KARANLIK ŞEHİR

By gaslann

904K 35.2K 4.9K

Bir mafya hikayesi... YAYINLANMA TARİHİ: Şubat 2021 © HER HAKKI SAKLIDIR © More

❤❤
TANITIM
1. BÖLÜM
2. BÖLÜM
3. BÖLÜM
4. BÖLÜM
5. BÖLÜM
6. BÖLÜM
7. BÖLÜM
8. BÖLÜM
9. BÖLÜM
10. BÖLÜM
11. BÖLÜM
12. BÖLÜM
13. BÖLÜM
14. BÖLÜM
15. BÖLÜM
16. BÖLÜM
17. BÖLÜM
18. BÖLÜM
19. BÖLÜM
20. BÖLÜM
21. BÖLÜM 'CEM'
22. BÖLÜM
23. BÖLÜM
24. BÖLÜM
25. BÖLÜM
26. BÖLÜM
27. BÖLÜM
28. BÖLÜM
29. BÖLÜM
30. BÖLÜM
31. BÖLÜM
32. BÖLÜM
33. BÖLÜM
34. BÖLÜM
35. BÖLÜM
36. BÖLÜM
37. BÖLÜM
38. BÖLÜM
39. BÖLÜM
40. BÖLÜM
41. BÖLÜM
42. BÖLÜM
43. BÖLÜM
44. BÖLÜM 'HAKAN'
45. BÖLÜM
46. BÖLÜM
47. BÖLÜM
48. BÖLÜM
49. BÖLÜM
50. BÖLÜM
51. BÖLÜM
52. BÖLÜM
53. BÖLÜM
54. BÖLÜM
55. BÖLÜM
56. BÖLÜM
57. BÖLÜM
58. BÖLÜM
59. BÖLÜM
60. BÖLÜM
61. BÖLÜM
62. BÖLÜM
63. BÖLÜM
64. BÖLÜM
65. BÖLÜM
66. BÖLÜM
67. BÖLÜM
68. BÖLÜM
69. BÖLÜM
70. BÖLÜM
71. BÖLÜM
72. BÖLÜM
73. BÖLÜM
74. BÖLÜM 'ALİ'
75. BÖLÜM
76. BÖLÜM
77. BÖLÜM
78. BÖLÜM ♦ I. KİTAP SONU
'KAYIP I'
'KAYIP II'
79. BÖLÜM
80.BÖLÜM
81. Bölüm
82. BÖLÜM
83. BÖLÜM
84. BÖLÜM
85. BÖLÜM
86. BÖLÜM
87. BÖLÜM
88.BÖLÜM

89. BÖLÜM

1.3K 55 20
By gaslann

Selam 🥳

Arkadaşlar, çok fazla eleştiri alıyorum kitabın akışı hakkında. Yapıcı olanları değerlendiriyorum. Ama ben kitabi yazmaya başladığımda kafamda bir taslak vardi. Onun dışına çıkmak istemiyorum.

Sizlerin de okurken sıkılmasını istemiyorum.

Ama yapacak bir şeyim yok. Akışı değiştirmek mantıklı gelmiyor bana. Biraz sabrederseniz daha heyecanli bölümler gelecek. Umarim saygi gösterir, keyifle okursunuz.

Oy verip yorum yapmayı lütfen unutmayın. Tek motivasyon kaynağım bunlar çünkü ❤️❤️

^^

Cenk’in sözleri canımı sıkmış olsa da, Hakan’ın benden öyle kolayca vazgeçeceğini düşünmüyordum. Kesin bir nedeni vardı. Mecburdu. Anlayabilirdim.

Bana verdikleri odaya gittim. Cenk, Nazım’la beraber gitmişti. Onun da benimle geliyor olması hoşuma gitmiyordu ama, yine de sonu Hakan’ın ve kızımın yanında bitecek bir yolculuktu sonuçta.

Odaya girdiğimde, yatağın üzerinde siyah bir elbise gördüm. Etiketi üzerindeydi. Benim için bırakılmıştı. Bunu çok kez yaşadığımdan artık yadırgamıyordum. Bazı insanlar beni zorla yanlarına alıyorlardı ve bana böyle yardım ettiklerini düşünüyorlardı. Bu saçmalık artık normal bir hal almıştı benim için.

Siyah düz uzun elbiseyi giydim. Oda da elbise dışında bir çift bot ve kaban da vardı. Onları da giydim ve beni çağırmaları için beklemeye koyuldum. Yatağın ucuna oturmuş, odayı inceliyordum sadece. Babamın bu servete nasıl sahip olduğu merakımı celbediyordu.

