Inner Child × vmin

By fiorejade

42.3K 4.8K 12.1K

[slow burn] ben bir kahraman değilim. Idol Kim Taehyung / psikiyatrist Park Jimin ©fiorejade 17.03.2020 - More

0/ uyarı
1/ gizlilik politikası
2/ ilk seans
3/ hız treni
4/ sıcak his
5/ mavi gözler
6/ görünmez çizgi
7/ sonun başlangıcı
8/ başlangıcın sonu
9/ kuru yangın
10/ han nehri
11/ mum ışığı
12/ on yedi
13/ lotus çiçekleri
15/ ahududulu dondurma

14/ yanlış adım

721 82 334
By fiorejade

"Sunmin'e çok sinir oldum bugün ya." apartmanlarının kapısının önünde çantasındaki anahtarını ararken destek almak için dizini hafifçe kaldırmış, tek ayağı üzerinde denge kurmaya çalışırken kızının sözlerine gülmüştü Jimin.

"Neden güzelim? Ne yaptı?"

"Anahtarı buldun mu? Eve geçelim anlatacağım, çok çişim var şu an." Mirinae olduğu yerde sağa sola sallanınca yüzündeki gülümseme genişledi genç babanın.

O sırada anahtarına sonunda ulaştı ve tek hamlede çantasının diplerinden çıkartıp kızının gözleri önünde salladı 'işte,' der gibi. sonra eğilip tek denemede anahtarı deliğe soktu ve iki kere kilitlediği kapıyı hızla açıp itekledi Mirinae'nin koşarak içeri dalacağını bildiğinden; öyle de olmuştu. Küçük kız koşarak içeri daldığında çantasını bir yana, montunu bir yana fırlatmış, banyonun önüne geçip kolundaki bileklikleri çıkartmış ve kendini içeri atıp kapıyı ardından kapatmıştı gürültülü bir şekilde.

Olan biteni kapı eşiğinde izleyen Jimin kendi kendine kafasını iki yana sallamış ve yavaşça içeri doğru adımlamıştı. Kızının oraya buraya attığı şeylerin yanından öylece geçip direkt mutfağa yönelmiş ve kahve makinasının önüne geçmişti. Mirinae lavabodan çıktığında arkasında bıraktığı dağınıklığı toplayacaktı ne de olsa. Bunu ona Jimin öğretmişti, bir yeri dağıttığında toplaman gerekirdi çünkü oraya tekrar döndüğünde orayı toplu bulmak isterdin. Basit bir kuraldı bu.

Jimin bunu yapamamıştı.

Taehyung'u dağıtıp, öylece arkasında bırakmıştı. Geri döndüğünde karşısında darmadağın bir adam bulacağını bilerek hem de. ne yapabilirdi ki? Onu öpmüştü. Elindeki kahve filtresini buruşturdu fark etmeden yumruklarını sıktığı için. Duygularını kontrol edemiyordu, onları kontrol edememesini de geçmişti, onlar tarafından kontrol ediliyordu adeta. Ne yapacağını bilemediğinden kaçmıştı o da. Saatine bakmış, Mirinae'yi okuldan alması gerektiğini hatırlamış, ona kocaman açılmış gözlerle bakan adama "Üzgünüm," diye mırıldanmıştı ve arabasının yolunu tutmuştu gözlerindeki yaşları silerken.

Artık olaylar astronomik bir hal almıştı. Jimin'in başka bir yol bulması gerekiyordu, onca şeyden sonra Taehyung'u karşısına alıp ona "Anlat bakalım, bugün nasılsın?" diyemezdi. Bunu göl kenarındaki konuşmalarında kendi çizdiği kırmızı çizgiyi göz göre göre çiğnerken anlamıştı. Bu bir bahane değildi, firar etmek istediğinden aklına yerleşen bir düşünce de değildi. Bu basitçe, olgusal bir gerçek haline gelmişti. Profesyonellik kelimesini aklından bile geçirmeye utanıyordu fakat etiğe ve mesleğine kalan son saygı kırıntıları bunu yapmasına izin vermezdi. Bir doktor olarak, buna artık devam edemezdi, şansını yeteri kadar zorlamıştı.

Oysa karşılaştığı arkadaşı nasıl da basit bir şeymiş gibi devam etmesini söylemişti ona... Peki Seojun? Taehyung'u kullanmasını tembihlemişti ona. Onlara da kızamıyordu ki. Bir noktada haklılardı, hikaye eğer gerçekten Jimin'in onlara anlattığı kısımdan ibaret olsaydı, tavsiyeleri için akıllıca bile denebilirdi. İnsan beyniyle ilgilenmek böyle bir şeydi, meslekleri karşısındaki insanların beynini bir noktada manipüle etmekti. Tabii, onların iyiliği için bir şeydi bu. Bir söz vardır, bir insana kırk defa aptal olduğunu söylerseniz kır birinci söylemenizde size inanır. Buna benziyordu biraz. Onlar hastalarına karşılarındaki de inanana kadar iyi olabileceklerini söylüyorlardı, sonunda kişi buna inandığında başlıyordu asıl süreç. Her neyse, sonuç itibariyle, kime giderse gitsin kendine sakladığı kısımlar olmadan anlattığı hikaye hep çarpık yorumlanmıştı. Eğer probleminizi tüm çıplaklığıyla anlatmayıp bazı detayları es geçerseniz, aldığınız çözüm de eksik olurdu haliyle.

Jimin bunu bile bile medet ummuştu insanlardan. Kırk kere inkar etmişti hislerini fakat kırk birinci seferde elini kalbine atıp içini yokladığında yine orada bulmuştu onları. Göğsünü saran sarmaşıktan kurtulamamıştı bir türlü.

Kahve makinasından kahvesinin hazır olduğuna dair bir ses geldiğinde daldığı derin düşüncelerden sıyrıldı ve kupasını doldurmak için tezgaha çıkarttı Jimin. Bardağını doldurduğunda üzerindeki ceketini çıkartıp mutfak masasının üzerine bıraktı, hayat bazen dağınık olmaktı. Jimin bugün dağınık olmayı seçmişti.

"Off!" kaşları çatıldı genç babanın bir anda kızının sesini duyduğunda.

"Mirinae? Her şey yolunda mı?"

"Ah, evet evet. Gelme sakın banyoya." genç kız bağırdığında daha da meraklandı babası.

"Güzelim?" kahvesini usulca tezgaha bıraktı ve banyo kapısına doğru adımladı ona seslenirken.

"Gelme babacığım, lütfen." bir problem olduğu belliydi, Mirinae'nin sesi fazla mutsuzdu.

Kapıyı tıklattı Jimin gergince. "Bir tanem, iyi misin?"

"B-bilmiyorum..." ağlıyor muydu o?

"Mirinae, ağlıyor- Boş ver, içeri geliyorum." bu iyi bir fikir miydi bilmiyordu fakat kafası o kadar allak bullaktı ki bunu düşünmemişti o an. Mirinae babasından hızlı davranıp tek hamlede kapıyı kilitlediğinde yumruğunu kapıya yasladı Jimin.

