ATEŞPARE (+18)

By cerennmelek

45M 2M 6M

Korkmuyordum, ne karanlıktan, ne gürleyen gök gürültüsünden, ne de bana zarar verebilecek bir insandan. Çünk... More

ATEŞPARE
1.Bölüm: V
2.Bölüm: KAOS
3.Bölüm: O PİTİ PİTİ
4.Bölüm: KANLI YÜZLER
5.Bölüm: ATEŞ PARÇASI
6.Bölüm: SOĞUK SAVAŞ
7.Bölüm: ŞEKİL DEĞİŞTİREN
8.Bölüm: KAYBEDİŞ
9.Bölüm: ESARET
10.Bölüm: KABULLENİŞ
11.Bölüm: TUTKULAR VE SAVAŞLAR
12.Bölüm: SAHTEKAR CİNAYETLER
13.Bölüm: MELEK YÜZLÜ ŞEYTAN
14.Bölüm: KARANLIK SIRLAR
15.Bölüm: OYUNBAZ UYKULAR
16.Bölüm: KURT MU KUZU MU
17.Bölüm: VEDALAR VE BAŞLANGIÇLAR
18.Bölüm: TANRININ CİLVESİ
19.Bölüm: YANGINDAN TAŞAN ATEŞ PARÇASI
20.Bölüm: KURTLAR SOFRASI
21.Bölüm: HİLEKAR DOKUNUŞLAR
22.Bölüm: KANLI PİYON
23.Bölüm: KANIŞLAR VE KAZANIŞLAR
24.Bölüm: SAHTE SEVGİLİLER
25.Bölüm: ALANGUVALARIN MUCİZELERİ
26.Bölüm: KÜÇÜK KIYAMET
27.Bölüm: ŞEHVETİN TEHDİTKAR CAZİBESİ
28.Bölüm: GEÇMİŞİN ESİNTİSİ
29.Bölüm: KIVILCIM
30.Bölüm: PERDELENEN KUŞKULAR
31.Bölüm: TEHLİKELİ SULAR
32.Bölüm: ATEŞ ÇIKMAZI
33.Bölüm: BÜYÜK PATLAMA
34.Bölüm: AZRAİL'İN PENÇESİ
35.Bölüm: YER ALTI
36.Bölüm: DOLAMBAÇLI HAYATLAR VE ÇARPIK OYUNLAR
37.Bölüm: KANLI MAKAS
38.Bölüm: SAHİPSİZ KİMLİKLER
39.Bölüm: MELEKLER VE ŞEYTANLAR
40.Bölüm: CANAVAR
41.Bölüm: MADALYONUN İKİ YÜZÜ
42.Bölüm: AŞKLAR VE ZAAFLAR
ÖZEL BÖLÜM
43.Bölüm: YALAN SANATI
44.Bölüm: DOMİNO TAŞLARI
45.Bölüm: TUTUKLU ZİHİNLER ZİNDANI
46.Bölüm: ACI KAN
47.BÖLÜM: LANETLİ MASKELER
48.Bölüm: VAHŞETİN ÇAĞRISI
49.Bölüm: AŞKA YENİLİŞ
50.Bölüm: GEÇMİŞİN KANLI SAHNELERİ
51.Bölüm: YANGINA DÜŞMÜŞ ATEŞ PARÇASI
52.Bölüm: ÜÇÜNCÜ İHTİMAL
53.Bölüm: İNSAN AVI
54.Bölüm: KOBRA'NIN ZEHRİ
55.Bölüm: ATEŞ HATTI
56.Bölüm: KAPANMAYAN DAVALAR
57.Bölüm: SANAT ESERİ
58.Bölüm: KATİL AVCISI
59.Bölüm: ALEV BEDENLERDEN KÜL RUHLARA
60. Bölüm: KAYBEDİLMİŞ ZAFER
61.Bölüm: RESİM HIRSIZI
62.Bölüm: HEZARPARE
ÖZEL BÖLÜM: ATEŞ ALANGUVA
63.Bölüm: İNTİKAM TİMİ
65.Bölüm: İKİNCİ PERDE
66.Bölüm: CANAVARIN ÖTESİNDE
67.Bölüm: KÖTÜLÜĞÜN TOHUMU
68.Bölüm: GÜÇLÜ ADIMLAR VE KURNAZ SAVAŞLAR
69.Bölüm: GÜNAHKARLARIN SON GÜNAHLARI
ALINTI VE DUYURU
70.Bölüm: PANZEHİR
71.Bölüm: İSYAN
72.Bölüm: EN GÜZEL ZARAR
ÖZEL BÖLÜM: PUSAT
ÖZEL BÖLÜM: AYLİN
73.Bölüm: EFSANELER UNUTULMAZ
74.Bölüm: CANAVARI ANLAMAK VE ADALETİ ARAMAK
75.Bölüm: EN ZOR SAVAŞ
ÖZEL BÖLÜM: PUSAT
76.Bölüm: YIKIM VE KIYIM
ÖZEL BÖLÜM: PUSAT&BAHAR

64.Bölüm: KIRIK YOK OLUŞLAR

348K 22.2K 89.9K
By cerennmelek

Bol bol yorum yapmayı ve beğenmeyi unutmatın ateş parçalarım 🔥

Perserverance - Michele McLaughling

Caves - CLANN

Ode to Aorai - Silent Island

Yalnızım - Sena Şener

Zincir - Cem Adrian

Keskin - Cem Adrian

Dostum Değil Uykular - Sena Şener

Shameless - Camila Cabello

Why I Love You - JAY-Z



64.Bölüm: KIRIK YOK OLUŞLAR

Uzun zamandır silmeye çalıştığım şeyler vardı, uzun zamandır unutmaya çalıştığım bir geçmiş vardı. Unutmak zorundaydım, unutmasam unutulurdum ve o zaman uğruna savaştığım şeyi kaybederdim.

Neyim mi kalmıştı savaşacak?

Yok etme arzum kalmıştı, intikam değil, yok etme arzusu. Şu an yaşamaya devam etmem için bir motivasyona ihtiyacım vardı o motivasyon da yok etmekti. Önce her şeyi sonra kendimi.

İçimden bir ses yok olduğum gün bile huzur bulamayacağımı söylüyordu.

Ben huzuru bulmuştum, ablamın bana yaptığı yemeklerde, Vera'yla oynadığım oyunlarda, Ateş'in beni öpüşlerinde ama huzur benim hayatım için fazlaydı. Ben huzurlu olmak için değil, savaşmak için yaratılmıştım.

Savaşmasam ölürdüm.

Şimdi onun kokusu burnumda, teni tenimdeydi. Beni tanıyordu, beni cidden iyi tanıyordu. Bundan da nefret ediyorum, o öldü dediğim tarafımın hala zaafları karşısında boyun eğmesinden de nefret ediyordum.

Alanguva yine yaptığı en iyi şeyi yapıyordu, zaaflarıma oynuyordu. Bana 'Boşanalım.' dedikten sonra eskisi gibi olmam için, görmemek için büyük çaba harcadığım insanları karşıma getiriyordu.

Arkamı döndüm onlara, Ateş'le yüz yüze geldiğimizde bakışları kısık ve yorgundu. Onu hep yoran şeyler vardı ama bu sefer onu yoran şey bendim. Bununla gurur duymuyordum. Ben zaten hiçbir zaman yaptığım şeylerden gurur duymamıştım.

"Neden yaptın bunu?" dediğimde güçsüz çıkan sesimden nefret ettim, onun hala aşkla parlayan gözlerinin karşısında yumuşamaktan nefret ettiğim kadar ettim hem de.

"Yapmam gerekiyordu, kendine gelmen gerekiyordu. Öldüğünü söyleyip durup, saçma sapan şeyler yapmamı durdurmam gerekiyordu. İyi değilsin Aşkın, psikolojin o kadar sikilmiş ki mahvolmuşsun. Sana iyi gelemem ve buna dayanamıyorum. Bari bırak onlar yardım etsinler."

"Onları görmek isteseydim görürdüm zaten!"

"Utanıyorsun çünkü! Hepimiz senden nefret edelim senin de hayatın mahvolsun istiyorsun sen. Ben buna izin vermeyeceğim Aşkın." dediğinde alaylı bir ifade oluştu dudaklarımda.

"Neden? Karın olduğum için mi?" Bakışları biraz daha kısıldı, o azıcık aralık göz kapaklarının arasından bile bir ton duygu geçti.

"Hayır, Ateşparem olduğun için." Ben artık Ateşparen değilim diyemedim.

Bu sırada diğerleri bize yakınlaşmış, artık ne konuştuğumuzu duyacak kadar dibimizdeydiler.

Dönmedim, dönemedim.

Onları görmek istemiyordum, beni görsünler hiç istemiyordum. Gözlerimi yumdum.

"Bu yaptığını," diye başlamıştım ki Ateş işaret parmağını dudaklarıma bastırdı.

"Konuşma, konuştukça sikiyorsun kalbimi." Sustum ama beni susturan Ateş'in sıcak ve biçimli parmakları değildi.

Arkamda bana seslenen Bahar'dı. "Aşkın," dedi sadece ama ben o seste onun hissettiği her şeyi hissettim.

Gözlerimi hala açmıyordum, açamıyordum. Onları göremezdim, onlar da beni göremezdi. Bu halimi görmemeleri gerekiyordu.

"Ne sanıyorsun sen kendini? Yüzü kanlı bir canavar mı? Bunu neden yapıyorsun kendine?" dedi Ateş, sesi acı çeker gibi çıkıyordu. Belki de gibisi fazlaydı. O fazlalıkların altında ikimiz de ezilmiştik.

"Aşkın, bize neden bakmıyorsun?" dedi Tarık titreyen sesiyle.

Bana biraz daha yakınlaştıklarını hissediyordum. Kaçmak, yok olmak istiyordum.

Başım Ateş'in göğsüne çok yakındı, başımı onun göğsüne gömüp yok olmak istiyordum. Beni görmesinler istiyordum.

Ateş birden elini saçlarıma attı, beni kendine çekip sarılacaktı ama buna müsaade etmedim. Ondan uzaklaştım ve gözlerimi açarak son kalan gücümle onlara döndüm.

Onlar buradaydı, sağlıklı ve bir aradalardı. Tam da istediğim gibilerdi işte, daha fazla karşılarında durmak istemiyordum.

"Kaçacak mısın Aşkın? Tam öyle bakıyorsun da?" dedi Naz da bir adım öne çıkarak.

Konuşmak için dudaklarımı araladım ama konuşamadım. Onların yüzüne baktıkça uzun zamandır tutmaya çalıştığım gücün bedenimden yavaşça çekildiğini hissediyordum.

Tenim kor alevlerdeymiş gibi yanarken ben bu duygunun ne olduğunu çok iyi bilmiyordum belki de ilk defa bu kadar şiddetli yaşıyordum; utanıyordum.

Bahar bana birkaç büyük adım attı, ben sarılacak sandım ama sarılmadı. Gözleri öfkeyle parlarken elleri göğsüme gitti.

"Bunu bana nasıl yaptın? Nasıl kıydın bana? Ben sana ne yapmıştım ki bana bunu reva gördün sen. Sen ablanı kaybettin diye beni de ablasız bıraktın!" Bahar'ın gözleri dolu doluydu ama o kadar öfkeliydi ki konuşurken ağlamıyordu.

Beni itti, o kadar güçsüzleştim ki yine geriledim.

"Bizi mahvettin." dedi Deniz de.

Tarık ve Naz sessiz kaldılar, sadece izliyorlardı. Zorlukla yutkundum.

"Burada olmamanız gerekiyordu." dedim sadece ama sözlerim Bahar'ı biraz daha çıldırttı.

Beni bir kez daha itmeye çalıştı, bu sefer beni itmesine izin vermedim.

"Beni terk ettin! Beni yalnız bıraktın. Bana nasıl kıydın?" Gözünden bir damla yaş düşerken artık yüzüne bakamıyordum. Buradan gitmek istiyordum, dayanamıyordum.

Bahar göğsüme bir kez daha vurdu ama artık güçsüzleşmişti. "Kaptan da gitti, sen de gittin. Kimsesiz bıraktınız beni." Pusat'ın gözleri dolu doluydu ama Bahar'ı sakinleştirmek için hiçbir şey yapamıyordu. Demek ayrılmışlardı.

