KARA GECENİN GÜNÜ AYMAZ | bxb

By Vapsole

67.8K 5.5K 3.3K

Varlıklı ve köklü bir ailede doğan Nedim Akbulut her şeye rağmen onların istedikleri gibi biri olmamıştı. Ail... More

KARA GECENİN GÜNÜ AYMAZ
1. AKBULUT
2. SOHBET
3. ZORLANILAN VEDALAR
4. KORUCU
6. SOHBETİMSİ KONUŞMALAR
7. YENİ EV
8. GÜNAYDIN
9. AKŞAM YEMEĞİ
10. DUŞ
11. OTUZ SANİYE
12. BOMBA
13. KÜPELİ HOCA
14. BİNGÖL OLAYLARI
15. ENDİŞELENEN BİRİ İÇİN
16. YEMEK
17. YILDIZ
18. DOYUMSUZ
19. TOY
20. TATLI SEVDASI
21. KONAK
22. KABUSLARIMDAKİ KİŞİ
23. KAPUT
24. BOZULAN AĞ
25. DÖNÜM NOKTASI
26. BİRBİRİNE KARIŞAN İKİ İNSAN
27. BAKIŞLAR
28. DEDİKODU
29. MAHMUT AĞA
30. MİNNET
31. SOYAD
32. ERKAN

5. KARAUL

1.9K 190 82
By Vapsole

Sonbaharı çok severdim.

Çocukluğumdan beri her zaman ağaçlardaki yaprakların sararmasını dört gözle bekleyen biriydim. Renk değiştirmesini günü gününe takip edip her renginden bir tane alıp saklardım. Her yıl için bunu yapmayı geleneğim haline getirmiştim. Sonbahar sanki yaşam döngüsünü kısa sürede gösterebilen tek şey gibi geliyordu bana. 

Ayrıca, sonbahar her zaman yeni şeylerin başlangıcıydı. Tatilin bitişini temsil ederdi. Okullar açılır, insanların özellikle bu zamanlarda kullandığı yıllık izinler biterdi. Eylül'e girdiğimiz ilk günden yeni planlar yapıp 'Bu sefer buna uyacağım' diyen milyonlarca kişi oluyordu her zaman. 

Bana yılbaşından bile daha çok yeni yıl gibi hissettiriyordu.

Sonbahar deyince aklıma güzel İstanbul sokaklarının sarı yapraklarla kaplanması, yeni yeni giymeye başladığımız yağmurluklar ve yağmurdan sonraki toprak kokusu geliyordu. Her gördüğüm yaprağı almak isteyen bedenim, bu sefer ayağımın altındaki yaprağı acımasızca eziyordu.

Etrafıma bakamıyordum.

Ağaçlardan tek tük dökülen yeşilimsi yaprak ayağımın altında parçalanırken bavulumu elime almış ve arkamdaki askere dönmüştüm. Vanilla-Villa ismi kırmızı led ışıklarla parlarken güneşin doğmaya başlaması yüzlerimizi daha iyi aydınlattı.

"Siz de sona kaldınız." dedi asker resmi bir tonla benimle konuşurken. Bavulumun kulpunu daha sıkı tutarken gülümsedim. İlk önce ailesi olanları kavuşturmaları benim gibi yalnız birini bırakmaktan daha önemliydi. Onları anlıyordum. "Sorun değil. Bıraktığınız için teşekkür ederim." diyebildim gülümsemeye devam ederken.

Adam yavaşça kafasını salladı. Şoför koltuğunda oturan asker rahat bir tavırla tütün tüttürmeye başlamıştı. Askeriyede böyle şeyler yasak sanırdım fakat gördüklerime bakılırsa yanılmıştım.

"Lobinin ışığı yanıyor. Bize bakan biri gördüm az önce. Gidip girişinizi yapıp hemen odanıza gitseniz iyi olur. Sadece sizinle iletişime geçmek zorunda kalırsak diye telefon numaranızı vermenizi istiyoruz." Asker, açık kahve gözlerini kısarken sakin sakin derdini anlattı bana. Korkmamam için çabalıyor gibiydi. Şuan pek iyi durumda olduğumu sanmıyordum o yüzden bu tavırlarını garipsemedim.

Gerçekten bu süreç beni çok yormuştu.

Telefon numaramı tane tane söylemeye başladım. Ne için bana ihtiyaçları olabilirdi bilmiyordum ancak şimdi düşünmek istemedim. Elbet bir nedenleri vardı.

Asker numaramı aldıktan sonra, "Sorun çıkarmadığınız için teşekkürler. Size iyi günler dilerim." diye mırıldandı. Ben de ona gülümsemeye çalışarak başımı salladım ve yorgun bir sesle. "Size de." diyebildim. Beynim çalışmayı durdurmuştu.

Çok uzun zamandır ayaktaydım.

