Geçmişin Gölgesi

By meyrandc

12.1M 918 378

Geçmişini öğrenmek için anlaşmalı bir evlilik teklifini kabul eden Göksu'nun acı içinde olgunlaşması. Her şey... More

DUYURU-ÖZLEM
G.G. ~ 1
G.G. ~ 2
G.G. ~ 3
G.G. ~ 4
G.G. ~ 5
G.G. ~ 6
G.G. ~ 7
G.G. ~ 8
G.G. ~ 9
G.G. ~ 10
G.G. ~ 11
G.G. ~ 12
G.G. ~ 14
GG ~ 15

G.G. ~ 13

923 29 21
By meyrandc

Keyifli okumalar.

~

Küçük kız saklandığı köşede ağlıyordu. Gecenin bir saatinde buraya gelirken hiç korkmamıştı, oysa şimdi zifiri karanlıkta bir adım dahi atamayacak kadar çok korkuyordu. Duvarın dibine çökerken bacaklarını kendine çekti. Eve gitmek istemiyordu. Babası ağlıyordu. Aras yoktu, nereye gittiğini bilmiyordu Göksu ama babası 'Yetimhane' demişti Göksu'ya. Annesinin şoförlüğünü yapan babası ölünce Aras'ta gitmişti. Beren ve Baran ağlıyordu, Berk'te öyle. Annesi, Aras'ın babası, Bora'nın babası ve annesi ölmüştü, tıpkı Berk'in ablası gibi. O zaman düşündü küçük kız ölümü. Nasıl hissediyorlardı acaba? Ölünce ne oluyordu? Ölümün ne demek olduğunu bilmiyordu ama onları artık bir daha göremeyeceğini biliyordu. Küçük kız, anne diyerek sessizce ağlıyordu şimdi. Yeniden görmek istiyordu annesini. Ölümün gitmek olduğunu öğreneli henüz çok olmamıştı ama o hiç sevmemişti ölümü.

Ölürse Bora ağlar mıydı? Çünkü ölen kimsenin arkasından ağlarken görmemişti onu Göksu. Beş kişi ölmüştü bu bahçede yaşayan. Her ölüm bir kahkaha çalmıştı çocuklardan ve her ölüm bir nefreti beraberinde sürüklemişti onlara. Bora ağlamıyordu ama ağlasa belki daha az korkardı Göksu onun için.

Evdeki herkes Göksu'yu arıyordu ve ismi bahçenin birçok köşesinden yükseliyordu. Buna rağmen küçük kız korkusundan öylece durmuş bekliyordu. Üşümüş kollarını ısıtmak için elleriyle kollarını sıvazlıyordu. Gözünden bir damla yaşın sıcaklığı kadar bile ısınmamıştı teni. Hafifçe titremeye başladı Göksu. Eve gidemeyecek kadar korkuyordu birinin onu bulması gerekiyordu ama kimsenin bulmasını da istemiyordu. Soğuk tenine çoktan işlemişti. Sessiz ağlamaları hafifçe hıçkırıklara döndü. O da ölecekti. Kimse onu bulamayacak ve ölecekti.

Bora birden durdu. Göksu saklambaç oynarken hep aynı yere saklanırdı! Adımlarını hızlandırıp o yöne doğru yürüdü. Üzerinde ki cekete biraz daha sarıldı. Hava baya soğumuştu; Yılın ilk ayı oldukça çetin geçiyordu. Bir süre sonra Bora küçük kızı buldu. Hep yaptığı gibi aynı duvarın dibine sinmişti. Göksu'ya yaklaşınca titrediğini fark etti.

Göksu Bora'yı görünce gülmek istedi, tebessüm etmek ama bu soğukta çok zordu. Gözlerini sımsıkı yumduğunda bir yaş aktı ve Bora hiç vakit kaybetmeden o yaşı sildi. Elleri Göksu'nun tenine değdiğinde ne kadar üşüdüğünü fark edebiliyordu.

"Ağlama." dedi yavaşça. Göksu başıyla hızla onaylasa da ağlamaya devam etti. Üzerinde ki ceketi çıkarıp Göksu'nun omuzlarına bıraktı. Ardından bileğinden tutup hızla eve doğru çekiştirmeye başladı. "Buldum!" diye haykırıyordu bir yandan.

"İyi ki geldin." diye fısıldadı Göksu. Öylesine korkmuştu ki.

"Neden kaçtın?" Bora tek nefeste konuştu yoksa kelimeler dudaklarından çatallaşmış olarak çıkacaktı.

"Bilmiyorum." dedi Göksu masumca.

"Bana söyleyebilirsin." dedi Bora kendinden emin bir ifadeyle.

"Korktum," derken sesi vücudu gibi titredi Göksu'nun.

"Neden?"

Ölmek gitmek demek diye düşündü Göksu, o ölmek istemiyordu.

"Yarın ölecekmişim." Derken bakışları Bora'nın yüzündeydi. Göksu'nun aksine Bora ölümün ne demek olduğunu bilecek kadar büyümüştü. Hızla kaşlarını çattığında Göksu yeniden dudaklarını araladı.

"Yarın," dedi Göksu. "Başka bir yere gidecekmişim."

*

Aradan geçen üç gün hiçbir şeyi değiştirmemişti. Zaman değişiyordu ama kalan her şey aynıydı. Bora'nın bana okuttuklarından sonra kafamın içi allak bullaktı. Zihnimin içi sanki bir ressam elindeki tüm boyayı bir anda tuvale fırlatmış gibiydi, karmakarışıktı.

Baran daha iyiydi ve Berk ile Aras hiçbir zaman Baran'ı tek bırakmıyordu. Bora bazen gelip gidiyordu. Bir rutine bağlanmış hayatımız şimdilik bu kısır döngü içinde dönüyordu ve bu durum beni korkutuyordu. Sanki fırtına öncesi sessizlik gibiydi. Her şey sıradandı. En son ne zaman sakin bir gün geçirdiğimi sorguluyordum.

Üç gün önce görüşmem gereken Ezgi'yi ektiğim için suçluluk duygusu bedenimi terk etmiyordu ama tüm suç Baran'a aitti; Gitmemi istememişti ve bende bu yüzden onunla kalmışım. Ezgi onunla buluşmadım diye yüzlerce kez aramış, birçok sesli mesaj bırakmıştı. İstediğinde oldukça ısrarcı olabiliyordu ama ona buluştuğumuzda her detayı vereceğimi söylediğimde susmuştu. Sahi ona her detayı nasıl verecektim? Ben bile olanları anlamakta zorluk çekiyorken Ezgi'ye ne anlatacağımı bilmiyordum bile. Geçen bu üç gün içinde çocuklarla daha fazla zaman geçirme fırsatı bulmuştum. Onlar da sanki her şey yolundaymış gibi eğleniyorlardı ya da sadece öyle gözüküyorlardı.

