Kalpsizler Balesi

By niksimiksi

4K 615 1.6K

Kitabın Geçtiği Tarih: 2028-2032 yılları Kitabın Türü: Gizem / Gerilim / Distopya Kitapta Sizi Bekleyenler: ... More

Zaman Çizelgesi
GİRİŞ
1-Asılan Günahların Kısık Çığlıkları
2 - Lahza
3 - Acıların Kırık Uçları
4 - Zehirli Sarmaşık
5 - Bazı Duygular Gözlerde Yazar
6 - Eflatun Elbise
8 - Günlerin Kovaladığı Saniyeler
9 - En Kötü Lanettir: Ağlayamamak.
10 - Kara Kışın Ardındaki Bahar
11 - Acıdan Urgan Yalandan İlmek
12 - Ruhların Dansı
13 - Duvarın Ardındaki Yabancı
14 - Eflatun Urgan
15 - Lanetlenmiş Bedenler / Part 1
15 - Lanetlenmiş Bedenler / Part 2

7 - Raks Eden Kıvılcımlar

142 28 106
By niksimiksi

27.11.23

Hoş geldiniz. Küçük Yıldıza dokunup okumaya geçebilirsiniz. İyi okumalar. Yorumlarınızı bekliyorum.

Bölüm Şarkısı - Vera & Kördüğüm

Bölüm Adı - Raks Eden Kıvılcımlar

Alparslan Esefdağlı öldürüldükten birkaç ay sonra (2028)

Kalp kırıkları artık nefesinizi kesmeye başladığında bir cam parçasını o nefesi almaya pek de etkisi olmuyordu. Çocukluğum benim kalp kırıklığımdı ve ben bu yaşımda daha yeni yeni yaşamaya başladığımı hissediyordum o kırıkları onarmıyor, yok etmeye çalışıyordum ama yine de hayatım boyunca ikinci kez kendim için çabalıyordum.

Aktif olarak bale yapamıyordum. Geceleri günün yorgunluğuna inat odama geçip en az bir saat baleyle hasret gideriyordum ama bu normal rutinimden çok uzaktı. Kareografi yoktu, müzik yoktu, duygularım benim müziğim oluyordu. Odam dışında her yer eğitim içindi. Olur da kaçırılırsam, olur da birileri ile yüzleşmem gerekirse, olur da kendimi savunmam gerekirse diye her gün spor yapıyordum, her gün birkaç savunma taktiği öğreniyordum. Yaralanırsam veya yanımda birileri zarar görürse diye ilk yardım öğreniyordum. Bunun yanında dikiş atmayı bile öğrenmiştim. Ayrıca bunların yanına yazılım ve bilgisayarla ilgili şeyler de eklenince bu yaşıma kadar aldığım eğitimlerin üzerine bir kat daha çıkmıştım.

Alaz bu yoldaki en büyük destekçimdi. Kağıt üzerine atılan imzalar onu bana en büyük destekçi yapmıştı. Onunla evlenmiştim ama bir anlaşmamız vardı ve bunu imzalı sözleşmeler ile garantiye almıştık. Bu evlilik sadece formaliteydi. Yine de birkaç ayda onların samimiyetine inanmıştım. Hayır, saf değildim, salak asla değildim. 

İmzaları atmadan da yaşayabilirdim ama görmek istemiştim. Korkum yalnızlığımdı. Zaafım beni anlayacak insanlardı. Şimdi ise önüme sunulan teklife evet dedikten sonra bana sunulan bu hayatı yaşıyordum. Korkum daha dehşetlenmişti çünkü yalnız kalmamaya alışmıştım. Zaafımı bana karşı kullanabilirlerdi çünkü artık birilerini gerçekten seviyordum. Temkinli bir sevgiydi bu ama birkaç ay içinde hepsinde karşı içimde sevgi tohumları fark etmeden yetişmeye başlamıştı. Bir gün bu tohumlar büyüdüklerinde dallarının beni yaralayıp yaralamayacağını bilemezdim.

Onlara güvenmiyordum ama ideallerine inanıyordum. Onların içindeki ruhu görebiliyordum. Yine de her gece uyurken elimde bir cam parçası oluyordu. Her gece tetikte uyuyordum. Kimseye güvenemezdim ama onların bana sunduğu argümanlar her zaman birbirini destekliyordu, bana karşı hiçbir yanlışları olmamıştı.

Onlara karşı bir inancım vardı. Yine de bu inanç, bu güvenme duyguma destek çıkmıyordu. Güven çok daha zor bir şeydi. İnsan aşık olsa da güvenmediği olurdu. Benim bu gruba sevgim vardı ama güvenim yoktu. Bir gün benim karşıma çıkıp silah çekseler ben de onlara aynı şekilde karşılık verirdim çünkü her zaman tetikteydim. Yine de onlarla mutlu olmayı öğrenmiştim.

Mutluluk, babamın bana olan içten gülümsemesinde veya bir dondurmadan ibaret değildi, bunu anlamıştım.

