k.

Oleh veiaeonia

8.9K 843 583

jigguk o günün başlarında koşulsuz sevişmiştik, fakat şunu söyleyebilirim ki, o günden sonra bana bakışında... Lebih Banyak

bir
iki
üç
dört
beş
altı
yedi
sekiz
on
on bir
on iki
on üç
on dört
on beş

dokuz

472 55 38
Oleh veiaeonia

pomme, 2019

Jeongguk biliyordu.

Bir şekilde, yaşanan olayı kimsenin görmediğine emin olsa bile insanların ona bakarak konuştuğu şeyleri, arkasını döndüğü an yüzlerinde oluşan o tiksinti ifadesini, kendi aralarında konuşurken ettikleri hakaretleri biliyordu işte. Bu ilk kez olan bir şey değildi üstelik. Lise yıllarında kendisini yalnızca bir kişiye açıklamış olmasına rağmen tüm okul öğrendiğinde de aynı tepkiyi görmüştü. İnsanlar bakıyordu ama nefretle bakıyordu. İnsanlar konuşuyordu ama sadece nefreti konuşuyordu. O zamanlar, Jeongguk susmuştu. Bir köşede kendi halinde yılların çabuk geçmesini dilerken susmuştu. Şimdiyse kelimeler boğazını zorluyordu sanki.

Önemli dersleri haricinde okula gitmiyor ve Hyunjin onu zorlasa bile kimseyle buluşmuyordu. Yöneliminden utandığı için değildi, hayır. Jeongguk kendisiyle, olduğu kişiyle elbette gurur duyuyordu ama nefreti kaldıramıyordu işte. Kendini on yedi yaşında, suskun ve korkak bir çocuk gibi hissediyordu. Jeongguk nefes alamıyordu sanki. Üniversiteye attığı her adımda ayaklarına camlar batıyordu.

Şimdiyse iki haftadır önünden ve yakınından ayrılmadığı Amias'ın kapısına bakıyordu ve içerde Jimin'in olmadığını bilse bile onun varlığını hissediyor gibiydi. Amias, Jimin'le bütünleşmiş bir yuvaydı onun için ama o yuvadan istemeden de olsa atılmış, düştüğü yerlerde dizini dağlamıştı.

Elinde kaçıncı olduğunu saymayı kaçırdığı şişesi duruyorken duvara yaslandı ve gelip geçenleri izledi. Mutlu gözüküyorlardı. Kahkahaları sokakta yankılanıyor, ele ele tutuşan çiftlerin dudakları birbirini buluyordu. Jeongguk dudaklarını birbirine bastırırken göz pınarlarına dayanan yaşları geri göndermeye çalıştı, şişenin dibindeki son yudumlara dikti bakışlarını.

O sırada, Jeongguk iyice sarhoş olmuşken çıktı içerden Jaewon. Belki yanında on kişi vardı, eh, belki de yoktu. Sesli sesli bir şeyler anlatırken kolu yanındaki kızın boynuna dolanıyor, çakırkeyif olduğu üç metre öteden belli oluyordu. Jeongguk'un gözleri sadece Jaewon'un yüzündeki mutluluk ifadesinde geziniyordu. Hayret etti istemsizce. İki haftadır yemeden içmeden kesilmişti Jeongguk. İki haftadır gülmüyor, bir şeylerle ilgili heyecanlanmıyor, ağlamıyordu bile.

Jaewon karşısına çıkmış öylece eğleniyordu.

Adil miydi?

Öfkesinin zehir gibi boğazından aşağı aktığını, dudaklarının hissettiği yoğun hisle titrediğini, şişeyi tutan ellerinin sıkılaştığını hissediyordu. Yine susacak mıydı Jeongguk? Yine öyle geçip gitmesine izin mi verecekti? O ufacık çocuk gibi, küçüklüğü gibi bir köşede yaşamının sona ermesini mi isteyecekti? Hayır. Yapamıyordu. Bu sefer sineye çekemiyordu.

Yürümekte olan Jaewon'un arkasından ayağa kalktı ve elindeki şişeyi yere bıraktı. Hızlı adımlarla peşine düştüğünde, ana caddeye çıkmasına izin vermeden adını bağırdı. Sokak Jeongguk'un sesiyle yankılandığında Jaewon dahil yanındaki arkadaşları da arkaya döndüğünde, Jeongguk'un sıkılı yumrukları yıllar önce kendini korumak adına öğrendiği bilgilere dayanarak sertçe, hoyratça Jaewon'un gülen yüzünü buldu.

