14 ŞUBAT SENDROMU

By Fesatrice

1.6M 183K 111K

Irmak, 14 Şubat'ın özel bir gün olduğuna inanır ve o gün bir randevuya çıkmanın nasıl bir şey olduğunu merak... More

1- Sevgililer Günü İlanı
2- Numan
3- Ayhan
4- Kubilay
5- Murathan
6- Semih
7- Beklenmeyen Aday
8- Teklifim Hâlâ Geçerli
9- Seni Kendim İçin İstiyorum
10- Anlaşma
11- Irmak'ın Şartları
12- Sana Ne Kadar Dokunacağım?
13- Tipim Değilsin
14- Randevu Kuralları
15- Kurallardan Birini Çiğneme Hakkı
16- Kalın Duvardaki Çatlak
17- Kırık Kalbin İlk Darbesi
18- Baktığım Sen Olacaksın
19- Kıskanç Semih
20- Semih'in Jesti
21- Hitap Tartışması
22- Dünyanın En Rahat Omzu
23- Tehlikeli Yakınlık
24- Ona Âşıksın
25- Kanepedeki Küpenin Sahibi
26- Sarılan Yaralar
27- Bu Saçmalığa Son Verelim
28- Planlanan Randevu, Planlanmayan Hisler
29- Yalnız Kaldığımız An
30- Seninle Flörtleşmeden Duramam
31- Cezbedici Yasak
32- Semih'in Her Şeyi Öğrendiği An
33- Biri Balatayı Sıyırmış, Biri Küfürbaz Haydo
34- Gitmeyeceğim, Söz
35- Kaplanın İni
36- Hırsız, Dolandırıcı, Manita
37- Anın Tadını Çıkarmak
38- Ceza
39- Yarış ve Kaza(n)
40- Seni Seviyorum, Şimdi
41- Sinirlendiğinde, Güldüğünde
42- Tarif
43- Alık ve Âşık
44- Irmak Helvası
45- Gizli Ama Saklı Değil
46- Kavga
47- Heyecan
48- Yüzde Yirmi, Yüzde Otuz
49- Semih Hoca
50- Yeni Anlaşma
51- Tavla
FİNAL
İlker & Bade
Özel Bölüm

52- Kaplanların Yeni Üyesi

21.5K 2.6K 1.4K
By Fesatrice

Resmi olarak kumalarımın sayısı ikiye çıkmıştı.

Semih'in motosikleti, ve üvey kardeşi Burak.

Önümden yürüyen ikiliye bakarken kafamı onaylamazca iki yana salladım. Semih'i hiç bu denli mutlu görmemiştim. Mutluydu ama şimdi üvey kardeşi de yanında olduğu için fazladan bir mutluluk vardı üstünde. Burak'ı kolunun altına almış, onunla koyu bir muhabbete girmişti. İkisi, önümüzden yürürken ben, Cihan'la arkada kalmıştım.

Kendini dışlanmış hissediyor mu diye Cihan'ın yüzüne baktığımda gülümseyerek abilerini izlediğini gördüm. Burak ve Semih arasında hiçbir kan bağı olmamasına rağmen can ciğer kuzu sarması olmaları sadece benim hoşuma gitmiyordu demek ki.

İkisi hep, çok yakındı. Burak, Semih'in en yakın arkadaşıydı. Yaşıtlardı, ebeveynleri de evli olduğundan onları ikiz sanan çok olurdu. Semih neyse, Burak onun tam tersiydi. Hem fiziksel hem karakter özelliği olarak zıtlardı.

Bu yüzden birbirlerini tamamlıyorlardı. Aralarında güçlü bir bağ olduğu ortadaydı ancak Semih'in bana anlattıklarından sonra bunun nedenini çok iyi anlamıştım. Annesinin acı kaybından sonra konuşmayı bırakan, küçük bir çocukla arkadaş olmak isteyen tek kişiydi Burak. O günden sonra da hiç ayrılmamışlardı.

Burak'ı ben de severdim. Aklı başında, efendi bir çocuktu. Semih gibi fırlama değildi ama Burak'ın da kendince bir şeytan tüyü vardı. Tamamen ciddi bir yapısı yoktu. Şakalaşır, eğlenirdi. Eğlenceli biriydi zaten. Sadece Semih kadar uç noktalarda gezmezdi. Daha ortalarda takılırdı.

"Cihan?" dediğimde Cihan, başını bana çevirip baktı. Dördümüz beraber Gamze'nin evine doğru ilerliyorduk. Onu oradan alıp bir yerlere gidecektik.

"Biz bir yürümeyelim, acaba ikisi bizi ne zaman fark edecek?" dedikten sonra başımla önden ilerleyen ikiliyi gösterdim. Bu cidden merak ettiğim bir konuydu çünkü epey koyu bir muhabbete dalmışlardı.

"Sen yap," diyerek bana katılmayacağını belli eden Cihan'a somurttum ve birkaç adım daha attıktan sonra ara sokağa girip sırtımı duvara yasladım.

Semih'in ve Burak'ın sesini hâlâ duyuyordum. Çok uzaklaşmamışlardı. Başımı uzatıp onları izlerken arkasına baktığı takdirde göreceğim şaşkın yüz ifadesini kaçırmamaya kararlıydım.

Semih ve Burak, yürümeye devam etti. Cihan, peşlerinden ilerledi. Arkalarına bir an bile bakmadan gözden kaybolduklarında ağzım açık kaldı.

"Nasıl ya?" diye mırıldandım kendi kendime. İnsan bir dönüp arkasına bakardı! Yarım saattir çıtım da çıkmıyordu, hiç mi ne halde olduğumu merak edip bakmamıştı?