Hayatımda ilk kez mutlu akşam yemeğini bu grup ile yemiştim ve bunu diğer akşamlar takip etmişti. Akşam yemekleri, kahvaltılar, kısacası toplu yemek yenilen zamanlar... Bütün bunların huzurlu geçmesi, insanların robot gibi davranmaması insana yaşadığını hissettiriyordu ve ben ilk kez yaşıyordum. Küçükken büyümek için yerdim, büyünce yaşamak için şimdi ise canım istediği için, mutlu olduğum için, o sofrada huzur bulduğum için...

Her akşam onlarla oturup en az on beş dakika sohbet etmek bana iyi geliyordu. İstemsizce bağlanıyordum. Alaz'ın sinir bozucu dövüş sevgisi ve bunu bana öğretirken gözlerinde gördüğüm ışıltılar, Raziye Hanım'ın bir hükümdar gibi olup aynı zamanda bize anne sıcaklığı hissettirmesi, Melek'in -Alaz'ın kardeşi- bitmeyen enerjisine zıt depresif ruh hali, Toprak'ın Melek'e karşı gösterdiği asla gözardı edilemeyecek ilgisi, Tarık'ın herkesin abisi gibi olması... Bunların hiçbirine birkaç aydır sahip gibi değildim. Sanki senelerdir hayatımdalardı. Melek, seneler önce evime gelen o küçük kız... O gün uçakta da bizimleydi. Yine beni en kötü anlarımdan birinde görmüştü ama sesini çıkartmamıştı. Bunu çok sonra fark etmiştim. Melek Güneş, birkaç ay önce benim çocukluğumda yediğim o tokattı ama ben onu artık onun dediğine göre görümcem olarak görüyordum. Onunla küçükken eğlendiğim birkaç saatin acısını bir ömür çekmiş olsam da şimdi yaşadığım birkaç ay bana onların mükafatı gibiydi.

Toprak, bilgisayar işleri ile ilgileniyordu, bir mühendisti. Onunla aramız nasıldı bilmiyordum. Onun ilgilendiği tek kişi vardı. Yine de bana karşı içinde bir kötülük yoktu. Bunu görebiliyordum. Sadece korkuyordu, herkes gibi. Hepimiz akşamları yatağa girdiğimizde başarısız olursak ne olacak diye düşünürken uyuyakalıyorduk. Toprak da bunu gün içinde bize yansıtıyordu. Duyguları yüzünden okunuyordu ve bu beni korkutmuyordu. Birinin duygularının okunması en iyisiydi çünkü size ihanet edemezdi. Nefretini bile yüzünden okurdunuz. Bu yüzden kime gardınızı alacağınızı bilirdiniz.

Tarık, bu ailedeki sağlıkçıydı. Hepimize temel ilk yardım dersleri verir ve bunu tüm ciddiyeti ile yapardı. Bazen duygusuz olduğunu düşünsem de Raziye Hanım bir gün fenalaştığında onu tedavi ederken ağladığını görmüştüm. Bu ona sempati beslediğim ilk andı. Her zaman bize abi olarak yaklaşıyordu. Bir gece Alaz ile oturup dertleştiklerini görüyordum. Diğer gece yanında Melek vardı. Sonraki gece Toprak ile birbirlerine sarılıyorlardı. Tüm bunların içinde Tarık'a destek olan tek kişi Raziye Hanım'dı. Ben ise bir cam parçası ile gökyüzüne bakıp babamın terk ettiği yıldızlara bakıyordum. Yalnızdım ama değildim. Derdimi anlatamazdım ama anlatsam samimiyetle dinlerlerdi. Korkum olan yalnızlığa mahkum değildim. Şu anki sadece bir tercihti.

Raziye Hanım ise hepimizin başında duran her şeyi yöneten kişiydi. Ona bakınca anne sevgisi hissetsem de ciddiyeti bunu her zaman sorgulatıyordu. Herkesten tek bir isteği vardı: Görevlerini layığıyla yapmaları. Benden isteği ise herkesin bildiklerinden bir şeyler öğrenmemdi. Bir balerini İsviçre çakısına dönüştürmeye çalışıyordu. Günüm; bilgisayar, ilk yardım, kendini savunma ve benzer şeyleri öğrenmekle geçiyordu.

Bugün ise savunma dersinin 257. adımındaydık. Alaz böyle demişti. Yaptığı her işte bu şekilde gün saymayı seviyordu. Buna birlikte yediğimiz ilk yemek diyerek başlamıştı ve onun elinden ilk kez bir şey içtiğimde bunu da saymaya devam etmişti. Uçaktayken ona güvenmiyor olmam bayağı zoruna gitmişti sanırım.