Uyuşturucu işlerine yardım etmişti. Hem de o kötü üç adam içindi. Hakan bunları biliyor muydu acaba? Babasıyla babamın böyle bir bağlantısının olması, bizi birbirimize kavuşturmuştu belki de. Ya da onlar olmasa bile biz bulurduk birbirimizi. Sabaha kadar, hatta günlerce bunları düşünebilirdim. Hakan’la tanışmış olmak hayatımın en güzel şeyiydi. Bunun nasıl gerçekleştiğine hala inanamıyordum. Her şey ortadaydı aslında, ama bana bir mucizeymiş gibi hissettiriyordu. Ulaşılmaz birisine kalbimi vermiştim ve o da karşılık olarak kendi kalbini sunmuştu bana. Masallardan bile daha inanılmazdı.

Kapının tıklanmasıyla, birden ayağa kalktım. Kavuşmaya az kalmış olmalıydı. İçeri genç bir kız girdi. Ne kadar çok çalışan vardı burada. Büyüklüğünden buna şaşırmamak gerekirdi gerçi.

“Ezgi Hanım, hazırsanız sizi Nazım Bey’in yanına götüreceğim” dedi gülümseyen yüz ifadesiyle.

“Hazırım, gidelim” dedikten sonra ona doğru adımladım. O önde ben arkada yürümeye başladık. Uzun koridoru geçtikten sonra merdivenlerden aşağı indik. Burası sabah Nazım’ı gördüğüm yerdi.

“Yakışmış” diye bir ses duydum. Nazım değil, Cenk konuşmuştu. Merdivenin arka kısmındaki koltuğa oturmuştu ve bu yüzden onu görememiştim.

“Senin fikrin sanırım” dedim ona doğru dönüp.

“Tabii, elbisenin güzelliğinden belli değil mi?” diye sorarken, ayağa kalkıp yanımıza gelmişti.

“Ezgi Hanım da güzel taşımış” dedi Nazım. Onun bu konuşmaya dâhil olmasına şaşırmıştım.

“Çıkıyor muyuz?” dedim bu konunun daha fazla uzamamasını istediğim için.

“Hazırsanız çıkabiliriz” dedi Nazım ve eliyle bana çıkış yolunu gösterdi. Büyük bir kapı vardı önümde. İki adam önden geçip hemen kapıyı açtılar. Büyük ve yemyeşil bir bahçeye açıldı kapı. Kaçmaya çalışırken görmüştüm burayı. Ve o iki adam. Benim kaçmamı engelleyen o iki koruma.

“Buyurun Ezgi Hanım” dedi sarışın olan.  Gözlerimi devirerek, açtığı kapıdan içeri girdim. Bu insanları suçu babam gibi bir adamın yanında olmalarıydı. Tüm öfkemin sebebi buydu.

Nazım şoförün yanına oturduğunda, Cenk de yanımdaki koltuğa yerleşmişti.

“İyi misin?” diye soran Cenk’e doğru döndüğümde, araba da çoktan hareket etmişti.

“İyiyim. Neden iyi olmayayım ki?” diye sordum. Dik durmaya çalışıyordum, ama korkum devleşmişti çoktan.

Başını anladım der gibi sallayıp, başını cama çevirdi. Daha fazla konuşmaması hoşuma gitmişti. Konuşacak havada değildim. Daha çok kendi içimde konuşmayı tercih ediyordum şuan.

Bir süre sonra arabanın tekerlekleri durdu. Açılan kapıdan aşağı indim. Titremesini gizlemek için, ellerimi kabanın cebine soktum. Nazım ve adamlar arkada Cenk ve ben önde havaalanının VIP girişinden içeri girdik. Nazım uçuş işlemlerini halletmek için yanımızdan ayrıldı.

“Benim pasaportum yok ama?” dedim Cenk’e doğru eğilerek. Koltuğa yan yana oturmuştuk. Kimsenin duymamasına özen göstermiştim.

“Sorun değil, Nazım halleder” dedi önemsiz bir konuymuşçasına. Ama ben merak ediyordum.

“Nasıl halledecek ki?” diye sordum tekrar.

“Ezgi” dedi vücudunu bana çevirerek. Kolunu koltuğun yaslanma kısmına attı.

“Artık böyle şeylere alışmış olman lazım. Bazı insanların kurallara uymak için çaba sarf etmesine gerek yok. Yanlış bir şey ama, böyle.” Dedi. Kaşlarım çatıldı.