Kollarımı göğsümde birleştirip sırtımı duvara yasladım. Ben burada kaldıkça Semih de yokluğumu fark etmemeye devam ediyordu. Bugünü zehir edecek hiçbir şey yapmayacaktım. Ancak gün bittiğinde ve Semih, elime düştüğünde benden sağlam bir trip yiyecekti.

Saçımı savurarak sokağın diğer yandaki çıkışına yöneldiğimde tek omzunu duvara yaslayıp ellerini cebine sokmuş Semih'i görmemle yerimde sıçramam bir oldu.

"Ne yapıyorsun, güzelim?" diye soran sesini duydum. Sahici bir merak vardı sesinde.

Kendimi hızla toparladım. "Boş ver ya benim ne yaptığımı. Gönüllüsün buna zaten, belli."

Ona trip atmamalısın, Irmak. Kardeşi yurt dışından yeni geldi.

Zaten ben de her saniye benimle ilgilensin demiyordum. Ama insan arkasından yürüdüğünü bildiği sevgilisine de bir saniyeliğine bakabilmeliydi! Belki düşüp kalmıştım bir yerlerde, bakmadan ne bilecekti?

İçimdeki fazla anlayışlı ses, cazgır tarafımın baskısıyla susarken Semih'in gülümsediğini gördüm. Onun gülüşü, tüm gücü üzerine toplamıştı. Şimdi karşı çıkacak hiçbir tarafım konuşacak cesareti bulamıyordu.

"Ne demek boş vermeye gönüllüyüm? Ben sadece seninle ilgili şeylere gönüllü olurum."

"Belli ki senin için beni boş vermek de benimle ilgili," dedim. Gri yeşilleri parladı. Ona sataşmama bayılıyordu. Bunu defalarca dile getirmişti.

"İki saniye aklımdan çıktığın yok, gelmiş burada seni boş verdiğimi söylüyorsun." 

Semih, kafasını onaylamazca iki yana salladığında siyah saçları da hafifçe savrulmuştu. Gri yeşiller tekrardan gözlerime odaklandı. Alnına düşmüş siyah saç tutamına bakarken yutkundum. Onunla ilgili her şeyin beni bu kadar etkilemesine bağışıklık kazanmıştım artık. Duruşumdan ödün vermedim.

"Bir saniyeliğine aklından çıkarabiliyorsun yani?"

Semih, derin bir nefes alarak omzunu duvardan çekti ve bana yaklaşmaya başladı. O bana yaklaşırken odaklanamayacağım için kafamı çevirmiş, o şekilde konuşmaya devam etmiştim. "Sen matematikçi adamsın. Ağzından sayıyla ilgili bir şey çıkıyorsa öylesine çıkmıyordur. Başka birisi olsaydın iki saniye lafına o kadar takılmazdım ama sen..."

Bu ilişkide ikimizin de uzman olduğu alanlar vardı. Şanslıydık ki uzmanlık alanlarımız birbirleriyle epey ilgiliydi. Ben, oradan buradan laf seçip sataşmak konusunda uzmanken, ki Semih buna bayılıyordu, o da tatlı dilini kullanarak beni yumuşatmak konusunda uzmandı.

"Cihan söylemese Allah bilir kaç saat sonra fark edecektin," diyerek cümlelerimi sonlandırdığımda Semih'in de adımları tam önümde durmuştu. İki parmağını çenemin altına yerleştirerek yüzümü kendisine doğru kaldırdı. Direnmeyip gözlerine baktım. Başparmağının ucuyla çenemi okşadığı anda ne için trip attığımı unuttum.

Bunu fark etmiş gibi, hafifçe gülümsedi.

"Cihan'ın bana bir şey anlattığı yok," dedi kulaklarımı okşayan o tonlamayla. "Seni bu duvarın arkasına saklandığın saniye fark ettim ve canının oyun istediğini anladım. Ben de seninle oynayayım dedim o yüzden."

Yüzüme doğru eğildiğinde yanağı, yanağıma sürtündü. "Kötü mü yaptım?" diye fısıldadığında nefesi, kulağıma çarpmıştı. Hatırla, Irmak. Bir şeyi kötü yaptı. Seninle böyle oynamasına izin verme.

Ama... En başında istediğim de bu değil miydi zaten?

Elimi Semih'in göğsüne yerleştirip onu hafifçe geriye iterken tekrardan yüzüne baktığımda ciddiyetimi korumak çok zor olmuştu. Beni bu kadar iyi tanımasını çok seviyordum. Ne yapmak istediğimi anında okuyordu yüz ifademden.

"Hadi," dedikten sonra başımla arkayı işaret ettim. Semih, o bir saniyeden anında faydalanıp boynuma bir öpücük bıraktı. Dudaklarımın arasından şaşkın bir ses çıkarken ona ne söyleyeceğimi unuttum. Bana unutturduğu için ona kızgınlıkla baktım. Gülüp bu sefer de yanağımı öptü.

"Hadi," diyen bu sefer o oldu. Elimi de tuttuktan sonra beni sokak arasından çıkarmıştı. "Biz oyalandıkça Cihan huysuzlanıyor. Şunu bir an önce sevgilisine kavuşturalım, hiç çekilmiyor bu halleri."

"Acaba Cihan da senin için aynısını düşünüyor mudur?" diye mırıldandım.

"Düşünüyorum," diyen Cihan'ın huysuz, despot sesiyle onun gün geçtikçe Gamze'ye ne kadar çok benzediğini fark ettim. Muhtemelen Semih, yanımda oyalandığı için bizim yanımıza dönüp acele etmemizi söylemek için dönmüştü. Biraz ötemizde Burak, elleri cebinde bir şekilde bizi bekliyordu.

