KARA GECENİN GÜNÜ AYMAZ | bxb

Par Vapsole

67.9K 5.5K 3.3K

Varlıklı ve köklü bir ailede doğan Nedim Akbulut her şeye rağmen onların istedikleri gibi biri olmamıştı. Ail... Plus

KARA GECENİN GÜNÜ AYMAZ
1. AKBULUT
2. SOHBET
3. ZORLANILAN VEDALAR
5. KARAUL
6. SOHBETİMSİ KONUŞMALAR
7. YENİ EV
8. GÜNAYDIN
9. AKŞAM YEMEĞİ
10. DUŞ
11. OTUZ SANİYE
12. BOMBA
13. KÜPELİ HOCA
14. BİNGÖL OLAYLARI
15. ENDİŞELENEN BİRİ İÇİN
16. YEMEK
17. YILDIZ
18. DOYUMSUZ
19. TOY
20. TATLI SEVDASI
21. KONAK
22. KABUSLARIMDAKİ KİŞİ
23. KAPUT
24. BOZULAN AĞ
25. DÖNÜM NOKTASI
26. BİRBİRİNE KARIŞAN İKİ İNSAN
27. BAKIŞLAR
28. DEDİKODU
29. MAHMUT AĞA
30. MİNNET
31. SOYAD
32. ERKAN

4. KORUCU

2K 174 47
Par Vapsole

Bu bölümden itibaren 1. tekile geçiş yapıyoruz :)

Buz kesen ellerimi ovuştursam da donukluk hissi geçmedi.

Saatlerdir bu durumdaydım. Yan koltuğumda oturan Mehmet amcanın iç acıtan sesi ve gelecekteki öğrencilerimin sessiz yaşları altında ağzımı bir şeyler demek için açmak istesem de yapamadım.

Çok değil o olaydan bir saat önce Semih'e böyle bir şey olmasının mümkün olmadığını ve iç işleri bakanının ne dediğini söylemiştim fakat yanılmıştım.

Ne diye bu kadar güven verici konuşmuştum ki?

Kırmızı gözlerle bir kez daha telefonumu açtım ve beş dakika önce mesajlaştığım Erkan'a baktım.

Erkan: Sana geri dönmeni söyledim salak. Canın mesleğinden daha değerli!

Nedim: Erkan sen salak mısın? İstanbul'da da olabilirdi bu ne yapayım? Yolun ortasında mı ineyim? Sanki savaş alanına gidiyormuşum gibi davranma! Annem ağlayıp durdu zaten, sakın gösterme o haberleri ha.

Erkan: Deli ediyorsun beni.

Erkan: Ya otobüsün önünü teröristler keserse?

Nedim: O zaman suyuna gideceğim Erkan.

Erkan: Öğretmenleri sevmezler! Hangi terörist bilim irfan öğreteni sever ki! Lan haberleri biliyoruz! Bir sürü öğretmen şehit edildi! Kafayı yiyeceğim!

Mesajları okurken dudağımı ısırdım. Üniversitede derslerime çalışırken bazen bu tür haberler önüme düşerdi.

Şehit olan öğretmenler.

Asla onlardan biri olacağına dair bir ihtimal vermiyordum. Şimdiye kadar.

Nedim: Bir şey olmayacak. Askerler bizimle.

Erkan: Eğer bizimleyseler o öğretmenler nasıl öldü?

Doğru düzgün cevap veremediğim için geçiştirmiştim. Onlar tanrı değildi o yüzden bizim can güvenliğimiz hiçbir zaman kesin olamayacaktı.

Sonunda susturabilmiştim. Şuan gece yarısını çoktan geçtiği için annemle babam horul horul uyuyor olmalıydı. Sabah göreceklerdi haberleri. O yüzden rahattım. Şu durumda onlara ne cevap vereceğimi düşünmek istemiyordum.

"Bir saat kaldı." diye mırıldandı önümde oturan adam. "Eve geliyorum. Az kaldı. Evden çıkmayın."

Bingöl büyük bir şehir değildi o yüzden bir yerde bu tür bir olay oldu mu bütün şehir etkilenirdi. En uzak kısımda olsalar bile. Şoför sola kırdı ve hızla ilerlemeye devam etti. Uykusuzluktan ağrıyan gözlerimle tabelayı seçebildim. Bingöl yazıyordu.

Bir saatten bile az kalmıştı.