“Asla,  böyle bir hayata alışmayacağım ve bunun yanlış olduğunu her yerde söyleyeceğim” dedim ve önüme döndüm. Kötü insanlar, yaptıkları kötülükler karşısında ödül kazanıyormuş gibi, böyle kuralsız bir şekilde yaşıyorlardı. Hakan bunu sevmiyordu, Çocukluğundan beri bunun savaşını vermişti. Ben de ne kadar zor bir hayatım olsa da, hiçbir zaman başkasının hakkını yememiştim. Hakan’la belki de birbirimizi bulmamızın sebebi buydu. İki ayrı vücutta, tek insan gibiydik. Yine öyle olabilir miydik acaba?

“Hazırız, uçağa doğru gidebilirsiniz” dedi Nazım. Yanımıza geldiğini sesini duyunca anlayabilmiştim. Düşünceler, beni andan koparıyordu. Buna izin vermemeliydim. Temkinli olmam lazımdı.

“Kalkalım hadi” dedi Cenk benden önce kalkıp. Onun birkaç adım gerisinde onu takip etmeye koyuldum.

“Ezgi Hanım” diye seslenen Nazım’ın sesi adımlarımızı durdurdu. Cenk ve ben dönüp Nazım’a baktık.

Siyah uzun kabanının cebinden bir kâğıt çıkarıp bana uzattı. Önce kâğıda sonra da Nazım’a anlamadığımı belli eder şekilde baktım.

“Babanız size vermemi istedi” dedi sadece. Ellerim havalanıp, kâğıdı aldı ve o kâğıt o kadar ağır gelmişti ki, kolum aynı hızda yanıma düştü. Başımı anladım der gibi sallarken, bakışlarım zemindeydi. Cenk’e doğru döndüğümde, o bir şey sormadan yürümeye başladı tekrar. Ben de onu takip etmeye.

Uçağa gelip, koltuklarımıza oturduğumuzda kâğıt hala elimdeydi.

“Açmayacak mısın?” diye sordu Cenk. Bakışlarım ona doğru yükseldi. “Açmalı mıyım?” diye sordum. Birisinden destek almam gerekiyordu ve yanımda sadece o vardı.

“Merak ediyorsun, aç bence” dedi omuzlarını indirip kaldırırken. Cenk’in beni hiç anlamamış olması şaşırtmadı. Beni bir tek Hakan anlayabilirdi. Ve burada olsaydı bu ağır yükü elimden alır, önce kendi okur, beni üzecek bir şeyler yazılıysa da, bana yumuşatarak, kendisi okurdu.

Titreyen parmaklarımla, kağıdın katını açmaya başladım.  Okumalıydım. Hakan beni affedene kadar tektim. Ve ben böyle acı şeyleri tek başıma yapmaya zaten alışkındım.

Mavi mürekkepli kalemle yazılmış bir paragraflık yazı vardı. Daha uzun beklemiştim ama kısaydı. Babamın el yazısı mıydı bu acaba? A harfi tıpkı benim yazdığım gibi yazılmıştı.

‘Sevgili kızım, Ezgi’m” diye başlıyordu mektup. O satırda bir süre oyalandı gözlerim. Üç kelimeyi bir kaç defa okudum.

Seni bıraktıktan sonra bir sürü kişiye babalık yaptım. Sen görmedin ama bana baba diyen yüzlerce çocuk var. Çocuk dediğime bakma hepsi kocaman oldular. Bana yardım ediyorlar.  Yüzlerce çocuk bir sen etmiyor ama. Onlara her yardım ettiğimde, her başlarını okşadığımda sana yardım ediyormuşum gibi hissetmek istedim. Vicdanımı rahatlatmak istedim. Ama olmadı. Ne sana gelebildim, ne alev alev yanan içimin ateşini söndürebildim. Affet demek saçma biliyorum. Sadece mecbur olduğumu bilmeni istedim. Sen hiç bırakmak istemedim. Bundan sonra da bırakmayacağım. Her adımında arkandayım. Güvendesin. Seni üzecek hiçbir şey gelmeyecek başına. Senin sevdiklerin de, benim korumam altında olacak. Seni seviyorum canım kızım

İlk bakışta kısa gelen bu paragraf okudukça, içine çekti beni. Sanki yüzlerce sayfası olan bir kitap okuyordum. Okudukça okuyasım geliyordu. Bana yalnız olmadığımı söylüyordu. Elimin tersiyle yanağımı sildim. Bu duygu yabancı değildi ki artık. Hakan beni yalnızlıktan çekip almıştı. Açgözlülük müydü bu? Tek kişinin yalnızlığımı alması yetmiyor muydu da, babamın söyledikleri beni böyle hırpalamıştı.