"Evet sizi bıraktım, sizin hakkınızda hiçbir şey duymak istemedim." Çünkü duysaydım dayanamazdım, her şeyi hiçe sayar onlara giderdim.

"Tarık senden Kaptan hakkında çok şey sakladı, Tarık hatta kocan hakkında da senden gerçekleri sakladı. Naz da Kaptan'ı korudu hep, ablanın gerçekleri öğreneceğini bile bile durdurmadı Kaptan'ı. Deniz de seni hep yakalamaya çalıştı, hep nefret etti. Peki ben? Ben ne yaptım sana Aşkın? Ben neden yandım?" Artık dayanamıyordum, artık başımı dik tutamıyordum.

Vücudum titrerken ağlamıyordum ama uzun zamandır bu kadar sarsılmadığımı biliyordum.

"Üzgünüm Bahar, sen hep en masumumuzdun." dediğimde gözyaşları yanaklarını ıslatmaya başlamıştı.

"Bizi mahvettin! Hepimizi mahvettin ve bunu sadece sen yaptın."

Ben de mahvolmuştum.

Ben her şeyimi kaybetmiştim.

Peki kimse neden bunu görmüyordu?

Neden günah keçisi olmam için herkes için bu kadar kolaydı? Belki de yarı mutant olduğum içindi.

"Aylin benim de ablam olmuştu, onu sadece sen kaybetmedin. Biz de kaybettik! Ne hakkın vardı beni bırakmaya? Beni de alsaydın yanına, ben de gelirdim ki seninle. Ayak bağı olurum diye mi korktun?" Artık omuzları sarsılıyordu şiddetli ağlayışı yüzünden.

Hava almam gerekiyordu, nefes alamıyordum.

Bakışlarım hepsinin üstünde teker teker gezindi. Hiçbiri bana sarılmak için hamle yapmadı, hepsi öfkeliydi.

Artık onlar benim ailem değildi. Ben onları da yüzüstü bırakmıştım.

"Bize yaşadığını söylemeyi bile reva görmedin sen." dedi Tarık.

"Şimdi de kocanın düşmanı olarak karşımıza çıkıyorsun! Aşkın sen ne yapıyorsun? Biz senin aileniz." dedi Naz da Bahar'ın yanında durarak.

"Ailemdiniz ama hiç beni seçmediniz. Seçtiniz mi Naz? Beni hiç kandırmadınız mı? Ne yazık, beni kandıran herkes ailemdi." dediğimde Naz'ın da çenesi titremeye başlamıştı ama kendisini sıkıyordu. Çenesini o kadar sıkıyordu tüm çene kasları belirginleşmişti.

"Bizi sensiz bırakmaya hakkın yoktu yine de." dedi Deniz de.

Dördü de karşıma dikildiklerinde hiçbir şey söyleyemedim, gözlerindeki öfke beni yavaş yavaş daha da güçsüzleştiriyordu.

"Konuşalım Aşkın," dedi Tarık ama bana sarılmak için hamle yapmadı.

Belki öfkesi özleminin önüne geçiyordu belki de beni artık özleyecek kadar sevmiyordu.

"Konuşacak bir şey yok. Beni gördüğünüzü unutun, İstanbul'a geri dönün." dediğimde hepsinin yüzünde aynı hayal kırıklığı vardı.

Bu benim en iyi başardığım şeylerden biriydi; cinayet işlemekte ne kadar iyiysem birilerinin hayal kırıklığı olma konusunda da o kadar iyiydim.

"Buraya hepimiz senin için geldik biz Aşkın. Ben seni bulmak için mafyayla çalıştım!" dedi Deniz sesini yükselterek. "Hepimizin hayatını altüst etmişken şimdi de gidin deme hakkın yok. Hepimize bir açıklama borçlusun! Karşımıza oturacak ve anlatacaksın."

"Anlatınca ne olacak Deniz?"

"Seni affedebilmek için bir neden bulabileceğiz." dedi Deniz yutkunarak.

"Affetmeyin, affedemezsiniz çünkü sizi ilgilendiren bir nedeni yok hiçbir şeyin."

"Buna biz karar vereceğiz." dedi Naz ve karşılıklı duran koltuk takımlarından birine oturdu.

Tarık da onun yanına geçtiğinde, Deniz tekli koltuğa oturdu. Bahar da başka bir ikili koltuğa oturduğunda hepsinin bakışları üstümdeydi.

Pusat arkasını dönüp çıkacaktı ki Tarık konuştu, "Nereye gidiyorsun sen?"

"Beni ilgilendiren bir durum yok burada," derken bir kez bile bana bakmamıştı.

"Gel şuraya, yoksa yemin olsun ki yakandan düşmem." dediğinde Pusat'ın Tarık'ın tehditlerinden korkmadığını bilsem de yine de boyun eğdi ve yanımıza ulaştı. Bahar'ın yanına oturmadı, onun yerine ellerini önünde birleştirerek ayakta durmayı tercih etti.

Bu hareketiyle Bahar dolu gözlerini bu sefer ona kaldırmıştı ama o Bahar'a da bakmıyordu. Ve belki de yüzü ilk defa bu kadar ifadesizdi herkese karşı.

Ateş sessizdi, sadece beni ve hareketlerimi izliyordu. Bakışlarım hepsinin üstünde tek tek gezinirken bir sigaraya ihtiyacım vardı. Ateş sanki zihnimden geçenleri duymuş gibi masanın üstünde duran sigara paketini bana uzatmıştı.

Sigaraya uzanırken gözlerini parmaklarımdan ayırmadı çünkü titriyorlardı. Kaşları derince çatılırken yine yüzüme baktı sanki bu titremeyi açıklayacakmışım gibi.

Neden titrediğimi bilmiyordum ama vücudum histerik bir titreme krizine girmeden önceki son demlerindeymiş gibi hissediyordum.

Zippo'yla sigaramı yaktığında derin bir nefes çektim. Nikotin biraz da olsa iyi gelmişti.

Ateş'ten uzaklaştım, tekli kadife koltuğa oturup bacak bacak üstüne attım. Sigaramı sakince içerken onları izliyordum.

Hiçbiri benim kadar sakin durmuyordu, oturmalarına rağmen hepsinin gözleri alev alevdi.

"Bunca zaman neredeydin?" dedi Tarık.

"Cehennemdeydim." derken bunu alayla söylemiştim ama yaşarken o cehennemi çok da net hissetmiştim.

Ateş de yanımdaki tekli koltuğa oturdu. "Dünyanın farklı yerlerinde kocasının koltuğunu nasıl alacağını düşünüyormuş. Yanında da iki tane puştla." derken sakin görünüyordu ama sakinliğin yanından bile geçmiyordu.

"Onlar sadece işimi görüyor." dedim alayla. "Ve devamı da var."

"Biz sensizken sen kendine yeni arkadaşlar mı buldun?" dedi Bahar kırgınca.

"Arkadaşım değiller! Sadece benimle aynı kadere mahkûm olduklarını sanıyorlar."

Tarık alaylı bir ifade yerleştirdi dudaklarına. "Sikseler inanmam, sen tek çalışırsın." En azından beni hala tanıyorlardı.

"Nasıl kader mahkûm anlamadım?" dedi Ateş. "Şu denek piçinin intikam istemesini anladım, yanındaki Murat götünün de diğerleri kim?" derken tamamen bana soruyordu ama cevap vermedim. "Diğer denekler de mi hayatta?"

"Murat mı?" dedi Deniz gözleri irileşirken. "Onunla mıydın?"

"Arada uğruyordu." derken sigaramın sonuna gelmiştim. Yanımdaki cam sehpanın üstündeki küllükte söndürürken bu otelde gereğinden fazla cam masanın olduğu da gözümden kaçmamıştı.

Artık sevişerek değil de kurşunlarla cam kıracağımız kesindi.

"Peki amacın ne tam olarak?" dedi Naz da.

"Cebonayan'ı yok etmek." dediğimde Pusat'la Ateş birbirlerine bakmışlardı.

"O yüzden mi sikik bir örgütün lideri olmak istiyorsun kocanın adını kullanarak?" dedi Tarık yine sesini yükselterek.

"Evet, Ateş yönettiği topluluğun ne kadar iğrenç ve korkunç olduğunu bilse de bunu umursamıyor. Çünkü o da onlar gibi." dediğimde Ateş bana bakmıştı ama ben ona bakmamaya kararlıydım.

"Öyle kolay mı sanıyorsun sen kaç asırlık güçlü bir örgütü bitirmeyi?" dedi sadece.

"Kolay olmadığını biliyorum, senin için hiçbir şey kolay değil. Ama gerçekleri gizlemek için kötüleri korumak ve masumların ölümüne sebep olmak kolay." dediğimde Ateş başını eğmişti.

Çünkü biliyordu. Suçunu biliyordu.

Ben hiçbir zaman masum ya da suçsuz olduğumu düşünmemiştim ama kirimin masumları kirletmesine izin vermemiştim elimden geldiğince. Ama o...

O sırf ben onunla hayaller diyarında biraz daha yaşayayım diye Şahin'i öldürmemi engellemişti. Ben Şahin'i öldürmek için kapısına kadar gitmiştim ama sırf o istiyor diye direkten dönmüştüm. Eğer o gün başımıza gelecekleri biliyor olsaydım...

Bir tane daha sigara yakmak istedim ama kalkıp alamadım.

"Diyelim başa geldin, Cebonayan'ı nasıl alt edeceksin? O çalıştığın saçma sapan insanlarla mı?" dedi Deniz de gergince.

Ben kimsenin varlığıyla güç bulmazdım, o hataya bir kere düşmüştüm.

Sessiz kaldım.

"Bunca zaman neredeydin?" dedi Naz.

"Sık sık ülke değiştiriyordum." dedim kurumuş dudaklarımı tekrar aralayarak. Kuruyan sadece dudaklarım değildi, boğazım da kupkuru olmuştu birden.

"Peki bize neden söylemedin yaşadığını?" dedi Bahar da kısık sesiyle.

"Sizi hayatımdan çıkardım çünkü Bahar. Beni öldü bilin istedim, o zaman hepimiz için daha kolay olacaktı." Konuşurken ses tonumu sabit tutmaya çalışıyordum.

"Kolay mı? Kolay mı oldu sanıyorsun?" dedi Bahar yine sesini yükselterek. "Biz mahvolduk! Senden sonra hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Biz sen gittikten sonra belki de ilk defa bir aradayız Aşkın!" dediğinde irkilmiştim.

Onlar birliktelerdi, ben ayrılmış olabilirdim ama onlar birbirlerine sahiplerdi. Hiç aksinin olabileceğini düşünmemiştim.

"Nasıl yani?" dedim hepsini tek tek inceleyerek.

"Senden sonra bir daha aynı olamazdık Aşkın." dedi Naz da buruklaşan sesiyle.

"Hayır, hayır." dedim başımı iki yana sallayarak. "Siz birlikteydiniz."

"Değildik! Darmadağın olduk Aşkın." dedi Deniz.

"Neredesiniz peki? Nasıl ayrıldınız?" dedim dik duramadığım için arkama yaslandım, düşük omuzlarımı saklamak için.

"Ben işten atıldım, zorunlu emekliliğe ayrıldım." derken sesi kısılmıştı.

"Nasıl yani? İyi de sen V'yi yakaladın! Sana terfi bile vermeleri gerekiyordu. Neden?" Deniz sessiz kaldı. "Tabii sonrasında V'yi desteklediğini hissettirmediysen." Deniz yine cevap vermedi. Ne halt yemişti bilmiyordum ama sorumlusu olduğumu biliyordum.

Deniz'e çok fazla haksızlık yapmış, defalarca kandırmıştım, hatta neredeyse aklını yitirmesine neden olacaktım ama o buradaydı, o vazgeçmemişti. Deniz o âşık olduğu işinden benim yüzümden atılmıştı.

"Sen ne yaptın Deniz?" dediğimde cevap vermedi.

"Çok merak etseydin bizi, çoktan öğrenmiş olurdun." dedi Bahar. "Ama umursamadın! Bize ne olacağını hiç umursamadın. Bıraktın gittin." Hem konuşuyor hem de yaşlarını siliyordu. Pusat hemen arkasındaydı ama o ilk defa Bahar'ın yaşlarını silmek için uğraşmıyordu.

Durup hepsini uzaktan inceledim.

Ben ne kadar değiştiysem, onlar da o kadar değişmişti. Mutlu değillerdi. Birlikte değillerdi. Onlar için planladığım hiçbir şey aklımdaki gibi gitmemişti.

