köşeye, bakarsın lazım olur. _____________________ |Herkes bi' manyak. | |Ama herkes bi' aşık. |
15.2M 615K 54
"Soyun!" "Ne?" Yaşlı adam oturduğu masada kaşlarını çatmıştı ki yanındaki kadın tebessüm ederek bana döndü. "Sadece hırkanı çıkar ve bize sol kolunu...
9.5K 1.2K 30
"iyiyim tabii, teşekkürler. Sen nasılsınız?" Psikolog Kageyama Tobio ve sakatlanıp voleybola ara vermis Hinata Shoyo 🙋🙋