"Bebeğim, lütfen konuş benimle." yalvarır gibi çıkmıştı sesi.

"Baba, komşumuz Bayan Soo'yu çağırır mısın? Gelsin." bu nereden çıkmıştı şimdi?

"Bayan Soo?"

"Çağır işte!" kızı bir anda bağırdığında kapıdan birkaç adım uzaklaştı Jimin. "Özür dilerim, özür dilerim babacığım. Bağırmak istemedim. Sadece... Sana anlatamam."

"Ah." genç baba elini alnına vurdu olan biteni sonunda anladığında ve derin bir nefes aldı. Mirinae neredeyse on üç olacaktı, bugünün yakın olduğunu biliyordu fakat bitmesi için sabırsızlandığı yirmi dört saat gibi değil yetmiş iki saat gibi hissettiren bugüne bir kriz daha eklenmesi Jimin'in sabrını iyice zorlamıştı.

"Bir tanem, şimdi beni güzelce dinle, tamam mı? Musluğun yanındaki beyaz dolabımız var ya? İşte onun en alt çekmecesini açmanı istiyorum senden. Arkada, havluların altında birkaç paket göreceksin. Ben şimdi odana gidip sana temiz kıyafetler getireceğim güzelim, tamam mı? İhtiyacına göre bir tanesini seç ben gelene kadar."

Kızının hıçkırıklara boğulduğunu duyduğunda dudaklarını birbirine bastırdı Jimin çaresizce. "Okulda size bir seminer vermişlerdi, hatırlıyor musun?" ses gelmedi. "Lütfen konuş benimle güzelim, beraber halledeceğiz bunu. Ne anlattıklarını hatırlıyor musun?"

"Hatırlıyorum." kızı kısık bir sesle cevap verdiğinde gülümsedi Jimin.

"Aferin benim kızıma. Bunun utanılacak bir şey olmadığını da hatırlıyor olmalısın o zaman. Değil mi?"

"A-ama..."

"Şşh, babanım ben senin güzelim. Aması mı olur bunun? Lütfen dediğimi yap, geliyorum hemen."

Bugünün geleceğini bilip hazırlıksız olmak onun gibi bir babaya yakışmazdı, yakışmazdı da bu konuşmanın bu kadar zor geçeceğini tahmin edememişti Jimin. Mirinae'nin babası yerine komşusunu çağırması onu biraz üzmüştü hatta, yalan söyleyemezdi kendine.

Koşar adımlarla kızının odasına gitti ve ışığı yaktı. Ah, duvardaki surata hazırlıksız yakalanmıştı. "Tanrım, nasıl bir hayat yaşıyorum ben..." kendi kendine mırıldandı ve Mirinae'nin dolabını açıp bir çift temiz iç çamaşırı ve atlet çıkarttı, sonra dolabın üst raflarından kızının favorisi olduğunu bildiği ve onu aynı bir koyun gibi gösteren pofuduk pijamalarını kaptığı gibi tekrar banyonun kapısına gitti.

"Geldim güzelim. Bulabildin mi paketleri?"

"Buldum da... Ne işi var bunların burada?"

"Temkinli olmanın kime zararı var?" Jimin konuştuğunda bir an sessizlik oldu, sonra banyonun kapısının kilidi yavaşça açıldı ve duvar olmuş kapı aralandı. Mirinae gözlerinde yaşlarla gülümsedi babasına.

"Seni çok seviyorum." diye mırıldandı sonra. Genç baba elindekileri kızına uzattı ve kapının arasından minik alnına bir öpücük kondurdu.

Aradan yaklaşık on dakika geçmişti, genç kız banyodan çıktığı gibi "Babacığım?" diye bağırmıştı evin içinde.

"Odamdayım güzelim, gelsene." Jimin üstünü değiştiriyordu Mirinae geldiğinde. Pijamasının son düğmelerini ilikleyip kapıdan onu izleyen kızına gülümsedi sonra. Mirinae yavaşça odanın ortasına doğru ilerledi, sonra yatağa dikti gözlerini öylece. Ne istediğini anlaması uzun sürmemişti babasının. Yorganı kaldırıp yatağına geçtiğinde yanını sıvazladı onu çağırır gibi Jimin, Mirinae ikiletmedi onu. İkisi de yatağa girdiklerinde minik bedeni kolları arasına alıp saçına bir öpücük kondurdu Jimin.

"Özür dilerim." diye mırıldandı Mirinae.

"Ne için?"

"Sana bağırdığım için ve Bayan Soo'yu çağırdığım için. Seminerde..." Mirinae durdu, bunu babasına söylemesi onu üzer miydi acaba? "Seminerde annenizi çağırın demişlerdi de."

Üzmüştü, fazlasıyla. Bugüne kadar Mirinae'ye annesinin yokluğunu hissettirmemek için elinden gelen her şeyin fazlasını yapmıştı Jimin. Herkesten iki katı daha fazla çaba harcamıştı, tüm varlığını küçük kızına adamıştı. Ama günün sonunda ona yetemediği hissi hiçbir zaman bırakmamıştı peşini. Huzurlu, küçük ailesini gölgeleyen bir kara bulut gibiydi bu, nereye gitse onu takip ediyordu. Mirinae'nin annesi yanında değildi ve Jimin onu en iyi şartlarda, en sağlıklı şekilde yetiştirmiş olsa bile, aralarındaki bağ kızının yaşıtlarının babalarıyla olanından on kat güçlü olmasına rağmen değiştiremeyeceği bir gerçekti bu.

"Anlıyorum güzelim," dedi sakince. "Fakat bana her zaman, her konuda güvenebilirsin, bunu unutmamanı istiyorum sadece."

"Hayır hayır," babasına daha da sokuldu Mirinae suçluluk duygusuyla kavrulurken. "Sana çok güveniyorum babacığım, çok, çok fazla. Ama, yani, bu biraz kızsal bir şey ya." güldü Jimin istemsizce.

"Kızsal mı? O da neymiş öyle?"

"Kızsal işte. Kızlarla alakalı. Sen de ya, anlamadın sanki."

"Anladım güzelim, takılıyorum öylesine. Nasılsın? Ağrın var mı?"

"Yok, iyiyim. Ama şey..." Mirinae'nin sesi tekrar kısıldığında Jimin sırtını sıvazladı onu cesaretlendirmek ister gibi. "Çamaşırıma bulaşmıştı, yıkamayı denedim ama çıkmadı."

"Hallederiz bir tanem. Sen iyi ol da."

"Bir de..." ah... Ne gelecekti acaba?

"Söyle bakalım."

"Açım ben." tabii ya.

"Pizza?" Jimin yemek yapacak enerjisi olmadığından kızının bir kaçamağı hak ettiğine ikna etmişti kendini.

"I-ıh. Çin yemeği söyleyelim."