Her şey için gün sayıyordu. Sayılan şeylerin sonu gelmez miydi? Ona göre gelmezdi. Sorduğumda, "Hayatta istediklerimi sonsuz sayılara yıkıyorum. Bir kere olan her zaman ikinci kez de olur, ikinci olanı üçüncü izler ve ben sevdiğim her şeyi sonsuza dek yaşayabilirim." demişti.

Bugün bana kendimi savunmam için oldukça sert davranıyordu. Acemi olacak aşamayı çoktan geçmiştim, bazen günde 8-9 saat benimle dövüşürdü ve asla pes etmeme izin vermezdi. "Benim karım asla pes edemez." der ve her seferinde ona atacağım yumruğu beklerdi ama onu hiçbir zaman yumruğumla yıkamamıştım, kelimelerim yumruğumdan her zaman daha güçlü olmuştu.

Şimdi ise karşısında durmuş ondan gelecek hamleyi bekliyordum. Düşünceler kafamda sürekli dönüyordu, ona olan odağım zamanla dağılmaya başlamıştı. Beni hep en beklemediğim anda yakalamaya çalışıyordu. Bunun için bazen bir saat bile beklediği olmuştu.

"Bana aşık aşık bakmayı keser misin? İnsanın karısı ona bu şekilde bakınca saldırı hamlesi yapamıyor." Bir de bu vardı. Beni sinir etmek için her fırsatta evli olduğumuzu hatırlatıp benim ona aşık olduğumu vurguluyordu. Bunu, beni sinir etmek için yaptığını bilsem de ya gerçek olursa diye korkuyordum.

"Sana aşık falan değilim. Sus ve işine dön yoksa çıkar için evlendiğin karın tarafından güzelce benzetileceksin."

"Bu çok iddialı oldu ama daha iddialı bir şey isteyeceğim." dedikten sonra yüzünde meydan okuyan bir gülümseme oldu ve çekici çıkarmaya çalıştığı kısık bir sesle devam etti. "İspatla."

"Ne?" Neyi ispatlayacaktım?

"Bana aşık olmadığını. Madem değilsin ispatla. Bence benden kesinlikle etkileniyorsun." dediğinde üzerindeki tişörtünü çıkartıp ringten çıkmış ve barfiks çekmeye başlamıştı. Bu görüntüden herkesin etkileneceğine emindim ama hayatımda ondan etkileneceğim süreci çok önceden atlatmıştım. Belki 18 - 20 yaşlarımda olsam ona ve bu görüntüsüne bir şeyler hissedebilirdim... Şu anda ise özgürlüğümü aşk için harcamış olmak istemiyordum. Onunla yalnızlığım yüzünden evlenmiştim. Korkum yüzünden evlenmiştim ama o bunu sürekli duygusal bir şeye yıkmaya çalışıyordu. Bunu ona yenik düşmem için yaptığı barizdi. Bir gün grupça otururken sporcuların çekici geldiğini söylediğimden beri benimle uğraşıyordu.

"Buraya gelme amacımızı unutuyorsun, Alaz." Ben de onun gibi yapıp tişörtümü çıkarttıktan sonra üzerimdeki sporcu atletimle kalmış ve karşısındaki demirde barfiks çekmeye başlamıştım. Her zaman meydan okumaya açıktım, bu yeni hayatım benim kanıma hırsı sokmuştu. Yalnız kalacaksam bile güçlenmiş bir şekilde kalmalıydım. Babasının prenses gibi yetiştirdiği ama duygusal çöküntüleri olan o kız çocuğunu içimden atmalıydım. Bu yüzden de kendimi her anlamda güçlendirmeliydim.

"Aşk, amaç dinlemiyor diyorlar. Benden etkilendiğine eminim. İlk karşılaşmamızdan beri bana olan bakışların bunu inkar edemez."

"Sen delirmişsin. Bir katile mi aşık olacağım?" Kendimi demirin üzerine doğru çektiğimde yaşadığım küçük yalpalama ile belimde Alaz'ın ellerini hissetmiştim. Aramızdaki mesafeyi azaltmış olsa da hemen sonrasında ise eli belimden ayrılmıştı. Ben bir ateştim ve o da benim gibi yanmak istemiyordu, kendi içindeki ateşten habersizce...

"Kırıcısın. Bu katil mevzusunu aşmamış mıydık? Eğer karın seninle dövüşürken sana aşık aşık baksa sen de delirirdin. Bana kesinlikle aşıksın."