Kaldırımı işgal etmemek için yan yana yürümüyorduk. Zaten Semih, Cihan ve Burak üçlüsü yan yana yürüdükleri anda kaldırımın tamamını kapatıyorlardı. Bu yüzden Burak ve Cihan biraz önümüzden yürürken Semih ve ben, el ele bir şekilde arkalarından geliyorduk. Burak, omzunun üzerinden bana baktı.

"Ee?" diye sordu bana. Kahverengi gözleri kısıldı. "Ne oldu size?"

Kaşlarımı çatarak Burak'a baktım. Semih, elimi tutup beni iyice kendine çekti. "Oğlum sen valla Türkçeyi unuttun. Nasıl oldu, diye soracaksın. Ne oldu diye sorduğunda sanki kötü bir şey olmuş da onu soruyormuşsun gibi oluyor."

"İyi bir şey mi oldu, kötü bir şey mi oldu algılayamıyorum ki."

Semih, kolunu omzuma atarak "Çok da iyi bir şey oldu," dedi. Saçını savurup "Hıh!" diyerek eklese tam olacaktı ama bunu yapmadı.

"Sizi en son bıraktığımda kanlı bıçaklıydınız."

"Abartma ya, o kadar da değildik." diye mırıldandım. Burak, yurt dışına okumaya gittiğinde ben 14 yaşındaydım. Ergenliğimin zirvesini yaşadığım o yaşlarda Semih'e zehirli laflar etmiş olma ihtimalim çok yüksekti. Ve onun gibi bir laf cambazının da altta kalma ihtimali yoktu. Yani birbirimize sataştığımız zaman dilimindeydik. Kedi köpek gibi dalaşırdık.

"Dude, çatlayacağım meraktan."

Semih, eliyle Burak'ın kafasını ittirdi. "Sikeceğim senin bozuk Türkçeni he! Ne çabuk asimile oldun lan, gavur bebesi seni."

"Sen de çok çabuk kapıldın Irmak'ın akışına, hatırlatırım. Fosforlu oje sürmüş sana. Hadi sana sürmesi kabul edilebilir bir şey. Ama kaskına?"

"Çok da güzel oldu," dedi Semih anında. Başımı ona çevirdiğimde bakışlarımdan habersiz konuşmaya devam etti. "Hem bunun neresi asimile olmak? Bu zaten benim kanımda olan bir şeydi, benliğimi keşfettim yani. Onu kaybetmedim."

Başını aşağıya eğip bana baktı. Bakışlarımı gördüğünde kısa bir an için afallamıştı. Eğilip alnıma dudaklarını bastırdı. Birkaç saniye sonra yeniden üvey kardeşi Burak'a dönmüştü.

"Doğru," diyerek onayladı onu Burak. Gamze'nin evinin önüne gelmiştik. Geldiğimiz anda apartmanın kapısı açılmış, Gamze gülümseyerek dışarıya çıkmıştı. Bakışları direkt Cihan'ı buldu. Daha çok gülümsedi. Çenesindeki gamzesi belirginleşirken ona doğru yürüdü.

Cihan da büyük adımlarla Gamze'ye yaklaştığında bir kolunu Gamze'nin beline dolamış, ona sıkıca sarılmıştı. Saçlarının üstünü öptüğünde üçümüz de olduğumuz yerde dikilmiş bir şekilde onları izliyorduk.

"İlker abi de yengeme böyle ölüp bitiyor. Bu konuda abine çekmen yetmedi, sen de gidip bir Akkaya kızı buldun kendine."

Semih, alnını saçlarımın üstüne yaslayıp güldü. O sırada Gamze ve Cihan'ın sarılma merasimi de son bulmuştu. Cihan, Gamze'yi kolunun altına alıp yanımıza gelirken Burak'ın karşısında durdular tanıştırmak için.

"Abi, sevgilim Gamze. Sevgilim, bu da Burak abim."

"Memnun oldum," diyerek başını hafifçe salladı Burak. Ardından omzunun üstünden bize doğru baktı. "İki Akkaya kızı, bir Gamze... Ben de örüntüyü bozmayayım bari." Gözlerini tekrardan Gamze'ye çevirdi.

"Ablan var mı?"

Gamze, yanındaki Cihan'ın varlığından olsa gerek, Burak'ın şaka yaptığını fark etmemişti. "Var," dedi. Ablasının adı Gizem'di, 21 yaşındaydı. Bir an için düşündüğümde aslında Burak'la yakışacaklarını fark ettim. Ancak ağzımı açıp da bunu belirtme gereği duymadım. Burak da şakasına devam etmişti.

"Ya, öyle mi? Erkek arkadaşı var mı?"

O sırada Gamze'nin ablası Gizem de apartmanın girişinde gözüktü. Burak'ın sırtı ona dönüktü. Gamze, ablasına bakarken mırıldanarak "Yok..." dedi.

Burak,  Gamze'nin şakasını anlamadığını, onu ciddiye aldığını anladı ve güldü. "Şaka yapıyorum yahu," dedi. Yahu demeyi hatırladığı için onu içten içe tebrik ettim. "Meraklı değilim ablana."

Bakışlarımı onlara doğru yürüyen Gizem'e çevirdim. Gözlerini devirdiğini gördüğümde dudaklarımı birbirine bastırmıştım.

"Ablası da sana meraklı değil," diye homurdandı Gizem. Burak, irkilerek arkasını döndüğünde Gizem'le göz göze geldiler. "Artık sen de her kimsen..."

"Abim, Burak." diyerek onları tanıştırdı Cihan. Başıyla Gizem'i gösterdi. "Gamze'nin ablası, Gizem."

Gizem, gözlerini kısarak Cihan'a baktı. "Kaç tane abin var senin ya?"

"Üç."

