ATEŞPARE (+18)

By cerennmelek

45.2M 2.1M 6M

Korkmuyordum, ne karanlıktan, ne gürleyen gök gürültüsünden, ne de bana zarar verebilecek bir insandan. Çünk... More

ATEŞPARE
1.Bölüm: V
2.Bölüm: KAOS
3.Bölüm: O PİTİ PİTİ
4.Bölüm: KANLI YÜZLER
5.Bölüm: ATEŞ PARÇASI
6.Bölüm: SOĞUK SAVAŞ
7.Bölüm: ŞEKİL DEĞİŞTİREN
8.Bölüm: KAYBEDİŞ
9.Bölüm: ESARET
10.Bölüm: KABULLENİŞ
11.Bölüm: TUTKULAR VE SAVAŞLAR
12.Bölüm: SAHTEKAR CİNAYETLER
13.Bölüm: MELEK YÜZLÜ ŞEYTAN
14.Bölüm: KARANLIK SIRLAR
15.Bölüm: OYUNBAZ UYKULAR
16.Bölüm: KURT MU KUZU MU
17.Bölüm: VEDALAR VE BAŞLANGIÇLAR
18.Bölüm: TANRININ CİLVESİ
19.Bölüm: YANGINDAN TAŞAN ATEŞ PARÇASI
20.Bölüm: KURTLAR SOFRASI
21.Bölüm: HİLEKAR DOKUNUŞLAR
22.Bölüm: KANLI PİYON
23.Bölüm: KANIŞLAR VE KAZANIŞLAR
24.Bölüm: SAHTE SEVGİLİLER
25.Bölüm: ALANGUVALARIN MUCİZELERİ
26.Bölüm: KÜÇÜK KIYAMET
27.Bölüm: ŞEHVETİN TEHDİTKAR CAZİBESİ
28.Bölüm: GEÇMİŞİN ESİNTİSİ
29.Bölüm: KIVILCIM
30.Bölüm: PERDELENEN KUŞKULAR
31.Bölüm: TEHLİKELİ SULAR
32.Bölüm: ATEŞ ÇIKMAZI
33.Bölüm: BÜYÜK PATLAMA
34.Bölüm: AZRAİL'İN PENÇESİ
35.Bölüm: YER ALTI
36.Bölüm: DOLAMBAÇLI HAYATLAR VE ÇARPIK OYUNLAR
37.Bölüm: KANLI MAKAS
38.Bölüm: SAHİPSİZ KİMLİKLER
39.Bölüm: MELEKLER VE ŞEYTANLAR
40.Bölüm: CANAVAR
41.Bölüm: MADALYONUN İKİ YÜZÜ
42.Bölüm: AŞKLAR VE ZAAFLAR
ÖZEL BÖLÜM
43.Bölüm: YALAN SANATI
44.Bölüm: DOMİNO TAŞLARI
45.Bölüm: TUTUKLU ZİHİNLER ZİNDANI
46.Bölüm: ACI KAN
47.BÖLÜM: LANETLİ MASKELER
48.Bölüm: VAHŞETİN ÇAĞRISI
49.Bölüm: AŞKA YENİLİŞ
50.Bölüm: GEÇMİŞİN KANLI SAHNELERİ
51.Bölüm: YANGINA DÜŞMÜŞ ATEŞ PARÇASI
52.Bölüm: ÜÇÜNCÜ İHTİMAL
53.Bölüm: İNSAN AVI
54.Bölüm: KOBRA'NIN ZEHRİ
55.Bölüm: ATEŞ HATTI
56.Bölüm: KAPANMAYAN DAVALAR
57.Bölüm: SANAT ESERİ
58.Bölüm: KATİL AVCISI
59.Bölüm: ALEV BEDENLERDEN KÜL RUHLARA
60. Bölüm: KAYBEDİLMİŞ ZAFER
61.Bölüm: RESİM HIRSIZI
62.Bölüm: HEZARPARE
ÖZEL BÖLÜM: ATEŞ ALANGUVA
63.Bölüm: İNTİKAM TİMİ
64.Bölüm: KIRIK YOK OLUŞLAR
66.Bölüm: CANAVARIN ÖTESİNDE
67.Bölüm: KÖTÜLÜĞÜN TOHUMU
68.Bölüm: GÜÇLÜ ADIMLAR VE KURNAZ SAVAŞLAR
69.Bölüm: GÜNAHKARLARIN SON GÜNAHLARI
ALINTI VE DUYURU
70.Bölüm: PANZEHİR
71.Bölüm: İSYAN
72.Bölüm: EN GÜZEL ZARAR
ÖZEL BÖLÜM: PUSAT
ÖZEL BÖLÜM: AYLİN
73.Bölüm: EFSANELER UNUTULMAZ
74.Bölüm: CANAVARI ANLAMAK VE ADALETİ ARAMAK
75.Bölüm: EN ZOR SAVAŞ
ÖZEL BÖLÜM: PUSAT
76.Bölüm: YIKIM VE KIYIM
ÖZEL BÖLÜM: PUSAT&BAHAR
77.Bölüm: KAYBEDİLEN ANILAR

65.Bölüm: İKİNCİ PERDE

383K 21.6K 81.9K
By cerennmelek

Bol bol yorum yapmayı ve beğenmeyi unutmayın ateş parçalarım. 🔥


Fighter - The Score

Whale Waltz - Silent Island

Ben Hala Vazgeçmedim - Skapova

Zalim - Sezen Aksu

Release The Long Ships - Aether

Minefield - Nic D


65.BÖLÜM: İKİNCİ PERDE

Karlı yolda ayağımdaki büyük numara botlarla kara gire çıka yürürken tüm vücudumu saran kıyafet soğuğu keserken beni de fazlasıyla yormuştu. Üstümdeki silahlar ve bıçakların ağırlığı kıyafetlerin ağırlığını arttırıyordu.

Büyük malikanenin kapısının önünde durduğumda birazdan nasıl bir katliam yaratacağımı iyi biliyordum ve bu hamlemi çoğu şeyi değiştireceğini de iyi biliyordum.

Varlığımı fark eden kameralar lenslerini bana çevirdiklerinde çok geçmeden malikanenin demir kapıları da iyi yana doğru açıldı. İçeriden iki koruma çıkıp karşıma dikildiklerinde konuşmalarına müsaade etmeden iki elimde iki silahımla ateş ettim. Bu sırada evin çevresindeki otomatik silahlar ve drone saldırısı olması gerekiyordu ama asla olmayacaktı çünkü daha buraya gelmeden önce onun da icabına bakmıştım.

Malikanenin büyük bahçesinden içeri girip, karanlık havada siyah kıyafetlerimle görünmez olmaya çalışsam da tüm korumalar ellerinde silahlarıyla kapıya dolmuşlardı.

İçeri girdiğim an küçük bir orduyla karşılaşmıştım ve hepsinin namlusu da üzerime doğrultulmuştu.

Beklediğim kalabalık aksiyon damarlarıma adrenalini yayarken fazlasıyla keyiflenmiştim.

"Shit." Tabancalarımı Uzi'lerimle hızlıca değiştirirken onlar çoktan ateş açmışlardı.

Kendimi en yakın yerin, büyük bir ağacın arkasına atarak ateş etmeye başladım. Ruslar silah işinde epey iyilerdi ve o silahları kullanmakta da aynı şekilde iyilerdi. Ancak ben iyi bir katil olduğum kadar iyi bir illüzyonisttim de.

Silahın kabzasını toprağa çakıp, bir lastik geçirdim. Silah aralıksız ateş ederken ben ağacın diğer tarafından hızla fark edilmeden villanın olduğu tarafa geçmiştim. Mermiler bitene kadar onlara ateş ettiğimi sanacaklardı.

Villanın mutfak kapısından içeri girdiğimde evin tüm ışıkları açıktı. Evdeki korumaların çoğu bahçe kısmındaydı ama kurbanımın yanında da olduklarına emindim.

Bugün kurbanım yüzüne bakılmayacak kadar iç pisliği dışına vurmuş Rus iş insanı aynı zamanda siyasetçi Maksim Vsevolod'du.

Acımasızlığı ve kötülüğüyle meşhur bir herifti. Henüz parayla öldürmeye devam edemiyordum ama yavaş yavaş isimi tekrar hatırlatıp sahalara geri dönüğümü de dünyaya duyurmam gerekiyordu. Maksim de bunun için mükemmel bir pislikti.

Arka kapıdan Maksim'i çıkaracaklardı. Vakit kaybetmemem gerekiyordu. Uzun koridora adım attığım an durdum. Her taraf lazerle döşenmişti ve çarptığım an tüm orduyu buraya dolduracağımı biliyordum.

Ruslar bu sporu yapıyordu.

Ben de bu sporu epey seviyordum.

Çapraz şekilde geçen lazerlerin arasından geçmek için epey kıvrak ve esnek olmam gerekiyordu. Spor yapmayı hiç bırakmasam da uzun zamandır çok fazla esneme hareketleri yapmıyordum. Malum yatak hayatım epeydir durgundu.

Yine de önce bir bacağımı attım yeşil lazerin üstünden, aynı anda vücudumu eğerek üsttekinden korunmaya çalıştım. Bu sırada tam ortada duran lazere değmemek için önce ellerimi lazerin diğer tarafına geçirip diğer yana dayadım.

Avuç içlerimden güç alarak, bedenimi havaya kaldırdım ve diğer lazerin üstünden de bacaklarımı geçirdim. Tam bu sırada karşıma çıkan kısacık çaprazlardan oluşan iki lazerin arasından yılan gibi süzülerek geçtim.

Az kalmıştı.

Karşımda kalan kısma baktığımda işimin çok da kolay olmayacağını biliyordum. Alt taraf tamamen lazerdi, duvarlardan destek alıp üstten kısacık alandan geçmem gerekiyordu. Bacağımı bir duvara dayarken, diğer bacağımı ve ellerimi de duvarlara yaslayarak arkamdaki lazerlere de değmemeye büyük bir çaba göstererek üste doğru çıkardım bedenimi.

Tam hareket etmek için bacağımı kaldırmıştım ki bacağımdaki kemere bağlı olan bıçak lazerle temas etti.

Aynı anda lazer kırmızıya dönerken, bıçak lavların arasına girmiş gibi erimişti ve gürültülü bir de siren çalmaya başlamıştı.

Siktir.

Demek lazere değsem tavuk gibi kızaracaktım, bu düşünce beni biraz daha heyecanlandırırken nefesimi tuttum ve kalan lazerlere baktım. Geliyorlardı ve daha fazla zaman kaybetme ihtimalim yoktu.

Lazerlerin arasından hızlıca düşünerek, kıvrak hareketlerle geçerken bir aşağı inip bir duvara tırmanmam gerekiyordu. En sonunda lazerler bittiğinde bacaklarım üstünde bir kedi gibi dört ayak üstüne düşmüştüm.

Tam bu sırada lazerlerin arka tarafından sesler gelmeye başlamıştı.

Sırıtarak kalktığımda arkama baktım, gelmişlerdi. Lazerler büyük ihtimalle sadece şefin izniyle, zor bir şekilde kapanıyor olmalıydı çünkü lazerin diğer tarafındakiler bir an ne yapacaklarını bilememişlerdi.

İki elimi de havaya kaldırıp onlara orta parmak çektim ve hızla arkamı dönerek koşmaya başladım. Bu sırada karşıma çıkan korumalara sıkıp, Maksim'i nerede sakladıklarını sezmeye çalışıyordum.

Evin içerisi de dışarısı kadar kalabalıktı ve lazerin çıkardığı ses herkesi olduğum koridora toplamıştı. Olduğum koridoru değiştirirken, arada labirente benzeyen duvarların arasında saklanıp yanımdan geçmelerini izliyor, bana sıkan olduğunda da karşılık veriyordum.

Koridorun sonuna geldiğinde durdum. Yine bir duvarın köşesine sindim.

Maksim'i koştur koştur alt kata indiriyorlardı, onu kaçırmaya çalışıyorlardı. Cama yakınlaşıp aşağı baktım. Aşağıda zırhlı büyük bir minibüs vardı. Onunla götüreceklerdi.

Dışarısıyla olduğum kat arasında çok mesafe yoktu ama çevresinde korumalar vardı. Bu sefer susturucu olan silahlarımı ellerime aldım. Yukarıdan gözüme kestirdiklerimi hızla indirdim, onlar dışarı çıkmadan. Bu sırada arkamdan gelen adamları da sol elimdeki silahımla ateş ettim. Arkamda kimseyi bırakıp bırakmadığımı görmek için kısa bir bakış attım. Birazdan yine gelirlerdi.

Camın diğer tarafına bacağımı atıp, karla kaplı yerin üstüne attım bedenimi. Vücudum karda iz bırakırken ayağımla izi hızla yok ettim, az önce öldürdüğüm adamları karanlığa doğru ittim, yerdeki kanları başka karlarla örttüm ve evin kapısının açıldığını gördüğüm an kendimi zırhlı aracın arka koltuğuna attım.

Arka koltuktan bagaj kısmına geçerek, olduğum yere sindim. Maksim nefes nefese kalmış şekilde arabaya bindiğinde etrafında birçok adamı vardı ama kendisi sadece baş danışanıyla oturmuştu arka koltuğa.

Şoför kısmı gözükmüyordu. Maksim'in alıp verdiği derin nefesler bana keyif veriyordu.

"Şerefsizler bir orduyla mı saldırdılar!" dedi Maksim Rusça.

"Aslında çok kalabalık görememişler ama böyle bir çatışmayı büyük bir grup çıkarmış olmalı." Bu koruyla konuşan kişi de baş danışmanıydı.

"Evimin etrafına bir kuş yakınlaşsa bile haberim olur! Nasıl ruhunuz duymadı ahmak herifler?"

"Sanırım sistem devre dışı bırakılmış, yoksa bu kadar yakınlaşmalarının imkânı yok."

"O malikaneden çıkmalarına izin vermeyin, hepsini öldürün." dedi Maksim sert sesiyle.

"Emredersin patron." Maksim rahatlamış şekilde arkasına yaslanmıştı ki dizlerim üzerinde doğruldum. Susturucuyla önce karşısındakinin alnına sıktım hemen ardından da Maksim'in ensesine silahımı dayadım.

"Eğer çeneni açarsan beynini dağıtırım." dedim kulağına doğru Rusça konuşarak.

Bedeni taş gibi kasılırken bel çantamdan çıkardığım ipi hızla boynuna doladım. Öne bacağımı atıp geçtiğimde ellerini de bağladım.

"Sesini çıkardığın an feci şekilde öleceksin." dediğimde gözleri korkuyla kasılmıştı.

