Kalpsizler Balesi

By niksimiksi

4K 620 1.6K

Kitabın Geçtiği Tarih: 2028-2032 yılları Kitabın Türü: Gizem / Gerilim / Distopya Kitapta Sizi Bekleyenler: ... More

Zaman Çizelgesi
GİRİŞ
1-Asılan Günahların Kısık Çığlıkları
2 - Lahza
4 - Zehirli Sarmaşık
5 - Bazı Duygular Gözlerde Yazar
6 - Eflatun Elbise
7 - Raks Eden Kıvılcımlar
8 - Günlerin Kovaladığı Saniyeler
9 - En Kötü Lanettir: Ağlayamamak.
10 - Kara Kışın Ardındaki Bahar
11 - Acıdan Urgan Yalandan İlmek
12 - Ruhların Dansı
13 - Duvarın Ardındaki Yabancı
14 - Eflatun Urgan
15 - Lanetlenmiş Bedenler / Part 1
15 - Lanetlenmiş Bedenler / Part 2

3 - Acıların Kırık Uçları

292 48 59
By niksimiksi

29.06.23

Hoş geldiniz. Küçük yıldıza dokunup okumaya geçebilirsiniz. İyi Okumalar.

3. Bölüm - Acıların Kırık Uçları

-Kardelen kaçırılmadan birkaç ay önce

"Alaz," dedim. Islak saçlarımı tararken ona söyleyeceklerim en çok beni kıracaktı ama ben ondan beni, kırıldığım yerden kesmesini isteyecektim.

"Efendim, kış çiçeğim." dediğinde ayağa kalkıp diğer odadaki çekmeceye ilerledim. Arkamdan şaşkınca bana bakıyordu ama alışmıştı, bu hallerime.

Çekmecenin kapağını açtığımda gördüğüm metal makası elime aldım ve çekmecenin üzerindeki aynadan son kez kendime baktım. Savaş yıllar önce başlamıştı ama ben yarın kazanacaktım belki de kazandığımı sanacaktım. Bugün emekle ördüğüm kaderimi kesip özgürlüğüne kavuşturacaktım. Artık kader ağlarını örmeyecek ben planlarımla yolumu çizecektim ve bunların hepsini bir tutam saça bağlamıştım.

Elimde tuttuğum makasla Alaz'ın önüne oturduğumda ondan isteyeceğim şeyi anlamıştı. Bana 'Yapma.' der gibi baktı. Gözlerinde birçok duygu vardı. Gözlerime bakarken içinin titrediğini görüyordum.

"Sen, senelerdir saçlarına makas vurmadın. 'Bu, benim babama isyanım' dedin. Ne değişti?"

"Bazen isyan etmek için, karşındakinin istediği şekle bürünürsün. Ben bugün sadece saçlarımı kesmemi istemiyorum Alaz. Ben bugün senden bu savaş için bana eski hırsımı vermeni istiyorum." dedikten sonra dudaklarına eğildim, onu son kez öpüyor gibi bir öpücük bıraktım. Dudaklarından ayrıldığımda alnımı alnına yasladım ve kapanmış gözlerine baktım.

Kalbim sızlıyordu.

Ona bu yükü yüklediğim için kalbim sızlıyordu.

"Seni seviyorum." dediğimde parmakları dudaklarımı bulup tüye dokunur gibi dudaklarımın üzerinde parmaklarını gezdirdi. Dudaklarımızı yeniden birleştiriğinde ellerinden tuttum ve aynı zamanda makası da ellerine bıraktım. Makasın soğukluğu ile irkilmişti. Dudaklarımızı ayrıldığında daha fazla beklemeden arkamı döndüm.

Senelerce saçlarıma özenle bakmıştım çünkü küçükken hiç kendi saçlarıma bakma şansım olmamıştı. Hep kısaydı, hep dağınıktı. Geçen birkaç senede saçlarıma hiçbir zaman makas vurmamıştım.

