Tarumar

By mcagrak

282K 12.5K 3.6K

Meltem aşık olduğu adamdan bilerek hamile kalıp, evlenir. Ailesi onu bir kalemde silerken o sevdiği adama kav... More

1. YERLE YEKSAN
2. KIRIK HİSLER
3. KİRLİ SAYFA, BEYAZ MÜREKKEP
4. SAVAŞAN BEDENLER
5. ÖZLEMLE KUTSANMIŞ KALPLER
6. YANLIŞ DÜŞÜNCE
7. KÖRDÜĞÜM OLMUŞ İP
9. KIVILCIM
10. YANGIN
11. GEÇMİŞİN ESİNTİSİ
12. ÖLDÜREN DEJAVULAR
13. KALP KIRIKLIĞI
14. AF
15. BABA
16. AİLE, EV, YUVA
17. GERÇEKLER
18. KAYIP
19. YENİ BİR BAŞLANGIÇ
20. SON ARZUM - FİNAL

8. KIRMIZI ARABA

12.4K 747 465
By mcagrak

Bölüm Sınırı: 400 oy 400 yorum

Sınır geçilmediği sürece bölüm gelmeyecek. Alıntı gibi birçok şey için beni takip etmeyi unutmayın. Keyifli okumalar.

instagram

kitaplar için: yremyorts

8. BÖLÜM

KIRMIZI ARABA

Gözünü kapattığın an beliren kişi senin hayatındır, derdi ananem. Gözlerimi kapatmış öylece bekliyordum, onun siluetini. Selim Efe, karşımda gülümsüyordu. Her zamanki gibi gözlerini kısmış, gülümsediği için yanaklarında oluşan çizgiler ve en önemlisi elleri... Elleri, ellerimdeydi. Gözlerimi kapattığımda ilk gördüğüm kişi Selim Efe'ydi. Onun gülümseyen suratı.

Gerçek bir kez daha yüzümü en sert şekilde çarptığında alt dudağımı dişleyerek araladım mavi gözlerimi. Derin bir nefes çektim içime, kendime gelebilmek adına. Gözlerim, boş koridordaydı. Kapıya yaklaşan sesleri duyuyor ama hiçbir uzvumu hareket ettiremiyordum. Donuk kalmıştım sanki, burada. Bir nefes kadar yakınımdaydı, aşk. Bunu hissediliyordum, anlıyordum. İki elimi de kaldırıp yüzüme götürdüm ve birkaç kez sıvazladım. Elimin nemlendiği hissediyordum ve bununda yaşadığım stresten kaynaklandığı biliyordum. Histerik bir nefes çıktı dudaklarımın arasından. Dengem bozuluyordu. Bozuyordu. Selim Efe.

Sesle iyice yaklaştığında olduğum yerden ayrılarak hızla mutfağa gittim. Beni, orada, öyle görmemeliydi. Elime aldığım bardağa su doldurdum ve tek dikişte hızlı hızlı içtim. Öyle korkaktım ki kendime yenilmekten bile korkuyordum. Kendime ya! Kendime!

Ev o kadar sıcaktı ki üzerimde tişörtü çıkartıp bir kenara atmamak için zor duruyordum. Kapının açılması sesiyle olduğum yerde doğruldum istemsizce. Bir köpek kulaklarıma onlardan gelen herhangi bir sese kabarttım. İkisinin de keyfi son derece yerinde bir şekilde gülüyorlardı. Şen kahkahaları, eski evimin duvarlarında çınlıyordu. Gözümden çeneme doğru yol alan ıslaklık hissettiğimde elim şaşkınlıkla havaya kalkmış, ıslak olan yere gitmişti. Çoktan açık dudağıma kadar gelen yaşın tuzlu tadını dilimde hissettim. Ağlamış mıydım ben az önce? Peki neye?

Kendine gel Meltem. Kendine.

"Anne!" diye yanıma doğru koşarak gelen oğlumla beraber kendime gelmek adına gözlerimi kırpıştırdım ve bu saçma andan ya da kâbustan kurtuldum. Bir dizimi yere dayadığımda diğerini kıvırmıştım. Yüzüme yerleştirdiğim en samimi gülümsememi sundum sıcaktan ve terden ıslanan, kızaran yüzüne. Hafice öne eğilerek elimi alnına yapışmış olan saçlarını yana doğru okşayarak çektim. "Bugün o kadar güzeldi ki!" diye devam etti Rüzgar. Heyecandan hızlı hızlı nefes alıp veriyordu. "Ali'nin doğum gününü kutladım, dans ettik, oyunlar oynadık. Çok güzeldi anne..."

Kaşlarımı kaldırarak ona baktım. "Bak sen... Eee arkadaşına hediye verdin mi?"

Başını çevirerek gözlerini benden kaçırdı. "Anne veremedim ki ben... Biliyorsun bizim paramız az, bende sarıldım sadece, doğum günün kutlu olsun dedim. Param olsaydı ona böyle kırmızı bir araba alırdım. En güzelinden hem de."

"Sen arabaları çok mu seviyorsun aslan?"

Gelen tok ve kalın sesle bakışlarımı hemen kapıya doğru çevirdim. Ellerini uzun bacaklarını saran siyah kot pantolonun cebine sokmuş, kapına pervazına da yaslanarak bize, daha doğrusu Rizgar'a bakıyordu.

"Evet, Selim abi ama benim hiç yok. Hep marketlerde ya da televizyondan görüyorum. Ama annem bana söz verdi, alacak parası olduğunda." Bakışları bana döndü Rüzgar'ın. "Değil mi anne?"

Saçları severken gözlerimi açıp kapattım. "Öyle annem."

"Eee ben annenden önce sana alırım." diyen Selim Efe'le bakışlarım onun bana buz gibi bakan ela harelerine çevirdim. Öyle soğuk bakıyordu ki yutkunmadan edemedim. "Hatta gel benimle, şimdi alıp gelelim."

Gözleri fal taşı gibi kocaman olan Rüzgar, "Gerçekten mi Selim abi?" diye sordu şaşkınlıkla.

Selim Efe bize doğru büyük adımlarla geldi ve o da benim gibi yere dizini koyarak çömeldi Rüzgar'ın karşısına. "Tabii oğlum, bizde yalan olmaz. Hem arkadaşına da alırsın o çok istediği kırmız araban."

Oğlum mu?

Gözlerimi kırpıştırdım hızla, sonra tüm dikkatimi vererek Rüzgar'ın tepkisine baktım. Ona oğlum demişti. Belki de fark etmedi, öyle ağzından fütursuzca çıkmıştı ama söylediği kişi, babasının ona bir kez olsun bile oğlum demediği çocuktu. Öyle herhangi biri değildi. Rüzgar'dı.