Bakışlarını tekrardan Burak'a çevirdiğinde Burak, yerin dibine girmekle meşguldü. Yüzü hafiften kızarmıştı. Kırk yılın başı, henüz yeni tanıştığı bir insana kendince sulu bir şaka yapmıştı ve o da elinde patlamıştı.

"Hiç benzemiyorsunuz," dedi Gizem, dudak bükerek. "Diğer abilerine benziyorsun."

"Ben üveyim," dedi Burak. "Gerçi Cihan'a özüm ama..." Burak, bakışlarını Cihan'a odakladı. "Sen niye hiç bana benzemiyorsun?"

"Abi benziyorum ya," diye mırıldandı Cihan. "Saçım siyah değil, daha ne olsun?"

Haklı bir savunmaydı. Cihan'ın saçı, İlker Abi ve Semih'inki gibi kömür karası değildi. Burak'ınki gibi koyu sarı da değildi. Koyu kahverengi saçları vardı. Gözlerini Engin Amca'dan almıştı. Ten rengi ise yine Kaplan'lar kadar esmer değildi ancak Burak gibi de buğday tenli sayılmazdı. İki tarafı da taşıyordu, sadece Kaplan genleri daha baskın gelmişti.

"Abla, sen nereye gidiyorsun?" diye soran Gamze'nin sesiyle Burak, bizim yanımıza doğru yürüdü. Semih'in alaylı bakışlarını görünce "Sus," dedi. Gerçekten çok utanmıştı. Semih'le en zıt oldukları konu da buydu. Burak'ın aksine, Semih'in utanması arlanması yoktu.

"Dolanacağım biraz öyle."

"Bizle gelsene," diyerek konuya atladım. Semih, Cihan ve Gamze, fikrimi desteklediklerini belirtircesine başlarını salladılar. "Evet, gel." dedi Cihan.

"Siz nereye gidiyorsunuz ki?"

"Takılacağız öyle," dedi Gamze. "Sınav sonrası stres atacağız. Gel sen de. Ne kadar çok kişi olursa o kadar eğleniriz."

Gizem, uyumlu bir insandı. Hepimizi de az çok tanıyordu. Bu ortamda sadece Semih'le Burak'ı tanımıyordu ancak nedense gelip gelmemek konusunda tereddüt yaşarken Burak'a bakmıştı. Burak'tan ise çıt çıkmıyordu. Başını önüne eğmiş, ayakkabılarına bakıyordu.

Semih, dirseğiyle onu dürttüğünde kafasını kaldırdı. Gizem'le direkt göz göze geldiler. Gizem, gözlerini kaçırdığı anda Burak konuştu. "Evet, gel." dedi. "İki çiftin arasında tek kalmayayım."

Gizem, tekrardan ona baktı.

"İki çiftin arasında tek kalmayayım derken-..." diyerek söze başladı Burak. Semih, onu tekrardan dirseğiyle dürttü. "Hiç açıklamaya kalkma, sıçtıkça sıvayacaksın. Tecrübeyle sabit." dedi. Sonra tekrardan bana baktı.

İkimizin de aklından aynı şey geçmişti. Onun bana "Seni kendim için istiyorum." dedikten sonraki sözleri...

"İyi madem," dedi Gizem iç geçirerek. Hep beraber yürümeye başladık. Burak, Semih ve benim yanımda yürürken Gizem de Gamze'nin yanında, bir diğer uçta yürüyordu. Kalabalık grubumuza bir sessizlik hâkimdi.

Göz ucuyla Gamze'ye doğru baktım. Göz göze geldiğimizde ikimiz de sırıtmış, önümüze dönmüştük.

"Off!" diyen Cihan, üstündeki tişörtü çekiştirdi. "Ne sıcak var a-... Aaa! Böyle sıcak olmaz ama."

Gamze'nin ablasının varlığını son dakikada hatırlayıp bozuk diline kendi kendine sansür uyguladığında güldüm. Semih, Cihan'a döndü. "Ne mızırdandın sen de, eriyecek halin yok ya."

"Ben değil ama canım abim erir," dedi Cihan. Kafasını öne doğru eğerek Burak'a baktı. "Oranın kasvetli havasında unutmuştur Ankara sıcağını. Çocuk bembeyaz geldi, bir saatte esmerleşecek bu gidişle."

"Oğlum harbiden yakıyor buranın güneşi ya." diye mırıldandı Burak.

"Tamam, ıvır zıvırı alır benim eve geçeriz. Orası serin olur." Semih, Gizem'e doğru baktı. "Sorun olur mu senin için?"

"Yok. Sorun olmaz."

"Dışarısı zaten ana baba gününe dönmüş," diyerek homurdandı Cihan. "Çok kalabalık. Ben bu kalabalıkta kendi düşüncelerimi duyamıyorum." Başını Gamze'ye çevirip imalı bir bakış attı. "Şanslıyım ki çoğu zaman düşündüğüm şey belli." 

Tatlı dil, Kaplan erkeklerinin genetiğinde vardı.

Öte yandan, Cihan oldukça haklıydı. Bu kalabalıkta ve sıcakta kafa dağıtmak neredeyse imkânsızdı. Öyle bir sıcak vardı ki Semih'le el ele tutuşmayı dakikalar öncesinden bırakmıştık. Şu an bir parmağı şortumun kemer bölgesindeki askıya dolanmıştı. Geçen yaz bu şortu giyerken mutlaka kemer takma ihtiyacı duyuyordum ancak sınav senesi sağ olsun, birkaç kilo almıştım.

Başımı eğip Semih'in şortuma tutunan parmağına bakarken güldüm. "Hayırdır?" diye sordum ona. "Kaybolurum diye mi korkuyorsun?"