Önceden hızla uzayan saçlarım, onları sürekli kestiğimden bana küsmüştü. Bunca sene sonra sadece belime kadar uzanmıştı ve ben de birkaç senedir uzamasını beklememe rağmen, bugün onları eski haline getirecektim. Getiremeyecektim. Gözlerim dolmuştu, bunu ben yapamazdım ve yine yükü Alaz'a yüklemiştim. O benim her yükümü taşırdı.

Birkaç dakika öylece durduktan sonra elleri saçlarımı buldu. Bir tutamını alıp okşadı, kokusunu içine çekti. Benim yerime onlarla vedalaştı. Her vedasında gözümden bir yaş aktı. Her vedasında kalbimin kırıkları ciğerlerime battı, beni nefessiz bıraktı. Vedasını tamamladıktan sonra sırtıma göğsünü yasladı, çenesi boynumu buldu ve boynumda erişebildiği her yere öpücükler bıraktı.

"Seni bir kere öpsem ikinin hatırı kalıyordu
İki kere öpeyim desem üçün boynu bükük, demiş Cemal Süreya. Ben de seni her öpüşümde daha da özlüyorum ama bu sefer özlemek için neden vereceksin bana. Bunun senin için anlamını biliyorum o yüzden izin veriyorum yoksa asla izin vermezdim, bana bunu yaptırdığın için seni asla affetmezdim, Kış çiçeğim."

Bu, onun benden özür dileme şekliydi. Bu, onun benden senelerin hesabını sorma şekliydi.

"Özür dilerim, Kış Çiçeği. Seni daha önce bulamadığım için, seni bulduğumda zorunda bıraktıklarım için özür dilerim. Verdiğin tüm kayıplar için özür dilerim. Senin için sana kıyıyorum, özür dilerim. Seni çok seviyorum. Seni kırıklarından keseceğim, ucu daha da keskinleşecek. Sonunda tüm kesikler beni yaralayacak. Özür dilerim." dediğinde saçlarıma bir öpücük daha bıraktı ve bir makas sesi duyuldu ve ardından onu devam eden seslerle ben eski Kardelen oldum. Sevmemiş, sevilmemiş, yok sayılmış, karanlık odalara hapsedilmiş, terk edilmiş.

1 Ocak 2034

Bak zincirler Prometheus'ta
Kutsal ateş artık insanoğlunda
Yeter mi kutsal ateş, merhameti savurmaya

İnsanoğlunun menfaati doğurur mu ateşi
Bu ateş, yakar tüm iyi niyetleri.

Prometheus vuruldu boş yere zincirlere
Şimdi ağlama vakti kimde
Gökten yağmur yağdığında
Ağlar Prometheus yakılan bahtına

Prometheus iyilik yaptı
Sonra bununla kendini cezalandırdı
Her ceza çekilmeli mi, Her ceza adil mi
Kurulsun mahkemeler, ama yargı Prometheus için mi

"Haydi ne kadar taşkın olabilirsen ol şimdi!
Çal tanrıların hakkını, ver ölümlülere,
Bakalım ne yardımı olacak sana ölümlülerin?
Sana tanrılar yanlışlıkla Prometheus demişler,
Düğümleri çözen demekse adın,
Çöz bakalım şimdi bu çözülmez düğümleri!"*
(Zincire Vurulmuş Prometheus)

İnsan bazen çabaladıkça düğüm olurdu. Her çırpınış düğümü daha da karmaşıklaştırırdı. Böyle zamanlarda durup nefeslenmek ve geriye dönüp ilerlediğimiz yolda neler aşmışız bakmak gerekirdi. Böylece gittiğimiz yollardan tekrar geçip almamız gereken dersleri alıp o düğümü çözerdik.

Ben çabaladıkça düğüm olmuştum ve nefesim bana yetmemeye başlamıştı. Birkaç dakika önce düşürmeye çalıştığım adrenalin şu anda kanımda en üst düzeye ulaşmıştı. Karşımdaki siluet asla hareket etmiyordu. Sanki benimle dalga geçmek için oraya koyulmuştu.