"O da olur." dedi ve kolunu geriye atıp komidinin üzerinde duran telefonuna uzandı sipariş verebilmek için, sonra elini tekrar Mirinae'nin sırtına götürdü ve ekranın parlaması için açma tuşuna bastı.

Dört cevapsız arama

Kim Taehyung

Gözleri refleks olarak başını omzuna gömmüş kızına kaydı Jimin. Ekranını o açıdan görmesi mümkün olmadığından derin bir nefes aldı ve gürültülü bir şekilde geri verdi ciğerlerine dolan havayı. En son arama on dakika önceydi ve aramalar arasında neredeyse yarımşar saat vardı. Neden bu kadar ısrarcıydı? Eh, biraz düşününce bu sorunun anlamsız olduğuna karar vermişti. Aramaları görmezden gelip, mecburen, yemek siparişi verebilmek için bir uygulamaya girdi ve önüne gelen ilk Çin restoranından gereğinden fazla bir şeyler söyleyip telefonunu yatağa bıraktı bıkkınca.

"Eee," dedi hevesle. "Koro çalışmaları nasıl gidiyor?"

"Güzel. Öğretmenimiz sesimin harika olduğunu söylüyor. Sololardan birini bana verdi hatta." Jimin kaşlarını kaldırdı şaşkınlıkla.

"Öyle mi? Harika bir haber bu bir tanem. Neden daha önce söylemedin?"

"Bilmem, sormadın ki." ah, kalbine bir hançer gibi saplandı bu sözler genç babanın.

"Üzgünüm, seni çok boşladım değil mi? Biliyorsun, işler-"

"İşlerin çok yoğun, biliyorum. Önemli değil babacığım. Hem bana hem kendine zaman ayırmak zor olsa gerek." Jimin kızının göremeyeceğini bildiğinden kaşlarını çattı sertçe.

"Mirinae? O nereden çıktı şimdi?"

"Öyle değil mi ama? Annem burada olsaydı... İşler daha kolay olurdu. Beni koro pratiklerinden o alabilirdi mesela."

"Bebeğim, neden böyle konuşuyorsun? Bana yük olduğunu mu düşünüyorsun?"

"Öyle düşünmüyorum. Öyle olduğunu biliyorum." bunlar Mirinae'nin sözleri değildi. Jimin'in bunu anlaması uzun sürmemişti. Kızını kendinden uzaklaştırdı onunla göz teması kurabilmek için.

"Birisi sana bir şey mi söyledi güzelim?"

Mirinae dudaklarını büktü huzursuzca. "Belki." dedi sonra pes edip. "Sunmin..."

"Ne dedi sana?" sesi istemsiz olarak kafasındakinden sert çıkmıştı Jimin'in.

"Saçma şeyler."

"Öyle olduğunu düşünsen şu an bu konuşmayı yapıyor olmazdık bence."

"Sanırım... Bilmiyorum. Annemi özlemem suç mu ki?" fazla savunmacı yaklaştığını fark ettiğinde yüzü yumuşadı genç babanın, kaşları düştü ve gerilmiş çene kası gevşedi bir anda.

"Değil, değil tabii ki güzelim. Koro konserine anneni çağırmamı ister misin? İşleri çok yoğun, geleceğine dair söz veremem ama, deneyebilirim."

"Gerek yok babacığım, her sene aynı şeyi söylüyorsun zaten. Gelmeyecek işte, istemiyor beni.

"Mirinae."

"Ne? İstemiyor işte. Yalan mı?" ah, o Sunmin denen kız...

"O senin annen bir tanem. Nasıl sözler bunlar?"

"Aman... Boş versene. Annem şu an beni yolda görse tanımaz baba." Jimin işte tam bu noktada tıkanmıştı. Onu altı yıldır görmeye gelmeyen annesinin kızını özlediğine ikna etmeye çalışmayacaktı, Mirine bu yalanlara inanmayacak kadar büyümüştü.

"Mirinae," dedi sakince. "Seni çok seviyorum güzel kızım. Bu dünyada hiçbir şeyin seni üzmesine izin vermem, bu yüzden..." kızının karnında dolandırdı parmaklarını ve odaya minik bir kıkırdama yayıldı o an. "Bu yüzden maalesef seni gıdıklamak zorundayım."

"Hayır, hayır! gıdıklam-" daha cümlesi tamamlanmadan kahkahalara boğuldu Mirinae. Yatakta bir o yana bir bu yana kıvrılıyor, babasının ellerinden kaçmaya çalışıyordu nefes nefese. Jimin biliyordu, kızının annesini geri getiremezdi fakat en azından şu an kafasında oluşmuş kara bulutların dağılmasına yardımcı olabilirdi.

Ne kadar oynadılar o şekilde bilmiyorlardı, gülüşleri kapının çalmasıyla durmuştu. Jimin sonunda kızını bıraktığında uzanıp yastığının altına kaymış telefonunu aldı ve yataktan çıktı.

"Yemekler gelmiş olmalı," dedi odasının kapısına yürürken. "Sen de kalk da ortalığı toparla, çantan hala salonun orta yerinde duruyor öylece." Mirinae'yi yatakta oflarken bıraktı sonra ve kapıya ilerledi Jimin masanın kenarında duran çantasından para almayı unutmadan. Sonra kapıyı açtı.

"Hey,"

Bu bir şaka mıydı? Öyle olmalıydı. Kapının önünde dikilen adamı itekleyip önüne geçti ve kapıyı neredeyse tamamen çekip apartmana çıktı Jimin.

"Delirdin mi sen?" dedi dişleri arasından. "Ne işin var burada? Kızım," mümkünmüş gibi daha da kısık sesle konuşmaya başladı genç doktor. "Kızım içeride."

Ses gelmedi. Karşısındaki kocaman kapüşonunun ve siyah maskesinin altında saklandığından yüzünü görmek de mümkün değildi.

"Sana diyorum. Lütfen, yalvarıyorum. Git buradan. Gitmek istemiyorsan apartmanın kapısının önünde bekle, beş dakikaya yanına inerim. Olmaz mı?" çaresizlikten ne diyeceğini şaşırmıştı Jimin. "Taehyung," fısıltıyla konuştu yine. "Neden geldin? Neden bir şey söylemiyorsun?"

"Aradım, açmadın." havaya yayılan alkol kokusuyla yüzünü buruşturdu Jimin. Taehyung'un ayık haliyle uğraşmak yeterince zor değilmiş gibi bir de sarhoş sarhoş kapısına dayanmasıyla mı baş etmesi gerekiyordu?

"Biliyorum, üzgünüm. Kızımın bazı problemleri vardı, onunla ilgileniyordum. Geri dönecektim sana."

"Yalancı."

"Yemin ederim Taehyung, arayacaktım seni." Jimin biraz yakınlaştı genç idole. "Sana taksi çağırabilirim istersen." söylediği sözün saçmalığından yüzünü ekşitti sonra hemen, bir an onun ünlü bir idol olduğu aklından çıkıvermişti sanki. "Taksi olmaz. Tamam, peki. Arabanla mı geldin?"