Başını bana çevirdiğinde parmağının nerede olduğunu fark edip kendi haline güldü. "Ne bileyim," dedi. Elini kendine çekti. "Bulmuşum yine dokunacak bir yer."

Temas etmeyi çok seviyordu. Onun için temas gerçekten de vazgeçilmezdi ve çoğu zaman bunu fark etmeden yapıyordu. Ben bir şey anlatırken pürdikkat beni dinliyordu ama bu esnada da kafamın kenarlarında çıkan bebek saçlarını kulağımın arkasına ittirmeyi ihmal etmiyordu. Elleri, hep bir şekilde tenimdeydi. Dokunmayı çok seviyordu. Belki de annesini çok küçük bir yaşta kaybettiği için temas ihtiyacı fazlaydı.

Hep beraber bir marketten içeriye girdiğimizde marketin kliması yüzünden hiçbirimizin buradan çıkası gelmemişti. Yiyecek içeceklerle market arabasını doldurup kasaya geldiğimizde Semih, Burak'a döndü. 

"Öde lan," dedi. "Bir sterlin olmuş otuz lira. Sen şimdi zenginsindir."

"Öderim lan," dedi Burak da Semih gibi. Lan kelimesi, ağzında eğreti durmuştu.

"Hayır, ben kabul etmiyorum böyle bir şeyi." diyerek araya girdi Gizem. Cüzdanını çıkardı. Semih, Burak'a bir şey söylemek istercesine bana baktı. Söyleyeceği şeyin, imalı bir şekilde "Bak, hiç kıyamıyor da sana." olacağını anlayarak kafamı iki yana salladım.

Yanaklarını şişirip nefesini dışarıya üfledi. Gülümsedim. Çocuk gibiydi.

Marketten olaysız bir şekilde çıktığımızda hepimiz Semih'in evinde oturmak konusunda daha bir kararlıydık artık. Hava gerçekten çok bunaltıcıydı. Dışarıya çıkacaksak da daha serin bir vakitte çıkacaktık.

"Ee?" diye sordu Gamze. Semih'le bana bakmıştı. "Nasıl gitti tanışma işi?"

"Semih babamı tavladı." dedikten sonra kendi kelime şakama kahkaha attım. Semih dışında kimse kahkahama eşlik etmemişti. 

Hiçbirinin mizahtan anladığı yoktu.

"İyi gitti," dedi Semih sonra. "Sevdi gibi ama daha bunu konuşmak için çok erken. Benim bir kızım olacak, onun da bir talibi olacak ve ben ilk tanışmada ona tamamen ısınacağım? Mümkün değil."

"Ama babam seni öncesinden de tanıyor ya hayatım?" dedim öylesine. Semih, kafasını hızlıca bana çevirdi. "Ne?" diye sordu. "Neyim dedin?"

Kaşlarımı çatarak kurduğum cümleyi hatırlamaya çalışırken "Hayatım," diye mırıldandım. Semih, neredeyse kalpten gidecekti. 

İçine derin bir nefes çekti. "Doğru, doğru. Önceden de tanıyor beni. Tabii öyle."

"Siz çocukluk arkadaşı mısınız?" diye sordu Gizem bu sefer. Konuya uzak kalmıştı.

"Çocukluk düşmanları demek daha doğru olacak." dedi Burak. Semih'in evine yaklaşmıştık.

"Yoo, daha doğru olacağı falan yok. Irmak âşıktı bana küçükken."

"Tamam ama sen sevmezdin Irmak'ı."

"Sevmez miydin?" diye sordum şok içinde. Küçükken âşık olduğum çocuk beni sevmiyor muydu?

"Abimden kıskanıyordum," diyerek açıkladı Semih bana. "Seninle çok ilgilenirdi. Kız kardeş istedi hep ama hepimiz erkek olunca... Yengemle beraber sen hayatına girdiğinde gömülü hazine bulmuş gibi davrandı bu yüzden. Çocuktum, ne yapayım?"

"Evet," diyerek ona hak verdi Cihan. "Ben de kıskanırdım seni abimden. İkisinden de hem de. Çünkü İlker abimin seninle ilgilenmediği zamanlarda Semih abim kıskanmazdı seni, bu sefer o ilgilenirdi."

"E çünkü ben de kız kardeş istiyordum. Sen de kız olsaydın, o zaman hep seninle ilgilenirdim."

"Üstüme iyilik sağlık, benimle kız kardeş gibi mi ilgilenirdin?" diye sordum. Apartmandan içeriye girmiştik. Asansör, hepimizin birden sığabileceği kadar büyüktü.

"Ne diye ilgilenecektim Irmak?" diye sordu Semih. "O yaştan vahiy inmiyordu ya hoş, ben nereden bileyim ikimiz de büyüyünce sana âşık olacağımı?"

Burak güldü. "Bundan 10 sene önceki sana, büyüyünce Irmak'a âşık olacağını söylesen ne yapardı acaba?"

Asansör durduğunda soru da havada kalmıştı. Cevabı merak ederek koridorda ilerledik ve Semih'in evinden içeriye kendimizi attık. Kısa bir serinleme merasiminin ardından herkesin rengi yerine gelmişti. Oturma odasındaki büyük koltuğa yerleştiğimizde yeniden Semih'e sırnaşabilecek kadar rahat hissediyordum kendimi. Kolunun altına girip sırtımı göğsüne yasladım. Gamze de aynı şekilde, Cihan'ın göğsüne yaslanmıştı. Burak ve Gizem ise öylece oturuyorlardı.

"Ay bugün halamla İlker Abi doktora gideceklerdi. Bu sefer inşallah gösterir bebek kendini." dedim, kısa süren sessizliği hemen bozmuştum.

"Kaç aylık hamile halan?" diye sordu Gizem.

