CEBİMDEKİ ASKER

By aciicv

3.2M 196K 66.3K

Başak, askerdeki abisine saçma sapan mesajlar atıp eğlendiğini zannederken, telefonun ucundaki kişi gerçekten... More

BÖLÜM 1
BÖLÜM 2
BÖLÜM 3
BÖLÜM 4
BÖLÜM 5
BÖLÜM 6
BÖLÜM 7
BÖLÜM 8
BÖLÜM 9
BÖLÜM 10
BÖLÜM 11
BÖLÜM 12
BÖLÜM 13
BÖLÜM 14
BÖLÜM 15
BÖLÜM 16
BÖLÜM 17
BÖLÜM 18
BÖLÜM 19
BÖLÜM 20
BÖLÜM 21
BÖLÜM 22
BÖLÜM 23
BÖLÜM 24
BÖLÜM 25
BÖLÜM 26
BÖLÜM 28
BÖLÜM 29
BÖLÜM 30
BÖLÜM 31
BÖLÜM 32
BÖLÜM 33
BÖLÜM 34
BÖLÜM 35
BÖLÜM 36
BÖLÜM 37
BÖLÜM 38
BÖLÜM 39
BÖLÜM 40
BÖLÜM 41
BÖLÜM 42
BÖLÜM 43
BÖLÜM 44
BÖLÜM 45
BÖLÜM 46
BÖLÜM 47
BÖLÜM 48
BÖLÜM 49
BÖLÜM 50

BÖLÜM 27

45.7K 3.3K 1.5K
By aciicv


Selaamlarrrr<3

Lütfen okurken bol bol yorum yapmayı unutmayınnn! 1.5k yorumu geçelim mi?

Keyifli bölümleeerrrrrr ❤️

*



Kollarımı Çınar'dan ayırdıktan sonra birkaç adım geriye gittim. Bu kadar korkmuş olmamı sorgulamadı, yadırgamadı çünkü beni unutmamıştı. Hâlâ nelerden korktuğumu biliyordu.

Kalbimde ufak bir çarpıntı hissettim. Bu kadar düşünceli olması, beni merak ettiği için buraya gelmesi...

"İyi misin?" diye sordu beynimde dönüp dolaşan düşüncelerden habersiz. Gözleri endişeli bakıyordu. Yeşil gözlerine bakmanın beni biraz daha sakinleştirdiğini hissettim.

"İyiyim," dedim ve gözümün önüne düşen saçlarımı geriye doğru itekledim. "İyiyim. Sadece korktum."

"Karanlık korkun hâlâ aynı şekilde duruyor yani..." dedi. Gülümsedi. "Hatırlıyor musun, çocukken seninle bir oyun oynardık."

Kaşlarımı hafifçe çatıp söylediği oyunu hatırlamaya çalıştım fakat zihnimde herhangi bir şey canlanmamıştı. Bunu fark etmiş gibi gülümsemesini derinleştirdi.

"Sorun değil. Küçüktün, hatırlamaman normal." Başımı sallayarak onu onayladım. Kendimi unuttuğum için suçlayamazdım.

"Işıkları kapatır battaniyenin altına saklanırdık. Canavar gelirse o bizi korkutamadan biz onu korkutalım diye."

Gülüşüme engel olamadım. "Tam olarak bizim oynayacağımız bir oyunmuş gerçekten. Zekaya bak, zehir."

Gülümsemesi resmen sırıtmaya döndü. "Sonra seni canavar geldi diye korkturdum. Sende ağlamaya başlardın."

Aradan onca zaman geçmesine rağmen hatırlamakla bile aldığı zevki görünce hayretle ona baktım.

"Şerefsiz." Elini uzatıp saçlarımı karıştırdığında ters ters ona baktım. "Yapmasana şunu!"

Omuz silkti. Sonra bakışlarını etrafa çevirdi. "Mahallede yok elektrik. Gelir biraz sonra," dedi. "Sen git uyu. Bende eve geçeyim."

Hareketlendiğinde telaşla koluna tutundum. "Gitme."

Hareketleri dururken bakışlarını bana çevirdi. "Ne?" diye sordu hafifçe.

"Gitme," dedim tekrar. "Elektrikler gelene karar gitmesen olmaz mı?"

Dudaklarında anında bir tebessüm oluşurken "Ama acıktım," dedi. Gözlerimi devirdim.

"Biz mağarada yaşıyoruz çünkü değil mi Çınar? Yemek falan pişmez bizim evde."

Şimdi tüm dikkati üzerimdeydi.

"Bana yemek mi hazırlayacaksın?"

