DUDAKLARIN KARARACAK

By esrranurcelk

8.5K 1K 339

Ben bu hayattan kaçmıştım, yaşamak istemiştim. Ancak bu kaçışın bütün hayatımın yalanlarıyla ödeneceğini bile... More

Tanıtım
1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm
30. Bölüm
31. Bölüm
33. Bölüm
34. Bölüm
35. Bölüm
36. Bölüm
37. Bölüm
38. Bölüm
39. Bölüm
40. Bölüm
41. Bölüm
42. Bölüm
43. Bölüm
44. Bölüm
FİNAL

32. Bölüm

65 14 0
By esrranurcelk

Oy verir misiniz? :)

Birçok şeyi bilmek isteyip hiçbir şey bilememek ızdırap verirdi insana. Her şeyi öğrenmeye meraklı bünye, eksik bir bilgi ile seni dürter, doğrusunu bulman için sürekli seni huzursuz ederdi. Biliyorum, bilmiyordum. Zordu, her şey çok zordu. Kalbim sevgime rağmen sürekli rahatsız bir sızıyla dolup taşıyor, bu his sadece Vance'ye baktığımda oluyordu. Anlamıyordum, sebebini bulamıyordum ve sürekli aramak istiyordum. Çaresiz bir arayışın içerisindeydim.

Bir ömre kaç acı sığardı, insan kaç kez yaralanırdı, kaç kez ağlardı bilmiyordum. Zordu ve bu zorluk herkeseydi. Benim bakış açımla yaşanan olaylar sadece bana acı verirdi. Başkasının acısını hissedemezdim ve başkası da benim acımı hissedemezdi. Bütün acılara rağmen ruhum acı ve ızdırapla dolmasın diye çabalarken kendimi dipte bulurdum.

Perla.. İnci Tanesi demek..

Bana söylenen, yirmi üçümü güzel yapan bu kişi yine Vance'ydi. O kusurlu olabilirdi, hatta çoğu insan onu sevmeyedebilirdi. Ama benim gözümde harika bir insandı, her şeyiyle. Onun bakışında olaylar farklıydı, onun hikayesinde ızdırap farklıydı. Benim bunları yaşadığım yaşlarda o başka şeyle uğraşıyordu. Hayat buydu işte, seni öldürecek sandığınız acının sadece iz bırakmasaydı. Nefes alamayacak gibi tükenmeye rağmen kalkıp devam ederdiniz. Bir başkası görmez, taşımazdı bu izi. Bir pranga gibi sana ömür boyu bağlı bu izi anlatsan da anlamazdı, bahsettiğim şey buydu.

Benim annem tarafından dayak yediğim bir an, Vance dışarıda hayat mücadelesi verdiği an ve Will'in bir abisi için ağladığı ana denk gelebilirdi. Belki de gelmişti, bilemiyordum. Bilemediğim her şey için, daha da zorlanıyordum.

"Ya bu Vancecik gerçekten hiçbir işe yaramıyor!" Sonbahar ayında olmamız ile birlikte soğuk daha da baskın olurken, Bay Lewis odunlara baktığı gün azaldığını ve acilen oduna gitmesi gerektiğini söylediğinde Vance onu reddetmiş, kendisi ve Will'in bunu seve seve yapacağını söylemişti.

Will'in sinirle Vance'ye söylenmesini saymazsak. Bunu duyduğunda aşırı sinirlenmişti. Kendisine göre onu zorlamış ve buraya getirmiştik. Aslında planda ben yoktum ama kendimi zorla aralarına sokmuştum. Onlarla geçirdiğim her bir vaktin değerini bilmek istiyordum. Yani kısacası üçümüz odun toplamaya çalışıyorduk.

"Bak Sarışın, ormanın ortasındayız ve seni burada bıraksam çizilen yola rağmen yolunu bulamazsın!" Bu evimizden uzaktaki ormanı Bay Lewis söylemişti. Yolu bulmakta zorlanmamıştık çünkü Bay Lewis ormandan evine doğru ince bir yol yapmıştı. Gerçekten sık ağaçların olduğu orman ürkütücü görünüyordu, Will de öyle düşünmüş olacak ki etrafa kısa bir bakış atıp ürpermiş ve işine geri dönmüştü.