Gözleri tam gözlerime bakarken onun cansız olduğunu düşünemiyordum. Gözlerinde gördüklerimi, başka birisi görseydi o da canlı derdi ama karşımdaki adam asla canlılık belirtisi göstermiyordu. Sadece bana bakıyor ve psikolojik baskı uyguluyordu. Başımın arkasındaki ağrı beynimi yeterince bulandırmışken bu bakışların etkisine girmemek çok zordu.

Gözlerimi, gözlerinden çekemiyordum. Çekebilsem, incelesem, belki o zaman canlı olmadığını anlardım ama gözler canlıydı. Beni izliyordu.

Kaç saat olmuştu? Uyanalı kaç saat olmuştu? Bu yere kapatılalı kaç saat olmuştu, kaç gün olmuştu? Yıllar geçmiş olabilir miydi?

Uyandığımda can bulan dudaklarım adrenalin etkisiyle kurumaya başlamıştı. Su içmeye ihtiyacım vardı ama sesimi çıkarma gücüm varken karşımda bana bakan gözler beni her şeyden alıkoyuyordu. Bu gözlerde ne vardı?

Zihnim git gide bulanıklaşmaya başlıyordu. Karnım acıkmış, vücudum yatmanın etkisiyle uyuşmuştu. Buradan çıkabilirsem yürürken de, görmeye çalışırken de çok zorluk yaşayacaktım. Gözlerim karanlığa çok alışmıştı. Bir sene uykuya dalsam uyandığımda dünya nasıl garip gelecekse şu anda da dışarı çıksam öyle garip gelirdi. Buraya geleli belki de sadece bir saat geçmişti belki de bir sene.

Bana göre burada uyandığımdan beri geçen saatler bir ömüre bedeldi. Rutubet kokusu, başımdaki ağrı, aç susuz bedenim, uyuşmuş vücudum, karanlığa adapte olmuş gözlerim ve karşımdaki gözlere bakmaktan bozulmuş psikolojim... Hepsi birkaç saat içinde gerçekleşmiş olabilirdi ama bana bir ömür gibi geliyordu.

Ne yapacağımı bilmiyordum. Burada ölüme terk edilmiş olabilirdim. Beni kaçırmak için nedenleri ne idi? Babamı öldürdüğümü düşünüyor olabilirler miydi? Babam öldükten sonra ne olmuştu? Zihnimdeki boşluğu hissediyordum ama bunun büyüklüğünü kavrayamıyordum.

Yüzüme dağılan saçlarımın hâlâ kısa olması çok zaman geçmediğini gösteriyordu ama kesmiş de olabilirdim. Zaman benim içimde ne hızla akmıştı?

Babam öldüğünde saçlarım çene hizamdaydı ama şu anda hissettiğim kadarıyla omuzlarıma dökülüyordu. Arasında en az 7 santimetre fark vardı.

Bu demek oluyordu ki babam öldüğünde buraya getirilmemiştim ya da o öldüğünde getirilmiş ama uzun bir süre burada tutulmuştum. En az bir sene burada tutulmuş olabilir miydim?

Gözlerimi daha fazla açık tutamayacağımı anladığımda kendimi yeniden düş dünyasına bırakmamak için çaba harcamaya başlamıştım. Uyumak istemiyordum, uyanık kalmak ve bu halimin nedenini anlamak istiyordum. Hatırlamak için kendimi zorlamalıydım.

Baleden dönmüştüm, takip ediliyordum.

Eve geldiğimde babamla karşılaşmıştım ve yanıma gelip bana kızarken kafasından tek bir kurşunla vurulmuştu.

Sonrasında yere yattığımı hatırlıyordum, ambulans sesinden sonrası boşluktu. O boşlukta bir yıldız kaymış benden aklımı da alıp gitmişti. Kaç senemi almıştı?