"İğrenç bir herifsin." derken yüzüm tiksintiyle kasılmıştı. Çok fazla masum insanın suçsuz yere öldürülmesine neden olmuş bir mahlukattı.

Rusya siyasetinin karanlık yüzüne saklanmış gizli bir güçtü.

"Ama aynı zamanda da çok şey biliyorsun." dedim onu inceleyerek. "Ben ABD ajanı değilim, ben kimsenin ajanı değilim, kim olduğumun pek önemi yok. Ve merak ettiğim bir şey var. İki isim öğrenmek istiyorum, beyaz saraya soktuğunuz iki KGB ajanını bilmek istiyorum. Ve böylece acı çekmeden, işkence olmadan öleceksin."

"Sadece birini biliyorum," dedi sertçe yutkunarak. "Ve sadece gerçek adını biliyorum." derken hareketlerini izledim, yalan söylüyor gibi durmuyordu çok korkmuştu.

"Söyle." dedim bir silahım ona doğru dönük, bir bıçağım da karnına yaslıyken.

Başını iki yana salladı, ben öldürmesem o ismi verdiği için yine öldürülecekti. "Söyle," dedim dişlerim arasından elimdeki bıçakla karnını delmeye başlarken. Yüzü acıyla kasılırken

"Anthony Sevastian."

Başımı ağır ağır salladım. "Normal şartlarda seni feci şekilde işkenceyle öldürürdüm. Çünkü sen bunu hak ediyorsun, sen ölümüne neden olduğun insanlardan daha acı ölmelisin ama işime kolaylık sağladığın için ve de kısıtlı zamanımız olduğu için sana ayrılan vaktin sonuna geldik."

Alnına bir kez sıktım. Başı geriye doğru düşerken onu yakasından tutup yüzüstü yatırdım. Bıçağımla gömleğini yırtarak çıkardım.

V harfi çizmedim, sadece sol omzunun arkasından belinin sağ köşesine kadar uzanan eğik bir çizgi çizdim bıçağımla.

Ardından arabanın ön ve arka koltuklarını ayıran bölmeyi aşağı indirdim. İlk önce şoförün yanındakinin kafasına sıkıp ardından da ön tarafa atıldım.

Silahı şoföre doğrulttum. "Diğer arabalara izini hemen kaybettir." dediğimde korkuyla kasıldı. Dikiz aynasından arkasına baktı.

"Eğer o ayağının yanındaki yardım düğmesine basarsan da bitersin." Yüzüm görünmüyordu ve sesimi de konuşurken kalınlaştırıyordum.

Bir süre arabayı sürüp ana caddelerden uzaklaştığında hızlı olduğu için takibindeki diğer arabalar kısa süreliğine de olsa bizi kaybetmişti.

"Hızını düşür!" dediğimde bana itaat etti sarışın genç adam.

"Ruslar hep bu kadar seksi olmak zorunda mı?" dedim çapkınca ama onun şaşırmasına bile fırsat vermeden üstüne atıldım.

Arabanın kapısını hızla açıp, ayağımla ona sert bir tekme atarak arabadan uçmasını sağladım. Yaşayacaktı.

Bu şerefsizle çalışan herkes ölmeyi hak ediyordu ama ben tüm kötüleri öldürebileceğime inandığım o saçma hayal dünyamdan uyanalı çok olmuştu.

Kapıyı hızla kendime çekerek kapattım.

Dudağımda oluşan sırıtışla dikiz aynasından arkama baktım. Hala yetişememişlerdi.

Artık kibirlenmiyordum ama yaşadığım tatmin edici hissin tadı yavaşça damağıma yayılıyordu. Bunlar zafer çanları değildi, benim çanlarım artık zafer için çalmayacaktı.

🔥

Çaresizliğin herkesin dilinde farklı bir anlamı, her yürekte ayrı bir acısı olurdu. En büyük çaresizlik kalabalıkların arasında, en büyük felakete tutulmak ve o kalabalığın ortasında solup gitmekti. Belki o kalabalık fark ederdi ama bazıları daha çok harlar, bazıları da seyrederdi. Çünkü bu çaresizlikti.

Ben çaresizliği tatmıştım, ben kendi çapımda bir çaresizlikle uzun zaman savaşmıştım. O geniş çapımın içinde çaresizlik üstüme bir kefen gibi örtünene dek de sürmüştü savaşım.

Vera'yı kurtaramadığımdaki çaresizliğim benim bu duyguyla ilk tanışma anım değildi ama en keskiniydi. Ancak ablama verdiğim hiçbir sözü tutamadığımı fark ettiğimdeki çaresizliğim bambaşkaydı. Çünkü bu tamamen benim elimdeydi ve ben kendi ellerimle onun sonunu hazırlamıştım.

Ben çaresizliği uzun zamandır hissediyordum. En çok da kabuslarımdan acıyla uyandığımda beni bu felakete sürükleyen adamın kokusunu, sarılışını aradığımda hissetmiştim. O beni mahvetmişti ama ben yine ona muhtaçtım.

İşte bu böyle bir çaresizlikti ama o da çare değildi.

Cinayetten sonra tüm delilleri temizleyerek, derin bir araştırma yapmıştım elime geçen isme dair ve eller tutulur çok fazla bilgi de toplamıştım ancak kısıtlı vaktim olduğu için araştırmamı yarıda kesmek zorunda kalmıştım. Gelirken giyindiğim her şeyi tekrar giyinip hiçbir şey olmamış gibi otele dönmüştüm.

Bu akşamki cinayet ses getirecekti. Artık uluslararası çalıştığım için daha çok cinayet işleme ve daha ağır pislikleri öldürme şansım oluyordu.

Kaptan oyunlarını üstümde bir örümceğin ağı gibi ilmek ilmek özenle örmüştü. O ağın hala devam ettiğini düşünsem de neler olacağını sabırla bekliyordum.

Otele girdiğim an lobide Çelik'le karşılaşmıştım. Toplantı başlamak üzereydi ve bu saate kadar hiçbir aramasına cevap vermemiştim.

Beni gördüğü an hızla yanıma ulaştı. Yüzü gerginlikten kasılmıştı. "Neredeydin sen?" dediğinde omuz silktim.

"Seni ilgilendirse bilirdin."

"Sana bir şey oldu sandım! Peşinde bir ton insan varken ve şu an liderliğe oynarken bize haber vermeden ortadan kaybolamazsın. Fikret, Ateş'in seni kaçırttığını bile düşündü!"

"Kimse bana isteğim dışında bir şey yapamaz, sen de çok konuşma. Toplantı başladı mı?"

"Başlamak üzere. Yine bir şeyler karıştırdığına eminim ama çıkar kokusu yakında zaten."

"Benimkiler gitti mi?" dedim etrafı incelerken.

"Artık yine seninkiler mi oldular?" dediğinde ona sadece baktım. "Bilmiyorum, tüm gün seni aramak dışında başka hiçbir halt yapamadım."

Tam konuşmak için dudaklarımı aralamıştım ki Ateş'i gördüm. Bu sefer yanında Ceylan yoktu. Pusat'la ikisi yalnız yürürlerken ikisi de fazlasıyla iyi gözüküyorlardı. Omuzları ve başları dik, gözleri kısıktı. Anlaşılan bu toplantıyla beni tamamen saf dışı bırakmak istiyorlardı.

"Ateş tüm gün üyelerle konuştu ve kendi şansını kendin tükettin V! Her şeyin içine ettin." dediğinde ona bakmadım. Bakışlarımın gittiği yöne baktığında kollarını göğsünün altında birleştirdi.

"Amacın her şeyi siktir edip onunla tekrar olmaksa bizi de ateşe atma. Ben kendimi bir şekilde kurtarırım ama diğerleri bunu yapamaz." derken ona bakmayan gözlerime bakıyordu dikkatle.

"Yazık olur o zaman size ama beni sorgulamaya devam edersen daha büyük yazık olacak." dedim daha fazla konuşmasına tahammül edemediğim için.

"Fikret kafayı yedi, her şey sikip attın." derken kafasını iki yana sallıyordu. "Bu da senin umurunda değil, sen bizi sadece kullanıyorsun ve aynı şeyi bizim de sana yaptığımızı düşünüyorsun ama yanılıyorsun Aşkın. Biz hiçbir zaman sana yalan söylemedik."

"Liderden sonra toplantıya girmek saygısızlık olur mu?" dedim onun konuşmasını duymazdan gelerek.

"E yani," dedi o da daha fazla laf anlatmak için çabalamayarak.

"Güzel, yine geç girelim." dediğim an Ateş'in gözleri beni bulmuştu.

Yanıma gelmedi, sadece beni izledi. "Alanguva da geldi sen yokken, seni sordu yine. Seni meydanda göremeyince merak etti herhalde bu hırsla nasıl milletle sohbet edip ittifak kurmaya çalışmıyorsun diye."

Ateş bana bakarken Pusat da baktı ama o beni gördüğü gibi kafasını tripli bir şekilde hemen başka yöne çevirdi.

Ateş bara ulaşıp, toplantıya girmek için bir hamlede bulunmayınca onun da toplantıya katılmaya çok da hevesli olmadığını çıkarmıştım.

"Yediniz bakışlarınızla birbirinizi." dedi Çelik yine konuşarak, bazen hiç susmuyordu.

Bu sırada Murat da yanımıza gelmişti. "Merak ettik seni." dedi o da aynı endişeli ifadeyle.

"Fikret kafayı nasıl yedi?" dedim lobideki koltuklara geçip otururken.

"Toplantıya girmiyor muyuz?" dedi Murat kararsızca.

"Keyfim isteyince gireceğiz." dedim bakışlarımı Ateş'in üstünden ayırmadan.

Viskisini yudumlarken, sırtını bara yaslamıştı ve bana bakıyordu. Gözleri beni baştan aşağı süzerken Pusat da ona bir şeyler söylüyordu.

En son ona ne dediyse bana bakmayı bıraktı ve Pusat'a ters bir bakış attı.

"Sidik mi yarıştırıyorsunuz?" dedi Murat karşıma geçerken. "En önce hanginizin pes edeceğine mi bakacağız?"

"Bana iyi bir şişe açtır." dediğimde sabır çekti.

"İçiniz dışınız içki oldu." Söylenmesine rağmen bana bir şişe almaya gitti.

"Şu an bilerek duruyor, belki de böyle yaparak toplantıya girmeyecek ve toplantı kendiliğinden düşecek." dedi Çelik gözü telefonundayken. "Fikret üyelerin gerildiğini söylüyor beklemekten."

"Üyeler de gerilmeye yer arıyor amına koyayım."

Murta elinde bir şişe ve üç kadehle döndüğünde Ateş hala bize bakıyordu. Çelik bana bir kadeh doldurup uzattığında Ateş'e doğru kaldırdım kadehimi.

"Cidden bizim grup şey yaptığımızı mı düşündü?" dedi Murat karşıma oturarak.

"Ne yaptığımızı mı?"

"Emin ol bunu fazlasıyla edepsiz şekilde söyleyebilirim ama grup işi olunca beni bozar." dedi Murat yüzünü buruşturup Çelik'e bakarken.

"Hadi ama hepimiz bu anı kafamızda bir saniyelik de olsa canlandırdık." dedi Çelik onu biraz daha çıldırtmak için.

"Çelik işin içinde olmazsa, sen de evli olmasan ben tamamım bu arada gruba."

"O zaman grup olmaz ki," dedi Çelik.

"Başka bir kadın daha olsa diyorum, iki de olabilir, hatta üç de." dedi ve birden durdu. "Sikeyim, sana benzemeye başladım." derken bu düşünce onu dehşete düşürmüş olacak ki gözleri irileşmişti.

"Asla bana benzeyemezsin çünkü ben eşsizim." dedi Çelik kollarını iki yana açıp gövde gösterisi yaparak.

Onlar konuşuyordu, biz sadece Ateş'le bakışıyorduk ve bu bakışmanın sonu hiç gelmeyecek gibiydi.

Pusat ona ne söylediyse bakışlarını üstümden çekti, kaşları çatılırken Pusat'ın uzattığı telefona ardından da bana baktı. Cinayetten haberdar olmuş olabilirdi.

Bana arkasını döndü, kadehini sertçe bara bıraktı. Ardından da bana bir daha bakmadan hızlı hızlı toplantı salonunun olduğu koridora girdi.

"Ne yapıyor sence?" dedi Çelik başını bana doğru eğerek.

"Konu Ateş'se emin ol ne yapacağını kestiremezsin." dedim ve ben de yerimden kalktım.

Eğer ne yapıyorsa lehime olmadığı kesindi. Ben önden yürürken Murat ve Çelik de arkamdan geliyorlardı. Cebonayan kapısı iki yana açılırken masanın bir ucunda Ateş vardı ve henüz yerine oturmamıştı. Tam karışında olan masanın diğer ucundaki koltuk da boştu.

O koltuğun başına geldiğimde Ateş yüzünden hiçbir şey anlaşılmayan ifadesiyle beni izledi.

"Merhaba," dedim ben de ama onun gibi ifadesiz değildim aksine yüzümde içimdeki kötülüğü güldürecek kadar masum, o kötülüğü tatmin edecek kadar da dik bir ifade vardı.

Üyeler beni incelerken bu sefer abiye değil de deri pantolonla geldiğim için sanırım tepeden tırnağa incelememişlerdi.

"Ben de senin gelmeni bekliyordum," dedi ve elini kaldırarak yerimi işaret etti. "Otur lütfen." Kendisi hala ayaktaydı.

Lider hala oydu, koltuğa oturdum dostane bir tavırla gülümseyerek.

Ateş de dirseğine kadar kıvırdığı siyah gömleğinin ve düzgünce şekillendirilmiş saçlarıyla asla gülümsemiyor, üstten bir tavırla izliyordu herkesi.

Ayakta durmaya devam etti, hemen arkasında Pusat da tetikte bekliyordu ve Pusat'ın elinde önü görünmeyen bir kâğıt vardı.

"Hepiniz hoş geldiniz, ben uzun bir konuşma yapacağım ama bundan önce söz hakkı isteyen biri var mı?" dedi ve oturdu, arkasına rahatça yaslanırken bakışları üyelerin üzerinde geziniyordu.

"Aslında konuşulacak çok konu var Ateş." dedi Arhan'ın annesi.

"Hepinizi dinleyeceğim." dedi güven verici şekilde başını sallayarak.

"Evet hepimizin fazlasıyla problemi varken, bu masada toplanmışken doğru düzgün bir toplantı bile gerçekleştiremedik." dedi Yahya Şafak.

"Bu masada olma sebebimiz kendimizi en iyi yere getirmek." dedi Sancak beni savunmaya çalışarak.

