Yes CHEF

bahar__ak által

329K 20.5K 4K

(DÜZENLENECEK) Mutfak kendimi tek kendim gibi hissettiğim yerdi. Ve bir yıl boyunca oradan uzak kalmak eziyet... Több

GİRİŞ: FİLETO ve ŞARAP
1. BÖLÜM: PASTA ve ŞEFTALİ
2. BÖLÜM: MENEMEN ve EKMEK
3. BÖLÜM: YUMURTA ve BEŞAMEL
4. BÖLÜM: CHEESECAKE ve ERİK SOSU
5. BÖLÜM: MİDYE ve LİMON
6. BÖLÜM: TURP ve YASEMİN
7. BÖLÜM: BAL ve LAGOS
8. BÖLÜM: PANKEK ve DONUT
9. BÖLÜM: DONDURMA ve PATATES
10. BÖLÜM: BALIK ÇORBASI ve ÇİLEKLİ SOS
11. BÖLÜM: ÇAY ve ÇİÇEK
12. BÖLÜM: TATLILAR ve VEDALAR
13. BÖLÜM: BURUK HURMA ve TUZ
14. BÖLÜM: BİRA ve ADRES
15. BÖLÜM: ISPANAK ve ŞARAP
16. BÖLÜM: MOUSSE ve İPEK
17. BÖLÜM: MERCİMEK ve İLAÇLAR
18. BÖLÜM: TİRAMİSU ve SÜT
19. BÖLÜM: NANE ve ÇİLEK
20. BÖLÜM: MANGAL ve SAN SEBASTİAN
21. BÖLÜM: LİMONATA ve BİFTEK
22. BÖLÜM: KİRAZ
23. BÖLÜM: GİN ve SİGARA
24. BÖLÜM: ZEYTİN ve MENEMEN
25. BÖLÜM: KARAMEL ve KAKAO
26. BÖLÜM: BÖĞÜRTLEN ve RİSOTTO
27. BÖLÜM: ANNE ve REYHAN
28. BÖLÜM: MERİNGATA ve SU
29. BÖLÜM: SPAGETTİ ve LAZANYA
30. BÖLÜM: YALNIZ ve ÇARESİZ
31. BÖLÜM: SOMON ve SANDVİÇ
32. BÖLÜM: DOMATES ve KREMA
34. BÖLÜM: ATEŞ ve KREP
35. BÖLÜM: TAVUK SALATASI ve PİPİAN
36. BÖLÜM: BURRİTO ve ESPRESSO
FİNAL: BALIK
TEŞEKKÜR ve UFAK TEFEK BİR DUYURU

33. BÖLÜM: KOKTEYL ve AĞRI KESİCİ

5.9K 463 153
bahar__ak által

"Sanmıyorum. Akşam müsait olmayız."

"Dün geleceğini söylemişti ama."

"Ama akşam müsait olmayız." Rüzgar ikaz edici bir sesle yineledi.

"Pekala..." Kai ağzının içinde homurdandı. "Bir de geçen gün için..." Kapı biraz daha aralanıp ses çıkarmadan geri kapandı. Bu sonunda gözlerimi açarak yataktan çıkmama sebep oldu.

Üzerimdeki kısa gecelik hava pek serin olmasa da üşümeme sebep olduğu için hızlıca sabahlığımı omuzlarıma aldım. Tam kapıya ilerlediğim sırada ise benim alana gerek kalmadan tekrardan aralandı. Çıkmadan önce komodinin üzerindeki kartı almayı akıl edebilen yarı çıplak bir Rüzgar görüş açıma girdi.

Gülümsemem ben farkına bile varmadan dudaklarıma yerleşmişti.

"Günaydın." Dediğimde iki elinde belime yerleşmesi çok uzun sürmemişti. Yüzünde hala uykulu bir ifade ile üstten üstten bana baktı.

"Günaydın." Yeni uyandığı için pürüzlü çıkan sesi ile dudaklarımı birbirine bastırdım. Bazen kendimin bile şaşıracağım şeylerden etkileniyordum... Ve karşımdaki kişinin Rüzgar gibi biri olması da işimi hiç kolaylaştırmıyordu.

"Kai mi gelmiş?" Sabah normal zamanda olanın aksine kapım oldukça kibar çalınmıştı. Kai bundan önce beni uyandırmaya geldiğinde genellikle küfürler ederek kalkmama sebep olsa da bugün kapıyı çaldığını bile duymamıştım. Fakat Rüzgar duymuş ve öfkeli homurtular ile beni uyandırmamak için çabalayarak dikkatlice yataktan çıkmıştı. Gerçi o kollarını benden çektiği an ürpererek uyanmıştım fakat sıcacık yataktan çıkmak çok zor gelmişti...

"Evet. Akşam gelip gelmeyeceğini sordu. Sanırım daha önce plan yapmışsınız." Beni itiraz edemeyeceğim bir şekilde ufak adımlarla yatağa iteledi.

"Ve sen ne dedin?" Hala dağınık olan yatağın içine girdiğimizde daha giyeli dakikalar olan sabahlığı geri çıkardım. Rüzgar'ın gözleri muzip bir ifade ile çıplak omuzlarım da gezinirken ne konuştuğumuzu unutmuş gibi bir hali vardı. Gözlerimi devirip ona sırnaştığımda beni reddetmeyip kollarını sıkıca sardı. Bir eli ezbere bildiği şekilde vücudumun altından geçmişti.

"Gitmeyeceğimizi." Dikkatini tekrardan toparladığında konuştu. Ellerimi onun çıplak göğsünün üzerine yerleştirdiğim sırada eğilip saçlarımın arasına anlamadığım mırıltılarla öpücükler bırakmaya başladı.

"Neden? Carlos ve Daniel'de orada olacaktı. Dün daha sonra birlikte gitmek istediğini söylemedin mi?" O aptal buluşmaya zorla götürülmek istenmiş olabilirdim. Ve Rüzgar'ın beni kurtardığınında hayli hayli farkındaydım. Fakat bu onu sinir edemeyeceğim anlamına gelmezdi.

"Öyle mi?" Bir anda ciddileşerek benden hafifçe uzaklaştı. Düşünceli bir hale bürünmüştü. Bende bu sırada dün gece ağlamaktan bulanık gördüğüm için düzgünce inceleyemediğim çehresine dikkatle baktım.

Gözleri şişmiş ve biraz morarmıştı. Ne kadar göz yaşı döktüğü düşünülürse aslında kötü gözükmüyordu. Yanaklarındaki renk yorgunluktan olsa gerek biraz çekilmiş saçları ise darmadağınıktı. Yine de iyi gözüküyordu... Ya da ona karşı olan hislerim gözümü o kadar kör etmişti ki artık güzelle çirkini ayırt edemiyordum...

"O zaman gidelim!" Kendi kendine girdiği münakaşayı kazanmış gibi hevesle bağırdı.

"Sanmıyorum." Burnumu kırıştırıp başımı iki yana salladım. "Kai'yi kırmamak için gidecektim. Madem senin sözünü dinleyip gelmemiz için bizi zorlamıyor..." Hafifçe gülüp omuz silktim. "O halde dün gece planladığımız gibi bu odada dinlenebiliriz."

Teklifimin dikkatini çektiği belli olsa da düşünceli bir şekilde dudak büzmüştü.

"Sen neden gitmek istemiyorsun?" Ardından yakın zamanda konuşacağımızı düşünmediğim konu ile bir anda karşı karşıya kaldım. İfademde nasıl bir değişim olduysa artık kaşları çatıldı ve beni kendinden uzaklaştırıp yatak başlığına yaslandı. Yüzüme dikkatle baktığında ise istemsizce gözlerimi kaçırmıştım.

"Pek rahat hissetmiyorum onların yanında." Ona tam olarak ne anlatacağımı bilemeyerek konuşmaya başladım. Bir anda karşısına dikilip Helena'nın benimle ilgili aptalca iddialarını söylemek çok çocukça gelmişti. Onu bir daha görmeyeceğimiz içinde anlatıp anlatmamak konusunda kararsızdım. 

Sessizlik uzayıp gidince bir eliyle çenemi kavrayıp başımı hafifçe kaldırdı.

"Neden?" Beni korkutmaktan korkar gibi yumuşak bir sesle sordu. Gözleri gözlerimde gezinirken birini hedef göstersem onu durduramazmışım gibi öfkeliydi aynı zamanda.