Ellerindeki baltayla yaşlı ve çürümüş ağaçları kesiyorlardı. Az önce Will genç bir ağacı kesmeye kalkınca Vance onu uyarmıştı ve kendisine 'beceriksiz' denilmesini yediremeyen Will, Vance'ye işten anlamadığını söylemişti. Gerçekten ikisi de aylardır birbiriyle uğraşmaktan bıkmamıştı. Bunca işin arasında oldukları halde laf atmaya devam ediyorlardı. Kesilen odunlar kovalara dolduruluyordu, yanımızda beş büyük sepet vardı. İkisi dolmuştu ve kalan üçünü doldurmaya çalışıyorlardı. Benim görevim kestikleri odunları düzgünce sepetlere yerleştirmekti, böylece daha çok odun sığabilecekti.

Güneş tepeye tam çıktığında mola vermeye karar verdik. Yanımızda getirdiğimiz çantadan su ve ekmek arası yapılmış peynirleri çıkarıp dağıttım. Sabah erkenden çıkmıştık ama yol biraz uzun sürünce işler geç başlamıştı. Bu yüzden akşam olmadan acele etmemiz gerekiyordu. Yemeğimizi yerken Will hala bize ters bakıyordu.

"En azından inek sütünden yapılan peyniri getirmişsiniz. Keçi sütlü peyniri getirseydiniz daha susmazdım." Evet, Will keçi sütlü her şeyden nefret ediyordu. Bir keresinde yediğimizi hatırlattığımda o zaman aç ve sefildik, demiş ve konuyu kapatmıştı. Bende daha fazla üstelememiştim.

"Zaten susmuyorsun ama yine de ne mutlu bize!" diyen Vance ile kıkırdadım. Ona tiksinir gibi bakmıştı Will.

"Will, sen neden evlenmiyorsun?" Sorumla beraber gözlerini kocaman açarak baktı bana.

"Sence ben evlenip sizi yalnız bırakır mıyım?" Gözlerini daha çok açarak yaklaştı bana, "Bak şu gözlere o hatayı yapacak kerizlik var mı?" Vance parmağını onun anlına dayayıp yüzümden uzaklaştırdı.

"Uslu dur Sarışın." Will ona omuz silkerken ben kıkırdadım ve yemeğimize geri döndük.

Yemek süresi hızlıca geçti ve biz bu geniş ormanda yaşlı ağaçları aramaya devam ettik. Sürekli olarak aynı işi yaparken kalbim her Vance'ye baktığında rahatsızlanıyordu. Bugün bu sızı fazla olmuştu ve kimseye belli etmek istemiyordum. Elim oraya gitmek istese de kendimi zar zor tutuyordum.

Hava yine kapalıydı. Yağmur yağması an meselesi olabilirdi ve odunlar ıslanırsa taşıması daha ağır olacaktı. Sonunda üçüncü sepet de dolduğunda derin bir nefes aldım. Huzursuzdum, içimde garip bir his vardı. Bunun ne anlama geldiğini tahmin etmek istemiyordum. Korkuyordum ama kimseye anlatamıyordum.

Onlar bir miktar daha ağacı kesip odun boyutuna getirirken sırtımı ağaca yasladım. İlk William'a gözüm değdiğinde anlından akan tere, kıvırcık ve dağılmış sarı saçlarına ve çilli yüzüne baktım. Odunu her kesişinde zorlanmasına rağmen sırf Vance ona laf atmasın diye belli etmemesi tam onluk bir hareketti. Ama buna rağmen Vance çaktırmadan ona yardım ediyordu ve bunu ben görüyordum. Kırılması en kolay ağacı ona gösterirken kendisinin zor ağaçları kestiğini henüz Will fark etmemişti. Benim fark etmemi sağlayan ise zorlanma şekilleriydi.

Ve Vance. Kat kat kesilmiş kahve saçları ensesinde bitiyordu, düzenli olarak bu halde kesiyordu. Önde uzun bir şekilde yüzüne çarpan perçemi ve sürekli bizi kontrol eden kahve gözleri paha biçilmezdi. İşini yaparken arada zorlanıyordu. Her türlü yardım isteğimi geri çevirmişti çünkü önceden balta kullanmadığım için kendimi yaralama riskimi göze almamıştı.