"Canın mı sıkılıyor Alaz? Oyun oynamak istiyorsan ringte seni bekliyorum." Demirden inip salondan çıkmak için hareketlendiğimde arkamdan yere inme sesini duydum ve eş zamanlı olarak beni hızlı bir hamle ile kendine çevirip duvara yaslamıştı. Bana temas etmiyordu. İstesem hemen kaçabilirdim, yine de "Ne yapıyorsun sen?" demekle yetindim. Cevap vermek yerine üzerime daha da eğildiğinde kalbim biraz önceki ritmini bozup daha da hızlanmaya başlamıştı. Bu mesafeden ona bakmak çok tehlikeliydi. Çekici bir adamdı; bembeyaz teni, çekik kara gözleri, dolgun dudakları, kıvırcık kahverengi saçları ve neredeyse benim iki katım olan vücudu ile yoldan geçse birçok kadının dönüp bakacağına emin olduğum bir güzelliği vardı ve ben şimdi ona çok kısa bir mesafede bakıyordum. Bir insana bu kadar kısa mesafeden bakmak ona aşık olmanız için yeterli olabilirdi çünkü bir insanı ancak gözlerine bakarak tanıyabilirdiniz, tanıdıkça da aşık olurdunuz. Yine de amaçlarım ve korkum beni ona aşık olmaktan alıkoyan şeylerdi. Biliyordum, aşık olsam onu kaybederdim. Hep böyle olurdu. Birine aşık olduğunuzda o sizin hayatınız olurdu ve hayatlar elbet bir gün son bulurdu. Ben bu insanların hiçbirini son kez görmek istemiyordum.

"Senin yapamadığını yapıyordum." dedikten sonra bana yavaşça yaklaşmaya başlamıştı. Çekilebilirdim, bana bu hakkı tanıyacak kadar yavaş hareket ediyordu fakat beni buradan çekilmemem için alıkoyan bir şey vardı. Sanki görünmez bir zehirli sarmaşık beni ona bağlamıştı ve hareket edersem zehrini bana akıtacak gibiydi.

Dudakları dudaklarımın tam kenarını bulduğunda kısa bir süre orada durmuş ve geri çekilmişti. Temas yoktu ama bu bile kalbime indirilen darbeler için yeterli gelmişti.

"Bana eğer aşık olsaydın şu anda kalbinin hızlanması gerekirdi değil mi?" Elini kalbime götürdüğünde az önceki yakınlaşma ve yaşanmamış küçük öpücükten dolayı hızlanmış kalbim daha da hızla çarpmaya başlamıştı ama daha da ilgi çekici olan şey onun kalbinin atışını da kulaklarımda duyuyor oluşumdu. Kalp atışını hissetmek için elimi kalbine koymam gerekmiyordu. Bu ne anlama geliyordu?

"Pek de yavaş sayılmaz."

Sessizce yutkunduğumda gördüğüm ring ile aklım başıma gelmeye başlamıştı. "Dövüşüyoruz daha az önce barfiks çektim, beni kendine çekerken korkuttun. Normal değil mi?" Bana cevap vereceği anda ona üst üste yaptığım birkaç hamleyle onu yere devirmiş postallarımla göğsüne bastırmıştım. "Ayrıca senin kalbinin sesi salonda yankılanıyordu sevgili öğretmenim. Unuttuğunuz bir kuralı da hatırlatmak isterim. Kural 1: Asla rakibinin senin dikkatini dağıtmasına izin verme." dedikten sonra oradan hızla uzaklaşmıştım. Ona verdiğim cevaplar yeterli olabilirdi ama kendime vereceğim cevaplar beni korkutuyordu. Orada beni öpmesine izin vermiştim. Öpmemişti ama öpse çekilmezdim. Buna emin olmam beni kendimi sorgulamaya itiyordu.

İçimde hissettiğim hayal kırıklığı nedendi? Daha fazlasını vermediği için miydi ya da onun kim olduğuyla mı alakalıydı?

Bir katille duygusal bağ kuracak kadar aciz miydim?

Odama geçip yatağıma uzandığımda düşünceler yine ortaya çıkmışlardı ama düşünemeyecek kadar yorgundum. Gözlerim yavaş yavaş kapandığında buna engel olamamıştım.

🎭

Yine bir yemek masasındaydık. Yuvarlak ve herkesin bir diğerine eşit uzaklıkta olduğu bir masa... Sağımda Tarık, solumda Alaz; Alaz'ın yanında Melek ve Tarık ile Toprak arasında Raziye Hanım... Düzenimiz böyleydi. Yemek boyunca Melek ve Toprak arasındaki bakışmalar dikkatimden kaçmıyordu. Masa etrafındaki herkes de bunun farkındaydı ama kimse tek bir söz bile söylemiyordu.

Melek ile yakındık ama ona özel hayatı ile ilgili soru soracak kadar değildik. Sorsam cevap verirdi ama sorduğumda onunla aramdaki bir duvarı daha kırmış olurdum. Kaybettiğimde üzüleceğim gün sayısı ikiye katlanırdı. Ondan bana gelecek bir hamlede daha çok yaralanırdım.

Bu masadakilerle ilişkimi kontrol edemeyecek kadar ilerletmiştim. Artık herhangi birine bir şey olsa veya onlardan bana zarar gelse ben acı çekmeyecek adımı çoktan geçmiştim. Yine de daha fazla acı çekmemeyi sağlamak istiyordum. Bir sınırım olmalıydı. Hepsinin yüzüne kapalı en azından bir kapım kalmalıydı ki, üzüldüğümde o kapının arkasına geçip kendimi korumalıydım.