Onlar araca binerken ben de zar zor bavullarımla merdivenleri çıktım. Tam kapıya gelince bir personel gelebildi. İçeri girdiğimde dibimde biten kısa boylu bodur bir adam bana merakla bakarken, "Merhabalar! Bavulunuzu taşımada yardımcı olmamı ister misiniz?" diye sordu. İstanbul Türkçesi ile demişti fakat arada bir kaymaları duyunca gülesim geldi. Yorgun olmasam gülerdim.

Bavulu bin tonmuş gibi bir halle adamın eline bırakırken, "Nedim Akbulut." dedim kısık bir sesle. "Odamı verin lütfen."

Adamın alnı kırışırken boğazını temizledi ve eliyle lobiyi gösterdi.

"Oradan girişinizi yapın lütfen." derken bavulumu alıp ilerlemişti bile. Lanet ederek arkasından ilerledim. Artık uyumak istiyordum. Gerçekten... 

Eşref yazıyordu yaka kartında. Adam enerjik duruyordu. Benle onun arasında en az yirmi yıl olduğundan emindim fakat ruh yaşlarımız tam zıttı gibi duruyordu şuan.

Lobiye ölü bir halde giderken, "Nedim Akbulut." diyebildim. Sonra hazırda duran kimliğimi verdim. Askerlerle beni gördüğü her halinden belli olan kadın merakla bana bakarak girişimi yaparken, "Hoş geldiniz otelimize." diye mırıldandı. Aynı anda bir anahtarı eline almıştı. Beni baştan aşağıya incelerken, "Buyurun anahtarınız. Zor anlar geçirmişsiniz gibi duruyor." dedi. Ağzımdan laf almak istediği her halinden belli oluyordu. Meraklı gözleri asla üstümden ayrılmamıştı.

Fakat hiç konuşacak havamda değildim o yüzden pas vermedim ve 'Sağolun' diye mırıldanarak asansöre doğru yürüdüm.

Eşref de elinde bavullarla beni takip etti. Kadının dona kaldığını hissettim ancak hemen toparlanacağından emindim. Tipimden bile yarı uykulu olduğum belli olmalıydı.

"Dördüncü kat." diye mırıldandı Eşref birden bire. Korkuttuğu için sıçradım. Şaşkınca bana bakarken kapısı açılan asansöre doğru, "Ah... evet." dedim. Ayaklarımı sürte sürte asansöre girdim. Dört... dört...

Benim kötü yanlarımdan biri de uykusuz kalınca salaklaşıyordum. Gerçekten bir kuklaya dönüyordum sanki. Öyle ki biri beni kolumdan tutup bir yere yönlendirse hiç düşünmeden bırakırdım kendimi. Kısaca salağa bağlıyordum. Tabi, bir de rahat bulduğum ilk yere kıvrılıp yatıyordum sonra.

Yine de tanımadığım insanlara bu yönümü çaktırmamaya çalıştım. Dik durmaya çalışırken dümdüz ileri odaklanmaya çalıştım.

Neyse ki katım hemen geldi. Yutkunurken o önden ben arkadan odama doğru ilerledik. Etraf sessizdi. Herkes uyuyordu. Bir an sendeledim ama önümde yürüyen adam fark etmeden toparladım kendimi. Etraf mı bulanıklaşıyordu... Daha yatağa gitmeden vücudum kendimi kapatıyor olabilir miydi?

Ben direnirken, "Odanız." diye mırıldanarak kapıyı açtı Eşref. Işık için manyetik kısmı da takarken, "Bunu çıkarırsanız söner." demişti. Ölü gibi kafamı sallayabildim. Artık nasıl görünüyorsam adam şaşırır gibi oldu. Bir şey diyecekmiş gibi ağzını açınca son kalan gücümle, "Tamam çık artık." diyebildim. Eşref bir süre duraksasa da ağzının içinde bir şeyler mırıldanıp, "Umarım bayılmaz." dedi ve odamdan çıktı. Bavullar duvar kenarındaydı fakat onlara da bakamadım.

Anında kemerimi çıkarıp pantolonumu kenara atarken üstümü de başka yere fırlatmıştım. Altımdaki baksırla zar zor çift kişilik yatağa adımlarken, "Bütün gün... çok kötüydü ama düşünmem gereken bir şeyler..." diye mırıldana mırıldana komodin üstündeki kağıtla kalemi elime aldım.

Aileden gelen bir garip merakım vardı ve biraz da takıntılıydım. Bu durumda olmama rağmen unutmamak için kısa da olsa bir not almam gerekiyordu. Kısa... neyi yazacaktım? "Hm... tarih... Ne dediler? 10 mayıs?" Elimle 10 mayıs yazarken duraksadım. Mavi gözlerim iyice giderken, "Hayır 2010 mu... neydi... neden 10 mayıs yazdım.." diye mırıldana mırıldana bir şeyler karaladım. Ne yazdığımı bende bilmiyordum sadece hatırlamalıydım. Sonra kenara attım ve kendimi yatağa bıraktım.

