DİLHUN Zalim Ağa

Af Helinmavi1

4.9M 229K 91.1K

"Ulan bari Polat de." dedi. Sesi yalvarır gibi çıkmış gözleri beklentiyle doluydu. "Mirza demiyorsan deme ama... Mere

Giriş
Bölüm1: TÖRE KURBANI
Bölüm2:Kalbe Değen Kurşun
Bölüm3: SİGARA DUMANI
Bölüm4: İZMİR
Bölüm5: ÖLÜMLE DANS
Bölüm6: KAN BEYAZ
Bölüm7: Papatya Falı
Bölüm8: Dağın Görünen Yüzü
9.BÖlüm:Dağın Görünmeyen Yüzü
10.Bölüm: NEFRET
11.Bölüm: MESAFE
12.Bölüm: Geçmişin Geçmeyen İzleri
13.BÖLÜM: Dua Ve Duacı
14.Bölüm: Yalanlar Ve Yalancılar
15.Bölüm: KİN
16.Bölüm: SEV BENİ
17.BÖLÜM: YARAYI SEVMEK
18.BÖLÜM: KANLI DAVET
19.Bölüm: Masal
Bayram Özel
21.Bölüm: GECE YARISI DAVETİ
22.Bölüm: Dudaktan Kalbe
23.Bölüm: Acılar Ve Sahipleri
24.Bölüm: Karışan Renkler
25.Bölüm: GELEN MİSAFİR
26.Bölüm: Dert Ve Deva
27.Bölüm: TİTREYEN ELLER
28.BÖLÜM: Kalpler Ve Kırıkları
29.BÖLÜM: VUSLAT
30.Bölüm: Yüzleşme
31.BÖLÜM: Kopan Bağlar Ve Gemici Düğümler
32.BÖLÜM: İKİ KIRMIZI ÇİZGİ
33.Bölüm: Nişan
34.Bölüm: Kendini Sev
35.Bölüm: Anne mirası
36.BÖLÜM: KANSER
37.Bölüm: Sevginin Gücü
38.Bölüm Gökkuşağından Renkler
Ayşin Soyder
39.Bölüm: SERGİ
40.Bölüm: Kırık Kalp
41.Bölüm: DÜĞÜN
Yılbaşı Özel
42. Bölüm: KIZ İSTEME
43.Bölüm: Kaçırılma
Polat Mirza Soyder
Geçmişin Külleri
FİNAL
Özel Bölüm 1
Özel Bölüm 2

20.Bölüm: YILDIZLAR KADAR

106K 5K 2.5K
Af Helinmavi1

Ben geldiiimmm💋💋

Öncelikle, şimdiden hepinizin bayramını kutluyorum. Dilerim ki küslerin barıştığı, huzurun eksik olmadığı bir bayram geçirirsiniz.  🍬 🍬 🍬 🍬

Bayram nedeniyle bir iki hafta yokum. Umarım anlayışla karşılarsınız.

Sizi seviyorum. ❤️❤️

Helinmavi1 takip ederseniz sevinirim.

Yorumlarda görüşüüz. 💋💅🌼

İyi okumalar 🤗


Can Koç - Gökyüzünü Tutamam

🌼🌼

Seni seviyorum.
Gökyüzü kadar değil, yıldızlar kadar.

Seni seviyorum.
Yeryüzü kadar değil, denizler kadar.

Seni seviyorum.
Buna;  yer, gök ve çocukluğum şahit.


✨✨✨

Seni sevdiğim gün yıldızları saymaya başldım.
Saymayı bitirince seni sevmeyi de bitireceğim.
Ama korkma, yıldızlar say say bitmez. Sana olsan sevgim de bitmez.

✨✨✨

🌼
Sen bende bitmezsin, ben sende hiç var  olmasam da.
🌼

Geçmiş zaman...


Elif Naz babasının elinden tutmuş seke seke yürüyordu Mardin'in taş sokaklarında. Gecenin bir vakti canı parka gitmek istemiş ve babasını ikna etmek için çok dil dökmüştü.

Kemal ağa kızına kıyamazdı. Gece geç vakit olmuştu ve park evlerine biraz uzaktı. Aslında sorun uzak olması değildi. Park Soyder konağına yakın bir yerdeydi. Kemal ağa oraya gitmeyi pek istemese de kızı için gitmeye razı gelmişti.

Parka vardığında Elif Naz babasının elini bırakıp salıncağa doğru koştu. Bir tanesi doluydu ama diğeri boştu.

Kemal ağa banklardan birine oturup kızının hevesini almasını beklemeye koyulurken kızının yüzündeki gülümseme onu da mutlu ediyordu.

Elif Naz koşarak boş olan salıncağı kapacakken simsiyah gözleri olan ve ondan yaşça büyük olan bir çocuğun küçük bir kız çocuğunu salıncağa koyduğunu gördü.

Hayal kırıklığıyla salıncağa ve içindeki küçük kız çocuğuna baktığında bütün hevesi kaçmıştı. Sadece sallanmak istiyordu.

Elif Naz sırasını beklemek için kollarını göğsünde birleştirerek salıncağı taşıyan demir direğin yanında durmaya başldı.

Siyah gözlü çocuğu tanıyordu. Polat Mirza'ydı. Babası ondan uzak durmasını söylemişti. Düşman olduklarını ve onunla konuşmaması gerektiğini.

Polat Mirza salıncakta Arin'i sallarken arada bir Elif Naz'a bakmayı ihmal etmiyordu. Elif Naz'ın salıncağa binmeye hevesli olması onu gülümsetmişti.

Elinde olsa onu bindirir ve sallardı. Ama Kemal ağa ona ters ters bakarken imkansızdı.

Arin'i daha yeni bindirmişti ama Elif Naz'a kıyamadığı için çıkarmıştı. Elif Naz heycanla boşalan salıncağa binince Arin ağlamaya başladı.

"Sacıncak." diye ağlayıp Polat Mirza'nın kucağından inmeye çalışmasıyla Polat Mirza ne yapacağını şaşırmıştı.

Elif Naz yavaş yavaş sallanırken bir yandan da ağlayan küçük kıza bakıyordu. Polat Mirza Arin'i kucağından indirmeden köşede pamuklu şeker satan adamın yanına gitmiş ve Arin'e pamuklu şeker almıştı.

Elif Naz orda pamuklu şeker satan bir adamın olduğunu yeni görmüştü ve canı pamuklu şeker istemişti. İki tane pembe ve bir sürü sarı renkli pamuk şekeri vardı. O pembe renkli olanı istiyordu. Bitmeden babasına söylemeliydi. Pamuklu şeker istediğini söylemek için salıncaktan inip babasının yanına doğru koştu.

Basının yanına vardığında Kemal ağa bir şey olduğunu sanarak endişelenmişti.

"Ne oldu kızım, neden koşuyorsun?" derken etrafına bakmayı ihmal etmemişti.

"Baba bana pamuklu şeker alır mısın?" dedi Elif Naz çocuksu bir heyecan ve hevesle.

Kemal ağa kızının tatlı haline kayıtsız kalamayıp "Alırım kızım." dedi ve Pamuk şekerinin nerde satıldığına baktı. Etrafta satıcı görmeyince kızına dönüp "Nerde?" diye sordu.