"Kardelen." Duyduğum ses ile düşüncelerimden sıyrılıp çatalımı masaya bıraktım ve Raziye Hanım'a doğru döndüm. "Çalışmalar ne durumda? Kendini koruyacak hâle geldin mi yoksa seni bu toy haldeyken mi tehlikeye atalım? Zaman daralıyor, daha fazla bekleyemeyiz." Onlara daha bildiğim şeyleri anlatmamıştım. Saçma bir şekilde benden bunu istememişlerdi. Benden istedikleri şey kendimi korumayı öğrenmem ve daha sonra bu yola girmemdi. Şu anda bana bir öğretmen, bir koruyucu olarak yaklaşıyorlardı.

"Raziye Hanım, bunu benim yanıtlamam ne kadar doğru olur? Sonuçta bir öğrencinin durumu, öğrencinin kendisine sorulmamalı." Gözlerimi herkesin üzerinde gezdirip devam ettim. "Eminim ki, bana ders veren bu insanların hepsi hakkımda daha doğru çıkarımlarda bulunacaktır." Gözlerinde gördüğüm hisleri anlamasam da bir yanım bu söylediklerimden tatmin olmadığını söylüyordu. Raziye Hanım bazen bir anne gibi davranırken bazen acımasız bir lider olabiliyordu.  Eğer çıkarlarım olmasa ona asla katlanamayacağımı biliyordum. Bazen hiç uyumadan, yemek yemeden çalışmamızı isterdi. Fazla zaman yok, ülke enkaz haline geldiğinde onu kurtaramayız derdi ama babam ölmeden önce de bıraktığı enkazı bilmeden konuştuğunu düşünüyordum. Benim ülkemde çiçekler bile açmıyordu. Üstü molozla kaplı bir yerde toprak hava alamazdı ve hava yoksa yaşam da yoktu. Ne bir insan yaşıyordu ne de ufak bir çiçek... Babam hepsinin sebebi olmuştu.

Ben burada onların yanında durduğumda öğrendiklerim, çıkarlarıma uyuyordu. Bir gün çıkıp gideceğim zaman onları kullanmış olacaktım. Seviyordum ama güven yokken onların yanında sonsuza dek kalamazdım. Bir evlilik beni onlara bağlayamazdı çünkü güvenim yoktu.

"Kendini savunmada gayet iyi bir noktaya getirdiğini düşünüyorum. Bazı öğrettiğim şeyleri asla unutmayıp bana karşı kullandığından beri ondan korkar oldum." Alaz, Raziye Hanım'a cevap verirken gözleri benim üzerimdeydi, sesindeki kinayeyi sadece ben fark etmiştim. Ben ise ona bakmak yerine tabağımdaki yemekle uğraşıyordum. Yüzümde engelleyemediğim bir gülümseme ile ona bakmamaya direniyordum. Neye güldüğümü bile bilmiyordum. Bu yaşıma gelip de lise yıllarımda yaşayamadığım şeyleri yaşamak ve bundan kendimi uzak tutmak mı komikti? Belki de öyleydi...

"İlk yardım konusunda her şeyi öğrendi. Birkaç haftadır da daha ileri düzey şeylere çalışıyoruz. Benim 12 senede bitirdiğim fakülteyi, sayemde birkaç ayda bitirmiş gibi olacak." Tarık elini omuzuma atıp bir iki kez vurduğunda, "Kızımız çok iyi öğreniyor. Zekası sanki size çekmiş." dedi. Omuzum üzerinde hissettiğim diğer el ile başımı soluma çevirdim. Alaz, Tarık'ın elini tutmuş bana gülümsüyordu.

"Ne yapıyo-" Sözümü tamamlayamadan Alaz yüksek bir sesle, "Tarık sen bizi bu ellerinle mi tedavi ediyorsun? Üstünde yara var, ya bize bir şey falan bulaşırsa? Ayrıca yemek yerken etrafa dokunmamalısın. Her yer bakteri dolu." dedi. Ben gereksiz yükselmesini anlayamamış hâlde ona bakarken Melek ve Toprak gülmeye başlamıştı. Raziye Hanım ise yüzünde bir gülümseme ile bize bakıyordu.

"Bakteri dolu olan ben miyim, Alaz?" Alınganlığım yanlış zamanda tutmuştu ama bu iması çok sinir bozucuydu.

"Tarık demişti, hepimiz bakteri doluymuşuz. Sana özel demiyorum yani."

"E, sen de Tarık'ın eline dokundun. Sana da bulaşmaz mı?" dediğimde yüzündeki ifade ile masadaki herkes gülmeye başlamıştı. Alaz, hâlâ Tarık'ın elini tutuyor ve bana bakmaya devam ediyordu. Raziye Hanım bile sesli bir şekilde güldüğünde "Ne kaçırdım ben?" diye sordum. Gülmeyen iki kişi vardı. Alaz ve ben...