Onlarla aynı evde kalmaya başladığımdan beri Berk'in geceleri Beren için ağladığını fark etmiştim. Yaşayan bir ölü gibiydi Berk. İki yıl boyunca bunu fark edemediğim için kendime kızıyordum. O benim neşeli arkadaşım olmamıştı hiçbir zaman. Bir maskenin ardında gizlemişti kendini ve ben onun gerçekliğine ulaşmayı asla başaramamış olmam bir yana bu gerçeklikten bile habersizdim.

Berk'i bu kadar üzen şey babasının yaptıkları olduğunu söylemişti Aras. Beren için ona yalvarmıştı, kendi kızının intikamı için herkesi karşısına olan Cesur'a, kendi oğlu sevdiği kadın için yalvarmıştı. Melek diye bahsediyordu Berk Berenden, meleğim diyordu içli içli...

O gece mutfakta Berk'le karşılaştığımda bana kısa bir baş selamı vermişti ama ben onunla konuşmak istiyordum. Aldığım kararı uygulamadan önce onunla son bir kez konuşmak, aklımda ki soru işaretlerinden kurtulmak istiyordum.

"Berk," diye seslendiğimde gülümseyerek bana doğru döndü.

"Göksu?" dedi, bu saatte ne var der gibi. Onu az önce odasından ağlayarak çıkarken görmüştüm elbette.

"Biraz konuşabilir miyiz?" dedim kibar olduğunu umduğum bir ses tonuyla.

"Ne hakkında?" derken bakışları kuşkuluydu.

"Hiç," dedim sakince, söyleyeceklerimi önceden planlamamış gibi. "Yalnızca eski bir arkadaşa ihtiyacım var." Bunun onu ikna edeceğini biliyordum. Benim tanıdığım Berk'i ikna ederdi.

"Uykum var Göksu," dedi bir an önce yalnız kalmak ister gibi. Bense yıkılmıştım. Sahiden Berk'i tanımıyor muydum?

"Lütfen." Dedim gururumun son parçasını da hiçe sayarak.

İkinci bir kahveyi hazırladığında bunun tamam demek olduğunu biliyordum en azından. O kahveleri eline alıp ilerlerken bende peşinde yürümeye başladım. Kapıya geldiğinde bahçeye çıkacağımızı anlamıştım. Tek eliyle iki kupayı tutarken kapıyı açtı sonra bir şey unutmuş gibi aniden durdu.

"Şu montu al, Göksu. Hava soğuk." Derken benim montu almamı bekledi. Uzanıp ona da bir mont alacağım zaman beni durdurdu. "Biraz soğuğu hissetmek istiyorum."

Aras'ın montunu giyerken Berk ile aramda mesafenin açıldığını hissedebiliyordum şimdiden. O benim arkadaşım olan Berk'ten çok uzaktaydı şimdi. Bahçede oturmak için ayrılan köşeye doğru ilerlerken yakınlarda bulunan korumalar hızla uzaklaştılar. Berkle karşılıklı oturduğumuzda bana kahvelerden birini uzattı, bakışları yüzümde dolaşıyordu.

"Ben özür dilerim," dedim başımı önüme eğerken. Utandığımı hissediyordum. Sevdiğin kadının ölümüne sebep olduğum için diyemedim o an.

"Ne için?" diye sordu tıpkı Aras gibi.

"Yaşadıkların için," dedim Aras'a söylediğim gibi.

"Demek karın ağrın buydu," dedi kendi kendine konuşur gibiydi.

"Eğer bilseydim," diye telaşla devam ettim. "Yemin ederim eğer bilseydim, ben izin vermezdim."

"Hiçbir zaman senin suçun olduğunu düşünmedim." Dedi kahvesi ellerinin arasında öylece dururken onu sıkan parmaklarının farkında değil gibiydi. "Bu Beren'in seçimiydi." Bakışları yüzümde gezindi. "Neden bizi değil de seni seçtiğini hiç sorgulamadım ben. Sende sorgulama, kendini suçlama. Senin yanına gelmekte benim seçimimdi. Biz kendi seçimlerimizi yaşadık Göksu ve sonuçlarına razıydık."

"Eğer ben olmasaydım," derken çaresizlik soğuk havada bile içimi ısıtacak kadar sıcaktı adeta.

"Sen hiçbir şey bilmiyordun Göksu. Biz bilmene izin vermedik. Bak görüyor musun senin yerine seçim yapmışız," dudaklarında duygusuz bir gülümseme belirdi. "Keşke hiç bilmeseydin."

"Bu bencilce." Dedim doğrudan onun gözlerine bakarak.

"Belki," dedi derin soluğunun arasından. "Ama en azından o zaman mutlu bir kız olarak kalırdın. Görmüyor muyum sanıyorsun? Paramparçasın, Göksu."

"Sadece her şey fazla üst üste geldi, geçer." Berk'in gözleri hariç her yere bakıyordum. Belki geçen iki yılda ben onu tanıyamamıştım ama o beni tamamen tanımıştı. Parçalandığımı görebilecek kadar, ondan başkası görmemişti.

"Umarım," Başını gökyüzüne çevirerek beni gözlerine bakma riskinden kurtardı. İkimiz de kahveleri içerken sessizlik aramızda hüküm sürdü.

"Biliyor musun Göksu?" dediğinde bakışlarım Berk'in yüzünde dolaştı ama o Gökyüzüne bakıyordu. Başı hafifçe geriye düşmüş, gözleri yıldızların ışığını taşır gibi parıldıyordu. "Ben Beren'i çok sevdim. Kendimden bile çok. Şu an çıksa bir yerden beni ölüme çağırsa bir saniye bile düşünmem. Ona sadece bensiz öldüğü için kızdım."

"O da seni çok sevmiş." Diye mırıldandım Baran'ın anlattıklarını düşünürken.

"Sevdi," dedi kendi kendine konuşuyor gibi. "Çok sevdi." Sonra birden bana döndü bakışları gökyüzünden. Yağmur başlamıştı şimdi, sanki Berk gökyüzüne artık bakmadığı için ağlıyordu gökyüzü. Dudakları hafifçe kıvrıldı ve başını yeniden kaldırdı. "Bu yağmur sensin işte, meleğim." Ses tonu ilahi bir şarkı gibi çıkmıştı dudaklarından.