"Biraz tartıştık." Yüzüme o kadar dikkatli bakıyordu ki içgüdüsel olarak rahatsız olup ona arkamı döndüm. Geriye doğru kayarakta sırtımı göğsüne yasladığımda eli karnıma sarıldı.

"Ama neden?" Bir şeyleri anlatmadığımı zaten bildiği için hiç şaşırmayıp ayrıntıları öğrenebilmek için mırıldandı.

"Hoş şeyler söylemediler. Aslında çok büyük ve sorun edilecek şeyler söylemişte sayılmazlar..." Başımı yastığa gömerken sesim gittikçe boğuklaşmıştı. "Gerçekten bunları konuşmak zorunda mıyız?" Kendimi gülmek için zorladığım sırada onun göğsü stresle kalkıp indi.

"Ne söylediler?" Konuyu değişmeme izin vermeyerek sert bir ses tonu kullandı. İçim bu hali ile alışık olunmadık bir şekilde titredi. Bu zaten olmayan anlatma isteğimi iyice yok etmişti.

"Gerçekten konuşmak istemiyorum." Bana acımasını umarak bedenimi çevirerek yüzyüze gelmemizi sağladım. Rüzgar cevabım yüzünden iyice huzursuzlanıp kaşlarını çattı.

"Senden mi öğreneyim onlardan mı?" Dedi net bir şekilde. Başımı belli belirsiz sallayıp alnımı göğsüne yasladım. Ardından daha çok kendimin duyabileceğim bir sesle konuşmaya başladım.

"İlk geldiğimden beri diplomam olmadığı için bana karşı önyargıları olduğunu biliyordum. Daha doğrusu bu önyargı en çok Helena'daydı. Diğerleri bu konuda hiçbir şey söylememişti. Helena bakışlarıyla bile beni aşağılamaya çalışırdı." Alt dudağımı yavaşça dişledim. Anlatmanın iyi geleceğini zaten biliyordum. Fakat bu kadar hızlı içimi dökebileceğimi hiç tahmin etmiyordum.

"Bu programa katılan herkes başvuru ile seçilmiş. Sanırım bunu zaten sana daha önce söylemiştim..." Beni onaylaması için bir kaç saniye bekledim. Başı hafifçe aşağı yukarı oynadı. "Fakat ben başvuru yapmadım. Michelle bey katılmam için ısarcı olmuştu. Bunu öğrendikleri zaman bariz bir şekilde tereddüte düştüler."

Her ne kadar lafları ve davranışları ile bunu belli etmemeye çalışsalar bile Kai de dahil olmak üzere hepsinin bana karşı bir küçümseme duyduğunu biliyordum. Hatta Helena ile ettiğim kavgada az da olsa onu haklı bulduklarına emindim. Gerçi çoğu gece bunun benim kuruntum olduğunu düşünürdüm... Ya da buna inanmak isterdim. Ne de olsa gözleri kalbin aynasıdır. Yinede bunları Rüzgar'a söylemeye pekte gerek yoktu.

"Ne söylediler?" Dedi benim sessizliğim uzayınca. Bir an önce sadete gelmemi istiyordu.

"Helena bundan haftalar önce buraya çağrılmam için ya çok büyük bir torpilimin olması gerektiğini ya da şeflerin bana özel bir ilgisi olması gerektiğini söyledi." Konuşmaktan vazgeçmemek için hızla kelimelerini sıraladım. Rüzgar'ın omuzları sözlerim üzerine elimin altında gerilmişti. Bu hissin yanlış olduğunu bilmeme rağmen yüzüne bakmaktan utanarak göğsüne iyice sindim. 

"Kiraz..." Görmesem bile kaşlarını çatıp gözlerini kapattığını hayal edebiliyordum. "Neden daha önce hiçbir şey söylemedin?" Suçlayıcı olmamak için elinden geleni yaptığının farkındaydım.

"Telefonun bir ucundan bunları anlatıp seni de üzmeme gerek olmadığını düşünmüştüm." Bu irkilerek benden uzaklaşmasına sebep oldu.

"Yani üzülmemen için annemle yaşadıklarımı sana anlatmamalıydım?" Bir elini çeneme götürüp ona bakmaya beni zorladı.

"Bunu demek istemediğimi biliyorsun..." Benimle konuşmak yerine aynı benim ona yaptığım gibi içine kapanıp bir şeyleri kendi kendine hallettiğini düşünmek oldukça kalp kırıcıydı. Ancak empati yapabilmek bazen hareketlerinizi önüne geçmiyordu...

"Bilmiyorum." Kırgın bir şekilde mırıldandı. "Sevgilim, hayatımdaki insan, bir şeylere canı sıkılınca bunu bana değil başkalarına anlatıyor." Bu sefer gözlerime bakamayıp başını yastığa gömen taraf oydu.

"Ne?" Anlamlandırmakta zorlandığım sözleri ile başımın ufak ufak ağrımaya başladığını hissettim. Rüzgar söylediği şeyden çoktan pişman olmuş gibi sessizliğini korumaya devam etti. Bu sırada çenemde duran eli yavaşça yatağa düştü. Ani temas kaybı ile hızlıca ondan belli bir mesafe uzaklaştım.

Bunu hissedince telaşla doğrulup bana uzandı.

"Ne demek istedin?" Elini ittirdiğimde önce korku dolu gözler yüzümün her noktasında dolaştı. Sonrasında konuşup konuşmamak arasında kararsız bir şekilde bedenini oturur pozisyonda yatak başlığına yasladı.

"Kai bir hafta önce beni aradı." Kırgın sesi, hissettiğim üzüntüyü yok saymama ve kollarına atlamak istememe sebep olsa bile sözleri tüm düşüncelerimi bir anda aklımdan uçurmuştu.

"Kai mi?" Söylediği şeyin saçmalığı bunu tekrardan duymak istememe sebep olmuştu. Bir bacağını kendine çekip dirseğini de dizine yasladı. Başını belli belirsiz aşağı yukarı sallamayı da ihmal etmedi.

"Bana senin durumunun kötü olduğunu, bunu başkası ile konuştuğun sırada duyduğunu söyledi." Kaşlarım şaşkınlıkla havalandı. Kendimi açıklayabilmek için dudaklarım hızla aralansa bile ne söyleyeceğimi bir an bilemedim.

"Öyle bir şey değildi ki. Bu belki de daha çok seninle alakalıydı." Kaşlarımı çatıp başımı eğerek konuşmaya başladım. Bu sırada düşünmekten beynim ağrımaya başlamış gibi hissediyordum. "Onunla seninle ilgili konuştum. Biraz da annemle alakalı. Sadece içtiğim için duyusal anıma gelmişti. Yoksa söylediğim çoğu şey sağlıklı bir kafa ile düşündüğümde asla söylemeyeceğim hatta düşünmeyeceğim şeylerdi..." Rüzgar'ın gözlerini üzerimde hissetsem bile kaçamak bakışlar haricinde ona bakamıyordum.

Daha demin onu gereksiz yere ittirdiğim için kötü hissettiğimden olsa gerek oldukça utanıyordum.

Ona doğru ufak bir adım attım.

"Özür dilerim." Dedim kırgın bakışlarına daha fazla dayanamayarak. Kollarımı açıp beline sarılmak istediğimde beni reddetmedi. Fakat sıkıca da sarmadı bedenimi.

"Kızgın değilim. Sadece kırgınım sanırım." Ağzının içinde homurdandı. "Bana gelmeni beklerdim. Seni buraya göndermeden önce öylesine tembihledikten sonra böylesine umursamaz olabilmen kalbimi kırıyor."

"Seni umursadığım için böyle davrandım. Sonucunda mutlu olmamış olabiliriz ama amacım iyiydi." Diyerek kendimi savundum. Kendimi afdettirebilmek için de geri çekilip yanaklarını öptüğümde sırtımdaki tutuşu sıkılaşmış dudakları hafifçe iki yana kıvrılmıştı. Bu bile azda olsa içimi rahatlatmıştı.

"Yine de bir daha yapma ne olur..." Başını boynuma gömerken fısıldadı. Dudaklarının dokunuşunu çıplak köprücük kemiğimde hissetmek omuzlarına daha sıkı tutunmama sebep oldu.

Elleri belimi iki taraftan kavrayıp beni üzerine çekti. Bacaklarım iki yana açık bir şekilde kucağına düştüğümde tutuşunu sıkılaştırmıştı. Dudaklarının baskısı da artık daha hissedilebilirdi...  Ve bu kalp sağlığım için hiçte iyi değildi.