"Yengeciğim bir şey kaçırmadın. Abimin kı..." Melek açıklama yaparken Tarık'a bakıp tekrardan gülmeye başladığında sinirlerim iyice bozulmaya başlamıştı. Artık ben de istemsizce gülüyordum. Kafamı sola çevirdiğimde ise bana bakan gözlerin sahibinin yüzünde de kocaman bir gülümseme vardı. Ben de ona gülümsediğimde bir deklanşör sesi duydum. Melek ile Toprak fotoğrafımızı çekmişti ve ona döndüğümde bize belli etmemek için özçekim yapıyormuş gibi davranmaya çalışıyordu. Yine de fark etmiştim.

"O fotoğraftan ben de istiyorum, Melek."

"Tabii ki yengeciğim hemen atayım sana." dediğinde telefonum titremişti ve bana gelen fotoğrafta hepimiz bulanık bir şekildeydik. Ben kameraya kaşlarımı çatmış bakarken, Alaz kardeşine 'yakaladım seni' der gibi bakıyordu. Raziye Hanım ise yüzünde bir gülümseme ile Melek'e bakıyordu. Fotoğraf bir özçekimdi ama Melek'in yüzünün büyük bir kısmı gözümüyordu. Dudaklarının bir kısmı fotoğrafta gözükürken ondan da kocaman gülümsemesi fark ediliyordu. Tarık ve Toprak ise yoktu. Birinin kolu diğerinin ise eli çıkmıştı. Fotoğrafı ben fark ettiğimde çektiği çok belliydi.

"Şimdi çektiğinden değil. Az önce deklanşör sesini açık unutup çektiğinden istiyorum ama bu fotoğraf için de teşekkür ederim. Yüzünüzü unutursam bana kesinlikle yardımcı olacaktır. Bakar mısınız, tüm kırışıklarınız belli." Unutacak olsam bana asla yardımcı olmayacak bir fotoğraf ile karşı karşıyaydım. Ben onu incelerken telefonum bir kez daha titredi ve mesaj Alaz'dandı. Kaşlarımı bir kez daha çatıp soluma döndüğümde telefonumu işaret etti.

Bana on tane fotoğraf atmıştı.

İlk dokuz tanesi nikah anımızda çekilmişti. Hepsinde somurtuyordum, ciddiydim. Bir ameliyat masasındaki doktorun stresi vardı gözlerimde. Sadece birinde ise gülümsemiştim. Üzerimde eflatun bir elbise vardı. Saçlarıma bir kez daha peruk takmıştım. Uzun olsun istemiştim. Saçlarım çok uzundu. Eflatun bir elbisem vardı ve evet dedikten sonra neden olduğunu hatırlamadığım bir gülümseme ile Alaz'a bakmıştım. Onun üzerinde ise siyah bir takım, beyaz bir gömlek vardı. Kıvırcık saçlarını tarayıp, düz hâle getirmişti. Kısaydı ve derli topluydu.

Ekranı bir kez daha kaydırdığımda ise az önce çekilen fotoğraf karşımdaydı. Nikah fotoğrafımıza çok benziyordu. İkimiz de birbirimize bakmıştık ve mutluyduk, öyle gözüküyorduk. Tek fark benim saçlarım kısaydı, Alaz'ın saçları ise nikaha göre biraz daha uzundu ve kıvırcık birkaç tutamı alnına düşmüştü.

Fotoğraftan çıktığımda altta gördüğüm mesajla kalbime bir kıvılcım daha düşmüştü. Kaç kıvılcım alev almaya yeterdi? Peki ya bu, benim kalbime düşen kaçıncı kıvılcımdı?

Bir gün beni unutursan, hatırlamak için bu fotoğrafa ihtiyacın olmasın. Gözlerimi hatırla mesela. Bak sana bakarken ne kadar da mutlular.

🎭

Yemekten sonra herkes kendi alanına çekilmişti. Ben ise dışarı çıkmış, soğuk havanın tadını çıkarıyordum. Üşümek yaşadığımı hissettiriyordu. Babamın yanındayken üşümeye bile hasrettim çünkü hasta olamazdım. Bu yüzden bana çok iyi bakarlardı. Hastalık demek, babama yük demekti.

Daha fazla geçmişi düşünmek istemedikçe karşıma çıkması kaçınılmazdı.

Telefonumu açıp Alaz'ın bana gönderdiği fotoğraflara bakmak ise kaçış yolum...

Hâlâ nikahta gülümsediğim fotoğrafa bakıyordum. Tamamen aklımdan çıkmıştı. O gün tamamıyla mutsuzdum, umutsuzdum. Gülümsemek için en ufak sebebim yoktu. Babam ölmüştü, kaçırılmıştım, evlenmiştim. Tek amacım bu insanlardan faydalanmak ve kendi hayatımı kurmaktı. Yavaş yavaş onlara alışacağımı dahi bilmiyordum.