"Ben ona hep meleğim derdim," bakışları yeniden beni buldu. Sanki yağan yağmur ya da soğuk onu rahatsız etmiyor gibi hareketsizdi. Yağmur damlaları saçlarına tutunuyor, bazıları yavaşça gözyaşı gibi yanağından süzülüyordu, belki de gözyaşı süzülüyordu.

"Ben ona hep meleğim derdim," kendini tekrarladığında şimdi daha çaresizdi sesi. "Bu yüzden mi beni bırakıp melek oldu?" Başını gökyüzüne kaldırıp gözlerini kapattı, sorusu bana değildi.

Yağmur Berk'in tenini okşar gibi yüzünden süzülürken nefesim boğazımda takılı kaldı. Ne diyeceğimi bilemeden öylece ona bakıyordum. Kanayan yarasının asla kapanmayacağını anladığım o anda, onun kelimelerinde dolanan çaresizlik benim ruhumun boynuna da bir ip geçirmiş, ruhumu boşluğa bırakmıştı. Berk'in avuçları arasındaki kahve bardağı gürültüyle kırıldığında bile kıpırdamadı, ellerinde ki kanı yağmur damlaları hızlıca temizlerken dudaklarında gülümseme belirdi. Yağmuru sevdiğini hep biliyordum ama şimdi nedenini görebiliyordum. Onun için yağmur Beren demekti.

Ben yalnızca yaşananların birkaç parçasını bilmeme rağmen daha fazlasını duymak istemiyor, bu olaydan kaçıyordum. Ablamın nasıl öldüğü, son sözlerinin ne olduğunu duymak benim için fazlasıyla ağır olurdu ancak Berk bununla yaşıyordu. Beren'in son anlarında Berk'in babasına yalvarışını hayal ettim istemeden. Gözlerimi sımsıkı yumup bu görüntüyü kafamdan silmeye çalışarak başımı yana çevirdim. Benim hayaline bile tahammül edemediğim bu gerçekle yaşıyorlardı onlar. Hepsi olayın canlı tanıklarıydı. Hepsi bu olay yaşanmamış gibi acılarını kendi başlarına yaşıyor, birbirlerine destek olmaya çalışıyorlardı. Biliyordum ki aralarından biri bile acısını gün yüzüne çıkarırsa hepsi dağılırdı. Eğer Baran Berk'i böyle görseydi kendi acısını saklayamazdı.

Yalnızca çocukluğum hatta bebekliğim denebilecek kadar küçük yaşlarda tanıdığım ablam için ağladım. Hıçkırarak hatta sinir krizi denebilecek kadar şiddetliydi ağlayışım. Artık ne soğuk ne de yağmur umurumda değildi. Derin soluklarım arasından Berk'in bu çaresizliğine ağladım. Ablamı tanıma şansım olmasına rağmen onsuz geçirdiğim onca yıla ağladım ve beni her şeyden uzak tutmak için onları tehlikeye atan öz babamın acizliğine ağladım. Cesur kadar Semih'te suçluydu elbette. O getirmişti çocukları bu hale.

Hiç iyi değildim ve her defasında bu son atlatacağım dedikten sonra kendimi aynı yerde bulmaktan yorulmuştum. Sanki bilmediğim bir şehrin karanlık sokaklarında kaybolmuştum, bu sefer doğru yolu buldum derken hep aynı çıkmaz sokağa ulaşıyorum.

Yağmur dindiğinde Berk sanki son nefesi gibi derin bir nefes aldı ve gözlerini aralayıp başını bana çevirdi. Eli hala kanıyordu ama bunu umursuyor gibi görünmüyordu. Bende sonunda sakinleşmiştim. Başıyla hafifçe eve doğru hareket yaptığında onu onaylayıp ayağa kalktım. Şimdi konuşmak ikimize de saçma geliyordu, kelimeler artık hiçbir şey ifade etmiyordu.

Berk benimle odama kadar yürüdü, içeri girmemi bekledi. İçeri girip kapıyı kapattığım zaman uzaklaşan adım seslerini duydum. Elimin tersiyle dudaklarımın üzerinde biriken gözyaşlarımı sildiğimde kalbim sanki göğüs kafesime sığmıyordu. Üzerimdekileri hızlıca çıkarıp duşa koştuğumda yanaklarım çoktan yeniden ıslanmaya başlamıştı. Yatağıma girip ağlamaya devam ederken uyuyakalmıştım.

Sabah gözlerimi Aras'ın sesiyle zorlukla aralarken şiştiklerini dokunmadan bile hissedebiliyordum. Yatağımda oturur pozisyona gelirken odamın kapısı aralandı ve Aras içeriye girdi. Beni gördüğü anda bana doğru yürümeyi bırakıp geriye doğru bir adım atarak ellerini kendini korumak ister gibi havaya kaldırdı.

"Euzubesmele," dedi hızlıca. "Sen kimsin lan?" sesi oldukça ciddiydi.

"Aras ya," derken yorganı başımın üstüne çekip kendimi gizledim. Bana yaklaşan adım seslerini duyduğumda yorganı tutan ellerime daha fazla güç uyguladım. Aras buna rağmen zorlanmadan yorganı üzerimden çekerken hızlıca beni süzdü.

"Ne oldu kızım sana? Şeytan mı çarptı ne bu hal?" İşaret parmağını uzatıp gerçekliğimi kontrol eder gibi birkaç kez kolumu dürttü.

"Ben sana şimdi bir çarpacağım." Diye homurdanarak oturur pozisyona geçtim.

"Çarpılmış kadar oldum." Dedi neşeyle. "Seni görünce aklım çıkacak sandım."

"Bir de bayıl istersen Aras," ayaklarımı yataktan sarkıtıp başımı kaldırdığımda karşılaştığım aynayla sertçe yutkundum. Gerçekten Aras'ın dediği kadar kötü haldeydim.

"Kalırsın işte öyle." Ellerini göğsünde birleştirdi. "Sana kötü bir haberim daha var. Gerçi hiçbir şey şuan ki görüntünden daha kötü olamaz ama."

Arkamda ki yastığı alıp hızla ona attığımda yana kaydı ve yastık boşluğa düştü. "Neymiş?"

"Hazırlanmak için yalnızca on beş dakikan var." Derken bir yandan saatini kontrol ediyor, bir yandan kapıya yürüyordu.

"Mümkün değil!" diye bağırdım arkasından.

"Mümkün mümkün." uzaklardan bir yerden geliyordu sesi. Hızlıca ayağa kalkıp koşar adımlarla banyoya girdim. Elimi yüzümü yıkadıktan sonra çekmeceleri karıştırıp düş fırçamı buldum. Dişlerimi fırçalarken bir yandan da geçe taramadan uyuduğum saçlarımı açmaya çalışıyordum.