Derin bir nefes alıp kendimi zorlamaya çalıştım. Hemen vazgeçemezdim. Düşünme sınırlarımı zorlamaya başladığımda yarım saatten fazla düşünsem de bir işe yaramamıştı. Üstelik yarım saat geçtikten sonra kafamın arkasında ciddi bir ağrı hissedilmeye başlamıştı ve burnumdan akmaya başlayan sıcacık sıvıyı hissetmiştim. Kendimi çok zorlanmıştım ama buna mecburdum. Zincirlere bağlı şekilde daha ne kadar durabilirdim ki?

Kan, dudaklarımı bulmadan, onları teğet geçip boynuma doğru yol almaya başlamıştı. Zihnimi zorlandığımda gözümün önüne sadece bir yüz gelmişti. Hiçbir anı yoktu. Burnumdan akan kan kuruyana kadar düşünmüştüm ama sadece bir adam görüyordum; kim olduğunu, benimle ne ilişkisi olduğunu bilmiyordum. Hatırlamıyordum.

Beyaz tenli siyah saçlı, siyah gözlü bir adam. Kimdi bu?

Neden kendimi güvende hissetmeme neden oluyordu?

Hayali bile nefesimi düzenlemeye yetiyordu.

Hatırlamalıydım. Her şeyi değilse bile buraya gelmeden hemen öncesini hatırlamalıydım. Zihnim zorlamalara daha fazla dayanamıyordu. Böyle düşünmem sadece beni yoruyordu ve devam edersem delirmeme yol açacaktı.

Gözümün önüne gelen her görüntü o günden sonrasına aitti ama hiçbiri birleşmiyordu. Hepsini senelerce yaşamış gibiydim. Çok uzun bir filmden izlenen 2 dakikalık klip gibiydi gördüklerim. Olayı asla anlayamıyordum.

Ve bir çoğunda saçlarım uzundu.

Uzattıktan sonra kestirmiştim.

Başıma giren başka bir ağrı ile gözümün önüne köprü demirlerinin üzerine çıkıp denize bakan halim gelmişti. Bir adım atsam düşecektim, bir adım atsam denizle buluşacaktım ve deniz misafirini kabul edecek, onu bir daha bırakmayacaktı.

"Kardelen, yapma." Arkamdan gelen sesle oraya döndüğümde hafif yalpalamıştım. Karşımdaki çaresiz gözlerde korku vardı, endişe vardı, şefkat vardı... Sayamadığım birçok duygu vardı.

"Kardelen, özür dilerim." Ne için özür diliyordu?

"Kardelen, Kış Çiçeğim. Yapma." Kış çiçeğim...

Bana yavaşça yaklaşıp elleri belimi bulmuştu, bu tanımadığım adam beni göğsüne yaslayıp ağlamaya başlamıştı ama görüntülerde her şey birbirine karışıyordu. Bir saniyesinde köprü demirlerindeki ben iken diğer saniyesinde yabancı adam oluyordu. O beni kurtarıyordu. Ben onu kurtaramıyordum, kollarımın arasından denizle buluşuyordu.

Beni kurtardıktan sonra gözlerimden öpüyor, kulağıma bir kitap alıntısı fısıldıyordu. Kalbim yaşamalısın der gibi atıyordu.

Ben ne hissediyordum? Kim olduğunu bile bilmediğim adam bana sarılıyordu ve bedenimden ayrılıp onu izler gibi kendimi izliyordum.

Kafamın içinde kendi hayatımın tiyatrosunu kurmuştum.

Karşımdaki ben, her şeyi biliyordu ama ben hiçbir şey bilmiyordum. Karşımdaki bana sarılan eller, beni sakinleştirmişti. Dudaklarım, yabancı adamla buluşmuştu ve ağlıyordum. Tiyatro sahnesi git gide akıyordu. Perdeler ara vermeden devam ediyordu.

Belimden tutan eller...