"Tamam mı?" Dedi bir cevap beklediğini belirterek. İnce geceliğin üzerinden tenimde gezen sıcak parmakları ve askılı olduğu için dudaklarının gezinebildiği geniş alan ne konuştuğumuzu çoktan unutturmuştu.

"Tamam." Dedim nefes nefese, neyi onayladığımı bilmeden. Bu başını eğerek alnını omzuma yaslamasına ve ufak kahkahalar ile gülmesine sebep olmuştu. Dünya üzerindeki bir çok müzikten daha güzel gelen bu ses ise benim başımı döndürmüştü.

"Artık kalkmalıyız sanırım." Dedi. Sonunda başını kaldırıp yüzyüze gelmemizi sağladığında kısık gözleri üzerimdeydi. Onu cevaplamak için dudaklarımın aralandığı sırada üzerime eğilmesi şaşkınlıkla bakakalmama sebep oldu. Bugün ayaklarımı yerden kesecek çok fazla şey yapıyordu...

Dudaklarımı es geçip yanağını yanağıma yaslayarak ince ince sürtündü. İlgi bekleyen bir kedi edasıyla kıvranışlarını hissetmek gülerek ellerimi ensesine çıkarmamı sağladı.

"Gerek yok." Mayışmış çıkan sesimle sonunda konuşabildim. "Ne de olsa tüm gün bu odadayız. Vaktimiz bol." Sözlerim onu da kıkırdattı.

"Emin değilim." Yanağımı öpüp geri çekildi. "Akşam bir şeyler içmeye davetli olduğumuza eminim." Muzip bir edayla sırıttı.

"O da ne demek?" Kaşlarımı endişe ile çatmaktan kendimi alamadım.

"O aptalların yanına gideceğiz demek." Kaşlarını kendinden emin bir şekilde kaldırıp indirdi.

"Hayır."

"Evet."

"Hayır. Onlarla konuşmak istesem otelde denk geldiğimizde konuşurum zaten!"

"Lütfen," ifadesi birazcık kırılmıştı. "Seni diledikleri gibi üzemeyeceklerini göstermek istiyorum. Zaten bunlarla tek başına uğraştığın için kötü hissediyoru-"

"Aptallaşma." Hızla onu kestim. "Bu benim hatamdı. Anlatmamak yani." Sonunda kabul ettiğim şey ile rahat bir nefes aldığını görebiliyordum.

"Yine de gidemez miyiz?" Annesinden izin alan bir çocuk gibi kaşlarını kaldırıp hevesle yüzüme baktı.

"Gitmek istemenin en büyük sebebi Daniel'e boy gösterisi yapmak istemen gibi hissediyorum nedense." Dudakları itiraz eder gibi hızla aralandı.

"Öyle olmadığını biliyorsun. O aptal veletle en iyi nasıl başa çıkılırsa öyle başa çıkmışsındır eminim. Benim tek istediğim seni yalnız bırakmadığımı göstermek..." Sözleri dudaklarıma istemsiz bir gülümsemenin yerleşmesine sebep oldu.

"Gidelim." Daha fazla dayanamayarak onu onayladım. Gözleri anında heyecanla parlamıştı. "Ama onların yanında çok durmayız. Kendi kendimize eğlenir, bir şeyler içer, sohbet eder ve geri döneriz." Ellerini belimden çekip bana teslim olur gibi havaya kaldırdı.

"Kendimi sana bırakıyorum o halde..." Memnuniyetle başımı salladım. Ardından kahvaltı hazırlamaya geçmeden önce onun üzerinde biraz aşağı kayıp kollarımı sıkı sıkı beline doladım. Başımı da göğsünün biraz üstüne, boynuna yakın bir bölgeye gömüp derin derin soluklandım.

"Uzun zaman sonra ilk defa sana kahvaltı hazırlayacağım ha?" Yorgun olsa bile heyecanla konuştu. Fakat o da yatağın içine yavaşça kaymış göğsüne boylu boyunca uzanmış bedenimin üzerine battaniyeyi çekmişti. Sözleri ve davranışları pekte tutarlı değildi... Nedense bu yataktan daha saatlerce çıkamaz gibiydik.

"Ne yapacaksın bana?" Saatlerdir uyusak bile belki de anın yoğunluğundan dolayı ağırlaşmış göz kapaklarım ile zar zor mırıldandım.

"Soruyor musun bir de?" Aldığı her nefes ile bedenim yavaşça yükselip alçalıyordu. Sırtımdaki eli bir bebeği uyuturken olduğu gibi tenimi okşuyor, sesi bir ninniden pekte farklı gelmiyordu. "Menemen tabiki."

Anıların pençesi kalbimde ince bir sızı bırakacak şekilde saplanırken, dudaklarımda aptal bir gülümseme peyda oldu.

***

"Ben hazırım." Rüzgar basit bir pantolon tişört kombini ile yanıma geldi. Baştan aşağı siyah giyindiği için yeterince şık gözüküyordu. Gideceğimiz yer club tarzı bir yer olduğu için ben ışıltılı bir şeyler giymenin doğru olduğunu düşünüyordum. Ne de olsa Helena da orada olacaktı... Muhtemelen en parlak kıyafeti ile.

Dolabımın başında hala eşofmanlarımla oturduğumu görünce gülerek yanıma geldi. İki elinide bana uzattığında homurdanarak beni kaldırmasına izin verdim.

"Ne giyeceğimi bilmiyorum." İlk başta oldukça hevessiz olsam bile gün içerisinde onların karşısına Rüzgar ile el ele çıkma fikri güzel görünme isteğimi artırmıştı.

"Ne giyersen giy yakışmayacakmış gibi..." Burnunu kırıştırarak sahte bir imrenme ile bana baktı. Ardından bir elimi bırakıp yatağın üzerindeki bir elbiseyi işaret etti.

"Bu güzelmiş." Gözlerimi devirmekten kendimi alamadım.

"Fazla şık."

"Bu?"

"Çok rahatsız."

"Peki ya şu?"

"Çok kısa. Ne kadar içmeyi umduğum düşünülürse rahat edemeyebilirim."

Rüzgar her önerisine bir kulp bulacağımı anlayınca sadece omuz silkti. Gülerek ondan uzaklaştım ve bir kaç elbiseye daha göz gezdirdim.

"Bence gitmemeliyiz. Baksana hiç kıyafetim yok!" Son kez şansımı denediğimde beni kırmak istemediği için dudağını öne büzdü. Bu haline pek fazla dayanamayacağımı biliyor olmalıydı...

Dolaptan son bir elbiseyi çekip aldım ve direkt olarak banyoya yöneldim. Çünkü elbisenin güzel olup olmadığı ile ilgili düşündüğüm her saniye özgüvenimi mümkünmüş gibi daha da düşüyorum.

Rüzgar elbiseyi görmek için gözucuyla kucağıma baksa bile kumaş parçasını saklamak oldukça kolaydı.

Geç kaldığımız bilincinde olduğum için hızlıca üzerimi değiştim. Dizimin bir karış üzerinde biten ve tüm üst vücudumu saran, siyah simli, basit bir gece elbisesiydi. Haftalardır çalıştığım ve beni oldukça zorlayan işim yüzünden verdiğim bir kaç kilo, elbisenin üzerime tam oturmasını sağlamıştı.

Banyo dolabından makyaj malzemelerini çıkarıp hızlıca da bir makyaj yapmayı ihmal etmemiştim. Saçlarımı tarayıp geriye doğru yatırdıktan sonra ıslatmış, jöle ile bir kaç kat geçerek dağılmayacak ıslak bir görüntü sağlamıştım. Aynadaki görüntüm oldukça hoşuma gidince beni beklediği süre boyunca tek kelime etmeyen Rüzgar'ın yanına döndüm.

Kapıyı açtığım an bana dönen gözleri önce hafifçe büyüdü ardından kaşlarını kaldırırken hiç aceleci değildi.

"Vay canına." Dudağını beğeni ile büküp yana doğru yattığı yatağımda doğruldu. "Çok güzelleşmişsin." Muhtemelen ne söylediğinden bir haber adeta nefes nefese konuştu. Bir kaç adımda yanımda bittiği sırada ben birazcık utandığım için başımı eğmeyi tercih etmiştim.

"Eskiden çirkindim yani?" Fırsatı kaçırmayarak çemkirdiğimde kısa bir kahkaha attı. Elleri çenemdeki artık ezberlenmiş yerlerine yerleşirken başımı kaldırmaya beni zorladı.

