Günebatan Döngüsü

By suudkostik

3.7K 2.1K 579

Gecenin karanlığında sadece birbirimizin dokunuşları vardı. Dizlerinde yatarken parmak ucumu yanaklarında gez... More

1 | Enerjinin Uyanışı
2 | Soluk Yeşil Parıltı
3 | Hem Melek Hem Şeytan
4 | Karanlık Silüetler
6 | Acı Sırlar
7 | Kuruyan Ruhlar
8 | Günebatan
9 | Umut ve Ümit
10 | Üç Yüz Bir
11 | İkinci Çiçekler
12 | Cezalar ve Cefalar

5 | Yaşamı Vadeden Gözler

317 206 60
By suudkostik

İsterseniz Spotify hesabımı veririm jwkflfşwöröls

~

5 | Yaşamı Vadeden Gözler

Hayatımızın bir saniyelik bir felaketle sona erebileceği düşüncesi her ne kadar acımasız olsa da, bu felaketin içinden sizi kurtarabilecek birinin olmaması daha acı vericidir.

Bağrışlarınızın cevapsız, çırpınışlarınızın sonuçsuz kalacağı durumlarda ölmek hatta çok çabuk ölmek ister insan. Mucizeyle el ele tutuşup ikinci şansı yakalayanlar olacaktır elbette fakat ölüm meleği, ışık kadar hızlı hareket ederek kurbanlarının azalmasına izin vermeyecektir.

Karanlık silüetler vücuduma işkence çektirirken kendimi savunmak için elimi kaldıracak dahi gücü bulamadım. Çok çabuk ölmeyi dilerdim ama benim mucizem buralarda bir yerde elime ulaşmaya çalışıyordu.

Kısık ve buğulanmış gözlerimin ardından Akın'ın öfke saçan yüzünü gördüm. Demir parmaklıkları ince tahtalarmış gibi büktükten sonra tüm öfkesini karanlık silüetlere yönlendirdi. Ama silüetler Akın'a karşı çıkmadı bile. Hatta boyun eğdiler ve ayaklarına kapandılar. Akın, büyük bir hışımla hepsini uzaklaştırdı ve teker teker boğazlarını sıkarak yok etti.

Zaman kaybetmeden öfke dolu olduğu hâlde üzerindeki tişörtü çıkarıp karnıma bastırdı ve yeni doğan bir bebekmişim gibi dikkatle kucağına aldı. Upuzun merdivenleri sanki sadece bir basamakmış gibi kısa bir sürede çıkıp bodruma ulaştı. "Gözlerini aç." dedi ama 'gözlerim zaten açık değil mi?' diyemedim.

"Uyan lütfen..." dedi hafifçe omuzlarımı sarsarak. Yalvarır gibi çıkan sesine dayanamayıp gözyaşlarımı döktüm. Baş parmağıyla şakağımdaki gözyaşlarımı silip alnımı öptü. "Dayan." dedi sadece. Bir kelime birçok çığlığa ses oldu. O sesler bana ulaştı, karanlıktan çekip çıkartmak istediler ama ben çoktan gömülmüştüm.

Arabanın arka kapısını açıp boylu boyunca uzanmamı sağladı. Kanlar içinde kalmış tişörtünü karnımdan çekip yeni bir tanesini bastırdı. Zaman kaybetmeden direksiyonun başına geçerek son gaz hastaneye sürdü.

~

Tenime değen soğuk esintiyle gözlerimi açtım. Güneşin parlak ışınları doğrudan üstüme düşünce ellerimle yüzümü korudum. Son olanlar aklıma geldiğinde yerimden sıçrayıp karnımı yokladım. En ufak bir çizik dahi yoktu ama nehri görünce buranın ritüel sırasında gördüğüm yer olduğunu anladım.