“Ne yazmış Kenan baba?” diye sordu Cenk. Ağladığımı görmüştü. Onun yanımda olması rahatsız ediciydi.

Ona cevap vermedim ve kağıdı uzattım. Özel değildi sonuçta benim için. Hissettiklerim, bozuk psikolojimin sonucuydu.

Cenk kağıdı birkaç saniye sonra aldı. Ona okuması için izin vermem şaşırtmış olmalıydı.

“Seni çok seviyor” dedi kısa bir süre sonra. Ben onlarca kez okuduğum için uzun sürmüştü. Onun okuması sadece saniyeler.

“Artık bir önemi yok” dedim başka bir yöne bakarken. Bizden başka kimse yoktu uçağın business kısmında. Cenk’le aramızda koridor vardı. Başımı cama çevirip, güneşli havaya baktım. Mevsime göre güneşliydi. Benim de içimde güneşler açması gerekiyordu. Hakan ve kızıma kavuşacaktım. Gerçekten insanların dedikleri hislerimi etkileyecek miydi? İçimdeki bu hesaplaşmalardan da bıkmıştım artık.

“Bizi de önemsediğini biliyorum ama dediği gibi bizi severken başka şeyler düşündüğünü çoğu kez fark etmiştim. Bana seni anlatana kadar bu hissi kendime açıklayamıyorum. Seni öğrendikten sonra, sana yapamadıklarını bize yaptığını anladım.” Dedi. Bakışlarımı ona çevirdim. Bana değil de kendine anlatıyor gibiydi. Dertleşmek mi istiyordu benimle.

“Kıskandım bak şimdi seni” dedi gülerken. Elindeki kâğıdı özenle katlamaya başlamıştı.

“Beni mi kıskandın?” dedim ben de gülerek. Şaşkınlık gülümsemesiydi bu.

“Bir keresinde” dediğinde kâğıdı bana doğru uzattı. Aldım ve bacaklarımın üzerine koydum. Yeri neresiydi bu kâğıdın bilmiyordum. Çöpe mi atmalıydım?

“Kenan babanın yanına geleli bir yıl kadar olmuştu. 18 yaşına girdiğim günlerden biriydi.” Dediğinde sözünü kesip “O nasıl oluyor? Günlerden biri derken?” diye sordum. Komik bulduğum için yüzümde gülümseme vardı.

“Ben doğum günümü bilmiyorum. Kardeşimin doğum gününü biliyorum sadece. Oradan kendi doğum günümü tahmin ediyordum. Haliyle tek bir gün değildi” dedi. O da gülmüştü ama benim yüzümdeki gülüş, bu acı hikâyeden dolayı çoktan solmuştu.

“Kardeşim Mart’ta doğdu. Beş mart. Ben o zamanlar beş yaşına falandım herhalde. Tam bilmiyorum. Beş de olabilir altı da. Belki yedi. Bilmiyorum. Ama onun doğumunu biliyorum. Hatırlıyorum. Annem çok ağlamıştı o doğarken. Önce nefret ettim annemi ağlattı diye ama, sonra kardeş işte. Canımı verecek kadar sevdim onu.” Dedi. Başını önüne eğmişti. Şuan tüm çıplak duygularıyla karşımda duruyordu bu adam. Bana neden anlatıyordu ki? Ona hiç yakın davranmamıştım. Beni yakın hissetmesinin sebebi babam mıydı?

“Nerede şimdi, onu hiç görmedim” dedim merakla.

“Öldü.” Dedi fısıltıyla. Sonra başını kaldırıp bana baktı. “Daha on yaşındayken öldü. Hem o hem annem” dedi.

“Ben, şey… Bilmiyordum, özür dilerim” dedim mahcubiyetle. Bu dünyada tek acı içinde büyüyen çocuk ben değildim. Çoktular, çoktuk.

“Özür dilenecek bir şey yok.” Dedi gülümseyerek. Samimiydi gülümsemesi. Bu beni rahatlatıyordu.

“Sonra ne oldu?” diye sordum. Geçmişine ilgili olmam onu sevindirmişti. Ama ben bunları babam için merak ediyordum. Onu affedebilmem için küçücük de olsa bir umut arıyordum söylediklerinde. Ama yoktu. Bunların hiç biri beni cehennem gibi o eve bırakmasının sebebini açıklamıyordu.