"O zaman bu masadaysak bu masadakileri ilgilendiren konuları konuşalım! Masanın dışında olan insanları gündeme katıp masayı oyalamayalım." Bunu da bir adam söylemişti ama o kadar masa kelimesi geçmişti ki odaklanamamıştım.

"Tüm konuları masaya yatırıp düzgünce konuşmalıyız. Liderlik de buna dahil." dedi Fikret de.

"Eğer biraz daha saçmalarsanız bu masayı yumruğumla kıracağım." dedi Ateş'in yanında oturan bir adam da yumruğunu masaya vurarak.

Ateş'le göz göze geldiğimizde ikimizin de yüzünde aynı ifade vardı. Eli dudaklarındayken gülüşünü bastırmaya çalıştığını biliyordum, belki diğerleri bunu göremiyor olsa da kahkaha atmamak için kendini tuttuğu bir an olduğunu biliyordum.

Ben de gülmemek için bakışlarımı ondan ayırıp derin bir nefes alma ihtiyacı duydum.

Ciddileşmemiz gerekiyordu ve biri daha masa derse ikimiz de kesinlikle bu toplantıyı devam ettiremeyecektik.

Ateş kendini toparlayarak yüzündeki ifadeyi tamamen dağıttı ve ciddi lider havasıyla ayağa kalktı.

"Bu toplantımızda sorunlarınızı çözemediğimin, hatta saçmalık denilebilecek şeylerle uğraştığımızın farkındayım. Bizi bu şekil küçük sabotajlarla oyaladıkları için Ferit Uzuneri ve takımını kınıyorum. Biz severiz bir şeyleri kınamayı ama sadece kınamakla kalırsam bunun benim gibi bir lidere yakışmayacağını düşündüm."

Bakışları herkesin üstünde yavaş yavaş gezinirken, bu konuşmayı yaparken ayakta olması buradaki herkesten üstün olduğunu anlatma çabasıydı ve beceriyordu da.

Sakince onu dinlemeye devam ettim. "Karşıma çıkardıkları kişinin karım olması da beni fazlasıyla şaşırttı. Ben karıma gerçekten aşık bir adamdım ve o karşıma çıkana kadar da onu tüm dünyada aramıştım." Gözlerime bakarken gözlerinde ne samimiyet ne de sevgi vardı.

"Ona bu koltuğu ben vermiştim, o benim sayemde oturdu bu koltuğa. Beni bir gün sırtımdan bıçaklayacağı ihtimalini düşünmedim." Bakışlarını üstümden ayırdı.

"Aşkın Alanguva'nın Cebonayan hakkında hiçbir bilgi birikimi olmaması bir yana, burada tam olarak ne yaptığını bilmediğini size kesin olarak söyleyebilirim. O zeki bir seri katil olabilir ama bizde katil yeterince mevcut, bizim iyi bir lidere ihtiyacımız var."

Üyeler pürdikkat Ateş'i dinlerken, fazlasıyla da hak veriyorlardı.

Fikret'le bakışlarımız karşılaştığında, sakinlikle ne yapacağımı seyrediyordu.

"Siz gerçekten buraya ait olmayan birinin Cebonayan'ı yönetebileceğine inanıyor musunuz? V babamın deneyleri sonucu oluşmuş olabilir ama bu onun iyi bir lider olacağını göstermez. Evet Cebonayan zamanında yapay askerle üretmek istedi ve çoğunda başarısız oldu ancak başarılı denekler de çıktı. Bu denekler asker olma amacıyla üretildi, lider olmak için değil."

Kimse konuşmuyor, herkes onun konuşmasını dikkatle dinliyordu. Bu sefer herkese ben de dahildim. Sözünün arasına girerek, birkaç süslü cümleyle dağıtmaya çalıştığı gücümü toparlayabilirdim ama bunu yapmak istemiyordum. Konuşmaya devam etmeliydi.

"Şu an koltuğumda hak iddia edebilmesinin tek sebebi de hala karım olması. Hadi ama bu fikri düşünebilecek kadar komik olmayın. Aranızda beni sevmeyenlerin çok olduğunu biliyorum ama bu basbayağı kendi ayağınıza sıkmak." Ellerini masaya dayadı ve gözlerini yine gözlerime dikti.

"Sen karım olduğun için bu gücü buluyorsan buna son vermem gerekiyor. Artık seni sevmediğimden değil ama ben bir liderim ve en önemli şey de örgütümdür."

Karısına hala aşık ama sırf kendini adadığı örgüt için karısından vazgeçen koca modeli çiziyordu.

Kimse bilmiyordu o aşkı için aşkından vazgeçiyordu.

"Bu değil ki karşımda şansın olduğunu düşünüyorum, inan hiçbir şey yapamazsın ama bu ihtimal herkesin kafasından silinsin. Koltuğundan seni men ediyorum, bu katılabileceğin son toplantıydı."

Bu sırada Pusat onun arkasından çıktı. Emin adımlarla yanıma kadar ulaştığında elindeki kâğıdı ve bir de kalem bıraktı.

Bu boşanma dilekçesiydi.

Ülkede tam olarak kaybolduğum için boşanmak için benim imzama ihtiyacı bile yoktu ama istiyordu hem de büyük bir şovun parçası olarak.

Kalem ve kâğıt önümde dururken duruşumu dikleştirdim ama ben ayağa kalkmadım.

"Beni istemeyen bir adamla zorla evli kalacak değilim. Ve bir Alanguva olmadan lider olmak eminim hem daha zevkli hem de adaletli olacak." Ben konuşurken bir salise olsun bakışlarını ayırmamıştı bakışlarımdan.

Ben üyelere döndüm. "Koltukta bir hakkım olmadığını biliyorum ama geçtiğimiz kırk yılın da Alanguvalar tarafından yönetildiğini biliyorum. Son on yıldır neredeyse hiç yeni üyeniz yok bunun sebebi gizliliğinizden mi yoksa artık eskisi kadar güçlü olamadığınızdan mı inanın bunu tam bilmiyorum. Olduğunuz yerde sayıyorsunuz." dedim ellerimi iki yana açarak.

"Belki Cebonayan tesislerinde geliştirilmiş bir mutant olduğum için beni sadece asker olarak görebilirsiniz ama elimde bir askerin bilgilerinden çok daha fazlası var. Stratejilerim, gücüm ve zekamı size anlatma zahmetine giremeyeceğim, bunlarla da övünmüyorum ama neleri kaybedeceğinizi görmenizi istiyorum."

Onun konuşmasında gösterdikleri saygıyı bana göstermiyorlardı, kendi aralarında konuşup beni görmezden gelmeye başlamışlardı.

Bu beni durdurmadı, konuşmaya devam ettim. "Cebonayan lideri olursam sadece ben değil Cebonayan da kazanacak. Hem de beyaz saraydan bir Rus casusu, KBG ajanı."

Son cümlemle tüm gürültü aniden kesildi. Tüm bakışlar üstüme tekrar toplanırken bu bilginin doğruluğunu tartıyorlardı.

"Bu sen değilsin herhalde?" dedi Sancak tereddütle.

"Ah hayır V olmakla çok meşguldüm yoksa bakardım."

"Doğru olup olmadığını bilemeyiz." dedi Didem'in babası.

"Doğruluğunu elbette kanıtlayacağım ama size değil, seçim sürecine girersek üst üyelere."

Ateş'in kaşları çatılırken, bozguna uğramış ifadesini gizleyemiyordu. Onun yirmi dakikada yaptığı konuşma ardından ben sadece iki dakika konuşmuş ve herkesi derin bir düşünce deryasına sürüklemiştim.

Kendi aralarında konuşurken bu sefer beni görmezden geldikleri için değil, beni fazla gördükleri için konuşuyorlardı.

"Şaşırdınız, ben de şaşırmanıza şaşırdım açıkçası. Sanırım hala benim kim olduğumu anlayamadınız ama sorun değil, hepinizle zevkle tanışacağım." dedim yüzümde koca bir gülümsemeyle.

Kendi aralarında bir süre konuştular, en sonunda Ateş'in tarafında olanlar bile benim adaylığımı düşünmeye başlamışlardı.

Ateş yarattığım savaşı izliyordu ama bunun için etrafa değil, gözlerime bakıyordu çünkü onun asıl savaşı oradaydı.

Bakışlarım Ateş'in üstündeyken kalemi parmaklarım arasına aldım. Dışımdaki yıkılmaz ifadenin aksine içimde çok farklı şeyler dönerken elimin titremesi belli olmasın diye kalemi sıkıca sardım parmaklarımla. O kadar sıkmıştım ki parmak uçlarım beyazlamıştı.

Önümdeki dilekçeye baktım, bu sefer gerçekten baktım.

Boşanma dilekçesi.

O imzalamıştı bile.

Madem bunu istiyordu, ona istediğini verecektim.

Bakışlarımız birbirindeyken kâğıda kalemi bastırdım. Aynı anda sanki ömrümün son anındaymışım gibi onunla olan tüm anılar gözlerim önünden hızla geçmeye başladı.

Tanışmamız, alışmamız, sevişmelerimiz, kavgalarımız, yalanlarımız, ihanetlerimiz, aşkımız ve bitişimiz.

Kâğıdı imzaladım.

Salondaki konuşmalar devam ederken uğuldayan kulaklarım yüzünden hiçbirini duyamıyor, olduğum anı idrak etmeye çalışıyordum.

Onun için en doğrusu buydu, artık benden vazgeçmesi için belki de bunun olması gerekiyordu.

Peki benim için?

Bilmiyordum, şu an şu saniye hiçbir şey bilmiyordum sadece aşırı sıcakladığım için terlediğimi ve biraz daha kontrolsüzce titremeye devam edersem lider olarak düşünülmeyeceğimi biliyordum.

Bu halde olan tek ben değildim.

Tüm toplantı ayakta durup, ahkam kesen Ateş koltuğuna çökmüş, ellerini iki yanına dayamış imzaladığım kâğıda bakıyordu.

Belki bunu gerçekten yapamayacağımı düşünmüştü belki de o da yeni yeni idrak ediyordu.

"Bu son bahsettiğin şey, buna biz karar veremeyiz bu zaten üst üyelerin işi." dedi aralarından biri ve diğerleri de ona onay verdiler bazıları sessiz kalarak bazıları da sözlü olarak.

Fikret işte aradığı ortamı tam da bu an bulmuştu. Parlayan gözleriyle bana bakarken gözlerinde gördüğüm gurur ifadesi tıpkı Kaptan'ın ifadesi gibiydi. Hatta o kadar benziyordu ki bir an karşımda Kaptan var sanmıştım.

Çaresizliğimin sarıldığı o gurur ifadesi beni uzun bir zaman ayakta tutmuştu. Hep biliyordum gurur duyulacak şeyler yapmadığımı ama o benim başımı okşayıp 'Aferin evlat' dediğinde yaşadığım mutluluk ve onun bakışları yaptığım pis işleri bile güzelliyordu bana.

"O zaman bu akşamki toplantıyı sonuca bağlayalım. Görünen o ki V'nin liderliği konusunda hepiniz muallaktasınız, daha fazla şey öğrenmek istiyorsunuz. Bunun için üst üyelerle toplantı yapıp, seçim sürecini başlatalım."

Çoğu konuşacak cesareti gösteremese de Fikret'e katılıyorlardı.

"En doğru kararı üst üyeler verir." dedi Yahya Şafak, ardından diğerleri de onu onayladı.

"Kararınız kesinse toplantıyı bitirelim." dedi Fikret, Ateş'e bakarken ama söylenen hiçbir şeyi duymuyor gibiydi, sadece önümdeki imzalı kâğıda bakıyordu.

"Bitiriyor muyuz Ateş?" dedi ve bunu diyen Dilay'dı.

Ateş cevap vermeyince elini Ateş'in bileğine götürmüştü ki Ateş o dokunmadan çekti kendisini.

"Bitmiştir." dedi ama bunu gerçekten toplantıyı bitirdiği için mi yoksa sadece yalnız kalmak istediği için mi söylemişti emin değildim.

Herkes ayaklanırken, Dilay hala onun yanındaydı ve eğilmiş bir şeyler söylüyordu. Ateş ona ne söylediyse aniden bozularak yerinden kalktı.

Herkes gittiğinde, odada artık çok kalabalık değildi. Ateş hala oturuyordu, ben de hala oturuyordum. Çelik ve Murat'ın sesi çıkmasa da arkamda olduklarını biliyordum.

Pusat da kâğıdı verdikten sonra Ateş'in yanına geçmemiş başımda dikilmeye devam etmişti.

"Bitti mi?" dedim ellerimi masanın üstünde birleştirirken.

Ateş cevap vermedi.

Nefes alıyordu ama aldığı derin nefesler ciğerlerine ulaşmıyormuş gibi davranıyordu.

Pusat kâğıdı almak için elini uzatmıştı ki ondan uzak olan bir viski bardağını da bileğiyle sürükleyerek tam boşanma dilekçesinin üstüne dökmüştü.

"Aa kağıt gitti, boşanamadınız." dediğinde bu planlı bir şey mi diye Ateş'e baktım ama hayır o da şaşırmıştı. "Artık sonra yeni imzalarsınız." derken önümden kâğıdı almıştı.

"Geri ver onu." dedi Çelik öne atılarak.

"Siktir oradan." dedi Pusat kafasıyla da kapıyı işaret ederek.

"Ver lan onu." dedi Çelik ama Pusat geriye atıldı. En sonunda Murat da yakınlaştığında boşanma kağıdını ağzına tıktı.

Murat ve Çelik o kadar şaşırdı ki aniden durup geri çekildiler.

Pusat boşanma dilekçemizi çiğniyordu!

"Ne yapıyorsun sen?" dedi Ateş de en az onlar kadar dehşet içinde.

Pusat ağzındaki kağıtla konuşmaya çalıştı ama konuşamayınca ellerini iki yana kaldırdı.

"Deli la bu!" dedi Çelik olanları idrak etmeye çalışarak.

Pusat çiğnemeye devam ediyordu.

"Ekmek de getirim mi amına koyayım dibini sıyır." dedi Murat da aynı ifadeyle.

Pusat kafasını bir sağa bir sola sallarken sağ elini de kaldırıp birleştirmiş ve 'Çok lezzetli.' der gibi hareket ediyordu.

"Kâğıdı yedi ya la." dedi Çelik de aynı Pusat gibi Ankaralı damarını bastıramayarak.

"Çıkar onu ağzından." Ateş yerinden kalkarken az önceki ifadesi tamamen gitmiş, yerine sadece şaşkınlık gelmişti. Biraz da iğrenti vardı.

Kâğıttan geriye ne kalmıştı bilmiyordum ama Pusat hala çiğniyordu.