Bakışlarımı camla kaplı duvara çevirdiğimde, onların yüzünü izlemenin sol tarafımda bıraktığı ağrıdan kurtulmaya çalıştım. Şiddetli bir yağmur başlamıştı.

"Ne olacak sandın? Senden sonra huzurlu mutlu yaşayacağımızı mı?" dedi Naz.

Aslında tam olarak böyle sanmıştım.

"Gözünü öyle bir intikam hırsı bürümüş ki kimseyi umursamadın." dedi Ateş de kısık sesle.

"Amacım sizden intikam almak değil! Neden anlamıyorsunuz? Ben gerçek bir insan değilim! Ve bana bunu Ateş'in babası yaptı. Ateş'i suçlamıyorum bunun için. Ben de ondan çok şey sakladım ama hiçbiri onunki kadar büyük değildi. O benimle evlendi! Gerçekleri gizleyerek evlendi benimle. O gerçekler benim ablamın ölümüne neden oldu! Siz de gizlediniz!" Son cümlem Pusat, Tarık ve Naz üçlüsünü kapsıyordu.

"Şimdi de gelmişsiniz karşıma ben hiçbir şey yokken gitmişim gibi davranıyorsunuz!" Cümlemin sonunda dışarıdan yüksek bir gök gürültüsü gelmişti. Çok kısa bir an sonra da zaten aydınlık olan salon dışarıdan gelen ışıkla biraz daha aydınlanmıştı.

Hepsi sessiz kaldı, kimse bir şey söyleyemedi.

"Keşke zamanı geriye alabilsem Aşkın, keşke her şeyi değiştirebilsem." dedi Ateş yorgunca.

"Alamazsın, bana kayıplarımı geri getiremezsin. Hele de karşıma geçip yine olsa yine saklardım dersen zaten bir halt da değişmez! Kesin şunu, bana böyle bakmayı kesin."

"Senden sonra hiçbir şey yolunda gitmedi." dedi Naz.

"Neden Fernando'yla işler oldukça yolunda gidiyormuş gibi." dedi Deniz de hızla cevap vererek. Naz bu sözlerle yutkundu. "Mutlu değil misin onunla? Sana can sıkıcı bir şey mi yaptı?" Bunu sorarken sesinde sezdiğim şey kıskançlık değildi, endişeydi. 

"Hayır, o dünyadaki en mükemmel adam." dedi Naz.

İşler düşündüğümden daha da karışmış gibiydi.

"Mutluysan sorun yok." dedi Deniz arkasına yaslanıp sessizleşirken.

Naz yine dikkatini bana çevirdi. "Senin kolay şeyler yaşamadığının farkındayız belki yerinde başka biri olsaydı hiçbirini kaldıramazdı. Biz bizi arkanda bırakmana anlam veremiyoruz. Tamam hatalıyız ama bize nasıl bir acı yaşattığını umarım hiç bilmezsin."

"Beni o kadar düşünseydin Kaptan'ın ablama beni gammazlayacağını bana söylerdin ve belki de ablamın o şerefsizle yakınlaşmasını önlerdim!" Sözümü bitirmemin ardından koridor tarafında bir beden belirdi.

Ceylan çekingen adımlarla içerideki odaların birinden çıkmıştı. Üstünde gözlerinin renginde açık mavi bir gecelik vardı. Çıplak ayaklarla salonun başına durduğunda bedeni titriyordu.

Kimse onun varlığını fark etmemişti, ta ki Ateş baktığım yere kafasını çevirene kadar.

"Ceylan, iyi misin?" diye sordu Ateş yumuşayan ses tonuyla. Ceylan onun konuşmasından cesaret almış gibi tamamen salona girdi ama vücudu titremeye devam ediyordu.

"Bir şey mi oldu?" dedi Pusat da aynı ilgiyle ve Ceylan'a yürüdü.

Pusat'ın bu hareketiyle Bahar hızla başını onlara çevirdi. Kıskançlığı ilk defa Bahar'ın yüzünde bu kadar berrak görüyordum.

"Şey," dedi çıplak ayak parmaklarını bükerken. "Ben biraz korktum da," Konuşurken kollarını bedenine sarmıştı.

Bahar'a benziyordu hareketleri, insan ikisine baktığında da koruma iç güdüsüyle doluyordu.

"Silah sesinden mi?" dedi Ateş ama o kafasını iki yana salladı.

"Yok, gök gürültüsünden ve yağmurdan. Çok fazla su sesi var," Konuşurken söylediği şey yüzünden utanıyor gibiydi, kafasını kaldırmıyordu. "Sizi bölmek istemedim, özür dilerim." Odasına gitmek için geri dönecekti ki Ateş onu durdurdu.

"Gel buraya Ceylan," dedi biraz daha yumuşayan sesiyle.

Odadakiler şaşkın gözükmüyordu, hatta Ceylan'ı daha önce görmüş gibilerdi. Alanguva sevgilisini medyaya duyurmamıştı, nereden tanıyorlardı?

Ceylan aynı çekingen adımlarla yanımıza ulaştı, Ateş'in oturduğu tekli koltuktu ama geniş bir tekli koltuktu. Ateş ona yer açtığında yanına oturdu ama aralarında hiç mesafe yoktu.

Ceylan'ın bedeni hala histerik şekilde titrerken Ateş onun kolunu okşadı. "Geçti," dedi kulağına doğru. Her ne yapıyorsa Ceylan'a iyi gelmişti.

"Özür dilerim," dedi Ceylan dolan gözleriyle.

"Sorun yok Ceylan." dedi Ateş hala yatıştırıcı ses tonuyla. Ceylan ona sarıldığında o da sarılışına karşılık verdi.

Bakışlarımı onların üstünden çektim. Tarık gözlerini dikmiş bana bakıyordu. Sanki ne hissettiğini, düşündüğünü çok iyi biliyorum diyordu koyu gözleriyle.

"Neyin var?" dedi Deniz. Ceylan burnunu çekerek Ateş'in göğsünden ayrılabildiğinde Deniz'e döndü.

Hepsi Ceylan'ı tanıyordu, hem de hepsi.

"Kötü anılarımı hatırladım, sizi bölmek istemedim kusura bakmayın." dedi göz yaşlarını silerken.

"Seninle tam olarak tanışamadık sanırım." dedim bakışlarımı ona dikerek. Alt dudağını dişlerken gerilmişti benim sesimle. "Neden kocamın kucağındasın?" Sözlerimle hızla kalktı oturduğu yerden.

"Kucağında değildim!" dedi aniden savunmaya geçerek. "Ayrıca onları çok umursasaydın bu halde bırakıp terk etmezdin."

"Ceylan!" dedi Ateş uyarıcı bir tonda.

"Özür dilerim," dedi ve tekrar oturdu ama bu sefer Ateş'in yanına değil Bahar'ın oturduğu ikili koltuğun diğer ucuna oturmuştu.

"Demek hepiniz kocamın sevgilisiyle tanışıyorsunuz?" dediğimde hepsi sessiz kaldı.

"Konumuz bu değil." dedi Ateş sert sesiyle beni bölerken.

"Doğru artık kocam olmayacaktın, benden boşanmak istemiştin değil mi? Gerçi o da beni tutkuyla öpmeden önceydi? Hay Allah çok kafam karıştı bak." Konuşurken başımı Ateş'in olduğu tarafa doğru eğmiştim, saçlarım sol tarafıma doğru düşerken gıcık verici bir şekilde gülümsedim.

Ateş'in bakışları gülüşüme takıldı, sanırım ona çok gıcık gelmemişti.

Ateş'in beni öptüğünü duyan herkes çok şaşırmıştı. Ceylan'a çevirdim kafamı.

"Erkekler işte, hepsi aynı. Sana da evliliğimde mutlu değilim, artık kağıt üzerinde zaten evliliğimiz diyordur değil mi?" dediğimde Ceylan şaşkınca bana bakıyordu.

"Formunu kaybetmemen sevindirici." dedi Tarık da kafasını iki yana sallayarak. Gözleri yorgundu, ben yokken neler yaşamıştı bilmiyordum ama sanki hepsi büyümüştü.

"Bizi özlemedin mi Aşkın?" dedi Bahar bacaklarını kendine çekerken.

Özlemiştim, çok özlemiştim.

"Hiç karşımıza çıkmak istemedin mi?" dedi Naz da.

"Ben de özlemedim ki zaten hiç." dedi Bahar. "Bizi terk eden birini mi özleyecektim bir de? Hiç hatırlamadım bile seni. Unuttuk gitti! Niye çıktın ki karşımıza bir daha?" Bahar yüzüme bakmıyordu.

Konuşamadım, ne kadar zorlasam da bir kelime bile çıkmadı dudaklarımdan. Ve bunu sadece Bahar'a karşı yaşardım ben çünkü o masumdu, o haklıydı.

"Ateş seni bulduğunu söylediğinde dirini mi ölünü mü bilemedim." dedi Tarık. "Ama sanırım ölünü bulsaydı daha az canım acırdı. En azından elinde değil derdim. En azından elinde olmadan bizi bırakmış derdim." Nefes almak gittikçe daha da zor oluyordu.

"Sen hepimizi mahvettin." dedi Naz yine.

"Üzgünüm, keşke ölseymişim." derken fazla samimiydim.

"Düzgün konuş." dedi Ateş sertçe.

"Çok mu üzülürsün?"

"Kapat şu konuyu!" dedi Pusat sesini yükselterek.

"Seninle konuşmadım." dediğimde Pusat sonunda yüzüme bakabilmişti.

"Ben konuşmam zaten, havlarım. Ama çok zorlarsan ısıra da bilirim." Yine sessizlik oluştu.

"Başka söylemek istediğiniz bir şey var mı bana? Etmek istediğiniz küfür ya da başka bir şey?" dedim ayağa kalkarak.

Bahar da yerinden kalktığında durdum.

Bana sarılmadı, sadece ayakta uzunca izledi beni.

"Konuşmamız daha bitmedi." dedi Deniz de. "Bize her şeyi tek tek anlatana kadar da bitmeyecek."

"Önce bizim konuşmamız gerek." dedi Ateş de yerinden kalkarak. Eli bileğime uzandığında bileğimi arkaya doğru attım ve o da bileğimi tutmak için bana fazladan yakınlaştığında burun buruna geldik.

Derin bir nefes alırken göğsü şişmiş, göğsüme çarpmıştı.

"Konuşalım kocacığım." dedim yapmacık bir hevesle. "Sevgilin de gelsin mi bizimle?"

"Saçma sapan konuşma Aşkın!" dedi dişleri arasından.

Dudaklarımı büzdüm. "Saçma sapan konuşacağım. Hadi sustur beni ama elinle değil." Bakışları dudaklarıma kaydığında nefesi kısa bir anlığına kesildi.

Tam konuşmak için dudaklarını aralamıştı ki dairenin kapısı gürültüyle açıldı. Murat ve Çelik ellerinde silahlarla içeri dalarken nefesimi bıkkınca verdim.

"Bir siz eksiktiniz zaten!" dedim bıkkın şekilde.

"Nasıl girdiniz içeri? Yusuf nerde la?" dedi Pusat telaşla kapıya bakarken. Ne ara silahını çıkarıp onlara doğrultmuştu bir fikrim yoktu ama onların namlularının ucuna geçerken Bahar'ın ve diğerlerinin hedef olmasını engellemeye çalıştığını kaçırmamıştım.

"Sen Ankaralısın değil mi Pusat? İtiraf et artık?" dediğimde başını küskün şekilde çevirdi.

"Köpekgillerdenim ben, Angaralı değilim."

"İşte gerçek bir Ankaralı!" dedim hızla.

Ateş bakışlarını Murat ve Çelik'in üstünden çekemiyordu. Pusat da sonunda akıl ederek silahını çıkarıp onlara doğrulttuğunda nefesimi verdim.

"Size ne dedim ben?" dedim salonun girişinde duran iri iki adama. Onlar şaşkındı, salondakileri görmek ikisini de şoka sokmuştu.

"Seni merak ettik." dedi Çelik.

"İndirin şu silahlarınızı." dediğimde ikisi de aynı anda silahlarını indirdi.

Pusat bir süre indirmedi, Ateş'le göz göze gelip fazla duygu dolu bir bakışma yaşanana kadar da indirmedi. En sonunda Ateş onu çekici bakışlarıyla etkilemiş olacak ki sinir olsa da silahını indirdi ama geri kemerine yerleştirmedi.