Başım on ton ağırlıktaymış gibi yatağa yapışırken, "Of soğuk..." diye fısıldadım. Çıplak sayılırdım ve ısıtıcı açmamıştım. O yüzden soğuk çarşafı üzerime çekmeye çalışırken, "İşim var." diye fısıldadım. "Çok iş... lütfen 12'de kalkayım." derken kendi bedenimi ayarlamaya çalışıyordum. 

Garip bir şekilde hangi saatte kalkmak istesem o saatlere yakın uyanabiliyordum.

Ancak bu sefer işe yarayacak mı emin değildim.

***

Tam da istediğim gibi 12'e on kala kalkabilmiştim. En az altı saat uyumuş olsam bile kendime gelememiştim. Yatakta doğrulurken kemiklerimden çıkan sesleri dinledim. Bu yatak benim kendi yatağımın yanında beton gibi kalıyordu o yüzden zenginliğe alışık bedenim kesinlikle beğenmemişti.

Elimle dağınık saçımı daha da dağıtırken kısık gözlerle inceleyemediğim odama baktım.

Çift kişilik yatağı olan basit bir odaydı. Kenardaki kapıdan oranın banyo olduğunu anladım. Beyaz, plastik olan kapılardandı. Dandikti yani. Gözlerim yattığım yatağa kaydı. Tipik beyaz yatak takımı vardı. Yerde ise kahverengi parkeler. Gözlerim komodine kaydı. Saçılmış kağıtlar, yere düşmek üzere olan bir kalem ve bir kağıt...

"Ben bir şeyler yazmış mıydım..." diye mırıldanırken ağrıyan bedenime rağmen komodine uzandım. Üstünde garip karalama olan kağıdı alırken çirkin yazımı ve tarihi gördüm.

"Ah!" dedim. "Bu tarih dün bahsettikleri şeydi. Ama..." 10 Mayıs'a dik dik bakarken dudaklarım büküldü. Bunu dediklerini hatırlamıyordum. "Ne diye yazmışım ki bunu?"

Esnerken bir elimle kafamı kaşıdım fakat hatırlayamadım. Uykusuzluktan ne yaptığımı bilmiyordum. 2010'daki 10'a kafam takılmış olmalıydı. Mayıs'ın nerden geldiği hakkında bir fikrim yoktu.

Kağıdı düzgünce katlayıp masaya geri bırakırken, "Duş almam gerek. Sonra hazırlanıp okula uğrayacağım. Oradan da eve..." Zar zor ayaklanırken soğuk parkeye basınca irkildim. Ah, buz gibiydi yer. Gözlerim terlik arasa da bulamadı. Sıkıntılı bir nefes verirken kenarda duran bavula ilerledim. Dayanmam gerekiyordu. 

Bavuldan ihtiyaçlarımı çıkarıp duşa ilerledim. "Duştan sonra ev sahibini arayıp ne zaman geleceğimi haber vermeliyim. Ve çok lüks şeyler giymemem gerek... Unutma Nedim..."

Kendime telkinler vererek duşa girdim. Ortalama altı bir duştu fakat yeterliydi. Sıcak su gelse benim için idealdi.

Şansıma sıcak su sıkıntısı çıkmadı. Hızla duşumu almaya başladım. Sıcak su kemiklerimi ve kaslarımı rahatlattı. Rahatsız yatağın bütün sıkıntılarını üstümden aldı. Gözlerimi yumup kendimi suyun akışına bıraktım.

Ne kadar fazla kaldığımı bilmeden durduğum için yarım saattir su altında olduğumu fark edememiştim. Hızla duştan çıkarken havluyla saçımı kurutup üst ve alt seçmeye çalıştım.

Öğrenci falan yoktu ama yine de öğretmen arkadaşlarıma iyi gözükmek için temiz bir gömlekle pantolon çıkardım. Üstüme tam uyan ve temiz görünenleri üstüme hızla geçirirken temiz bir çorabı da yatağın üstüne atmıştım. Klasik bir kemer de takarken gözlerim telefonuma kaydı. Duştan önce şarja takmıştım. Yarısı çoktan dolmuştu. Deli gibi mesajlar vardı ve yanlış görmüyorsam cevapsız aramalar...

Ah! Ailem... Erkan kesin yetiştirmişti. Telefon ben onunla bakışırken yeniden çalarken ekranda kocaman çıkan 'Annem' yazısı beni irkiltti.

Derin nefes alıp verirken, "Şimdi aramak zorunda mıydın..." diye mırıldanmadan edemedim. Daha ev sahibini aramam gerekiyordu. Ayrıca nasıl açıklayacağımı düşünmemiştim.

Saniyeler geçtikçe daha da gerildiğim için telefonu elime aldığım gibi düşünmeden açtım.

"Sen beni kalpten mi götürmek istiyorsun Nedim!" diye bağıran annem beni şaşırtmamıştı. Telefonu, sesi kulak zarımı zorladığı için kendimden uzaklaştırırken bağırışlarını dinlemeye devam ettim.