"Evet."

"Araba kullanmaman lazım. Bana beş dakika ver, Mirinae'ye bir bahane bulup çıkabilirsem seni evine sürerim. Montumu giyeyim-"

"Jimin, sarhoş değilim ben. İçtim sadece biraz." gerçekten de sesi normaldi, konuşması yavaş değildi, kelimeleri yuvarlamıyordu. Sarhoş değilse kapısına kadar gelmek gibi sorumsuz bir davranışı nasıl açıklayacaktı acaba? İşte şimdi iyice kızmıştı genç doktor.

"O zaman neden buradasın?"

"Bir şey söylemek için geldim."

"Yarını bekleyemedin mi?"

"Bekleyemedim." genç doktor sabır dilenir gibi gözlerini tavana dikti bir süre.

"Baba?" işte şimdi her şey eline yüzüne bulaşmak üzereydi.

"Güzelim?" içeriye seslendi Taehyung'u merdivene kadar iteklediğine emin olduktan sonra. Krizin göbeğinde değilmiş gibi, genç idol sönen otomatik lambayı yakmak için kolunu salladı hafifçe ve merdiven kenarındaki duvara yaslandı sabırsızca.

"Odayı topladım diyecektim de... Kimmiş gelen?" kızının sesi yakınlaşmıştı. Kapının arkasında mıydı yoksa?

"Uhm," düşün, Jimin. Düşün. "Bebeğim bak aklıma ne geldi. Eve geldiğimde kahve yapmıştım. Makineyi açık unuttum sanırım, bakabilir misin ona?"

"Ay evet. Açık kalmış." ses uzaklaşınca derin bir nefes aldı Jimin. Ucuz yırtmıştı. "Nasıl kapanıyor bu?"

"Mavi bir düğme olacaktı. Ona basarsan kapanır." mavi düğme falan yoktu, onu oyalamak için söylemişti.

"Ihh, tamam." Mirinae biraz hayali düğmeyi ararken vakit kazandırmıştı kendine.

"Beni nasıl bir durumun içine soktuğunun farkında mısın?" Taehyung'a dönmüştü şimdi.

Daha bugün konuşmamışlar mıydı bunu? Taehyung nasıl bu kadar vurdum duymaz olabiliyordu aklı almıyordu.

"Artık senin hastan olmak istemiyorum." yüzünde duyduğu şeyi anlamadığına dair çok net bir ifade oluştu genç doktorun.

"Artık benim hastam olmak istemiyorsun?" diye tekrar etti onu.

"Evet."

"Tamam."

"Tamam mı?"

"Tamam." cevap gelmedi karşısından. "Bitti mi söyleyeceklerin? Bittiyse lütfen artık git." sabrı taşmıştı. Taehyung'a o kadar sinirliydi ki kanı kaynıyordu resmen. Söylediği şeyi beyninin algılamasına fırsat bile tanımamıştı, tek düşünebildiği kendini bir an önce şu durumdan çıkarmaktı.

"Bitti." dedi sonunda Taehyung. Söyleyeceklerim de, biz de bittik." güldü Jimin histerik bir şekilde.

"Biz mi?" dedi sinirle, kendini tutamamıştı. "Biz diye bir şey hiçbir zaman olmadı ki Taehyung. Sen vardın ve ben. Bir doktor ve hastası. Fazlası hiçbir zaman olmadı."

Taehyung maskesini indirdi bir hışımla. "Beni öptün." dedi sonra kısık bir sesle.

"Özür dilerim," dedi doktor. "Bu bir hataydı." canını mı yakmam lazım illa?

"Ne için özür diliyorsun?"

"Ne bileyim. Bana sinirli değil misin? O yüzden gelmedin mi buraya? Ne söylediysem tersini yapmak istediğini söylüyorsun bana. İntikam almak istiyorsun ama inan ne yeri ne de zamanı."

"Baba, burada mavi düğme yok ki!" Mirinae içeriden bağırdığında yumruklarını sıktı Jimin. Tam o an, bütün gemilerini yakıp ağzına gelen her şeyi çığlıklar atarak karşısındaki adamın suratına bağırma isteğiyle dolup taşmıştı fakat son bir güç, kendini kontrol altına aldı.

"Bu kadar basit bir insan mıyım ben?" doktoru tarafından görmezden gelindi sözleri genç idolün.

"Yeşil de olabilir bir tanem. İyi bak." yeşil bir düğme de yoktu...

"Her neyse, özür dile diye hatırlatmadım." Taehyung tekrar konuştuğunda Jimin karşısındakinin yakasını kavradı ve yumrukları arasında ezdi üzerindeki ceketin kalın kumaşını.

"Taehyung, sabrımı sınıyorsun." dedi tehditkâr bir ses tonuyla.

Ondan ne istiyordu? Ne duymak için gelmişti buraya? Jimin hiçbir şey düşünemiyordu, bildiği tek bir şey vardı; Taehyung ondan her ne istiyorsa bugün buradan o sözleri duyamadan gidecekti.

O sırada alt katın otomatik ışığı yandı ve ayak sesleri duyuldu. Taehyung acelece maskesini taktı ve kendini doktorunun elinden kurtarıp merdivende gelen kişinin geçebilmesi için yer açtı. Gelen yemek dağıtan kuryeydi. Yavaş adımlarla hantal hantal merdivenleri tırmanan kurye Jimin'in önünde durdu ve baygın bakışlarla elindeki poşeti genç adama uzattı. Jimin cebine koyduğu parayı hızla kuryeye verdi, adam iyi akşamlar diledi ve yine aynı yavaşlıkla indi merdivenleri.

"Kurye miydi o?" işte bu sefer kaçarı yoktu, Mirinae kapının önüne kadar geldiğinde elini uzattı kapının aralık kısmından. Sonra kafasını çıkarttı ve gözleri bir saniye babasında oyalandıktan sonra, doğal olarak, karşısında yüzünün bir santimi bile gözükmeyen gizemli adama takılı kaldı.

Jimin nefesini tuttu, ilahi denebilecek her varlığa aynı anda çağrıda bulunuyordu o an.

"Şey, bu kim babacığım?"

Kim mi? Kim olacak güzelim, odanın duvarlarını süsleyen, her albümünü aldığın, her şarkısını ezbere bildiğin, her filmini en az beş kere izlediğin dünyaca ünlü idol Kim Taehyung tabii ki!

"Bir arkadaşım. Buralardan geçiyormuş, selam vermek istemiş. Gidiyordu zaten şimdi." elindeki poşeti Mirinae'ye uzattı Jimin aceleyle. "Sen yemekleri aç, geliyorum ben hemen."

"Hangi arkadaşın?" neden merak edesi tutmuştu ki şimdi?

"Tanımazsın." Jimin konuştuğunda Taehyung boğazını temizledi. Hayır, bunu yapmayacaktı değil mi? Mirinae'nin onun sesini tanımaması mümkün değildi.