Yirmi dakikanın sonunda hazırdım yine de aşağıya inmeden önce hızla Baran'ın odasına girdiğimde uyuduğunu fark ettim. Usulca yanağına bir öpücük kondurduktan sonra gitmek için hareketlendim. Daha fazla yanında kalırsam üç gün önce büyük kararlılıkla aldığım karardan vazgeçecektim ve ben bunu istemiyordum. Hele ki Cesur'un Bora'ya gönderdiklerini okuduktan sonra...

Kapıdan çıkarken dayanamayıp geri döndüm ve yarasına dikkat ederek Baran'a sarıldım. Herkesle vedalaşmıştım, Bora hariç. Zaten onunla konuşmak bile mümkün değildi. Odadan çıkıp merdivenlere yöneldim.

"Geliyorum!" diye bağırdım aşağıya. Berk tüm okul eşyalarını getirmişti ve ben ne kadar gitmek istemesem de okula zorla götürülüyordum. Bu daha çok çocukların bana 'Her şey yolunda.' Demek istemesinden kaynaklanıyordu, galiba.

"Acele et." Berk'in soğuk sesini duyduğumda merdivenlerin başında öylece durdum. İçimin titrediğini hissettim. Sevdiği kız benim yüzümden ölmüştü sonuçta. Bu düşünce kararımın doğruluğunu bana bir kez daha gösterdi.

Hızlı adımlarla yanına vardıktan sonra aramızda hiçbir diyalog olmadı ve okul kapısına kadar sessizce yol aldık. Ayrıca yolun bir kısmından sonra Aras'ta bize katılmıştı. Arabadan indiğimizde yanımda Aras yürümeye başladı ve onun yanında da Berk. Henüz okula girmemin üstünden saniyeler geçmemişti ki üstüme koşarak gelen Ezgi'yi gördüm.

Kollarını boynuma doladığında bende ona sımsıkı sarıldım. Berk aceleci davranarak gitmişti, Ezgi'nin onun yanında farklı davrandığını biliyordu. Ezgi'nin sevgisi tamamen tek taraflıydı ve asla bir karşılığı olmayacağını dün gece tam anlamıyla görmüştüm. Berk bunun farkındaydı ve büyük ihtimalle bizi rahat bırakmak için uzaklaşmıştı. Aras ise hala olduğu yerde duruyordu. Benim cılız korumam.

"Aptal!" diye bağırdığında ses etmedim. Beni kendinden uzaklaştırıp yüzümü inceledi ve hemen ardından tekrar sarıldı. "Kilo vermişsin bebek." dedi.

Beni kendinden yeniden ayırdığında konuşmama fırsat vermeden konuştu. Omuzlarımdan tutmuş beni bir bez bebek gibi sarsıyordu.

"Kaç gündür nerelerdesin? Hiç düşünmüyor musun beni? Bu kız bensiz ne yapar, diye! Ortadan kaybolmaların moda olmaya başladı! Birde sürekli şu üçlüden biri yanında!" dedi parmağıyla Aras'ı işaret ederken Aras kaşlarını kaldırıp Ezgi'ye baktı.

"Arıyorum açmıyorsun, mesaj atıyorum cevap yok! Ne istiyorsun? Seni eve kapatacağım göreceksin, he! Neler oldu..." Ezgi susmayınca Aras eliyle Ezgi'nin ağzını kapattı ama Ezgi debelenip konuşmaya devam etti. Oysa sadece homurtular duyuluyordu.

"Bir sus kızım be." Aras tek nefeste konuştuğunda hafifçe tebessüm ettim. Aras'a yanlış yapıyorsun demek isterdim. Çünkü birazdan Ezgi Aras'ın elini yalayacaktı ama onu uyarmak yerini olacakları izlemek istedim.

Ezgi sinsice sırıtıp gözlerini kıstı aynı anda Aras ne olduğunu anlamak için kaşlarını çatmıştı. Aras'ın yüzündeki ifade hızla değişti ve bir anda elini çekip sinirle küfür etti.

"Sikeyim," derken elini boşlukta sallıyordu. "Ne yapıyorsun kızım?"

"Çok ayıp! Kıro musun sen? Kızım falan," Ezgiden cevap gecikmemişti elbette. Ezgiden daha fazla konuşan biri mümkün olamazdı.

"Elimi yaladın!" diye bağırdı Aras bu sefer. Yüzünde iğrendiğini belli eden tuhaf bir ifade çoktan yer edinmişti. "Köpekte bile bu kadar salya yok."

"Ağzımı kapatmasaydın!" Ezgi ellerini beline koymuş mahalle kavgası yapmaya hazırdı. "Ayrıca köpek senin gibi insanların lafını bölen saygısızlara denir, hayvan."

"Göksu hadi," dedi Aras dişlerinin arasından. "Gidelim. Yoksa elimde kalacak."

"Hah! Göksu sen gelsene benle," diye araya girdi Ezgi. "Konuşalım. Şu çocuk olmadan." gözlerini kıstı ardından.

"Aras, Ezgi'ye sözüm var ben seni sınıfta bulurum." dediğimde başını salladı ve Ezgi'nin yaladığını elini kendinden mümkün olduğunca uzak tutarak okul binasına doğru yürüdü. Peşimde iki koruma daha vardı ama onları umursamadım, galiba artık alışmıştım. Nasıl olsa Cesur beni henüz öldürmeyecekti.

"Sen gel bakalım şöyle." dedi Ezgi. "Hemen anlat!"

"Ne anlatayım?" diye sordum birden. Ezgi'nin sinirlenmesi komik oluyordu. Bu dayanamadığım bazı noktalardan biriydi.

"Şaka yapıyorsun değil mi?"

"Ne şakası?"

"Komik değil." Dedikten sonra arkasını döndü. Kolundan tutup kendime çevirdim ve yüzüme sıcak bir gülümsemenin yerleşmesine izin verdim. Ezgi'ye öğle arasında anlatacağıma söz verip onunla birlikte sınıfa yürüdüm.

Öğle arasına gelmiştik. Bu süre içinde Ezgi'ye bir şeyler anlatmamıştım çünkü Serdar gelince tekrar başa sarmak istemiyordum ve birazdan Serdar burada olacaktı. Her ne kadar okul dışında buluşmak istesem de Berk ve Aras okulda görüşmem gerektiğini söylemişti. Yahu diye geçirdim içimden, Cesur'un sıradaki hedefi ben değilim ki. Tabi onlar bunu bilmiyordu.

Parmaklarımla masada rutin bir tempo tutarken ne anlatacağıma karar vermeye çalıştım. Ya da ne kadarını anlatacağıma.