"Sen diyordun bana terör merör yok diye! Bu haberler de ne Nedim! Hemen geri dönüyorsun ve dedenden af diliyorsun! Orada kalmana izin vermem!"

"Anne..." dedim durması için fakat beni duymadı bile. Sıkıntılı bir nefes vererek dinlemeye devam ettim. "Ya sana bir şey olsaydı? Sen benim tek çocuğumsun tek! Sakın bana ideallerim deme! Yemin ederim yarın yanına geliyorum, gerekirse zorla getiririm seni!"

"Boşuna uğraşma." dedim konuşmanın gittiği yeri fark ederken. Kaşlarım hafifçe çatılmıştı. Aynadaki yansımamla göz göze geldim. Nemli saçlarım parlıyordu ve sinirli bir ifade takınmıştım. Ah...

Yüzümü düzeltmeye çalıştım. Başarmak zamanımı aldı. O ara annem, "Sakın tek bir kelime etme." diye beni tehdit ediyordu. "Ben çocuğumu yol kenarında bulmadım."

"Anne sizin şimdi fark ettiğiniz gerçekleri milyonlarca insan yaşıyordu bu ülkede zaten. Ben buraya gelirken ihtimalin farkındaydım. Eğer burası yaşanılamaz bir yer olsaydı tek bir tane insan bile olmazdı etrafımda." diye mırıldanırken sakin ses tonumu takınmıştım. Yavaşça yatağa oturdum. "Benim için endişelendiğini biliyorum fakat kimse burada beni öldürmek istemiyor. Savaş falan da yok. Şansıma, terör olayı oldu ki zamanında İstanbul'un en işlek caddesinde bomba patlatılmışlığı var. O da terördü. Taşındık mı? Hayır. Oradan geçmekten vazgeçtik mi? Hayır. Ben de sırf bu olaydan dolayı bir korkak gibi kaçıp gitmeyeceğim. Yalnız değilim ben anne." 

Son cümleyi söylerken duraksamamak için kendimi kasmak zorunda kalmıştım. Yalnız oturduğum odada yansımama bakarken aslında tam tersi olduğunu fark ettiğim an bu andı. Bunu bile bile anneme yalan söyledim.

"Beni anlamıyorsun..." dedi annem titrek bir sesle. "Çocuğun olsa anlardın. Sen benim tek evladımsın. Kılına zarar gelirse mahvolurum. Lütfen inadı bırak..."

Gözlerimi kapatırken alnımı ovdum. Vazgeçmeyeceğimi o da içten içe biliyordu.

"Bana hiçbir şey olmayacak. Bundan eminim. Neden biliyor musun? Dün gece askerler taa otelime kadar eşlik etti bana. En zararsız yerde olsam bile. Asla işlerini şansa bırakmayan insanlarla dolu burası. Korkma. Ben güvendeyim."

Annem sessiz kaldı. Ne dersem diyeyim içi rahatlamayacaktı. Sadece vazgeçirmeliydim.

"Sakın gelme ve yerinde dur anne. Normalde aramaman gerekirdi dedemin dediklerine göre," Ben devam edemeden annem açtı ağzını yumdu gözünü. "Babamın çarkına sıçayım. Sen benim evladımsın ve şu dünyada kimse evladımla benim arama giremez."

"Ah," dedim iri gözlerle yere bakarken. İlk kez bu kadar ağzı bozuluyordu. Şaşkınlıktan kelimelerim birbirine girdi. Oha anne.

"Dedemle atışma sakın. Ondan alacaklarım var." diyebildim. En azından bundan dolayı ona çatmazdı. "Ayrıca gelme sakın. Bu da dedemi sinirlendirir."

"Ben de kesecek o sesini diyorum." dedi annem hırsla. "Gerçekten kötü şeyler olacak bu evde-" devam edecekti ki babamın sesini duydum. "Çocukla düzgün konuş!" demesine gülmedim değil. Ah, canım babacığım. Sen de mi ilk defa görüyorsun bu yanını acaba?

"Benim yanımdayken ettiğin küfürler bitti şimdi çocuğa da mı söylüyorsun? Kafayı yedin yaş aldıkça." Tamam, o benden önce biliyormuş. Elimle saçımı düzeltirken ayaklandım. Karı kocalardı sonuçta tabii ki de bileceklerdi.

"Baba!" dedim ben de bağırarak. Hoparlöre almıştı. "Annemi alır mısın? Çocuklaşmasına izin verme. Ben çok iyiyim. Okula gitmem gerek şuan." derken çekmeceyi hızla açmıştım. Saç kurutma makinesini elime alıp prize yürüdüm. "Sana güveniyorum ancak kendine dikkat etmeyi unutma lütfen. Ve her gün bizi ara. Lütfen." Babam, endişeli bir sesle isteğini dile getirince gülümsedim. Anneme göre daha zarif biriydi babam. Her zaman kibar olmaya çalışır, işler istediği gibi gitmeyince içindeki diğer taraf ortaya çıkardı. O diğer taraf çok pisti o yüzden göstermemek için çok direnirdi.