Elif Naz, Polat Mirza'nın pamuk şekeri aldığı yöne baktığında adamın gitmiş olduğunu gördü. Bir kez saha hevesi kırılmıştı.

"Gitmiş." derken sesi titremişti.

Kemal ağa kızınım üzüldüğünü fark edince elinden tutup dudağını kızının elinin tersine bastırmış. "Olsun, ben sana yarın alırım. Biraz daha oyna sonra eve gidelim."

Bütün oynama hevesi kaçmıştı. Zaten salıncağını da kapmışlardı. Kafasını yukarı kaldırdığında gökyüzündeki sonsuz tane yıldızları fark etti. Bugün diğer günlere nazaran daha belirgin ve daha çoklardı.

"Babaaa." dedi Elif Naz heyecanla. "Yıldızlara bak büsürüü."

"Evet kızım. Sayamayacağımız kadar çoklar."

"Yoo." dedi Elif Naz itiraz ederek. "Sayarım ki ben. Sayayım mı?"

"Sayamazsın Naz." dedi Kemal ağa direterek.

Elif Naz kaşlarını çatmıştı. Matematiği sevmiyordu ama saymayı iyi biliyordu. Sayabilirdi. Yani o öyle düşünüyordu.

"Sayarım ki!" dedi babasının dikine giderek ve saymaya başladı. "Bir. İki. Üç. Dört..... Yüz.... Yüz on sekiz..... Yüz doksan." durdu.

Yıldızlar çok karışıktı. Bazılarını iki defa bazılarını üç defa saymış bazılarını ise hiç saymamıştı.

"Ne oldu?" dedi Kemal ağa.

"Yoruldum." dedi Elif Naz.

"Yorulursun tabii. Yıldızlar sayılmaz." dedi bir kez daha Kemal ağa.

"Sayılır." diye yineledi Elif Naz. "Büyüyünce sayacağım."

Kemal ağa kızının hevesini daha fazla kırmamak için onaylamış ve ayağa kalkmıştı. "Geç oldu, hadi eve gidelim."

Elif Naz hiç itiraz etmeden babasının uzattığı eli tutmuş ve evin yoluna çevirmişti yönünü. Tabii son bir kez zeytin gözlü çocuğa bakmayı da ihmal etmemişti.

Polat Mirza hemen yan bankta kardeşini kucağına almış, Arin'in pamuk şekeri yemesini bekliyordu. Gözleriyse Elif Naz'daydı.

Elif Naz ve babası yavaş yavaş eve doğru giderken Polat Mirza Arin'i eve bırakıp Elif Naz'ın evine doğru koşmuş. Bütün ara soklardan giderek Elif Naz ve Kemal ağadan önce varmak için bütün gücünü seferber etmişti. Öyle hızlı koşmuş ki bir ara nefes alamadığı için neredeyse düşecekti.

Ama başarmıştı. İkisi gelmeden önce evlerinin önüne gelmiş ve aldığı pamuklu şekeri kapının önüne bırakıp bir duvar dibine saklanmıştı.

Elif Naz ve babası evin önüne vardığında kapıdaki pamuklu şekerin kimin bıraktığını anlamamışlardı. Elif Naz pamuklu şekeri görünce kocaman gülümseyip yerden almış. Ama babası yerde duran pamuklu şekeri yemesine izin vermemiş. Düşmanlarından biri bırakmış olabilirdi. Nitekim öyleydi de.

Elif Naz tekrar hayal kırıklığına uğrarken, ondan daha çok hayal kırıklığına uğrayan birinin olduğunu bilmiyordu.

Ondan daha çok hayal kırıklığına uğrayan biri vardı. Duvar kenarında pamuklu şekerin çöpe atıldığını gören Polat Mirza...

🖤

Elif Naz Soyder

Metin bir şeyler anlatıyordu. "Acilen ameliyat olman gerek." diyordu. "Riskli bir ameliyat." dedi. "Yumurtalıkların alınabilir." dedi. "Zaman yok. Erteleyemezsiniz." dedi. Metin daha bi' ton şey söyledi ama ben duymadım.

Duymak istemedim.

Polat, Metin'in ağzından çıkan her kelimeyi dikkatle dinlerken ben önümdeki böreği yemeye devam ettim.

İçim buz kesmişti. Üşüyordum.

Yaz ayındayız Elif. Nasıl üşüyorsun? Klima. Klima açık galiba.

Ağzımdaki lokmayı yutup Polat'ın gözlerine baktım. "Klimayı kapatır mısın?"

Telefonu kapatıp ayağa kalktı. "Klima kapalı Naz." dediğinde inanamadım. Soğuktu. Çok soğuktu.

"Üşüyorum."

Dizlerimin dibine çöküp ellerimi ellerinin arasına aldı. "Naz. Güzelim..." gözlerinde tuhaf bir ifade vardı. Çokça hüzün barındırıyordu. Sesi de bir garipti.

Polat konuşur. Ağzı çok iyi laf yapar. Bazen öyle cümleler kurar ki ağzım açık kalır. Ama şimdi... Şimdi susuyordu. Ne diyeceğini bilmiyor gibi.

Oysa demesi gerekiyordu. Ben ne dersem inanırdı o. Ben de ona inanmak istiyordum. Bana inanacağım bir şey söylesin istiyordum.

Gözlerimi Polat'ın hüzün barındıran gözlerinden ayırıp tabağıma çevirdim. Beş dilim börek yemiştim. Belki de altı bilmiyorum emin değilim. "Börek bitti mi?" dedim. Polat kaşlarını çattı. "Çok güzelmiş. Yine alalım bundan."

"Boncuk."

"Doymadım ben." dedim. Doymamıştım. Ya da doymak istemiyordum. Ya da düşünmek istemiyordum.

Ellerimi avucunun arasına hapsetmiş bir de sıkmıştı. Bu bana bak demekti. Baktım.

"Yapma." dedi. Ben bir şey yapmıyordum. "Naz yapma güzelim. Atma içine. Duygularını bastırma. Üzülebilirsin. Ağlayabilrsin. Bu güçsüzlük değil. Naz benim yanımda güçsüz olabilirsin. Ben senin gücün de olurum."

Üzgün müydüm? Üzülür müydüm? Bilmiyorum. Ben daha anne olma fikrini bile düşünmemiştim ki. Ben daha anne olabilir miyim bile düşünmemişken hiç anne olamayacağım söyleniyordu.

İçim buz kesmişti. Üşüyordum.

"Polat."

"Söyle güzel karım." dedikten hemen sonra dudaklarını avuç içlerime bastırdı.

"Kimse bilmesin. Kimsenin bana acıyarak bakmasını istemiyorum. Kimse böyle bir şey için bana üzülsün istemiyorum."

Özellikle Ayşin hanım bilmemeliydi. Eğer öğrenirse neler olurdu Allah bilir.

"Acınacak bir hâlde değilsin."

"Niye öyle bakıyorsun o zaman?"

"Nasıl bakıyorum?"

"Acır gibi. Halime üzülür gibi. Bir daha anne olamayacakmışım gibi."