"Dördüncü aya yaklaştı. Ama bir türlü göstermiyor kendini. Sırtı hep dönük. İnatçı çıktı."

"Kime çekmişse..." dedi hemen yanımdaki Semih. Kafamı kaldırıp ona baktım. "Size," dedim, bariz bir gerçeği dile getirirmiş gibi bir tavırla. "Siz, hepiniz çok inatçısınız."

"İnatçı değiliz, tuttuğumuzu koparıyoruz." Kulağıma doğru eğildi. "Ayrıca benim inadım olmasa şu an bu kolların arasında olmayacağını hatırlatmak isterim."

"Asıl benim inadım olmasa sen beni kollarının arasına almak istemeyecektin." dedim. Onu zorlayan şeylerin peşinden gitmeye meyilliydi. Benimle ilgili en sevdiği özelliğimin inadım olduğunu da birkaç kez dile getirmişti. Onunla baş edebilmeme bayılıyordu.

"Yani inatçı olduğunu kabul ediyorsun?"

"Yani sen de inatçı olduğunu kabul ediyorsun?"

Gri yeşil gözleri, girdiği yarıştan hoşlanmışçasına parladı. Burak'ın sesi aramıza girdiğinde tekrardan ona dönmek zorunda kalmıştı.

"Oğlum sen daha yarışmıyorsun, değil mi? Bitirdin o işleri?"

"Bitirdim denemez. Ama yarışma hevesim de kalmadı," dedi Semih. Cümleleri, kalbime su serpmişti adeta. Yarışmasını hâlâ istemiyordum ama ona annesiyle bağ kurduğunu hissettiren bir eylemden duyduğum rahatsızlığı da dile getirmeyecektim. Öyle ya da böyle, onu anlıyordum.

"Kimseyle yarışmak ilgimi çekmiyor," diyerek devam etti Semih sözlerine. Omzumdaki eli, yavaşça orayı sıvazladı. "Hemen yanımda böyle dişli bir rakip varken yarışmanın hiç ilgimi çekmemesi normal değil mi?"

Başımı ona doğru çevirdiğimde eğilip alnımla saçımın birleştiği yere ufak bir öpücük kondurdu. Semih, romantik bir adamdı ama romantik olmak için herhangi bir çabası yoktu. Söylediği her söz içinden gelirdi. Öylesine söylemediğini bilirdim. Bu sözlerini de öylesine söylemediğini biliyordum. Ona biraz daha sokuldum.

Aramızdaki muhabbet genellikle Gizem ve Burak üzerinden dönüyordu. Bizim dörtlü ortamımıza daha yabancı oldukları için onlardan alınacak havadisler çoktu.

"Hiç ünlü falan gördün mü orada?" diye sordu Gizem, direkt Burak'la muhatap olmuştu. Burak'ın kahve gözleri Gizem'in yüzüne odaklandı. Aralarındaki elektriği odanın diğer ucundan hissediyordum.

"Gördüm birkaç tane."

"Kimleri gördün?" diyerek hevesle sordu Semih.

"Seninkini görmedim," diye cevap verdi Burak. Seninki. Bildiğim kadarıyla Semih'in çok sevdiği bir ünlü yoktu. Yani bana hiç bahsetmemişti. Meraklı gözlerle ona döndüğümde gri yeşilleri özenle kaçtı benden. Burak'a, onu öldürmek istiyormuş gibi baktı.

"Seninki kim?" diye sordum.

Onun yerine Cihan cevapladı. "Sofia Vergara," dediğinde onun da sesi hayranlık içinde çıkmıştı.

"Ya, demek öyle." dedim uzata uzata. Semih'in kolları arasında doğrulup bedenimi ona çevirdim. "Doğruluk mu, cesaret mi?" diye sorduğumda ne yapacağımı anlamayan Semih, hafifçe çattı kaşlarını.

Cevap vermesini beklercesine yüzüne baktığımda "Cesaret," dedi. İstediğim cevap bu değildi. "Tamam, elimi öp." diyerek ona elimi uzattım. Parmakları bileğimi kavrarken avuç içimi öptü. Aklımı toparlamak için birkaç saniyeye ihtiyaç duydum.

"Doğruluk mu, cesaret mi?"

"Cesaret," dedi tekrar.

"Peş peşe iki kez aynı cevabı veremezsin."

"Öyle bir kural mı var?"

"Ben koydum," dedikten sonra hafifçe gülümsedim. "Bir itirazın mı var?"

Gözleri parlarken "Yok," diye mırıldandı. "İyi bakalım, doğruluk olsun."

Tüm salon, nefesini tutmuş soracağım soruyu beklerken ben, elimi Semih'in göğsüne koyarak onun en dürüst cevabı vermesi için önce biraz aklıyla oynadım. Bunun için özel bir şey yapmam gerekmemişti. Sadece ona dokunsam yetiyordu.

"Şimdi Sofia Vergara'nın Türkiye'ye geldiğini ve Ankara'ya yolunun düştüğünü farz edelim. Seninle karşılaştı, motosikletini çok beğendiğini söyledi."

Nereye varmak istediğimi anlamayan Semih, tüm dikkatini bana vermişti. Beni izlerken ve anlamaya çalışırken çok şapşal görünüyordu. Suratını sıkıştırıp öpesim gelmişti ancak öncesinde ondan almam gereken bir cevap vardı.

"Sonra senden ona bir tur attırmanı istedi. Onu motosikletine bindirir miydin?"

Cihan, dışarıya ıslıklı bir nefes vererek sorumun zorluğunu kendince dile getirdiğinde gülümsedim ve cevap bekleyen gözlerle Semih'e baktım. Semih, yanağını yumruğuna yaslayarak yüzüme beni ilk kez görüyormuş gibi baktı.