Güçlükle yutkunarak mavi gözlerini Selim Efe'de tuttu. "Oğlum mu?" diye sordu titreyen sesiyle. "Ama sen benim babam değilsin ki..."

Selim Efe, kaşlarını çatarak baktı Rüzgar'a. Dudaklarını araladı, ancak bir şey diyemeden kapattı. Ağzından çıkan her kelimeye ne kadar dikkat etmesini anlamıştı çünkü. Rüzgar, ondan gelecek cevabı beklerken Selim Efe susuyordu yalnızca. "Bak Rüzgar," yavaşça, onu ürkütmek istemiyordu. Yanlış bir şey söylemeden önce freni almış gibiydi. "Sen benim oğlumsun, bunun için baban olmama gerek yok. Ve annen söylemedi, birlikte söyleriz diye düşünüyordum ama şu ana kısmetmiş. Biz evleniyoruz annenle. Sen, annen ve ben aile olacağız. İstersen bana baba de, istersen de abi ama bilmelisin ki ben seni oğlum gibi değil, oğlum olarak görüyorum." Elalar hareleri kapsayan bakışları bana kaydı. "Annen... Annen çok başka ve ben bunu çok geç anladım. Onu hayatımda istiyorum, aynı şekil senide."

Göğsümde biriken ağrı bu sefer stresten değildi, mutluluktandı. Selim Efe bütün kelimeleri özenle seçerek konuşmuştu. Dudaklarım aralandı söyledikleriyle, onunla göz göze gelmek bile felaketim gibiydi. O ateşti, ben ateştim. İkimizde yanıyorduk ama bilmiyordu ki onu ateşinden daha fazla yakabilecek güçte olduğumu... Rüzgar bir şeyler söylememi beklercesine bana baktı mavi gözleriyle.

"Anne," dedi soluk bir sesle. "Doğru mu evlenecek misin?"

Alt dudağımı yalarken ona doğru eğildim ve dudaklarımı alnına bastırdım. "Doğru bir tanem." Dedim sıcak bir sesle, gözlerim gözlerindeydi geri çekildiğimde. "Selim Efe abinin dediği gibi ona baba demek zorunda değilsin ama bilmelisin ki o seni gerçekten çocuğu olarak görüyor."

Gözleri kızarmaya başladı Rüzgar'ın. "Sen beni daha mı az seveceksin?"

"O nereden çıktı?"

"Selim abi sevdiğin için evlenmiyor musun?" diye sorduğunda kocaman bir dumura uğradım. Ne diyecektim şimdi? Hayır, sevmiyorum diyemezdim. O zaman neden sevmediğin biriyle evleniyorsun diye sorardı. Haklıydı da. Seviyorum desem... Yalan olurdu. Başka yolu yoktu, yalan olurdu sadece.

"Bak ben," dediğim sıra Selim Efe'nin sesi duyuldu yanı başımdan.

"Annene aşık oldum Rüzgar." Başımı ona çevirdim anından. Kalbim öyle hızlı atıyordu ki dediklerini önce algılayamadım. Doğru muydu az önce duyduklarım? Annene aşık oldum Rüzgar. Bunu o demişti değil mi? Evet, o demişti. Bana bir kez olsun dönmeyen gözleri kararlıkla Rüzgar'a bakıyordu. Alt dudağını ıslattıktan sonra gülümsedi gerginlikle. "Ben öyle bir aşık oldum ki bak," dedi gözleri evin içinde gezinirken. "Buraya kadar geldim." Rüzgar'a geri dönmüştü gözleri.

"Aşk mı?" diye sordu Rüzgar safça. "O nasıl ki?"

Selim Efe daha çok gülümsedi. "Çok fena bir şey. İnsanda akıl bırakmıyor. Düşüyorsun kalbini attıran kişinin peşine, o nereye sen oraya."

"Senin gibi mi Selim abi?"

Selim Efe başını salladı. "Benim gibi aslanım." Ona bakarken kalbim öyle hızlı atıyordu ki göğüs kafesimi her an delip onun avuçlarının içine düşebilirdi ama Selim Efe sözlerinden yanı sıra yüzü duvar gibiydi. Belki de bana öyle geliyor, kafamda kuruyordum. "Ben çok pis tongaya geldim. Aman deyim sen dikkatli ol. Bu kadın milleti o kadar fena bir şey ki kendisi bile fark etmeden insanı parmağında oynatır. Fark ettiğinde, sen düşün neler yapar."

Rüzgar güldü, Selim Efe'nin sözleri. Bakışları bana kaydığında dudaklarındaki gülümseme yavaşça soldu ve bana doğru eğilerek yanağıma sıcak dudaklarını bastırdı. "Annem benim öyle şeyler yapmaz Selim abi." Dedi kendi geri çekerken, gözleri Selim Efe'deydi. Ona ikna etmek ister gibi bakıyor, bakışları kaçırmıyordu.

"Ah, bilsen fark etmeden bana neler yaptığını..."

Selim Efe, ağzının içinde bir şeyler geveledi ama öyle kısık, anlaşılmazdı ki dedikleri bir şey anlamayı geç yakıştırma bile yapamadım. Yerinde doğrulduğunda elini Rüzgar'a uzattı tutması için. "Hadi oğlum." Dedi yavaşça dudakları kıvrılırken. Pencereden sızan güneş, ela gözlerini daha parlaklaştırıyordu.

Yeşil, kahverengi ve sarının hakim olduğu ela gözler... Mavi veya yeşil gözler renkli göz olarak sayılırdı ve bun renklere sahip kişiler bilmem kaç adım hayatlarına önde başlıyordu. Bunu ben demiyordum, dünya diyordu. Sosyal medyada postlarda, mahallede, okulda, her yerde böyle kabul ediyordu. Dudaklarım histerik bir şekilde kıvırıldı çünkü insanların Selim Efe'nin ela gözlerinden haberi yoktu. Öyle güzeldi ki gözleri... Hele bakışı... Kalbime zarardı. Göğsümün altında yatan kalbimi tekrar attırmıştı. Korkuyordum. Ondan değil, kendimden.

"Selim abi," dedi Rüzgar, uzatılan elini tutarken. Başını kaldırmış mavi gözleri bir şey söylemeden önce masumlaştırdığı bakışlarıyla Selim Efe'ye bakıyordu. Küçük, okka burnundan derin nefes aldığında dudaklarını birbirine bastırıp açtı. "Sana bir şey söyleyebilir miyim? Daha çok isteyebilir miyim?"

"Tabi, istediğini sorabilirsin. Sormana gerek yok." Selim Efe kendi söylediklerine göz devirdi. Çünkü Son söylediği cümleyle ilk söylediği cümle birbiriyle çelişiyordu. Haliyle Rüzgar da anlamamıştı.