"Bana Bay Kim diyebilirsin ufaklık." sesini inanılmaz komik bir şekilde kalınlaştırıp konuşmuştu Taehyung. Jimin'in başı dönüyordu. Şu noktada her an düşüp bayılabilirdi, artık ayakları onu taşıyamayacak duruma gelmişti çünkü.

"Ufaklık mı?" diye çemkirdi Mirinae. "On iki buçuk yaşımdayım ben bir kere!"

"Benim hatam, genç bayan demeliydim." Taehyung kızıyla konuşuyordu. Hayır, bu Jimin'in hayal ürünü değildi. Bu an gerçekten yaşanıyordu. "Adınızı bana bahşeder miydiniz hanımefendi?" sanki adını duymamış gibi sormasına göz devirdi Jimin.

"Mirinae." az önceki kızgın yüz ifadesi gitmiş, yüzüne tatlı bir gülümseme yerleşmişti genç kızın.

"Ne güzel bir isim."

"Güzelim, hadi al şu poşeti de içeri geç. Terliklerin nerede senin? Üşüteceksin bak." babasını duyduğunda oflayarak poşeti aldı Mirinae ve Taehyung'a el salladı hevesle. Taehyung da ona el salladı ve maskesinin altından gülümsedi fakat Mirinae onu görmedi tabii.

Kızı içeri geçtiğinde Jimin gözlerini genç idole dikti. Kahverengi irisleri sinirden alev alev yanıyordu, kafasının üzerinden dumanlar çıkıyor bile olabilirdi o an, bilemiyordu.

"İyi anlaşırmışız Mirinae ile." pişkin pişkin konuşmuyor muydu bir de...

Genç doktor bir süre Taehyung'a baktı, umarım gözlerimden bana yaşattığın hayal kırıklığını görebilmişsindir, diye geçirdi içinden.

"İyi akşamlar Taehyung." bunu söyledikten sonra bir cevap dahi beklemeden kendini evine attı ve kapıyı sertçe genç idolün yüzüne kapattı. Tek kelime daha konuşsaydı geri alamayacağı ağırlıkta sözler ederdi ona, biliyordu.

Bu davranışı yorumlayamıyordu. Bir doktor olarak da bir insan olarak da. Taehyung'un yaptığı... çok çocukçaydı. Düpedüz saçmalıktı. Bu davranışı Taehyung da açıklayamazdı, emindi. Ne, onu görmek mi istemişti? Gelip öfkesini kusmak mı istemişti? Tamam, onu orada bırakmak hataydı, Jimin yanlışı nerede bunu kabul ediyordu. Fakat sırf bu yüzden kapısına kadar gelip onu uyarmasına rağmen bu kadar ısrarcı bir tavır sergilemesine gerek yoktu.

Sonuçta kişinin ne yarası, ne geçmişi, ne kompleksi, ne travması olursa olsun, yaptığı davranışın sorumluluğu kendisindedir. Taehyung ne kadar kızgın ya da kırgın olursa olsun, buraya gelmemeyi seçebilirdi. Fakat gelmişti, bu onun kararıydı. Onun hatasıydı.

Jimin yanılmıyordu, neden geldiğini Taehyung da bilmiyordu. Amacı sadece Jimin'i kızdırmaktı, ondan intikam almak istemişti fakat doktoru bunu düşünceleri yüz kırk punto ile başının üzerinde yazıyor gibi okuyabilince geliş amacını kabul edemeyecek kadar gururlu bir tavra bürünmüştü. Bir de içinde bir yerlerde buraya ait olmadığını ona haykıran sesin karşısında kalbine fısıldayan biri vardı, neden olmasın ki? Demişti ona. Kendine haksızlık etme, sen bir canavar değilsin, doktorun seni yanında istediğini söyledi zaten, kızı da hayranın. Belki de ait olmadığını düşündüğün bu ev sana kapılarını açar. Eh, tabii, o sesi dinlemek aptallıktı; bunu yüzüne çarpan kapı gayet açık ve net bir şekilde görmesini sağlamıştı. O sesi duymasının sebebi kanında dolaşan alkol de olabilirdi, çaresizliğin ve acizliğin verdiği deli cesareti de.

Merdivenleri aylak aylak inerken kendine o kadar kızgındı ki duvarları yumruklamak istiyordu genç idol. Düşündükçe kendine daha da kızıyordu, resmen öfkeden boğazı kurumuş, gözleri yanmaya başlamıştı. Bir şeyleri batırmakta üzerine yoktu. apartmandan çıktı, arabasına binip kemerini taktı. "Aptal." diye mırıldandı. "Sen akıllanmaz bir salaksın!" bağırdı ve elini sertçe direksiyona geçirdi. Jimin'in kızıyla konuşmak da neyin nesiydi hem? Neyine güvenmişti ki? Ah, utançtan yerin dibine girmek üzereydi. Çığlık atmak istiyordu, öfkesi bir anda öyle büyümüştü ki gözü hiçbir şey görmüyordu resmen. Fakat dikkat çekmemeliydi, bu yüzden derin bir nefes aldı ve kafasını direksiyona yasladı bıkkınca.

En iyisi uyumaktı. Evine gidip yorganının altına girmek ve tüm dünyadan soyutlanmak, yokmuş gibi davranmak istiyordu.

Yok olmak istiyordu.

***

Seslide unuttuğu telefonu çalmaya başladığında hafif uykusundan sıçradı Jimin ve komidine uzandı boğazını temizlerken. Telefonunu eline aldı, odaya hâkim karanlığı delip geçen ışık yüzünden gözlerini kısarak baktı ekrana. Bir numara arıyordu, tanımadığı bir numara. Gecenin köründe, saate bakmamıştı fakat gecenin körü olduğuna emindi, kim arıyordu ki onu? gözleri ışığa yavaşça alıştığında saati gördü, 02.13. Biraz durdu, sonra oflayarak telefonu meşgule attı. Arayan her kimse sabahı bekleyebilirdi, Jimin için bu gece çoktan bitmişti.

Telefon tekrar çalmaya başladı, aynı numaraydı. "Bu saatte aramak için iyi bir bahanen vardır umarım." ekrana karşı mırıldandı genç doktor ve yatağında doğrulurken yüzünü sıvazladı kendini ayıltmaya çalışıyor gibi.

"Alo?" konuştuktan sonra boğazını temizledi, sesi boğuk çıkmıştı. Hala uyukluyordu.

"Ah, tanrıya şükür. Bay Park, ben Doyeon. Kim Doyeon, Kim Taehyung'un menajeri." kim olduğunu biliyorum, demek geldi içinden Jimin'in.

"Bayan Kim, gecenin bu saatinde-"

"Taehyung orda mı?" sesindeki endişe genç doktorun tüm uykusunu kaçırmıştı bir anda.

"Hayır, neden?"

"Akşamüzeri evinden çıkıp bir daha geri dönmemiş." ah...