Gözleri gözlerime değdiğinde kalbim bir kez daha özlemle çarptı. Burada olması hala birden alışılacak şey değildi ne de olsa...

Gözleri sürdüğüm kremden dolayı parlayan dudaklarıma kayarken sağ baş parmağı yanağımda ince ince geziniyordu. Kendini tutmak için çabalıyormuş gibi alt dudağını dişledi.

Benden bir hamle beklediğini düşünerek öne uzandığımda zaten kapanmak üzere olan gözleri bunu fırsat bildi.

Dudağım dudağının üzerinde kayarken aldığı tat yüzünden anlamadığım mırıltılar çıkardı. Renkli bir ruj sürmemek yanlışlıkla verdiğim doğru kararlardan biriydi. Bir diğeri elbette Rüzgar'ı öpmekti...

Bir eli çenemdem süzülüp belime hatta belki de biraz aşağısına yerleşti. Tutuşunu sıkılaştırıp burada olduğunu hissettirir gibi beni kendine bastırdı. Geldiği andan beri asla rahatsız olmadığım tehlikeli dokunuşları yüzünden kalbim endişe verici bir şekilde çarpıyordu. Beni öpmeyi kestiğinde içim bir tuhaf oluyor, yüzüm daha fazlasını istediğim içim utançla kızarıyordu. 

Düşünmek bile başımı döndürmüş, kaşlarımı çatarak yumuşak öpücüğüne eşlik etmeme engel olmuştu. Kendimi geri çekip başımı omzuna yasladığımda yüzümü görmek için elini koluma çıkardı. Bir yandan da geri çekilip başını eğmişti.

"İyi misin?" Dedi endişe ile. Bana kötü hissettirmekten ölesiye korkuyor gibiydi.

"Hıhım." Onu mırıldanarak onayladım. "Gidelim hadi." Başım eğik bir şekilde koluna girmeye çalıştığımda gülse bile beni reddetmedi.

Hızlıca ayakkabılarımızı giydikten sonra yola koyulduk. Kai ve diğerleri önden gittiği için bize direkt konum atmışlardı. Otele yakın olduğunu fark edince yürümenin daha rahatlatıcı olduğunu düşünmüştüm. Bir kolum sıkıca Rüzgar'ın koluna dolamış başımı omzuna yaslamıştım. Kulağıma gelen tek ses topuklu ayakkabılarımın tok sesiydi.

"Garip hissediyorum." Dedi hafifçe gülerek. Gözlerimi kısmen boşalmış sokaklardan çekip ona baktım. Dün hastalanmak üzere olduğu için bundan bahsettiğini düşünerek endişe ile elimi yanağına götürdüm. Birazcık sıcak teni kaşlarımı çatmama sebep oldu.

"Geri mi dönsek? Dün üşütmüşsün zaten bugün iyice kötüleşme..."

"Öyle bir şey değil." Yürümeyi kesip yanağındaki elimi alarak üzerine öpücükler kondurdu. "Burada, yanında olmak tuhaf hissettiriyor sadece. Bir rüyadaymışım gibi..." Gözleri bana baktığı her seferde olduğu gibi huzurlu bir ifade ile kısıldı.

Bu hali dudaklarıma geniş bir gülümseme yerleştirse bile anlamsız bir ağlama duygusu tüm göğsümü sarmıştı. Mutsuz değildim. Aslında oldukça iyi hissediyordum. Sanırım bu hissin sebebi de pek tanıdık olmadığım mutluluk duygusuydu.

"Geçtiğimiz bir hafta hiç söylemedim sanırım..." Sesim tek saniyeliğine titreyince gülümsemeyi keserek yüzümü avuçlarının içine aldı. Kaşları çatılmış, hafifçe sulanmış gözlerimden bir damla düşse ortalığı birbirine katacak gibi bir hali vardı. "Seni seviyorum. Biliyorsun değil mi?" Sözlerim biraz olsun içini rahatlatmış gibi ifadesi yumuşadı. Öne uzanıp dudaklarıma kısa ama dizlerimi titretecek kadar tutkulu bir öpücük bıraktı.

Gözlerimi zar zor aralayabildiğimde gülerek bana kolunu uzattığını gördüm. Beni cevapsız bırakarak aslında en güzel cevabı vermiş, onun gibi neşeyle yürümeye başlamamı sağlamıştı.

Mekana sonunda girdiğimizde yüksek sesli müzik ve birbirine çarpa çarpa dans eden bedenler arasında zar zor yolumuzu bulup diğerlerini katılabilmiştik. Aralarında daha önce Rüzgar'ı görmemiş tek kişi Helena olsa bile hepsi belirgin bir merakla ona bakıyordu. Rüzgar hepsinin izlediğine kanaat getirince elini belime götürüp bedenimi bedenine çekti.

"Merhaba." Tokalaşabilmek için ayağa kalktıklarında ilk olarak Kai ile karşı karşıya geldik. Onunla selamlaşabilmek için Rüzgar'dan gönülsüzce ayrıldım. Yarım bir şekilde ona tek kolumu sardım. "Daha sonra görüşeceğiz seninle." Diyerek Rüzgar ile olan konuşmasını ima ettim. Her ne kadar kızgın olmasam bu onu korkutamayacağım anlamına gelmezdi... Anından neyden bahsettiğini anlamış tedirgin bir gülümseme ile Rüzgar'ın elini sıkmıştı.

"Bir an için gelmeyeceksiniz sandım." Carlos Rüzgar'ın yanında bana sarılmanın saygısızlık olduğunu düşünmüş olacak ki sadece elini uzattı.

"Kiraz'ın hazırlanması uzun sürdü." Rüzgar'da hemen arkamdan onun elini sıkarken ispiyonlamaktan da geri kalmamıştı. Sadece gözlerimi devirip bir diğer arkadaşıma çevirdim gözlerimi.

Daniel onda ilk kez gördüğüm bir gerginlik ile elini bana uzattı. Çökmüş göz altları, hafifçe dağılmış saçları ve daha şimdiden üzerinden yayılan alkol kokusu yüzünden yüzümü buruşturmak istesem bile kendimi tuttum.

"Hoşgeldin." Elini sıktığım sırada gözleri bir gölge gibi arkamda olan Rüzgar'a takılıp duruyordu.

"Sende hoşgeldin." Rüzgar ben cevap veremeden elini ona uzattı. Daniel'in hissiz gözleri uzattığı elde uzun bir süre gezindi. En sonunda göz temasını kesmeden onunla tokalaştı.

En arkalarında beni bekleyen kişi Helena'ydı.

"Merhaba." Dedi gergin bir şekilde dudaklarını birbirine bastırırken. Bu sessiz sakin duruşu için üzgün ya da pişman demek pek doğru değildi... Yalnızca gergindi. Tam da düşündüğüm gibi mekandaki en şatafatlı elbiseyi giymiş fakat şimdiden sıkılmış olmalı ki kolundaki saati kontrol ediyordu.

"Merhaba." Ona karşı hissettiğim öfke yüzünden göz temasını kesmeden elimi uzattım. Bir kaç saniyeliğine tutup, sıcak bir demire değmiş gibi hızla kendini geri çekmişti. Ardından çekingen bir şekilde gözleri Rüzgar'ın gözlerine ilişti.

Bu sefer gülümseyerek kolunu öne uzatınca kaşlarım şiddetle çatıldı.

"Helena ben." Hissetmemem gerektiğini bildiğim halde endişe ile çarpan kalbim yüzünden başımı yanımdaki adama çevirdim.

Rüzgar'ın eli duyduğu isim ile beraber daha havaya kalkmadan geri inmiş, onunla selamlaşmamıştı. Diğerleri bu hareketle dehşete düşse bile sebebini eminim ki biliyorlardı.

Helena bozulmuş bir şekilde elini indirince hepimiz yerlerimize oturduk. Benim bir yanında Kai bir yanımda Rüzgar vardı. Rüzgar bir kolunu gevşekçe omzuma atıp göğsüne yaslanmama izin vermişti.

Biz gelmeden önce Carlos nezaketen diğerleri ile beraber bize de içecek bir şeyler almıştı.

"Kiraz senden çok bahsetti. Birinci şefmişsin galiba." Rahatsız edici sessizliği bozan elbette ki Carlos'tu. Rüzgar bir kaç saniye düşünceli bir şekilde bir bana bir diğerlerine baktı.