"Nasıl yani?" diye sordu şaşkınlıkla karışmış meraklı sesiyle. "Sorayım mı, sormayayım mı Selim abi?"

"Sor abim sen, sor. Benim kafam karıştı. Söylemek istediğim cümleyi bağlayamadım sonuca. İstediğini sorabilirsin, ama sormak istediğin bir şey varsa bana sorabilir miyim diye sorma. Ondan başka her şey sor." Gülümseyerek belini eğdi ve Rüzgar'ı tek hamlede kucağına aldı. Kaşlarını kaldırdı. "Anlaştık mı?"

Rüzgar, başını sallayarak bana kaçamak gözlerle baktığında başımı eğdim gülümseyerek. Sonra yerimden doğrulduğumda aramda bir iki adımdan fazla mesafe olmayan ikilinin bir adım atarak yaklaştım, elimi kaldırıp Rüzgar'ın yanağına koydum. "Sorsana annem, niye çekiniyorsun?"

"Çekinmiyorum anne..." diye mırıldansan da yüzü daha fazlasını söylüyordu. Gözlerini Selim Efe'ye çevirdi. "Selim abi, ben sana abi demesem?"

Anında kaşlarımı çattım. Selim Efe'nin cevap vermesine beklemeden ben konuştum. "O ne demek Rüzgar? O senden büyük, tabii ki de abi diyeceksin." Sözlerim, yüzüm kadar katıydı. Bu konuda tahammülüm yoktu.

Çıplak kolumda tüy kadar yumuşak bir el hissettim gözlerim bu sefer ela harelin sahibine döndü. Kaşları hafif gözlerinin üstüne düşmüştü. "Meltem, çok üstüne gidiyorsun. Ne demek istiyorsa desin."

"Gerçekten mi Selim abi?"

"Rüzgar!" dedim uyarı dolu sesimle, Selim Efe'nin biraz önce dediklerini duymazlıktan gelirken. "Ben sana ne diyorum?"

Rüzgar, başını eğdiğinde mavi gözlerinin altından baktı. "Ama sana söylemiyorum ki ben..."

Gözlerimle hayretle koskocaman açılırken dudaklarım arlandı balık gibi. Yan tarafımdan gelen gür erkek kahkahasıyla daha çok alabora oldum. "Öyle olsun Rüzgar bey." Dedim alınmış bir sesle. "Buna da eyvallah."

"Anne sen eyvallahı nereden biliyorsun?"

"Sen beni ne sandın? Bilirim ben."

Rüzgar gülerken Selim Efe kulağımda doğru eğilmiş, sıcak nefesini kulağımın arkasına üfleyerek konuşuyordu. "Bana da bir eyvallah dersin o zaman."

Kalbim hızlanmaya başlarken yan gözlerle ona baktım ve başımı yana yatırarak onun gözlerine baktım. O ela harelerine resmen bağımlısı olmuştum. Benim başımı yana yatırmamla eğik başıyla benim aramda birkaç santim mesafe vardı. Yanımızda Rüzgar yokmuş gibi gözlerimiz birbirimize tutundu sımsıkı. Ne ben ne o ayırdı. "Sen önce," dediğimde bakışlarım nemli dudaklarına kaydı. istemsiz dudaklarımı bende dilimle ıslatma gafletine düşmüştüm ki onunda bakışları anında benim dudaklarıma düştü. "Biraz önce dediğin şeyin hesabına ver Selim efe." İsmini bastırarak söylemiştim.

Gülümsemek ile gülümsememek arasında gidip geldi dudakları, sonra –miş gibi yaptı. "Verecek bir hesap olduğunu düşünmüyordum." Dedi tok sesine rağmen kısık sesle. Başını birden bende uzaklaştırarak Rüzgar'a döndü. "Söyle aslanım şimdi sen, ne söylemek istiyorsan."

Rüzgar, Selim Efe'den aldığı cesaretle konuşmaya başladı. "Selim abi, ben sana abi demek istemiyorum." Selim Efe ve ben, Rüzgar'ı pür dikkat dinliyorduk. "Sen bana nasıl oplum dediysen, bende sana baba demek istiyorum. Biliyorum, benim babam sen değilsin. Benim babam Ufuk. Keşke sen olsaydın Selim abi, sen beni seviyorsun. Babam beni sevmiyor, babalar evlatlarını sevmez mi? Anneme soruyorum, sever diyor. O zaman ben neden hiç hissedemedim. Hep annemi ağlatıyordu, beni üzüyordu. Sevmiyordu işte. Sevse üzmezdi. Ama sen öyle değilsin, bak geldin buraya annem için. Hatta benim için. Arabam yok diye araba almaya kalktın. Sana yalan söyledim ben, annem bana eskiden alıyordu ama ben hemen bozardım. Sürekli alamazdı. Bozma, kırma derdi bana. Ben dinlemiyordum. Ama araba olunca dayanamıyorum ben, n'apim..?"

Selim Efe, ona şaşkınlıkla bakıyordu, benim gibi. Sokakta koşup oynayacak, tek derdi oyunda ebe olmamak için ne yapması gerektiği yaşta bunları düşünüyordu. Sen bize ne yapmıştın Ufuk... Sen oğluna ne yaptın... Selim Efe öyle sesli yutkundu ki, o yutkunuş sesi kulaklarımda çınladı. "S-sen gerçekten demek istiyor musun Rüzgar? Bak ben sana oğlum dedim diye kendini zorunda hissetme." Sesi temkinliydi. Ama ondan gelecek cevabı deli gibi merak ediyordu. Göz bebekleri yine büyümüş, ela harelerini kapatmıştı.

"Eminim, Selim abi. Sana baba demek istiyorum, çünkü seni babam gibi hissediyorum."

Selim Efe o an Rüzgar'ın başının arkasına elini koydu ve kendin öyle bir hızla çekti ki Rüzgar'ın başı direkt Selim Efe'nin boynuna düştü. Elleri, Rüzgar'ın saçında geziyordu. Gözleri ışıl ışıl parlarken, her an nefesi kesilecek gibiydi. Dudaklarında kocaman gülümse peyda olmuştu. "Tabii diyebilirsin Rüzgar, sen benim oğlumsun. Bende senin babanım. Ben seni seviyorum." Rüzgar'ın kafasına erkeksi öpücük kondurdu. "Sen oğlumsun benim, oğlum!" diye kendi kendine tekrara alan plaklar gibi konuşmaya devam etti. "Oğlum!"

"Baba." Dedi Rüzgar tek nefeste, kendini geri çekerken. "Sen benim babamsın. Beni sevmekten vazgeçme olur mu?"

"Vazgeçmem, ben senden vazgeçer miyim hiç?"

"Babalar geçmez."