Çelik'in bakışları tek tek herkesin üzerinde gezinirken, onda daha önce hiç görmediğim bir ifade vardı yüzünde ama o da duygularını gizlemekte benim kadar usta olduğu için bu ifadenin varlığı çok uzun sürmedi.

"Murat! Sen bunca zaman Aşkın'ın yaşadığını biliyor muydun?" dedi Deniz de yerinden öfkeyle kalkarken. "Lan halimizi gördün! Hiçbir halt söylemedin mi? Beni kandırdın mı?"

"Hayır seni kandırmadım ayrıca farkında değilsiniz sanırım ama Aşkın zaten yaşamıyor. Aşkın devri bitti! Aşkın'ı ben de tanıyordum ama bu gördüğünüz kişi o değil. İlk başlarda bunun acılı bir güzelleme olduğunu sandım ama değildi, siz de onunla konuştukça anlayacaksınız." derken Murat fazla samimiydi.

"Bok bok konuşma lan!" dedi Tarık birden konuşmaya dahil olarak.

Bu sırada salona eli silahlı biri daha girdi ve bu Yusuf'tu. Bir eli ensesinde sarsak adımlarla içeri dalmıştı.

Ateş sıkıntıyla verdi nefesini. "Abi şerefsizler arkadan geldi."

"Sensin lan şerefsiz düdük." dedi Çelik de bozulmuş şekilde.

"Kafayı yememe çok az kaldı." diye fısıldadı Ateş.

Kendimi bir tiyatro sahnesinin ikinci perdesinde bir figüran gibi hissederken Ateş elimi tuttu.

Parmaklarını parmaklarımın arasına geçirdiğinde tepkimi ölçmek için yüzüme bakma gereği duymadı.

"Ne haliniz varsa görün ama bizim konuşacaklarımız daha önemli." dediğinde beni bu sirke dönen salondan çıkarmasına izin verdim.

Çelik'le göz göze geldiğimizde benden bir hareket bekledi ama ona attığım bakışlar yüzünden hiçbir şey yapamadı.

Birlikte önce salondan ardından da büyük daireden çıktığımızda beni sürüklemeye devam ediyordu.

Onun bir adım gerisinde, kalıplı vücuduna yapmışmış gömleğini izlerken derin bir nefes aldım. Şu an ben izin verdiğim için bunlar oluyordu ve ben neden izin verdiğimi bilmiyordum.

Sonunda terasa çıktığımızda, hissettiğim soğukluk ve ferah havayla rahatladım. Terasın üstünün yarısı kapalıydı yağmur aynı şiddetle yağmaya devam ediyordu.

"Ne yaşıyoruz biz?" dediğinde omuz silktim. Onun yanından uzaklaşıp, terasın üstü kapalı kısmından da çıktım. Tüm şehri gören korkuluklara yaslandığımda çok geçmeden Ateş de yanımda bitti.

İkimiz de bir süre hiç konuşmazken eli sırtıma gitti, saçlarımı hafif hafif okşarken gözlerimi açık tutamadım.

"Canını çok yaktılar mı?" derken az önce içeride üstüme yöneltilen öfkeden bahsediyordu.

"Ya da yanacak canın kaldı mı?" derken bu sefer saçlarım arasına bir öpücük bırakmıştı.

"Sevgilinin yanına dönmelisin." dediğimde nefesini verdi.

"Aşkın, onun sevgilim olmadığını çok iyi biliyorsun değil mi?" dediğinde itiraz etmedim.

"Senden başkasına bakacağımı düşündüysen bana da yazıklar olsun." dediğinde hala sessizdim.

Bu sessizlikten cevabını aldı. "Oyun olduğunu biliyorsun, peki neden acı çekiyorsun?" diye devam etti.

"Bilmem ayrı görmem ayrı." dedim ve gözlerimi açıp ona döndüm.

"Acı da çekmiyorum ayrıca. Gerçek sevgilin olması da sorun olmazdı." dediğimde kaşları havalanmıştı.

"Öyle mi?" dedi ve bir eli belime giderken bedenimi sertçe bedenine yaslamıştı.

"Onu sevmem," dedi ve yanağıma sert uzun bir öpücük bıraktı. "Onu öpmem," Bu sefer dudaklarını çenemden boynuma doğru indirdi ve derince kokladı. "Sorun olmaz mı cidden?"

"Olmaz." dedim dokunuşları tüm bedenimi alev alev yaksa da buz gibi çıkan sesimle.

İçimde kalan son güçle onun ıslak bedenini vücudumdan uzaklaştırdım. "Onu gerçekten kıskandın. Senden başka kimseyle olmayacağımı biliyorsun, neden kıskandın? İnanmaya mı çalıştın buna? O zaman daha kolay mı olurdu benden nefret etmesi?"

"Umurumda değilsin." dedim sadece. "İstersen git ol, evliliğimiz artık sadece kağıt üstünde. Gerçi onu da bitirmek istemiştin az önce." dediğimde itiraz etmedi.

Bana yakınlaşmayı çalıştı ama onu yine sertçe ittim. "Boşanalım! Savaşması daha zevkli olur o zaman." dedim güçlü ama çok yüksek olmayan sesimle.

"Eğer soyadım işine yaramayacak olsaydı benimle bir saat bile fazladan evli kalmazdın sen." dediğinde onu yalanlamadım.

"Önceki soyadımdan nefret ediyordum ama bundan daha çok nefret edeceğimi tahmin bile edemezdim."

Yüzü gerildi, "Az önce yaşanılanlar sana acı verdi."

"Bana acı veren tek şey şu an,"

"Sus Aşkın!" dedi bağırarak. "Ilımlı olmaya çalışıyorum, acını anlamaya çalışıyorum, öfkeni bastırmaya çalışıyorum ama sen asla hiçbir şeyi umursamıyorsun!"

Omuz silktim. "Az önce olanlar canımı yakmadı, sen de yakmıyorsun. Ceylan'la gerçekten birlikte ol, âşık ol ona ya da başka birine bu da benim canımı yakamaz artık."

"Yalan söylüyorsun." dedi kendinden emin bir ifadeyle.

"O herifle aranda bir şeyler var, değil mi Aşkın?" derken sesi o kadar acılı çıkıyordu ki sanki karşımda dimdik durmuyor da cehennemde azap içinde yanıyordu.

"Hoşlandın mı ondan? Sana dokundu mu?" Benden uzaklaştı, burnunu çekti.

"Tam da senin beğenebileceğin bir tip. Karizmatik, bir lafını ikiletmiyor ve sana benziyor," devam edemedi.

Hiçbir şey söylemedim, içimde artan hislerle onu izledim ama bu sefer bu hissin adı öfke değildi.

Ben de ona aynı ifadesizlikle bakmaya devam edince biraz daha çıldırdı. Kırgınlığı gittikçe öfkeye dönüşüyordu. "Çok mu mutlusun onlarla? Sana istediklerini veriyorlar mı? Onları rahatça kullanabiliyor musun?" dediğinde sessiz kaldım. "Belki de grup merakını bile gidermişlerdir."

Son cümlesinden sonra onu tokat atmak istedim. Kaşınan avuçlarımı yumruk yaptım.

Bu canımı yakmamalıydı, bu adamla ilgili hiçbir şey artık acıtmamalıydı.

Yüzüme alaylı maskemi yerleştirdim. "Evet ve övdüğün kadar da varmış." dedim ve bir kelimesine daha dayanamayacağımı hissettiğimde omzuna çarparak yanından hızla geçtim.

Bu sefer peşimden gelmemişti neyse ki.

İçeri girdiğimde herkesi siktir ederek asansöre bindim. Yağmur tüm bedenimi ıslatmıştı, kuru hiçbir yerim kalmamıştı.

Ama duş almam gerekiyordu, soğuk bir duşa ihtiyacım vardı.

Midem o kadar bulanıyordu ki elimi karnıma bastırdım sanki bu bulantıyı durdurabilecekmiş gibi. Asansörden indiğimde uzun topuklularımla hızlı hızlı yürürken nereye yetişmeye çalıştığımı bilmiyordum.

Bana ait daireye girdiğimde, direkt odama geçtim. Ayağımdaki topuklu ayakkabıları fırlatırcasına çıkartarak elbiselerimle duşun altına girdim.

Bacaklarım daha da ağırlaşırken artık ayakta durmakta zorlanıyordum. Soğuk fayansa yavaşça oturduğumda akan makyajım gözümü yakıyordu.

Başımı da arkamdaki fayansa yaslarken vücudum yine titriyordu.

Son bir saatte yaşanan her şey zihnimde tekrar tekrar dönerken artık nefes de alamıyordum. Hepsinin yüzündeki acı, hayal kırıklığı ve vaz geçmişlik ifadesi...

Ben bunları hak etmiştim, daha fazlasını da hak etmiştim. Peki neden bu kadar acıtıyordu?

"Biz sensizken sen kendine yeni arkadaşlar mı buldun?"

"Senden sonra bir daha aynı olamazdık Aşkın."

"Bize ne olacağını hiç umursamadın. Bıraktın gittin."

"Ateş seni bulduğunu söylediğinde dirini mi ölünü mü bilemedim. Ama sanırım ölünü bulsaydı daha az canım acırdı. En azından elinde değil derdim. En azından elinde olmadan bizi bırakmış derdim."

"Sen hepimizi mahvettin."

"Belki de grup merakını bile gidermişlerdir."

Omuzlarım sarsılırken yüzümden akanların hangileri yaş hangileri başımdan aşağı tazikle akan suydu bilmiyordum. Bacaklarımı kendime çektiğimde alnımı da yorgunca dizlerime yasladım.

İstediğim oluyordu işte, benden nefret etmeye başlıyorlardı.

Dudağımdan bir hıçkırık daha çıkarken omuzlarım sarsılmaya devam etti.

İnsanın içi acır mıydı? Benim içim acıyordu.

Bu acı bir yıldır hiç dinmiyordu.

Güçlü durmam gerekiyordu, her şeyi bitirmem gerekiyordu.

Sonra aklıma bana öfkeyle bakan gözler geliyordu.

Başımı dizlerim arasından kaldırdığımda yine fayansa yasladım, bulanık gördüğüm banyoyu incelerken uzun zaman sonra ilk defa bu kadar kontrolü kaybediyordum.

Ağlayışım derinleşirken bunu durduramıyordum.

Ben sadece bittiğim gün ağlarım demiştim, ben gerçekten bitmiştim.

Hiç kalmamıştım.

Belki de bu yalnızlığı en başından beri hak ediyordum. Yaptığım kötülüklerin diyetini ödüyordum. Umarım bu ödeme bir günün sonunda canımla da sonuçlanırdı da ben de bu azap verici acıdan kurtulurdum.

Bağırıyorum duymuyorlar, dokunuyorum hissetmiyorlar, bakıyorlar ama görmüyorlar, alev alev yanıyorum ama bir damla su dökmüyorlar. Belki de onlar da benim gibi tükeniyorlar.

🔥

Gece pek uyuyamamıştım, saatlerce suyun altında boş boş oturduktan sonra odama geçip uyumaya çalışmıştım. Sadece yarım saat içim geçmişti ama ondan da emin değildim. Artık uykuya dalıp dalmadığımı da anlayamıyordum.

Saçlarımı hafifçe dalgalandırıp, tüm yorgunluğumu silecek bir makyaj yaptım yüzüme. Ardından dolabımı açıp deri bir pantolon çıkardım. Kalçamı tamamen saran pantolon dizden sonra hafifçe bollaşıyordu.

İçime siyah bir bralet giyinip, üstüme de beyaz bir gömlek geçirdim ama gömleğin dört düğmesini açık bırakarak braletin görünmesini sağladım. Bir de pantolonumla aynı derideki iki kemeri de pantolonun arkasından alıp omzumun üstünden geçirdim.

Kalın botlarımı da giyindiğimde bugün toplantıya hazırdım ama karşımdakilerin pek hazır olduğunu düşünmüyordum.

Odadan çıktığımda etraf sessizdi. Salona geçecekken koridordaki kapılardan biri açıldı. Çelik banyodan çıkarken onunla birlikte yoğun bir buhar bulutu da çıktı.

Altında sadece küçücük bir havlu vardı ve o da düştü düşecekmiş gibi duruyordu. Onu süzdüğümü fark ettiğinde yüzünde o yavşak sırıtışlarında biri oluştu.