"Evet. Antalya'da küçük sayılmayacak bir balık restoranında." Dedi gururla.

"Sapidum." Daniel kendi kendine konuşur gibi homurdandı. Rüzgar'ın gözleri hızla ona dönmüştü.

"Kiraz mı anlattı?" Bana kısa, sevecen bir gülümseme ile baktı.

"Ben araştırdım."

"Öyle mi?" Rüzgar rahatsız olmuş gibi oturduğu yerde kıpırdandı.

"Evet. Türkiye'yi hep merak etmişimdir." Sarhoş olduğu her halinden belli olan Daniel sözcükleri belli bir sıraya sokmakta oldukça zorlanıyor gibiydi. Yine de bu Rüzgar ile olan üstü kapalı laf dalaşına devam edemeyeceği anlamına gelmiyordu elbette.

Rüzgar bariz bir şekilde Daniel'in bu merakının benimle alakalı olup olmadığını sormuş Daniel ise kışkırtıcı bir cevap vermişti.

"Bir gün kesinlikle ziyarete gelmelisin." Rüzgar onaylamamı bekler gibi bana baktı. "İnanılmaz balık yapar." Sözleri ile beni şımarttığını mı yoksa Daniel'e nispet yapmaya çalıştığını mı anlayamadım.

"Biliyorum. Hiç balık pişirmese bile bir aydır aynı mutfaktayız ne de olsa. Yeteneğinin ucu bucağı yok." Elindeki şişeyi gözümüze baka baka tepesine diktiğinde rahatsız olmaya başladığını hissediyordum. "Değil mi Carlos?" Ardından konuyu değişebilmek için topu Carlos'a attı.

"Elbette. Kim ne derse desin şeflerin göz bebebeğiydi." Beğeni ile dudak büktü.

"Tabi canım." Araya bir anda Helena girdi. Sesini duymak bile baştan aşağı sinirden kızarma yol açtı. "Şeflerin hiçbir gece bana yemek yapmayı öğretmek için mutfakta kaldığını hatırlamıyorum."

"Yaptığın yanlışlar yüzünden gün sonunu göremeden mutfaktan atıldığın içindir o." Tam konuşmak için hareketlenen Rüzgar'ı susttan Kai olmuştu. Ondan böyle bir çıkış beklemediğim için şaşkınlıkla ve belki birazcık gururla ona baktım.

"Benden çokta farklı sayılmazdın." Helena işi dalgaya vursa bile o kendini beğenmiş gülümseme Kai'yi sinirden köpürecek kıvama getirmişti. Onu durduran ise Carlos'un elini omzuna koyması oldu.

"Sizi bilmem ama Kiraz Antalya'da da böyleydi." Sonunda konuşan Rüzgar ile herkes şaşkınlıkla ona bakarken ben ne dediğini anlayamadığım için kaşlarımı çatarak başımı çevirdim. Yüzünü bana eğdiğinde dudaklarında ufak bir sırıtış vardı. "Bir şekilde karşısındakini etkilemeyi başarıyor." Burnunu yanağıma sürterek sevgisini gösterdiğinde başımı eğmemek için kendimi zor tuttum. Antalya'da da diğerlerinin yanında onunla çok yakın olmaktan hoşlanmazdım. Ortamın havasını bozuyormuşum gibi gelirdi. Fakat şimdi... Kendine engel olan taraf bendim. Onu öpmemek için yani...

"Birinci şef olduğuna göre," Daniel bir anda konuşmaya başlayarak dikkatleri üzerine çekerken alaycı gözlerle Rüzgar'a bakıyordu. Her ne söyleyecekse hoşuma gitmeyeceğine şimdiden emindim. "Uzun bir süreliğine gelmedin herhalde?"

Rüzgar bu sözler üzerine çenesini omzuma yasladı.

"Bilemiyorum." tehditkar gözlerle ona baktı. "Bir bakmışsın ki buraya taşınmışım." Diğerleri şaşkın şaşkın onu süzerken ben ufak bir kahkaha atmaktan kendimi alamadım. Gözleri tekrardan bana iliştiğinde buruk bir ifade yüzünü kaplamıştı. Gözleri belirgin bir şekilde dudaklarıma kayarken ne kadar yakınımda olduğunu yeni fark etmiştim.

"Sizin nasıl gidiyor işleriniz?" Kai bir süredir diğerleri ile görüşmediği için biraz meraklı Carlos'a sordu. Bende dikkatimi zar zor toparlayıp başımı onlara çevirdim.

"Sıkıcı. Geçen ay sizlerle daha çok eğlenmiştim." Dedi küçük bir çocuk gibi dudağını büzerken.

"Benimde pek eğlendiğim söylenemez. Günün bitmesi için saatleri sayar oldum." Daniel de sıkıntı ile iç çekti.

"Ben gayet eğleniyordum halbuki." Helena ona kırgın bakışlar atsa bile Daniel bunu fark edecek kadar ayık değildi.

"Siz peki? Bir kaç kez otele döndüğünüzde fark ettim. Ölü gibi gözüküyorsunuz." Carlos eğlenen bir ifade ile kalan içkisini tepesine dikti.

"Yorucu." Hafifçe burnumu kırıştırdım.

"Bizi ölümüne çalıştırıyorlar." Kai bir anda öfke ile söylenmeye başladı. Neyse ki ayın bitmesine iki haftadan az kalmıştı... Böylece cehennem sıcağındaki mutfaktan sonunda çıkabilecektik. Gerçi benim Kai sayesinde bir iki günlükte iznim vardı. Rüzgar ile harcayacağım bir izin...

Gülümseyerek ona çevirdim yüzümü. Gözleri ona baktığımı hissettiği an bana döndü.

"Yarın gezmeliyiz. Sen gitmeden önce göstermek istediğim çok fazla şey var." Hevesli sesim onu da gülümsetti. Diğerlerinin sohbetinden çoktan kopmuş neredeyse burun buruna birbirimize bakıyorduk.

Eğilip kısa bir öpücük verdi bana. Gözlerim anında kapanmıştı.

"Yarın dinlenmeyi tercih ederim. Sanırım seni dinlemeli ve otelden çıkmamalıydım." Ne kadar gülümsemek için kendini zorlasa bile halsiz olduğunu anlayabiliyordum. Başımı biraz daha öne uzatıp yanağımı yanağına yasladım. Aslında amacım ateşine bakmaktı fakat Rüzgar bu teması fırsat bilerek kendini birazcık benim üzerime bıraktı.

"Kalkalım mı?" Dedim daha geleli çok az olmasına rağmen.

"Biraz daha duralım. Ayıp olmasın." Omzumdaki elini belime düşürüp ince ince okşarken başını geriye çekti. "Hem o aptalın hala bir şeyleri anladığına inanmıyorum."

"Hangi aptal?" Dedim kaşlarımı çatarak. Başıyla belli belirsiz çaprazımızdaki bedeni işaret etti. Daniel kararmış gözlerle bana daha doğrusu bize bakıyordu. Göz göze geldiğimiz an başını çevirmişti.

"Gerçekten kafana takıyor musun?" İnanamayarak sorduğum soru karşısında başı utanmış gibi eğildi.

"Saçma sapan şeyler ima ediyor ama." Çocuk gibi mızırdandı.

"Gerçekten benim umurumda bile değil." Rahatlatıcı bir gülümseme ile ona bakmaya devam ettim. "Bu geceden sonra bir daha görmeyeceğim eminim zaten."

"Haklısın." Derken boştaki eliyle bardağını dudaklarına götürdü. Fakat dibinde bir kaç damla bile olmadığını görmek somurtarak bir yenisi için ayağa kalkmak istemesine sebep oldu.

"Ben alırım. Sen lütfen git ve yüzüne soğuk su çarp." Ateşi olan birine daha fazla içirmek ne kadar mantıklıydı bilmesemde onu yormamak için gitmeye gönüllü olmuştum. Başını minnetle sallayıp lavaboya ilerledi.

"Siz bir şey istiyor musunuz?" Çantamı koluma takarken sordum. Gerek yok anlamında ellerini sallayıp sohbetlerine devam ettiler.

Bulduğum boş bir bar taburesine çökerken ağır olmasını istemediğim için sadee iki kokteyl söyledim. Barmen içeceklerimi hazırlarken de vakit geçirebilmek adına telefonumla oyalandım.