"Sen hayatımda tanıdığım en kansız orospu çocuğusun!"

Şaşırmış topluluk Jeongguk'a hayretle bakarken Jaewon'un yere düşmüş bedenini birkaç kişi kaldırıp arkaya doğru sürüklediğinde, Jeongguk'un sarhoşluğundan gelen fevri öfkesi hala dinmiş değildi. Ortalarından geçip Jaewon'a ilerlemek istedi fakat aralarından birisi buna engel olmuş, tıpkı az önceki yumruk gibi sağlam bir yumruğu yüzüne geçirerek onu arkaya itmişti.

Burnunu kanatan sert darbe onu afallatmış sayılmazdı aslında. O an sarhoş olmasaydı, karşısındaki adamları gerçekten güzel bir benzetebilecek bilgiye ve güce sahipti. En azından kendini koruyup oradan tüymesi gerektiğini bilirdi. Ama çoktan sarhoştu işte. Adımları bile yayvan, düşünceleri karman çormandı. Ayık haliyle asla yapmayacağı şeyleri yapıyordu ve baş edemeyeceği kadar insanın karşısında olduğunu bile bile ona vuran kişiye karşılık verirken korkmuyordu. Aslında Jeongguk o an, o vuruşlara ihtiyacı olduğunu hissediyordu. Yanılgıydı işte. Sanki yüzüne vurduklarında, onun canını yaktıklarında yüreğinde bir şey hafifliyordu. Jeongguk suçlu hissediyordu.

Bu yüzden karşılık verdiğinde daha da sert vurduklarını bildiği halde sakin durmadı ve kalan son gücüyle ona vuranlardan birinin karnına tekme attı. Ama bu, etrafındakilerin canını fazlaca sıkmıştı ve Jeongguk'a daha kararlı, daha hoyrat vurmaya başladılar ki bu, hissettiklerinin yükü bedenine ağır gelen oğlanın tam da istediği şeydi.

"Lan durun!"

Ortalarına girip onları engelleyen ve etrafındaki topluluğu dağıtan sesi işittiğinde, burnuna aldığı darbenin acısını buzla geçiştirmeye çalışan Jaewon'un gövdesini gördü önünde. Gözünü açmak bile zor geliyorken hafifçe doğrulup sırtını duvara yasladı.

"Gerizekalılar, hepiniz birlik olup çocuğa mı yüklendiniz?"

Kendi burnu için aldığı buzu  dizlerinin üstüne çöküp Jeongguk'un yüzüne koyduğunda, Jeongguk'un elleri Jaewon'u itti. "İstemiyorum." Dedi yüzünü buruşturarak. Bedeninin her yanı derin bir ağrıyla harmanlanmış gibiydi ama ne olursa olsun ondan gelen hiçbir yardımı istemiyordu işte! "Kendi başımın çaresine bakarım."

"Aptal çocuk, ağzın yüzün dağılmış neyin çaresine bakıyorsun?"

"Kimin yüzünden oldu acaba amına koyayım." Tekrar omuzlarından ittiğinde, bu sefer gerçekten çekilmişti Jaewon. "Nefret ediyorum senden."

"İyi. Ben de sana bayılmıyorum zaten."

"Ben ne yaptım!" Bağırışı tekrar sokakta yankılandığında tekrar bir öfke krizinin geldiğini hissetti Jaewon. Bu yüzden etrafındakilere gitmeleri gerektiğini işaret ettiğinde Jeongguk'a yöneldi. Berbat gözüküyordu ve bu yalnızca yüzlerindeki yaralarla ilgili değildi. Jeongguk dağılmıştı sanki.

"Ben sana ne yaptım! Üç yıldır siktiğimin okulunda beraber okuyoruz ama beni kaç kez gördün sanki? Ya görme beni, işitme bile; istemiyorum ki zaten! Neden yaptın bunu! Neden hayatımı sikip atıyorsun?"