"Boğulacaksın salak herif." dedi Ateş ilk aşkına dayanamayarak.

"Yutacak onu." dediğimde üçü de bana baktı. "Onu azıcık tanıyorsam yutacak." dememe kalmadan zaten yutmuştu.

Boğazından geçerken zorlanmış olacak ki hemen masanın üstünde bulduğu ilk bardağı kafaya dikti. Bu da bir viski bardağıydı, tek dikişte içtikten sonra bir bardak daha hemen yuvarladı.

Yüzünü buruşturup birkaç kez daha yutkunduktan sonra nefes nefese kalmıştı.

"Sen ne halt yiyorsun?" dedi Ateş.

"Boşanma dilekçesi." dedi Pusat "Boşanamazsınız amına koyayım ben izin vermiyorum."

"Senin iznin gerekmiyor." dedi Çelik bir eli belinde, hala bir uzaylıyı inceliyormuş gibi Pusat'ı incelerken.

"Siktir oradan, bok gerekmiyor. Ben şahitlik ettim bunların evlenmelerine. Benim iznim olmadan nah boşanırsınız." Hem konuşuyor hem de boğazını tutuyordu.

Koca bir A4 kağıdını yemişti!

"Kafayı yedin sen iyice." dedi Ateş.

"Yanıma gelir misin Pusat?" dediğimde bana yandan bir bakış atıp hemen Ateş'e geri döndü. Omuz silkse de yandan yandan bana bakıyordu.

Ayağa kalkıp Pusat'a ulaştım. Onu bileğinden tutup sürüklemeye başladığımda karşı koymuyor peşimden geliyordu.

"Sen de iyi alıştın amına koyayım her gün birimizi bir yerlerinden çekip peşinde sürüklemeye. Ama dikkat et sonra ısırırım falan malum köpeğim ya ben!" Hem konuşuyor hem de yürüyordu.

Arkamızda üç şaşkın adam bırakıp toplantı salonundan çıktığımızda, onu sürüklemeye devam ettim. Otelden çıktığımızda biraz daha ilerleyip durdum.

Ona doğru döndüğümde hala bileğini tutuyordum ama yüzüme bakmıyordu.

"Pusat,"

"Pusat değil havhav."

"Peki havhav," dediğimde kafasını bana çevirebilmişti. "Seni incittiğim için üzgün değilim zaten amacım sizi incitmekti."

"Özür mü oluyor bu şu an?"

"Özür dilemiyorum! Ama şunu söylemem gerek, köpekler benim en sevdiğim hayvanlardır ve onları insanlardan çok daha fazla severim." dediğimde bir dakika boyunca hiçbir şey söylemeden yüzüme baktı.

"Teşekkür mü edim amına koyayım! Lafa bak."

"Küfür etme amına koyayım!" dediğimde aramızda uzun bir bakışma geçti.

Pusat'ın geniş omuzları çökerken bakışlarını benden ayırmıştı.

"Sen bizi hiç sevmemişsin." dediğinde sigara paketimi çıkardım. Kendime bir dal aldım. Pusat da paketime uzanıp bir dal aldı, Pusat sadece gerçekten dertli ya da üzgünse yakardı.

Önce onunkini ardından kendi sigaramı yaktım.

"Bizi sevseydin bu halde olmazdık. Gidip birkaç piçle hem de senin beynine çip yerleştiren piçlerle yeni bir aile kurmazdın! Bizim ağzımıza sıçmaya çalışıp, bir yıl yokluğunla sınamazdın."

Sessiz kaldım, hiçbir şey söyleyemedim.

"Tamam senin yaşadıkların da ağırdı, senden sakladığımız şeyler normal şeyler değildi. Bizi affetmezsen de haklısın ama bize bunu yapma, bize bunu yaparsan bizi hiç sevmediğini düşüneceğiz hepimiz."

"Size zarar vermek istemiyorum."

"Bizim karşımızda durarak fazlasıyla zarar veriyorsun. Koluna iki tane yavşağı takmışsın benle kocana nispet yapıyorsun! Kuyruğundan da ayrılmıyor kodumun piçleri." Anlaşılan ona karşı olan tavrımdan çok yanımdakilere sinirlenmişti.

"Azrail'in kılıcıymış, o kılıcı kıçına sokunca göstereceğim ben ona dünyanın kaç bucak olduğunu." derken kafasını da hırsla sallıyordu.

İfademi gördüğünde durdu. "Ne o? Çok mu komik?"

"Komik amına koyayım."

"Koy zaten bir onu yapmadığın kaldı, sik belamızı sen de rahatla biz de rahatlayalım." Hızlı hızlı konuşurken durduğunda yüzünü buruşturdu, eli karnına giderken karnını ovaladı.

"Kâğıt yediğim için zehirlenir miyim?" dedi merakla.

"Neyin var ki?"

"Midem bir tuhaf, karnıma da ağrı girdi. Sizin boşanma dilekçeniz yüzünden zehirlenmek istemiyorum." derken çok ciddiydi.

"Onu önüme dilekçeyi getirmeden önce düşünecektin."

"Ateş emretti, ben de çok hevesle getirmedim." dedi yine yüzüme bakmamaya başlayarak.

Elimi omzuna koydum. "Hani bana demiştin ya, iyi ki girmişsin hayatımıza diye hala aynı şeyi söyleyemiyorsun değil mi?" dediğimde yüzünü bana çevirdi, başını bana doğru eğerken bir süre düşündü.

"Evet, söyleyemem lazım ama sikeyim ki kumamın yeri hala çok ayrı." dediğinde derin bir nefes aldım.

"Hala hayatınıza iyi ki girmişim yani?"

"Eğer sen yokken seni bulmak için ne haltlar yediğimizi bilseydin bize bunu soramazdın." dedi ve durdu. "Ne acı çektik be biz de amına koyayım!" Eli omzuma gittiğinde onu izliyordum. "Sana çok kızgınım, kırgınım. Aynı şeyleri senin de hissettiğini biliyorum. Birbirimize çok zarar verdik ama iyi ki de girmişsin hayatımıza Aşkın." dedi ve bana sıkıca sarıldı.

Sarılışına sanki uzun zamandır bu anı bekliyormuşum gibi karşılık verirken o iri göğsüne başımı gömdüm. Dış görünüşünün aksine tatlı bir yumuşatıcı gibi kokan teni bana uzun zaman sonra ilk defa ait olduğum yerdeymişim gibi hissettirirken bu düşünceleri de hisleri de durdurmaya çalışıyordum.

Ellerim Pusat'ın sırtındayken o da bir eliyle saçlarımı okşuyordu, beni göğsüne gömmüştü ve ikimiz de ayrılmak için hamle yapmıyorduk.

Ne kadar süre bu şekilde kaldık bilmiyordum ama ondan ayrılmak istemediğimi biliyordum.

Üstümüze düşen kar tanelerini de soğuğu da hissediyordum ama sarıldığım iri beden beni her şeyden koruyacakmış gibi sarmıştı.

"Sen benim kardeşimsin." dediğinde ona daha sıkı sarıldım, buna ihtiyacım vardı. Herkesi kendimden uzaklaştırmaya çalışırken bu yaptığım çok saçmaydı ama o kadar özlemiştim ki dayanamamıştım.

"Bir gün cenazeni bulacağız diye aklım çıkıyordu. Biz senin öldüğünü düşünüp ölürken senin yaşadığını gizlemen bizi mahvetti. Ama her şeye rağmen seni çok seviyorum."

Birbirimizden yavaşça uzaklaştığımızda yüzüne baktım. Koyu gözleri yaşlarla parıldıyordu ama akmıyorlar, sadece gözlerini patlatıyordu.

"Yeni kumanı da çok sevdin herhalde?" dedim ondan uzaklaşarak.

"Ceylan'ı mı?" Cevap vermedim. "Sen beni kıskandın mı?" derken sırıtıyordu.

"Yok git istediğin kişiye kumalık yap, zaten biz artık Ateş'le birlikte değiliz." dedim omuz silkerek.

Güldü, kolunu bana uzattığında koluna girdim. Yavaşça otelden uzaklaşmaya başladığımızda ikimizin de üstünde ceket ya da mont yoktu ama soğuk hava iyi geliyordu.

"Ceylan'la gerçekten birlikte değil ki,"

"Biliyorum." dediğimde şaşırdı.

"Niye kıskanıyorsun o zaman?"

"Kıskanmıyorum."

"Aynen amına koyayım ben de kelim zaten." dediğinde ona dil çıkardım.

Tam konuşmak için dudaklarımı aralamıştım ki laf sokacağımı anlayarak konuştu tekrar. "Kellikle alakalı bir kelimeni bile kaldıramam, otuzuma girmek üzereyim zaten ödüm kopuyor dökülecekler diye. Hayır yani benim hiç böyle korkularım yoktu, hepsi senin yüzünden oldu." dediğinde yine gülmüştüm. Ve sanırım uzun zaman sonra ilk defa gülebiliyordum.

"Ceylan'ın kim olduğunu biliyor musun peki?" dediğinde omuz silktim.

"Kimse Ateş'in ona değer verdiği belli."

"Veriyor, hepimiz veriyoruz." dedi tepkimi izlerken.

"Belki ben hayatından tamamen çıktığımda onunla olabilir sonuçta o nahif bir kadın." dediğimde bana ters ters baktı.

"O imkânsız canım ya."

"Neden? Ceylan robot mu?" dedim dalga geçerek ama Pusat gülmedi. "Ne?" dedim irileşen gözlerimle dururken.

"Yani tam olarak değil, Ateş'e kalsa hiç değil ama Ateş onu hayatta tutmak için değişik şeyler yaptı. Ve ne yaptığını sakın sorma Ateş'e yüz kere sordum bir kelimesini anlamadım."

"Yine de hayatına giren kadınlar olmuştur, Ateş seks hayatına düşkün bir adam."

"Belki bunu söylediğim için Ateş beni boğacak ama inanır mısın bırak birlikte olmayı bakmadı bile kimseye. Sen gittin gideli libidosuyla nasıl başa çıkıyor bilmiyorum."

"Nasıl yani? Ateş kimseyle yatmadı mı?"

"Benim bildiğim hayır." dedi tepkimi izlerken. "Gerçi bir ara bir kız otel odasından çıkmıştı. Emer bir bombaydı, mankendi hatta."

"Öyle mi?" Adımlarım yavaşlamıştı.

"Değil, taşşak geçiyorum. Kıskanman hoşuma gitti. Bir de eminim sen dünyada adam bırakmamışken Ateş'in Rahibe Teresa gibi gezmesi tadımı kaçırdı."

"Evet amına koyayım herkesle yattım! Her önüme çıkan adamla yattım! Grup da yaptım amına koyayım." Tamamen durmuştum artık.

"Bana neden kızıyorsun?"

"Gözünüzde nasıl biriyim? Tamam kocamın koltuğunu almaya çalışıyor olabilirim ama hala evliyken sürekli birileriyle yatacak da değilim."

Sözlerimle o da şaşırdı. "Ne yani? Sen kimseyle olmadın mı? Hayatta inanmam." İnanmaları gerekmiyordu, omuz silktim.

"İnanma zaten, diyorum ya artık grup takılıyorum." dediğimde kafasını iki yana salladı.

"Hayır, sen de kimseyle yatmadın." derken sırıtıyordu. En azından o Çelik ve Murat'la grup takıldığımı ima etmemişti. "Senin gibi kuduruk bir insan nasıl olur dayandı aklım almıyor. Ateş'inkinden daha çok şaşırdım bak."

"Çok konuşma!" dedim yine onunla yürürken. "Bahar'la neden ayrısınız?"

"Hiç barışmadı benimle, senden sonra toparlayamadı. Beni artık hayatında istemiyor. Aslında ben de çok burnumu sokmak istemiyorum. Hep o istediği hayata sahip, normal bir üniversite öğrencisi gibi yaşıyor işte." derken onun için mutluydu ama çok da kırgındı.

"Hiç konuşmadınız mı?"

"Konuşmak için çok çabaladım ama konuşmalarımız bir yere de varmadı. İstemiyor artık işte beni. Çok da güzel zalimin kızı, üniversitede buna yavşayan herifleri bir gör kafayı yedim amına koyayım."

"Çok mu kıskandın sen?"

"Kıskanırım tabii, Bahar'ım da saf kıyamam millet arkadaş olarak yakınlaşıyor sanıyor ama herifin bakışlarını bir gör utanmasa yiyecek kızı bak yine sinirlendim sikeceğim belasını." Kıskançlıktan kuduruyordu.

"Sen de pek kendini affettirmeye çalışmıyorsun gibi."

"Çalışmıyorum, artık onunla olmak istemiyorum." dedi ve nefesini verdi. "Basana halimize, belamız sikildi. Sürekli birilerini kaybediyoruz. Benimle olmasın ama mutlu olsun, en azından yaşar."

Aramızda uzun bir sessizlik oluştuğunda yine konuşmaya başladı ama bu sefer konu farklıydı. "Sen bu heriflerle nasıl çalışmaya başladın? Onlar mı çıkardılar seni karakoldan?"

"Evet, onlar çıkardılar."

"Sonra kendinize çirkin bir takım mı kurdunuz? Sen takımlardan nefret edersin. Nasıl ikna oldun onlarla çalışmaya?"

"Beni götürdüklerinde bunu istemiyordum ama bok gibi bir haldeydim. Kocamın yalanıyla yüzleşmiş, aynı zamanda tüm ailemin de bu yalanı sakladığını öğrenmiştim ve her şeyimi, ablamı kaybetmiştim. Şartlar hiç normal değildi, evet benim hayatımda hiçbir zaman şartlar normal değildi ama en boktanı buydu."

"Seni böyle göreceğimi düşünmemiştim, eğer bir gün seni görürsem görünüşünü tamamen değiştirmişsindir diyordum. Saçını boyatır lens falan takarsın diyordum."

"Kendimde nefret ettiğim şeyleri değiştirmeye çalışırsam kendimi tamamen yok etmem gerekir." dediğimde bakışları durgunlaştı. Daha fazla bir şey söyleyemezken derin bir nefes aldı.

Yolumuzu az önce döndürdüğümüz için otelin önüne gelmiştik yine. "Ateş'e bu konuştuklarımızdan bir kelime bile söylemeyeceksin. Yoksa fena yaparım seni."

"Öyle mi ne yapa," Cümlesini tamamlayamadan ona dakikalardır elimde tutup, belimin arkasında sıka sıka serleştirdiğim kar topunu yüzüne fırlattım.

Kar topu tam gözünün altına, elmacık kemiğine gelirken küfür ederek uzaklaştı benden.