Gün düşündüğüm kadar kötü geçiyordu. Ve biliyordum ki yanımda Rüzgar olmasaydı Helena ile hararetli bir kavgaya girecektim. Fakat bugünlük görmezden gelmek çok daha kolaydı. Rüzgar'ın yanımda olduğunu düşünmek zaten rahatlatıyordu beni. Canım sıkılınca dönüp ona bakmak inanılmazdı.

Yani berbat bir eğlencenin içinde olabilirdik. Ama anladığım kadarıyla beni en çok yoran şey yalnız olmaktı. Rüzgar varlığıyla bir iyi hissetmemi sağlıyordu.

Yedi haftayı geçgin süredir yüzyüze gelemediğimizi düşünmek beni biraz şaşırttı. Belki bir çok insana göre oldukça kısa bir süreydi. Fakat benim gözümde hayatımın en uzun iki ayına eşitti...

Ve gidecekti işte. Benim onu havaalanında bıraktığım gibi o da beni bırakıp daha uzun bir süre görüşmememiz için Antalya'ya dönecekti.

"Merhaba." Daniel bir anda yanımda belirip beni hüzünlü düşüncelerimin içinden çıkarırken hafifçe gülümsedi.

"Merhaba." Masadaki belli belirsiz sözleri yüzünden gerildiğimi hissederek ona baktım. İki bardak gin sipariş ederken de gözlerinin üzerimde gezindiğini hissediyordum.

"Rüzgar'ın geleceğinden bahsetmemiştin hiç." Dedi sohbet etmek ister gibi. Yalnızca omzumu silktim.

"Benimde haberim yoktu. Sürpriz yapmış." İstemsizce güldüm.

"Sevinmiş olmalısın." Sesinde anlayamadığım bir hırs ile konuşmuştu. Şaşkın bir şekilde ona baktığımda ifadesi yumuşadı.

"Sevindim elbette. Kaç haftadır görmemişim..." Silkelenerek kendime gelince onu cevapladım.

Daniel hevesli sesim karşısında kaşlarını kaldırıp indirdi. Önüne bırakılan bardaklardan birini tepesine dikip ikinci bir sipariş verdi.

"Daha fazla içmemelisin sanırım." Dedim ilk başta Helena için sipariş ettiğini düşündüğüm fakat şuan tepesine diktiği ikinci bardağa uzanarak. Normalde umurumda olmazdı fakat oldukça kötü gözüküyordu.

"Neden, endişeleniyor musun benim için?" Alayla sırıtırken bar taburesinin üzerinde arkasına yaslanıp elimden kurtuldu.

"Kötü gözüküyorsun." Dedim dürüstçe. Boş bardak tezgahın üzerinde yuvarlanırken dudağını öne büktü.

"Nasıl gözükmemi isterdin mesela?" Öne eğilerek bana biraz daha yaklaşıp, kolunu tezgaha yasladı. Bu hali karşısında yanlış anlaşılma düşüncesi ile panikle arkasında kalan masaya baktım ama Rüzgar daha geri dönmemişti. "Carlos ile hava almaya çıktı. Merak etme." Dedi telaşlı halim karşısında yarım ağız sırıtarak.

Ne söylemem, onu nasıl yatıştırmak gerektiği hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Tek istediğim parasını ödediğim o iki bardak içeceği alıp ondan uzaklaşmaktı. Yanıma ilk oturduğunda bunu çok umursamasam bile artık paniklemeye başladığımı biliyordum. Gözünü açamayacak kadar sarhoş olduğu için bir sonraki cümlesi veya hareketini tahmin etmek zordu.

"Cevap vermedin?" Sessizliği bozan yine o olmuştu.

"Ne?" Ne sorduğunu bile hatılamayacağım kadar başımın ağrımaya başladığını hissettim. Çok huzursuzdum.

"Nasıl gözükmemi isterdin diye sordum?" Onu dinlemediğimi düşünerek öfkelenip, dişlerinin arasından adeta tısladı.

"Neden bunun hakkında düşündüğümü düşünüyorsun ki?" Saçma sorusu ile kaşlarımı çattım.

"Onun gibi olsam," beni bariz bir şekilde duymazdan geldi. "Bir şansım olur muydu?" Başıyla masayı işaret ederek Rüzgar'ı ima etti.

"Bunun görünüş ile alakalı olduğunu düşünmen ilk hatan." Dedim sözlerinden iliklerime kadar rahatsız olurken. "İkinci hatan sevgilim ile aynı mekandayken bu tarz can sıkıcı şeyler söylemen."

Histerik bir şekilde güldüğünde hiçte sağlıklı gözükmediğini düşündüm.

"Sevgilin yanına gelince bir özgüven gelmiş sana. Eskiden beni kırmamak için daha yumuşak davrandın." Sözleri şaşkınlığımı mümkünmüş gibi daha da artırdı.

"Ve sen bunu bile bile o aptal tavırlarına devam mı ediyordun?"

"Aptal?" Tüm söylediklerimi duymazdan gelip belkide en takılmaması gereken yeri yineledi. Yüzündeki öfkeyi artık saklamak gibi bir çabaya girmiyordu. "Çok yanlış kelimeler kullanıyorsun." Histerik bir gülümseme dudaklarından geçti.

"Söylediğim herhangi bir şeyde haksız olduğumu  düşünmüyorum." Yarın uyandığında zaten pişman olacağı şeyler söylediği için benimde lafımı sakınmama gerek yoktu. Bu lüzumsuz konuşmayı hatırlayınca belki yüzü kızarır ve beni rahat bırakırdı. "Önce sevgilime gereksiz imalarda bulundun. Şimdiyse benim için yüzlerce kilometre aşıp gelen adamın yanında söylememen gereken şeyler söylüyorsun. Çok bencilsin." Hiçbir lafımı sakınmaya gerek duymadım. Sözlerim birer iğne gibi ona batmış olacak yüzü şekilden şekle girdi.

Tek kaşı hırsla kalkarken durmadan başını aşağı yukrı sallıyordu. Delirmiş gibi gözleri hızla etrafta gezinirken soluk alıp verişi değişmişti.

Barmen önüme sonunda iki bardak bırakınca rahat bir nefes alabildiğimi hissettim. Bardakları tutmak için ellerimi uzattığımda uzun parmaklar sağ bileğime dolandı. Yaşadığım şok ile bardak elimden kayıp düşerken gözlerim Daniel'e döndü.

"Ne yaptığını zannediyorsun?" Şaşkınlığımı hala atamamışken bileğimi çekmeye çalıştım. Fakat bu tutuşunu daha da sıkılaştırmasına sebep oldu.

"Sadece bir öpücük." Dedi acı içinde. Üzerime eğilmeye başladığında hissettiğim panik ve mide bulantısı katlanarak arttı. Yüzümü buruşturup elinden kurtaramadığım bileğim yerine bedenimi geri çektim.

Hakkıymış gibi daha da öfkelendi.

Burnundan aldığı sert nefesler eşliğinde beni canımı acıtacak şekilde bileğimden kendine çekmeye çalıştı.

"Hakkım olan o öpücüğü istiyorum." Dişlerinin arasından tısladığı sırada kusma isteğimi zorla bastırdım. Bar taburesinin üzerinde daha fazla uzaklaşacak bir yerim kalmayınca inmek istedim. Ve belki de bunu yaparken çok acele ettim.

Sandalyenin altındaki ayaklarımızı yasladığım yere topuklu ayakkabının topuğunu geçirdiğim için tabure ani hareketim ile bir anda dönmüş, dünya ayaklarımın altından çekilmişti. Geriye düşen bedenime karşılık Daniel bileğimi bırakmak zorunda kalmıştı. Etrafımdaki insanların yere düştüğümde attığı çığlıkları duysam bile kulaklarımda ki uğultu diğer seslere odaklanmamı engelliyordu. 

Kafamı bir yere çarpmamıştım. Sadece kalçamda ufak bir ağrı vardı fakat o da önemli bir şey değildi. Uğultunun sebebi ise beni gereksiz yere korkutan adamdı. Midemin bulanmasına sebep olacak kadar beni taciz eden adamdı. Bir ay boyunca aynı yerde yaşayıp, işe birlikte gidip geldiğim adamdı. Rüzgar'a karşı kötü biri olmadığını savunduğum adamdı. Bileğimdeki dahası ruhumdaki ince sızının sahibi olan adamdı.