"Günaydın," dedi yakınlaşarak.

"Günaydın." dedim ama konuşurken boğazım ağrıdı.

Bu sırada koridorda bir kapı daha açıldı. Murat da yarı çıplaktı.

Önceden olsa cennete düştüğümü düşünebilirdim.

"Sonunda çıkabildin amına koyayım yıllık mı girdin?" dedi söylenerek Murat.

"Burayı niye asker koğuşuna çevirdiniz amına koyayım!" dediğimde ikisinin de bakışları bana döndü.

"Çok maskülen olmuşsun, yakışmış." dedi Murat beni baştan aşağı süzerken.

"Bir sen kalmıştın." dedim ellerimi ceplerime sokarken.

"Her odada banyomuz yok maalesef ama Alanguva'nınkinde vardır. Koca katı kapatmış kendisine beyefendi." Çelik konuşurken yürümeye de başlamıştı ki üstündeki havlunun düşeceğini anlayarak onlara arkamı döndüm.

Ben salona geçerken Murat'ın Çelik'e küfür ettiğini duyabiliyordum. Kendime bir sigara yaktım, koltuğa geçecektim ki çalınan kapıyla ağzımda sigarayla kapıya yöneldim.

Açtığımda Alanguva karşımdaydı. Bir şey söyleme gereği duymadan arkamı döndüğümde o da peşimden içeri girmişti.

"Dün akşam çekip gittin." dediğinde kendime bir kadeh dolduruyordum.

Murat ve Çelik de tartışıyorlardı, koridordan ikisinin sesi geliyordu.

"Odama dönüp kötü kadın gülüşümle tüm gün neler yaptığımı düşünmem gerekiyordu." dedim yapmacık bir gülümsemeyle.

Bu sırada Çelik ve Murat'ın kavgası hararetlenmişti, büyük ihtimalle birbirleriyle didişmekten Alanguva'nın geldiğini bile duymamışlardı.

Kavgaları en sonunda salona taşındığında Çelik'le Murat boğuşarak salona girmişlerdi. Çelik bir eliyle havlusu düşmesin diye tutuyor, diğer eliyle Murat'a vurmaya çalışıyordu. Murat da üstü çıplak ve altındaki düşük bel eşofmanıyla iki eliyle Çelik'in boynuna sarılmıştı.

İkisi de salonda Ateş'i fark ettiklerinde durdular. Birbirlerini bırakırlarken ikisinin de ifadesi aniden ciddileşmişti. Ateş onları süzerken yine Çelik'in göğsüne gereğinden fazla bakmıştı.

"Aa siz niye çıktınız yataktan?" dedim başımı omzuma eğerek "Geri dönün, geleceğim." Sözlerimle Ateş nefesini gergince verirken Murat'la Çelik anlamaya çalışıyorlardı.

Önce birbirlerine, sonra bana baktıklarında onlara gülümsedim. "Hadi gidin de yatak soğumasın."

"Tabii hayatım." dedi Çelik de hemen moda girerek.

"Hay sikeyim ya," dedi Murat sadece ama Çelik onu çekiştirirken geri koridora geçip gözden kayboldular.

"Bayağı yaramazlar ama bunu seviyorum." dedim viskimden koca bir yudum alarak.

Onu başka bir kadınla olabileceğini düşünmeme bozulmuştu ama kendisi sanırım ondan sonra önüme gelen herkesle yattığımı hatta grup yaptığımı düşünebiliyordu.

Ateş bir süre onların arkasından bakarken nefes alışverişleri derinleşmişti. "Dün çekip gittiğin için rahatsızlar, daireni basacaklardı da ben tuttum. Bugün onlarla olmalısın, en azından buna hakları var."

"Onları buraya sen getirdin, sen uğraş." dediğimde bana doğru birkaç adım atmıştı.

"Kahvaltıya iniyorlar, odana gelmek istediler." dediğinde yine omuz silkmiştim.

"Kes şunu Aşkın."

"Neyi?"

"Onları incitmeyi." dediğinde başımı salladım sadece.

"Bunları sayıklamak için mi odama kadar geldin?" dediğimde kafasını salladı.

"Peki, hadi gidelim." dedim sigaramı söndürüp kadehimi de bırakarak. "Ama birlikte gideceğimiz için insanlar eski karınla tekrar birlikte olduğunu düşünebilir. Ve o zaman senin müttefiklerini yanıma çekmem daha kolay olabilir. He bir de karısını zapt edemeyen bir lider olarak da görünürsün. Her türlü işime gelir yani." Yanına ulaşana kadar konuşmaya devam etmiştim.

"Ceylan dışarıda, beni bekliyor." dediğinde alayla güldüm. "Ceylan'ın kim olduğunu sormayacak mısın?"

"Hayır."

"Neden?"

"İlgilenmiyorum ve itiraf etmem gerekirse oyun olsun ya da olmasın o tam senin yanına yakışacak bir kadın." dediğimde kaşları çatıldı. Söylediğim her şeyde ciddi olduğumu biliyordu ve rahatsız olmuştu.

"Senden başkası benim yanımda olacak öyle mi Aşkın?" Adımı baskı yaparak söylemişti.

"Senin yanına bir ben olmazdım zaten Ateş bak olamadık da." dedim ellerimi iki yana açıp halimizi gösterirken.

Şu an pahalı kıyafetlerin içinde, bakımlı saçlarımızla dışarıdan dik, güzel ve iyi görünüyor olabilirdik ama bu bir aldatmacaydı.

Bitmiş bir harp meydanının ortasında, her şeyimizi kaybetmiş ve paramparça kalmıştık. Üstümüzde ateşten elbiseler, tenimiz is içinde, kılıçtan bakışlar ve silahtan acı sözler vardı.

Bunu kimse göremiyordu, sadece ikimiz görüyorduk.

İkimizden de geriye sağlam hiçbir şey kalmamıştı çünkü biliyorduk, savaşta kazanan sadece ölüm olurdu. Bile bile durmuyorduk tıpkı toprağa doymayan imparatorluklar gibi.

Hiçbir şey söylemedi, sessizliği bana çok şey düşündürtecek kadar uzun, gözlerine doyamayacağım kadar da kısaydı. Beni son kez süzdü ve odadan çıktı.

Neden oynadığını, Ceylan'la yollarının nasıl kesiştiğini öğrenmek istemiyordum.

Bunlardan daha önemli bir gündemim vardı.

Çelik nemli saçlarıyla, üstüne takım elbisesini giyinmiş şekilde salona döndüğünde etrafa bakındı Ateş hala burada mı diye.

"Cidden kocana grup takıldığımızı mı söyledin?" dedi fazlasıyla eğlenirken.

"Hoşuna gitti bakıyorum da?"

"Senin içinde olacağın her şey hoşuma gider zaten bebeğim." dedi omuz silkerek.

"O öyle sandı." dediğimde kaşları havalandı.

"Bizi böyle gördükten sonra çok normal değil mi?" dedi omuz silkerek.

"Dün gece söyledi bunu." dediğimde alt dudağını ağzının içine yuvarladı.

"Sikeyim," dedi kısılan sesiyle. "Sen kimseye yan gözle bakama herif gelsin seni grup yapmakla suçlasın."

Sessiz kaldığımda yanıma ulaşmıştı. "Onları gördüğün için sarsıldığının farkındayım. O da zaten sarsıl diye yaptı bunu. Seni afallatmak belki de bu işten vazgeçirmek istedi." Eli göğsümün kenarında duran kemere gitti, yavaş yavaş kemerle oynarken bir tepki vermiyordum.

"Durum değerlendirmesi yapmanı istemedim senden." dediğimde işaret parmağını kemerin lastiğine geçirdi.

"Yine de bu grup muhabbeti hoşuma gitti." dedi lastikten tutup beni kendisine çekerken.

Vücudum vücuduna çarptığında bakışları kısılmıştı, çenemi dikleştirdim.

"Ceylan'a metres diyorsun sonra da gelip evli bir kadına sarkıyorsun." dedim ellerim ceplerimdeyken rahat bir tavırla. "Millete yavşak diyorsun ama cidden ırz düşmanı gibi geziyorsun." Konuştuklarımı pek umursamıyordu, bakışları dudaklarımdaydı.

"Dün Alanguva öptü beni." dediğimde irkildi. O kadar sarsıldı ki bir adım geriye giderek vücutlarımızın gereksiz yakınlığına son verdi.

"Ne zaman?" dedi yutkunarak.

"Odaya ilk gittiğimde."

"Sevgilisi yok mu bu herifin? Neden seni öpüyor?" derken bundan o kadar rahatsızdı ki sanki Ateş beni değil de onu öpmüştü.

"Beni unutmak kolay olmasa gerek."

"Peki ne hissettin? Karşılık vermişsindir?" Hem meraka soruyor hem de de cevabını duymak istemiyordu.

"Vermedim ama bunun için çok direndim." dedim dürüst şekilde. "Ve hala onu istemekten nefret ettim."

"Bu normal çünkü o senin," devamını getirmedi. Elini hala lastikten çıkarmamıştı, ona biraz daha yakınlaştığımda bakışları yine dudaklarıma kaymıştı.

Elim çenesine gitti, çenesini hafifçe okşadığımda gözlerini yumdu bir kedi gibi mırıldanarak.

"Evet aynen öyle, o yüzden o gözüne de eline de hâkim ol. Bu uyarıyı son kez yapıyorum, son zamanlarda iyice kafayı yedin amına koyayım."

"Bana bir kez izin versen bir saat sonra kocanı boşarsın." dedi benden uzaklaşıp dalgaya vurmaya çalışarak.

"Daha fazla sürmez bence de," dediğimde alayla güldü.

"Ben olsam bu kadar emin konuşmazdım."

"Kocamı geçemezsin."

"Demek o yüzden ondan kopamıyorsun!" dedi biraz daha uzaklaşırken. Bu sırada Murat da üstünü giyinmiş şekilde salona gelmişti. O Çelik'in aksine saçlarını kurutmuş hatta düzgünce de şekillendirmişti. Kısa siyah saçlarını geriye doğru atmıştı ve yüzünün keskinliği ortaya çıkmıştı.

"Az önce ne oldu burada?" dedi Ateş'in olduğu zamandan bahsederek.

"Alanguva bizi grup takılıyoruz sanmış." dedi Çelik hala eğlenerek.

Murat ciddi mi diye anlamak için bana baktığında başımı olumluca salladım. "Çüş amına koyayım."

"Neden şaşırıyorsunuz? Gereksiz fazla samimiyiz bunun bir adım ötesi grup zaten! Evimde ya da dairemde çıplak güreşmeyeceksiniz bir daha."

"Neden? Tahrik mi olursun?" dedi Çelik bana soru sorarken aynı anda kolunu Murat'ın omzuna atarken.

"Sen de bir dur amına koyayım bir ben kaldım si," diye başlamıştı ki Çelik onu yanağından öpünce durdu.

"Hadi ama, mükemmel fikir. Alanguva eşeğin aklına karpuz kabuğu düşündü. Şimdi bir süre bunu hayal edeceğim." Konuşurken Murat'ı daha fazla çıldırtmaya çalışıyorken aynı şeyi benim üstümde de yapmaya çalışıyordu.

Çelik bazen yanımızda o kadar farklı bir adam oluyordu ki onun Azrail'in kılıcı olduğuna inanmak çok zor oluyordu. Ama onu bir kere birini öldürürken gördükten sonra bu düşünce hemen aklımdan siliniyordu. O tam olarak Azrail'in kılıcıydı.

Aptal gibi davranmayı seviyordu çünkü fazla zekanın delirttiğini biliyordu.

Ona daha fazla cevap vermedim. Sadece telefonumu aldım. Bir de deri blazer ceketimi aldım ama ceketi giyinmeyip yine omuzlarımda bıraktım. Çelik siyah gömlek giyinmişti, Murat da beyaz.

Daireden çıkıp asansöre geçtiğimizde bu sefer kimseyle karşılaşmamıştık. Hepsinin kahvaltı salonunda olduklarını biliyordum.

Lobiye indiğimizde lobi sessiz ve sakindi. Murat ve Çelik peşimden gelirken restorana girdim.

Lobinin sessiz olması normaldi çünkü neredeyse herkes restoranda, kahvaltı yapıyorlardı. Bakışlarım içeride kısaca gezinirken onları görmem zor olmadı.