Beni kendine çeken eller...

"Anlatmak acı gelmesine acı gelir bana,
Ama susmak da bir başka türlü acı,
Her türlüsü bir başka bela benim için."**

Duyduğum mısralar...

Hıçkıra hıçkıra ağlayan bir ben...

Adamı tutamayan ben...

Kollarımın arasındakini denize kurban veren ben...

Bir adamın dudaklarında ölümsüzlük iksirini bulan ben...

Bir kukla gibi oynayan ben.

Kukla? Kukla.

İpler kimin elindeydi? İpler kimin kontrolündeki?

Ben kimin hayatını yaşıyordum? Ben yaşıyor muydum?

İntihar mı edecektim? Neler olmuştu? Neler yaşamıştım? Bana sarılan adam neredeydi? Bana kış çiçeğim diyen adam kimdi? Her şey bir anda tuz buz olmuştu. Ne adam vardı ne köprü vardı ne de o zamanki anılarım...

Yerimden sıçrayarak uyandığımda üzerimden bir ağırlık kalkmıştı. Gördüğüm sahnelerden hiçbir şey anlamamıştım, zihnimin ağırlığı altında eziliyordum. Ama hissettiğim hafifleme tamamen fizikseldi. Hareketlerim artık engellenmiyordu.

Zincirlerim çözülmüştü!

Bu, ne anlama geliyordu? Beni zincire vuranlar bu sefer neden beni serbest bırakmışlardı? Lütfedilen her şey beni korkuya sürüklüyordu. Yaptıkları her iyiliğin (!) hesabını sorup karşılığını isteyebilirlerdi.

Çünkü insanoğlu böyleydi. Her zaman nankördü ve kendi suçlarımızı kedilere atıyorduk.

Yatakta doğrulduğumda tüm kaslarım çok zayıflamıştı. Her yerim ağrıyordu. Canım çok yanıyordu. Ellerim başımın arkasına gittiğinde bir şişlikle karşılaşmıştı. Kafamın arkadasında sargı bezi olduğunu düşündüğüm bir şey vardı. Neden takmışlardı ve neden bu kadar acıtıyordu? Ben neler yaşamıştım?

Ellerim başımdan ayrılıp saçlarıma değdiğinde gerçekten de uzamış olmaları kafamı oldukça karıştırmıştı.

Babam öldükten çok süre sonra buraya getirilmiştim. Ayrıca o aradaki süreçte yaşadıklarım vardı o yüzden burada yaşadığım süre çok uzun değildi.

Eğer gözümün önüne gelen sahneler hayal gücümün ürünü değilse ben gerçekten hafıza kaybı yaşıyordum. Daha da kötüsü hayatımdan kaç senenin benden sökülüp alındığını bile bilmiyordum. Bunun kafamın arkasındaki sargı beziyle bir alakası var mıydı?

Sızladığına göre bir yaram vardı ve yine aynı sebepten çok uzun süredir burada olmayabilirdim. Birisi beni yaralamıştı ama belki de merdivenlerden düşmüştüm... Hiçbir ihtimal uzak gelmiyordu. Zihnimin boşlukları her türlü olayla doldurulabilirdi. Manipülasyona açık bir hâldeydim. En büyük korkum da buydu. Güvenmemem birine güvenmek.

Bana su veren, zincirlerimi çözen kişi iyi birisi miydi? Beni buraya hapseden kişi ile aynı kişi olabilir miydi? Kadın mıydı, erkek miydi? Kaç yaşlarındaydı? Peki ya, duyduğum yakarış neydi?

Başka tutsaklar da mı vardı?

Başka tutsak da mı vardı?

Zihnimin her boş odasında bir soru karşıma çıkıp o odanın ağırlığını arttırıyordu. Zihnim yerinde olsa, buradan çıkabilirdim. Zihnim yerinde olsa şu anda belki de burada olmayabilirdim.