“Sonra…” dedi derin bir nefes alırken. “Benden küçük diğer çocuklarla birlikte pasta üflemek için hazırladık evi. Baban bize o zamanlar bir apartman kiralamıştı. Üç katlı binada onlarca çocuk birlikte kalıyorduk. Mutluyduk. Sokaklardan kurtulmuştuk. Babana minnet duyan o kadar çocuk var ki, görsen şaşırırsın.” Dedi. Gülümsedim acıyla. Tüm dünyanın çocuklarına bakacak kadar geniş yürekliydi, ama öz kızına bunu göstermekten de acizdi işte.

 “Pastayı üfleyeceğim zaman, Kenan baba geldi. Onu çok sık görmezdik. Çok nadir uğrardı. Hatta onu hiç görmemiş çocuklar bile vardır. Benim doğum günlerimden birine gelince havalara uçmuştum. Elinde bir sürü oyuncak vardı. Ve çoğu kızlar için olan oyuncaklardı. Ve biz o bina da hep erkek kalıyorduk. Kızlar başka yerlerdeydiler. Yanlış getirdi herhalde diye düşünmüştük, ama öyle değildi. Hep kız oyuncakları almıştı. Bana pembe saçlı bir bebek hediye etmişti mesela. Ben on sekiz yaşına girmiştim ve hediyem pembe saçlı bir oyuncak bebek. Düşünebiliyor musun?” dedi kahkaha atarak.

“Neden peki, çok saçma” dedim ben de. Şaşkınlıkla onun gülmesine karşılık verdim.

“Senin yüzünden işte” dedi kızgın bir ses tonuyla. Ama gülüyordu da. Kaşlarım çatıldı. “Benimle ne alakası var?” diye sordum sitemle.

“O zamanlar anlamamıştım ama sonradan anladım. Senin doğum gününü kutluyordu. Her denk geldiği doğum günü, sana yapamadıklarını hatırlatıyordu ona. Sen hep küçük kız çocuğu olarak kalmıştın zihninde. Sana alıyormuş gibi, bize veriyordu o hediyeleri.” Dedi.

“Direkt bana verebilirdi. Ben hep onun bıraktığı yerdeydim. Hiçbir yere gidemedim.” Dedim öfkeyle. Kırgındım. Bu kırgınlık geçmeyecekti. Hiçbir neden bu kırgınlığı alıp götürmeyecekti içimden.

“Sana gelmemesinin nedeni vardı Ezgi. Biliyorum bunu kabul etmek senin için zor ama, tanıdın artık o üç adamı. Neler yapabileceklerini. Baban seni onlardan korumak istedi. Yokmuşsun gibi yaşamanı istedi. O yüzden olanlara izin verdi.” dedi.

“Ne kadarını biliyor peki?” diye sordum. Babamın beni ne zamandan sonra takip ettiğini merak ediyordum.

“Amcanın sana yaptıklarını bilmiyordu. Bana bir keresinde abimin kötü biri olduğunu biliyordum ama bu kadarını hayal bile edemezdim demişti.  Senin Cem’le nişanlandığında öğrendi her şeyi. O saatten sonra da her adımını takip ettirdi bana.” Dedi.

“Haberi yoktu yani” dedim ifadesizce. “Evet yoktu. Olsaydı ne olursa olsun seni almaya gelirdi.” Dedi heyecanla. Öfkeyle ona doğru döndüm.

“Amcamın bana yaşattıkları Cem’in yaşattıklarından az kalır. Cem’i biliyorken gelmemiş işte” dedim. Sesim düşündüğümden yüksek çıkmıştı. Umurumda da değildi.

“Masal anlatıyorsun sadece” dedim. Ses tonum düşmüştü, ama ciddiyetinden de uzaklaşmıştı.

“Cem senin yanındayken gelseydi, ölürdün” dedi. Hayretle bana bakıyordu. Verdiğim tepki normaldi. Onun çok sevdiği Kenan babası, benim için hiçbir şey yapmamıştı. Öz babam olmasına rağmen.

“Komiksin” dedim histerik bir kahkaha atarken. Kafayı yemek üzereydim. Çölde susuz kalmışım gibi, Hakan’a muhtaçtım. Beni bir tek o anlardı. O hak verirdi.

“Peki, zamanla anlarsın zaten” derken, sırtını koltuğa bıraktı. Bundan sonrası sessiz bir yolculuk olmuştu. Benim kadar o da bana sinir oluyordu. Bunu anlamıştım.