Selim Efe başını salladı, onaylarcasına. Dudaklarındaki tebessümle konuştu. "Geçmez. Babalar geçmez, oğlum."

Gözlerimin yandığını hissettiğimde onlara arkamı döndüm ve çıktım oradan. Biri oğlum demişti biri baba demişti. Benden önce birbirlerini sahiplenmişti. Asıl şaşırdığım Rüzgar olmuştu. Evlenmemizi bu kadar kolay kabul etmesini geçmiş ona baba diyecek kadar kendini yakın hissetmesi, daha doğrusu babası olarak görmesi şaşkına çevirmişti. Tabii biraz da duygusala. Ufuk ona babalık yapmamıştı. Ufuk'tan aldığım paralardan kenara üç beş atar, en uygun fiyata olan oyuncak arabayı alırdım. Kimi zaman kayınpederim yardımcı olsa da ben bu konuları açık açık kimseye demezdim, içimde bir kilitli kutu gibi saklardım. Açamazdı onu benden başka, kimse. Kalbimin kırılmış, sonra o kırıkların üzerinde oğlumu kucağıma alarak yürümüştüm. Nefesim kesilmişti, yine de devam etmişti. Ayaklarım kanamış, yine de düşünmemiştim. Gün sonunda kendi yaramı kendim sarmıştım ve bundan gram gocunmamıştım. Çünkü ben öyle yetişmiştim. Böyle biri olmuştum. Böyle bir şeye alışmak durumunda kalmıştım. Çünkü böyle.

Böyleler acıtırmış.

...

Tam bir hafta sonra nikahımız olmuştu. Elimde sıkı sıkı tuttuğum, Selim Efe'nin eli terlemişti. Ne gelinlik ne elbise, nikahta giyilmesi gereken hiçbir şey giymemiştim. Üzerimde kahverengi bir bluz, altına bütün bacaklarımı sımsıkı saran siyah dar paça pantolon vardı. Nikahtan hemen sonra direkt yola çıkmayı planladığımız için rahat giyinmeyi tercih etmiştim. Selim Efe başta bana kızsa sonra kararıma saygı durmuştu.

"Bitti mi şimdi?" diye sordum yanımdaki bedene, nefesim kesilirmiş gibi.

Dudaklarının arasından kıkırtılar döküldü. "Hayır, daha yeni başlıyoruz."

"Yeni..." diye mırıldanırken gözlerimi kısarak uzaktan bize doğru yaklaşan oğluma baktım. "Çok mutlu. Senden benden, daha çok mutlu." Başımı çevirip ona baktığımda o da benim gibi ela gözlerini kısarak Rüzgar'a bakıyordu.

Boşta kalan elini kaldırıp başparmağını alt dudağına doğru sürttü. "Çünkü o gerçek hisler taşıyor Meltem. Biz mantık evliliği yapıyoruz. Hisler olsaydı, kalbimizle hareket ederek evlenseydik sence böyle mi olurdu?" Sıcak güneşin vurduğu yüzüm hafif buruşurken gözleri Rüzgar'dan ayrılarak bana döndü. Elalarına güneş vurduğunda daha çok parlıyordu. Bu sefer yeşilleri ortaya çıkmış, her yeri kaplamıştı. Kahverengiler neredeyse görünmüyordu artık.

"Doğru." Dedim başımı başka yere çevirirken. Artık gözlerim onda değildi ama onun bakışları hala üstümde olduğunu hissedebiliyordum. "Sana bir şey soracağım." Alt dudağımı stresle yaladım. "Sen o, gün neden öyle söyledin Rüzgar'a?" Başımı tekrar ona çevirmiş, gözlerinde herhangi bir cevap arıyordum.

"Hangi konuda?" diye sordu, gözlerini kısarak. Elini belime attığında kendine doğru çekti. Bu beklemediğim bir davranıştı. Yanımıza elindeki elma şekeriyle gelen Rüzgar ikimize bakıp gülümsüyordu. Kulağıma doğru eğildiğinde nefesi boynuma doğru yayıldı. "Aşk mı?" diye fısıldadı kısık sesle. "Yalan söyledim." Dedin basit bir şeymiş gibi. "Rüzgar dahil herkes bizi severek evlendiğimizi düşünecek. Sorgulanmasın."

Başımı ona deli gibi çevirmek istesem kalbimdeki cam kırıkları buna müsaade etmedi. "Karşımda duran oğlumun gözlerinin içine bakarak konuştum. "Sevdin mi?"

Rüzgar başını hızlı hızlı salladı. "Çok güzel anne. Çok sevdim."

"İyi o zaman hadi gidelim artık."

"Mert'lere mi?"

"Evet, bir tanem. Özledin mi Mert'i?"

Başını yine hızlı hızlı sallarken dudakları yediği elam şekerinden parlıyordu. "Çok özledim anne."

Mert, Ezgi ve Yusuf'un oğluydu. Yusuf'un, eski evliğindendi Mert. Ezgi ve Yusuf bir ilişki yaşamaya başladıktan sonra Mert'in lösemi olduğunu hatta önceden olup atladığını ama yine nüksettiğini öğrenmiştik. Ondan sonra hızlı bir evlilik gerçekleştirmiştiler ve bunu Ezgi istemişti. Çünkü Mert'i kendi öz oğlu gibi görüyordu, gerekirse onun için canını verirdi hiç düşünmeden. Ki onun çocuk yapma kararı almıştı. Belki kardeşinin iliği uyar diye. Şimdi sanırım 8 aylık hamile olması gerekiyordu. Yani aklımda kalan bunlardı. Umarım her şey istediği gibi olurdu.

"Mert'te seni çok özledi oğlum." Diyen sese döndüm. Eli hala belimdeydi, kaçıp gidecekmişim gibi sıkı sıkı tutuyordu. Bu sıcakta bunalsam da sesimi çıkarmadım. Çünkü itiraf etmeliydim ki onun bana dokunuşları, temaslarını seviyordum ve sanırım bu bende bağımlılık yapıyordu. Çünkü ben temas bağımlısı biriydim. Ufuk ile o birlikteliğimde bile kaç kere dokunuyordum ona, bana kızardı sürekli ona dokunduğum için. Sadece o malum zamanlar izin verirdi. Aptal, dedim kendime. Ben kendime ne yapmıştım. İşte bu yüzden korkuyordum. Âşık olmaktan değil, kendimi kaybetmekten.

Kendimi onun boşluğundan yararlanarak geri çektiğimde kaşlarını çatarak bana baktı. "Gidelim artık." Dedim bakışlarımı ondan kaçırıp arabaya doğru giderken. Ona bakamıyordum, onu sevmekten, aşık olmaktan korkuyordum. Ben yapamıyordum.