Çıplak ayaklarımla ıslak çimlere basarak nereye gittiğimi bilmeden ilerledim. Her ne kadar bizim dünyamıza benzese de çiçekler, böcekler, kelebekler ve daha birçok canlı mutasyona uğramış gibiydi. Sarısıyla dikkat çeken günebakan çiçeğinin yanında durdum. Renkli yaprağına dokunmak üzere uzanmışken her yerden Al-Siran'ın sesi yükseldi.

"Abinin yaşaması için sen ölmelisin." kulak tırmalayıcı ses hiç durmadan devam etti. Bir an gerçekliğe döner gibi oldum ve oradan da endişeli bir ses duyuldu. "Nabız düşüyor."

"Abinin yaşaması için sen ölmelisin-n-n."

"Hastayı kaybediyoruz."

Tüm sesler birbirine girince olduğum yere çöküp kulaklarımı tıkadım. Tüm bu sesleri bastırmayı ummuşken yankı daha da şiddetlendi.

"Duru!" adımı ve tanıdık tınıyı duyunca ayağa kalkarak etrafımda döndüm. "Abi!" benimle diyaloğa geçmekten çok kendi diyeceklerini anlatıyor gibiydi.

"Kendini bırakma. Yanındayım."

Hangi birine kulak vereceğimi şaşırdım. Aklıma gelen fikirle nehire doğru koştum. Geçen sefer nehire düştüğümde kendime gelmiştim belki bu sefer de olurdu. Ya da ölümüme kendi ayaklarımla mı gitmiştim?

"Tansiyon düzeliyor. Kalp atmaya başladı."

~

Sis bulutları aklımı terk ederken lüks bir hastane odasında gözlerimi açtım. Akın da abim de pencerenin önünde durmuş, karanlık gökyüzünde durmadan göz kırpan yıldızları izliyorlardı.

"İki dev adam."

Sıkı askerî eğitim almışlar gibi aynı anda aynı yönden döndüler. Abim Akın'dan daha hızlı davranıp yanımda bitti. Akın ise olduğu yerde yorgun gözlerle öylece baktı.

Dağılmış saçlarımı özenle düzeltip yanaklarıma öpücükler kondurdu. Kuruyup çatlamış dudaklarımı yumuşatmak için dilimle ıslattım. "Su verir misin?"

Başucumda duran şişedeki suyu karton bardaklardan birine doldurdu ve başımı hafifçe kaldırıp içmemi sağladı. "Teşekkür ederim..." dedim tekrardan yatarak. Karnımın izin verdiği kadarıyla derince bir nefes aldım. Daha fazla beklemek gibi bir niyetim yoktu. "Bana her şeyi anlatın." dedim tek nefeste.

"Neyi anlatacağız?" abimin gözlerindeki korku, göz bebeklerinin küçülmesinden bile anlaşılabilirdi. "Her şeyi. Mesela Akın," dedim dudaklarımı bir kere daha yalayarak. "O silüetler neden sana itaat etti? Kimsin sen?"

Abimin çene kasları seğirirken ellerimi, soğuk elleriyle sıkıca tuttu. "Dinlenmen lazım kurban olduğum, günlerdir yoğun bakımdaydın yeni uyandın şu an konuşacağımız şey bu olamaz."

Bitkin bir hâlde olumsuzca başımı salladım. "Her şeyi şimdi öğrenmek istiyorum."

Yanımdan kalkıp parmaklarını dalgalı, gür saçlarının arasına daldırdı. Gözlerini kapatıp sessizce durdu. "Ben anlatamam..." dedi çaresizce çıkan sesiyle. Akın bir adım öne çıkıp destek vermek ister gibi omzunu sıktı ve, "Senden duymalı." dedi. Akın'ın gözlerine büyük bir hüzünle baktı.

Kabullenmişcesine tekrar yanıma oturdu ve ellerimi kavradı. Direkt konuya daldı. "18 yaşımda dünyayı merak eden bir DOV'dum." dedi. Duyduklarımla tüm yaşamsal faaliyetlerim durmuş gibi hiçbir tepki veremedim. Önce kalbimin acısı derinleşti sonra tüm vücuduma zehir misali sinsice yayıldı.