"Acımıyorum." derken ciddi gibiydi. "Naz acınacak bir halde değilsin. Üzülüyorum evet. Ama anne olamayacağın için değil. Riskli bir ameliyat geçireceğin için. Naz senin parmağına iğne batsa benim etim et kopar."

"Kimse bilmesin." dedim tekrar.
Kimse bilsin istemiyordum.

"Nasıl istersen öyle olacak. Ben şimdi gidiyorum. Sen kendine küçük bir valiz yap istersen. Ya da yapma ben lazım olacak her şeyi gitmeden aldırırım." diyip ayağa kalktığında kaşlarımı çattım.

"Nereye gidiyoruz?"

"İstanbul'a."

"Sen nereye?"

"Gitmeden önce halletmem gereken bir işim var." dedi. Sesi buz kadar soğuk. "Hemen dönerim."

Polat Mirza Soyder

Birini sevmek ne demekti?

Ona yara olmak mı? Yarasını sarmak mı?

Ben hem derttim hem deva. Hem yaraydım hem merhem.

Her şey üst üste geliyordu. Ben daha bedenindeki yaraları görmeye dayanamazken bir de ruhunda hiç kapanmayacak bir yara açılmak üzereydi karımın. Öpsemde geçmezdi. Acısı bile dinmezdi.

Öfkeliydim. Sinirli ve kızgın. Nefret doluydum. Bunu yapanların yanına bırakmayacaktım.

Deponun girşine vardığımda bedenimi saran öfkenin esiri olmuştum. Snadalyede duran iki adam vardı. Birini Naz dövmüştü. Diğeri ise Naz'ın canını yakmıştı.

Naz'ın canını yakan şerefsizin canını yakmışlardı ama diğerine dokunmamışlardı.

Naz'ın dövdüğü adamı es geçip canını yakan adamın karşısına geçtim. Yüzü tanınmayacak hâle gelmişti.

Karşımdaki adama baktım. Adam değildi. Adam demem adamlığa hakaretti. Benim karıma vurmak gibi bir yanlışa düşmüştü. Benim karıma vurmuştu. Benim karıma...

Dilim varmadı. Devemına dilim varmadı. Benden bağımsız yumruk olan elimi yüzüne geçirdim. Öyle öfke doluydum ki kendimi tutamamış üst üste yüzüne geçirmiştim yumruğumu.

Benden önce adamlarım onu tanınmayacak hâle getirmişti. Naz'ın dövdüğü adam'a dokunmamışlardı. Onu bana bırakmışlardı. Ama bu tek gözlü şerefsizin canını benden önce bayağı yakmışlardı.

Belimden silahımı çıkarıp şakağına geçirdim. Naz'ın şakağındaki iz için.

Bayıldı. Bir Kova su döktü adamlarımdan biri. Gözlerini açtığında masanın üzerindeki bıçağı alıp bacağına sapladım. Bıçağı derine saplarken acıyla inleyişine yüzümü buruşturdum. Kanlar zemine değdikçe ses çıkarıyor ama içim soğumuyordu.

Bağırıp çağırmaya acıyla inlemeye başldı. Bu daha hiçbir şeydi. Bu karıma yaptıklarının yanında hiçbir şeydi.

"Yapma. Yalvarırım. Bildiğim her şeyi anlattım." dedi acı dolu bir sesle.

"Yapma?" diye tekrarladım onu alayla. Yakın adamlarımdan birine baktıp "Dıydun mu Serdar?" dedim. "Yapmayacakmışım." Tek gözlü şerefsize dönüp yüzüne yumruğumu geçirdim. Sandalyenin devrilmesiyle o da düştü yere. "Ulan sen benim karıma nasıl dokunursun?" Tüm gücümle karnına ayağımı geçirdiğimde ağzından kan akmaya başlamıştı. "Sikmez miyim ben senin belanı? Doğduğuna pişman etmez miyim? Ulan ben senin yedi sülaleni sikmez miyim?" bir daha ve bir daha vurdum.

Soğumadı. Benim içim soğumadı.

Sağ elindeki parmakları tek tek kestim. Her kestiğim parmağı sardım. Kan kaybından ölmesini istemiyordum. Sol elindeki bütün kemikleri kırdım.

Masanın üstündeki bıçağı aldım elime. Tek gözlü şerefsiz acı içinde ağlarken ben onu keyifle izliyordum. Ucuyla değdirsem kanatırdı. Öyle keskin bir bıçaktı.

Hiç düşünmeden onu erkek yapan ama adam yapmasına yetmeyen organına batırdım.

Öyle bir çığlık attı ki, yüzümü buruşturup kulağımı kapatmak zorunda kalmıştım. Sesi bile midemi bulandırmıştı. Bıçağı sapladığım yerden çıkardığım gibi kan fışkırmaya başladı. İki, üç, dört ve beş kez üreme organına bıçak saplamış neredeyse parçalamıştım.

Bunu bütün tecavüzcülere yapmak istiyordum. Hepsi hak ediyordu bunu.

Öyle çok kanaması vardı ve öyle çok acı çekiyordu ki üst üste baygınlık geçiriyor her seferinde ayılması için bir kova su dökülüyordu başından aşağıya.

Su dökmüşlerdi karımın üstüne. Benim karıma. Benim dokunmaya kıyamadığım, sevmeye doyamadığım karıma.

Su dolu camdan havuzun içine koymaları için adamlara işaret verdiğimde özel bir mekanizma ile çalışan ipi bağladılar şerefsizin bedenine. Havaya kalkarken yarı baygın haldeydi. Suyun içine girdiğinde kendine gelir gibi oldu ve çırpınmaya başladı.

Üç dakika... Üç dakika yedi saniye boyunca suyun içinde çırpınmaya devam etti. Sonra bedeni çırpınmayı bıraktı. Artık ölmüştü.

Daha beterini hak ediyordu ama vaktim yoktu. Karım beni bekliyordu.

🍷

Elif Naz Soyder

Polat eve gelir gelmez duşa girmişti. Onun yokluğunda tek kalma düşüncesi beni çok rahatsız etmiş o gelene kadar Pelin'le konuşmuştum.

Ona, tatile gideceğimizi ve bir kaç hafta dönmeyeceğimizi söyledim. Gitmeden beni görmek istediğini söylesede zamanımın olmadığını söylemiş ve beni bu hâlde görmesine engel olmuştum.

Polat duştan çıktıktan sonra beklemeden direkt İstanbul'a gitmiştik.

Biz daha gitmeden Polat doktorları ayarlamıştı. Ameliyatıma Metin de girecekti ama her ihtimale karşı en iyi doktorlarda olacaktı. Hatta biri yurt dışından gelmek için yola çıkmıştı bile.

İstanbul'a varmamız akşamı bulmuş olsa da direkt hastaneye gitmiştik. Genel bir kontrolden sonra Doktor bize uzun uzun açıklama yaptı.

Yumurtalıklarımda sorun varmış ama bu aldığım darbe ya da bana verilen ilaçtan dolayı değilmiş. Zaten bana verilen ilaç sadece bayılmam içinmiş. Yirmi dört saat içinde vücudum onu dışarı atarmış.