Bir süredir -kaç gün olduğunu bilmiyordum.- yattığım yataktan kalkmıştım. Ayağa kalktığımda zihnimdeki güçsüzlüğe ek olarak, bacaklarım da isyan bayraklarını çekmişlerdi. Ellerim yatak demirini bulduğunda ayakta duramayan bacaklarım beni yeniden yatakla buluşturmuştu.

Ayağa bile kalkamıyor olmak sinirlerimi bozmuştu. Hatırlamak istiyordum. Eski halime dönmek istiyordum. Bale yapmaya devam ediyor muydum? Aklıma gelen soruyla gözyaşlarım benden habersiz akmaya başlamıştı.

Baleden vazgeçmiş olabilir miydim?

Her şeyden vazgeçerim, dediğim bu evrende vazgeçemeyeceğim tek şey baleydi. Bu uyuşturucu bağımlısının düşünceleri, hisleri ile aynı düşünceydi, aynı hislerdi. Ben baleye bağımlıydım.

Şu anda hissettiklerimi belki de birkaç gün önceki ben hissetmiyordu. O belki de çoktan vazgeçmişti...

Babam gerçekten ölmüş müydü? Bu da bir yanılsama olabilir miydi? Zihnime bile güvenemeyeceksem neye güvenecektim, kime güvenecektim?

Odanın içinde yankılanan diğer yakarışla gözyaşlarım akarken sıçramıştım. Neler oluyordu?

Gözlerimi silip ayaklandığımda yavaşça gelen sese doğru yürümeye başlamıştım. Bu cesaretimin nereden geldiğini bilmiyordum ama tek isteğim soru işaretlerime cevap bulmaktı. İçimden bir ses her şeyin nedeninin bu adam olduğunu söylüyordu.

"Kim var orada?" Normal ses tonuyla sorduğum soruya karşı taraftan kısık bir sesle cevap geldi ama yine söylenen hiçbir şeyi anlayamamıştım.

Ellerimi etrafı anlamak için önümde tutarak yürüyordum. Bir şeye çarpmak istemezdim. Gözlerim kamera ışığının düştüğü gözlere değdiğinde tenimden geçen ürperti ile birkaç adım gerilemiştim.

Karşımdaki gözler beni yine etkisi altına almıştı. Ellerim gözlerin sahibine değdiğinde hissettiğim buz gibi bedenle nefes alış verişim hızlanmıştı. Soğuk, zihnimi tekrar harekete geçirmişti.

Gözler bana bakıyordu.

Gözler canlı değildi.

Bu gözler hiç canlı olmamıştı.

Neden canlı gibi bakıyordu?

Karşımda bir heykel vardı. İki metreye yakın boyuyla insana benzeyen bir heykel vardı. Ellerimi vücudunda gezdirdiğimde hissettiğim zincirler ile duraksamış, zihnimdeki bir düğümü daha çözmüştüm ama bu başka düğümler oluşmasına neden olmuştu.

Benden ne istiyorlardı?

Sinir bozukluğu ile yere çöktüğümde kapının arkasından gelen seslerle kendimi heykelin arkasına çekmiştim. Birileri geliyordu ve ben kimin dost kimin düşman olduğunu bilmiyordum. Uyurken tedbir alamazdım ama şimdi...

Kapı açılmıştı.

İçeriye birisi girmişti.

Gözlerimin seçebildiği kadarıyla kalıplı, uzun boylu bir adamdı. Sert adımlarla odanın içinde hareket etmeye başlamıştı.

Ayağında, çıkan sesten anladığım kadarıyla postal tarzı bir ayakkabı vardı. Asker olabilir miydi?

Karanlıkta asla tökezlemeden, her yeri biliyor gibi hareket ediyordu. Gözlerindeki gözlükler parlıyordu. Yüzünde göremesem de ciddi bir ifade var gibiydi.

Yatağa ilerlediğinde benim orada olmadığımı gördüğünde arkasını görmüş ve gözleri odada dolaşmaya başlamıştı. Odanın içinde avını arıyordu. Belki de güvenebileceğim biriydi?