Bakışlarımı kaçırdım. "Gitmezsen neden olmasın. Gitme diye sana tüm marifetlerimi sergileyerek yemek hazırlayabilirim."

Bedenini bakışlarımın olduğu yere getirdi  ve başını da eğerek benimle yeniden göz göze geldi. Yeşil gözlerinin rengi karanlıkta belli değildi ama yine de güzellerdi. "Senin gitme demen benim için yeterli. Kalmam için bir şeyler yapmak zorunda değilsin."

Gözlerimi kırpıştırdım.

Bu neden bu kadar romantikti lan?

"İyi, git kendine yemek yap o zaman," deyip yanından uzaklaşmak üzereyken hafifçe kıkırdadı ve kolumu nazikçe tuttu.

"İşten geldim, yorgunum. Kıyacak mısın bana?"

Bakışlarımı ona çevirdim. "Evet?" Benden başka bir cevap bekliyor muydu cidden?

"Ama canavar gelirse seni koruyabilmek için enerjiye ihtiyacım var." Gözlerimi devirdim. Kolumu ellerinin arasından çekerken "Sırf mutfakta neyin nerede olduğunu bilmiyorsun diye yapacağım," dedim.

İnanmamıştı ama "Peki," diyerek beni onayladı ve kenara kayıp eliyle mutfağı gösterdi. "Önden alalım seni. Canavar gelirse önce beni yesin diye."

"Biraz daha devam edersen canavar ben olacağım Çınar!"

"Ha beni yiyeceksin yani."

Adımlarımı durdurup ona en kötü bakışlarımla baktığımda dudaklarına hayali bir fermuar çekti. "Sadece şakaydı."

"Ya sabır..."

Mutfağa dikkatli adımlarla girdim ve karanlığa karşı temkinli adımlarla baktım ama neyse ki hem mumla hem de telefonunun flaşıyla içeriye giren Çınar sayesinde etraf aydınlanmıştı. Rahat bir nefes verirken ne yapabileceğimi düşündüm.

"Sadece merak ettiğim için soruyorum," dedi Çınar ve bir sandalye çekerek oturdu. "Telefonunun ışığını açmak hiç gelmedi mi aklına?"

"Şarjım bitmek üzere," dediğimde başını anladım dercesine salladı.

Bana yardımcı olduğu için uysalca "Ne yemek istersin?" diye sordum. Omuz silkti.

"Kendini zorlamayacak bir şeyler olur. Fark etmez."

Ona arkamı döndüm ve buzdolabına doğru ilerledim. Dudaklarımdaki tebessümü göremediği için şanslıydım.

Buzdolabında ışık yanmıyordu ama neyin nerede olduğunu bildiğim için iki yumurta, domates ve biber çıkardım. Bu karanlıkta yapabileceğim en basit yemek menemendi.

Çınar ayağa kalktı, telefonunu tezgahın üzerine bıraktı ve bana baktı. Bu sırada ben domates ve biberi yıkıyordum.  "Böyle olmaz, içerisi hâlâ karanlık. İki dakika bekle, evden ışık alış geleceğim."

"Işık mı?"

"Evet. Elektrik gittiğinde açalım diye fener tarzı bir şey almıştık. O aydınlatır baya burayı." Kapıdan çıkmak üzereyken durdu ve bakışlarını bana çevirdi. "Yalnız kalabilir misin?"

Başımı salladım ve çıkardığım kesme tahtasında biberleri doğramaya başladım.

"Kalabilirim tabii. Aydınlık şu an burası."

Onu göremiyordum ama başını salladığından emindim. "Tamam, geliyorum hemen."

Mutfaktan çıktığında dudaklarımdaki kıpırtıyı serbest bıraktım ve genişçe gülümsedim. Neredeyse iki buçuk aydır hayatımdaydı. İki ay boyunca onunla telefonda rastgele konuşmuştum ama yüz yüze geldiğimizde her şey değişmişti sanki. Artık ona karşı mesajda olduğum gibi saçma sapam konuşasım gelmiyordu. Düzgün insanlar gibi konuşmak istiyordum.

Bu istek nereden gelmişti bilmiyordum ama... Ama o yanımdayken kalp atışlarımın hızının değiştiğinin farkına varmak beni ürkütüyordu. O gerçekten çok yakışıklıydı ve bu kadar yakışıklı birinin yanında olmak istemsizce heyecanlanmama sebep oluyor olmalıydı.

Ben biberleri doğrarken bir telefona gelen mesajlarla sessizliğe alıştığım için hafifçe yerimden sıçramıştım. Telefonum odamdaydı ve mutfakta olan tek telefon Çınar'ın telefonuydu. Mesaj ona gelmişti. Umursamadan biberleri doğramaya devam ettim.