"Söz." dedim kısaca. "Şimdi kapatmam lazım."

Annemle babam birkaç şey daha dediler. Ben de onları olabildiğince cevapladım. En sonunda kapattık. Hızla saçımı kuruturken aklımda ev sahibi vardı. Saat bir olmuştu çoktan. Akşam beşe kadar okulda kalsam altı gibi ev sahibi ile görüşebilirdim.

Saçımı kuruttuktan sonra fişi hemen çıkarırken tarağı elime aldım. Hızla düzeltirken bitkisel kremi de gözüme kestirmiştim. Saçımın sağlıklı gözükmesi için diplere sürdüm.

Her şeyi masaya koyduktan sonra ayağıma çorapları geçirdim. Normal bir ayakkabıyı da ayağıma geçirirken omuzdan asmalı çantamı aldım. İçine gerekebilecek şeyleri doldururken hızlıydım. Yolda arayacaktım ev sahibini.

Bilgisayarımı da koyduğum an anahtarı alıp dışarı adımladım. Telefonun şarjı baya vardı. Param da vardı. Anahtar yanımdaydı. Cüzdan buradaydı. Ceketi de aldım. Tamamdır.

Kapıdan çıktım ve yavaşça arkamdan kapattım. Yavaş adımlarla asansöre ilerlerken rehberden ev sahibini arıyordum.

Asansör bu katta olduğu için hemen bindim. Çok sürmeden giriş kata gelirken numarayı çevirmiştim bile.

Anahtarı yanımda götürebilirdim. Kurallarda böyle yapabileceğimiz yazıyordu o yüzden resepsiyona uğramadım. Masada oturan kadına kafa selamı verirken aynı anda aradığım adam telefonu açmıştı.

"Alo." dedi normal bir sesle ev sahibi. "Merhaba, ben Nedim Akbulut. Ev için konuşmuştuk evvelsi gün. Hatırladınız mı?" derken otelden çıkışımı yapmıştım. Şimdi minibüsleri bulmam gerekiyordu. Of, sıkıntı.

"Haa, şu cadde arkasında kalan sokaktaki ev için arayan muallimsin sen değil mi?" diyerek beni direkt hatırlaması mutlu etti.

"Evet, ben bu sabah şehre vardım da şuan okula uğramam gerek. Akşam altı gibi uğrasam sorun olur mu?" derken olabildiğince kibardım. Zorlama kibarlık falan değildi, normalde de böyleydim ancak bu insanların kibarlığa karşı nasıl tepki vereceklerini bilmediğim için kelimelerimi seçerek konuşuyordum.

Adam beni onaylarken birkaç kelam daha ettik. Minibüs güzergahını bulurken adamla anlaşarak kapattık. Vehmi amca beklediğimden daha anlayışlı bir adamdı.

Yolda yürürken buranın insanları bir bana bir de giyimime bakarak birbirleriyle konuşurken minibüse vardım. Üstünde yazanı bir kez daha okusam da, "Abi, Hasan Korkmaz lisesinden geçer mi bu?" diye sormak zorunda  hissettim kendimi. Bir an tipimi süzen otuzlarındaki minibüsçü, "Geçer kardeşim. Yeni hoca falan mısın ilk kez görüyorum seni." diyerek sorguladı beni. Bu ittiren bir tonla söylenmemişti. Merak ediyordu cidden. Ona kocaman gülümsedim ve en iyi sohbet edilecek yer olarak görülen ön koltuğa doğru adımladım. Adam kenardaki minik yastığı çekerken, "Evet öyleyim." diye mırıldandım. 

Arkadan bir kadın para uzattı. Adam anında üstünü hesaplayıp verirken, "Vay... çocuklar sizi görünce çok sevinecek." diye mırıldandı. "Severler takım elbise giyen hocaları. Bir de bizden gibi gözükmüyorsunuz o yüzden ayrı bir severler." derken aracı hareket ettirmeye başlamıştı. Ben de ona kendi paramı uzatırken güldüm. "İşimde yeniyim ve gereken saygıyı göstermeye çalışıyorum. Öğretmenlik kolay değil." Sözlerimi söylerken gözlerimi cama sabitlemiştim. Eskiden hocaların daha güzel giyindiğini söylerdi eski topraklar. Ben de onlara layık olmaya çalışıyordum işte. Adam takdir eder gibi başını salladı.

"Daha çok... siz gerçek bir sarısınız ya ondan dedim. Bizim buralar esmer kaynar... Çok bakarlar size. Çok laf etmelerine izin vermeyin bizim veletler cılkını çıkarır ha deyim size." derken kırmızı ışıkta durmuştu. Biraz hızlı kullandığı için korkudan kalbim hızlanmıştı. Elimle sıkıca koltuğun yanını tutarken zorla güldüm. Bütün minibüsçüler böyle miydi yoksa bu adama mı özeldi acaba?