"Sikeyim Aşkın ya," dese de arkasını dönüp o koca elleriyle iki tane kocaman kar topu yaptı. Birini tam yüzüme hedef almıştı ama ben başımı eğdim ama aynı anda attığı omzuma gelen kar topundan kurtulamadım.

Kısa bir savaş verdikten sonra ikimiz de fazlasıyla üşümüştük. Pusat'ın elmacık kemiği kıpkırmızıydı.

"Zaten midem sikilmişti, gözümü çıkaracaktın bir de." derken bir yandan karnını ovalarken diğer yandan da yüzünü tutuyordu.

"Ateş'e seni dövdüğümü söyle."

"Yok canım." dedi ona göre sesi fazla ince çıkarken.

"Öyle söyle yoksa Bahar'ı alıp kendi daireme götürürüm sonra o da en az senin kadar iri olan Çelik'e âşık olur. Biliyorsun bebeğim Bahar iri herifleri seviyor."

"Öyle bir şey yaparsan o herifi kanırta kanırta öldürürüm." dedi gözlerini irileştirirken.

"Ateş'e ikimizin yoğun bir tartışma yaşadığını hatta bu tartışmanın fiziksel boyutlara ulaştığını söyleyeceksin. Seninle konuştuğum bir kelimeyi bile duyarsam,"

"Tamam be tamam." derken otele varmıştık.

Kapıdan girerken ikimiz de yüzümüzü asarak birbirimizden uzaklaştık. O sağa doğru yürürken ben sola doğru yürüdüm.

Pusat, Ateş'in yanına ulaştığında hala yüzünü tutarken beni şikâyet ediyordu. 

Ona ne söylediyse Ateş'in o mafya babası ifadesi kısa bir süreliğine de olsa yok olmuştu.

Onları daha fazla izlemeyerek asansöre yürüdüm, dairemin olduğu kata çıkana kadar da bir üye görmemiştim.

Daireme girdiğimde elbette boş değildi. Murat, Çelik ve Fikret beklediğim gibi buralardı ama yanlarında diğerleri de vardı.

Hazel, Selin, Lila ve Derek. Burada olmalarına hiç gerek yoktu.

"Neden geldiniz?" dedim içeri tamamen girerken.

"Biz de seni özledik V," dedi Hazel.

"Bugün yaptığın hamleyi anlattım, onlar da daha fazla evde kalamayacaklarına karar verdiler. Zaten toplantı daha fazla yapılmayacak." Konuşan Fikret'ti.

"Bize hamleni neden söylemdin?" dedi Çelik kısık gözleriyle beni incelerken.

"Gerek görmedim." dedim omuz silkerek.

"Orada Alanguva'nın her şeyi bitirdiğini sandık." dedi Murat da.

"Gerçi boşanmanız bizi oldukça engelleyecek." dedi Fikret.

"Boşanamadılar." dedi Çelik inanılmaz gıcık olmuş şekilde.

"Nasıl?" dedi Fikret anlayamayarak.

"Pusat ayısı kâğıdı yedi! Koca kâğıdı çiğnedi çiğnedi yuttu herif!" dedi Murat da hala o andakiyle anı şoku yaşamaya devam ederek.

Derek buna sesli şekilde gülerken, ardından diğerleri de o gülüşe eşlik etmişlerdi.

"Ateş hala çok aşık, zaten boşanmaz." dedi Murat da. "O an kâğıdı imzaladığında dünyası başına yıkıldı herifin. Kendisinden hiç haz etmiyorum ama sana duyduğu aşk, çok saygı duyulası." dediğinde nefesimi verdim.

"Diskoya gidiyor muyuz bu gece?" dedi Çelik Fikret'e bakıp gülerken.

Disko demesine diğerleri de gülerken Fikret başını olumluca salladı. "Burada sayılı günleriniz. Ne kadar iş üst üyelere kalmış olsa da buradaki insanlar da önemli. Büyük ihtimalle de yarın akşam kapanış balosu yapılacak. Şimdi siz üçünüz gidin, diğerleri odada kalsın. Baloya da ne yapacağımızı bakarız. Çok göz önünde olmayın, kalabalığımız göze çarpmasın."

"Neden moruk ya?" dedi Selin.

"Buraya gelmenize bile zor izin verdim bir de soruyor musun Selin?" Onlarla daha fazla muhabbet etmeyerek odama geçtim.

Üzerimdekileri çıkarıp siyah dantelli, derin göğüs dekoltesi olan bir üst ve de kalçamın altında biten bir deri etek giyindim. Saçlarımı elimle kabarttım. Uzun, ince siyah topuklularımı da giyindiğimde makyajımı olduğu gibi bırakıp, dudaklarıma parlak bir gloss sürdüm.

Hazırlanmam beş dakikayı geçmezken salona döndüğümde hala herkes aynıydı.

Çelik yine hep yaptığı gibi beni uzun uzun süzerken Derek bu sefer Lila'yı kucağına çekerek bana bakmasını engellemeye çalışmıştı.

"Tüm gün neredeydin V?" dedi Fikret.

"İşlerim vardı." dedim sorgulamaması için ona sinir bozucu bir bakış atarak.

"Çene çalmayıp çıkalım, gece bitiyor." dediğimde Murat ve Çelik de ayaklanmışlardı. Diğerleriyle çok fazla sohbet etmek istemiyordum.

"Onları kırıyorsun." dedi yine Murat.

"Bana bir daha bunu söylersen sana kötü şeyler yapacağım." Arkamdan yürüyordu ikisi de.

"Ne kadar kötü şeyler?" dediğinde omzumun üstünde ona döndüm. Saçlarım savrulurken göğsüne çarpmıştı.

"Sen Çelik'i mi örnek alıyorsun kendine?"

"Yoo, ben seninle ilk tanıştığımda da sana bayağı bayağı yürüyordum. Gerçi şu an yürümüyorum, evlisin sen."

"Sikeceğim amına koyayım ya." derken asansöre ulaşmıştık.

Çelik en üst kata basarken bu kat Ateş'in dairesinin olduğu kattı. "Alanguva da buradaki sayılı günlerini değerlendiriyor. Sevgilisiyle locada şu an."

"Sever kendisi locaları." dedi Murat da gülerek.

Bakışlarımla ikisini de sustururken asansör durmuştu. Bir tarafta Ateş'in dairesi varken ileride terasın yanında bir kapı vardı. Ve büyük ihtimalle asansörün çıkmadığı ayrı bir kattı.

Kısa merdiveni tırmandığımızda geniş kapı iki yana açıldı ve dışarıda asla ses yokken, içeriden gelen yüksek sesle yüzümü buruşturdum. Bugün yeterince beynim sikilmişti kurşun seslerinden.

İçeri geçtiğimizde Cebonayan üyeleri ve üyelerin aileleri vardı, genelde gençler vardı. Gözüm şimdiden Didem ve Yade'yi bile görmüştü. Diğer günler görmemiştim ya yeni gelmişlerdi ya da aileleri toplantıya katılırken onlar Rusya'yı geziyorlardı.

Ateş oradaydı, bir locada oturuyordu. Hemen yanında Ceylan masmavi, mini parlak bir elbisenin içinde, gözlerinin rengini daha çok çıkaran makyajıyla oturuyordu. Pusat, Tarık, Deniz, Naz ve Bahar da onların yanındalardı.

Sabah kahvaltıdan sonra Türkiye'ye döneceklerini düşünmüştüm. Onlarla konuşmak istemiyordum, onlarla konuşabilecek bir yüzüm yoktu. Bana öfkelilerdi.

Biz de onların tam yanındaki locaya geçtiğimizde hepsi bizi fark etmişti. Ben onların yanına gitmedim, onlar da benim yanıma gelmedi.

Hemen bir şişe açmalarını isterken arkama yaslandım. "Düşündüğümden daha kalabalıkmış." dedi Murat etrafı incelerken.

"Onlarla konuşmayacak mısın?" dedi Çelik de beni incelerken.

"Yok, gitsinler artık." derken sesim çok zayıf çıkmıştı. Çelik'le aramızda uzun bir bakışma geçti ta ki şişelerimiz gelene kadar.

Bana doldurduğu viski bardağını tek dikişte bitirip önüne ittim tekrar doldurması için.

"Bu gece biraz dikkat mi etsen?" dedi kadehimi doldururken.

"Ben her halimle çok dikkatliyimdir, sen bunları kafaya takma." dedim ona yapmacık bir şekilde gülümserken.

"Bugün sana aşırı derecede gıcık oluyorum." dedi Çelik de arkasına yaslanırken.

"Bahar'ı saldırıdan kurtardığın zaman seni tarif etmişti ama seni bulamadık." dediğimde bana döndü.

"Tek kılık değiştirmek için küçük hileler yapan sen değilsin."

"Peki neden kurtardın onu? Masum olduğu için mi yoksa bizi uzaktan izlerken hepimizle duygusal bağ kurduğun için mi?" dediğimde alt dudağını ıslattı. Yüzünü yüzüme yakınlaştırırken doğru yere parmak bastığımı biliyordum.

"Sizi sadece çok sıkıcı bir grup olarak görüyordum."

"Biz grup değildik, sizin aksinize." dediğimde bakışları dalgınlaştı. "Onlar seviyorsun." dedim onların olduğu masaya bakarken.

"Yok, ne alaka." dedi omuz silkerek.

"Seni tanıyorum Çelik. Tarık yerine üstüne atlayan başka biri olsaydı onu bir yumruğunla bayıltmıştın. Ayrıca kendi grubuna bile böyle bakmıyorsun." dediğimde bu sefer itiraz etmedi. "Çok zor muydu?"

"Ne zor muydu?"

"Hayal ettiğin hayatı yaşayamamak, birlikte olmak istediğin insanları uzaktan izlemek?"

Bir süre sessiz kaldı, biten kadehini yenileyip yine arkasına yaslandığında bu sefer bana biraz daha yakınlaşmıştı.

"Sizi uzun zaman izledim, izledikçe hepinizi tanıdım. O kadar." dedi sonlara doğru kısılan sesiyle.

Onu daha fazla zorlamadım.

Karşıdaki locaya baktığımda Ceylan, Ateş'in kulağına doğru yükselmiş bir şeyler söylüyordu. Ne söylediyse Ateş başını olumluca salladı.

"Gerçi Alanguva aşık aşık diyoruz da, Ceylan'a da çok yakın davranıyor." dedi Murat.

"Erkekler işte, hepsi aynı." dedi Çelik.

"Sen nesin?"

"Ben mükemmelim." dediğinde kafamı iki yana salladı. "Ne? Değil miyim? Mükemmelin de mükemmeliyim amına koyayım."

"Ne oldu şimdi buna?" dedi Murat.

"Geliyorlar arada ona."

"Yalnız Ceylan da bayağı güzel." dedi Murat bakışları uzunca kızın üstünde gezinirken.

"Su gibi," dedi Çelik de. "Ama benim V'min yanından geçemez o geyik." derken kolunu boynuma dolayıp beni kendine çekmişti.

"Tamam yavşama." desem de ben onu ittirirken yanağımdan öptü.

"Bu da Ateş'i çıldırtmak için her fırsatı kovalıyor." dedi Murat.

Ateş'in bakışları bizim üstümüzdeyken, kaşları derince çatılmıştı. Çelik'e öyle kötü bakıyordu ki bakışlarıyla birini kesebilme gücü olsaydı Çelik şu an paramparçaydı.

Açıkçası bu durumdan çok sıkılmıştım. Bir oyun oynuyor olabilirdi, hatta oyun olmasa da başka bir kadınla birlikte olabilirdi. Ancak ne oyunda ne de gerçeklikte bana böyle bakamazdı. Çünkü ben onu kıskandırmak için çabalamıyordum.

Ateş'in diğer tarafına Bahar oturuyordu, Pusat'tan en uzak köşedeydi yine. Pusat da ara ara yüzünü buruşturarak karnını tutuyordu. Naz ve Deniz yan yanalardı ama birbirleri dışında her yere bakıyorlardı. Tarık sessizdi, arada bana bakıyordu ama gelmek için bir hamle yapmıyordu. Neden buraya geldiklerini bilemiyordum, eğlenmeye gelmedikleri kesindi. Bana çok hesap sormak istiyorlarsa da direkt odama gelebilirlerdi.

Oturduğumuz locaya yakınlaşan Didem'i gördüğümde kendime yeni bir kadeh daha alıyordum. Bakışları Murat ve Çelik'in üstünde gezinirken kaşları havalanmıştı.

"Merhaba," dedi ve izinsiz şekilde siyah deri koltuğa oturdu. Tam konuşmaya devam edecekti ki yine bakışları ikisine kaydı. "Tanrım ne yakışıklı adamlar böyle,"

Çelik sırıtarak ona göz kırptı. "Görüyor musun bebeğim? Hiçbir şey yapmasam bile insanların aklını durduruyorum." derken bir yandan da saçını düzeltiyordu.

"Başına gelenler için üzgünüm. Başın sağ olsun." derken ciddi mi yoksa oynuyor mu diye anlamak için bir süre yüzüne baktım. Evet artık her haltın oyun olduğunu düşünecek kadar paranoyak olmuştum. Önceden de paranoyaktım ancak artık bu seviye atlamış bir delilikti.

"Neden geldin Didem?"

"Eğer yaşadığın ortaya çıkarsa seni yakalayabilirler. Nasıl olur da bu kadar rahat olabiliyorsun?"

"Planlarımı seninle paylaşacak değilim."

"Anlıyorum, seni gördüğüme şaşırdım." dedi ve Ateş'e baktı. "Sanırım senin de kalbini kırdı. Ateş bu, sever oyunlar oynamayı. Sana nahif kadınları sevdiğini söylemiştim ama bence onu,"

"Didem kocamın eski sevgilisiyle, yeni sevgilisinin dedikodusunu yapmayacağım." dediğimde gülecek gibi oldu.

"Tamam, haklısın. Ben kalkayım." dedi ve ayaklandı. Murat ve Çelik'e öyle bakıyordu ki her an ikisinden birinin kucağına atlayabilirmiş gibi duruyordu.

"Onları ödünç alabilir miyim?" deyip bana sorduğunda Çelik güldü.

"Pezevenk miyim ben Didem?" dediğimde bu sefer Murat da güldü.

"Bana sorabilirsin, üstümde birkaç tur atman hiç sorun olmaz." dedi Çelik ve Didem'in gözleri parlarken ona elini uzattı.

Ancak Çelik onun elini tutmadı. "Başka zamana sözüm olsun." dedi göz kırparak Didem elini indirirken bozulmuştu ama belli etmemeye çalıştı. Kırmızı mini elbisesinin içinde bizden uzaklaşırken onu bugün başka bir erkeğin reddedebileceğini sanmıyordum.