İnsan en çok çaresizken birilerine bağlanırdı. Benim en çaresiz anımda, bu aileye bağlanmam şaşırtıcı değildi. Sadece engel olmaya bile çalışmayışım beni şaşırtıyordu. Bu insanlara alışmam ne kadar sürmüştü? Bir ay, bir hafta, birkaç gün?

Burnumun üzerine bir sıvı düştüğünde başımı yukarı kaldırdım. O sıvıyı, birkaç damla daha izledi. Hava kapalıydı ama yağan yağmur değildi. Yere düşen ve hemen eriyenleri görünce yüzümde kocaman bir gülümseme oluştu. Kar yağıyordu!

Birikecek kadar çok değildi. İnce ince, yağmur gibi yağıyordu. Hava yumuşaktı. Soğuk canımı yakacak kadar değildi, kar tanelerini eritecek kadar sıcaktı.

Gülümseyerek oturduğum yerden karı izlemeye başladım. Planlar kafamdan uçmuştu, nerede olduğumla ilgilenmiyordum, geçmişim beyaz bir yığın ile kaplansın istiyordum. Yine de arkamdan gelen adım seslerini duyamayacak kadar silinmemiştim, dünyadan.

"Üşüyeceksin." dedikten sonra elindeki battaniyeyi omuzlarıma bıraktı.

"Teşekkür ederim."

"Seni en çok bu zamanlarda seviyorum. Sevdiğin şeyler olduğunda daha mutlu oluyorsun ve çözemediğim o planları siliyorsun kafandan. Anı yaşıyorsun. İmreniyorum."

"Anı yaşamak zorundaydım." Yanıma oturduğunda devam ettim. "Küçükken mutlu olduğum anlar vardı. Geri kalan zamanlarda sadece yaşıyordum ama işte bu mutlu olduğum anlarda diğer zamanları düşünmek sadece bana zarar veriyordu. Küçükken birkaç anımı böyle mahvettim. Ya babam görürse, ya babam kızarsa, ya yarın mutsuz olursam... Bunları düşündüğüm her an mahvoldu. Gün sonunda yine ağladım. Sonra bir gün anı yaşamayı öğrendim. Anı yaşadım, mutlu oldum. En azından birkaç dakikam mutlu geçti. Hiçbir şey düşünmeden, sadece mutlu oldum. O zamandan beri alışkınım. En ufak bir mutluluk kapımı çaldığında her şeyi unuturum." Aralıksız konuştuğumda nefesim son kelimelere yetmese de cümlemi tamamlamıştım. Bu halim Alaz'ı güldürmüştü.

"Sevdiğin şeylerden bu şekilde bahsetmen de var tabii. Baleden söz açılınca seni susturamıyoruz. Şimdi ise farklı bir özellik açıldı: Kar sevgisi. Zaaflarını buluyorum Kardelen Güneş. Dikkatli ol." Kaşlarımı çatıp ona döndüm.

Konuşmak için ağzımı açtığımda parmakları alnımı buldu ve kaşlarımın tam ortasına dokundu. "Otuzuna çok yaklaştın, şimdi bu kadar mimik yaparsan bir süre sonra botoks gerekebilir. Tarık'a müşteri olmak istemezsin. Daha da ciddileşiyor."

"Sen de bu sinir bozucu hâlinle devam edersen otuzundan sonra evde kalırsın. Zaten birkaç seneye bel ağrıların da başlar. Yaptığın sporlar bir işe yaramaz." Ağzını açıp konuşacağında onu susturup devam ettim. "Ayrıca zaaflarımdan vurulmaya alışkınım. Beni üzmeniz çok zor. Bunu başarmak istiyorsan birini gerçek anlamda sevmemi beklemelisin. Başka türlü beni vurabileceğin bir şey yok. Hayatım boyunca onlarca kez baleyi bıraktım ben. Şimdi birkaç kez gördüğüm kar tanelerine veda etmek sorun olmaz." Sustuğumda tekrar konuşmak için ağzını açtı ve ben tekrar sözünü kestim. Bana yapılsa sinir olacağım şeyi bilerek ona yapıyordum ama onda biraz bile sinir görmüyordum. "Botoksa benim şimdi ihtiyacım yok ama senin şu suratsızlığına iyi gelecekse çift randevusu alalım. Belki indirim yaparlar."

"Söylediklerinin başında evde kalırsın dedikten sonra, sonunda çift randevusu demenden anlıyorum ki, bana aşık olmuşsun sen. Zaafın ben mi oluyorum yani?"

"İnternette gördüğüm şeyler gerçekmiş. Siz erkekler sadece cümlenin başına ve sonuna dikkat ediyorsunuz. Arada ne dedim hatırlıyor musun, Alaz Güneş?"

"Beni çok sevdiğini, aşkımdan yataklara düştüğünü ve en büyük hayalinin çift botoksu olduğunu söyledin diye hatırlıyorum. Bir de en büyük zaafın benmişim." Sinir bozucu bir kahkaha bıraktığımda tekrar kaşlarımı çattım.