"Sen böyle soruları nereden buluyorsun?"

"Sınavı atlattım ya, aklım hinliğe çalışmaya başladı yine. Sen soruma cevap ver. Dürüst ol ama bak, bir şey yapmayacağım."

"Binmek istediğini söyleyen birini reddedemem," dedi. "Ama binmek istediğini anladığım birine de kalkıp bunu teklif etmem. Sen dışında kimseye 'gel motorla gezelim' demedim. Demeyeceğim de."

"Yani binebilir."

"Binip bir tur atmak istediğini söylerse reddetmem kabalık olur. Bir de ünlü bir kadın bu, kimin nesi olduğu belli. Yani reddedemem."

"Hmm," diyerek ondan uzaklaştım. Dünyanın en mantıklı cevabını vermiş olması, trip atmama engel değildi. Birinin benden bir şey istediğini anlasam, ancak o bunu dile getirmese ve ben de yapmak istemesem, ben de dile getirmezdim. Ancak biri, benden bir şey istese ve bunu dile getirse, büyük ihtimalle reddedemezdim.

"Allah Allah," dedi Semih, kolumdan tutarak beni kendine doğru çekti ve yanağımı sıkıştırdı. "Sanki Henry Cavill gelip olası arabanla ya da motosikletinle tur atmak istediğini söylese sen reddedeceksin."

Güzel yerden vurmuştu.

"En çok da bu kibarlığını seviyorum, biliyor musun?" diyerek ona yılıştım. "Tabii ki de reddedemezsin. Kadın gelmiş, rica etmiş. Reddedersen gözüme gözükme!"

Ani dönüşüm, oturma odasındakilerin kahkaha atmasına neden oldu. Sohbet yine Burak ve Gizem arasında ilerlerken koltukta aralarındaki mesafe de gittikçe kısalıyordu. Bir süre sonra, sadece birbirleriyle konuşmaya başladılar. İkisi de gerginliklerini atmıştı. Daha rahat bir tavırla konuşuyor, gülüşüyorlardı. Aralarında güzel bir iletişim kurulmuştu. Birbirlerinden hoşlandıklarını yüzlerinden görebiliyordum.

Semih'in kulağına yaklaşıp "Sence Burak ilk adımı atar mı?" diye sordum.

"Atar," dedi Semih, sesi kendinden emin çıkmıştı. "Çok hoşlandı, numarasını almasa dahi instagramdan istek atar. Gerisi de kendiliğinden gelir zaten."

"Hadi inşallah," diye mırıldandım. Semih'in telefonu çaldığında kısaca ekrana bakıp telefonu cevapladı. Bu sırada ben de omzumdan sarkan elinin parmaklarıyla oynuyordum.

"Abi?" dedi Semih heyecanla. "Belli oldu mu cinsiyeti?"

"Oldu," diyen İlker Abinin sesini duyduğumda ben de heyecanla yerimde doğrulmuş, Semih'e bakmıştım. O sırada İlker Abi bir şeyler daha söyledi ancak duyamadım.

"Nasıl kapıyı aç? Burada mısınız?" Semih, ayaklandığında herkesin bakışları ona dönmüştü. "Kapıya mı yazdınız cinsiyetini, ne yaptınız? Ne demek kapıyı açarsam anlayacağım?"

Bunu demesine rağmen kapıya doğru yürümeye devam etti. Cihan ve Burak'la yaşadığım kısa bakışmanın ardından hepimiz merakımıza yenilerek ayağa kalktık ve Semih'in peşinden ilerledik. Semih, telefonunu kapatıp kalan adımları koşarcasına attı ve hızlıca kapıyı açtı. İlker Abi ve halam, kapının ardından çıktıklarında İlker Abinin elindeki balona baktık.

Mavi bir balon.

Bebek, erkekti.

"Bu ne?" diye sordu Semih, hayatında ilk kez balon görüyormuş gibi bakıyordu. "Ne şimdi cinsiyeti?"

"Mavi balon alıp geldiğimize göre ne olabilir?"

"Renklerin cinsiyetle ne alakası var?" diyerek haklı savunmasını yaptı Semih. Bence de bir alakası yoktu ancak cinsiyet partilerinin açıkça ortaya koyduğu bir şey vardı ki mavi olunca erkek, pembe olunca kızdı.

İlker Abi, gözlerini devirdikten sonra "Oğlumuz olacak," dedi. Gülümsüyordu.

Semih'in yüzünden geçen hayal kırıklığını gördüm. "O zaman niye bu kadar heyecanlısın?" diye sordu. "Oğlun oluyor, bu ilk kez olan bir şey değil ki. Telefonda sesin o kadar heyecanlı gelince ben de bu seferki kız sandım."

Sonlara doğru sesi kısık çıkmıştı. Kendini toparlayıp halama baktı ve onu kucakladı. "Tebrik ederim yenge, inşallah sağlıkla alırsın kucağına."

İlker Abi ve Bade halam, içeriye girdiklerinde Semih, ellerini cebine sokmuş, başını da önüne eğmiş bir şekilde söyleniyordu. Kendi kendine mırıldandığını düşünse de hepimiz onu duyuyorduk.

"Yine erkek, yine erkek. Amına koyayım bu aileye hiç kız gelmeyecek mi?" Kafasını kaldırıp kardeşlerine baktı. Bu kez kendi kendine mırıldanarak bize her şeyi duyurmaktan vazgeçmiş olmalıydı ki gözlerimizin içine bakıyordu. 

"Hayvan mıyız lan biz?" diye sordu. "Bir tanecik de olsa, küçücük bir prensesi hak etmiyor muyuz?"