Yuvarlak masalarda oturuyorlardı, hiç boş sandalye yoktu yanlarında. Ceylan yine Ateş'in dibindeydi ama bu sefer sadece Ateş'le değil, herkesle sohbet ediyordu. Bahar'la bir şeyler konuşurken Bahar dünkü kızgın ifadesinin aksine daha sakin ve neşeli gözüküyordu.

Bana ayrılan masaya değil, onların olduğu masaya yakınlaştım. Beni fark ettiklerinde önce sessizleştiler sonra da gülüşleri soldu.

"Yan masada olacağım, çok konuşmak isterseniz gelebilirsiniz." dedim Deniz, Bahar, Tarık ve Naz'a ithafen ama hiçbir şey söylemediler. Sadece yüzüme baktılar ve ben yanlarından ayrılana kadar da ağızlarından tek bir cümle çıkmadı.

Ben masaya geçip oturduğumda hiçbiri yerlerinden kalkmak için bir hamlede bulunmadılar. Derin bir nefes alarak arkama yaslandım.

"Bunlar senin için gelmemiş miydi? Şimdi de trip mi atıyorlar?" dedi Çelik onları yandan yandan süzerken.

"Haydi kahvaltı yapalım, bugün çok işimiz var." dedim ifademi sabit tutmaya çalışarak.

Murat bir yanıma Çelik de diğer yanıma otururken yine kendime bir şişe viski istemiştim.

"Ayyaş olduğun için bile seçilmeyebilirsin." dedi Murat.

Ona bir cevap vermedim, bakışlarım yan masaya kaydı. Hepsi iyi gözüküyordu bugün, artık benden hesap da sormak istemiyorlardı sanırım.

Ateş Ceylan'la birlikte olmayabilirdi, belli ki beni henüz atlatamamıştı. Ama biliyordum ki bir gün hayatından tamamen çıktığımda, belki öldüğümde belki de benden ümidi kestiğinde onunla olabilirdi. Çünkü Ceylan herkesin birlikte olmak isteyeceği türden bir kadındı.

Tarık ne söylüyorsa Ceylan keyifle gülüyordu. Ceylan'ın bir eli Ateş'in dar siyah gömleğinin sardığı kaslı kolundaydı.

Ateş eli çenesinde onları dinliyordu, bugün pek bu tarafa bakmıyordu.

İşin tuhaf yanı hiçbiri bu tarafa bakmıyordu. Sanki ben hiç yokmuşum, hiç de olmamışım gibi keyifle sohbet ediyorlardı.

"V," dedi Çelik elini elimin üstüne koyarak. "Hadi gel dışarı çıkalım, çok güzel mekanlar biliyorum. Daha güzel bir yerde yapalım kahvaltımızı." Bu seçenek bile değildi.

"Evet ya da eve geçelim, Selin kesin güzel bir Türk kahvaltısı hazırlamıştır." dedi Murat da ilgiyle.

Elimi Çelik'in elinden çektim. "Hayır, burada önemli işlerim var."

"Yani şu an neden böyle davrandığını anlayamıyorum." dedi Murat. "Tamam öfkeliler de bu kadar rahat olmaları da tuhaf."

"Bilerek yapıyorlar." dedi Çelik birden. "Bilerek V'yi umursamıyormuş gibi yapıyorlar çünkü V onları bir yıl boyunca hiç umursamadı. Haklılar da zaten."

Çelik zekiydi ama yaptığı durum değerlendirmelerini çok nadiren sesli dile getirirdi. Söylediği şeylerin çıkmadığını bugüne kadar pek görmemişti. Çelik bunu normal şartlarda söylemezdi, onlardan duygusal olarak uzaklaşmam işine gelirdi ama bunu söylüyordu.

Bu sırada viskim ve kahvaltımız servis ediliyordu. Kadehimden büyük bir yudum aldım onları izlerken.

Ateş bana bakıyordu, kısık gözleri inadından çabuk vazgeçmiş olacak ki sürekli üstümde geziniyordu. Deniz ve Naz çok fazla sohbet etmiyorlardı, birbirinden en uzak köşelere oturmuşlardı ama birbirlerine arada kaçamak bakışlar atıyorlardı. Tarık hem iştahla kahvaltı yapıyor hem de Pusat'a bir şeyler söylüyordu. Pusat'la uğraştığına emindim çünkü sinirden renk değiştirmeye başlamıştı Pusat.

Ne konuştuklarını merak ediyordum.

O kadar komik ne oluyorsa Ceylan sürekli gülüyordu. O kadar çok güldü ki boğazında bir şey kaldı, öksürürken hızla rengi değişmeye başlamıştı. Ateş hızla elini karnına bastırarak diğer eli de sırtındayken birkaç saniye bekledi. Bu hemlick manevrası değildi tam olarak ama her ne yaptıysa Ceylan kısa sürede yine nefes almaya başlamıştı. Kendine gelirken masadaki herkes de endişelenmişti onun için.

Ceylan kahvesini içerken eli hala boğazındaydı. Teşekkür etmek için Ateş'in yanağını öptü.

Ateş'in kirli sakallı, yumuşak ve mis kokan yanağından öptü. Onu öptü.

Bakışlarımı onlardan ayırdım ve bir daha o yöne kafamı çevirmedim. Ateş bana bakıyordu, hatta gözlerini bir an olsun üstümden ayırmıyordu.

Kahvaltıları bitene kadar buna devam etti. Bana bakmaktan kahvaltı yapabildiğini sanmıyordum.

"Fikret yok mu?" diye sordum dikkatimi toplamaya çalışarak. Sikik dikkatim bugün paramparça olmayı seçmişti, özellikle de o öpücükten sonra.

Hala bende bu etkiyi bırakması sadece saçmalıktı.

Öpebilirdi sonuçta, dudağından da öpebilirdi. Artık sadece kağıt üstünde karı kocaydık ki koltuğunu almayayım diye onu da bitirmek istiyordu zaten.

Durdum, ona bir kez daha baktım.

O bunu hak ediyordu, belki onunla gerçekten birlikte değildi, bu zamana kadar aralarında hiçbir şey olmamış ve ona karşı hiçbir şey de hissetmiyordu. Ama hak ettiği tam da böyle bir kadındı. Aşkına aynı saf aşkla karşılık verebilecek, onun kanatlarını arasından çıkmayacak ve de masum olacak bir kadın.

Bakışlarımı ayırdım yine.

"Bugün ortalıklarda yok gibi, yine bir şeyler karıştırıyordur." dedi Murat, onların arasına dönüp ne konuştuklarını anlamam birkaç saniyemi aldı. 

Onun Kaptan'ın oğlu olduğunu asla unutmam gerekiyordu. "Kaptan'ın cesedini hiç gördün mü?" diye sordum Çelik'e.

Sorduğum soruyla kaşları çatılırken yerinde dikleşti. "Hayır, görmedim. Sence yaşıyor mu?"

"Kaptan dokuz canlıdır. Yunanlıların elinde bir yıl işkence gördüğünü biliyor muydun?" dediğimde kafasını olumluca salladı.

"Ölümü aslında tam da onun istediği şekilde."

"Evet, tuhaf olan da bu. Kaptan oyunları sever." dediğimde Çelik de kendine bir kadeh doldurdu.

"Bizim hayatımız oyun olmuş, adam sikti oyununu da belasını da daha ne yapacak?" derken fazlasıyla öfkeliydi.

İnsancıl olmayan şekilde eğitilen tek kişi ben değildim. Ve içimden bir ses bazen Çelik'in daha ağır eğitildiğini söylüyordu.

Vücudunda, özellikle sırtında işkence izleri vardı.

Bakışlarımı fark ettiğinde bakışları yumuşadı. "Ne bakıyorsun öyle hülyalı hülyalı? Aşık mı oldun bana?" dediğinde ben daha konuşmadan Murat derin bir of çekmişti.

"Sizce Alanguva yine toplantıyı iptal ettirecek mi?" dedi Murat.

"Yapabilir ama bu işimize daha çok yarıyor gibi. V üyelerle birebir konuşup akıllarını karıştırma fırsatını yakalıyor ki bana kalırsa Alanguva da bunun farkında. Bir planı var gibi, sence ne düşünüyor?" dediğinde omuz silktim.

"O Ateş Alanguva, her şeyi planlıyor olabilir ve kaybetme ihtimali de düşüktür." dediğimde Çelik gıcık bir bakış attı yan masaya.

"Biz varken değil." dedi burnunu çekerek.

Bu sırada yan masa hareketlenmişti. Hepsi ayaklanırken yüzüme bile bakmadan salondan ayrılacaklarını düşündüm ama öyle olmadı.

Yusuf, Ceylan'ı alıp giderken diğerleri hiçbir şey sormadan masama oturmuşlardı. Ateş tam karşıma yerleşirken Pusat da yanına geçmişti.

Çelik ve Murat'la aramızda bakışma geçerken ikisine de her şey yolunda dermiş gibi kafa salladım.

Masanın aniden bu kadar kalabalıklaşması salondakilerin de ilgisini çekti. Çelik'in diğer tarafına Tarık otururken sırf gıcıklık olsun diye sandalyesini Çelik'in sandalyesine dayamıştı.

Çelik de sabır çekerek kendisini bana yakınlaştırdı. Tarık yine ona yakınlaştı. En sonunda ikisi dip dibe otururken Çelik ne kadar gıcık olmuşsa Tarık da o kadar gıcıktı.

"Seni tanıyorum," dedi Bahar bakışları Çelik'e kaydığında.

"Evet teşekküre gerek yok." dedi göz kırparak. Çelik daha önce Bahar'ı bir çatışmada kurtarmıştı.

"Şimdi seni bizim Kaptan mı eğitti?" dedi Tarık ona yandan yandan bakarak.

"Evet, beğenemedin mi?"

"Beğenemedim." dedi Tarık burnunu kırıştırarak.

"Bozuk saat bile günde iki kere doğruyu gösteriyor işte." dedi Pusat, Tarık'a gurur dolu bir ifadeyle bakarken.

"Kalbimi kırıyorsun bebeğim." Tarık'ın sözleriyle Pusat sabır çekti.

"Bizi tanıyorsun o zaman sen?" dedi Naz.

"Evet, tanıyorum. Hepinizi." Neden bilmiyorum ama bunu söylemek Çelik için zor olmuştu.

Sanırım biliyordum.

Kaptan bana sırlar saklayan bir aile vermişti ama ona hiçbir şey vermemişti. O yalnız büyümüştü, onun uğruna yaşayacağı bir ablası da yoktu artık benim de olmadığı gibi. Ve bunun ne kadar zor olduğunu ben de yeni yeni öğreniyordum.

Çelik diğerleriyle birlikte büyümemişti, onlarla sonradan tanışmıştı.

"Neden hiç yanımıza gelmedin?" dedi Deniz.

"Birkaç kere niyetlendim, Kaptan izin vermedi. Her şeyin zamanı varmış. Sizinle tanışmak da bugüne kısmetmiş." derken ifadesini okuyamıyordum.

"Bizi ne kadar tanıyorsun ki?" dedi Bahar merakla.

"Biraz," dedi Çelik bakışları dalarken. Bu herifi böyle görmeye hiç alışkın değildim. "Aşkın'ın cinayetlerini, Deniz'in hırsını, Bahar'ın yaşam sevincini, Naz'ın koca yüreğini, Tarık'ın yavşaklıklarını bilecek kadar işte."

Biz Çelik'i tanımıyorken o bizi izliyordu. Ve imreniyordu.

"Bana bak Çelik misin gümüş müsün titanyum musun bilmem o bakışlarını önüne çevir. Öyle anlamı anlamlı bakma benim Bahar'ıma." dedi Pusat daha fazla dayanamayıp konuşurken.

Sözleri çok komik gelmiş olacak ki Tarık koca salonu inletecek kadar kahkaha atmıştı.

Çelik sadece dalmıştı ama Pusat'a gıcık vermek için Bahar'a göz kırptı. Bahar, Pusat'ı umursamazmış gibi Çelik'e gülümsedi. Hatta Bahar'ın yanakları kızarmıştı ama bu flörtüz bir ifade değildi, bir büyüğünden iltifat almış gibiydi utangaçlığı.

"Irz düşmanı amına koyayım." dedi Murat sadece benim duyabileceğim seste.