Uçak piste indiğinde, yine konuşmadan uçaktan indik. Gerçekten İstanbul’ da mıyız? ” sorum sessizliği bölmüştü sonunda. Başını evet anlamında aşağı yukarı salladığında, etrafa göz gezdirdiğini fark ettim. Ciddileşmişti. Bu surat ifadesi, onunla ilk tanıştığımızdaki ifadesinin aynısıydı. Diken üzerindeydi ve her şeyi kontrol etmeliydi. Hakan buradaydı. Bana bir şey olmazdı.

Valizlerimizi aldıktan sonra, birini bana diğerini kendine aldı. Boşta kalan elini belime yerleştirdi ve bana yön vermeye çalıştı.

“Uslu dur, dikkat çekmeyelim” dedi kulağıma doğru. “Usluyum gördüğün gibi” dedim fısıldayarak ve ardından güldüm. Mutluydum. Her ne olursa olsun.

Bana göz ucuyla baktıktan sonra, başını sağa yatırıp sabır diledi. İşte yine olmuştu. Birisine benziyordu. Bu hareketi yapınca tekrar aklıma geldi. Ama kimdi?

“Otoparka gidiyoruz” dedi gözü yine şahin edasıyla havaalanını keserken.

“Tamam” dedim ve onun iri hızlı adımlarına ayak uydurmaya devam ettim. Otoparka geldiğimizde siyah bir cipi elindeki kumandayla açtıktan sonra ön kapıyı benim için açtı. Hareketleri hızlıydı. Ben de ona ayak uyduruyordum ve bunu neden yaptığıma dair en ufak bir fikrim bile yoktu.  Beni oturtup, kapıyı kapattıktan sonra, valizleri bagaja yerleştirdi ve koşar adımlarla şoför koltuğuna geçti.

Arabayı çalıştırıp, hızlı bir manevrayla köşeyi dönüp, otoparktan dışarı çıktı.

“Neden böyle davranıyorsun? Bir şey mi oldu?” diye sordum. Emniyet kemerine sarılmıştı kollarım.

“Nasıl” dediğinde, önümüzdeki arabayı da solladı.

“Neden acele ediyoruz?” diye sordum bağırarak. “Korkuyorum yavaş sür” dedim.

“Acıktım çünkü bir an önce bir şeyler yemem lazım.” Dediğinde, arabanın hızı falan zihnimden uçup gitmişti. Emniyet kemerini sıkı sıkı tutan ellerimi serbest bıraktım ve onun yüzüne hayretle bakmaya başladım. O aynı hız da devam ediyordu arabasını sürmeye.

“Manyak mısın sen?” dedim. “Aklıma neler neler geldi” diye devam ettim. “Birileri peşimizde sandım. Her an silahlar patlayacak sandım. Senin koşuşturmana ayak uydurdum. Aptal” diye bağırdım.

“Peşimizdeler zaten” dedi gülümseyerek. “Ama o önemli değil, yemek yememiz lazım. Hem tuvalete de gitmem lazım Ezgi” dedi kıvranarak.

“Kim peşimizde nasıl önemli değil. Cenk dur artık. Ne saçmalıyorsun” dediğimde çaresizce sırtımı koltukta dikleştirip arkama bakmaya çalıştım.

“Peşimizdekiler, bize zarar verecek birileri değil merak etme.” Dedi gülerek. Kaşlarım çatıldı. 

“Kim?” diye sordum tekrar. Sesim yüksekti, ama Cenk’in bunu pek kafaya taktığını sanmıyordum.

“Hakan’ın adamları” dedi.

“Hakan beni mi takip ediyor” diye sordum. Heyecanım sesime yansımıştı.

“Ezgiii” sonunu uzatarak ismimi söyledi dalga geçer gibi. “Şehir Hakan’ın. Her geleni takip ederler. Adamlar bizi senin yüzünden değil, benim belimdekinden dolayı takip ediyor” dedi ve göz ucuyla bana bakarken, göz kırptı.

“Beni tanımışlardır” dedim. “Hatta Hakan’ın da haberi olmuştur.”

“Beni söylemişlerse Hakan’a, sen yanımda ol ya da olma beni görmeye geleceği kesin” dedi gülerek.

“Niye seni görmeye gelsin be! Beni görmek için gelir gelirse” diye söylendim ve kollarımı göğsümde bağlayıp, sırtımı koltuğa bıraktım. Saçmalıyordum, Cenk’i kıskanıyordum. Kahretsin!

Cenk’in kahkahası arabanın içinde yankılanmaya devam ediyordu. Onu böyle eğlendirmiş olmak, canımı sıkıyordu.