Kilidi açık olan arabaya bindiğimde o ve Rüzgar'da bindi ve biz yolculuğumuza başladık. Başlarda sessiz geçen yolculuk, Selim Efe'nin şarkı açmasıyla hareketlenmişti. Hepimiz bağıra çağıra şarkıya eşlik etmiştik. Öyle böyle sürmüştü yolculuğumuz.

...

"Sizde mi kalacağız?" diye sorduğumda, Selim Efe arabayı park etmişti.

Kemerini çıkartırken eğdiği başından bana bir bakış atıp sonra arkamdaki uyuyakalan bedene baktı. "Evet," dedi tok bir sesle. "Bir süre bizde kalacağız, sonra ayrı bir eve çıkarız."

Onun ailesiyle aynı evde kalmamdan bir sıkıntı yoktu, zaten zamanında kalmıştım. Sadece şimdi faklıydı. Şimdi evlendiğim adamın evindeydim, o zamanlar Ezgi'nin eski arkadaşı olarak evindeydim.

Kalbime pençesini takan şüphe kulağıma sinsi sini fısıldadı, Seni asla sevmeyecekler. Ne seni ne oğlunu. Onlar için hep fazlalıktan ibaret olacaksınız.

Gözlerimi sımsıkı yumdum, canım acıdı ama yine açmadım. Düşünmemeliydim bunları, bunlar sadece yalan fısıltılardan ibaretti. Korkularımdan besleniyordu iç sesim. Ona boyun eğmeyecektim, ona kendimi teslim edip hayatımı zehir etmeyecektim.

Ensene binen şüpheyle nereye kadar istediği yolda ilerleyebilirdi ki?

Bilmiyordum ama elimden geldiğince devam edecektim, bu yolda tek başıma değildim; Rüzgar vardı, Selim Efe vardı. Onlar için korkularımı göz ardı edecektim. Yoluma, ve yanımdakilere bakacaktım. Bir kişiyi de kaybetmeye gücüm yoktu.

Selim Efe gerçekleri öğrendiği an beni bırakacaktı, pişman olacaktı. Çocuktun, saftın demeyecekti; sen yaptı, senin yüzünden diyecekti. Bu yüzden elimden geldiğince bunu öğrenmemesi için uğraşacaktım.

Ben bir şey demeden arabadan indiğimde o da çok beklemeden arkamdan inmiş, Rüzgar'ın kapısını açmıştı. Ses çıkarmamaya çalışarak eğildiğinde Rüzgar'ı kucağı alarak doğruldu. "Kapıyı açsana, anahtar sol elimde."

Gözlerim sol eline kaydı. Doğruydu, anahtar sol elindeydi. Anahtarlığın geniş halkasını serçe parmağına takmıştı. Parmağında sallanan anahtarı elime alıp ondan önce kapıya gittim ve birkaç çevirmeyle açtım. "Açtım." Dedim, sanki büyük bir şey başarmışım gibi.

Burnundan nefes vererek güldü. "Tamam, gel." Deyip o geçti bu sefer önüme,. Eve girdiğimizde sessizdi. Bir ses dahi yoktu. Birkaç adımda salona gelmiştik.

Etrafıma çekingen bakışlar atarken o çoktan Rüzgar'ı kendi odasına yatırmış gelmişti bile. "Evde kimse yok mu?" diye sordum merakla.

Elini cebine kotu ve telefonunu çıkardı. "Bilmiyorum, arayacağım." Sesi gergindi. Kulağına dayadığı telefonla konuşmaya başladı. "Anne, neredesiniz? Evet, ben geldim." kaşlarını çattı ve gözleri büyülttü. "Ne? Neden bana söylemediniz?! Tamam, geliyorum ben şimdi." Deyip telefonu kapattı.

"Ne oldu? Sorun yoktur umarım?"

"Var." dedi burnundan nefes verirken, elini saçlarına geçirdi ve dağıttı. "Hastaneye gitmem lazım, Ezgi'nin doğumu başlamış."

"Ne?!" diye çığırırken gözlerim kocaman oldu. "Ciddi misin? Bende geleceğim ve itiraz istemiyorum." Yanına gidip iri elini tuttum. "Sakin ol." Diye fısıldadım. Gözleri anından bana döndü, elaları dolmuş, meraktan çatlamıştı.

"Olamıyorum Meltem, daha bir ay vardı. Neden? Neden amına koyayım? Neden?"

Küfürleri saydırmaya başlayınca parmak uçlarımla yükseldim ve parmağımı dudağına bastırdım. "Sakin olur musun? Bu kadar korkma, zamanı gelmiştir. Bazı çocuklar erken doğar ama gelişimi tamamlamıştır. Zamanı geldi demek ki... Şimdi silkelen ve kendi gel."

"Ne?" dediğinde birden gülmeye başladı. Parmaklarımın altındaki dudakları kıvrılmış ve aralanmıştı. Elimi çekerken gülmeye devam etti. "Silkeleni başka anladım. Pardon." Deyip gözlerini kaçırdı.

Ne demek istediği anlamadığım için kaşlarımı çattım. "Ne anladın ki?"

"Yok söylenmez. Ayıp."

Biraz düşündükten sonra anladığım şeyle gözlerim fal taşı gibi kocaman oldu. "Yuh!" dedim bağırarak. "Yuh Selim Efe. Sendeki fesatlık kimse de yoktur. Yuh."

Ondan uzaklaşmak için geriye doğru bir adım atmıştım ki elini belime koydu ve dudaklarıma doğru eğilip durdu. Gözleri dudaklarımdayken, "Daha fazla yuh dersen seni burada öperim." Dudaklarım aralanırken güldü. "Böyle dudaklarını sanki öpmem için aralarmış gibi yaparsan yine öperim.

Elimi göğsüne koydum ve ileriye doğru ittirmeye çalıştım ama bir gram bile yerinden edememiştim. "Sen edepsiz oldun ya böyle..."

Gülerek başını salladı. "Evlendik sonuçta, bazı farklılar olmalı ama değil mi?"

"Aman olmasın." dedim küçük çocuk gibi burnumu kaldırarak. Elaları parlıyordu. "Hem senin kardeşin doğum yapmıyor mu? Sen burada aşna fişne yapıyorsun. Ayıp ya!"

"Yok, bu ayıp değil." Diye konuştuğunda ondan sonra gelecek bel altı cümleyi tahmin ettiğim için elimi dudaklarının üstüne koydum. "Sus," dedim sinirle, ama yüzümde gülmeyen bir ifade vardı. "Gidelim Selim Efe artık."

Gözleri durgunlaşırken kapatıp açtı. Elimi kendime geri çektim bende. "Haklısın, gidelim." Dedi ve belimden bir elini çekip elimi tuttu. "Rüzgar, ne olacak?"

"Kalsın burada." Dedim omuzlarım çökerken. "Alışkın o, evi de tanıyor zaten. Sizde ev telefonu var mı?"