"Bardaktan boşalır gibi yağmur yağıyordu, durmadan çakan şimşekler de cabasıydı." kendinde anlatma gücü bulmak için biraz bekledi. "Bir ara sokağa girdim. Duvarın dibinde siyah, kutu gibi duran şey dikkatimi çekti. Yaklaşınca bebek puseti olduğunu fark ettim. İçinde de ağlamaktan sesi kısılmış sen vardın." yaşarmış gözleriyle tepkilerimi inceledi. Ama ben hiçbir tepki vermiyordum. Daha doğrusu: veremiyordum. İçimde var olan her şey dağılıyordu ama benim gıkım bile çıkamıyordu.

"Ipıslaktın, tenin mosmor olmuştu. Hiç düşünmeden kucağıma aldım ve yaşadığım yere götürdüm. Yolda da birkaç yenidoğan kıyafeti aldım ve giydirdim. Eve bir doktor çağırıp muayene ettirdim. Birsürü ilaç yazdı ama daha küçücük olduğun hâlde dayanabileceğini söyledi. Birkaç gün hastanede yattın, o zamanlar yaşadığım yerdeki insanlar bizi ziyarete geldiler. Birçoğu seni yetimhaneye vermem konusunda ısrar ettiler ama ben hiçbirini dinlemedim. Daha önce dünyaya yerleşen DOV'lardan bana kimlik çıkarmalarını istedim. Yapılacak işlemleri öğrenip senin de bir tane kimliğin olmasını sağladım. Bu sayede abi kardeş olarak göründük artık bizi kimse ayıramayacaktı." yaşaran gözlerini elinin tersiyle sildi.

Bu arada hâlâ nazikçe elimi okşuyordu. "Hastaneden çıkma zamanın geldiğinde her şeyi arkamda bırakıp başka şehre taşındım. O kadar tatlıydın ki... Bir saniyemi bile sensiz geçirmedim. İlk abi dediğinde dünyalar benim olmuştu. Hayır, hiçbir zaman babanın yerine geçmedim ama babandan daha fazlası oldum."

Gerçekler dev dalgalar gibi beni içine çekerken ne yapacağımı bilemedim. Elimi çekmedim, gerçekleri anlatmamış olabilirdi ama her zaman yanımda olmuştu. Beni daha yeni doğmuşken fırtınanın ağzına atan biyolojik ailem yüzünden onu üzmeyecektim. İnsan olmaması konusu ise... İster insan isterse bir canavar olsun ondan asla vazgeçmeyecektim.

"Anladım. Beni yalnız bırakabilir misiniz?"

Hiçbir şekilde konuşmadan, itiraz etmeden onayladılar ve boyunları bükük bir şekilde odadan ayrıldılar. Tek kalır kalmaz ılık gözyaşlarım arkasında ıslak izler bırakarak geçmişim gibi boşluğa kayarak yok oldular. Zar zor ayağa kalkıp pencerenin yanına gittim ve uzaklara, çok uzaklara bakarak düşüncelerime daldım.

Elleri o yüzden mi hep soğuktu? Şüphesiz Akın da DOV'du... Koca bir yalanla baş başa kalmıştım. İç çekmek isterken ağzımdan kaçan hıçkırıkla daha çok ağlamaya başladım. Gözyaşları sel oldu deyiminin ne kadar mantıklı ve yaşanmışlıkla dolu olduğunu şimdi daha iyi anlamıştım.

Bir elimi pencereye yaslayıp diğer elimle de ağzımı kapatarak sessizce ağlamaya devam ederken odanın kapısı pervasızca açıldı. Dağılmış saçlarıyla Akın içeriye girince onların insan olmadığı gerçeği tekrar yüzüme çarptı ve sanki mümkünmüş gibi gözyaşlarım daha çok akmaya başladı.