İpek gömleğime daha çok sarılırken yorgun gözlerimi dışarı dikerek başını cama yasladım. Hafifçe seyiren yağmura bakarken uykusuz gözlerim kapanmak için yalvarıyordu ancak direndim. Deli gibi yorgun olsam da bilincimi yitirecek zamanda değildim. Zaten otobüste öyle bir panik havası vardı ki bir kişi bile uyumuyordu. Herkes kısıkça birbirlerine bir şeyler mırıldanıyordu. Onların suratını izleyince gördüğüm ilk şey endişe oluyordu.

Bu duyguyu insanlara yaşattığı için terörden nefret ediyordum. İstemsizce elimi yumruk yaparken kafamı cama daha çok yaslayarak gözlerimi yumdum.

'Lütfen bitsin bu kabus' diye düşünmeden edemedim. Çok heyecanlıydım bu otobüse binerken. Her şeyin mükemmel gideceğimi düşünmüştüm. Hatta öğrencilerimle bile karşılaşmıştım. Peki bu neydi?

Her şey tepetaklak olmuştu.

"Dede, çok uykum var." dedi Ahmet uyku mahmuru bir sesle.

"Az kaldı. Uyursan kalkamıyorsun." dedi Mehmet amca gergin bir sesle. "O yüzden uyuma."

"Ama annem ve babam iyiymiş zaten. Neden uyuyamıyorum?" diye sordu Ahmet yerinde daha çok yayılırken. Gözlerim çocuğun yorgun cılız bedenine takıldı. Düzgün besleniyor gibi görünse de yaşına göre bir tık daha zayıf ve kısa olduğunu fark ettim. Hoş, dedesi de uzun sayılmazdı ama...

"Biz güvende değiliz." dedi Mehmet amca sert bir sesle. "O yüzden uyuma. Güvenli yere girene kadar."

Şoför bu yüzden gergindi...

90'lı yıllarda teröristlerin araçların önünü kesip devlet gibi kontrol yaptığını duymuştum. İnsanları tehdit edip bir nevi özerklik ilan etmek isteyen bu güruh birçok insanın canını yakmıştı. Daha sonra askerler sert bir şekilde müdahale edip stabilize edebilmeyi başarmıştı. Ancak son zamanlarda artan haberler...

Kaşlarımı çattım. Son zamanlarda mıydı gerçekten? Neden birden bire bu olay fokurdamaya başlamıştı? Başım çok ağrımasa üstüne derin derin düşüneceğim bir konuydu fakat çatlayacak gibiydi beynim. Her an kulaklarımdan ve burnumdan akıp beni terk edebilirdi. Yüzümü buruşturdum ve alnımı ovdum.

O havuçlu kek hariç sadece su içiyordum. Deli gibi acıktığımı hissetsem de aynı zamanda iştahımı kaybetmem iki arada bir derede kalmama neden oldu. Ah, lanetlenmiş gibi hissediyordum.

Kafamı sert camdan çekip koltuğa yaslarken derin bir nefes bıraktım ve gözümü ovuşturdum. Buzdan hallice elim beni irkiltti. Daha da beyazlamış elime bakarken dalgınlaştım. Hava baya soğumuştu... Bavulumdan ince montumu mu alsam...

"Allah allah..." diye mırıldandı şoför amca. Gözlerim oraya kaydı çünkü baya sesli demişti. "Bunlar asker midir?" derken sesinde şüphe vardı.

Gözlerim ön cama kaydı. Askeri iki araç tabelanın hemen yanında konumlanmıştı. Önünde yanlış görmüyorsam tam tamına yedi tane asker vardı ve hepsinin elinde ağır silahlar vardı. Maskeden yüzü gözükmeyen adamlara bakarken kaşlarım çatıldı. Küçük Hasan, "Askerler!" diye bağırdı birden bire. İrkilerek çocuğa bakarken bana kısa bir bakış atıp arkasına, Semih'e döndü. "Bak seninkiler!" dedi.

Semih gergince dış cama bakmak dışında tepki veremedi.

Mehmet amca gerilirken elini Ahmet'in omzuna koydu ve geriye çekti. Semih'e bakmadan, "Yerinizde durun." derken o kadar gergin çıkmıştı ki sesi derince yutkunarak askerlere bir kez daha bakmadan edemedim.

Gerçekten askerlerdi değil mi?

"Ya teröristler yine onların kılığına girdiyse?" diye fısıldadı bir teyze korkuyla tülbentiyle ağzını kapatırken. Elimle önümdeki koltuğun başlığını tutarken yerimde doğrulmadan edemedim. Gözlerim askerlerden ayrılmıyordu. Sonunda otobüs durdu.