"Jeongguk-"

"Ya hadi beni geç! Siktir et beni. İkizin o senin. Kendi kanından ya, canından. Senin iyiliğinden başka bir bok istemeyen bir adamı neden hayal kırıklığına uğratıyorsun sen? Neden yapıyorsun bunu?" Jaewon duraksadığında Jeongguk kalan tüm enerjisini hırsını alabilmek için tüketiyordu. "Jaewon'un başına belaya girmiş Jimin, koş. Jaewon götü başı dağıtmış Jimin kalk onu al. Jaewon berbat bir halde, gel bir bak. Bu adam seni karakollardan topladı ya. Sana karşı bir kere bile olumsuz söz etmemiş bir adama yaptığın şeyin farkında mısın!"

"Hiçbir sikim bilmiyorsun bari boş konuşma."

Jeongguk'un yanına oturup sırtını duvara yasladığında, yüzündeki ifade de sesindeki ayırt edilebilen o ton da Jaewon'un pişman olduğunu gösteriyordu. Fakat Jeongguk hala sinirliydi. Geçecek gibi de değildi.

Elini cebine atıp sigara paketini çıkaran Jaewon'a yan gözlerle baktığında, o da kendisine aynı şekilde baktı ve kendisine bir tane alırken ona da uzattı. Belki normal şartlarda üç-dört kez düşünüp bunu reddederdi fakat o an kafasının dağılmasına yardımcı olabilecek her şeye açıktı. Bu yüzden uzattığı sigara paketine bir bakış atıp içinden bir tanesini aldı.

"Böğürtlenli." Dedi Jaewon.

"Sormadım."

"Ben senin büyüğünüm."

"Umrumda değil."

Jaewon kendi sigarasını yaktıktan sonra Jeongguk'un sigarasına uzanıyorken sokağın başına hızlı adımlarla giren Jimin'i gördüğünde rahat bir nefes verdi.

"Hah!" Dedi yarım ağız gülerek, yerine gelen neşesiyle. "Geldi seninki."

Jeongguk ağzında yanmamış sigara varken sokağın başına baktı şaşkınlıkla. "Hyung." Diye mırıldanırken sigaradan dolayı sesi boğuk çıkıyordu. Ayağa kalkamayacak kadar yorgun ve acı doluydu bedeni bu yüzden kanlı bir yüzle yalnızca başını kaldırmayı, birkaç adımda yanına gelen hyunguna yerden bakmayı sürdürdü.

Jimin ağzındaki sigarayı iki parmağı arasına alıp kırdıktan sonra Jaewon'un üstüne doğru fırlattı, Jeongguk'un önüne diz çöktüğünde avuçlarını yüzüne çıktı yumuşakça. Yaraları kötü gözüküyordu.

"Orospu çocukları." Diye mırıldandı sinirle. O an sadece Jeongguk'un yüzündeki yaralarla ilgileniyordu ama bu oğlan için kaçınılmaz bir fırsattı. Yüzünü okşayan sıcak avuçlara bir kedi gibi sırnaştığında, Jimin'in çatık kaşları bir anlığına düzelmişti.

"Kusacağım."

Jaewon'un sesi ikilinin saadetini keskin bir bıçak gibi böldü ve buna kayıtsız kalamayan Jimin'in huysuz bakışları ikizini buldu. Bir yandan koltuk altından tutup kaldırdığı çocuğun belini yakalayıp kendine çekerken bir yandan incitmemek için büyük bir çaba sarf ediyordu. Az öncesine kadar gayet canlı olan Jeongguk mayışmış haldeydi ve bıraksalar oracıkta uyuyabilirdi.

"Kendi başına idare edebilecek misin?"

Yutkundu yerde olan. Kafa salladı yavaşça ve Jimin'e baktı suçluluk duygusuyla.

"Bakacağım. Sen şu küçük oğlanı hallet. Belli ki sensiz yaşamakta pek iyi değil." Jeongguk'a baktığında, Jimin'in omzuna yaslanmış, kızarık yanaklarıyla, baygın bakışlarıyla ayakta durmaya uğraştığını gördü. Bir eli Jimin'in boynuna tutunuyor, burnu boynuna dayanıyordu. "Ayrıca aşırı asabi."

Jeongguk'un radarları Jaewon'u yakaladı, dudaklarını büküp ona doğru atılmaya çalışsa da Jimin'in elleri belinden sıkıca tuttuğundan istediğini gerçekleştiremedi. "Şş, yerinde dur."

"Hyung. Sen misin?"

"Benim."