Nihayet benimle göz göze geldiğinde kendimi daha da geriye çekmiştim. Ondan nasıl kaçacaktım? Ondan kaçmam gerekiyor muydu? Gözündeki gözlüklerin normal olmadığına emindim. Benim gördüğüm alanla onun gördüğü bir değildi. Kendimi bana attığı her adımda duvara doğru çekiyordum ve en sonunda duvara yaslanmış halde bulmuştum. Birkaç adımda yanıma ulaştığında elleri saçımı bulmuş ve yanıma eğilmişti.

"Hoş geldin Kardelen. Kaç gündür uyanmanı bekliyorduk. Çok uykucu çıktın sen de."

Kardelen 13 yaşındayken

"O kızı görmeye tahammül edemiyorum. Bana onu hatırlatıyor." gelen bağrışma sesleri ile hızla üst kata çıkmış, merdivenlerde babamın odasından görünmeyecek bir yere oturmuştum. Babam ve Melda Hanım tartışıyordu. Sesleri en alt kata bile geliyordu.

"Beni de onu unutmak için yanında tutuyorsun ama kızına verdiğin ad bile ona ait." Melda Hanım'ın sesi çatallı geliyordu. Babam kimi unutmak istiyordu?

"Daha fazla saçmalama. Ne diyorsun sen?"

"Beni, o kadını unutmak için yanında tutuyorsun. Kızına bile onun adını verdin. Onun adı Kardelen, sen ona Begüm dedikçe o, Begüm olmayacak. Küçücük çocuk onu neden yanında tuttuğunu bilse yüzüne tükürü-" cümlesini yarıda kesen bir tokat sesiyle oturduğum yerde sıçramıştım.

Melda Hanım, bana hep annelik yapmıştı. Annem olduğunu sanıyordum hep ama ona Melda Hanım dememi istiyordu. Anne dediğim gün benimle konuşmuyordu, çok kırılıyordu bana. Baban gibi yapma diyordu. Beni başkalarının yerine koyma.

Bugün de Melda Hanım'dan bir şey istemek için okuldan eve koşarak gelmiştim. Arkadaşım bugün evimize gelmek istemişti. Ben de Melda Hanım'dan izin alacaktım. Babam asla izin vermezdi.

"Kızına yaptıklarını ülkeye de yapıyorsun. Bir gün hepsinin acısı çıkacak, o zaman ben tokat atmayacağım ama yediğin büyük bir tokat olacak. Senin sayende acı çeken her kişi, sende bir yara açacak. Sen kaybedeceksin, Alparslan."

Ayak sesleri geldiğinde merdivenin sonuna inip çıkıyor gibi yapmıştım. Melda Hanım, beni görünce gülümsemişti. Beni sevdiğini hissediyordum. Beni sevdiğine emin olduğum tek insandı.

"Melda Hanım, sizden bir şey isteyebilir miyim?" Elleri saçlarımı bulduğunda kafamdaki sarı peruğu çıkartmış, kendi saçlarımı okşamaya başlamıştı. Beni, kahverengiyken de seviyordu. Onun beni sevmesi için sarı olmam gerekmiyordu.

"Söyle bakalım, çiçeğim. Ne isteyeceksin?"

"Bugün bir arkadaşım evimizi çok merak etti. Benimle oynamak için evimize gelmek istiyor. Gelebilir mi?"

"Kardelen, bunu babana söylemen daha doğru olur. Ben söylesem olumsuz cevap verebilir ama şu anda senin dediğini kabul edebilir. Sen şansını bir dene istersen." dedikten sonra saçlarıma ve yanağıma öpücük kondurup alt kata inmişti. İnerken gördüğüm tek şey ise buğulanmış gözleriydi. Babamla ne zaman konuşsa gözleri hep böyle olurdu.