İntikam olayına giremezdim; İkisi de polise gitmek isterdi. Aynı zamanda Ezgi neden yanımda sürekli bir koruma olduğunu sorup duruyordu. Merak etmesi normaldi bunun içinde bir kılıf uydurmak gerekecekti. Aslında ben sadece onlarla son bir kez normal konuşmak istiyordum ama Ezgi'nin merak duyguları kabarmıştı.

Ezgi karşımda oturuyordu ve ben oturduğum yerden Berk ile Aras'ı görebiliyordum. Serdar gelip yanıma oturmadan önce yanağımdan öptü bir an irkildiğimde gözüm bizimkilere kaydı ve ikisinin de kaşları havada bana baktığını gördüm. Berk bu duruma eskiden böyle tepki vermezdi. Hafifçe gülümserken bakışlarımı benimkilerden ayırdım.

"N'aber kurbağa ve ördek?" dedi Ezgi'yi de öperken benimkilerin kaşları çatılmıştı bu sefer. Serdar bana kurbağa, Ezgi'ye ördek derdi.

"Kitabının adı neydi? Bitirebildin mi?" dedim. Konuyu uzatmak istemedim. Nasılsın faslı bana her zaman yapmacık gelmiştir. Kötü olduğum halde neden iyiyim diyeyim ki?

"Ah, şu çocuğun yumruğu yüzünden bir süre tek gözümü kullanamadım." dedi başıyla Berk'i gösterirken. Ses tonunda sinirden eser yoktu. Daha çok sevecen bir ağabey gibiydi. Güldü ve bize tekrar döndü.

"Onun vücudunun kanamaması gerekiyor." dedi Ezgi daha önce duymadığım duygu yüklü sesiyle.

"Kimin?" dedim şaşkınca. Bilmediğim bir şey biliyormuş gibiydi. Ezgi başını kaldırıp gözlerime baktı. Gözlerinde gördüğüm net ifade; Korku ve endişeydi. Kime karşı ya da ne karşı olduğu hakkında emin olduğum söylenemezdi.

O sırada "Kahve alayım mı? İçeriz değil mi?" dedi Serdar. Anlaşılan az önceki konudan uzaklaşmak istiyordu. Başımı olumlu anlamda salladım.

"Sıcak çikolata." dedim ve dağılmış saçlarımı bir elimle kabaca düzelttim.

"Kahve." Dedi Ezgi eş zamanlı olarak Serdar masadan kalktı. Bende bakışlarımı bizimkilere çevirdim. Berk Aras'a bir şeyler söyleyip gittikten sonra Aras'ın yanına kısa saçları olan bir kız geldi. Aras tanıyor gibi kızla ilgilenmeye başladığında kaşlarımı çattım. Geçmişimden tanımadığım bir kişiyi daha kaldıramazdım galiba. Bakışlarım kızın yüzünde dolaşırken simasını hatırlamaya çalıştım.

"Göksu anlatmaya başla istersen?" dedi Ezgi sabırsızlıkla bu saate kadar iyi dayanmıştı. Bakışlarımı Aras ve kızdan uzaklaştırıp Ezgi'ye baktım. Bir süre sonra da Serdar gelmişti zaten.

"Ha, çok önemli şeyler olmadı. Sadece bir abim varmış ve abim Berk, Bora ve Aras'la ayrılmaz olarak takılıyorlar. Abim şimdi yaralı ve yatıyor. Ayrıca sizden sonra evim patlatıldı. Bora'yı aslında küçüklükten beri tanıyormuşum yani Berk ve Aras'ı da ve birde-" diye devam ediyordum ki Ezgi söz ister gibi parmağını kaldırdı. "Efendim Ezgi."

"Bir şey söyleyebilir miyim?" dedi kaşlarını kaldırıp. Serdar sakince dinliyordu.

"Söyle de devam edeyim."

"OHA."

Ezgi'nin bu tepkisi üzerine olayları biraz daha normal şartlara indirgeyerek anlatmaya başladım. Belki de sadece çarpıtarak. Serdar sessizce beni dinlerken Aras yanına gelen kızla oldukça samimiydi bu zihnimde sevgili olduklarını çağrıştırıyordu. Yoksa sevgilisi varken başka bir kızla bu kadar yakın olacak biri değildi, ya da öyleydi. Kim bilir...

Ben her şeyi onların bilmesi gerektiği kadar anlattığımda uzun bir süre Ezgi'nin şaşkın hallerini ve konuşmalarını dinlemiştik. Sonunda yorulup sustuğunda Serdar kıpırdandı.

"Pekâlâ kızlar. Sanırım gitsem iyi olacak. Kitapçıyı boş bıraktım ve babama yardım etmeliyim. Son olarak Göksu, biraz zaman vermelisin. Bırak her şey öncelikle rayına otursun. Fevri davranma. Sen zaten güçlü bir kızsın ve şimdi bir de abin var. Artık daha güçlü olmalısın çünkü eminim ki abin her zaman senden yana olacaktır. Hiç olmadığın kadar rahat davran ve olayları akışına bırak. Geçmişi ve geleceği düşünmeyi kes şimdiyi yaşa. Ve herkes kendi kararını verebilecek yaşta kendini hiçbir şeyden sorumlu tutma." Dedikten sonra nefeslendi. Hemen ardından Ezgi'ye döndü, "Çıkışta kitapçıya uğra ördek." dedi ve Ezgi'yle beni yanaklarımızdan öpüp uzaklaştı. Ezgi Serdar'ın arkasından bakarken yanaklarını şişirip nefesini yavaşça dışarıya verdi. Parmaklarımı hafifçe arkasından salladım.

"Ne konuştu be." diyerek ufak bir ıslık çaldı. "Kızım kırk yıl düşünsem ben o konuşmayı yapamam." ellerini göğsünde birleştirip geriye yaslandı. "Bir de ördek demese."

"Bana da kurbağa diyor." dedim burnumu kırıştırırken. Soğumuş sıcak çikolatamdan bir yudum daha aldım. Ezgi oturduğu koltuğa astığı çantasına uzanmak için hareketlendiğinde arkasını dönmüş oldu. Bir an donduktan sonra bana döndü ve kaşlarını çatıp yeniden arkasını döndü.

"Çüş!" diye haykıran Ezgi'nin baktığı yere baktığımda ağzım açık kaldı.

"Sana ne kızım?" diye çıkıştım Ezgi'ye.

"Kız çocuğu yiyecek. Neyse ya okuldan atılırlar." diyerek omuz silkti ve yüzüne kocaman bir gülümseme yerleştirdi.