Yanıma gelip ıslak yüzümü göğsüne bastırarak sarıldı. Siyah polo yaka tişörtünde gözümün denk geldiği yer suya düşmüş gibi olmuştu. Yüzümü göğsünden çekip baş parmağıyla yanaklarımı sildi. "Bu kadar ağlamaya devam edersen dikişlerin zarar görecek." diyerek yatağa götürmek için koluma girdi. Hiç direnmedim ve yatağa uzandım.

Yüzümde yaş izi kalan hiçbir yeri atlamayarak sanki bu acının izlerini silebilirmiş gibi teker teker temizledi. Parmak ucu dudağıma gelince durdu. Kısa duraklamalarla dudağıma yaklaştı. Dudak kenarıma belli belirsiz bir öpücük bırakıp uzaklaştı. "Dinlen. Anlatılacak çok şey var."

Ağzımdaki acı tadı geçirebilmek için sertçe yutkundum. "Abime... Dikkat et."

Güven verircesine gözlerini kapatıp açtı. Sonrasında bir şey demeden hızlıca odadan çıktı. Vücudum, bitkinlikten ve gerçeklerden kırılmışken gözlerimi sıkıca kapattım. Rüyalar alemine dalarken göz pınarlarımdan başlayan uzun bir yol tekrar oluştu.

~

Saatin kaç olduğunu bilmeden güneşli bir güne gözlerimi açtım. Abim; koltuğa oturmuş, ellerini dizlerine dayamış bir şekilde yüzünü avuçlarının içinde tutuyordu. Yaşamı vadeden yeşil gözleriyle doğrudan bana bakıyordu.

"Abi..."

Sağ gözünden akan yaşı hızlıca silip en sevdiği şekilde ellerimi ellerinin arasına aldı. "Söyle, kurban olduğum." dedi ağlamaklı sesine engel olamayarak. Belki de engel olmak istemedi.

"Ben seni her şeye rağmen seviyorum." dedim buruk bir tebessümle beraber. Yaramı incitmemeye dikkat ederek sıkıca sarıldı. Ufak ufak öpüp en sonunda yaşlar akan gözlerle kalktı. Bugün fazla sulu göz olmuştuk...

"Ben de seni..." abi kardeş son olanları birbirimize sarılarak atlatmaya çalışırken kapı bu sefer çalındı ve sonra açıldı. Tabii ki de Akın'dı.

"Nasılsınız?" dedi az önce abimin oturduğu koltuğa oturarak. Bir ayağını dizine atıp hâlâ birbirimize sarmaş dolaş olan abimle bana baktı, büyük bir şefkatle.

"İyi olmaya çalışıyoruz." dedim abimin boynumda olan kolunu öperek.

"Güzel." aklıma, tüy kadar hafif olan öpücük gelince kulaklarım aniden alev küpüne döndü. Yanaklarım da aynı durumda olmuş olmalıydı ki abim, "Çok sıktım galiba, yanakların kızarmış." dedi.

"Sıcak..." diyebildim sadece. Akın, sanki aklımdan geçeni anlamış gibi abim onu görmüyorken gıcık gıcık sırıttı. Öksürerek boğazımı temizledim ve, "Soracağım çok soru var." dedim.

Abim olumsuzca kafasını sallayıp saçlarımı düzeltti. "Önce iyileş, bugün daha fazlası yok."

"Var." dedim ellerini kendimden uzaklaştırarak.

Zaten öğrendiğim en büyük şeyi öğrendiğim için çok fazla diretmedi. "Tamam, sor hadi ne merak ediyorsan." ellerimi sevinçle çırpıp belimi yaslayacak şekilde doğruldum.