"Var."

"Tamam işte onu yanına koyarız, benim numaramı ezbere biliyor. Uyananınca arar."

Kaşlarını gözlerinin üstüne doğru yatınca "Emin misin?" diye sordu.

"Eminim," dedim elini sıkarken. "Alışkın. Çalışıyordum ben, sence o nasıl okula gidip geliyor sanıyordun."

Düşünceli bakışlarla başını salladı. "İyi madem."

...

Hastaneye geldiğimizde herkes doğumhanenin önünde bekliyordu. Aceleci adımlarla yanlarına gittiğimizde Kader abla elini açmış dudaklarını hareket ettirerek dualar okuyordu. Adını bilmediğim bir kadında vardı. O da Yusuf'un sırtını sıvalıyordu. Yusuf, deli danalar gibi yürüyor sonra kapının önüne gelip duruyordu. Rıfat abi bekleme sandalyelerine oturmuş, yere bakıyordu. diğerlerine göre daha sakindi.

"Anne," dedi Selim Efe, nefes nefese kalmış bir halde. "Ezgi nasıl?" Ellerimiz ayrılmıştı, o annesinin yanına giderken. Kendimi geri çekip kalabalıktan sıyrıldım biraz. Duvar kenarına geldim, ama hala onların sözlerini işitebiliyordum.

"Selim!" diye neredeyse feryat eden kadın ayağa kalkmış, oğluna sımsıkı sarılmıştı. "Bir şey demediler. Biz de hala bekliyoruz. Bir şey olmaz değil mi benim kıvırcığıma?"

"Annem," diye onu sarıp sarmaladı Selim Efe, "Olur mu hiç öyle şey? O senin kızın, sana çekmiştir. Öyle kolay kolay pes etmez. Hem birinden duydum zamanı gelmiştir belki küçüğün, gelişimini tamamlayan bebekler erken gelmek istermiş bazen."

Annesi, yani Kader abla burnunu çekerek güldü. "Sen nereden anlayacaksın sıpa, kim dedi sana? Senin doğumla, bebekle ile bilgi sahibi arkadaşın mı var?"

Selim Efe başını yan çevirip güldü ve gözleri beni aradı. Onlardan biraz ötede sakin sakin duran, duvar dibine sinmiş kızı gördüğümde gülmesi, gülümsemeye dönüştü. "Doğru yok annem, ama bu başka. Arkadaş değil, başka."

Annesinin başı oğlunun göğsündeydi. "Nasıl başka?" derken başını kaldırmış meraklı bakışlarını ona sunuyordu. "Yoksa..?" diye mırıldandığın Kader abla Selim Efe başını salladı.

"Evet, anne. Burada söylemek istemezdim ama ben evlendim." Dedi birden Selim Efe. "Daha fazla gecikmesini istemiyorum, Eşim," diyerek annesinden ayrıldı ve yanıma doğru geldi. burada olan herkesin bakışları bizdeydi. "Meltem. Aşık oldum, hem de deli gibi. Ne akıl kaldı ne kalp, çok seviyorum. Buralardan gitti, dayanırım dedim, geçer dedim ama geçmedi ve bende dayanamadım. Anne," diye mırıldandı. Başım eğikti, onlara bakamıyordum. Selim Efe'nin sert, nasırlı elini belimde hissettim. "Ve baba, ben evlendim. Size haber vermedim, çünkü böyle olması gerekiyordu. Karşı çıkacaktınız, belki hala karşı çıkacaksınız ama ben çok seviyorum onu. Hem onu hem oğlumu."

"Oğlum sen ne diyorsun?" diye şaşkınlıkla soludum. "Evlendim ne demek? Hem de Meltem'le. Sen beni kalpten mi götüreceksin?"

"Anneciğim," diye konuşmaya çalışan Selim Efe'nin sözünü kestim, kısık sesimle.

"Şimdi konuşmasak Kader abla, haklısınız biliyorum ama şu an değil. İçeride Ezgi doğum yapıyor konu biz olmamalıyız."

Kader abla kaşlarını çatarak bana ve belimdeki ele baktı. "Ben kızımın iyiliği düşünüyorum. Belki de en çok ben düşüyorumdur."

Stresle dudaklarımı yaladım. "Biliyorum, bundan şüphem yok zaten. Sadece böyle bir gün de bu konuyu konuşmayalım istedim. Sonra, her şey yoluna girdiğinde bana istediğiniz kadar kızın, inanın gıkımı çıkarmam." Dedim zorlukla ve bize öylece bakan Yusuf'un gözleriyle karşılaştı gözlerim. Durgundu, hiçbir şey umurunda değil gibiydi.

"Meltem haklı anne," diyen Yusuf oldu bu sefer. "Hem kızılacak bir şey göremiyorum. İkisi de kocaman insanlar, demek ki dedikleri gibi böyle olması gerekiyormuş böyle olmuş."

"Selim, oğlum," diyen Rıfat abi oldu. "Neden demeyeceğim, ya da nasıl. Sizin kararınız ama aceleye getirmişsiniz gibi geliyor. Yarın bir gün aranızda sorun çıktığında kimsenin ağzına laf vermeden halledin. Ben senden eminim Selim. Sen söylemeseydin sevdiğini, gözlerinden okurdum zaten." Bakışları bana döndü. "Kızım olan olmuş zaten ama sen bu çocuktan emin misin? Bu evde hiçbir iş yapmaz, üşengeçtir. Annesiyle, kardeşine zamanında çok çektirdi."

Titrek bakışlarım Rıfat abiyi bulunca yüzünde sevimli, yumuşak bir gülümse vardı. "Nasıl yani?" diye sordum anlamayarak. Çünkü Selim Efe onlarda kaldığımda bizim eve geldiğinde hep yardımcı olan biriydi. Evet, beceremiyordu, orası ayrı bir konuydu ama öyle üşengeç olduğunu hiç tahmin etmezdim.

Neredeyse kahkaha atacak Rıfat abi dudaklarını birbirine bastırdı ve başını iki yana salladı. "İş yapmayı sevmez, yani ev işi. Anlamaz da sevmezde." Diyerek biraz daha açıkladı. Sonra sağ elini kaldırdı ve havada salladı öpmem için. "O zaman hayırlısı olsun, bir elimi öpersiniz artık herhalde."

"Ta-tabii." Dedi kekeleyerek. Dudaklarımda kocaman aptal gülümse vardı. "Öpeyim ben sizin elinizi." Selim Efe'den uzaklaştığı an belimde hissettiğim boşlukla kimseye belli etmeden yüzümü buruşturdum. Belimi hafif eğerek Rıfat abinin bana uzattığı eli alıp önce dudaklarıma, sonra alnıma bastırdım. Doğrulduğumda Rıfat abi babacan bir şekilde gülümsedi. Gözleri şefkatle bakıyordu. "Seni üzerse ilk bana gel kızım, ben hakkından gelirim."