Her şerde bir hayır var derdi babaannem. Bir şer gibiydi adamların beni kaçırması. Ama hayra vesile oldu. Eğer ben darbe almasaydım ve genel bir kontrole girmeseydim yumurtalıklarımda bir sorun olduğunu bilmeyecektim. Çektiğim ağrıları normal sayacak ve hastaneye gitmeyecektim. Ve şu an ilk evrede erken teşhis konulmasaydı ben belki hiç anne olamayacaktım.

Şu an da olmama ihtimalim vardı. Ama en azından bir şansım da vardı. Ameliyat iyi geçerse anne olabilecektim. Ama kötü geçerse...

Hastaneden çıkıp arabaya binmiştik. Polat benden daha gergindi. Üzülüyordu da. Bir nevi ondan baba olma şansını alabilirdim. Herkes anne ya da baba olacak diye bir şey yoktu tabii ama olamk isterdi.

En azından Polat isterdi.

"Üzüldün mü?" dedim.

Başımı arabanın koltuğuna yaslayıp Polat'a doğru hafifçe döndüm.

Bana saniyelik olarak dönüp "Ne için?" diye sordu.

"Çocuğum olmayacağı için." dediğimde oma küfretmişim gibi kaşlarını çattı.

"Daha belli bir şey yok Naz." direksiyondaki eli kasılmıştı. "En iyi doktorlar girecek ameliyatına."

Onu ben de biliyordum. Erken teşhisle başarılı geçme oranı yüksekti. Ama yine de böyle bir ihtimal vardı ve o ihtimal dahilinde yaşanacak zorluklar vardı. İçimin rahatlaması gerekiyordu.

"Farzı misal. Kötü geçti ameliyat. Üzülür müsün?" dedim.

"Sen üzülmez misin?" derken yandan bir bakış attı.

Omzumu silktim. "Üzülürüm herhalde. Ama dünyanın sonu değil sonuçta. Herkes doğuracak diye bir şey yok." derken onu değil de kendimi ikna etmeye çalışır gibiydim.

"Kötü bir yalancısın." dedi yumuşacık bir sesle. Beni de germemek için rahat davranmaya çalışıyordu.

"Ameliyat kötü geçerse..." Araba kırmızı ışıkta durunca tamamen bana döndü. "Üzerime kuma falan getirme düşüncesi varsa aklında, söküp at. Anlayışla karşılayacağımı düşünüyorsan çok beklersin. Önce o kumalığı kabul eden kadını, sonra seni, sonra da kendimi vururum." derken oldukça ciddiydim.

"Kendini niye vuruyorsun?" dedi diğer söylediklerimi es geçip.

"Ne yapayım? Sizin yüzünüzden hapse mi gireyim?"

"Nasıl bir kafan var senin? Kızım ben sana diyorum ki senden başkası olmadı olmayacak. Senden başkasına karım diyip kocalık yapar mıyım?" kırmızı ışık yeşile dönmüş Polat arabayı sürmeye başlamıştı. "Varsın bizim de çocuğumuz olmasın. Biz birbirimize çocuk da oluruz."

"Olmadı evlatlık alırız. Di mi?" Beklenti dolu gözlerle Polat'a baktım.

"Di." dedi. "Di karım." Gözlerini yoldan çekip bir kaç saniyeliğine gözlerime baktı. "Ben baba olmak istemiyorum. Senin annesi olduğun çocuğa baba olmak istiyorum." Dudaklarım benden bağımsız kıvrılmıştı. "Hem bizim bir kızımız var. Unuttun mu?" dedi ve beni kınar gibi başını sallamaya başladı. "Çok ayıp."

Kızımız. Şinşin.

"Cık." dedim hemen. "Unutmadım." unutmadığımı belirtir gibi başımı salladım. İçim rahatlamış üzerimden sanki yük kalkmıştı.

Arabayı sağa çekip bedenini tamamen bana çevirdi. gözlerini gözlerime kitlerken eli yanağıma gitmiş ve olduğu yeri baş parmağıyla okşamaya başlamıştı.

"Seni çok seviyorum Boncuk. Küçükken saymaya kalktığın yıldızlar kadar çok seviyorum. Say say bitmez."

Ağzım açık bir şekilde Polat'a baktım.

"Sen benim yıldız saydığımı nerden biliyorsun?"

"Söz konusu sensen, ben her şeyi bilirim." derken oldukça ciddiydi.

Arabayı tekrar çalıştırdığında ben hala şok içerisindeydim. Ayrıca söylediği şey sinirimi bozmuştu. Ne demek say say bitmez?

"Yıldızlar say say biter bence." dedim söylediğine karşı çıkarak.

Kahkaha atmıştı ama sebebini anlayamadım.

"Bitmez." dedi kendinden emin bir sesle. "Sana olan sevgimin bitmeyeceği gibi."

"Her şeyin bir sonu vardır Polat."

"Sana olan sevgimin bir sonu yok Boncuk."

💋🌼💅

Polat eve gideceğimizi söylediğinde normal bir eve gideceğimizi sanmıştım. Ama biz bildiğin yerin yedi kat dibinde bir şatoya gitmiştik.

Eve girmek için önce büyük bir ormana giriş yapmamız gerekiyordu. Ama her isteyen bu ormana giremiyordu. Ormanın girişindeki demir geçidin açılması için özel bir şifre girilmesi gerekiyordu ama orda bekleyen kulübedeki adamlar Polat'ı tanıdığı için bize geçidi açmışlardı.

Yani olur da Polat'ın düşmanlarından biri gelirse bu kapıyı geçemezlerdi. Çünkü şifreliydi.

Ormanın sonunda görünen şatomsu evle ağzım açık kalmıştı. Yirmi iki odalı konakta sonra burasına şaşırmalı mıydım bilmiyorum ama çok şaşırmıştım.

Kapı yoktu. Bildiğim duvardı. Polat arabadan indiğinde ne olduğunu anlamadım. Duvarın karşısına geçip sırasıyla taşlara dokundu. Taşların içinden şifre girmek için teknolojik bir alet çıktı. O alet önce Polat'ın yüzünü taradı. Onay verince parmak izini girdi. En sonda bir de şifreyi girdi.

Duvar iki taraftan açılınca ağaçlarla dolu bahçe göründü. Polat tekrar arabaya bindiğinde ben ağzım açık bir şekilde ona bakıyordum.

Bu eve birinin girmesi imkansızdı. Hatta ben bile tek başıma giremezdim.

Polat arabayı evin girişine sürdüğünde cebindeki anahtarı çıkardı. Düğmeye basmasıyla otopark açılmıştı. Arabayı boş olan otoparka koyacağını sanırken neredeyse beş arabanın sığabileceği otoparkın tam ortasında durdu. Elindeki kumandanın bir düğmesine bastığında durduğumuz zemin asansör misali aşağıya indi.

Bir ya da iki kat inmiştik. Ama beni şaşırtan bu değildi. İndiğimiz katta nerden baksan elliye yakın araba vardı. Aklınıza gelebilecek her markadan araba vardı. Eski dönem arabaları dahil. Ama benim gözlerim direkt rang roverları bulmuştu.