“Kes artık!” dedim dişlerimin arasından. Ama onun durmaya pek niyeti yok gibiydi.

“Hakan bana âşık sanırım Ezgi, seni değil beni bulmaya gelecek” dedi kahkahalarının arasında. Gözlerimi kapattım sıkı sıkı. Dişlerim de aynı şekilde sımsıkıydı.

“Cenk” dedim sakince. O da kahkahasını biraz azaltıp, merakla bana doğru verdi dikkatini.

“Sus artık!” sakinliği muhafaza etmiştim sesimde.

“Tamam tamam” dedi, son gülüşlerini dudaklarından bırakırken.

“Bir şey olmadan bir an önce gidelim. Başka bir şey istemiyorum” dedi gülümsemesi yavaş yavaş kesilirken.

“Ben de” diye mırıldandım. Ben de bir şey istemiyordum. Bir an önce Hakan’ın ve kızımın yanına gitmek istiyordum sadece.

Yaklaşık birkaç dakika süren sessizliği bozan araba lastiklerinin asfaltta çıkardığı ses oldu. Cenk frene sonuna kadar basmış, vücudum kemere rağmen, arabanın göğsüne kadar ilerlemişti. Öfkeyle Cenk’e döndüğümde, onun da benden eksik kalır yanı yoktu. Tek fark vardı, o bana değil, dışarı bakıyordu. Onun baktığı yere doğru bakışlarımı çevirdiğimde karşımda gördüğüm kişiyle dudaklarım iki yana kıvrılmıştı.

“Adem” diye mırıldandım. Öfkem buhar olup uçmuştu bile. Arabadan inmek için, kolumu kapıya doğru uzattığımda, Cenk diğer kolumu tutarak beni engelledi.

“Bekle” dedi ciddiyetle. Göz devirdim.

“Onları tanıyorum” dedim kendime güvenerek. Kolumu ondan kurtarmak için çektim, ama izin vermedi.

“Onlar seni tanımıyor Ezgi” dedi Cenk. Bakışları hala dışarıdaydı.

“Ne saçmalıyorsun? Adem işte. Beni gayet iyi tanıyor, ben de onu” dedim. Öfke yavaş yavaş yükselmeye başlamıştı tekrar kanımda.

“Ezgi” diye bağırdı bu kez. “Arabada kalacaksın. Beni bekle” dedi. Son uyarısını yaparken, yüzünü bana çevirmişti. Bu bakışları sanki ilk görüyordum onda. Öfkenin başka bir boyutuydu bu ve beni ürkütmüştü. Sanki bir canavardı ve ben bir canavarın yanında oturuyordum.

Ona cevap bile veremedim. Bakışlarına karşılık verecek bir cevabım yoktu. Bakışlarını benden çekip elini beline götürdü ve silahını çıkardı. Korkum daha da çoğalmıştı.

“Buna gerek yok” dedim endişeyle. Elimi bacağına koydum ve arabadan inmesini engellemek istedim, ama o bana cevap vermeden arabanın kapısını açtı ve aşağı indi. Adem, arkasındaki adamlarla dimdik duruyordu Cenk’in karşısında. Ellerini arkasında birleştirmişti.

Cam açıktı ve konuşmalarını duyabiliyordum.

“Ne var lan!” diye bağırdı Cenk. Sesi hiç tanıdık değildi.

“Sakin ol şampiyon. Kimsin diye bakmaya gelmiştik” dedi Adem ve sonra bana doğru döndü. Göz kapaklarını kıstı ve birkaç saniye öylece bana baktı. Daha sonra tüm dikkatini tekrar Cenk’e verdi.

“Öğrendin, çekil hadi” dedi Cenk sıkıntıyla.

“Tabii, çekiliyoruz hemen” dedi Adem. Bana bir daha hiç bakmadı. Cenk belindeki silahı çevik hareketle tekrar beline soktu ve arabaya bindi. Ve bana doğru döndü.

“Bak gördün mü, zarar vermezler demiştim. Seni görmesi yetti.” Dedi gülerek.

“İyi misin sen?” dedim şaşkınlıkla. “Beni tanıdıklarını sana söylemiştim” diye devam ettim.

“Farklı biri olabilirdi. Silahla öyle gelince, tanımadılar sandım. Kızma boşuna” dedi ve arabayı çalıştırdı tekrar.

“Beni ne kadar korkuttuğunun farkında mısın sen? Geri zekâlı” derken koluna bir yumruk attım.

“Ahhh!” diye yalandan bağırdığında daha da öfkelenmiştim.