"Neden burada olduğunu düşündünüz?"

"En son sizinle görüşmüştü çünkü."

"Eve gitmediğini nereden biliyorsunuz peki?" bir süre cevap gelmedi.

"Bahçede kameralar var." dedi Doyeon düz bir sesle.

Jimin dondu. Tüm vücudu titredi, önce yanaklarından kulaklarına doğru keskin bir sıcaklık yayıldı, sonra alnında soğuk terlerin biriktiğini hissetti. Elleri uyuşmuş, yorganın altındaki vücudu kış günü çırılçıplak dışarıda kalmış gibi buz tutmuştu.

Bahçede kameralar vardı. Jimin'in Taehyung'u öptüğü bahçede. Doyeon muhtemelen bugünkü kayıtları öncesinden itibaren izlemişti. Hatırlamaya çalıştı Jimin, eve geldiğinde genç idolün yanından ayrılalı en fazla iki saat olmuştu. Nefesini tuttu, Doyeon'un onları görmemiş olması mümkün değildi.

"Arabasıyla evden çıkmış fakat geri dönmemiş." dedi genç kadın karşıdan bir cevap gelmediğinde. "Evinize mi geldi?" bunu ona söylemesi doğru olmazdı muhtemelen fakat Taehyung'un bulunması için kilit bir noktada da olabilirdi bu bilgi.

"Evet," dedi sakince. "Kapıda on beş dakika konuştuk, sonra gitti."

"Sonrasında sizi aradı mı?"

"Bilmiyorum," dedi telefonu kulağından uzaklaştırırken. Arama ekranından çıktı ve bildirimlerini görmek için ekranı yukarıdan aşağıya kaydırdı.

İki cevapsız arama

Kim Taehyung

"Aramış, iki kere. Duymamışım sanırım." Eve gitmediyse nereye gitmiş olabilirdi ki?

"Anladım," dedi genç menajer "Sizi tekrar ararsa veya oraya gelirse beni aramasını söyleyin lütfen."

Sanki karşısındaki onu görebiliyormuş gibi kafasını salladı Jimin. "Tabii."

"Bu kadar geç bir saatte rahatsız ettiğim için kusura bakmayın, aklıma sizden başka gidebileceği biri gelmedi." bunu duymak Jimin'e suçlu hissettirmişti.

"Siz de bir haber alırsanız beni bilgilendirin, saatin bir önemi yok." genç doktor perdesinin aralık kalmış kısmından mavi gökyüzüne baktı sıkıntıyla.

"Öyle yaparım," dedi Doyeon. "İyi geceler Bay Park." Jimin konuşamadan telefon yüzüne kapandı sonra.

Jimin bir hamlede yatağından çıktı ve camının önüne geçip aralık perdeyi biraz daha açıp evinin önündeki arabalara göz gezdirdi umutsuzca. Yeni menajere söylememişti ama aramalar on beş dakika öncesindendi, Taehyung her neredeyse yakın zamanda Jimin'e ulaşmaya çalışmıştı. Telefonunu açtı ve son arananlarda genç idolün adını bulup üzerine tıkladı, sonra telefonu kulağına götürdü. Hat meşgul çalmadığında önce sevindi genç doktor fakat saniyeler birbirini kovalarken her yeni bir çalışta umudu daha da tükendi, cevap gelmeyecekti.

Yatağının kenarındaki terliklerini giyip üzerine kapının yanındaki hırkasını aldı ve odasından çıktı yavaşça. Mutfağa doğru ilerledi, sinirlerini yatıştırmak için yeşil çay içecekti. Suyun kaynamasını bekledi, düşünceleri arasında öyle derinlere inmişti ki suyun bir saniyede hazır olduğuna yemin edebilirdi resmen. Bardağını aldı, balkona çıktı. Balkonunun köşesindeki tekli koltuğa yayıldı sonra. Temiz ve soğuk hava ince pijamasından içeriye girmiş, minik iğneler gibi batmıştı tenine. İyi gelmişti, beynine akan oksijen ve papatyalı yeşil çayı soğuk ile birleşip içindeki kabarmış denizi sakinleştirmişti.

Fakat bir dakika sonra çalan telefonla o deniz eski halinden daha beter bir şekilde çalkalanmaya başlamıştı. Arayan Taehyung'du, hemen açtı.

"J-Jimin?"

Taehyung'un sesini duymasıyla oturduğu koltuktan sıçradı Jimin. Bu ses tonu... Lütfen düşündüğüm şey olmasın, dedi kendi kendine.

"Taehyung? İyi misin?" sesi aceleci çıkmıştı, balkonda bir o yana bir bu yana volta atıyor, terlemiş avucunu pijamasına siliyordu sürekli.

"Hayır, Jimin... N'olur." Taehyung nefes alamıyordu. Kelimeler ağzından çıkmıyordu, Jimin'i arayabilmiş olması bile bir mucizeydi.

Ölecek gibi hissediyordu. En basit ve en gerçekçi açıklaması buydu bunun. Jimin'in kapısında, arabasının içinde öylece otururken bir şeylerin ters gittiğinin farkındaydı fakat artık doktorum olmanı istemiyorum dediği adama geri dönüp bir sıkıntım var da diyemezdi. El mahkum kontağı çevirdi ve yola çıktı fakat bir kilometre sonunda nefes alışlarının normal olmadığını fark ettiğinden akıllılık edip çevre yolunda kenara çekmişti arabasını. Biraz orada oyalanmış, arabasından çıkıp temiz hava almıştı, iyi de gelmişti fakat sonra garip bir yorgunluk çökmüştü üzerine. Hiç mantıklı olmamasına rağmen sürücü koltuğuna geçmiş, yorgunluktan açık tutmakta zorlandığı göz kapaklarını uykunun huzurlu kollarına teslim etmişti. Onu kovalayan her neyse, uykusunda güvendeydi; en azından öyle olacağına inanmıştı.

Fakat gördüğü en kötü kabustan uyanmışçasına kan ter içinde sıçradığında bunun doğru olmadığını anlamıştı. Bedeni bu hisle savaşmaya çalışmıştı fakat beyni kazanamayacağı bir savaşa girdiğini bildiğinden onunla işbirliği içerisine girmemişti. Gelmekte olanı erteleyebilmişti fakat tamamen yok edememişti.

O noktada ellerini direksiyona dayamış, sakinliğini koruyarak derin nefesler almaya çalışmıştı. anksiyete krizi mi geçiriyordu? Hayır, bu çok daha ağırdı. Sol kolu komple uyuşmuş, gaza ve debriyaja basan ayakları hissizleşmişti. Bu her neyse, Taehyung ölümünün geldiğini sanmıştı. Kalp krizi miydi acaba? bilmiyordu. Kendini sakinleştirmesi gerektiğinin farkındaydı fakat gecenin karanlığında bomboş çevre yoluna çekilmiş bir arabanın içinde öylece aciz bir şekilde oksijeni kendine yetişmeye çalışırken bunu başaramıyordu.