Babamın yanına gitmek için merdivenlerden çıkacağım zaman o da odasından çıkmış ve hızla yanımdan geçip gitmişti. Beni görmemişti bile. Onun beni görmesi için onaylamadığı şeyler yapmam yetiyordu ama normal anlarda beni asla görmüyordu.

Ben de peşine takılıp hızla yürümeye başlamıştım. Kapıya geldiğinde ise bacaklarına yapışıp durmasını sağlamıştım.

"Ne yapıyorsun sen?"

"Bir şey isteyecektim."

"Ne yapıyorsan yap. Gözüme gözükme." dedikten sonra beni dinlemeyip evden hızlıca çıkmıştı. Ben de ertesi gün arkadaşımı da alıp eve gelmiştim. Kendi odamdan asla çıkmamıştım. Orada arkadaşımla hayatımdaki en güzel günü geçirmiştim. Babam bana ilk kez istediğim bir şeyi vermişti ve ben çok mutluydum. Hayatımın en güzel gününü yaşıyordum.

Arkadaşımın gitme vakti geldiğinde ona odamda dolu olan bebeklerden birisini vermiştim. Hepsi göstermelikti. Oynamama pek izin yoktu, bari o mutlu olsun diye vermiştim. Çünkü çocuklar, televizyonda hep mutlu oluyordu. Onun da mutlu olduğunu görünce ben de mutlu olmuştum.

Birlikte gülerek aşağı indiğimizde babam da eve gelmişti. Göz göze geldiğimizde onda gördüğüm şey ile arkadaşımın arkasına geçmiştim. Gözlerinde çok korkutucu bir ifade vardı.

Babam birkaç adımda kapının önüne gelmiş ve önce saçımda sonra da yanağımda şiddetli bir acı hissetmiştim. Ama kalbimdeki acı, yüzümdeki acıdan daha fazlaydı. Kalbim çok acıyordu. Gururum incinmişti.

Tüm bunlar, tek başımayken olsa bu kadar zoruma gitmezdi.

"Bu eve kimseyi getirmeyeceksin demedim mi sana?" diye bağırdığında kapının zili çalmıştı. "Geç odana, sakın ağladığını görmeyeyim." dediğinde kapıyı açmıştı. Arkadaşımın ailesi, onu almaya gelmişti. Bu gürültüyü duymadıklarına emindim ama kızları korkuyla onlara sarıldığında her şeyi anlamışlardı benim de içimden bir şeyler kopmuştu. Göz yaşlarım kopan her şeyin dili olmuştu. Hızla odama çıktığımda dolabımın içine girip ağlamaya başlamıştım. Dolabın içine hayaletler giremezdi. Dolabın içi benim sığınağımdı. Göz yaşlarım hızlandığında asıl sorun yanağımdaki acı değildi.

Ben babama hiç sarılmamamıştım.

Babam bana hiç sarılmamıştı.

***

Görüş ve önerilerinizi bekliyorum. Diğer bölümde görüşmek üzere.

Continue Reading

You'll Also Like

66.7K 265 2
Kitap düzenlemeye girmiştir anlam hatları olabilir düzenleme bitene kadar başlamamız önerilir "Ada abla biraz gezelim mi Babam sen ben üçümüz " dedi...
15.2M 614K 54
"Soyun!" "Ne?" Yaşlı adam oturduğu masada kaşlarını çatmıştı ki yanındaki kadın tebessüm ederek bana döndü. "Sadece hırkanı çıkar ve bize sol kolunu...
807K 22.6K 24
Sevgiden nefrete dönüşen imkansız bir aşkın hikayesi. "Onlar cehennemi yaşayacak, Aşk cennetin dilinden onlara kalan tek an olarak kalacak, bu aşkın...
16.9K 10.6K 125
Hadi bir şiir molası... Bazen kimselere anlatamadığımız şeyleri birkaç satıra sığdırmaya çalışırız . Kendinizi anlatırsınız yazarken , kendi içinize...