Biberleri doğrama işim bittikten sonra tava almak için ilerlerken telefona yeniden mesajlar gelmişti. Kaşlarım çatıldı çünkü arka arkaya o kadar çok mesaj gelmişti ki telefon titreşimi telefonu olduğu yerden kaydırarak düşmesine neden olmuştu. Telefonu kaldırıp düzeltmek istediğimde ekranı kendi kendine aydınlandı ve gözlerim gelen son mesaja çarptı.

Ezgi : Lütfen Çınar, seni özledim.

Hah?

Birkaç saniye ekrana bakakaldım ama sonra ateşe değmiş gibi hemen telefonu eski yerine bıraktım ve hızlı hareketlerle tava aldıktan sonra oradan uzaklaştım.

Kaşlarım hafifçe çatılırken, tavayı ocağa koydum ve birkaç saniye olduğum yerde durdum.

Çınar'ın sevgilisi mi vardı?

Başımı hafifçe iki yana salladım. Kafamda kurmaya gerek yoktu, hoş kafamda kurmaya hakkım var mıydı onu da bilmiyordum da...

Şu an neden kalbim sıkışmış gibi hissediyordum veya neden kalbim çıkacakmış gibi atıyordu hiçbir fikrim yoktu. Ocağın altını açtım, biraz yağ koydum ardından da biberleri. Omuz silktim kendi kendime. Varsa da bana neydi canım.

Tavanın ağzını kapatırken hızlıca domateslerin kabuğunu doğramaya başladım ama o kadar hızlı hareket ediyordum ki, bıçağın parmağımı kestiğini canım acımaya başladıktan sonra fark ettim. İnleyerek parmağımı suya tutarken dudaklarımı birbirine bastırdım.

Yemek yaparken hep parmağımı kesmek zorunda mıydım? Salata yaparken de çok oluyordu. Hatta annem istemeyerek yaptın da ondan oldu diye bahanesini de buluyordu hemen.

Parmağımdaki kan durmak yerine iyice çoğaldı gibi hissettiğimde suyu kapattım ve diğer elimi parmağımın altına koyduktan sonra hızlıca peçete almaya gittim. Fakat peçeteyi tek elle bir türlü peçetelikten çıkartamıyordum. Çıkartamadıkça sinirlendim, sinirlendikçe çıkartamadım. Öyle saçma bir döngüye girdiğimde ise iki dirseğimi de tezgaha yasladım ve birkaç saniye kendime zaman verdim. Bu sırada elimden akan kan umurumda değildi.

İçerinden birkaç hışırtı geldi ama bu sefer korkmadım çünkü gelen Çınar'dan başkası olamazdı.

Çınar "Mis gibi kokmaya başlamış şimdiden," diyerek mutfağa girecekken hemen kapının girişindeki tezgâhın önünde beni görmesiyle birlikte gülüşü büyüdü ama bakışları parmağıma çevrildiğinde telefonundan yayılan ışıktan parmağımdaki kanın nasıl parladığını gördü ve gülüşü adım adım soldu.

"Başak?" dedi hızla ve elinde getirdiği büyük ışığı açarak yemek masasına koydu. Şimdi etraf tamamen aydınlıktı.

Ardından yanıma geldi ve parmağımı eline alarak dikkatle inceledi. Parmağımın acısından dolayı istemsizce gözlerim dolmuştu ama akmasınlar diye kendimi sıktım.

"Çok kanıyor," dedim. "Peçete de alamadım, çıkmadı."

Çınar bakışlarını gözlerime çevirdi ve muhtemelen dolu dolu olduklarını gördü. Hafifçe iç çekti. "Gel otur sen şöyle," dedi ve beni masaya doğru yönlendirdi. Tabii peçeteliği olduğu gibi almayı ihmal etmemişti.

Sandalyeye oturttu beni, sonra önümde diz çöktü ve yavaşça peçeteyi parmağıma bastırdı. Bakışlarımı ondan çekemedim, yüzüne baktım, saçlarına baktım, keskin çene hatlarına, en sonunda da dudaklarına ama bu kısa sürmüştü çünkü hemen bakışlarımı kaçırdım oradan.

"Neden dikkat etmiyorsun Sakar?"

Hafifçe kıkırdadım. "Bir de istemeyerek yaptın da ondan oldu de istersen."

Dediğimi anlamadı muhtemelen ama ben gülüyorum diye yüzü canlandı birden.

"Yara bandı var mı evde?"

"Var, buzdolabının üzerindeki ilaç kutusunda."