İsyanı içtendi, sitemli bir tavırla abisine döndü. "Hele sen abi? Sen ki aramızda en hanımcı olansın. Niye iki seferdir karına uyup da x kromozomu vermiyorsun? Ne var, bok mu var bu y kromozomunda? Niye hep erkek oluyor ya?"

Yüz ifadesindeki dehşeti gördüm. "Ulan ya benim de kızım olmazsa?"

Bu korkuyu Cihan'ın da içine saldı. Cihan da çökmüş yüz ifadesiyle, hiç kızının olmaması ihtimalini düşünüyordu artık. İkisine göre daha iyi durumda olan Burak, hızlıca İlker Abiyi ve halamı tebrik etti. Semih'se bana yakınmakla meşguldü.

"Irmak, hepsine ben bakarım. Senin parmağını kaldırmana gerek olmaz. Kurban olayım, iki çocukta bırakmayalım şu işi. Ben kız evladım olmaması gibi bir ihtimali düşünmek dahi istemiyorum. İster beşincide, ister onuncuda olsun. Hepsine ben bakarım ya. Şu erkek lanetini kırmamız lazım. Gelecek nesillerimiz için."

Ağzım açık bir şekilde Semih'in sıraladığı lafları sindirmeye çalışırken beni öyle bir şoka sokmuştu ki halamın yanına gidip ona sarılamamıştım bile. Sadece duruyor, alık bir şekilde Semih'e bakıyordum. Semih'in gri yeşilleri ise gözlerime beklediği cevabı oradan koparıp almak istercesine bakıyordu.

"Ulan ne kafa ütüledin sen de!" diye kızdı Semih'e İlker Abi. Kafasına bir tane geçirdi. "Gerçekten erkek olsaydı fena bozuşurduk. İnsan bir sevinir."

"Sevindim zaten. Daha ne yapayım? Kız olsaydı şaşkınlıktan havaya uçardım ama yine erkek olduğu için-..." O anda Semih'in jetonu düştü. "Bir saniye. Abi sen az önce ne dedin?"

"Gerçekten erkek olsaydı fena bozuşurduk, dedim."

"Gerçekten erkek olsaydı..." Semih, cümleyi tekrarladıktan sonra dondu kaldı. "Kız mı?" diye sordu fısıldayarak. Sanki sesini yüksek çıkardığı takdirde halamın karnındaki bebek, cinsiyetini değiştirebilecekmiş gibi bir hassasiyet vardı üstünde.

Doğrulamak istercesine halama baktım. Gülümseyerek kafasını salladı. O anda İlker Abi'nin "Evet," dediğini duyduk. "Kızımız olacak."

Heyecanlı bir ses çıkararak elimi ağzımın üstüne kapattım ve halama koşturup ona sarıldım. Geri çekilip yanağını öperken hiçbir şey söyleyemiyordum. Halam, her ne kadar Semih'e, çocuğunun erkek olmasını istediğini söylese de kocasını kız babası olarak görmek, en büyük hayallerinden biriydi. Çok içten istemişti bunu, bu yüzden dillendirmemişti. Gözlerindeki mutluluk okunabilecek kadar açıktı. Mavi gözleri yaşlarla parlarken İlker Abiye baktı. İlker Abi, o kadar heyecanlı görünüyordu ki yerinde zor duruyor gibiydi.

"Eminsiniz, değil mi? Kesin kız yani?" diye sordu Cihan. 5 dakika içinde yeğenlerinin cinsiyetlerini ikinci kez öğreniyorlardı. Bir şaşkınlık olması doğaldı.

Halam, kafasını onaylarcasına sallayıp "Eminiz," dedi. "Semih'i kandırmak istedik sadece. Valla helal olsun Semih, o kadar dillendirdin ki seni kıramadı bak."

"Kurban olurum ben ona," dedi Semih hemen. Mutluluktan ne yapacağını bilmiyordu. Hiçbirimiz, mutluluktan ne yapacağımızı bilmiyorduk. Özellikle de halam ve İlker Abi... Öyle şaşkın, öyle şapşallardı ki gülümseyerek birbirlerine bakmaktan öteye gidememişlerdi. İlker Abi, halamı kendine çekip kolunun altına aldı. Saçlarının üstüne kısa bir öpücük kondurdu, orada soluklandı. Ve herkesin şaşkınlığını üstünden atmasını sağlamak için bu küçük kafa karışıklığına son noktayı koydu.

"Hepimizin gözü aydın. Sonunda ailemize küçük bir kız katılıyor."

Bir sonraki bölümümüz final olacaktır. 

Final bölümünü salı akşamı atmayı düşünüyorum ama finali yazmak için daha çok zamana ihtiyaç duyabilirim belki, instagramdan haber veririm mutlaka. 

ig: darknesscrescent

İyi günler minik kaplanlarım. ♥

Continue Reading

You'll Also Like

541K 47.9K 40
abilerim kurgusu, erkek versiyon. Bu kurgu reenkarnasyon içerir! Yᴇɴɪᴅᴇɴ ᴅᴏɢ̆ᴅᴜᴍ ʟᴀɴ! Tᴜ̈ɴᴇʟɪɴ ᴜᴄᴜ ʙᴏᴍʙᴏᴋ ʙɪʀ ʏᴇʀᴇ ᴄ̧ıᴋᴛı! 🛸Küfür ve argo içerir.🚀 ...
91.6K 1.1K 18
İçimden bir ses eskiye dönebiliriz diyordu ne kadar bazı kötü şeyler yaşanmış olsada o benim ilk aşkımdı. "Esin ben seninle eskisi gibi olmak istiyor...
19.4K 5K 41
Fantastik. Onun sırıtması hiç hoşuma gitmedi, silahı bana doğru çevirdi kafamı toparlayıp onun elindeki silahı yere fırlattım. "Elimde silah olmadan...