Telefonuna ulaşamadığı için sağ eliyle arabanın büyük ekranındaki arama butonuna basmış, ardından hayal meyal hatırladığı numaralar kısmında bire uzun süre basıp, kısa yoldan Jimin'in numarasını çaldırmıştı.

N'olur...

Jimin duyduğu kelimeyle direkt balkondan fırlamış, kapının yanında asılı olan montunu ve araba anahtarını aldığı gibi terlikleriyle merdivenlere yönelmişti. Vakit yoktu, Taehyung nerede bilmiyordu bile fakat ona gitmek zorundaydı. Ona ulaşmak zorundaydı. Sesinde duyduğu korku tanıdıktı ve hiç iyiye işaret değildi. Kim bilir ne zamandır bu haldeydi... İçinde bunun sebebi sensin diyen sesi susturmak zorundaydı, hayali doktor önlüğünü üzerine geçirip olabildiğince soğukkanlı bir şekilde konuşmaya başladı karşısındakiyle.

"Taehyung, orada mısın?"

Kafasını direksiyona dayamış hala nefes almaya çalışan Taehyung, arabada yankılanan sesi duymasıyla acı içerisinde inlemişti. Dayanamıyordu.

bunun geleceğini görmüştü fakat kendini hazırlayamamıştı bir türlü. Dalga dalga gelmişti, kaçabilirim demişti kendine, suyun yavaş yavaş çekiliyor olmasına aldanmıştı fakat fark etmeden suların altında kalmıştı. Nefes alamıyordu, ciğerleri su dolmuştu.

Jimin, Taehyung'dan bir cevap almak zorundaydı.

"Taehyung? Benimle konuşmana ihtiyacım var." sesini olabildiğince sakin tutmaya, bir profesyonel gibi davranmaya çalışıyordu fakat ne kadar başarılı olduğu tartışılırdı.

"Buradayım." Taehyung ağlamaklı bir sesle konuştuğunda garaja gelmişti Jimin. Derin bir nefes aldı ve anahtarına basıp karşısında duran arabasının ışıklarının yanmasını sağladı.

"derince nefes almanı istiyorum senden. Olur mu? Ben de alacağım, beraber yapacağız. Tamam mı?" çok zordu. Şu an, şu saniye onun yanında olmalıydı.

Uyuşan sol elini ovaladı Taehyung ve hissizlik yüzünden daha da paniğe kapıldı. Ağlaması şiddetlendikçe nefes almak zorlaşıyordu.

"Jimin, sol kolum... Hissetmiyorum. N'olur gel." yalvarıyordu, dudakları bükülmüş, gözleri kapanmıştı. Yedi yaşında bir çocuk gibi hissediyordu, birinin onu kolları arasına alıp sırtını sıvazlamasına ihtiyacı vardı. Birinin saçlarını okşayıp 'geçecek' demesine ihtiyacı vardı.

Ona nerede olduğunu sormadı çünkü Taehyung ve onun evi arasındaki en kestirme ve en tenha yol çevre yoluydu, muhtemelen gelirken de dönerken de o yolu kullanmıştı genç idol. Arabasına binip görüşmeyi arabaya bağladı ve gaza bastı, kaybedecek vakti yoktu.

"Geliyorum, dayan. Nefes alalım mı beraber? Daha iyi olacaksın söz veriyorum."

Taehyung nefes egzersizi yapabilmek için ciğerlerine dolan nefesi seslice bıraktı ve parmak uçları karıncalanmaya başlamış sağ eliyle gözünden akan yaşları sildi beceriksizce.

" Taehyung, tamam mı?" derin bir nefes daha.

" Tamam."

"İşte böyle. Arabanda kese kağıdı var mı?"

"Yok, Jimin. Hayır yok." öyle aceleci çıkmıştı ki titreyen sesi Jimin eliyle direksiyona vurup bir küfür mırıldandı ve daha da bastı gaza. mahallesinden yeni çıkmıştı.

"Tamam, şimdi yavaşça nefes almaya başlayacağız tamam mı? Kese kağıdına ihtiyacımız yok. Biz yapacağız. Başla." Jimin de abartılı bir şekilde, Taehyung duysun diye, dört saniye boyunca nefes aldı. "Şimdi bekliyoruz, benimle bekle." Taehyung aldığı nefesi tutarken gözlerini kapatmıştı. dört saniye sonra, "Uzun bir şekilde nefesimizi vereceğiz şimdi. Benimle beraber Taehyung."

Uzaktan bunu yapmaya çalışmak o kadar zordu ki... Jimin sinirden ağlamak istiyordu fakat sekiz saniyelik nefes egzersizinden sonra Taehyung'un ağlamasının daha az şiddeti olduğu kanaatine varmıştı. Bunu iki kere daha yaptılar, üçüncünün sonunda Taehyung artık ağlamıyordu fakat nefes alışları hala düzene girmemişti.

"Jimin. Neredesin?" sesi o kadar acizdi ki...

"Geldim. geliyorum." Jimin konuştuktan sonra az ileride, kenara çekilmiş bir arabanın ikiz ışıklarını gördü. heyecandan elleri terlemişti.

"Geldim, yetiştim. kapatıyorum tamam mı? beş saniye sonra yanındayım."

Taehyung kafasını kaldırıp bakmadı fakat park edilen bir araba sesi duymuştu. Sonra aceleci adımlar. Arabasının kapısının açılışı. Kemerinin çıkartılışı. Ondan daha küçük fakat o an kesinlikle daha güçlü bir bedenin kollarının altından ona tutunuşu. Arabadan çıkışı. Oksijenin beynine çarpışı ve ani hava değişimi yüzünden boşalan kasları. Karşısındaki bedenle beraber yere yığılmaları...

Bunların hepsi beş saniyede gerçekleşmişti.

"Taehyung!" gözleri ne ara daldığını bilmediği boşluktan ayrılı bir can kazanınca adını haykıran yüze döndüler.

Jimin ağlıyordu. Yüzü donuktu fakat gözleri ona ihanet etmişti. İfadesi netti, ona yardım etmek ister gibiydi fakat göz yaşları ondan izinsiz yanaklarına düşüvermişti işte.

"Korkuyorum." neyden korkuyordu? bilmiyordu. ağzından çıkan kelimelerden haberi yoktu.

Jimin, Taehyung'un buz gibi olmuş sol elini avuçları arasına aldı ve hissizleşmiş sinirlerini canlandırmak adını ovuşturmaya başladı narin parmakları.

"Ben.. Ben senden gitmek istemiyorum. Sensiz ne yaparım?" Taehyung konuştuğunda dudaklarını araladı Jimin fakat konuşamadı çünkü Taehyung tekrar ağlamaya başladığında, daha yeni durulan atağı kendini tekrar ettiğini anladı. "Yalan söyledim, yani, yalan değil, doktorum olma. Ama biz bitmeyelim. Biz yok, evet, sen ve ben... Olsun. Bitmeyelim."