"Baba!"

"Sus eşek sıpası, gel sende öp."

"Geliyorum..." diye huysuzca mırıldandı Selim Efe, olduğu yerden ayrılırken.

Ben hala çekingenliğimi atabilmiş değildim, o yüzden sürekli başım eğik duruyordu. Kader ablanın yanına doğru temkinli adımlarla gittiğimde elini uzatmamıştı. Başımı kaldırıp ona baktığımda bana dik dik bakıyordu. Gözlerimin yandığını hissettiğimde bakışımı kaçırdım. "E-elinizi," Dedim kesik kesik. "Öpebilir miyim Kader abla?"

Boğazımda kocaman bir yumru vardı ve ben onu ne kadar yutkunursam yutkunayım geçiremiyordum. Göğsümde kocaman ağrı vardı, sanırım yine kabul edilmeyecektim, yine sevilmeyecektim. İlahi Meltem, sen ne zaman sevildin ki zaten? Sus.

İsteksizce elini uzatan Kader ablanın elini hemen alıp öptüm. Gözlerim kapalıydı, dudaklarım aralanık halde titriyordu. "Hayırlısı olsun kızım." Dedi boğuk bir sesle Kader abla. "Sanmayın ki ben size karşıyım ya da sana. Ama her şeyin bir adabı var; gelmişsiniz karşıma evlendik diyorsunuz. Sen kızım bizim evde kalmadın mı, kocanla ayrılma eşiğine gelince? Bak ben yaptığımdan asla gocunmam, yine olsa yine açarım evimizin kapıları ama sen bizim evde karşı komşumun gelini olarak geldin şimdi karşımda bizim gelinimiz olmuşsunuz. Madem böyle bir şey vardı," dediğinde durdu ve oğluna, yani Selim Efe'ye kızgın ve kırgın bakışlar atıp tekrardan bana döndü. "Kaldır başını." Başım eğikti o durunca kaldırıp görmüştüm yüzüne, o bana bakınca yine hemen eğmiştim. "Demem o ki kızım, siz bize gelseydiniz ve usulünce anlatsaydınız bir hal çaresine bakardık. Şimdi gelmişsiniz evlendik diyorsunuz. Ne diyeyim... Hayırlısı olsun. Evladın torunum, sen kızımsın bundan sonra size gelecek her sözün karşısında dururum ama gözünüzü seveyim başka insanlar yüzünden aranızı bozmayın."

Başımı kaldırıp karşımda konuşan kadına baktım. Mavi gözleri aynı Ezgi'nin gözleri gibiydi. Öyle ki karşımda Ezgi varmış gibi hissediyordum. Gözlerim anında dolarken başımı hızlı hızlı salladım. "Tamam Kader abla." Dedim, birazdan ağacağımın habercisi olan sesimle.

Kader abla kaşları çattı. "Abla, değil Meltem; anne." Dediğinde kollarını açmıştı. Anne demişti! Anne! Dolan gözlerim artık daha fazla dayanmadığında yağmur damlaları gibi yüzüme süzülmeye başladı. Bana açılan kollara kendimi bıraktım. Anne kokusu...

"Anne..." diye fısıldadım, kendime kabul ettirmek istercesine. Kalbim dayanmıyordu bu kadar duygusallığına.

Arkadan iri bir bedenin üstümüze kapandığını hissettim. "Beni dış kapının mandalı gibi bırakmanız hiç hoş olmadı hanımlar." Selim Efe'nin sesinde sahte alınganlık vardı. Gülümsemeden edemedim.

"Dur derli oğlan, dur." Dedi Kader anne.

Hepimiz ayrıldığımızda ben kenara geçmiştim yine. Onlar aileydi, ben onlara sonradan katılmıştım bu yünden onları baş başa bırakamasam da onlardan uzak da durmam en mantıklısı olacaktı. Kaç zaman olmuştu, bu aile sıcaklığı hissetmeyeli? Bilmiyordum, o kadar uzun zaman olmuştu ki aklımda yer bile edinmemişti. Ufuk annesi ve babasını severdim. Hele babası... Bana, babamın yapmadığı iyiliği yapmıştı, sahip çıkmıştı. Yeri gelmiş oğlunun anlamsız davranışlarından, karısının laflarından korumuştu. Bana baba olmuştu. Hayatımda her ne olursa olsun benim için başka olacaktı her zaman Fuat baba. Ben bir babadan olmuştum ama şimdi iki babam olmuştu.

Zaman ilerledikçe herkesin gerginliği daha da artıyordu. Yusuf'un oğlu Mert'te gelmişti. Başında renkli bone ve ağzını kapatan bir maske vardı. Halsizdi, yüzü bembeyaz, gözlerinin içi ağlamaktan kıpkırmızı olmuştu. Bedeni çok zayıflamıştı, neredeyse kemikleri sayılacak derecede. Yusuf'un teyzesi olduğunu öğrendiğim kadının kucağında ağlamaktan helak olmuş haldeydi. Yusuf ayakta durmadan hareket edip duruyordu. Ezgi'nin ailesi, yani annesi ve babası kafeteryaya inmişlerdi.

Selim Efe yanımda duruyordu, bana yanımda olduğunu hem bedenen hem ruhen hissettiriyordu. Bize doğru gelen uzun kahverengi saçlı ve aynı renge sahip gözleri olan bir hemşirenin geldiğini gördüğümde kaşlarım heyecanla yukarıya doğru kalktı. İyi bir şey olsun istedim ona bütün içtenliğimle.

Kız gelir gelmez Kader anne ve Rıfat babada geldi. Kader annenin feryadı yankılandı boş koridorda. Ayakta duramayacak kadar güçsüz düşmüştü bedeni, kız bunu anlayıp hemen Kader annenin koluna girdi. "Merak etmeyin kızınız iyi. Sadece torunuz içeride çok sıkılmış ve bu yüzden erken gelmek istemiş." Diye konuştu hafif neşeli sesle. Sanki onların moralini düzeltmeye çalışıyordu.

Kızın yüzü çok tanıdıktı ama bir türlü çıkaramıyordum. Daha önce görmüş gibiydim, gözüm bir yerden kestiriyordu ama daha fazlası yoktu.

Kader anne yaşlı gözlerle ona bakıyordu. Burnunu çekerek, "İyi değil mi benim kızım?" diye sordu, kıza umutlu bir şeyler söylesin diye.