Hissettiğim yoğun duygu bulutuna karşılık başımı kaldırmam uzun sürdü. Sonunda biraz olsun kendime gelip kafamı kaldırınca ise gördüğüm ilk şey bar taburesinin üzerinden dehşetle bana bakan Daniel değil, onun hemen arkasında, yüzü gölgeler ile kararmış, gözleri öfke ile büyümüş, çenesi sertçe kasılmış, daha önce görmediğim bir nefret ile Daniel'e bakan Rüzgar'dı.

Göz göze geldiğimizde ifadesi daha da sertleşti. Fakat bunun sebebi bana hissettikleri değil Daniel'e olan öfkesindeki artıştan kaynaklıydı.

Daniel'i omzundan tuttu. Ben daha ne olduğunu anlayamadan taburesini döndürerek yüzyüze gelmelerini sağladı. Ardından elini acıtmasından korkacağım kadar sert bir yumruk Daniel'in elmacık kemiği ile buluştu. Rüzgar onu yakasından tutuyor olmasaydı o da benim yanıma boylu boyunca düşecekti. Fakat Rüzgar bir başka yumruk için onu ayakta tuttu.

"Bugün sorun çıkarmayacağıma dair kendi kendime söz vermiştim." Daniel'in yüzü bir kez daha yan döndü. "Fakat sorun kendi kendine çıktı." Komik bir şey söylemiş gibi sırıttı.

"Rüzgar." Dedim nefes nefese. Kesilen müzik sesi ve Rüzgar'ın arkasında beliren Carlos biraz olsun sakinleşmeme yardım etmişti. Rüzgar'ın gözleri tek saniyeliğine bana dönse bile hala yerde oturduğumu görmesi bir başka yumruğu savurmasına sebep oldu.

"Ulan," inanamıyormuş gibi başını iki yana salladı. "Ben daha bugün onu öpmeye kıyamazken nasıl zarar verirsin ona?" Daniel'in başı daha fazla dik duramayıp öne düştü. Rüzgar ise dakikalar önce hastalıktan dolayı ayakta duramayan kendi değilmiş gibi hırsla solumaya devam etti.

"Tamam. Dur artık başımıza iş açacaksın." Carlos onun kollarına sarılıp Daniel'in yakasındaki eli açmaya çalışsa bile bu nafile bir çabaydı.

"Benim Kiraz'ıma dokunacak. Bende onu bırakacağım?" Carlos'u basitçe tiye aldı.

"Rüzgar." Dedim bir kez daha. Bu sırada yanıma gelen Kai kolunu gevşekçe belime atarak kalkamam yardım etti. Canım acımasa bile titreyen dizlerim ve içimde hala süregelen korku yüzünden ayakta duramıyordum.

Rüzgar'ın gözleri bu sefer daha uzun süre bana ilişince ifadesi anında yumuşamış ağlamaklı bir hale bürünmüştü.

Daniel'in hareketsiz, muhtemelen baygın, bedenini umursamazca bırakıp iki devasa adımda yanıma geldi. Kai'yi iteleyerek iki eli belimi genişçe kavradı. Onun omzuna tutunduğumda gözleri uzun uzun gözlerime bakıyordu.

"İyisin?" Dedi dolu gözlerim yüzünden onunda sesi titrerken.

"İyiyim." Hızla onayladım. İlk amacım buradan çıkmaktı, hemde hemen...

"Gidelim lütfen." Dedim ağlamamak için yanağımın içini ısırarak.

Bana acı dolu gözlerle bakarken başını salladı. Kai'nin hızla masamıza dönüp getirdiği ceketimi giymeme yardım etti. Daniel bu sırada Carlos'un yardımı ile çoktan yanımızdan ayrıldığından rahatça nefes alabiliyordum.

Çevremizdeki insanların garip bakışlarını hissetsemde başımı kaldırıp onlara cevap verebilecek cesareti kendimde bulamadım.

Midem bulanıyordu ve baş ağrım adeta bulanık görmeme sebep oluyordu. Fakat o karmaşada Rüzgar beni bir şekilde dışarı çıkarmayı başardı.

"Yürüyelim." Dedim beni belimden iteleyerek taksi durağına götürürken. Emin olmayarak yüzüme baksada hava almaya ihtiyacım olduğunu bildiğinden itiraz etmedi. Sadece kolunun tutuşunu arttırarak başımı göğsüne yaslamamı sağladı. 

"Çok korktum bir an." Kendimi gülmeye zorlayarak olayı dalgaya vurdum. Fakat Rüzgar tek kelime etmedi. Başımı kaldırıp gözlerine baktığımda göz altlarının yorgunlukla çöktüğünü gördüm. Bunun nedense hasta olmasından kaynaklı olmadığını biliyordum.

"Siktir ya..." Otele yaklaştığımızda ağzının içinde mırıldandı. Odaya çıkana kadar da bir daha tek kelime etmedi.

Sonunda içeri girdiğimizde yalnız kaldığımızdan emin olmak, içimdeki huzursuzluğu söküp almıştı. Direkt olarak uyumayı planladığım için yatağa ilerlediğim sırada beni tek hamlede yakalayıp kendine çevirdi.

Sarılmak istediğini ama emin olamadığını gözlerinde görebiliyordum. Rahatsız olmamdan korkuyordu. Elimi elinden çektiğimde itiraz etmedi. Aynı şekilde kollarımı boynuna doladığımda beni hızlıca kabul etmişti. Kolları belimi sımsıkı sararken nefesi boynumu okşadı. Rahatlamış gibi omuzları hafifçe düşmüştü.

"İki dakika..." İnanamıyormuş gibi mırıldandı. "Sadece iki dakika yalnız bıraktım seni. Sen haftalardır yalnız başına ne yapıyordun burada?" Sesi dehşete kapılmış gibiydi.

"Daha önce böyle bir şey olmamıştı." Kötü düşüncelerin dört bir yanını sardığını anlayınca telaşla konuştum.

"Siktir..." Bir kez daha mırıldanırken geri çekildi. Elimi tutup kalbinin üzerine bastırdı. "Özür dilerim." Dedi ben onun sertçe atan kalbini hissederken.

"Neden?" Ateşi gittikçe yükseldiği için kızarmış yanaklarına bakarken ne demek istediğini anlayamamıştım.

"Seni hiç bırakmamalıydım. Yere düştüğün an gözgöze geldiğimizde aklım çıktı sandım." Üzerimizi değişmemiz gerekse bile beni umursamazca yatağa iteledi.

"Benim hatamdı. Sarhoş olduğunu anladığım an ondan uzaklaşmalıydım." İçini rahatlatmak adına söylediğim hiçbir şey işe yaramıyor gibiydi.

"Ben atlatırım hadi..." Sesi bir fısıltıya dönüşürken bedenimi kendine çekerek başımı boynuna gömdü. "Seni yormayacak mı bu mevzu? Her düşündüğünde, ister istemez onunla karşılaştığında..."

"Yanımda sen olmayacak mısın?" Gülümseyerek dudaklarımı sıcak boynuna bastırdım. "Unutmamda yardım etmez misin bana?" Bir süre konuşmamakta ısrar etti. Bende bu sırada düşüncelerimi zar zor toparlayıp nasıl hissettiğimi şaşırtıcı bir şekilde fark etmiştim.

Mekandan çıkarken bunu asla atlatamayacakmışım gibi bir his vardı içimde. Çünkü ilk kez olmasa da biri ilk kez bu kadar ileri gidip beni öpmeye çalışmıştı. Tuttuğu bileğimi elinden kurtaramamak aciz hissetmeme sebep olmuştu.

Fakat şuan da zihnimi tek dolduran şey Rüzgar'ın güzel kokusuydu.

Yarın uyandığımda onunda söylediği gibi canım fena sıkılabilirdi. Ancak bu can sıkıntımı konuşabileceğim birinin olduğu düşüncesi bu mevzuyu gözümde fazla büyütmemi engelliyordu. Yaşadığım şey basit bir şey değildi belki. Yinede yanlış hissettirse bile şimdilik canım yanmıyordu.

Zoruma gitmişti.

Ama Rüzgar'ın kolları arasındaydı işte.

"Haklısın, ederim." Dedi gülümsememe sebep olacak kadar geç beni cevaplarken.

Dudaklarım bir kez daha boynuna ilişince elimin altındaki göğsü gerildi. Heyecanlanması genişçe sırıtmama sebep oldu. Fakat onunla eğlenmekten daha önemli bir işim vardı şuan.

Cayır cayır yanan teni mesela...