"Atılamazlar." dedim önüme gelen saçı çekerken. "En azından Aras."

"O neden bebeğim?" Ezgi eskiden 'Bebek' derdi galiba kafasına taş düşmüştü.

"Okul sahiplerinden." dedim.

"E yok artık!" dedi gözleri kocaman açılmıştı. "Kızım sen mal mısın neden okula geliyorsun ki?"

"Neden gelmeyeyim?" dedim dudaklarımı büzerek. Ezgi gözlerini devirdi.

"Mantıklı olsana not problemin yok!" dedi sevinçle. "Eniştem bana da torpil yapar mı?" dedi gözlerini büyütüp.

"Sorma Bora'yla aramdan su sızmıyor ya," dedim alayla. Omuz silkip yerinde dikleşti.

"Büyük aşklar nefretle başlar." diyerek gülümsedi.

Okulun son dersi de bittikten sonra yavaş birkaç adımla sınıftan çıktım. İnsan kendi ölümüne koşmazdı, değil mi? Benim yüzümden ölenler omuzlarıma yüklenmiş tonlarca ağırlık hissi veriyordu ve o ağırlıktan kurtulmanın tek yolu koşmaktı.

"Hadi Göksu!" Aras yeni arabasının yanında bana seslenirken adımlarımı hızlandırdım ve yanımda Ezgi'yi sürükledim.

"Seninle gelmesem?" dedim kedi gibi bakarken.

"Hayır." dedi ve açık tuttuğu kapıyı kapatıp bize doğru bir adım attı.

"Sen." dedi Aras gözlerini kısıp. "Elimi yalayan kız?" tehditkâr bir ses tonuyla.

"Ve sen." dedi Ezgi ellerini beline koyup. "Kıro çocuk?"

"Senin tedavi olman lazım kızım," dedi Aras Ezgiye doğru. "Ya elimi yıkamadıysam?" imalı sesi Ezgi'nin gözlerinin büyümesine sebep oldu.

"İğrençleşme be," dedi Ezgi tükürür gibi.

Onlar tartışırken arada kaçabileceğimi düşünerek bir adım attım. Ve bir tane daha ama henüz üçüncü adımımı atamadan sert bir gövdeye çarptım. Aras.

"Nereye, Göksu?" dedi ellerini göğsünde birleştirmiş bir ayağıyla yerde ritim tutuyordu. Saniyeler sonra Aras'ın yanında Ezgi belirdi tıpkı Aras gibi pozisyon aldıktan sonra tek kaşını kaldırıp bana baktı.

"Ezgi." diye inleyip bir adım attım. "Aras engellemeye çalışma babama gideceğim," dedim ardından başımı önüme eğip ekledim. "Ve kardeşime."

"Seni ben götürürüm." diyerek arabaya yöneldi.

"Yalnız olmak istiyorum." dedim.

"Uzakta dururum. Ha, eğer istemezsen gidemezsin." dedi açtığı kapıyı bir eliyle tutarken adımının teki arabanın içindeydi. Hızlıca Ezgi'yle sarıldım.

"Seni seviyorum," dedim kollarım onun çevresindeyken.

"Ölecek miyim, bebek?" dedi beni kendinden uzaklaştırıp. "Sen böyle şeyler pek söylemezsin."

"Yalnızca içimden geldi diyerek ona yeniden sarıldım ve arabaya bindim.

Bora yüzünden bu kaba tavırlara yabancı değildim. Hiç olmadığım kadar tanıdıktım aslında. Hiç konuşmadan emniyet kemerini taktım ve sessizce yolu izledim.

Serdar'ın yaptığı konuşma bana aldığım kararı sorgulatmıştı. Her zaman olduğu gibi işi en mantıklı tarafından kavramış ve olaya el koymuştu. Pekâlâ, bizden büyük olması onu yeterince tecrübeli yapardı. Aramızda neredeyse on yaş vardı.

"Yaklaşık yirmi metre olacak aramızda. Yarım saat burada beklerim sonra gelirim." Kapımı açmış inerken Aras benim olduğum kısma uzanıp akıcı bir şekilde konuşmuştu. Başımla onu onaylayıp kapıyı kapattım. Ölmek için bana yarım saat yeterdi. Sımsıkı yumduğum gözlerimi açtığımda hazırdım. Ablamın ve babamın mezarına doğru ilerledim.

Uçurumun ucuna geldiğimde gördüğüm kişiyle gözlerim irileşti.

Onun burada ne işi vardı?

Sarsak bir adım daha attım. Arkama baktığımda Aras görünürde yoktu. Uçuruma çıkmak için bir nevi yokuş tırmanmak gerekiyordu bu yüzden Aras'ı göremiyordum. Sıktığım ellerimi yavaşça çözdüm ve yanına doğru ilerledim. Bacaklarını boşluğa sarkıtmış otururken gövdesi geriye doğruydu ve elleriyle yerden destek alıyordu. Bakışları yine gökyüzüne doğruyu

"Baban için mi buradasın?" dedi henüz yanına ulaşamamıştım bile. Cevap vermeden yanına ilerledim. Korksam da birazdan bu boşluğa düşeceğimi düşünerek tıpkı onun gibi oturdum.

"Hayır," dedim boşluğa diktiğim gözlerimi gökyüzüne çevirirken. Boşluğa düşmüş ruhum gökyüzüne mi süzülecekti? "Kardeşim ve babam için, peki ya sen? Sevdiğin için mi?"

"Evet, Beren için." dedi. Konuşmayıp odağını kaybetmiş gözlerimi kapattım. Benim yüzümden ölen Beren için. "Onu özlüyorum, her saniye."

"Üzgünüm," sesim ağlamaklı çıksa da benden alınmış gözyaşlarım yüzünden yaş gelmemişti gözlerimden.

"Benim kadar olamazsın," dedi. Tabii ki olamam demek istedim. Yeniden defalarca kez özür dilemek, keşke ölmeseydi demek istedim. Ama tüm bunları sessizliğin lanetiyle kalbimin derinliklerine gömdüm. "O benim çocukluk aşkımdı, ilk ve tek aşkım." dedi alt dudağını dişleriyle kıstırırken. Şimdi gece söyleyemediklerini söylüyordu.

"O istedi diye sana aşık gibi davrandım ben, Göksu. Ölen kardeşimden ayırmadığım kız bana aşık olsun diye aylarca uğraştım. Bora'nın çirkini beni sevsin diye uğraştım. Olmadı. Beceremedim. Beren'e ne cevap vereceğim ben? Bora'nın yüzüne hala nasıl bakıyorum? Ne kadar iğrenç bir adam oldum ben böyle."