"Tamam," dedi ve dizleri üzerinde doğruldu. "Sen peçeteyi tutmaya devam et."

Dediğini yaparak peçeteyi parmağımın etrafına doladım.

"Çınar!" Birden aklıma gelen şeyle ona döndüm. "Ocağın altını kıssana. Biberler yanacak."

Başını sallayarak önce buzdolabının üzerinden ilaç kutusunu indirdi sonra ocağın altını tamamen kapattı.

Ardından yeniden önümde diz çöktü ve kutusundan bir tane yara bandı çıkarttı. Peçeteyi parmağımdan çekerken "Yarası derin değil. Acımıştır ama," dedi.

"Acıdı."

Bunun üzerine hafifçe iç çektiğini hissettim. Yara bandını dikkatlice parmağımın etrafına doladı. Şimdi daha iyi hissediyordum.

Yüzümü buruşturdum. "Yara bandı takmayı hiç sevmiyorum."

Bakışlarını bana çevirdi ve güldü. "Nedenmiş o Küçük Hanım?"

"Alerjim var galiba. Taktıktan sonra elim fosur fosur kabarıyor."

"Bir insanın nasıl yara bandına alerjisi olabilir?" dedi ve güldü. Parmağımı hafifçe okşadıktan sonra ise ayağa kalktı. Oturduğum yerden boyu o kadar büyük geldi ki gözüme, kendimi kelimenin tam anlamıyla karınca gibi hissettim.

"Evet," dedi ve ellerini beline koydu. "O zaman yemekler benden." Yarım bıraktığım domateslere doğru ilerledi ve benim aksime dikkatlice kabuklarını soymaya başladı. Halimizin komikliğine güldüm. Sözde ona yemek hazırlayacaktım ama o bana hazırlıyordu.

Eksik olduğum yer yanımı tamamlamaya çalışır gibi bir hâli vardı.

"Neler yaptın bugün?" diye sordu domatesleri hızlı hızlı doğarken. Parmağını keserse diye onun yerine ben endişendim ama onun hiç böyle korkusu yok gibiydi. Baya profesyonel gibiydi. Her konuda bu kadar iyi olmasına gerek var mıydı cidden?

"Evdeydim, boş boş vakit öldürdüm. Sen?"

"Çalıştım," dedi.

Vay canına. "Gerçekten mi? Çok şaşırdım. Nasıl çalışabilirsin? Bilmiyordum."

Onunla dalga geçişime karşılık bana küçük bir bakış attı ve gülerek önüne döndü. "Her şeyle dalga geçmek gibi bir özelliğin mi var?"

Cık cıkladım. "Beni tanımıyormuş gibi konuşuyorsun."

"Doğru," dedi ve başını sallayarak beni onayladı. "Senden başkasını bu kadar iyi tanıyamam. Aradan kaç sene geçerse geçsin, hiç görüşmeyecek olsak bile, her zerreni bilirim. Ne yapacağını, nelerden hoşlanacağını, hoşlanmayacağını, seni nelerin kızdıracağını... Bir çok şeyi, bilirim."

Dudaklarımdaki tebessüm kocaman olurken "Sence de bu biraz abartı olmadı mı?" diye sordum. "Siz taşındığınızda ben yedi yaşındaydım. Aradan kaç sene geçti, karakterim değişti belki? Nereden eminsin beni bu kadar iyi tanıdığına?"

Biberlerin altını açıp karıştırdı ve tavanın kapağını kapatıp biraz onların kavrulmasını bekledi. "İnsanın karakterinin yüzde sekseni ilk altı yıl içerisinde gelişir," dedi bakışlarını bana çevirirken. "Bunun haricinde..." dedi ve sustu. Gözlerimin içerisine baktığında hissettiğim tuhaf duyguyla yerimde kıpırdandım.

"Bunun haricinde?"

"Ben seni yıllarca hayalimde büyütmeye devam ettim." Gözlerimi kırpıştırdım. "Belki de hayalimde yaşattığım halini iyi tanıyorum, seni değil. Ama bugüne kadar bana yanıldığımı hiç göstermedin Başak. Mesela, bir örnek vereceğim. Vereceğin cevaptan da eminim. Benim gitmem gerekiyor buralardan. Tamamen. Beni bir daha göremeyeceksin ama gitmek benim yararıma olacak, kalmamsa sadece senin. Bu durumda beni durdurur muydun yoksa gitmeme izin mi verirdin?"

Hiç düşünmedim. "Gitmene izin verirdim," dedim. "Sırf kendimi iyi hissedeceğim diye senin duygularını veya isteklerini göz ardı etmem."