Kendi kendine konuşmaya başlaması iyi değildi, transa geçmek üzereydi. "Taehyung, bana bak." ona çevrilen gözlere öyle kararlı baktı ki Taehyung bir an nefes alamadı.

"Gitme, lütfen. Özür dilerim. Bugün gelmemeliydim evine. Hata yaptım. Affet beni. Bana kızgın olma, gitme benden. Lütfen, lütfen."

"Taehyung." dedi Jimin sakince. "Bana şu an gördüğün üç şeyi söyle."

"Ne?"

Üç üç üç egzersizi eski fakat etkili bir yöntemdi psikoterapide. Atak halindeki hastaya etrafında gördüğü, duyduğu ve hissettiği üç şeyi söylettiğinizde zihni atağa sebebiyet veren tetikleyici duruma odaklanmayı bırakıp realiteye geri dönüyor, kafasının içinden çıkıp gerçek hayatla meşgul oluyor, çevresine olan algıları açılmaya başlıyor ve atağın etkileri azalıyordu bu sayede.

"Çabuk. Ne olursa."

"Ah.. Bilmiyorum... yol?"

"Bir etti."

"Uhm.. Ağaçlar... Gözlerin."

"Güzel. Şimdi burnuna gelen üç koku."

" Şey... çimen. Sonra... Ah. lastik ve... Ve şampuanın." Jimin yutkundu ve elleri arasındaki eli daha da sıktı.

"Şimdi hissettiğin üç şey."

"Rüzgar. soğuk yol. sıcak ellerin."

Taehyung ağlaması ne zaman durmuştu, nefesi ne zaman düzene girmişti fark etmemişti. Az önceki fırtınadan geriye yalnızca yerlerinden oynamış ve zihninde oraya buraya dağılmış düşünceler ve gecenin ortasında yere çökmüş bedenleri kaldı. Bir de yanağında kurumuş gözyaşlarının yolları.

"Daha iyi misin?"

"Evet," dedi Taehyung sakince nefes alırken. "Teşekkür ederim, geldiğin için."

"Şhh," Jimin'in sesi bir mırıltı gibi çıkmıştı. Yüreği hala ağzında atmıyormuş gibi kolları arasındaki bedeni biraz gevşetti ve nefes alabilmesi için ona alan tanıdı.

"Özür dilerim."

"Önemli değil, Taehyung. Şu an önemli olan tek şey iyi olman."

"İyi olamıyorum ki. İçimdeki hisler dolup taşıyor, baş edemiyorum. Gideceksin diye korkmaktan, senden gitmeye çalışmaktan yoruldum."

"Korkma o zaman. Gitmeye de çalışma." Jimin o kadar sakin konuşuyordu ki ona bakan gözler tekrar yaşla dolmuştu.

"Ama..."

"Seni öpmem yanlıştı belki de gerçekten," genç doktor bir iç çekip gözlerini yıldızsın gökyüzüne çevirdi. "Ama hayatımdaki hiçbir yanlış bana bu kadar doğru hissettirmemişti."

Gözleri tekrar dizlerine dayanmış idole çevrildi, soğuk yolda oturduklarından tir tir titriyordu ikisi de. Elini Taehyung'un yanağına dayadı sonra ve ona bakan gözlerin yavaşça kapanmasını izledi. Sonra onun da göz kapakları yavaşça düştü. Genç idol boşta kalmış elini, genç doktorun elinin üzerine koydu.

"Bazen seninle tanışmak hayatımda verdiğim en yanlış karar gibi hissettiriyor bana da. Ama bazen de... Senden önce ne yapıyordum diye düşünüp duruyorum, bir cevap gelmiyor aklıma."

"Bazen senden kaçmaya çalışırken bir daire etrafında koşuyor gibi hissediyorum, günün sonunda hep sana dönüyorum."

"Bazen sadece seni öpmek istiyorum Jimin." derin bir nefes. "Bazen bu bütün problemlerimi çözebilirmiş gibi hissediyorum."

"Bazen... Bazen ben de öyle hissediyorum Taehyung."

Huzur bu muydu?

Hayat böyle bir yerdi işte. Bazen dağınık olmayı seçerdiniz, bazen düzenli. Bir sabah uyanıp o gün yapmaya karar vermediğiniz bir şeyi yapar, yapmak istediğiniz şeyi yapmazdınız. Bazen, hiçbir şey yapmazdınız. Bazen doğru bildikleriniz yanlış hissettirir, bazen yanlışlar doğru gibi gözükürdü. Bazen düğümleri çözmek için uyguladığımız o güç, onları daha da sıkıştırırdı. Bazen asıl çözümün onları rahat bırakmak olduğunu görürdük. Bazen doğru adımladığınızı sandığınız yolun sonunda kendinizi bir uçurumun kenarında bulurdunuz ve bazen de yanlış attığınızı düşündüğünüz bir adım sizi dibine düştüğünüz bataklıktan kurtarırdı. Bazen korkularımız huzurumuzu kaçırırdı, bazen huzuruma ulaşmak için korkularımıza tutunurduk. Bazen kalmak, gitmekten daha zor gibi gelirdi, bazense gitmek kalmaktan. Bazen sadece beklemek en katlanılmaz olanı gibi gelirdi gözümüze.

Bazen koşmamak gerekirdi; durmak, rüzgar saçlarınızın arasında dans edercesine dolanırken, derin bir nefes almak. Düşünmemek. Bazen susmak gerekirdi bağırmak yerine.

Bazen,' bazen'lere güvenmek gerekirdi.

Jimin ve Taehyung ilk defa aynı anda birbirlerine uzandıklarında, ikisi de artık bir şeyden emindi: Bazen, hiçbir 'bazen'in önemi yoktu.

İşte, huzur buydu.

***

selam!!!

şaka değil, hayır gözleriniz size yalan söylemiyor, innerchild geri döndü! çok özlemişim yazar notu yazmayı ağlicam şimdi

5.5k büyüklüğünde bir bölümle geldim size, lütfen bunu bir özür olarak kabul edin:')

sizi çok özledik, siz de bizi özlediniz mi?

umarım beğenmişsinizdir, yorumlarınızı çok büyük bir merakla bekliyorum, gözlerinizden öpüyorum<3

Continue Reading

You'll Also Like

200K 20.1K 31
Ülkesine dönen delta ve kendi halinde takılan sessiz bir omega bir gece birlikte olur.
367K 33.8K 32
Kore'nin nesillerdir düşman olan iki sürüsü; Kim'ler ve Jeon'lar aynı davete katılır. Beklemedikleri şey ise attığı yumruk ile ruh eşi oldukları orta...
158K 17.7K 39
jeon jungkook en yakın arkadaşının amcasına aşık olmuştu.
17.3K 1K 32
Jungkook; Dolabımın şifresini değiştirip üstüne bir de içini prezervatiflerle dolduran orospu çocuğu sendin değil mi? Jungkook hoşlandığı kıza çok ya...