Bir an başıma sert bir cisimle vurulmuş gibi irkildim. Berk'in bana bakan nemli gözleri kalbime bir ağrı sokmuştu. Benim yüzümden dedim bugün en az yüzüncü defa. Ellerim titrerken tırnaklarımı çakıllı toprağa gömdüm.

"Bana yalnızca abi gibi davrandın," dedim onu rahatlatmak isterken. Berk'in daha fazla acı çekmesini istemiyordum.

Ölmek zaten benim kaderimdi. Yaşamam için ölen insanlar vardı ve ben her olayda ağlayan zavallıydım. Sanki onların ruhu üstüme çullanmış gibi bir ağırlık vardı üstümde. Her yerime batırılan küçük, hayali iğneler canımı yakıyordu. Kendimin bile zor duyacağım şekilde fısıldadım.

"Özür dilerim." Beren'i elinden aldığım için özür dilerim. Çocukluğunuzu çaldığım için özür dilerim. Aras'tan özür dilerim babası için. Baran'dan özür dilerim kız kardeşi için. En çok Bora'dan özür dilerim kahkahalarını çaldığım için. Ve ben özür dilerim ölmediğim, yaşadığım için. Özür dilerim sizi harabe ettiğim için.

Ellerimin altında ki çakılların tenimi kestiğine emindim. Ama gözlerimi Berk'in yaşlar yüzünden ışıldayan gözlerinden alamıyordum. Doyasıya izliyordum benim yüzümden oluşan enkazı. Berk sert bir kabuğun arkasındaydı ve aslında o kabuğun ardında her yere kanı bulaşmıştı, oysa dışarıya ben iyiyim diyebilecek kadar güçlüydü o. Titreyen dudağımı dişlerimle sıkıştırdım.

"Özür mü? Sen her şeyden habersizdin. Özür dilemesi gereken benim aslında sana yaptıklarım için. Bana aşık ol diye uğraştığım için. Özür dilerim Göksu. Bir ara gerçekten ölmeni istediğim için gerçekten özür dilerim."

Bir an ruhum parmak uçlarımdan çekiliyormuş gibi hissettim. İhanet duygusu düşüncelerimin bacaklarıma dolanıp bana çelme takmışlardı. Gözlerimi yumup duyduklarımı hazmetmeye çalıştım. Berk bile benim ölmemi istemişti. İçimde ki fırtınaya kulaklarımı tıkayarak Berk'e döndüm. Beni suçlamadığını söylemişti oysa, şimdi gece olduğundan çok daha farklı konuşuyordu.

"Sanki Beren'in ruhu yanımda gibi. Her an başucumda gibi." dediğinde yutkundum. Başımı aşağı yukarı sallamaya başladım. "Beni müebbet yalnızlığa mahkum ettikten sonra gitti." Şimdi Beren'i suçluyordu sanki.

"Benim öldürmek istiyorsun, değil mi?" dedim yüzüme buruk bir tebessüm yerleştirirken. Gözlerini gözlerime dikti. Bir an durdu. Başını sağa sola salladığında nefesim boğazıma tıkandı. Beklediğim cevap bu değildi.

"Hayır, gülüşün Bereninkine benziyor." dedi benimkini aratmayacak buruklukla. "Ve çocuklara iyi geliyorsun. Özellikle Bora'ya"

"O beni öldürmek istiyor, Berk." dedim inler gibi. Konumuz Berenden Bora'ya sürgün edilmişti.

"Seni fazla kıskanıyor belki de." dedi samimi bir gülüşle ve yanağından akan bir damla yaş eşlik etti ona. Uzanıp o damlayı silmek istedim. "Göksu çok safsın."

Bir avuç çakılı deneme yapmak ister gibi uçurumdan aşağıya savurdum. Birazdan benim de olacağım gibi. Bakışlarımı mümkün olduğunca Berk'ten uzak tutmaya çalışıyordum. Son gördüğüm yüz Berk mi olacaktı?

"Göksu sen hazırlık sınıfken biz aynı okulda onuncu sınıftık ve Bora on iki." dedi beni taklit edip bir avuç çakılı boşluğa savurmuştu. Bakışlarım hızla ona dönerken bu kadar yakınımda olmuş olmaları kalbimin teklemesine sebep oldu.

"Ee?" dedim umursamazca oysa neler olduğunu bilmek istiyordum. Başını önüne eğdi bende parmaklarımı birbirine kilitledim sanki kendi kendime güç almak ister gibi.

"Sen bizi bilmiyordun ama biz seni biliyorduk Göksu. Beren her teneffüs gelip seni izlerdi. Ders çalışmanı, zaten başka bir şey yapmazdın." hafifçe kıkırdadığında başımı kaldırdım. Ben kimseyi tanımazdım okuldan. Sürekli ders çalışırdım. Sınıfımda bile olduğunu bilmediğim kişiler vardı.

Bir an gözümün önüne her teneffüs öğretmen masasına oturup sınıfı izleyen kız belirdi. O Beren miydi? Ardından arada kızın yanına gelen erkekler. Hiçbirinin yüzünü hatırlayacak kadar dikkatli bakmamıştım o zamanlar. "Baran gizli gizli fotoğraflarını çekerdi. Odası senin fotoğraflarınla dolu."

Dudaklarımdan kontrolsüz bir gülüş kaçtı. Yanımdaydılar, hayır yakınımdaydılar.

"Sen bizim yanımızdaydın aslında, biz senin yanında değildik." Bir avuç çakılı daha boşluğa savurdum. Berk'in bakışları durgundu.

Bir an öylece kaldım. Tepki vermek istedim belki konuşmak, bağırmak istedim. Neden diye haykırmak istedim. Beni yalnızlığa neden gömdünüz? Diyebilmek istedim ama sesim benden uzaklaşmıştı adeta, konuşamıyordum.

Oksijensiz kalmış gibi ciğerlerim yanmaya başladı. Acı gelip kalbimin üzerine oturmuştu. Bir nedeni yoktu sadece benden çalınmış yıllar vardı o acının içinde. Hatırlamadığım ablamın katili olma hissi vardı o acının içinde. Çaldığım umutlar gizlenmişti o acının içine ve gözyaşları nefesini bırakmıştı acının içine.

"Aras her sabah masana sıcak çikolata bırakan kişiydi." dedi. Aras gözlerimin önüne geldiğinde acı ayağa kalkmış kalbimin üzerinde tepiniyordu. Bir an için, gözlerimi kapatıp bir daha açmamak istedim. Gizli bir aşığım olduğunu düşünmüştüm oysa her zaman.