"Doğru." Dedi. Boynundaki bene dokunarak kısaca güldü. "Bu sadece sende var."

"Hım?"

"Ve bu koku..." Diye mırıldanmaya devam etti. Burnu Jimin'in boynunda gezinirken yutkunuşu Jimin tarafından net bir şekilde duyuluyordu. "Tam olarak anlayamıyorum gerçekten. Büyükannemin bahçesinde limon çiçekleri olurdu hyung! Sabahları büyükannem camımı açtığında kuşların cıvıltısıyla beraber o koku odamı büsbütün doldururdu. Tıpkı onun gibi kokuyorsun. Yuva gibi. Eve dönmek gibi."

Jeongguk'u yanıtsız bıraktı büyük olan. Bir eli Jeongguk'un ince belini sarıp onu sokağın çıkışıma doğru yürütürken diğer eliyle Jaewon'a yardım edebilecek birilerine mesaj atıyordu. Bu sırada Jeongguk'un ağzı durmuyor, konuşuyor, gülüyor ve söyleniyordu. Jimin geldiğine göre gönlünce kendini koyverebilirdi sarhoşluğuna.

"Ben seni çok özledim hyungie. İki hafta boyunca seni düşünmediğim, seni aramadığım ve seni sormadığım bir gün bile yoktu yemin ederim. Sabah evine geldim ama yoktun! Çaldım ama duymadın. Bir dakika-" Yolun ortasında duraksadı ve Jimin telefonu cebine sıkıştırdığında duraksayan oğlana döndürdü bakışlarını. "Ne oldu? Sorun ne? Bir yerin mi acıyor Jeongguk?"

"Hyung. Sen bugün bilerek mi açmadın kapını? Ben geldim diye mi açmadın? Sen hiç özlememişsin ki beni." Dudakları titriyor, gözleri cam gibi parlıyordu loş ışıkta. "Bensiz de iyiymişsin gayet. Yine başına bela oldum değil mi?"

Suçlu suçlu bakıyordu gözleri. Bir çocuğunki gibi. Sanki evinde bir şeyleri devirmiş ve kendini ele vermiş gibi. Jimin'in gözleri bu bakışta oyalanırken kayıtsız kalamadı bu haline. Diğer eli de beline sarıldığında Jeongguk'u biraz daha kendine çekti ve başını omzuna dayadı derin bir nefesin ardından.

"Jeongguk." Yolun sonuna gelmiş, yorgun bir ses rengine bulanmıştı ağzından çıkanlar. "İnan sensiz bir günüm yoktu benim."

"Hiç açmadın telefonlarımı."

"Açamadım."

"Ama ben bir şey yapmadım."

"Biliyorum."

"Jaewon'a yumruk attım hyungie."

Jimin'in dudakları kıvrıldı. Başını kaldırıp Jeongguk'un yüzündeki yaralara baktı. Belli ki misliyle ödemişti bu yaptığını.

"Neden?"

"Seni üzdüğü için."

"Sana da vurmuşlar Jeongguk."

"Olsun. Seni üzdüğüm için."

Elleri belinden ayrılıp yüzüne dokunduğunda, acıtırım korkusuyla dokunmaya çekindi fakat yaraları okşamadan edemedi. "Güzel bebeğim." Diye mırıldandı, sessiz, usul ve taze bir hevesle. "Sen beni üzmedin ki."

"Yalan söylüyorsun bana."

"Söylemiyorum."

Jimin uzun uzun seyretti Jeongguk'un yüzünü. Çenesindeki beni gördükten sonra derin bir iç çekti. Kendisi tutması çok zorlaşmıştı ve nefesleri göğsünü davul gibi sarsıyordu. Dayanamayacağını hissetti. Jeongguk'a olan özlemi dudaklarına kadar çıktı, ufak bir tutku kıvılcımıyla öptü Jeongguk'un çenesini. Öperken bir yandan yüzüne yaslandı, olduğu yerde dinlendirdi keyfini. O an hissettiği şeyleri tarif etmekte zorlanıyordu ama bir şey diyebilseydi, bu konuda konuşabilseydi, baharı beklemek gibi derdi. Soğuktan sıyrılmak, güneşi hissetmek. Tıpkı güneşle bütün olmuş gibi. Güneşten bir parça taşıyormuş gibi.