"Öğretmen öğrenci ilişkisi nasıl ayarlanır biliyorum. Stajda nasıl olacağını çözdüm." derken gözlerim ilerideki binaya kaydı. Aha, benimki.

"Güzel o zaman." dedi adam ve ilerideki binayı gösterdi. "Ha sizi ışıklarda bırakayım. Karşıya geçin sizin okul. İyi yere düşmüşsünüz." derken yolcunun biri 'inecek var' diye bağırmıştı. Çantamı kendime doğru çekerken, "Ben de burada ineyim." diye mırıldandım. Adam başını sallarken, "Allah'a emanet hoca." demişti. İçtenlikle esmer adama gülümsedim ve, "Siz de." diyerek kalabalığın arasından zar zor sıyrıldım. Hayatımda bu kadar insana maruz kaldığım çok az an vardı. Aşağı inince derin bir nefes almadan duramadım.

İstanbul kalabalığından eser yoktu fakat işlek bir cadde üzerinde olduğumuz için şehrin belki de en kalabalık yerlerinden birindeydim. Yavaşça okuluma doğru adımlarken okulun caddenin biraz gerisinde olmasına sevindim. Çok araç olmasa da ders anlatırken ses olmasını istemezdim.

Okul kapısı kapalıydı fakat güvenlik kulübesinde biri vardı. Ona gülümseyerek, "Merhaba." dedim. Adam tembel bakışlarını bana çevirdi. Elinde bugünün gazetesi vardı. Beni baştan aşağıya süzerken, "Ben Nedim Akbulut. Yeni öğretmenim." dedim. Burada turnikeler vardı o yüzden kart almam lazımdı.

"Ah, sizi bekliyorduk biz de." dedi yerinden doğrulan adam. "Müdür bey iş için fazladan hoca arıyordu zaten." derken bir kart uzatıp geçmem için basmıştı. Kaşlarım çatılırken turnikelerden geçtim ve, "Ne işi?" diye sormadan edemedim. Güvenlik görevlisi kaşlarını kaldırırken, "Ayak işi, kağıt işi, öğrenci işi... ne ararsan o iş işte hoca. Para olmadığı için sekreterlerin yapacağı işleri hocalar yapıyor." dedi. Duraksadım.

Hayda, çatmıştık şimdiden.

Ben kendi işimi yapmak istiyordum. Başkasının işini değil.

"Cevdet Bey. Yeni hocaya neler anlatıyorsunuz öyle?" Bir kadın sesi beni düşüncelerimden çıkardı. Kantinden elinde plastik bir bardakla çıkan kadın kısa topuklularını tıkırdatarak bana doğru adımlıyordu. Kısa, siyah küt saçları vardı. Siyah kalem etek ve kahverengi bir gömlek giymişti. Hafif bir makyajı vardı. Boyu en az bir altmış beş olmalıydı ki kısa topuklularına rağmen benden çok kısa durmuyordu. Yüzü güleçti. Otuzlarında duran bir havası vardı. Elinde duman tüten içeceğinden bir yudum alırken tam dibimize geldi. Hafif çekik kahve gözleri Cevdet'e odaklanmıştı. "Yine kafa mı karıştırıyorsunuz?"

"Ne münasebet Kader Hanım." dedim güvenlik bey boynunu bükerek. Kadına saygı duyuyor gibiydi. Korkuyla alakası yoktu hareketinin. Yüzü güleç kadına bakarken rahatladığımı hissettim. Enerjisi gerçekten güzeldi. Kadın gözlerini bana çevirirken, "Nedim Bey. Bu sabah aradılar karakoldan. Sizin dün çektiğiniz sıkıntıları kısaca anlattılar. Geçmiş olsun öncelikle. Böyle bir olayla şehre ayak basmanız güzel olmadı."

"Ne bana ne de başkasına bir şey olmadı. Sorun yok." derken olayı bilmesine hem şaşırdım hem sevindim. Anlatmakla uğraşmak zorunda kalmamıştım. 

"Bizimkiler anında olaya el atmış ya sorun yok." dedi Kader gözlerini etrafta gezdirirken. İçeceğinden bir yudum daha alırken, "Askerler ve korucular aralarında iyi bağlantı kurdukları için böyle olaylarda nasıl davranacaklarını biliyorlar. Sizin otobüste benim öğrencimin anneannesi de vardı. Galiba birine ne olduğunu siz anlatmışsınız. Oradan duymuş. Çok yakışıklı bir çocuk vardı diye anlatmaya başladı gerçi... Çok beğenmiş sizi..." Sona doğru kahkahalarla anlatması beni de güldürdü. Hangi teyzeydi acaba? Tanışasım gelmişti.

"İyi yardımcı olmuşum bilmeden galiba." diye mırıldandım o arada Kader eliyle okul yolunu göstermişti. İkimiz de Cevdet'e baş selamı verip küçük adımlarla okula doğru yürümeye başladık. Bahçe fazla büyüktü.