"Neden gitmedin?" dediğimde omuz silkti.

Deniz onların yanından kalkıp benim locama geldi. Oturduğunda Murat ve Çelik'e kötü bakışlar atmayı da ihmal etmedi.

"Bizimle konuşmayacak mısın Aşkın?"

"Benimle konuşmak isteyen sizdiniz."

"Bu akşam Tarık ve Bahar dönmek istediler. Ateş gitmelerine izin vermedi."

"Bence de gidin artık." dediğimde nefesini verdi.

"Gitmeyeceğiz Aşkın, ben gitmeyeceğim. Seni bu ne idüğü belli olmayan heriflerle bırakmam ben."

"Beni tanıyorsun Deniz." dedi Murat.

"Ben seni tanımıyorum." dedi Deniz sert sesiyle. Bakışları yine bana döndü. "Seni kullanmalarına izin mi vereceksin?"

"İşime karışmayın. Gidin, kendi işinize bakın."

"Bir işim kalmadı Aşkın."

"Bunun için üzgünüm."

"Üzülme, ben artık üzgün değilim." dediğinde onun ne kadar değiştiğini daha iyi görüyordum. Devletine aşık deniz bir mafyayla çalışıyordu, daha ilerisi yoktu onun için.

"Ama şu itin işe devam ederken benim çıkarılmam da," devam etmedi. Şu it derken Murat'ı kast ediyordu.

"Kırıcı olma Deniz, sen benim arkadaşımsın." dedi Murat ama Deniz onu pek takmadı.

Buraya gelme amacım üyelerle konuşmaktı ama saat epey geç olduğu için çoğu dairelerine çekilmişti.

Ceylan, Bahar'ı bileğinden tutup locadan indirirken Tarık da peşlerinden iniyordu. Dans eden insanların arasına ulaştıklarında üçü birlikte dans etmeye başlamışlardı.

Bakışlarımı zorlukla üstlerinden ayırdım. Masada tek kalan Naz, Ateş ve Pusat üçlüsü de yoğun şekilde bir şeyler tartışıyorlardı. Üçü de gergin dururken dudaklarını okumaya çalıştım ama yanıp sönen ışıklar yüzünden okuyamadım.

Üçü yerlerinden kalktıklarında direkt olarak bizim oturduğumuz locaya geldiler. "Keyifler iyi mi?" dedi Ateş, sesi sakin çıksa da Çelik'in omzumdaki koluna attığı bakışları hiç sakin değildi.

Davetsizce oturduklarında, bakışlarım sadece Ateş'in üstündeydi. "Oturmana izin vermedim."

"İzin mi almıştım?" dedi ve Çelik'e döndü yine. "Kalk oradan."

Çelik güldü. "Gel de kaldır." derken Çelik fazlasıyla keyif alıyordu bu durumdan.

"Ne var Ateş?" dediğimde ondan zorlukla da olsa ayırabildi bakışlarını.

"Konuşmalıyız."

"Sürekli bunu yapıyoruz ama bir yere varamıyoruz."

"Konuşacağız Aşkın."

"Bana sakın emir verme." dediğimde bakışları kısıldı. Bana sadece yatakta emir vermesini seviyordum ve o da sanki bunu hatırlamış gibi bana bakarken parıldayan gözlerini kırpıştırdı.

"Üyeler sevgilin yerine karının yanında olduğunu görürlerse," diye başlamıştım ki Ateş yerinden kalktı.

"Bir daha sevgilin dersen, o güzel ağzını iyi bir şekilde kapatacağım." Üstüme eğilmişti ve ben de ona karşı koyarak bedenimi dikleştirmiştim. Birbirimize düşmanca bakarken çoğu insan gerçekten birbirinden nefret eden iki insan görebilirdi, geri kalan insanlar da birazdan sevişmek için birbirinin üstüne atlayacak iki insan görebilirdi.

Murat ve Çelik aynı anda kalkıp, Ateş'le benim arama geçtiklerinde Ateş sabırla nefes alıp veriyordu.

"Beni çok sıktınız, size iyi eğlenceler." dedim ve yerimden kalkıp yanlarından geçtim. Naz da peşimden geliyordu.

Bara ulaştığımda, Naz da yanımdaydı. "Bu daha ne kadar sürecek Aşkın? Bizi gerçekten istemiyor musun?"

"Gerçekten istemiyorum."

"Dur Aşkın, bunu durdur. Ablan böyle olmasını istemezdi." dediğinde ona baktım. Kahve saçlarını ensesinin altında sıkı bir topuz yapmış, üstüne de her zamanki mütevazi bir elbise giyinmişti. "O senin güzel bir hayat yaşamanı istiyordu! Böyle değil." dedi etrafımı gösterirken.

"Benim güzel bir hayat yaşama ihtimalim, güneşin batıdan doğması kadar imkânsız."

"Bir gün o olacak ne de olsa."

"Ve o gün kıyamet olacak." dediğimde gözleri dolmuştu.

"Seni özledik Aşkın. Her şeyi bıraksan olmaz mı? Eskisi gibi olamaz mıyız yine?" dediğinde cevap veremedim. "Aylin'in tek istediği şey senin mutlu olmandı. Aşkın o senin kimliğini öğrendiğinde sadece yalanların yüzünden değil, senin hayatın mahvolduğu için de mahvolmuştu."

Tenimin yandığını, yüzümün, boğazımın ve vücudumun alev alev yandığını hissettim. Bu yangını hiçbir şeyin dindiremeyeceğini biliyordum. Nefes alamıyordum.

"Yapamam."

"Ama neden? Aşkın neden? Lütfen durdur şunu."

"Yapamam Naz, artık istesem de hiçbir şey eskisi gibi olamaz. Ben şu an ne yaşamayı hak ediyorum ne de özgürce dışarıda olmayı. Şu an bunları yapıyorsam bu sadece amacım için."

"Amacın ne peki? Sen zaten mahvolmadın mı? Daha ne olacak Aşkın? Amacına ulaştığında ne olacak?"

"O zaman her şey bitecek." dediğimde Naz'ın aniden rengi attı. Teni soluklaşırken eli göğsüne gitmişti.

"Hayır, hayır," Kafasını iki yana salladı. "Düşündüğüm şeyi yapmayacaksın. Yapmayacaksın Aşkın!"

"Sakin ol." dedim daha fazla korkmaması için.

"Eğer onu da yaparsan," dedi ama devam edemedi. Gözleri dolu doluydu.

Ağlayacağını anladığında yanımda daha fazla durmadı, hızla uzaklaştı. Ben de barmenden kendime votka istedim.

"Bu güzellikle bir gün kalbimi durduracaksın." Bu ses Sancak'a aitti, arkamdan sessizce yakınlaşmıştı. Yanımda durdu ve dirseklerini bara dayadı. "Gergin gözüküyorsun."

"Benim yerimde sen ol da gör gerginliği." dediğimde gülmüştü.

"Geçen sefer Alanguva yüzünden yarıda kesildiğimizi hatırlıyor musun?" derken alt dudağını ıslatmıştı. "Bu gece bence kesemez."

"Bence de, hadi gidelim." dedim ve votkamı tek dikişte içip bardan uzaklaştım.

Sancak bu tavrımla şaşırmıştı. Alanguva madem bir sevgilisinin bir karısının masasında mekik dokuyordu, o zaman ben de istediğim haltı yiyebilirdim.

Ateş'in bakışlarını üstümde hissediyordum, yapacağı şeyi de biliyordum.

Bardan uzaklaşırken birlikte dışarı çıktık. Çelik ve Murat'a bakmadım ama şaşırdıklarını tahmin edebiliyordum.

"Bu sefer Alanguva odamın kapısını kırmayacak mı dersin?" derken gülüyordu.

"Kıracak ama bu sefer direkt silahla." dediğimde gülmüştü.

"O gelmeden elimizi hızlı tutsak iyi olur o zaman." dediğinde asansöre binmiştik.

"Seninle yatmayacağım."

"Neden?" derken hala eğleniyordu.

"İlgimi çekmiyorsun."

"Ama odama geliyorsun çünkü?" Durdu. "Dur tahmin edeyim, onu kıskandırmak için mi benimle geliyorsun?"

"Zaten bir şey yapmasam da kıskanıyor. Deja vu yaşamak istiyorum sanırım. Adrenalin beni tahrik ediyor." dediğimde sırıtmıştı.

Odasının olduğu kata geldiğimizde asansörden inmiştik.

"Ama odama girdiğinde, fikrin değişebilir." derken hala beni baştan çıkarmaya çalışıyordu.

"Röpteşambır giyersen olabilir." Dairesine geldiğimizde kapıda sadece iki koruması vardı.

İçeri girdiğimizde bakışlarım etrafta gezindi sanki odasını merak ediyormuşum gibi ancak benim merak ettiğim farklı bir şey vardı.

"Ne içmek istersin?"

"Viski." dedim içeriye doğru yürümeye devam ederek.

Bilgisayarı masanın üstündeydi. Camın yanındaki masada duruyordu. Dairesini inceleyip, manzarayı seyrediyormuş gibi masaya yakınlaştım.

O bana viski doldururken sütyenimin içindeki belleği hızlıca çıkarıp bilgisayara taktım.

O bana döndüğünde masaya oturmuş, bacaklarımı sallandırıyordum. Bellek hala bilgisayara takılıydı ve tam kalçamın arkasında duruyordu.

Sancak kadehi bana uzattığında aldım. Bir elinde kendi kadehini tutarken diğer eliyle de gömleğinin üstteki bir düğmesini daha açtı.

"Beni baştan çıkarmaya mı çalışıyorsun?" dedim esmer teni hoşuma gidiyormuş gibi göğsünü izlerken.

"Sanırım yatmama konusunda artık o kadar emin değilsin." derken bana biraz daha yakınlaşmıştı.

Biraz daha vakte ihtiyacım vardı bellek için.

"Yok henüz fikrimi değiştiremedin." dedim kısılan sesimle onu süzmeye devam ederek.

Gömleğinin bir düğmesini daha açtı.

"Neleri seversin Aşkın? İnsanları öldürmek dışında başka hobilerin var mı?" dediğinde başımı olumluca salladım.

"Evet, seks." dedim onu gömleğinin yakasından tutup kendime çekerken. Bu sırada kendi bedenimi de masanın üstüne atmıştım ve sanki düşmemek için masaya tutunuyormuş gibi elimi arkaya atarken hızlı bir hareketle belleği çıkarmıştım.

Bakışları kısılırken fazlasıyla etkilenmişti. "Çok farklı bir auran var," dedi ve dudaklarıma atılacağı sırada silah sesi duyuldu.

Hemen ardından da Ateş içeri girmişti. Sancak irkilerek benden uzaklaştığında Ateş öfkeyle ikimize bakıyordu. Sancak'ın dikkati dağılmışken hızla belleği sütyenimin içine geri koydum. Ateş gözlerini kısarken fark etti mi etmedi mi anlayamadım çünkü şu an öfkeden bir şey görebilirmiş gibi durmuyordu.

"Sen," dedi ve yürümeye devam etti. "Benim karıma dokunabileceğini mi sandın?"

"Haklı çıktın," dedi Sancak silaha bakarken. Ardından da Ateş'e baktı. "İkidir bizi bölüyorsun. Karın seni artık istemiyorsa bunun hıncını benden mi alacaksın?"

Sancak cümlesini tamamlar tamamlamaz Ateş onu vurmuştu.

Silahıyla onu karnından vurmuştu. Bu da yetmemiş olacak ki bir el daha ateş edecekti ki oturduğum masadan kalktım.

Sancak kanlar içinde yere serilirken Ateş'e baktım. Onu öldürmek istiyordu ve onu durduran tek şey şu an Sancak'ın yanına eğilmiş olmamdı.

"Sikeyim Ateş! Bunu çok fena ödeyeceksin." Sancak'ın bağırışı onda sadece alaylı bir gülüş bıraktı.

"Sen benim karımı odana alamazsın, aklında onunla ilgili saçma şeyler kuramazsın yoksa bak alırım iki kuruşluk canını." derken silahı elinde sallıyordu. Takım elbisesi buruşmuş, saçları karışmıştı ve inanılmaz derecede seksi gözüküyordu.

Sancak'a kısa bir bakış attım, eğer Ateş birkaç kez daha ateş etmezse yaşayabilirdi. Odadan çıktığımda kapıdaki korumalarına baktım, onlar hayattaydı hatta onlar bayıltılmamıştı da.

Ateş işte böyleydi. Düşmanının bile korumasına sahipti, bu yüzden sürekli kazanıyordu puşt.

"Patronunuz ölüyor, hastaneye yetiştirin."

"Ateş abi mi?" dedi biri gözlerini irileştirerek.

"Hay sizin abinize." dedim oradan uzaklaşıp asansörlere yürürken.

Ateş'in peşimden geldiğini duyuyordum ama aramızda mesafe vardı. Ben asansöre bindiğimde o hala bana doğru yürüyordu. Asansörün kapısı kapanırken, o da tam önünde duruyordu.

Sarı gözleri parıldarken, asansörün gri kapıları kapanırken onun o avcı bakışlarıyla birlikte yukarıda bıraktı. Benimse yüzümde her zamanki alaylı gülümsemem vardı.

Kendi katıma indiğimde de, daireme girdiğimde de kimseyi görmedim. Diğerleri gitmiş miydi bilmiyordum ama dairenin boş olması beni rahatlatmıştı. Bir de onların çenelerini çekecek halim hiç yoktu.

Odama girdiğimde, dairenin kapısının da açıldığını duydum ama bunu umursamadım. Belleği çıkartıp makyaj masamın çekmecesinin içine bıraktım.

Çok geçmeden benim odamın kapısı da açılmıştı ve karşımda kocam duruyordu.

"Odama bu şekilde dalmaya devam edersen sana kötü şeyler yapacağım." derken kulağımdaki küpeleri çıkarıyordum.

"O herifle yatacak mıydın?"

"Evet, ben herkesle yatıyorum. Biriyle yatmazsam elim ayağım titriyor bağımlıyım herhalde. Gerçi bu sefer grup olmadığı için çok heyecanlı değildim neyse birazdan Murat'la Çelik gelir." dediğimde gözleri kısılmıştı.

"Özür dilerim, biz ayrıyken başka insanlarla olabilirdin. Sana yaptığım ima çirkindi." dedi ama başka insanlar kısmında rengi değişmişti. Yüzünden kulaklarına kadar kızarmıştı sinirden.

"O zaman neden bizi böldün?"

"Çünkü benim gözümün önünde olamaz! Ben bu kadar geniş bir herif değilim."