Gözleri bana kaydığında ona böyle dikkatli bakarken yakalanınca gözlerimi kaçırmadım, gülümsedim. Dudağı sağ tarafa doğru kıvrılırken gamzesi de ona eşlik edercesine kendini belli etmişti. Başımı iki yana sallayıp Will'e baktığımda kendini yere atmıştı en sonunda.

"Bıktım artık kes kes kes!" Onun söylemine karşılık Vance önündeki odunu da iki parçaya ayırdığında baltayı yere bıraktı. Hazır hale gelenleri sepete dizdiğimde dördüncü sepetin dörtte üçü dolmuştu.

"Ne çabuk pes ettin Sarışın? Daha az önce yemek molası verdik." Onun alaycı söylemine karşılık Will sinirle yerdeki taşı alıp ona doğru fırlattı. Benim sepeti doldurmam bitince yanlarına çöktüm. Yağmur yağabilirdi ve son kovayı acilen doldurmamız gerekiyordu. Çünkü yarın ve onun ertesi günü de gelecektik, kara kış bastırdığında odun bulma şansımız olmayacaktı. Zor olacaktı ama ne kadar hızlı bitse o kadar iyiydi.

"Pes falan etmedim sadece bıktım." Vance alaya alırcasına kafa salladı.

"Tabi öyledir ama yinede hatırlatayım ben, iki veya üç gün daha geleceğiz." Ve evet, Will'ın bundan yeni haberi oluyordu. Gözleri kocaman açıldı ve kendini uzanır şekilde yere attı. Oturduğum yerden kalkıp yanına gittiğimde gözleri kapalıydı.

"Will yapma şu şakayı, gerçekten hoş değil." Kaşlarım çatılmıştı ve onun kafasını kaldırıp dizimin üzerine yerleştirdim. Yanaklarını dürtüyordum. Bu şakasından gerçekten de hoşlanmıyordum. Onu kaybetme düşüncesi  bile bu sıralar beni kahrediyordu.

"Uyan Sarışın, onu korkutuyorsun." diyerek onun bacağını dürten Vance ile gözünün tekini açıp bana baktı. Huzursuz yüzümü gördüğünde diğer gözünü de açtı.

"Sana İnci Tanem yerine 'o' dedi, duydun mu?" Burnumdan bir nefes verip sinirle kafasını kaldırıp iteledim. Yanından kalkıp Vance'nin yanına oturdum ve kollarımı onun beline doladım.

"Artık bizi birbirimize düşürme oyunlarını yemiyorum, bilgine." Ağzı açık kalırken Vance kocaman bir kahkaha atmıştı. Neşeyle güldüm. Will sinirle geldi ve diğer yanımdan bana sarıldı. Onun ne yaptığını anlamaya çalışırken konuştu,

"Canım Perlakuşum zaten birbirinize düşmeniz için yapmıyordum ki."

"Ne için yapıyordun o zaman?" Sinsice gülüp Vance'ye baktı.

"Sen ona kızıp küsünce Vancecik kedi oluyor, aşırı hoşuma gidiyor. Ben ne desem tamam diyor." Vance onun kafasına arkadan vurduğunda 'Bak ben demiştim' dercesine kahkaha attı Will. Ona eşlik ettim. Hepimiz birbirimizden ayrıldık. İşe dönme zamanıydı.

"Hadi görelim bakalım gücünü, Sarışın." diyerek eline baltayı aldı ve işine yöneldi. Will de döndüğünde başını kaldırıp bana baktı,

"Çok konuşuyorsun Vancecik, Perlakuş bana su verir misin, dilim damağım kurudu resmen." Başımı sallayıp çantanın içerisinde su kabını aldığımda boşalmış olduğunu gördüm. Onlara gösterip salladığımda Vance sıkıntılı bir soluk verdi.

"Bu iyi olmadı, akşama kadar buradayız ve susuz yapamayız." Başımı sallayarak onayladığımda etrafa baktım. Buralarda bir su kaynağı olmalıydı. Kabı elime aldım ve ayağa kalktım.

"Ben etrafta su aramaya çıkayım, belki bulurum." Bu fikir Will'ın hoşuna gitse de Vance kaşlarını çatmıştı, "O zaman bende seninle geliyorum," dediğinde reddettim.