Sanırım şaşırmayı bırakmam gerekiyordu.

"Hepsi senin mi?" dedim bir servete sebep olan garajdaki arabalara bakarken.

"Bizim." dedi Polat hiç beklemeden.

Gülerek ona döndüğümde gözleri dudaklarıma kaymıştı.

"Senin mi benim mi?" diye sorduğumda kahkaha attı.

"Senin." dedi hiç düşünmeden. "Neyim var neyim yoksa hepsi senin. Ben de seninim." Bir insan bir insana ne kadar güzel bakabilirse o kadar güzel bakıyordu. Kemerini çözüp bana döndü. "Al varım yoğum senin olsun. Sen benim olsan olmaz mı Boncuk?"

"Olur." dedim.

Düşünemeden çıkmıştı ağzımdan. Düşünsem söyler miydim bilmiyorum. Düşünmek istemiyordum.

Nihayet arabadan inmiş ve garajın sonundaki asansöre binmiştik. Polat üçüncü katın düğmesine basmıştı. Nasıl bir ifade varsa yüzümde Polat kaşını çatmıştı.

"Niye öyle bakıyorsun?"

Asansör durdu. Kapı açıldı. Salona gelmiştik.

"Kumarhanen de var mı?" dedim içimde tuttuğum onlarca sorudan birini sorarak.

Küfretsem bana böyle bakar mıydı emin değilim.

"Ne işim var benim kumarhaneyle Naz?"

Hayallerim bir bir yıkılıyordu. Ergen Elif'in hayal ettiği gerçekler bunlar değildi.

Üçlü koltuğa geçti. Ben de hemen yanına oturdum.

"Gece kulüplerin var mı?" dedim hevesle.

"Nasıl kitaplar okudun sen Naz?" derken sesindeki alay hoşuma gitmemişti.

Ne var yani? Hemen hemen her genç kız bir mafyanın ona aşık olmasını ya da kaçırmasın istemiştir. Yani en azından ergen Elif istemişti.

Yani tabii ki bunun yanında bir de ona kıyamamasını ve asla ama asla şiddet gösterilmemesini de istemişti. Çünkü ergen olan Elif'in bile bu tarz şeylerde affı yoktu. Mafyanın da adam olanını istiyordu.

Polat'ın alaylı sorusunu es geçip "Soruma cevap verir misin?" dedim.

"Yok. Ama istiyorsan alırım." derken o kadar rahat ve ciddiydi ki sanki bakkaldan çikolata alıyordu.

"Kendimi şu an kocasından sürekli bir şey almasını isteyen Dilan Polat gibi hissediyorum." dediğimde kaşlarını çatı.

"Ne? " dedi anlamayarak. Muhtemelen kadını tanımıyordu bile.

Ama sosyal medyayı kullanan birinin karşısına illaki çıkıyordu. Ve oldukça tatlı bir kadındı bence.

"Polaaat bana gece kulübü al." dedim Dilan Polat'ın sesini taklit ederek.

Ne yapmaya çalıştığımı anlamdı ama "Tamam." dedi. "Alırım." oldukça ciddiydi.

Ben aslında çok ciddi değildim ama almak istiyorsa alsın tabii.

"Sen niye şatoda yaşıyorsun? Hem de tek başına."

"Güvenlik için."

"Bu kadar korunaklı olması mı gerekiyor? Üstelik burda teksin. Mardin de ailen olmasına rağmen kapının önünde bile o kadar adam yok."

Evin içinde de kimse yoktu. Evin dışında da. Zaten kimse ormanı geçemezdi. O yüzden adama gerek yoktu. Oldukça korunaklı ve güvenliydi. Ama Mardin'de öyle değildi. Herkes korumasız gezebiliyordu da.

"Mardin benim. Benim rızam olmadan kimse giremez. Bakma Ceyhun yüzünden girdi o şerefsizler." O geceyi hatırlayınca kaşlarını çatmıştı. "Ama İstanbul benim değil. Sandığından da tehlikeli adamlar var. Ve o mafya diyip sempati duyduğunuz adamlar aslında çok tehlikeli insanlar. Her mafya silah satmaz ya da kumarhane işletmez. Uyuşturucu ve organ mafyalar var. Kimseye de acımaları yok."

"Sen kurucusun. İzin vermezsen yapamazlar."

"Ben Türkiye'den sorumluyum. Türkiye'ye girişi yasaklasam da benden bağımsız olanlar da var." Eli saçıma gitti ve bir tutam saçımı kulağımın arkasına sıkıştırdı. "Çok karışık işler bunlar. Sen güzel kafanı yorma." Beni kendine çektiğinde ona karşı gelmedim. Sırtım göğsüne dayandığında çenesini kafama dayadı. "Burası en güvenli yer. Burdayken sana bir şey olmaz."

Başımı iyice göğsüne yasladığımda Polat'ın elleri karnımı okşuyordu.

"Bu eve sensiz giremem. Omca şifre ve adamı geçemem."

Gülmüştü. Başımdaki çenesinin harketlenmesinden anlamıştım.

"Sisteme senin de yüzünü ve parmak izini yükleyeceğim." dediğinde gülümsedim. "Ve benim bütün adamlarım seni bilir tanır. Benim olan her yere girebilirsin."

Polat beni hayatının merkezine koyuyordu. Her fırsatta sevgisini gösteriyor ve dile getirmekten asla ama asla çekinmiyordu.

"Ameliyat saat kaçta?"

"Sabah sekizde."

Başımı göğsünden kaldırıp ciddi olup olmadığını anlamak için Polat'ın yüzüne baktım. Ciddiydi. "Polat hastaneye gitmemiz nerden baksan iki saat. Sabahın köründe mi kalkacağız?" diye sitem ettim.

Nerden baksan beşte kalkmam lazımdı. Madem öyleydi bu gece hastanede kalsaydım.

"Beş dakika." dedi. Anlamayan gözlerle baktığımda açıklama gereği duydu. "Garajın altında küçük bir hastane var. Ameliyatın orda olacak."

"Bıraktım. Pes ediyorum."

"Neyi?"

"Sana şaşırmayı." dediğimde ciddiydim. "Bakma öyle Polat. Kaç kişin evinde ameliyathane vardır?"

Babamın mirasına üç kuruş derken abarttığını düşünüyordum ama abartmıyormuş. Biz de zengin sayılırdık. Babamdan bana hatrı sayılır miktarda miras kalmıştı. Amcamın çocuğu yoktu ve o da üç yeğenine bırakacaktı. Yani oldukça zengin sayılırdım ama bu zenginlik değildi. Bu başka bir evreydi.

"Bilmiyorum." Beni kendine çekip karnımı okşamaya devam etti. "Bilmek te istemiyorum. Sadece iyi ol istiyorum. Gözümün önünde ol istiyorum. İyi olacağından emin olmak istiyorum."

İçimde tuhaf bir his vardı. O hissin korku olması muhtemeldi. Ama düşünmek istemiyordum. Çünkü insan sadece kötüyü düşünür.

Yemek yedikten sonra odaya geçmiştik. Saat oldukça geç olduğu için ve benim yarın ameliyatım olduğu için ikimizde oldukça gergindik.