"Ben... Ahmet Bey'in odasında sizinle ilgili şeyler okumuştum." dedim onların gerçek bir insan olmadığı gerçeğini garipseyerek. "Ama çok detaylı değil, Akın gelince kapatmıştım." belimi kavrayışı aklıma gelince karnım karıncalanırken kalp atışlarım hızlandı. Aldırmamaya çalışarak devam ettim. "Al-Siran yani kurucunuzdan bahsediyordu. Bir de içinizde hem melek hem de şeytan gücü aktığından."

"Doğru okumuşsun." dedi sadece.

"Eee peki, elleriniz de insan olmadığınız için mi soğuk?"

Yavaşça onayladı. "Damarlarımızdan sizinki gibi kan akmıyor." kendi vücut yapılarını anlatırken şaşkınlıktan küçük dilimi yutacaktım. Dış görünüşlerimiz aynıydı ama içimiz farklı.

"Ay neyse, siz ikiniz de üst kasttan mısınız?"

Abim anlatmaktan yorulmuştu o yüzden Akın devraldı. "Al-Siran, yani başyönetici kastından sonraki kasttayız. Başyönetici kastı tek kişilik bizim kastımız yüz kişi. Kast düştükçe kişi sayısı artıyor."

"Vay be..." dedim düşünceli düşünceli. Evrende var olan başka bir canlıyla neredeyse ömrüm boyu yaşamış olup şimdi de onların işleyişlerini dinlemek garip hissettiriyordu. Bu yüzden aynı merakla durmadan yeni sorular ekliyordum.

"Neslinizi nasıl devam ettiriyorsunuz?"

Sanki sıkıntılı bir konuya değinmişim gibi yüz hatları değişti. Ama anlatmamazlık yapmadı. "Doğduğun anda sana uygun biri bulunup kaderiniz bağlanır. Zamanı gelince de çocuk için işleme tabi tutuluruz."

"Sizin de çocuğunuz var mı?"

"Hayır. İlk iki kastın çocuk yapma zorunluluğu yoktur."

"Kaderinizin bağlandığı biri var mı?"

"Evet, herkesin var bu konuda istisna yok."

Dudaklarımı büzüp "Ama-" demeye kalmadan Akın, diyeceğimi önceden tahmin etmiş gibi susturdu. "Hayır, aşık olmayız sadece nesil devamı." içime su serpilmiş gibi çaktırmadan rahatladım. Bu konu üzerinde fazla durmadım ve merak ettiğim başka bir konuya geçtim.

"Abi," dedim ona dönerek. "Benimle tanıştığında..." sokakta, yağmurun altında mosmor olmuş hâlimi düşünmemeye çalışarak "18 yaşındaysan aradan da 22 yıl geçtiyse şu an 40 yaşında mısın?" dedim.

"Evet, ama büyüme sürecimiz insanlar gibi değil." taze, ışıl ışıl parlayan cildine baktım, gerçekten de 40 yaşındaki bir insanın yüzüne benzemiyordu. Aramızda 10 yaş var diye bilmiştim hep.

"Sen?" diye sordum Akın'a. "35" dedi başka hiçbir şey demeden. Anladım deyip bugünlük son soruma geçtim.

"Tüm DOV'lar dünyaya geldikten sonra duygusal ilişki kurabilir mi? Mesela seninle ben gibi."

Kocaman, sıkıntılı bir nefes aldı. "Hayır. Zaten alt kastta olup dünyaya gelenler görünmezler, kimseyle konuşamazlar sadece gezerler. Üst kasttakiler konuşabilir, görünür ama arkadaşlıktan ötesi ilişkiler kuramazlar. Bizim sembol arayışımız da bu yüzden işte..."

Endişe duygusu yükselirken korka korka sordum. "Abi-kardeş ilişkimiz yüzünden mi?"

Konuşmadı, sadece başıyla onaylamakla kaldı. "Peki, öyle ya da böyle bu ilişkiyi bozarsak... Hiç olmamış gibi, kurtulur musun?"

Continue Reading