"Neden? Sevgilinle herksin önünde geziyorsun ama! Ben bu kadar geniş miyim?"

"Bunu durdurabilirdin!"

"Şimdi suçlu benim öyle mi amına koyayım! Siktir git dairemden." dedim ama o daha çok içeri girdi.

"Sancak'la yatmayacaktın, elinde bir şey vardı." dedi ve bakışları etrafta gezindi. "Yine ne oynuyorsun?"

"O zaman niye vurdun adamı?"

"O onu hayal ediyordu çünkü!" dedi ve yatağımın yanındaki birkaç çekmeceyi açtı. İçerinde çamaşırlar dışında bir şey bulamayınca geri kapattı.

Sadece benimle yatmayı hayal eden birini vurmuştu ve eminim kendini tutmasa öldürürdü de, bir de biz ayrıyken başka insanlarla olabilirdin diyordu. O cümleyi kurarken bile kudurmuştu.

"Odamı böyle karıştırmaya devam edersen çirkinleşeceğim."

"İşte bir onu yapamazsın." dedi bana çapkın bir bakış atıp önüne dönerken.

Hayır, hayır. Buna da düşmemeliydim.

Makyaj masasının yanındaki uzun çekmeceli dolabın ilk çekmecesini açtı ve gördükleriyle o kadar şaşırdı ki bir dakika boyunca hiç tepki veremedi.

Yutkundu, çekmeceye baktı, yutkundu, geri bana baktı, geri çekmeceye baktı, yutkundu...

Eli çekmeceye gitti ve sanki bomba taşıyormuş gibi elini havaya kaldırdı.

O çekmecede değişik renklerde, boylarda ve özelliklerde vibratörler vardı. Eline siyah bir tanesini almıştı ve bayağı da büyüktü.

"Bu çekmece beni mahvetti." dedi yutkunarak. Omuz silktim.

"Sen bunları mı kullanıyorsun?" dedi hala elinde tutarken.

"Evet ve elindeki titreşimli, dehşet iyi."

Kimseyle yatmama sebebim libidomun ölmesinden değildi, şükürler olsun ki o hala yerindeydi.

Bakışları üstümde gezinirken onları nasıl kullandığımı hayal ettiğini biliyordum.  "Sikeyim, dehşet azdım." dedi elindekini geri çekmeceye bırakırken.

Gördükleri ona yetmiş olacak ki daha fazla çekmece kurcalamadı. Hatta o kadar aklı karışmıştı ki odada ne yaptığını bile unutmuştu.

"Hiç iyi değilim," derken bana değil hala çekmeceye bakıyordu.

"Odamdan da dairemden de git, malum bu geceki eğlencemi aldığın için onlardan birini kullanacağım." dediğimde yine bakışlarını bana kaldırmıştı.

Birkaç adımda bana ulaştığında, aramızda hiç mesafe kalmamıştı. "Ne yapıyorsun Aşkın? O casusu nasıl öğrendin sen? Ne işlere bulaştın yine?" Azgınlığı bu kadar sürmüştü anlaşılan.

"Beni hafife alma."

"Seni hafife almıyorum, seni bu kıyametin ortasından çıkarmak istiyorum. Direnmesen olmaz mı?" Alt dudağımı ısırarak kafamı iki yana salladım.

"Bu hep böyle mi olacak peki?" dedi eli belime giderken. Beni birden vücuduna yasladığında nefes almakta zorlandım.

Vücudum hala onu yana yakıla istiyordu. Eli tüm bedenimde gezinsin, terlerimiz birbirine karışsın ve o dudakları her tarafımda gezinsin istiyordum. Onu bu kadar arzulamaktan nefret ediyordum.

"Artık biz yokuz Ateş, senin karın öldü."

"Neyse ki ben ölüleri diriltebiliyorum." dedi dudaklarıma bakmadan hemen önce gözlerime kaçamak bir bakış atarak.

Onu öpmek istiyordum, onu o kadar öpmek istiyordum ki bu bedenimi de zihnimi de tüketecek arzu tüm vücudumu sarsıyordu.

Ona yeniden kapılamazdım, ona bir kez daha yenilemezdim. Kokusuyla kısa bir an gözlerimi kapattım. Ondan uzaklaşıp yatağıma oturduğumda o da bir süre orada durup kendine gelmeye çalıştı ardından da yanıma oturdu.

Onu bilerek yatağıma yatırmayı çalıştığımı anlamasına gerek yoktu.

"Seni o kadar istiyorum ki öleceğim." dedi kısık sesle.

Yastığımı alıp oynuyormuş gibi yakınımıza bıraktım. "Doğru, benden sonra kimseyle sevişmemişsin." dediğimde şaşırmıştı.

"Sen bunu nereden biliyorsun?" dediğinde omuz silktim.

"Pusat'ın çenesi çok gevşek. Bilmiyorsun sanki."

"Bunu özlemişim." dedi gülüşünü bastıramayarak. "Seninle oturup normal şekilde sohbet etmeyi."

"Başka özlediğin şeyler de var gibi görünüyor." dediğimde başını olumluca salladı.

Birden üstüme atlayıp beni tamamen yatağa yatırıp üstüme çıktığında ikimiz de nefes nefeseydik. Tek istediğim sertçe içime girmesiydi.

Eğilip boynuma bir öpücük bıraktı. Dudakları daha aşağı kayarken birden durdu. "Altımda kıvranıyorsun, hala beni deli gibi arzuluyorsun."

"Vücudumun vücuduna saçma bir takıntısı var." dediğimde cıkladı.

"Senin bana bir takıntın var." Kasıklarının altındaki sertliği hissediyordum, kendimi hafifçe o sertliğe sürttüğümde gözlerini sıkıca kapattı.

Bunu yapamazdım, onunla yatamazdım.

Ancak onu kucağımdan ittiğimde o da karşı koymadı. Yatağa düşerken nefes nefeseydi.

"Neden kimseyle yatmadın?"

"Kimseyi istemedim." dedi kapalı gözleriyle.

"Durumu duygusallaştırdın yani, sadece seks sonuçta." dediğimde hala açmamıştı gözlerini.

"Kıskançlığı her kelimenin her harfinden hissederken bunu söylememelisin."

"Hiç de bile." desem de beni tanıyordu. Artık onun tanıdığı kişi olmasam da hala içimde ona aşık bir kadın vardı. O kadın da o aşkı da bitirmişti beni.

Başka biriyle olması, başka birine dokunduğunu düşünmem bile nefesimi kesiyordu. Bu saçma düşünceleri kafamdan atmaya çalıştım.

İçeriden gürültülü sesler gelmeye başlayınca ikimiz de yerimizden doğrulduk.

"Öldürürüm lan seni!" Bu Pusat'ın sesiydi.

"Gel lan!" Bu da Çelik'in sesiydi.

"Stop please!" diye bağıran da Derek'ti.

Bahar'ın çığlık attığını duyduğumda yerimden hızla kalktım ve koşar adımlarla salona geçerken Ateş de peşimden geliyordu.

Salon tam olarak savaş yeriydi. Çelik ve Pusat birbirine girmişti, Tarık aralarında ezilmişti, Derek ve Murat neden bilmiyorum ama birbirleriyle dövüşüyorlardı.

Murat birden vurduğu kişinin Derek olduğunu fark ederek durdu, sanırım Tarık'a vurduğunu sanmıştı. Deniz, Naz'ı belinden tutuyordu. Hazel ve Bahar saç baş birbirlerine girmiştiler.

"Ne oluyor burada?" diye bağırdığımda beni duymadılar ilk seferinde ancak salonun ortasına kadar gelip tekrar yüksek sesle konuştuğumuzda sonunda durabildiler.

"Kafayı mı yediniz siz?" diye bağırdı Ateş de.

Aralarına girip onları ayırdığımızda hala hepsi fazla öfkeliydi.

Herkesin birbirinden ayrılıp sakinleşmek için koltuklara oturmaları da on dakika sürmüştü.

Lila, Derek'in kucağında buzla oturmuş sevgilisinin başına buz tutuyordu ama en büyük yarayı alan Derek değildi.

Pusat ve Çelik birbirlerini iyi pataklamışlardı. Çelik'in kaşı patlamış, kan yüzünde kurumuştu. Pusat'ın da dudağı patlamıştı.

Nasıl başarmıştı bilmiyorum ama Tarık hepsinden çok dayak yemişti. Yanağı mosmordu.

Hazel, Selin'in yanında otururken Selin onu sakinleştirmeye çalışıyordu çünkü saçları yolunmaktan kabarmıştı.

Ve Bahar'ın ellerinde Hazel'in kızıl saçları vardı.

Ateş'le ikimiz ayakta durmuş olanları seyrediyorduk.

"Bu nasıl oldu?" dediğimde hepsi bir ağızdan konuşmaya başladıklarında kimsenin ne dediğini anlamamıştım.

"Teker teker!" dedi Ateş de sesini yükselterek.

"Ben anlatabilir miyim?" dedi Pusat el kaldırarak.

"Hayır ben anlatacağım!" dedi Hazel de bozuk Türkçesiyle.

"Ben odaya geldiğimde siz burada bile değildiniz nasıl oldu?" İngilizce konuştuğum için Lila cevap verdi.

"Biz dışarı çıkmıştık! Yanınıza geleciktik ama dönüğümüzde onlarla karşılaştık kapıda."

"Türkçe konuşun!" diye cırladı Tarık ama o da İngilizce biliyordu. Sırf gıcıklık yapma derdindeydi.

"Tamam Naz, anlatabilir misin?" dedi Ateş bir eli belinde, hala sakin kalmaya çalışarak.

Tabii Tarık buna müsaade etmedi, ayağa kalkarak abartılı bir oyunculukla anlatmaya başladı. "Şimdi biz yukarıdaydık, bunlar da geldiler. Bize değişik değişik bakıyorlardı. Sonra Bahar, şu kızıl kızın Pusat'a baktığını söyleyerek sinirlendi. Neyse ben onu sakinleştirdim ama Deniz falan da kuruldu zaten bunların sürekli bakmasına. Haklı adam, hepsi öküzün trene baktığı gibi dikmişler gözlerini bize bakıyorlar!"

Derek, Lila ve Hazel üçlüsü ne dediğini tam anlayamıyorlardı.

"Neyse dedim sakin olalım, sonra senin yanına gelmek için daireye geldiğimizde bunlarla kapının önünde pişti olduk. Sen bana baktın ben sana baktım o bana baktı kavgası yapmayı başladılar. Sonra bir baktım Bahar kızın üstüne atladı 'Sen benim Pusat'ıma nasıl bakarsın?' diye. Tabii ben şok. Sonra şu kız da girdi kavgaya sonra diğeri de girdi. Sonra Çelik iti de ayırmaya girince Pusat'la ben de dalmış bulunduk. Sonra kavga yavaşça içeri taşındı. İşte böyle oldu."

Hayretle Bahar'a baktığımda utançtan yanakları kızarmıştı. "Baktı diye kızmadım! Pusat hakkında edepsiz şeyler söyledi."

"Sevgilisi olduğunu bilmiyordum." dedi Hazel de ama Türkçesi zayıf olduğu için söylemesi biraz zaman almıştı. Aslında Hazel de onlar hakkında çok şey biliyordu, bal gibi de biliyordu ve amacı sadece Bahar'ı çıldırtmaktı.

"Benim bebeğim kavgaya girmişse ben de girerim." dedi Derek de kucağındaki Lila'ya sarılarak.

"Kız kavgasına mı girersin düdük?" dedi Tarık yine yükselerek.

"Tamam sakin konuşun!" dedi Ateş. "Çocuk musunuz siz?"

"Daha fazlasını da hak ettiler. Aşkın bizi terk edip onların yanına gitmiş!" derken Bahar'ın gözleri dolu doluydu. "Gitmiş kendisine yeni aile kurmuş! Nispet yaptı bana."

Bakışlarım Hazel'e kaydı. Hatasını bildiği için sessiz kaldı.

Kavganın asıl sebebi belliydi, her şey bahaneydi.

"Size yukarı çıkılmayacak denmedi mi? Neden çıktınız?" dediğimde Selin doğruldu.

"İzin aldık, yanınıza gelmek istemiştik." Selin sanırım kavgaya katılmayan tek kişiydi.

"Hepiniz kafayı mı yediniz? Koskoca insanlarsınız." dedi Ateş hala aynı otoriter sesiyle.

Çelik ona kıstığı gözleriyle bakarken rahat durmayacağını biliyordum. "Senden mi öğreneceğiz Alanguva?"

"Evet, benden öğreneceksin." dedi Ateş de direkt ona bakarken.

Yeni bir kavga çıkmasın diye konuyu değiştirdim. "Ateş, Sancak'ı vurdu."

"Ne?" dedi Pusat. "Neden?"

Ben de bakışlarımı Ateş'e çevirdim, cevabını merak ederek. "Öyle gerekti." dedi.

"Öyle gerekmedi, Sancak'la yat," Ateş cümleme devam etmeme izin vermedi. Sanırım o cümleyi duymaya bile tahammülü yoktu.

"Öyle gerekti!"

"Siz buraya neden gelmiştiniz?" dedi Murat.

"Senin için değil." dedi Deniz hızla cevap vererek.

Çelik'in sessizliği dikkatimi çekti. Etrafında düşmanlarını sezdiği için o esprili tarafını kapatmış, soğuk kanlı katil tarafını açmıştı.

"Ne bakıyorsun sen?" dedi Pusat yine yükselerek.

"Bu Türkler niye böyle?" dedi Derek şaşkınca. "Neden bakışlar yüzünden kavga ediyorlar?"

"Ben sizin düşmanınız değilim." dedi Çelik. "Benim düşmanlarımın hepsi mezardadır. V bizimle, çünkü ait olduğu yer burası."

"Siktir lan oradan puşt!" dedi Tarık. "Ait olduğu yermiş! Bok ait olduğu yer. Ayrıca V değil adı, Aşkın!"

Çelik onlara cevap vermedi. O kısık bakışlarıyla hepsini incelemeye devam etti.

"Sen bu insanlarla kalıp, bizi görmezden gelmeye devam mı edeceksin?" dedi Tarık.

"Ben istesem de sizinle dönemem Tarık."

"Mesele bizimle dönmen değil, mesele onlarla burada kalman." Kendi yerlerini onlarla doldurduğumu sanıyorlardı.

Bu komikti, bu epey komikti.

Ben onları silah arkadaşı olarak bile görmezken, ailem olarak gördüğümü sanıyorlardı.

Ancak onlar gerçeği biliyorlardı, bir yıldır benimle geçirmelerine rağmen hayatımda hiçbir yere sahip olmadıklarını biliyorlardı.