Yatak odasının bir duvarı yine aynayla kaplıydı. Bu oda Mardin'dekinin neredeyse iki katıydı. İki değil üç kişilik olan yatak simsiyah çarşafla kapalıyken tavanda da ayna vardı.

Polat'ın ayana sevdası beni korkutmuyor değildi.

Giyinme odasına girdiğimde benim için etiketi üzerinde duran bir ton kıyafet gördüm. Biz gelmeden önce Polat ayarlamıştı. Hepsi tam yerleşmiş sayılmazdı ama buna da şükür çünkü hiç düzeltecek halim ve psikolojim yoktu.

Şortlu takımlardan birini giyip yatağa geçtim. Polat balkona çıkıp bir sigara içmiş sonra kokudan arınmak için bir de banyo yapmıştı. Üstü çıplak bir şekilde yatağa yatmış o da yetmezmiş gibi beni kendine çekip sarılmış bir yandan da karnımı okşamaya başlamıştı.

Polat kokuyordu. Anne olamayacak olmamdan değil. Her ameliyatta olabilecek riskler yüzünden.

Gireceğim ameliyatta hayatımı kaybetme oranım yüzde on beş yirmi arası.

Küçük bir ihtimal ama yine de Polat korkuyordu. Benden bile daha çok korkuyordu.

Ve ben uyuyana kadar defalarca saçlarımdan öptü. Dudağımdaki yarayı okşadı. Şakağımdaki yarayı öptü. Karnımı belli aralıklarla okşadı. Kokumu içine çekti.

Uyumak üzereyken fısıldadı kulağıma. "Bizli rüyalar güzel karım." dudaklarını saçlarımda hissettim. "Bizli güzel rüyalar."

🍷

Gece boyu kabus görüp durmuştum. Bunun sebebi aklımdaki kötü düşüncelerdi. Öyle çok düşünmüştüm ki rüyamda ölü insanlar gördüm. Ölü bebekler. Bebek çığlıkları. Ve ağlayan bir ben...

Öyle tuhaf hissediyordum ki... Kötü bir şey olacakmış gibi geliyordu.

Doktorlar çoktan gelmiş ameliyathane hazırlanmıştı. En alt kata indiğimizde, bana kıyafet giydirildiğinde, ameliyathaneye götürüldüğümde Polat elimi bir saniye olsun bırakmamıştı. Susarak burdayım diyordu. Korkma diyordu. Elin ellerimde bırakmam diyordu. Polat konuşmadan seni seviyorum diyordu.

Doktorlar son hazırlıklarını yaparken Polat'ta ameliyathanedeydi. Beni bayılttıklarında gidecekti. Ben bayılana kadar kalacaktı. Sonrasında camın arkasından izleyecekti.

"Korkma tamam mı?" derken elimi sıkıyordu varlığını hissettirmek için. "Burda olacağım. Uyandığında yanında olacağım."

Bundan şüphem yoktu. Burda olacaktı.

"Korkmuyorum." dedim. Kendime bile yalan söylüyordum.

"Korkuyorsun." dedi.

"Korkuyorum." dedim itiraf eder gibi.

"Güzel karım." dudağını elimin tersine bastırdı. "Öncelik sensin. Sen iyi ol gerisi hiç önemli değil. Bu ameliyatın önemi bizim çocuk sahibi olup olmamamız değil. Senin iyi olup olmaman. Tamam mı?"

"Kötüye bir şey olmaz." dedim şakayla karışık.

"İyiyi de Allah korur güzel karım. Her türlü iyi olacaksın."

"Üzülme tamma mı?" Anestezi hazırlanmaya başlamıştı. "Ben zaten anne olmayı düşünmüyordum. Sen baba olmak istiyorsun biliyorum ama evlatlık ta alabiliriz. Üzülme."

"Üzülürsen üzülürüm." dedi.

"Üzersem üzülürüm." dedim.

"Üz." dedi. "Sen beni üz Naz. Ona da eyvallah. Senden gelen her şeye eyvallah. Ben, başkasının vereceği mutluluğu senin vereceğin mutsuzluğa değişmem."

Bir ameliyat hayatınızın tamamını değiştirebilir. Polat bana kötü gözle bakmazdı ama annesi yarımmışım gibi bakardı. Her fırsatta yüzüme vururdu. Canım yanardı. Ama ben yine gülerdim.

Sonra insanlar ne zaman çocuk sahibi olacaksınız diye sorardı. Bunu sormaya hakları yoktu ama yine de sorarlardı. Ben söylemeden dedikodum yayılırdı. Sonra kuma lafları dönerdi. Polat istemezdi. Ben izin vermezdim. Kötü. Böyle olmamalıydı.

"Bana kiraz alır mısın?" dedim. Polat'ın dudakları kıvrılır gibi oldu. "Annem bana hamileyken hep kiraz aşerirmiş. O duyguyu yaşar mıyım bilmiyorum ama sen yine de bana kiraz alır mısın?" gülümsemesi yüzünde dondu.

Anestezi uygulanmıştı. Bilincim yavaş yavaş gidiyordu.

"Alırım karım."

"Polat."

"Söyle karım."

"Pamuk şeker... Arin'e aldığın..."

"Sana da aldım." dedi. Bilincim gitmek üzereydi ama yine de gülümsedim. O almıştı.

"Attılar onu çöpe. Yememe izin vermediler." Küçük Elif'in hayal kırıklığını hissettim içimde.

"Ben yine alırım sana." dedi yumuşacık bir sesle.

"Arin çok şanslı. Ona pamuk şekeri alan bir abisi vardı. Ama benim yoktu. Benim abim yoktu. Ablam da yoktu. Benim annelik yapmak zorunda olduğum bir kardeşim vardı. Polat... Ben zaten anneyim. Üzülme."

Gözlerim kapandı.

"Burdayım." dedi Polat. Duydum. "Yanındayım." dedi. Onu da duydum. "Bon..." karanlık ve soğuk.


🍷

Naz ameliyattayken Polat Mirza bir saniye bile ayrılmadı kapısından.

En güvendiği doktorlar girmişti ameliyatına Elif Naz'ın. İçi biraz rahattı ama yine de korkuyordu.

Korkusu çocuk sahibi olamayacağından değildi. Varsın olmasın diyordu içinden. Karım iyi olsun yeter diyordu.

Korkuyordu. Korkuyordu çünkü Elif Naz'ın aslında içten içe ne kadar çok çocuk sahibi olmak istediğini biliyordu.

Sürekli bir şey oluyordu ve bu durum Polat Mirza'yı sigara içmeye itiyordu. Oysa Sevdiği kadın için bırakmayı deniyordu.

Eli ayağı titriyor ama yine de kendine hakim oluyordu. Güzel karısı uyandığında koksundan rahatız olsun istemiyordu.

Saniyeler dakika oldu. Dakikalar saat. Her saniye bir ömür kadar uzun gelirken sonunda ameliyat bitmişti. Elif Naz'ın durumu da gayet iyiydi. Hayati tehlikesi yoktu ve Polat Mirza için önemli olan da buydu.