Dudaklarımda oluşan gülüş Ateş'in kaşlarının bir kez daha çatılmasına sebep oldu. Bu gidişle bir yıla tamamen kırışacaktı. Gerçi Alanguvaların yaşlılıkları da karizmatik oluyordu.

Kır saçlı, yüzü kırışmış, altmışlı yaşlarındaki halini merak ediyordum. O halini göremeyecektim, onunla yaşlanamayacaktım çünkü ben o kadar uzun yaşayamazdım. Yaşasam da onunla olamazdım.

Bu düşünce boğazımı gıdıklarken, kadehimi bir kez daha yeniledim.

"Bugün her şeye açıklık getirecek ve bu saçma işi bitireceğiz Aşkın." dedi Ateş sonunda konuşarak.

"Bitirmek istediğin tam olarak nedir?" dedim sakince.

"Bu saçma savaşın, rekabetin ve bu sikik heriflerin maşası oluşun. Kaptan sanki seni yeterince parmağında oynatmamış gibi bir de bu heriflerin oyunlarına mı geleceksin?"

"Senin yaptığın gibi yani?" dedim kadehimi avucum içinde döndürürken. "Ama onlar senin gibi olamazlar, en azından beni yalanlarıyla uyutup evlenmediler. Hani bana kızıyorsun ya senin soyadınla koltuğunu almaya çalışıyorum diye..." Bakışlarımı şu saniyede güneş kadar sıcak olan sarı gözlerine diktim. "En azından ben bunu yürekli şekilde yapıyorum, elimi gizlemiyorum. Ben senin karşına seni affetmiş şekilde çıkıp hala bana olan saçma zaafını kullanamaz mıydım? Öyle de güzel kullanırdım ki."

"Bunları baş başa konuşuruz." dedi Ateş herkesin içinde bu kadar rahat konuşmamdan rahatsız olarak ama o da biliyordu ki bu masada oturan herkes her şeyin farkındaydı, her şeye şahit olmuşlardı.

Sessiz kaldım, ona söz hakkı tanıdım. "Senin aileniz biz, ne kadar sen artık inanmasan da biz senin için her şeyi yaparız. Herkese yeterince acı çektirdin. Aşkın yeterince kayıp vermedik mi? Baksana şuraya, herkesi kaybettik bir tek bu kadar kişiyiz. Başka kimsemiz kalmadı. Daha fazla kayıp vermeyelim, bitirelim her şeyi." Ateş Alanguva beyaz bayrak çekiyor ve bunu herkesin içinde yapıyordu.

Sadece bizim masamız değil, başka masalar da bu konuşmaya şahit oluyordu. Ateş Alanguva tıpkı bir liderin yapacağı gibi anlayış ve çözüm odaklı yaklaşıyordu. Bu teklifi reddettiğimde aç gözlü ve vahşi gözükecektim.

"Karım olmaya devam et, çok istiyorsan koltuğu yönetirken seni de toplantılara dahil eder ve neredeyse lider kadar söz hakkı kullanmanı sağlayabilirim. Ya da,"

Zeki puşt.

Öyle güzel oynuyordu ki on hamle ilerisini görüyordu ama unuttuğu bir şey vardı, karşısındaki kişi onun sadece rakibi değildi aynı zamanda bu kanlı miladın oyun kurucusuydu.

"Ya da?" dedim keyifle.

"Ya da savaşmaya ve kayıplar vermeye devam et. Kendi soyadınla."

Bir süre sessiz kaldım ve onu inceledim. Teklifini zaten asla kabul etmeyeceğimi biliyordu. "Peki o kadar boşanmak istiyorsan daha fazla sürdürmeyelim." dedim en az onun kadar sakince.

"Ne saçmalıyorsunuz siz? Ortada bir şeylerin döndüğü belli." dedi Tarık aramızdaki bakışmayı böğürürcesine bölerken.

"Ne dönüyormuş?" dedi Murat bir eli çenesinde diğeri de benim oturduğum sandalyenin sırtındayken.

Ateş özellikle Murat ve Çelik'in hareketlerini pürdikkat izliyordu. Yüz ifadesi değişmese bile gözlerindeki ifadeleri okuyacak kadar tanıyordum onu.

"Bilmiyorum hiçbir şey olmasa bile kesinlikle bir şey oldu." dedi Tarık.

Çelik ona alayla güldüğünde Tarık bu sefer de ona yükseldi. "Ne gülüyorsun?"

"Gülmüyorum, alay ediyorum."

"Güldün! Senin orada gülerken yüzünde gülme ifadesi var." Herkes anlamsız şekilde Tarık'a bakarken o ifadesini hiç bozmadı.

İçim rahatlarken nefesimi verdim, en azından bu yanını tamamen yok etmemişti. Yine de uzun zamandır hiç böylesine espri yapmadığına emindim.

Bakışlarımı fark ettiğinde gülüşü soldu, gözlerindeki keder onda sık görmediğim bir duyguydu.

"Şu tayfayla ciddi konu konuşabileceğini düşünmen hata zaten." dedi Pusat.

"Ne diyorsun sen be?" dedi Tarık bedenini öne doğru atarken. "Yollarım o iki tutam saçını."

"Sen dayağımı özledin herhalde."

"Ne yalan söyleyeyim özledim vallahi." dedi Tarık da ve bunu o kadar içten söylemişti ki Pusat bir an Bahar'a baktığı kadar acılı baktı Tarık'a da.

"Aşkın," dedi Ateş ama ona baktığımda hiçbir şey söylemedi sanki öylesine sırf ona bakayım diye seslenmişti.

Ne düşündüğünü biliyordum. Sanki aradan bir yıl geçmemiş, sanki hepimiz mahvolmamışız da bir aradaymışız gibi kısacık bir an geçmişti.

"Bugün de toplantıyı korkakça iptal edecek misin?"

"Evet ama korktuğumdan değil. Ben liderim, toplantıyı kuracak da istediğim saate erteleyecek güce de sahibim. Ve daha bilmediğin birçok şeye de," derken bana gözdağı veriyordu açık açık.

"Ne koltuk sevdasıymış arkadaş." dedi Deniz. "Biz ne yaşıyoruz? Biz burada ne yapıyoruz? Benim gibi bir adamın mafyanın kalbinde, gizli bir örgütün toplantısında ne işi var?" Hem söyleniyor hem de yüzünü ovalıyordu.

"Alış sen de artık bir yıl oldu hala mıymıysın." dedi Pusat bıkmış şekilde. "Mafyayla çalışıyorsun kabul et artık."

"Hayır, ben sizin mafya işlerinize karışmayacağım. Amacım Aşkın'ı bulmaktı bulduk da zaten."

Deniz beni bulmak için o çok nefret ettiği mafyalarla çalışmıştı.

Bakışlarımı Ateş'e çevirdim, "Ferda nerde?" dediğimde ifadesini sabit tutmaya çalıştı ama gerilmişti.

Sadece o değil, hepsi gerilmişti. Ferda'ya bir şey olmuştu.

"O hayatta mı?" dedim tekrar konuşabildiğimde.

"Ferda saldırıya uğradı, kafasından vuruldu. Haberin yok muydu?" dedi Ateş.

"Yaşıyor mu?" dedim aniden kısılan sesimle.

"Bir mucizeyi yaşadı, hayatta." dedi Ateş bakışlarını üstümden ayırmazken. "Gerçekten bilmiyor muydun?"

"Bilsem sormam zaten."

"Yaşıyor ama pek iyi değil." dedi Naz düşünceli şekilde. "Tedavi sürecinde onunlaydım, çok zor süreç atlattı. Bir süre hiç yürüyemedi, hatta konuşamadı. Uzunca bir süre fizik tedavi gördü. Şimdi nispeten iyi ama ağır psikolojik sorunlar yaşıyor. Ayrıca denge problemleri ve bazen konuşma güçlükleri de yaşıyor."

Çelik'le bakışlarımız kesiştiğinde biliyor muydu diye yüzüne baktım ama bilmiyordu, o da burada öğreniyordu ya da bildiğini saklamaya çalışıyordu.

"Karma işte," dedi kısık seste ama Tarık onu duydu.

"Ne diyorsun lan sen!" dedi aniden yerinden kalkarken.

"Babaları o kadar çok masum insanın hayatına mal oldu ki onun diyetini ödüyorlar. Hazel var, onu tanımıyorsunuz. Hazel, Alanguvaların kurbanlarından biri, ileri derecede denge problemi yaşıyor küçük yaştan beri. Gerçi yaşattıkları her şeyi yaşamaya başlarlarsa bizim bir halt yapmamıza gerek kalmayacak."

Sözleri Ateş'i de öfkelendirmişti. Yerinden doğrulurken gözleri sinirle kısılmıştı.

Tarık birden Çelik'in üstüne atladı. Yakalarına yapıştığında Çelik'in ondan güçlü olduğu bir gerçekti ama Çelik bir tepki vermiyordu.

"Seni öldürürüm!" diye bağırıyordu Tarık ve onu ilk defa bu kadar öfkeli gördüğüme emindim.

Pusat ayağa kalkmıştı ama ayırmak için değil, o da zaten bahaneyle Çelik'in yüzüne bir yumruk atmıştı. Bu Çelik'in sabrını taşıran son nokta olmuştu. Tarık'a vurmak için yumruğunu kaldırdığı sırada hızla yerimden kalktım ve kolunu havada yakalayarak onu kendime doğru çektim.

"Saçma sapan şeyler yapmayın!" dedim ve Çelik'in kolunu fırlatırcasına bırakarak Tarık'ın elini tuttum.

Restorandan çıkarken elini elimden çekmiyor aksine uysal şekilde takip ediyordu.

"Neydi şimdi bu?" dedim otelden dışarı çıktığımızda.

"Ne neydi? He yaşadığımız her şey çok normal bir bu anormal zaten!"

"Tarık!" Karla kaplı zeminde dururken dünkü yağan yağmur karı biraz daha kaygan hale getirmişti. Ceketimi tamamen giyinip bir dal sigara çıkarıp Tarık'a da uzattım paketi.

Paketten bir dal sigara alıp dudaklarına götürdüğünde elimdeki Zippo'yla sigarasını yaktım.

O kadar sinirliydi ki aldığı derin nefeslerle omuzu aşağı yukarı derince sallanıyordu.

Elim omzuna uzanmıştı ki hızla kendini geri çekti, öfkeli gözleri yüzümü bulurken bana belki de ilk defa bu kadar yabancıymşım gibi bakıyordu.

"Siktin hayatımızı ya vallahi siktin!"

Hiçbir şey söyleyemedim. "Hepimizi mahvettin! Hani Ateş'e diyorsun ya senin yüzünden ablamı kaybettin diye, ablanı sadece sen kaybetmedin! Aylin bizim de ablamızdı. Bir de sanki Ateş hiçbir kayıp vermemiş gibi davranıyorsun. Adamın abisi de öldü, kalmadı kimsesi. Bir Ferda vardı onu da seni ararken feda etti. Sense hala düşmüşsün sikik bir intikamın koltuğun derdine."

Sessizliğim devam etti. "Bu sen değilsin, sen bir grupla çalışmazsın. Seni kullanmak isteyen insanlara fırsat vermezsin."

Sessizliğim onun sesini biraz daha yükseltti. "Tepki ver bana! Kafayı yiyeceğim ben."

Hiçbir şey söyleyemedim. O daha fazla öfkelenirken sigarasını sinirle fırlatmıştı. "Sen hiçbirimizi hak etmiyorsun!  Ne o köpek dediğin Pusat'ı ne de bizi. Yeni ailenle mutluluklar."

Bunlar omzuma çarpıp otele geri dönmeden önceki son sözleri olmuştu.

Ateş amacına ulaşmıştı, beni öyle sikik bir hale sokmuştu ki Cebonayan'la ve üyelerle uğraşacak ne gücüm ne de halim kalmıştı. Üstelik her şey başlangıç gibi hissediyordum.

Uzun bir süre otelin önünde öylece ayakta dikildikten sonra, lobide oturup Cebonayan üyelerini ağıma düşürecek halim kalmamıştı. Son birkaç gündür fazla yorgun hissediyordum ve bunun nedenini biliyordum.

Direkt üst kata daireme çıktığımda Çelik ve Murat da çıkmışlardı. Murat, Çelik'in gözüne buz tutuyordu.

"Hayır bir çaksam iki parçaya ayrılacaklar sonra görecekler gümüşü titanyumu amına koyayım!" diye söyleniyordu Çelik.