“Bunu bir daha yapma” diye bağırdım.

“Neyi” dedi keyifli bir ses tonuyla.

“Bir daha bana o şekilde bakma” dedim.

“Ne şekilde” diye sorarken sesindeki keyif, yerini meraka bırakmıştı.

“Canavar gibi” dedim uzatmadan.

Arabayı durdurdu yavaşça. Ve bana döndü. İfadesi garipti. Şaşkınlık da vardı, korku da, alay da…

“Sen” dedi duraksadı. “Sen, hiç hayatında canavar gördün mü ki, nasıl baktığını biliyorsun” dedi birden. İfade karışıklığı yaşama sırası bendeydi. Şuan ne hissettiğimi ben bile bilmiyordum. Tek bildiğim bu adamın yanında artık kalmak istemediğimdi. Canımı sıkıyordu artık iyice.

Onun kahkahaları devam ederken “Kes!” diye bağırdım ama bu onu engellemeye yetmedi. Kapıyı açmak için yeltendim, ama kilitli olması bu girişimimi boşa çıkardı.

“Ya sesini kes, ya da inmeme izin ver” dedim acıyla. Öfkeli değildim. Ağlamak üzereydim. Sesimin titreme sebebi buydu.

Sustu, “Ezgi” dedi ilgili bir sesle. Boğazıma dizili düğümleri yutkunarak açmaya çalışıyordum ama imkânsızdı. Üstüne yeni düğümler ekleniyordu sanki.

“Şaka yaptım be kızım” dediğinde, avuç içini saçlarına sürttü. Onun bu ilgili yaklaşımı beni rahatlatmıyordu. Kendimi o kadar kasıyordum ki, sonu kötü bitecekti. Ama bu kasılmayı ben yönetmiyordum ki. Bedenim benden bağımsızdı şuan. Krizlerim tekrar gelmişti. Önce babamın yanında,  şimdi de burada. Kahretsin! Hakan’ın karşısına iyileşmiş bir şekilde çıkacakken, şimdi daha da kötüye gidiyordum sanki. Bir yıldır bastırdığım tüm duygular beni yenmek için sıraya girmişti sanki.

“Ezgi” dedi tekrar. Ama sesi o kadar uzaktı ki, ben arabadan inip yürümüş müydüm acaba? Bedenimdeki sertlik iyice çoğalmıştı.

Sonra bir kez daha adımı duydum. Var yok gibi. Ama özlediğim, hasretle duymayı beklediğim o ses. “Hakan” demek istedim, ama dudaklarım kıpırdamadı. Sesler biraz daha yakınımdaydı şimdi.

 “Alın bu şerefsizi” dediğini duydum. Sonra tekrar adımı söylediğini. Ve buz gibi katılaşmış tenimi ısıtıp eriten dokunuş. Yanağımdan tüm vücuduma doğru alev alev ilerledi. Tüm sertliğimi aldı ve beni pamukların içine bıraktı sanki. Gözlerim… Neden kapalılardı. Araladım usulca. Karşımda o vardı. Hakan…

Bölüm sonu...

Temmuz 30 (8 ay sonra)

Bugün canım bir şey yapmak istemedi Ezgi. Pazar bugün. Tatil verdim kendime. Sen gelene kadar ne dinlenecektim, ne yemek yiyecektim. Hepsi hayatta kalabileceğim kadardı. Söz vermiştim sana. Haberin yok ama, bu defteri sana verdiğimde öğrenmiş olacaksın.

Sahi, seni bulduğumda, yani eskisi gibi yanı başımda olduğunda beni yaptıklarım için affedersin değil mi?

Affetmesen de olur, ben seni hep seveceğim

Continue Reading

You'll Also Like

1M 57.3K 24
"Benim adım yok Narin, gölgem yok, ayak izim yok." dedi umutsuzca. "Olsun!" dedim omuz silkerek. Onun aksine umarsız çıkıyordu sesim. "Adını dilim...
175K 16.1K 45
Kerem Aktürkoğlu & Kumsal Yıldız
338K 12.7K 62
Bir hastasına iyilik yapmak isteyen Ahu, hastane kayıtlarından aldığı numarayı yanlış girip bir komutana yazarsa ne olur? Nerden bilebilirdi ki bu ka...
120K 6.4K 18
"ya siz kafayı mı yediniz çocuk daha o çocuk iki gün önce papucu yırtıldı diye ağlayan kızı gelmiş bana koynuna al diyorsunuz o yetmezmiş gibi bid...