Elif Naz'ı normal odaya aldıklarında Polat yanından ayrılmıyordu. Uyanınca yanında olacağını söylemişti. Uyanmasını bekliyordu.

Anestezinin etkisi yavaş yavaş geçmeye başladığında Elif Naz gözlerini açtı.

Gözleri açıktı ama hâlâ tam olarak bilinci yerinde sayılmazdı.

"Doğurdum mu ben?" dedi Elif Naz ağlamaklı bir sesle.

Polat Mirza ne olduğunu anlamayınca dizlerinin üzerine çöküp Elif Naz'ın saçlarını okşamaya başldı.

"Ne doğumu güzelim?" derken ne dediğini anlamıyordu. Ama yanında duran Metin her şeyin farkında olduğu için gülüyordu.

"Doğurdum ben." dedi Elif Naz. "Hep senin yüzünden oldu. Ben nasıl bakacağım iki tane bebeğe." diyip ağlamaya başladı.

"İkiz mi?" dedi Polat Mirza şaşkın bir ifadeyle.

"İkiz." dedi Elif Naz. "Birini ben emzirirken diğerini de sen emzir tamam mı? Ben ikisini emziremem."

Metin kahkaha atınca Polat ona öldürücü bakışlar attı. Metin dudağını birbirine bastırınca Polat tekrar Elif Naz'a döndü.

"Ne diyorsun güzelim sen?"

Elif Naz Polat'ın tuttuğu elini çekip  kaşlarını çatarken Polat Mirza ne yapacağını şaşırmıştı. "Niye hamile bıraktın beni? Biz ne zaman beraber olduk? AYYYY! Ben uyurken mi yaptın yoksa. Gazozuma ilaç mı attın?" diyip yine ağlamaya başladı.

"Coşkun muyum ben amına koyayım! Niye ilaç koyayım içeceğine?" dedi Polat sinirlenerek.

"Narkozun etkisinde." dedi Metin. kahkaha atmamak için kendini zor tutuyordu. "Bakma dediğine." diyip çıktı dışarı.

"Polat." dedi Elif Naz.

"Söyle karım."

"Bebekler kime benziyor? Kızım bana benzesin. Oğlum sana. Sen yakışıklısın. Çok yakışıklısın."

Ayağa kalkıp yatağın kenarına oturdu. "Hmm! Çok mu yakışıklıyım?" derken itirafı hoşuna gitmişti.

"Çoook." dedi Elif Naz. Bilinç dışı söylediği kelimedeki o harfini haddinden fazla uzatmıştı. "Gözlerin çok güzel. Gözlerin benim olsun mu?"

"Gözlerim senden başkasına kör güzelim. Senin zaten."

"Kasların da var. Kasların benim olsun mu?" dedi bu seferde.

"Ne yapacaksın sen kaslarımı?"

"Öpeceğim." dediğinde Polat'ın gözleri yuvalarından çıkarcasına açılmıştı.

Bu sözleri, Elif Naz'ın bilinci yerindeyken söylemeyecğini çok iyi biliyordu ama yine de hoşuna gidiyordu.

"Olsun karım. Varım yoğum senin olsun. Al senin olsun bedenim, hükmet"

"Polat." dedi Elif Naz.

"Söyle karım." dedi Polat Mirza.

"Polat."

"Söyle yavrum."

"Polat."

"Söyle kurban olduğum, söyle karım, söyle hayatım, güzel karım canım cananım sol yanım, söyle." derken hiç sinirlenmemiş aksine hoşuna gitmişti.

"Hiç."

💅

Elif Naz Soyder

Gözlerim kapalıydı. Ya da olduğum yer karanlıktı. Hiç ses yoktu. Nerdeydim? Yalnız mıydım?

Gözlerimi zorlayarak açtığımda yanımdaki koltukta telefonuyla uğraşan Polat'ı gördüm. Etrafıma baktığımda hastane odası gibi bir odada olduğumu fark ettim.

Ameliyat olmuştum. Ameliyat nasıl geçmişti? Anne olabilecek miydim?

Polat uyandığımı fark edince ayağa kalktı ve yanıma geldi. Dudaklarında gülümseme vardı ama bu gülümseme uyandığım içindi.

"Ne oldu?" dedim. İçime yayılan korku nefesimi kesiyordu. "Nasıl geçti ameliyat?" derken sesim titremişti.

"Güzel geçti." Yanıma oturup elimi avuçlarının arasına aldı. Elimin tersine dudaklarını değdirmeyi de ihmal etmedi.

"Anne olacak mıyım?" diye sordum korka korka.

"Allah'ın izniyle." dedi. Gülümsemesi büyüdü.

"Anne olacağım." diye fısıldadım. Kendime söylemiştim aslında ama Polat ta duymuştu. "Anne olacağım." dedim tekrar.

"Gördüğüm en güzel anne sen olacaksın." derken oldukça cididydi.

Şu an'a kadar anne olmak istediğimi sanmıyordum. Anne olmanın ne kadar zor olduğunu Pelin büyürken gördüğüm için hiç düşünmemiştim. Eğer ameliyat kötü geçerse çok üzülmem diye düşünüyordum. Sonuçta annelik doğurmakla olmuyor.

Dünyada kaç kadın çocuğunu doğrup sokağa atıyor? Ya da yurda bırakıyor? Ya da annelik yapamıyor?

Bir kadın anne olmak istiyorsa doğurmak zorunda değil. Bir başkasının doğurduğuna da anne olabilir. Büyütüp sevgi verebilir.

Ben buna inanıyorum. Sadece... Sadece o hissi yaşamak istiyormuşum. Karnımda bir canlının büyüdüğünü hissetmek istiyormulum. Ben annem gibi bir meyveyi ya da bir yemeği aşermek istiyormuşum. Anneliğin bütün zorluğunu yaşamak istiyormuşum. Ben aslında anne olmak istiyormuşum.

"Ağrın mı var?"

"Biraz."

"Kirpiğin titriyor." dedi. Okumuş adam tabii yalan söylüyorsun diyemedi kirpiğin titriyor dedi.

Çünkü ben yalan söylediğimde kirpiğim titrer.

"Tamam çok ağrıyor ama bunu dile getirince katlanılmaz oluyor." dediğimde yüzünde acı bir ifade oluştu. Sanki acıyan benim değil onun canıydı.

"Hemşireden ağrı kesici yapmasını isteyeceğim." diyip çıktı odadan.

İki gün sonra...

Hastaneden bozma odada olmaktan çok sıkılmıştım. Odama geçmek istiyordum ama Polat buranın daha steril olduğunu ve daha çabuk iyileşecğimi söyleyip duruyordu.

Bana bebekmişim gibi davranıyordu. Öyle güzel bakıyordu ve öyle kıyamıyordu ki ben uzun zamandan sonra ilk kez birine Nazlanabiliyordum.

Kapı açıldığında ve Polat elinde tepsiyle girdiğinde gülümsedim. Çok acıkmıştım.

Tepsiyi kucağıma bıraktığında kaşlarımı çattım.

"Bu ne?"

"Çorba." dedi düz bir sesle.

"Polat kusacağım artık çorba içmekten." dedim isyan ederek.