Daha önce Çelik'in yumruk attığı heriflerin haline şahitlik ettiğim için abartmadığını biliyordum. Daha önce sadece tek bir yumruğuyla adam öldürdüğünü biliyordum.

Onlarla sohbet etmedim, direkt odama geçerken yanıma silahlarımı alıp makyaj masamın üstüne dizdim.

Bir sigara yakıp dudaklarımda asılı bıraktım ve bir süredir kullanmadığım silahlarımı temizlemeye başladım.

Zaten toplantı bugün de iptaldi. Planlarıma devam edebilirdim. Üstümdeki gömleği tamamen çıkardım, saçlarımı arkadan rahat bir topuz yaptım.

Salondan yine sesler gelirken uzun zamandır bu kadar konuşmayan ben iki gündür sürekli konuşmaktan fazlasıyla yorulmuştum.

Çok geçmeden odamın kapısı açıldığında Ateş karşımdaydı. Bakışları üzerimde gezinirken beni uzunca süzdü.

Bakışları dudaklarımdaki sigarada fazladan oyalanırken dudağında bir gülümseme oluşmuştu. "En azından bazı şeyler hala aynı."

"Nasıl girdin içeri?"

"Seninle hala konuşmak istiyorlar ve ben seni almaya geldim." dediğinde kafa salladım.

"Konuşacak daha fazla bir şey yok, geri dönsünler." dediğimde bıkkınca verdi nefesini, odanın içine ilerlemeye başladı.

Kapıyı arkasından kapatırken bakışları etrafta geziniyordu. Yanıma gelip silahlarıma baktı. "Savaşa mı hazırlanıyorsun?"

Sigaramı dudaklarımdan ayırıp küllüğe bıraktım. "Evet, seni hangi silahla daha iyi öldürürüm diye bakıyordum." dediğime aynadan gözlerime bakıyordu.

Bir elini çıplak omzuma koyarak kulağıma doğru eğildi. "Onu denedin ama başaramadın diye hatırlıyorum." derken nefesi kulağıma çarpıyordu. Teni kolumun üzerinde gezinirken bedenim ısınmaya başlamıştı.

Biraz daha eğilip dudaklarını boynuma bastırdığında kısa bir an gözlerimi yumdum. Eli kolumdan inip karnıma ve daha da aşağı inmeye başladığında kasıklarıma yayılan sıcaklık tüm tenimi kısa sürede ürpertti.

Onu arzulamıyordum! Sadece bir süredir kimseyle sevişmediğim için oluyordu bunlar.

Eli pantolonumun düğmesini bile açmadan içeri doğru sıvıştığında gözlerimi açtım. Aynadan bana bakıyordu dikkatlice, parıldayan sarılarıyla. İç çamaşırımın üzerinden tenimi okşadığında elimdeki silahı bıraktım.

"Neler geçiyor o kıvrak beyninden?" dedi kısık sesle kulağıma doğru. Beni nasıl azdıracağını iyi biliyordu puşt. "Benim koltuğumu nasıl almayı planlıyorsun?"

"Şu an mı?" dedim sırıtarak ve eli biraz daha aşağı indiğinde tamamen avuçlarındaydım. "Şu an tek düşündüğüm beni o koltukta sertçe becermen." dediğimde kendini tutmaya çalışsa da gözleri şaşkınlıkla irileşmişti.

Benimle oynayamazdı, özellikle konu cinsellikse ben çok daha şaşırtıcı olabilirdim.

Çenesine gitti elim. "Hadi daha derine." dedim dudaklarına doğru fısıldayarak.

Kesik bir nefes aldı. Gözleri tutkuyla parlarken çenesindeki elimi boynuna indirdim.

"Beni nasıl çıldırtacağını çok iyi biliyorsun değil mi?" dedi çeneme bir öpücük bırakarak.

Onu boynundan tutup kendime çektim. Ona doğru hızla döndüğümde elini pantolonumdan çıkarmıştı. Dizine bir tekme atıp, kolundan tutarak kendime çektiğimde birden önümde diz çöker bir vaziyete gelmişti.

Bu kadar ileri gitmemliyidim onunla, gidersem duramazdım.

Ama bedeninin sıcaklığı uzun zamandır yaşadığımı hissettiren tek şeydi.

Yüzlerimiz aynı hizadayken onu iki bacağımın arasına sıkıştırmıştım.

"Ne halt ediyorsun?" derken sırıtıyordu.

"Düşmanını yatağına almak istemezsin." dedim ben de onun gibi kısık sesle, dudağına doğru fısıldarken. "Sonra bir bakarsın sol göğsünde bıçak olur ve bu sefer beynimde çip de olmaz." dediğimde başını yavaşça salladı.

Bacaklarım arasından çıktığında benden uzaklaşması birden vücudumu boşluğa düşmesi hiç hoşuma gitmedi.

"Peki, sen burada durup beni nasıl bitireceğini düşünmeye devam et."

"Hala beni o kadar arzuluyorsun ki nefesin kesiliyor." dedim tatmin olmuş bir ifadeyle.

"Senin gibi yani?"

"Ben inkar etmiyorum." dedim omuz silkerek. "Seninle sevişmeyi hep sevdim." Ardından da rahat bir ifadeyle önüme döndüm.

"Toplantı akşam olacak, ifadelerini iyi hazırla Cebonayan üyeleri çok bunaltıcı olabilir."

"Bana yardım mı ediyorsun?"

"İyi olan kazansın diyelim." dedi o da aynı benim gibi alaylı şekilde. "Bu biraz kirli bir yarış olacak."

"Ve de ıslak," dedim ona yine aynadan bakıp göz kırparak.

Dudakları aralandı ama ne söyleyeceğini bilemeyerek geri kapattı dudaklarını. Derin bir nefes aldığımda onu ne kadar zorladığımı görebiliyordum.

Ve tek zorlanan o değildi.

"Akşamki toplantı tek şansın, ya onların aklına girersin ve Cebonayan'ın seyrini değiştirirsin ya da Cebonayan'ın kalabalık sayfalarında kaybolup gidersin." derken bana açık açık meydan okuyordu.

"Karına yardım mı ediyorsun? Ne kadar da tatlı. Bu arada en son boşanmak istemiştin sanırım, seninle zorla evli kalacak değilim."

"Karım olmazsan koltuğu alamazsın."

"Belki kolay olmaz ama bilirsin, benim isteyip yapamayacağım hiçbir şey yok bunun sonucu iç savaş da dış savaş da olsa. Hadi boşanalım, ben de daha rahat grup yaparım hem."

"Sikeyim Aşkın," dedi sinirle ve daha fazla bir şey söylemeden odamdan çıktı. Elimdeki silahları bıraktım.

Kemerimi takıp silahlarımı ve bıçaklarımı da kemere geçirdim. Blazer ceketim yerine siyah kaşe bir ceket giyindim. Odadan çıktığımda Çelik'le Murat hala buradalardı.

"Kocan en sonunda elimde kalacak." dedi Çelik.

"Arada odama geldiğinde laf etmeyin, bizim yatak odası muhabbetlerimiz zevkli oluyor." dedim göz kırparak ardından kapıya yöneldim.

"Nereye gidiyorsun?" dedi Murat da.

"İşlerim var." derken benden açıklama beklemeleri sinirlendirmişti.

"Şu an herkes seni tanıyor, açık hedef halindesin. Tek başına olman güvenli değil." dedi Çelik de ama onlara daha fazla açıklama yapmayı gerekli görmeyerek önce odamdan sonra da otelden hızla çıktım.

Valenin getirdiği arabama vakit kaybetmeden binerken takip edileceğimi biliyordum.

Hep yaptığım gibi bir yere kadar altımdaki arabayla gidip, ayarladığım hangarda aracımı değiştirip, farklı bir çıkıştan külüstür bir araçla çıktım.

On dakikalık yol boyunca etrafı iyice kontrol ederek kimsenin beni takip edemediğinden emin olduğumda binaya ulaşmıştım.

Lüks binanın otoparkında arabamı park ettikten sonra, bir aydır kiraladığım daireye asansörle çıktım.

İçeri girdiğimde kendime ait bir yere gelmek beni biraz da olsa rahatlatırken üzerimdeki ceketi çıkardım. Panomun karşısına geçerken her şeyi dikkatlice inceliyordum.

Panonun bir kısmında Fikret, Çelik, Murat, Selin, Hazel, Lila, Lena, Ayberk vardı ve onlardan ipler diğer köşeye uzanıyordu. Diğer köşede Pusat, Yusuf, Tarık, Naz, Deniz, Fernando vardı. Panonun altında tüm Cebonayan üyeleri vardı.

Ve tüm iplerin kesiştiği bir yer vardı, tüm panonun ortasında yine Ateş Alanguva vardı. Onun yanındaysa ben vardım. Aşkın Alanguva vardı.

Belki anlatmama rağmen inanmıyorlardı ama ben kim miydim? Ben V'ydim.

Ben kimseye çalışmaz, kimseye güvenmezdim.

Ben çok kez kaybetmiştim ama bu sefer farklıydı çünkü bu sefer gerçekten kimsesizdim.

Ben tek bir oyuncuydum, tüm oyuna bedeldim. Ben tek bir hamleydim, tüm taşlara bedeldim.

Ben kralın boynunu eğecek taçtım.

🔥🔥🔥

Herkese merhabalar, bir süredir aranızda değildim. Ülkecek çok büyük acılar yaşadık, çok büyük kayıplar verdik. Bir Malatyalı olarak ne kadar Malatya'ya bugüne kadar çok gidemesem de orada akrabalarım, sevdiklerim vardı. Can kaybı vermedik ama yaşanan tüm kayıpları kendi kaybımmış gibi derin bir hüzünle izledim. Biliyorum çoğunuz da benim gibi hissettiniz, yaşanılanlar çok tramvatikti. Bu süreçte kendime gelmem biraz zaman alsa da yine hep olduğu gibi yazmak beni iyileştirdi. Ülkecek hepimize geçmiş olsun, başımız sağ olsun.

Bölüm hazırdı ancak bugün yetiştemeyeceğimi düşünüyordum. Yaşanan felaketlerden dolayı bütlerim iptal olmuş ve bugüne ertelenmişti. Bütümü verdikten sonra bölümü düzenleyebilecek vakti buldum ve zaten hali hazırda bir bölüm olduğu için de sizi daha fazla bekletmek istemedim. Umarım bu zor günlerde biraz da olsa kafanızı dağıtabilmişimdir.

Bir aksilik olmazsa haftaya Cuma yeni bölümle tekrar sizlerle olacağım. Yarın akşam 21.00'da Nörosa da sizlerle olacak.

18 Mart Cumartesi günü saat 13.00'da İzmir Tüyap Fuarında sizlerle olacağım.

Şu an Ateşpare 3 için son demlerdeyiz, çoğu şey hazır durumda ve size şunu söyleyebilirim ki benim içime aşırı sindi tüm ayrıntılar. Sizin de görmeniz için sabırsızlanıyorum. Bölüm tarihleri, imzaları ve kitap hakkında detayları kaçırmamak için beni sosyal medya hesaplarımdan takip etmeyi unutmayın. Gelecek bölümde görüşmek üzere, kendinize çok iyi bakın ateş parçalarım.

Gelecek bölüm için sınır 12K beğeni 70K yorum ve 100K okunma.

Instagram: cerennmelek

Twitter: cerennmeelek / #Ateşpare

Tiktok: cerennmeleek / #Ateşpare

Continue Reading

You'll Also Like

1.2M 107K 44
~Bu kitap tüm zorluklara inat aşkından vazgeçmeyip aşkı için savaşanlara ithaf edilmiştir.~ -------------------------- "Aşk mıdır beni,sana bu kadar...
355K 19.7K 56
"Sakın, sakın Ala, aklının ucundan dâhi geçirme." Diye burnundan soludu. Sinirle bir adım attım. İşaret parmağımı doğrulttum. "Sakın Yüzbaşı, sakın o...
274K 11.4K 35
Kocam, bin adamın bir kurşunuyla öldürüldü. Ben ise, bin kurşunla tek bir kişiyi öldüreceğim. "AKSİYONUN EN ÇARPICI SERİSİ" Kocası, bir suikastte öl...
181 54 9
Ben sokaklardaki milyonlarca insanlardan biriydim kalabalıklar arasında savrulan , ama yolu rastlantı ile kesişip hayatı değişen birisi, onun varoluş...