"İnsanları sakinleştirmişsiniz biraz. Özellikle otobüsten inerek. Askerleri terörist sanmışlar..."

"Çok kılık değiştiriyorlar diye duydum." derken omzumdaki çantamı düzeltmiştim. Kader gözlerini kısarken kafasıyla onayladı beni.

"Eskiden daha olaylıydı. Bunların sağı solu belli olmadığı dönemlerde çok fazla taktikle içimizi yakmışlardı. Fakat artık antrenmanlıyız. Özellikle deli yüreklerimiz fazla antrenmanlı bu konuda." derken hafifçe gülümsemişti. Merakla ona bakmadan edemedim. Özellikle birilerinden mi bahsediyordu?

Meraklı bakışımı görünce bir yudum daha aldı içeceğinden ve, "Korucular yahu. Artık daha da profesyonele geçtikleri için bu olayların kökünü kısa sürede kuruturlar bence. Hatta şuan okulda dün gece baya olay çıkarsa da bir kişiyi yakalayabilen korucumuz var. Devlet, galiba son olaylardan sonra güvenlik için her okula bir tane gönderecek. Konuşmaya gelmişti..." derken gözleri ileriye kaymıştı. Olayı tam anlamadığım için kaşlarımı çatarken, "Okulların güvenliği yok mu zaten?" diye sormadan edemedim. Kader içeceğini bitirip plastik kartonu elinde büzdü. Yandaki çöp kutusuna atarken durmak zorunda kalmıştık. 

Olduğumuz yerde dururken konuşmaya devam ettik. Kader gözlerini bana çevirirken kollarını göğsünde birleştirerek rahat bir pozisyon aldı. "Nedim, sence okul güvenliği bu gibi durumlarda ne yapabilir? Normalde polis falan gelir anca burada polisten çok askerler ve jandarmalar var zaten. Onlar da genelde daha ciddi görevlere atandılar. Bu sıralar..." Duraksayıp doğru kelimeleri aramaya çalıştı. Endişeli gözlerle ona baktım. "Biraz karışık galiba. Pek bilmiyorum. O yüzden korucular onların yerine bakacak bir süre. Aynı iş zaten. Haftanın birkaç günü okulda kalıp koruyacaklar. Bilirsin buralara saldırı olma olasılığı da yüksek..."

Maalesef ki biliyordum.

"Bir korucu mu sadece?" diye sordum bu sefer. Okul çok büyüktü. Eğer terör saldırısı olursa yeter miydi ki...

Kader dudaklarını büzerken önüne düşen saçlarını kulağının arkasına sıkıştırdı.

"Yani, çok seçenek yok galiba." derken düşünceli bir şekilde okula bakmıştı. Ben arkamda kaldığı için bakamadım. Kader'e bakmaya devam ettim.

"Bu olaylar hızla durulur o zaman değil mi?" derken elimle çantamı düzeltmiştim. Kader cevap vermek için ağzını açtı fakat sonra sustu. "Kesin cevap veremem." demesini bekliyordum zaten. İçime sıkıntı çöktü.

"Onu boş ver de. Sen nerede kalacaksın? Evin var mı?" diye sordu meraklı gözlerini bana dikerken. Direkt sen bene dönmemiz beni daha da rahatlatıyordu.

"Dağ sokakta bir ev buldum. Buradan çıktıktan sonra sahibi ile görüşeceğim." derken biraz heyecanlanmıştım. Kader'in kaşları havalandı bir anda ve merakla kısıldı. Yüz değişimlerini ilgiyle izlerken o bir şey demek için ağzını açmıştı fakat gözleri okul girişine kaydı.

"Aha, lafın üstüne geldi." diye mırıldanmasını duyunca anlamsızca ona baktım. Kader bana bakarak, "Korucumuz." dedi. Sesi keyifliydi. "Şuan buraya doğru geliyor. Genelde çıkıp giderdi. Sohbetimize katılmak mı istiyor acaba?"

Okulu koruyacak olan mı?

Yavaşça arkamı dönerken pek bir şey beklemiyordum.

Sabri'yi ortalama bir korucu olarak baz aldığım içim kafamda bütün korucuları öyle kodlamıştım. Görünüşe göre yanılmışım.

Yaklaşık bir doksanlarında olan, koyu dalgalı kahverengi saçlara sahip olan bir adam bize doğru yürüyordu. Gözlerinin yeşili yaklaştıkça daha da belli olan adam resmi korucu kıyafetini giymişti. Sırtındaki tüfeği fark edince şaşkınca bana yaklaştıkça büyüyen adama baktım. Yüzü ciddi bakarken bize yaklaştıkça gülümsemeye başlamıştı. Her saniye değişen surat ifadesine bakarken ağzımı açamadım bile.