Çelik'in dudaklarında alaylı bir gülüş oluştu çünkü o gerçeği biliyordu. Ve o gerçekten nefret ediyordu. Sadece o değildi gerçeği bilen; Derek, Lila, Hazel, Selin ve Murat hepsi biliyordu. Ve onlar da gerçeği bildikleri için diğerlerine gıcık kapıyorlardı. Aslında kavga etmeleri fazlasıyla olağandı.

"Merak etme, hiç bizimle değildi zaten." dedi Çelik gözleri üstümdeyken.

"Benimle ne konuşacaktınız?" dedim dikkatlerini yine üstüme çekerek.

"Yarın akşamki balodan sonra gideceğiz." dedi Naz. "Daha fazla kalmamızın bir şeye yaramayacağına karar verdik. Sen bizi tekrar hayatına almama konusunda fazlasıyla kararlı gözüktün."

"Daha doğru düzgün konuşamadık bile! Çünkü sen bizi bir yıl habersiz bırakmışken, şimdi insan yerine bile koymuyorsun." dedi Tarık da. "Özlememişsin bile!"

Çünkü konuştuklarında sadece daha çok canımı yakıyorlardı. Yanacak canım kalmış mıydı bilmiyordum ama onların gözlerinde öfkeyi, nefreti görmeye artık daha fazla dayanamayacağımı biliyordum.

"Siz benimle konuşmak istemiyorsunuz. Bahanelerimle sizi tatmin edeyim istiyorsunuz. Bana öfkelisiniz, haklısınız da ama beni affetmeniz için size hiçbir şey veremem. O yüzden konuşacak bir şey de yok."

"Gidelim yani? Seni burada bırakalım gidelim? Öyle mi?"

"Zaten sensiz daha iyiyiz!" dedi Bahar ama gözlerime değil yere bakıyordu.

"Düzgün konuş." dedi Hazel.

"Sana mı soracağım?" dedi Bahar ve yine Hazel'in üstüne atlayacaktı ki Pusat onu havada yakalayarak kucakladı.

Bahar o kadar öfkeliydi ki Pusat bile onu zapt etmeye çalışırken zorlanıyordu. Bahar'ı kucağına almıştı ama Bahar onun kucağından kaçmaya çalışırken bacaklarını havada savuruyordu.

"Bu kadar tripli bir kızı nasıl sevebiliyorsun?" dedi Hazel yine çenesini tutamayarak.

"Hazel!" dediğimde onu uyardığım için biraz daha bozuldu.

Pusat, Bahar'ın kulağına ne fısıldadıysa Bahar da sakinleşmeye başlamıştı.

"Aşkın zor bir süreç geçirdi, evet yaptıkları doğru değil, hatta doğru bir kelimesi bile yok ama durun artık. Acı çektiğinizi biliyorum ama daha fazla üstüne gitmeyin. Öpüşün barışın demiyorum size, sakinleşin diyorum. Sizce şu an Aşkın normal kararlar verebiliyor mu? Acınızı, kırgınlığınızı çıkarmak için daha fazla üstüne gitmeyin! Bu şekilde onu daha fazla kaybediyoruz." Ateş'in sözlerini sessizce seyrettim, beni savunmasına gerek yoktu.

Beni tekrar kazanmaya çalışıyordu. Birbirimizin hayatlarını mahvetsek de hala beni istiyordu.

"Gerçekten koltuğunu almaya çalışan karını mı savunuyorsun bize?"

"Durun artık diyorum size! Durun. Siz laf sokmaya çalışmasanız bile, sadece varlığınızla bile acı çekiyor zaten." Ateş benden bir adım önde durduğu için sadece sırtını görüyordum.

"Bu da yeni oyunun mu?" dedi Murat ortalığı karıştırmak için.

"Aşkın senin belanı sikti, hala onu mu savunuyorsun cidden?" dedi Tarık da.

"Sizinle son kez konuşacağım yarın, sonra da uğurlayacağım. Belki bir daha görüşemeyiz." dedim hepsinin yüzüne tek tek bakarken.

"Nasıl bir daha görüşemeyiz? Neden ki?" dedi Bahar, Pusat'ın kolları arasından çıkarken.

Tam konuşacaktım ki Bahar bana doğru yürüdü. Kollarını sıkıca boynuma doladığında sarılışına hızla ve sıkıca karşılık verdim. Bebek gibi olan kokusunu içime çekerken onu ne kadar özlediğimi daha iyi anlıyordum.

Diğerleri bizi izliyordu, bizi izleyenlerden en öfkelisi Hazel'di. Bahar'ı kıskanıyordu, o kadar kıskanıyordu ki Bahar'a nefretle bakıyordu.

"Bırakma beni bir daha." dedi Bahar gözyaşları üstümü ıslatırken.

Saçları arasına öpücük bıraktım ve kulağına fısıldadım kimsenin duyamayacağı şekilde. "Güven bana."

Yüzünü benden ayırdığında başını olumluca salladı. "Türkiye'ye döneceksiniz, beni unutacaksınız." dediğimde Bahar bir süre yüzüme baktı anlamaya çalışarak.

Gözlerimi açıp kapattığımda gülümsedi. "Tamam," dedi bana güvenerek.

"Nasıl tamam ya nasıl tamam?" diye bağırdı Tarık ve bana bir kez daha sırtını dönerek öfkeyle ayrıldı salondan. Kapıyı öyle sert çarpmıştı ki sesi tüm dairede yankılanmıştı.

Deniz ve Naz da bana son kez baktılar. "Madem istediğin bu, madem istediğin kendini mahvetmek devam et. Ama Aşkın şu an sen V de değilsin. Ne V kalmış ne Aşkın." Naz'ın sözlerinin üzerinde Deniz bir şey söylemedi. Birlikte çıktılar.

Pusat da Bahar'ı elinden tutup dışarı çıkardığında Ateş odada geriye kalanlara kıstığı gözlerle baktı.

"Yakından daha yakışıklıymış kocan, onu neden atlatamadığını şimdi daha iyi anlıyorum." Hazel şu an sadece sinirimi bozmaya çalışıyordu.

Ateş onları uzun uzun inceledi. "Demek karımın yanındaki o saçma grup sizdiniz. Onun beynine çip takan insanların şu an karşımda kanlı canlı oturuyor olması komik ama merak etmeyin bu komedi çok uzun sürmez."

"Sen bizi tehdit mi ediyorsun?" dedi Murat.

"Hayır," dedi kafasını iki yana sallayarak. "Ben size kaçmanız için son bir fırsat veriyorum."

"Aynı ailen gibi küstahsın! Buradaki herkesin burada olmasının tek sebebi senin bebek ve anne katili baban!" dedi Çelik kendini daha fazla tutamayarak.

"Bak kendin de diyorsun, ben değildim. Maalesef geçmişe gidip olanları değiştirebileceğim bir zaman makinası icat edemedim henüz. Size yapılanlardan gurur duymuyorum. Babamın suçu yüzünden benden intikam mı almaya çalışacaksınız? Buyurun ama bence beni karşınıza almak istemezsiniz."

Derek, Lila'yı kucağından kaldırdı. Pantolonunu dizine kadar yukarı kaldırdı. "Bak, buna baban sebep oldu. Aynı şekilde annemin felçli kalmasına da."

"Baban bizi yetim bıraktı." dedi Murat da kardeşine bakarak.

"Baban benim bu yaşıma kadar sürekli ameliyatlara girmeme sebep oldu ve de anneme." dedi Hazel de.

Ateş bakışlarını Lila'ya çevirdi. Ancak Lila ona öfkeli bakışlarını dikip Derek'in koluna sarıldı.

"Üzgünüm." dedi Ateş, tüm öfkesini bir kenara bırakmıştı. "Keşke her şeyi değiştirme gücüm olsaydı. Ama yok ve bana acı çektirmek için uğraşmanıza gerek yok. Zaten babamın hatalarının cezasını çekiyorum."

"Samimiyetine inanmıyorum." dedi Selin. "Eğer babanın yaptıkları için gerçekten üzgün ve pişman olsaydın V'yi gözünün önünde tutup, tehdit edip onunla oynamazdın."

"Evet, en büyük hatam buydu. Keşke hiç beni öldürmeye çalışmasaydı." Ateş hala dönüp bana bakmıyordu.

Ateş'in yüzünde nasıl bir ifade vardı görmüyordum ama Çelik biraz daha öfkelenirken, diğerlerinin öfkesi biraz da olsa azalmış gibiydi.

Onu bileğinden tutup dışarı sürüklerken peşimden gelirken itiraz etmiyordu. Daireden çıktığımız an onu duvara yasladım.

"Gitme zamanı, bu günlük bu kadar sohbet yeter. Git sevgilinin koynuna dön."

"Hala sevgilin diyor ya!"

"Git haydi! Düşmanla bu kadar sohbet yeter."

"Bana düşman deyip durma Aşkın. Ayrıca sürekli yanına gelme sebebim suçlu olmam değil, seni özlemem. Artık sen de benim kadar suçlusun."

Daha fazla bir şey söylemedi, bana yakınlaştı. İlk önce dudağımı öpecek sandım, ardından yanağımı öpecek sandım ama o beni hiç öpmeden uzaklaştı. Gözlerime son kez bakıp arkasını dönüp uzun ince koridorda yürürken gözden yavaşça kayboldu.

Kısır bir döngünün içinde sıkışıp kalmıştık, her adımda tekrar başa dönüyorduk ancak değişmeyen tek bir şey oluyordu; birbirimize duyduğumuz takıntılı aşk.

Bu da bizim lanetimizdi.

Beş dakika boyunca orada bekledikten sonra içeri deri döndüm. Hiçbiriyle konuşmadan odama geçtim, bıraktığım belleği alarak, saate baktım. Sabaha geliyordu, vakti gelmişti.

Onlara yine nereye gideceğimi söylemeden paltomu aldım.

"Onların yanına mı dönüyorsun?" dedi Hazel kısık sesiyle.

"Neden sizi dört çocukla ortada bırakmışım gibi davranıyorsunuz siz Hazel?"

"Çünkü bize haksızlık yapıyorsun."

"Keş sunu Hazel, ondan sevgi dilenmeyi kes. Biz onun ailesi değiliz, biz onun arkadaşı da değiliz. Anlamıyor musun?" dedi Çelik birden yükselerek. İşte kişisel alanında nadir ciddi olduğu anlardan birindeydik.

Orada durup onlara aksini inandırmadım. Onlara son kez bile bakmadan daireden çıktım.

Otelden çıkıp arabama bindim, sabah geldiğim gibi yine araç değiştirerek yeni inime girdiğimde hızla üstümdekileri değiştirdim.

Rahat bir tayt ve sweat giyinip son kez kontrolleri yaptım. Panomun önüne geçip, keçeli kırmızı kalemin kapağını dişlerimle açtım. Sancak'ın yüzünün üstüne bir çarpı işareti attım.

Belleği çıkartıp bilgisayarıma takarken Sancak'ın tüm bilgisayar ekranını kendi bilgisayarıma aktarıyordum.

Bunun dolması biraz zaman alacak gibi gösteriyordu. Bu sırada koyu gri perdemi açıp, kameranın konumunu ayarladım. Üstüne kırmızı keçeli kalemle ekranda tam olarak görünecek şekilde V harfi çizdim. Kamerayı tam karşıma hizalamıştım. Bu bile izleyiciye verilen bir mesajdı. Kamerada aşağıdan çekim yapmıyordu yani size yukarıdan bakmıyorum, kamera üstten çekim yapmıyordu yani beni kimse yukarıdan bakamazdı. Sizinle eşittim mesajıydı. Bu çekimde her mimiğimi, giydiklerimi ve hareketlerimi günlerce inceleyeceklerdi.

Bu kayıt sadece bir gün sonra Türkiye'de ulusal kanalda yayınlanacaktı.

Kırmızı sprey boyamla siyah perdemin üstüne bir V harfi çizdim. Her şeyi son kez kontrol ettiğimde hazırdım.

Başlat tuşuna basıp koltuğuma yerleştiğimde dudaklarımda bir gülümseme oluştu.

"Herkese merhaba, bir süredir ortalıklarda yoktum. Beni unutturabileceğinizi, öldüğümü sanmışsınız. Yanıldınız, ben verdiğim sözleri tutarım ve daha bitirilecek pislik çok. Bu ülkede geceleri yalnız başına dışarı çıkmaktan korkan son bir kadın bile kalmayana dek devam edeceğim. O zaman tarih kitaplarınızda benim için yer açın. İkinci perde için keyifli seyirler."

🔥🔥🔥

Herkese merhabalar! Umarım iyisinizdir. Bölüm aralarını uzatmak istemediğim için bu Cuma da sizlerleydim. Bir aksilik olmazsa haftaya Cuma da uzun bir bölüm gelecek.

Size hep henüz yazmak için can attığım, beni heyecanlandıran yerlere gelmedik daha diyordum ya işte o yerlere geliyoruz. Gelecek bölümlerde V'nin direnişini ve verdiği savaşı göreceğiz.

Yarın akşam da 21.00'da Nörosa'nın 11.Bölümüyle sizlerle olacağım.

Bu bölümden sonraki tepkilerinizi, düşüncelerinizi Tiktok, Twitter #Ateşpare tagında ve Instagram hikayelerinizde izliyor olacağım.

18 Mart Cumartesi günü saat 13.00'da gerçekleşecek İzmir imzasını da sizlere tekrar hatırlatmak istiyorum. Kitabınız olsun olmasın hepinizi bekliyorum.

Ateşpare 3.Kitap hakkında bilgi almak için, bölümler ve imza günlerinden haberdar olmak için beni sosyal medya hesaplarınızdan takip etmeyi unutmayın. Gelecek bölümde görüşmek üzere ateş parçalarım.

Gelecek bölüm için sınır 100K okunma, 12K beğeni ve 70K yorum.

Instagram: cerennmelek

Twitter: cerennmeelek / #Ateşpare

Tiktok: cerennmeleek / #Ateşpare

Continue Reading

You'll Also Like

255K 13.4K 45
Alya özer (asil ) küçük yaştan beri ailesinin intikamı için yanıp tututuşur tam herşey bitmişken gerçek ailesi ortaya çıkar.
33K 1.6K 14
28 yıl önce karıştırılmış bir binbaşının hikayesi.Ben Asena Doğu namı değer Kızıl Dağların Kızılı ismini duyanların korkudan titrediği kadın Bu ben...
70.7K 4.2K 31
Bir suçlu ile mektup arkadaşlığı...
362K 14.8K 31
Bir komutana anonim olarak mesaj atarsak en fazla nolur? ‹ ·_· › Başlangıç: 04.03.2024