İki gündür sadece çorba içiyordum ve işin kötü tarafı ben çorba sevmezdim.

"Ne bekliyorsun Naz?" dedi beni kınar gibi. "Lahmacun mu?"

"Evet. Evet. Evet." dedim hevesle.

Kaşlarını çatıp sandalyeyi yatağa doğru yaklaştırdı. Dilimlediği ekmeği ufak parçalara ayırarak çorbanın içine attı. Kaşığı çorbaya batırdığında yüzümü buruşturdum.

"Sindirimi kolay şeyler tüketmen lazım, Naz." Kaşığı ağzıma doğru götürdüğünde mecburen açmıştım ağzımı.

"Ben çorba sevmiyorum." dedim Ağzımdaki lokmayı yutunca.

"Biliyorum." dedi ve kaşığı tekrar batırdı çorbaya.

"Ne diye içiriyorsun o zamn?" dedim kızar gibi.

"Hemen iyileş diye."

"Bu beni hasta ediyor Polaaat." dedim şirinlik yaparak. Belki acırda düzgün bir yemek verir diye.

Kaşığı doldurup ağzıma doğru götürünce Polat'ın şirinlikten anlamadığını anlamış oldum.

"Öyle tatlı tatlı bakarak beni ikna edebileceğini düşünüyorsan doğru düşünüyorsun ama olmaz. Bir iki gün daha idare etmen lazım. Sonra ne istersen onu yiyeceğiz."

"Ben çorba yerken sen lahmacunları gömüyorsun adalet mi bu?" dedim kızar gibi. "Nerde hastalıkta sağlıkta, iyi günde kötü günde, açlıkta toklukta diye verilen sözler? Hep yalan hep yalan."

"Yemiyorum." dedi düz bir sesle.

"Tabi tabi." dedim inanmadığımı belli eder gibi kafamı salladım.

"Sen bu haldeyken ben midemi düşünür müyün Boncuk. Senle yemedikten sonra ne yapayım ben güzel yemekleri?" dediğinde ciddi olduğunu anladım.

Zaten Polat doğru düzgün uyumuyordu bile. Hep yanımdaydı. Bir kez bile of demiyor ne dersem yapıyordu. Ben geceleri ara ara uyandığımda onun hâlâ uyanık olduğunu görüyordum.

Hastalıkta sağlıkta... İyi günde kötü günde... Açlıkta ve toklukta... Polat sözünü tutuyordu.

Üç gün sonra

Ben küçükken, annem daha ölmemişken, kıymet bileni sev kızım derdi bana. Seni üzeni değil, yüzünü gülümseteni sev. Ağlatanı değil güldüreni sev.

Seven zaten üzmez ki demiştim çocuk aklıyla.

Seven üzmez. Seven kıyamaz. Seven doyamaz. Ve güzel kızım... Seven ne olursa olsun sevdiğinden vazgeçmez.

Bazen insan mecbur kalıyor. Bazen vazgeçmek gerekiyor. Bazen de vazgeçmek istiyor.

Ben vazgeçmek zorunda kalmıştım. O vazgeçmek istemişti. Peki sevmek bu kadar basit miydi?

Kapı açıldı. Artık iyileşmiştim. Ağrım yok  denecek kadar azdı. Yüzümdeki yaralar bile geçmişti. Ama Polat beni hâlâ hastaneden bozma odada tutuyordu.

Kapı açıldı. Polat içeri girdi. Yüzü gülüyordu.

"Hadi kalk." diyince kaşlarım benden bağımsız yukarı doğru kalktı.

"Nereye?" dedim. "Odama mı geçiyorum?"

"Evet." dedi ve yanımda durdu. "Bence artık iyileşmiş sayılırsın. En azından odana geçebilecek ve istediğini yiyebileceğin kadar."

"Evet evet evet." dedim ve ayağa kalktım. "İyiyim ben. Çok iyiyim."

"İyisin." dedi Polat beni onaylayarak. Bir anda bir elini belime diğerini de bacaklarımın altından geçirip havaya kaldırdı beni. "Ama yürüyecek kadar değil."

"Saçmalama Polat." dedim kızarak. "Yürürüm ben."

Yürüyebilirdim. Zaten her gün düzenli olarak yürüyordum.

"Yürürsün karım. Ama ben seni taşımak istiyorum." omzuma dudağını değdirdi.

"Madem çok ısrar ediyorsun..!" dedim yarı alaylı yarı ciddi.

"Çok ısırar ediyorum karım." dedi gülerek.

Yukarı çıkmak için asansöre bindik. Dörtüncü katın numarasının olduğu düğmeye basınca direkt yatak odasının olduğu kata geldik.

Kapının önünde durduğumuzda Polat başıyla kapıyı işaret ederek  "Aç kapıyı güzel karım." dedi.

Kapıyı açmamla karşılaştığım manzara karşısında şok oldum. Polat beni yere indirirken içeri doğru bir adım attım. Gözlerime inanamıyordum.

Kıymet bileni sev demişti annem. Sana değer vereni. Ve senden ne olursa olsun vazgeçmeyeni.

Başımı beni gülerek izleyen Polat'a çevirdim. "Polat... Sen ne yaptın?"

💋🌼💅

Ay ne oluyo ne oluyoooo?

Bu sefer de sövmeyin sizin yüzünüzden hastalandım yetmedi bir de bayram temizliği yaptım. Yapmayın annem öyle şeyler sövmeyin bana.

Bölüm sonu sohbeti edelim.

İlk olarak Polat ve Elif'in çocukluğunu okumayı seviyor musunuz?

Polat'ın Elif'e zarar veren adama yaptıkları hakkında ne düşünüyorsunuz?

Elif'in bana gece kulübü al demesi kdksllls

Elif'in anestezi etkisindeyken söyledikleri hakkında ne düşünüyorsunuz? Bence Elif kudurmuş. Mslslsl

En sevdiğiniz sahne?

Sonu olaysız bitti o yüzden bir şey demezsiniz diye düşünüyorum.

Ve son bir soru. Bölümü beğendiğiniz mi??

Hepinize eyvallah

Fortsæt med at læse

You'll Also Like

363K 8.1K 14
"Gözleri Aynı Hançer Gibi,Adıda Hançer Olsun" "Gözleri Özgür Bakıyor,Adı Azad Olsun" •Şanlıurfa'da Geçen Bir Berdel Hikayesidir... •Alışılagelmiş Tör...
79.5K 3.8K 11
Yeniden yazılıyor 🥀 Ama bazen yeniden başlamak lazım; O hayatta yaşama sevinci olmayanlardandı. Tek dayanağı abisi olmuştu, annesi'nin sadece öldüğ...
8.2M 364K 96
BEDEL SERİSİ 1 Bir canın bedeli kaç can, kaç hayat, kaç umut eder? Elif ve Ömer'in hikayesi bu.. Bedele kurban edilen iki hayatın hikayesi.. Birbirin...
9.1M 304K 75
Tek bir gece, sadece bir gecede tüm hayatınızın değiştiği oldu mu? Ya da tüm hayallerinizin yıkılıp mutsuzluğa sürüklendiğiniz? Sabah olduğunda artık...