"Hadi gidelim." Dedi ayrıldığında, öpücüğüyle iyice sarhoş olan Jeongguk'a. "Yüzünü temizleyelim."

Onu elinden tutup nazikçe arabaya götürdü ve eve kadar ikisi de hiç konuşmadı. Yolculukları Jeongguk'un Jimin'i izlemesiyle sürerken eve geldiklerinde Jeongguk hala hülyalı bakışlarla bakıyordu Jimin'e.

Eve girdiklerinde, ufak olanın kendi yatağında uzanmasına izin verdikten sonra suyu ayarlamak için banyoya girdi. Onun için uygun havluyu ve banyo içinde kullanacağı şeyleri koyduktan sonra odasında yatan Jeongguk'un yanına ilerledi. Kanı kurumuş yaralarıyla, patlamış dudağı, morarmış yanağıyla öylece yatıyordu.

"Jeongguk, hadi kalk."

"Kalkmak istemiyorum hyungie." Boğuk sesi odayı doldurduğunda gülümsedi Jimin. Eli oğlanın saçlarına çıktığında boylu boyunca okşadı uzun saçları. "Saçlarını ben kurutacağım. Yüzünü de temizlememiz, krem sürmemiz lazım."

"Peki. Söz verdin ama." Kafa sallayarak onu onayladı. Hiçbir mecali kalmamış oğlanın banyoya girişini izlerken onu kendisinin temizlemesini istediğini biliyordu ama Jimin şu an bu denli bir yakınlaşmaya hazır değildi. Hayır, Jimin şu an Jeongguk'un varlığına bile hazır sayılmazdı fakat o böyleyken onu öylece bırakamazdı da.

"Hyung!" Başını banyo kapısından çıkartıp Jimin'e seslendi Jeongguk. "Seninle uyuyabilir miyim bu gece?"

"Jeongguk-"

"Yanında yatacağım sadece. Lütfen."

"Henüz bir şeyleri düzeltmediğimizi biliyorsun değil mi?"

"Biliyorum. Sadece bu gece uyuyabilmek istiyorum. İzin vermeyecek misin?"

Pes etmiş bir nefes verdi ve Jeongguk bunun ne anlama geldiğini biliyorken daha keyifli bir şekilde aldı duşunu. Çok uzun sürmeden duştan çıktığında Jimin'in kendisi için ayırttığı kıyafetleri üzerine geçirdi ve aşağı kata inerken saçlarındaki havluyu omuzlarına bıraktı.

Jimin koltukta oturmuş bir şeyler yazıyorken buldu, birkaç evrağa bakıyor gibi gözüküyordu. Gözlerinde siyah kemik gözlükleri, evin sıcaklığından giydiği şortu ve üzerine rastgele geçirilmiş gibi duran yeşil tişörtüyle, hiçbir özenme olmadan dünyanın en güzel, en ateşli ve en albenili adamı gibi gözüküyordu.

İşine o kadar odaklanmıştı ki merdivenlerden inen Jeongguk'u görmedi. Jeongguk üzerindekileri süzerken herhangi bir utanç belirtisi göstermedi bu yüzden. Kendisini göremiyordu nasıl olsa. Bembeyaz tenini açıkta bırakan yakasında ve saçlarının düştüğü ensesinde gezindi bakışları. Ardından birbirinin üzerine atılmış bacaklarında, karışık duran saçlarında, pembe dudaklarında. İlah gibiydi ve Jeongguk böyle bir ilaha tapınmaya çoktan hazırdı.

"Daha ne kadar duracaksın orada?" Gözlüğünü çıkarıp Jeongguk'a doğru döndü. "Beni mi dikizliyorsun?"

"Hayır, hiç de bile." Burun kıvırdı kibirli bir edayla. "Ne yazıp çiziyorsun diye merak etmiştim."

"Hiç, Amias'la ilgili birkaç sıkıcı evrak."

"Anladım."

Jimin koltuğun oturmadığı kısmını pat patlayarak Jeongguk'u yanına çağırdığında oğlanın itiraz etmeden kendisine gelmesine gülümsedi. Gelmeden hazırladığı kremleri kucağına koydu ve Jeongguk'un yanına oturmasıyla yüzündeki yaralara sürmeye koyuldu.

"Artık dövmelerini benden saklamıyorsun sanırım." Açıkta kalan bacaklarına bakıyordu küçük olan.