Kolları arasından çıkmak istediğimde beni öfkeyle mırıldanıp kendine çekti.

"Gidemezsin bir yere." Alttan alttan ona baktığımda gözlerinin kapalı, kaşlarının çatık olduğunu gördüm.

"Ateşini düşürmeliyim ama." Sözlerim karşısında gözlerini aralayıp muzip bir ifade ile sırıttı. Tek kelime etmese bile ifadesinin söylediği şeylere karşılık kulaklarımın yanmaya başladığını hissettim. Kendimi savunmak için dudaklarımı araladığım sırada nazik hareketlerle elimi kavrayıp dudaklarına götürdü.

"Ben anladım." Alayla başını aşağı yukarı salladı. Hızla ondan kaçtığımda ise itiraz etmedi. Gülümsememi bastırarak valizlerinden birini açtım. İnce bir tişört ile eşofmanını çıkarıp yanına döndüm.

"Kendin giyebilir misin?" Bir dakikalığına yanından ayrıldığım bu anda uyuyaklamış gibi göğsü belli bir ritimde kalkıp iniyordu. Bana cevap vermemesi de bu düşüncemi doğrular niteliktydi. Derin bir nefes alıp elimi sırtına atarak doğrulmasını sağladım.

Gömleğinin düğmelerini birer birer açarken de uyuyakalmadığını, yükselen ateşinden dolayı yarı baygın bir şekilde sallandığını anladım. Kolunun altına girdiğimde omzuma sarılmakta acele etmişti.

"İyi ki gelmişim he..." Dedi ben gömleğini çıkarmak için insanüstü bir savaş verirken. Burnunu saçlarımın arasına gömüp derin derin nefesler aldı.

"Neden." Yatağa düşeceği sırada son anda onu yakalayıp öne eğdim. Tişörtü önce başından sonra da kollarından geçirdim. Bu sırada elimin değdiği her yer yandığı için ufak dokunuşlarım bile tüylerinin diken diken olmasına sebep oluyordu.

"Kokun gitmek üzereymiş aklımdan. Eğer şimdi gelmeseymişim haftalarca delirirmişim kesin." Sadece bir bardak içmemiş gibi sarhoştu sanki.

"Bende seni özledim." Yüzümü görmese bile utanarak başımı eğdim. Ardından ışık hızında pantolonunun düğmesini açmaya başladım.

"Kiraz'ım benim ya..." Ağlamaklı sesi yüzünden dehşetle ona baktım.

"Bir yerin mi ağrıyor?" Dedim endişeyle yüzüne bakmaya devam ederken. Bir yandan da pantolonunu indirip hızlıca eşofmanını giydirmiştim.

"Sadece kalbim." Dedi dramatik bir edayla. Gülerek onu ittirip yatağa düşmesini sağladım.

"Islak bez alıp geleyim. Ayrıca ilaçlar..." Kendi kendime mırıldanarak eğildiğim yerden kalktım. Mutfağa gitmeden önce de yanağını öpmekten kendimi alamamıştım.

Çıkardığım küçük bir leğene soğuk su doldururken telefonum geceyarısını geçmiyormuş gibi titredi. Birine bir şey olduğunu düşünerek çantamdan telefonumu çıkardım. Fakat mesajlar bilinmeyen bir numaradandı.

0530****
Bir gün geçti ve Rüzgar hala geri dönmedi.
Ne şartlarda geldiğini bilsen onu geri gönderirdin diye düşünüyorum.
Fakat belli ki bencilliği bırakıpta ona sormamışsın bile. Ya da her şeyi biliyorsun ama görmemezlikten gelecek kadar kötüsün.

Kaşlarım korku ile çatılırken göz ucu ile Rüzgar'a baktım. Ancak hala hareketsiz bir şekilde uyukluyordu.

Kiraz
Anlamadım, kimsiniz?

Titreyen parmaklarım güçlükle ekranda dolaştı.

0530****
İpek ben.
Rüzgar diyorum.
Senin yanına gelebilmek için her şeyden vazgeçip istifa etti diyorum.

Kalbim sertçe attı. Baskısını boğazımda dahi hissediyordum. Zihnimde derin bir boşluk oluşmuş gibi hiçbir şey düşünemiyordum.

Hayal meyal yürüyerek sessiz adımlarla balkona çıkarken sohbet ekranını kapatıp günlerdir konuşma fırsatı bulamadığım kişiyi aradım.

Türkiye'de saatin neredeyse sabaha geldiğini bilsemde bu belirsizlikle Rüzgar uyanana kadar bekleyemezdim.

"Kiraz?" Tuna'nın uykusundan yeni uyandığı için titrek çıkan sesi oldukça endileşiydi. "İyi misin, bu saatte-"

"Ah, şey evet iyiyim." Bir an önce konuya girmek istediğim için onun lafını kestim.

"Bir şey mi oldu?" Ben kelimeleri bir türlü toparlayamayınca bir kez daha sordu.

"Sana bir şey sorsam," gözlerimi sımsıkı kapatırken yumruğumu alnıma yasladım. "Bana dürüstçe cevap verirsin değil mi?"

İtalya'ya geldiğimden beri onunla aramda pek bir sıkıntı kalmamıştı. Görmediğiniz birine eskiden yaptığı şeyler yüzünden kızmakta çok zordu çünkü. Bunda birazda yetişkin insanlar olmamızın etkisi olabilirdi. Çocuk gibi küs kalamazdık ne de olsa.

"Evet, elbette." Acele ile cevapladı.

"Rüzgar istifa mı etti?" İpek gibi birine güvenmemin imkanı olmadığı için bunu Tuna'dan duymam gerekiyordu.

Bir an için hattın koptuğunu düşüneceğim kadar uzun bir süre sessiz kaldı.

"Bunu onunla konuşman gerekmez mi?" Dedi sıkıntılı bir sesle. Dişlerim kırılacak kadar kasılırken boğazıma yutması zor bir yumru oturdu.

"Etti yani?" Sözlerinden tek anladığım buydu.

Tuna derin bir nefes alırken beni reddetmesi için o sırada her şeyimi verebilirdim. Fakat bunu yapmadı.

"Etti."

İçimden sıraladığım arka arkaya küfürlerle zihnimi meşgul etmeye çalışsamda tek düşünebildiğim bir kez daha omuzlarıma yüklenen sorumluluktu.

Rüzgar'ın böyle düşünmediğini bilsemde benim için işinden istifa ederek bana gereğinden fazla yüklenmişti. İşinden istifa etmesinin sorumlusu bendim.

Bir kez daha olmuştu.

Taşımak istemediğim bir yük üzerime çığ gibi düşmüştü.

Rüzgar benim için, yıllarını verip en üst kademeye çıktığı işinden ayrılmıştı.

Benim yüzümden...

Tuna'ya belli belirsiz veda edip içeri girdim.

Mutfaktan soğuk suyu, bezleri, bir bardak su ve ateş düşürücü ilaçları teker teker komodinin üzerine taşırken Rüzgar derin bir uykuya dalmış gibiydi.

Dudağımı dişlerken ağlamamak için çabaladım.

Fakat ellerimin altında tir tir titreyen adam yüzünden göğsüme büyükçe bir şey oturmuştu.

Bezi sıkarak fazla suyu üzerinden atıp Rüzgar'ın alnını soğutmaya çalıştım.

Uzun bir gece olacaktı.

***
Gereksiz heyecanlandım yine...

Düşünceleriniz, fikirleriniz, eleştirileriniz, sorularınız????

Olvasás folytatása

You'll Also Like

20.9K 646 62
Burda birbirinden farklı hikayeleri tanıtacağım , hepsini okudum ve emin olun çok beğeneceksiniz.Eğer kitap bulamıyorsanız tam yerindesiniz. Kitap ta...
URGAN ece által

Ifjúsági irodalom

6.9K 643 13
Final! Bir insan kaç kez aynı ateşte yanmayacağım dediği halde yanardı. Kaç kez? //Platform da yayınlanan ilk Urgan adlı hikayedir//
731K 53.2K 5
"Delilerin sevdası hoyrat bir fırtına gibidir. Günün başında seni sarsan fırtına, gecenin şafağında ılık bir esintiye dönüşüp kaburgalarının arasına...
20M 1M 53
"Karımı artık yanımda, odamda ve yatağımda görmek istiyorum!" diye bağırınca donup kaldım. Ne söylediğinin farkında mıydı? Bir başkasının kimliğiyle...