Kız, Kader annenin elini tuttuğunda gülümsedi içtenlikle ve "Vallahi iyi teyzeciğim. Bizzat kendim bilgi aldım. Aile yakını olduğum için doğuma almadılar." Dedi. Aile yakını mı? "Ama içeriden bilgi aldım. Gayet güzel gidiyor doğum. Siz sadece sakin olun ve bol bol dua edin. Kızınızda, torunuzda iyi şu an."

Nasıl yani? Bu kız aile yakını mıydı? Şimdi az çok neden yüzü tanıdık geldiğini anlamıştım ama hangi taraftan olduğunu anlayamamıştım.

Kader anne elini göğsüne koyarak derin bir iç çekti. "Şükür." Dedi gözlerini kapatarak.

Kız daha sonra Rıfat babayla konuşurken Yusuf'ta vardı yanlarında. Hararetli bir konuşma gerçekleşiyordu ama tam duyamıyordum. Ya da onlara olanlara tamamen kulak tıkamıştım. Gözlerimi onlardan ayırdığımda Selim Efe kızı dikkatle dinliyor, ağzından çıkan bir kelimeyi bile kaçırmamaya çalışıyordu. Yorgun ela gözleri bana döndü ve eğildi. "Ben hemen gidip geliyorum, kızdan biraz bilgi alacağım. Sorun olmaz değil mi?"

Kaşlarımı çatarak ona baktım. "Ne sorunu olabilir Selim Efe? İzin alıyorsun birde." Diye söylendim ona ters ters bakarken. Evet, evlendik ama böyle bir durumdayken benden izin alacak hali yoktu herhalde. Gidip kızla konuşacaktı alt tarafı.

Çattığım kaşlarıma baktı ve dudakları hafifçe yukarıya doğru kıvrıldı. "İyi o zaman," dedi hafif eğlenceli bir sesle. "Geliyorum birazdan." Dediğinde ona başımı sallamıştım. Ardından yanımdan hızlıca ayrılıp kızın yanına doğru gitti.

Selim Efe kıza bir şeyler söyledikten sonra kızın bakışları bana kaydı bir an. Onlara bakıp, göz hapsinde tutmak istemiyordum ama kız çok güzeldi ve ben dikkatimi başka bir yere veremiyordum. Olabildiğince düz bakıyordum onlara. Kızın bakışları tekrardan Selim Efe'ye döndüğünde dudaklarını ıslattıktan sonra konuştu. Selim Efe onu dikkatlice dinliyordu, ardından kıza başını salladıktan sonra arkasına dönüp bana bana baktı. o an fark etmiştim, kıza bakarken bakışları olabildiğince sertti ama bana döndüğünde, benim mavi gözlerimle karşılaşan ela gözler anında yumuşamıştı. Hemen bakışlarımı onlardan kaçırarak başka bir yere çevirdim. Onları gözetlediğimi sanmalarını istemiyordum. Ellerimi birleştirip onlarlar oynadım stresten. İki çift gözünde bakışlarını üzerimde hissettikçe geriliyordum ama Allah'tan bu çok uzun sürmedi.

Tekrardan onlar baktığımda Selim Efe, kıza elini uzattı, bir şeyler derken. Sözlerinden sonra gözlerini kaçırmıştı. Kızın yüzünde gülümseme meydana geldi ve ona uzatılan eli tutup, o da bir şeyler söyledi. Onlara biraz daha yaklaşıp dinleme isteği vardı içimde çünkü sesleri buraya gelmiyordu. Normalden daha kısık sesle konuşuyordular. Kız ona yaklaştığında kalbim duracak sandım. Biraz eğilip Selim Efe'ye bir şeyler söylediğinde göz göze durdular. Biraz yana kayarak Selim Efe'nin yüzünü görmeye çalıştım. Yüzü gülüyordu, bir şeyler söylüyordu, kız da ona karşılık vererek gülüyordu. Kız ona ne dediyse bakışları bana döndü Selim Efe'nin. Elini saçlarının arkasına attı ve orayı kaşıdı. Benden bakışlarını kaçırarak dudaklarını birbirine bastırdı, kıza döndü. Ardından kıza birkaç kelime ettikten sonra yanıma doğru geldi.

"İyiymiş." Diye mırıldandı gergin bir sesle. "Ezgi." Diye devam etti, eksik söylemiş gibi.

Ona başımı salladığımda gözlerimi hastanenin boş duvarına diktim. Ne konuşmuşlardı da bu kadar gülmüştü Selim Efe? Kız çok güzeldi ve hangi taraftan aile yakını olduğunu bilmiyordum ve ilk bakışa göre bu iyi veya kötü diye yargılayacak durumda değildim. Bir insanı tanımak için zaman gerekiyordu ve bazen o zaman bile işe yaramıyordu. Tanıdığınız sandığınız insan aslında bir yabancı olduğunu çok sert bir şekilde görüyordunuz. Bunu kendinize yediremiyordunuz, nasıl yaparım, nasıl tanıyamamışım diyordunuz ama en sonunda aslında karşıdakinin suçlu olmadığını, sizin suçlu olduğunuzu kabul ediyordunuz. Çünkü birine güvenmek ve ona inanmak tamamen kişinin tercihe bağlıydı, bu yüzden kimse kendine güvendiği ama güvenini boşa çıkardığı için suçlu olmuyordu. Suçlu olan, güvenen kişiydi. Çünkü o baştan her şeyi göze alıyordu. Acıyı da, hayal kırıklığını da, doğruluğu da.

"Sevindim." Dedim kuru bir sesle.

İçimde yangın başlamıştı ve başlatan Selim Efe'ydi. Onu belki de akrabasından kıskanmıştım az önce. Ben sevemezdim, ben sevmeyi bilmiyordum. Benim sevgim hastalıklıydı, üzerdi ve ben onu üzmek istemiyordum. Bu yüzden ona kapılmamak için elimden geleni yapacaktım. 

-BÖLÜM SONU-

-Bölüm nasıldı?



Continue Reading

You'll Also Like

3.2M 156K 48
Aşıktı toprak gözlüsü. Güzel gözleri, aşık olduğu kişiyi görünce ışıl ışıl parlardı. Bakmaya, tutmaya kıyamadığı o erkeksi, güçlü, sıcak elleri başka...
1.8M 126K 29
Onların kaderi yıllar önce yaşanmış tek bir gece sayesinde birleşti. Bir anda karşısına çıkan ve peşini bırakmayan Atmanlı aşireti genç kızın bütün s...
1.7M 109K 59
Wattpad de bu isim ile yayımlanan ilk ve tek hikayedir. Çalınma durumunda yasal yollara başvurulacaktır. Mine MUTLUÇAY, otuz yaşında arşiv memuru ke...
1.7M 92.2K 91
Babasının inadına üvey kardeşiyle küçük bir iddia uğruna okuldaki garsonu kendine aşık etmeye karar verdiğinde pişman değildi Ela. Yada o kişinin duy...