"Kader hanım da buradaymış." derken gülümsemesini büyütmüştü. Gözleri bana kaymamıştı. O kadar yakındı ki aramızdaki boy farkı altında ezileceğimi sandım. Bu herif devasaydı.

Tek bir korucu yeter mi sözümü geri alıyordum, belki de yeterdi...

"Sonunda müdürle işin bitmiş." derken sırıtmıştı Kader. "Kaçar gidersin sandım. Yanıma uğrama nedenin nedir acaba?" derken tek kaşını kaldırmış ve sırıtmasına devam etmişti. Gözlerim Kader'de takılı kalırken ona bakmamaya çalıştım. O bana bakmadığı için bakıp rahatsız etmek içimden gelmemişti. Garip hissediyordum.

"Ah, hal hatır soracaktım belki. Kalbimi kırıyorsun." derken sesi oyuncuydu. Anladığım kadarıyla bu adam dış korkutuculuğunun aksine sosyal bir tipti. Elimle omzumdaki sapı daha da sıkarken üstümde bir bakış hissettim. Bu bakış kesinlikle Kader'e ait değildi. "Bu olaylar varken hal hatır için bile durmazsın sen işkolik herif." diye mırıldanan Kader burun kıvırmıştı. Yüzüm kasılırken bakışların ağırlığına dayanamayıp bakışlarımı bana bakmakta olan adama çevirdim.

Dalgalı saçından bir tutam alnına dökülse de kafasındaki şapka sayesinde birçoğu tutunmaya devam etti. Gözlerim ona takılı kaldı. Adamın suratındaki ifade bana bakarken an ve an değişti. Ellerimin buz kestiğini ve bu hissin bütün vücuduma yayıldığını hissettim. Yeşiller yüzümden ayrılmadı. Suratı tamamen ifadesizleşti.

Adam düz bir suratla yüzümü incelerken, "Senin için gelmedim zaten." dedi. İrileşen mavilerim ondan ayrılmadı. "Karşımdaki adam için geldim."

"Ne?" diye mırıldandım dediklerini anlamazken.

"Öğretmen Bey, sizinle tanışmak için geldim aslında." diye mırıldandı yeşilleri yüzümü tararken. Dediklerine ne cevap vereceğimi bilemediğim için donup kaldım. Adam hafifçe gülümsedi. 

"Ben İhsan Karaul." 

İsim beynimde yankılandı. Aklım dün geceye gitti. Komutanın sakın yapmasınlar diye sinirlendiği kişiler... 'Askerliklerini yakarım! Gitmelerine izin verme!' İhsan'a bakarken şaşkınlıktan kalakaldığım için cevap veremedim. Üstten bakan adam cevabımı beklemedi zaten. Yeşillerinde anlayamadığım bir ifade parladı.

"Siz de dün otobüs halkını bilgilendirmek için terörist mi değil mi anlamadan bizimkilerle konuşan yeni öğretmen olmalısınız. Sizinle bizzat tanışmak istedim öğretmen bey." derken gözlerini kısmış ve elini bana uzatmıştı.

Daha görmeden ruh hastası olduğunu düşündüğüm adamlardan biri öğretmenlik yapacağım okulun geçici korucusuydu.

***

Selamlar. Nasılsınız?

Bu biraz uzun bir bölüm oldu. Sadece ne ekleyip neyi çıkaracağımdan emin olamadığım için uzadı biraz. İlk bölümler her zaman daha zor oluyor benim için...

Bölüm hakkındaki düşünceleriniz?

Nedim sonunda okula ayak basabildi. Kader adındaki meslektaşıyla tanıştı bile. Okulda çok zamanımız geçecek. Daha tanıyacağımız karakterler var. 

Sonda geçen bölümde adı geçen baş belalarından biri geldi. İhsan. Hatta daha önceden de adını gördünüz aslında... (öhöm, giriş bölümü) Düşünceleriniz neler?

Bir sonraki bölümde görüşürüz. Kendinize iyi bakın.

Continue Reading

You'll Also Like

1.2M 88.1K 59
Çilek Alança Yıldırım mı demeliyim yoksa sen mi gerçek ismini açıklamak istersin Çilek Alança Saruhan? 17 yaşında tam bir neşe patlaması olan Çilek...
1.1M 15.8K 39
Aşık olduğu adamın evleneceğini öğrenen Mavi, çareyi en yakın kız arkadaşında bulur. Düğüne kısa bir süre kala acilen bir plan yapmaları gerekmektedi...
134K 7.4K 50
Anneannesini görmek için gittiği şehirde üsteğmen Göktürk ile karşılaşan Efsun hiç beklemediği gerçeklerle de karşılaşır ___ " sen benim hayatımda h...
1.9M 71.4K 59
DİKKAT: ÖĞRETMEN ÖĞRENCİ KURGUSUDUR +18 VARDIR RAHATSIZ OLACAK OKUMASIN. Lavinia: Sana vermem gereken bir ceza vardı. Defne: Tobe hasa Defne: Ben ned...