"Yağmur yağmadan işleri bitirmek iyi olur, dönüş yolunda çok suya ihtiyacımız olacak. Yani siz bitirin, ben çok uzaklaşmam." Elindeki baltayı atıp yanıma geldiğinde karşımda durdu. Gözleri huzursuz olduğunu belli ediyordu, tıpkı benim gibi. Yinede ona belli etmedim.

"Bu hiç içime sinmiyor, İnci Tanem." Güven verecek şekilde gülümsedim ve parmak ucumda yükselip gamzesinin olduğu yeri öptüm. "Aile var burada," diyen Will'ı duymazdan gelip geri çekildim. "Sorun olmayacak, Vance." Bir bana baktı, etrafa baktı ve tekrar bana baktı, içine sinmese de onayladı.

"Çok uzaklaşma ama olur mu?" Kafamı sallayıp gidiyordum ki tekrar seslendi. Dönüp ona baktım, "Dikkatli ol İnci Tanem, bir şey olursa hemen çığlık at, hızla oraya geleceğimden emin ol." Kafamı sallayıp ona ve çalışmaya devam eden Will'e baktım. Derin bir nefes aldım, arkamı dönerek onları geride bıraktım ve ilerlemeye devam ettim.

Orman gerçekten çok sessizdi, herhangi bir su sesi duymuyordum. Canlılardan veya doğadan korkmadığım için rahattım. Uzaklaşmamaya dikkat ederek bir süre daha etrafta gezdim ama herhangi bir suya rastlamadım. Oflayarak biraz daha ilerlediğimde, uzaktan çok az sesi gelen suyu duydum. Geriye baktığımda biraz uzaklaşmam gerekeceğini fark ettim ama sorun olmazdı. Yol boyu susuzluk çekmek istemiyordum. Adımlarımı dikkatli bir şekilde atarak ilerlemeye devam ettim.

Sürekli arkama ve ağaçlara bakıyordum ve kaybolmamayı umuyordum. Seslensem mutlaka beni duyarlardı. Biraz daha yürüdükten sonra suyu gördüm. Bayağı uzaklaşmıştım. Acele edip onları endişelendirmesem iyi olurdu. Suyun kenarında su içen küçük bir geyik gördüğümde onun gitmesini bekledim. Gittikten sonra suya yaklaştım ve bir avuç elime alıp kokladım, ardından içtim. Su temizdi. Kabın kapağını açtıktan sonra suyun yüzeyine daldırdım ve büyük kabın dolmasını beklerken suya yansıyan aksime baktım.

Kısa küt saçlarımı Vance'nin okşadığı anlar aklıma geldiğinde gülümsedim, rlinde daima bir şefkat oluyordu. Başımın üzerinden bir siluet daha gördüm. Gülüşüm yavaşça solarken elimdeki kap kaydı ve suyun üzerinde uzağa doğru gitti. Hızla ayağa kalkıp arkamı döndüğümde şu an tam olarak karşımdaydı.

Christian.

Sinsice gülümseyerek bana bakıyordu. O gün ki gibi gözleri kin doluydu. Sarı saçlarını kendine has bir şekilde topuz yapmış ve göğsü oldukça dar bir elbise giymişti. Yutkunma hissi hissettim ve konuşmaya zorladım kendimi. Korkumu ona belli etmemeye çalıştım.

"Sen, sen burada ne yapıyorsun?" Kısık sesle güldü ve sola doğru bir adım atıp bana bakmayı kesmeden etrafımda yürümeye başladı.

"Bir merhaba demeden öyle sorulur mu, Şeytan Tohumu?" Bütün hücrelerimin sinirle dolduğunu hissederken hem ürperdim hemde yumruklarımı sıktım. Geçmişten gelen bu söylem hala bugün beni rahatsız ediyordu.

"Ne işin var burada?" Tam karşımda turunu sona erdirdi ve işaret parmağını onaylamaz bir şekilde salladı.

"Çok ayıp! Sevgilinin ablası ile böyle konuşman hiç de doğru değil!" Sinirle bir adım atıp üstüne gittiğimde geri adım atmadı. "Chris!" Buna rağmen güldü, ne yapacağımı mantıklı bir şekilde düşünemiyordum.

"Ama itiraf etmeliyim, babam Kral Miller'ı vurduğunda çok sevinmiştim. Sen evinin o küçük ormanında da herkesi öyle alt ederdin." Gözlerinin içine bakıyordum. Bu anın hayal olmasını bekliyordum.