"Buraya gelip iki dakika mutlu olmama katlanamıyorsun değil mi? Kardelen nerede, hemen onu sinir edeyim diyorsun. Senin yüzünden iki dakika kar izleyemedim. Susmayacaksan içeri geç."

"Aslında ben çok eğleniyorum."

"Belli." dedikten sonra ona arkamı dönüp kar tanelerini izlemeye başladım. Biraz daha hızlanmıştı ve taneler daha da irileşmişti. Artık daha belirginlerdi.

"Kar mı izliyordun ben gelmeden önce?"

"Susmayacaksan içeri geç demiştim. Kafa dinlemek i-"

"Son bir şey soracağım tamam." Seslice nefes verip ona döndüm. "Telefonunda neden nikah fotoğrafımız açık? Beni bu yüzden mi yanından kovuyorsun? Bizi daha iyi izleyebilmek için mi?" Alaz elinde telefonumla, yüzünde ise alaycı bir gülüşle bana bakıyordu.

"Şimdi de telefonumu mu karıştırmaya başladın?"

"Hayır, arkanı döndüğünde yanında açık bir şekilde duruyordu. Görünce sana sormak istedim." Ekranı kapatmadan yanıma koymuştum...

"Dürüst olursam gidecek misin içeri?" Kafasını salladı. Zaten merak etttiğim şeyi bu bahane ile soracaktım. Cevap vermesini ummaktan başka bir şansım yoktu. "O gün senin gibi biriyle evlenmeme rağmen neden gülümsediğimi hatırlamaya çalışıyordum. Seninle alakası yok yani." Bana biraz daha yaklaşıp aramızda bir karış mesafe bıraktı.

"Aslında benimle çok alakası var. O gün benim sayemde o kadar güzel gülümsemiştin." Elini kaldırıp bana yaklaştı, saçlarımı teğet geçti ve hırkamın kapüşonuna değdi. "Sana bir cümle söylemiştim, o gün. Unutmuş olman çok normal, beni başından savmıştın." Kapüşonu tutup kafamın üzerine doğru çekti. "Sinir bozukluğu ile attığın bir gülümsemeydi. Ben de fotoğrafı görene kadar öyle sanıyordum." Dışarıda kalan saçlarımı da kapüşonun içine sokup omuzuma bıraktığı battaniyeyi de düzeltti. "Aslında o gün bana çok içten gülümsemişsin. Bu yüzden umudum var artık." Cümlesini tamamladığında ellerini battaniyeden çekip ayağa kalktı.

"Ne söylemiştin?" Hafızamı yoklasam birkaç ay önce yaşanan bir saniyeyi hatırlayamamıştım.

Arkasını dönüp bana bir kez daha gülümsedi ve tek cümle daha kurdu. Bu cümle kıvılcımlara büyük bir kibrit olarak düştü. Bugün benim yangınımın ilk günü oldu. Son günü ise hiçbir zaman bilmek istemeyecektim.

"İlk görüşte aşka inanır mısın, diye sormuştum."

🎭

Bu bölüm koskoca bir geçiş bölümüydü. Birkaç karakteri tanımanız gerekiyordu. Geçmişimizin önemli kısımları bu bölümdeydi. Daha yolun başında olsak da birkaç bölüm sonra yolu yarılayacağız ve o zaman bu bölüme dönüp bakacaksınız...

Her şey bir detay ve ben bu detaylardan birini unutursam diye çok korkuyorum.

Bölümlerin arası biraz uzuyor farkındayım ama okulum çok yoğun ilerliyor yine de size ayda en az iki kez bölüm atmaya çalışacağım.♡♡♡

Kendinize iyi bakın. Sizleri seviyorum. ♡

Aşağıya yapay zekaya çizdirdiğim bölüm fotoğraflarını bırakıyorum♡♡♡ ne kadar gerçekçi desem de animasyon gibi çiziyor...

Continue Reading

You'll Also Like

2.7K 500 6
Her beden, bir gün kendine ait olan ruha dönecektir. Denilene göre, her insan, bir ruh ve bedenden ibarettir. Eğer doğru kişiyi bulduysan, o ruh sana...
54.9K 8.2K 37
"Açık bir yaraya dikenlerle dolu bir gül bastırıyorsun. Dikkat et, kanı durduruyorsun ama canımı acıtıyorsun." ❧ Bir mikrofon kırılır, bir çocuk gömü...
260K 8.9K 34
Bora'nın üzerime gelen adımlarıyla birkaç adım daha ondan uzaklaşmak istesem de yatağa çarpan bedenimle durmak zorunda kaldım. Gözlerimin derinine ba...
10.1K 437 21
Bahar en yakın arkadaşının düğününe mardine gider ve oraya damadın en yakin arkadaşı olan ateş'i görür ve o yüz bir daha aklından çıkmazsa ve bir ka...