Memnun bir ifadeyle başını salladı. "Aynen böyle düşünmüştüm. Kısaca, nerede ne yapacağını veya ne karar vereceğini bilirim ben."

Birkaç saniye gözlerinin içine baktım ki bölen olmasa daha da bakmaya devam ederdim ama yukarıdan gelen telefon sesi tüm ortamı bozmuştu.

"Kim arar ki bu saatte?" diye sordu hoşnutsuz bir tavırla. Sonra önüne döndü ve iyice kızarmış biberlerin üzerine domatesleri döktü. "Erkek arkadaşındır belki."

Demek ağzımdan laf almaya çalışıyorsun Çıno? Kaçar mı benden?

"Erkek arkadaşım yok," dedim. "Ama sen gittiğinde birisi o kadar ısrarlı bir şekilde mesaj gönderdi ki telefonunun titreşiminden telefon olduğu yere kayıp düştü. Belki  kız arkadaşın seni merak etmiştir."

Onun taktiğini ona karşı kullanarak belki de kendimi çok belli ediyordum ama kafamda kurmak yerine Çınar'dan neyin ne olduğunu duymalıydım.

Çınar yeniden arkasını döndükten sonra kollarını birbirine doladı ve çarpık bir gülüşle bana baktı.

"Kız arkadaşım mı?" dedi beni şöyle bir incelerken. "Bilmem, belki olabilir."

Gözlerimi kırpıştırarak ona bakakaldım. "Senin sevgilin mi var?"

Omuz silkti ve yüzünü şerefsizce bir gülüş kapladı. "Kim bilir?"

Sinirle derin bir nefes verdim. "Ebem bilir Çınar, ebem! Kim bilir tabii ki sen bileceksin, ben mi bileceğim senin sevgilin olup olmadığını?"

Bana doğru birkaç adım attı. "Neden sinirlendin ki sen şimdi?"

"Sinirlenmedim," dedim yüzüne yüzüne diklenerek. "Saçma sapan cevaplar veriyorsun."

Anlamsız bir şekilde birbirimize bakarken, kapıda kilit sesi duymamla birlikte gözlerim kocaman açıldı ve telaşla doğruldum.

"Sessiz olun gece gece, uyumuştur Başak."

Anne? Ama siz, gelmeyecektiniz!

Saat, on bir buçuğa geliyor ve biz...

Hayretle Çınar'a döndüm.

"Basıldık!"








Haydaa cjndıdwmspsmdp

Bölüm hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?

Kimdir bu Ezgi? Hmmmmm

Sanırım bazılarınıza göre kitabın olay akışı çok hızlı geliyor ama ben normal olduğunu düşünüyorum. Mesela ilk baştaki texting bölümlerin hepsi farklı günlerdi, yani aynı gün içinde konuşulan mesajlar değildi. Ki o bölümler arasında da iki üç güne yakın zaman geçişleri oldu. Onlar çocukluk arkadaşı ve aralarındaki ilişkinin sıfırdan tanışan karakterler gibi yavaş ilerlemesi olmaz bence. Bu yüzden bölümlerdeki zaman aralığı ve çocukluk arkadaşı olmalarına bakarak ben ilişki hızlarının normal ilerlediğini düşünüyorum, bunu açıklamak istedim 💗

Bölümlerin ne zaman geleceğini panomdan duyuruyorum, beni wattpad hesabımdan takip etmeyi unutmayın<3 hem bir an önce 10 bin olsak o kadar mutlu olurdum kiiiii

Bölüm günleri belirlemeye karar verdim, şu anlık her Cuma bölüm gelecek gibi duruyor<3

Diğer bölüm görüşmek üzereeeee💚

İnstagram | aciicvv


1.110.000 okunma, teşekkür ederim, nicelerine

Continue Reading

You'll Also Like

109K 3.7K 29
Uyarı: Cinsellik argo sigara küfür bulunmaktadır rahatsız olan okumasın lütfen Okulda geçen eğlenceli bir kurgu 🗝️ "Gör beni artık belki de gerçek...
574K 30.7K 57
Alışılmışın biraz dışında olan bir gerçek aile kurgusudur. Yani,nasıl anlatılır bilmiyorum.Ama galiba "Gül" ailesinden değilim. Biliyordum. Benim gib...
595K 37K 44
GERÇEK AİLE KURGUSU İlk kitabım olduğu için yazım yanlışları ve mantık hataları olabilir. *13.11.2023*
503K 23.4K 19
Yasmîn, annesiyle birlikte Zemheroğlu konağında çalışmaktadır. Zemheroğlu Mardin'in en köklü aşiretidir. Yasmîn'in babası bir gece ansızın annesini...