"Jeongguk." Dedi Jimin, oğlanın yüzüne dikkat kesilmişken. "Beni çıplak gördüğünün farkında mısın?"

"Bu konudaki düşüncelerimi söylesem beni evden atacağına eminim."

"Hani siz sanat öğrencileri için çıplaklığın önemi yoktu?"

"O seni çıplak görmeden önceydi."

Jimin'in elleri duraksadı ve utanmazca kendisiyle flört eden Jeongguk'un gözlerine baktı. Sarhoşluğunun cesareti hala oralarda bir yerlerdeydi.

"Uslu bir çocuk ol." Dedi daha fazla takılmadan.

Jeongguk başını yana eğdi.

"Ben çocuk değilim."

"Bundan emin miyiz?"

"İspatlayabilirim."

"Benim yanımda ve benim ellerim altında hala çocuksun."

"Hyung." Konuyu birden apayrı bir mevzuya çekti ve ciddi bir şeyler olduğunu Jeongguk'un gerilmiş ses tonundan, kaçırdığı gözlerinden anladı Jimin. "Okulu dondurmayı düşünüyorum." Duraksasa ve bunu duymayı beklemese bile kötü bir tepki vermedi büyük olan.

"Neden bebeğim?" Derken Jeongguk'u gözlerine bakmayı ihmal etmiyor, neler olduğunu çözmeye çalışıyordu. Fakat Jeongguk bir şeylerden çekiniyor gibi bakışları hep başka başka yerlerde geziniyor, sanki gözlerini görse Jimin tarafından kıskıvrak yakalanacakmış gibi korkuyordu. Ne diyecekti ki? Birden, ansızın okuldan korkmaya, on yedi yaşımda gibi hissetmeye başladım hyung, mu diyecekti?

"Öyle işte." Üstelemedi Jimin. Eğer anlatmak isteseydi anlatacağını biliyordu çünkü. Daha iyi bir zaman, daha iyi bir ruh hali gözettiğinin farkındaydı küçük olanın. Jeongguk ise onun bu hallerine minnet duyuyordu sadece. Yalnızca düşüncüğü şeyi paylaşmak istemişti ve hyungu da bunu biliyordu işte.

Jimin'in şortu altından görünen, iç bacağının ufak bir kısmını kaplayan ve narin bir yazıyla, özenle yazılmış dövmeyi süzdü. Parmak uçları dört kelimelik cümlenin her bir kelimesinde ufak temaslarla dolaşırken karşısındaki adam hiçbir tepki vermeden kendisini keşfetmesine izin verdi. Jeongguk yazıyı tekrar etti fısıltıyla. Daha doğrusu bir şarkı sözüydü yazan. Kristen, come right back.

"Ne anlama geliyor bu?"

"Sevdiğim bir şarkıdan."

"Biliyorum hyungie. Ama neden yazdırdın bunu?"

Elleri Jeongguk'un yüzünden çekildi ve gözlerini kaçırdı ondan beklenilenin aksine. "Hayatımın en özel anlarından birisinde arkada bu şarkı çalıyordu."

Kestirip attı kısaca ve Jeongguk da kafa salladı yalnızca. O özel anın ne olduğunu sormadı. Kiminle olduğunu da sormadı çünkü o sırada aklını kurcalayan, maziyi gözlerinin önüne getiren ve o mazideki seslerin kulaklarında uğuldamasını sağlayan bir şey vardı.

Günün erken saatlerinde, Jaewon'la koşulsuz sevişirken de arkada çalan şarkı, buydu.

**

ups

Lanjutkan Membaca

Kamu Akan Menyukai Ini

62.5K 3.2K 42
Komşunuz Barış Alper Yılmaz olursa ne mi olur?
393K 36.1K 32
Kore'nin nesillerdir düşman olan iki sürüsü; Kim'ler ve Jeon'lar aynı davete katılır. Beklemedikleri şey ise attığı yumruk ile ruh eşi oldukları orta...
My You [JİKOOK] Oleh KD

Fiksi Penggemar

26K 5.5K 33
+82 10 1311 5960: Hamileyim. JJK: Kimsin?
29K 1.2K 39
Bu kitap Yabani dizisinin 28. bölümünden sonra ASLAZ cephesinde yaşanan olayları konu aldığım bir kitaptır. Görmek istediğimiz fakat tüm beklentileri...