Hepsi benim yakınımdaydı aslında. Görünmezi oynamışlardı sadece. Boğazım düğümlenmişti. Ailem gözümün önündeydi. Ben görmemiştim, görememiştim.

"Bora seni görmemeyi seçti. Nedenini bilmiyorum ama onun yanında senden bahsetmezdik." dedi Berk. Ben konuşmadıkça Berk içini döküyordu, Beren'in şahitliğinde. Ben konuşmadıkça Berk anlatıyordu içinde biriktirdiklerini, belki gece söyleyemediklerini.

"Ben her zaman sessiz kişiydim. Hepsinin yanındaydım. Beren'le birlikte seni izledim, Baran'la resimlerini çektim, Aras'la sana sıcak çikolata aldım ve Bora'yla senden uzak durdum. Babam dağıtmıştı bizi ve ebn bu yükü kaldıramıyordum. Sonunda altında ezildim zaten."

Ayaklarını sallandırdı. Benim aksime bugünü bekliyormuş gibiydi. Ben şaşkınlığın verdiği etki ile sarsılırken Berk gayet normaldi. Beynimin içinde başlayan gümbürtü her kafadan bir sesi andırıyordu. Her geçen gün biraz daha içine girdiğim bu çıkmaz beni öldürüyordu.

"Belki de ben ölsem her şey düzelir." dedim fısıltıyla bunu duymak istiyordum. Aslında yapmam gereken buydu. Yoksa diğerleri ciddi bir tehlikenin ucunda olurlardı. Ölüm bana verilmiş en büyük hediye olur muydu?

"Efendim?" dedi. "Duyamadım da." diyerek bir elini ensesine attı. Yaşlı gözleri parlıyordu şimdi.

"Bir şey demedim." dedim sahte bir gülümsemeyle ama Berk bu sahte gülümsemeyi anlayamayacak kadar dalgındı.

Berk gözünden akan tek damla yaşı elinin tersiyle sildi ve gözlerini boşluğa dikti; Ucu gözükmeyen boşluğa.

"Affettin mi beni?" dedi masumca. Tek bir kelime çıkması gerekiyor aslında dudaklarımdan 'Evet.' demem gerekiyordu ama rüzgârın ıslık çaldığı bu uçurum kelimelerimi bana teslim etmiyordu. Başımı aşağı yukarı salladım. Ölümün nefesi ensemde gibi ürperdim. Başımı sallayışıma tebessüm etti ve derin bir iç çekti. Dudakları gerildi ve hafifçe titredi.

"Hadi gidelim." dedi ayağa kalkıp. Ellerini çırptıktan sonra pantolonunu çırptı. Başını eğip bana baktığında ayaklarımı boşlukta sallandırdım. Kahverengi gözlerimi karanlığa teslim etmek ister gibi göz kapaklarımı kapattım.

"Beş dakika sonra gelsem? Aras aşağıda zaten." dedim gözlerim hala kapalıydı ve Berk'in başımda durduğuna emindim.

"Neden?" diye sordu alaycı bir sesle.

"Ablamla baş başa vakit geçirmek istiyorum." dedim. Tek gözümü açıp alayla baktım Berk'e. "Geçerli bir neden mi?"

"Pekâlâ, beş dakika içinde gelmiş ol." dedi.

"Hadi, vaktimden çalıyorsun." dedim. Berk hızlı adımlarla uzaklaşırken sessizliği dinledim. Ardından kapanıp açılan kapının sesi doldu kulaklarıma ve Aras'ın sesi eşlik etti buna. Uzun bir mesafe olabilirdi ama uçurumun dudak uçuklatacak sessizliği her şeyi duymayı mümkün kılıyordu.

"Berk, abi sende mi buradaydın." dedi Aras.

"Beren'e geldim." Berk'in hüzünlü sesi kalbimi acıtmıştı. Gözlerimi boşluğa dikip dinlemeye devam ettim.

"Göksu nerede? Susmuyor şu kız."

"Ablasıyla beş dakika geçirip geliyor." dedi ve sonrası sessizlik.

Ellerimin altındaki sertlikten destek alarak doğruldum. Arkama baktığımda ikisi de görünürde yoktu. Tek ayağımı boşluğa sarkıttım ve dengede durmaya çalıştım. En ufak bir hareketim düşmeme neden olacaktı. Kollarımı iki yana açtım. Ablamla aynı şekilde ölmek? Bu ilgi çekiciydi.

Ben ölünce ne olurdu?

Bora, Berk, Baran ve Aras ne yapardı? Ama umursamadım. Onlar bana yıllarca yalnızlığı yaşatmışlardı. Bu hava gibiydi. Yanındaydı ama dokunamıyordun. Şimdi yalnızlığı yaşama sırası onlardaydı.

Boşluğa doğru hayali bir adım attım zihnimde. Ardından düşüşümü canlandırdım gözlerimde.

Babamın ve ablamın çığlığı kulaklarımda yankılandı sanki az önce bu uçurumdan düşmüşler gibiydi. Hırsla kapattım gözlerimi bunlar benim suçumdu.

Olduğum yerde sallanırken Bora'yı düşündüm. Dudaklarıma bir gülümseme yerleşirken sımsıkı yumduğum gözlerimi mümkünmüş gibi biraz daha sıktım. Aşağıya baktığım an atlayacaktım. Büyük ihtimalle on ya da on beş saniye içinde düşmüş olurdum. Sadece mutlu olmak istemiştim ama asla başaramamıştım ve benim yüzümden diğerleri de mutlu değildi. Belki ölmüş olmam sorunları çözmeyecekti ama artık o sorunlarla uğraşmak zorunda kalmayacaktım.

Ve bedenimi boşluğa bıraktım.

Continue Reading

You'll Also Like

103K 6.1K 15
17 yıl önce bir kötülük yapıldı, bu kötülük herkesin ruhunda unutulmayacak yaralar bıraktı. Yara alanlar, asıl yaralıya yeni yaralar açmayı umursama...
521K 26.2K 26
Not: Kitapta +18 unsurlar mevcuttur.. Kına yakmak kendini adamaktır ; Bir gelinlerle damatlara yakarlar ; kendilerini birbirlerine adasınlar diye. B...
447K 29.6K 11
Melis, annesinin kaderini yaşayan bir genç kızdı. Babası ve abisi tarafından evin hizmetlisi gibi görülür ve onlar için para kaynağı olmaktan ileri g...
1.2M 28.3K 41
Tam sınıftan çıkıcaktım ki gelen sesle dikildim kaldım."sen kal ada yapamadığın son soruya bakalım" OLUR OLUR HOCAM BAKALIM. Dırırııırıırıfırı Canı...