"Orası benim evim değil." Dudağını büzüp omuz silkti.

"Bence buna annen karar versin." diyerek önümden çekildiğinde daha ne dediğini soramadan arkama geçti ve karşımda, hiç istemediğim o kişiyle karşılaştım. Vücudumdan bir titreme dalgası geçerken kalbim gümbür gümbür atıyor, korkudan kulaklarım uğulduyordu. Karşımda kızıl uzun saçları ve açık kahve gözleri ile bana içinde hiç şefkat bulamayan bir şekilde bakıyordu. Vücudum baştan sona titriyordu. Soluğumun kesildiğini hissediyordum.

Bana doğru bir adım attığında geriye doğru tökezledim ve arkamda duran Chris olmasa bile hareket edecek durumu kendimde bulamazdım. Yaklaşık altı ay geçmişti, o değişmemişti. Kaçtığım anda kalmış gibiydi. Korkuyordum, ağzım bir türlü açılmıyordu. Kalbim gümbür gümbür atıyordu. Bana gülümser şekilde bakıp yaklaşırken kırmızı elbisesi yapraklara sürünerek hışırtı çıkarıyordu. Karşımda durdu, aklımı kaybediyor gibi hissettim.

"Merhaba, Per. Özledin mi anneciğini?" Bana bakıyordu ve gözlerimi ondan alamıyordum. Ne yapacağımı düşünürken bilincim aniden kendine geldi ve çığlık atmak için ağzımı açtığımda eli hemen ağzımın üzerine kapandı, "Hiç akıllanmamışsın." Elini itelemek istedim ama yapamadım. Arka taraftan başımın üzerinde başka bir el hissettim. O el tarafından sağa doğru itelendiğimde ayağımın yanındaki taşa takıldım ve ne olduğunu anlayamadan kafamı yanımdaki ağaca çarptım.

Bilincimin yavaş yavaş kapandığını hissederken Chris'in alaycı gözleri ve annemin ona gülümsemesini gördüm. Annem bana yaklaştı ve bileğimde olan, Vance'nin bana hediyesi mavi taşlı ortasında papatya olan bilekliği çıkarıp yanımdaki kayaya koydu. Ne olduğunu anlamamıştım ve almak için uzandığımda beni tutan Chris'e annem yanıt verdi, Chris'in anneme ne sorduğunu yanıtla anladım.

"Kaçtığını düşünecekler." Chris buna karşılık güldü. Onun gülüşüne kargalar eşlik etmişti ama bu defa bana yaklaşmıyorlardı. Neden yaklaşmıyorlardı?

Biraz daha iyi hissettiğimde ağzımı açıp tekrar çığlık atmaya hazırlanırken Chris eliyle ağzımı kapatıp yanaklarımı tuttu ve başımı sert bir şekilde tekrar ağaca çarptı. Başımda keskin bir ağrı kendini belli ederken gözlerim karardı, başım zonkladı. Etraf yavaşça kararıyordu. Kendimi uyanık tutmaya çabalasam da beceremedim ve gözlerim kapanmadan önce o garip sesin kahkahasını duydum. Annemin ise keyifli bakışlarını.

---

Sevgilerle*

Continue Reading

You'll Also Like

300K 26.2K 47
Astsubay Kıdemli Başcavuş Tuğra Duman, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin seçkin bir birimi olan Pençe timinin yardımcı komutanıdır. Görev, sınır ötesindeki...
10.9K 1.2K 13
Yalnızca kendisine gelen kargoyu açarak acılı bir geçmişe sahip kadınla yüzleşmek zorundaydı Yavuz Agâh. Tek suçu pembe kaplı defteri alıp okumasıyd...
40. SENFONİ By Ecem Araz

Mystery / Thriller

46.9K 4.3K 30
Komiser yavaşça karşısındaki kadına yaklaştı. Gözlerini dikip bir süre süzdü. Sonra geri çekilip dikleşti ve elindeki dosyayı masaya fırlattı. Masay...
5.8K 223 30
O soylu babasının gayri meşru kızıydı Soylu üvey annesinin istemediği Soylu üvey kız kardeşinin ablası olarak görmediği Soylu üvey abisinin kardeşi...