Herkes yerine sinince biraz önde kaldım gibi oldum o yüzden yavaşça yerime oturdum. Hala adamlara bakmaya devam ediyordum. Üç tanesi otobüsün kapısına yaklaşırken, "Allahım sen yardım et..." diye mırıldanmalar altında otomatik kapı açıldı.

Şoför yerinden kalkarken, "Komutan bey..." demişti yutkunarak. Dışarıdaki asker, "Vural amca." dedi boğuk bir sesle. O anda herkes öyle bir iç çekti ki bütün otobüste yankılandı sanki. Yerimde terlemeyi bırakıp ben de rahatlarken sırtımı iyice koltuğa yasladım. Onlar değildi... değil...

"Şükürler olsun bu komutan emmiymiş." dedi hasta bir sesle seksenlerinde gösteren adam. "Normalde karakoldan çıkmazdı. O kadar vahim demek ki."

"Kendisi buradaysa Efe'leri o bölgede bırakmıştır ya da dağın yakınlarındaki köye yollamıştır kesin..." dedi bir kadın fısıltıyla. "Kan çıkacak cidden."

"Çıkmıştır belki." dedi Mehmet amca arkasını dönerek. Gözlerimi Ahmet'e diktim. Korkuyla dedesine bakıyordu. Bir an iri gözleri bana döndü. Ona gülümsemek için kendimi zorladım ve, "Sakin ol." dedim. "İyiyiz, bak geldi bizimkiler." dedim. Anında gülümsedi.

Her şeye rağmen ben yetişkindim ve öğretmendim. Öğretmenler, yol gösterici konumda olmalılardı. Haklarını bilen, insanları savunan ve öğreten bizdik. İnsanlarımızın bilgisizlikleri yüzünden ezilmesine sessiz kalamazdık. Bu durumlar benim için yeni olsa da yerimde sinip beklemeyi reddettim ve çocuklara sakinleştirici bir gülümseme verirken gözlerimi askerlere çevirdim.

Komutan olan ve şoför amca konuşuyordu. Yanlarında iki adam daha vardı. Otobüste benim gibi yolculardı fakat Bingöl'ün yerlisi oldukları belliydi. Yerimden doğrulurken tereddüt etmedim.

Kimse bana bakmadı. Kendi aralarında fısıldaşıyorlar ve korkuyla birbirlerine bir şeyler anlatıyorlardı. Ön sıralara yürürken genç bir kızla göz göze geldim. Kara gözlü kız korkuyla karışık merakla bana bakarken, "Öğretmen bey... inmeyiniz." dedi.

"Sorun yok. Doğruları öğrenip sizi bilgilendirmek bir nevi görevim sayılır." diye mırıldandım cevap olarak. Yirmilerinin başında gibi duruyordu kız. Uzun siyah saçları ve koyu kahve gözleri vardı. Yanında ise yaşlı bir nine oturuyordu. O endişeyle askerlere bakarken kürtçe bir şeyler mırıldandı. Genç kız benden gözün ayırmadı ama cevap da vermedi. Ben de otobüsün çıkışına adımladım.

Hafif serin bir hava beni karşıladı. Ayaz soğuğu değildi tabii fakat beni irkiltti. Komutanın arkasında konuşlanmış askerlerden birinin gözleri anında bana döndü. Merakla onlara yürürken komutanın dediklerini işitebildim.

"O yüzden hemen evlere dağılamayabilirsiniz. Yolculara anlat araçları beklesinler. Hala bomba ihbarları geliyor..."

Komutanın gözü bana takılınca duraksadı. Yüzünü daha iyi inceleme fırsatı bulurken hafif tebessümle onlara yaklaştım. "Merhaba, ben Hasan Korkmaz Lisesine yeni atanan edebiyat öğretmeniyim. Nedim Akbulut. Anlayacağınız gibi buraların yabancısıyım..." derken elini sıkmak için elimi komutana uzatmıştım. Orta yaşlı adam kısa bir an duraksasa da elini uzatıp sıkarken, "Son zamanlarda pek yeni öğretmen gelmezdi. Hoş geldiniz." diyerek gözlerini kıstı. Sarışın, batılı olduğum her yerden belli olan tipimle buraya ait olmadığım on kilometre öteden belli olmalıydı.

"Bu sene on beş tane atama olmuş bu şehre." diyebildim gülümsememi azaltmazken. Evet, özellikle son beş yılda öğretmen atamaları neredeyse durma noktasına gelmişti. Hem de çok fazla açık varken böyle olması düşündürmüyor değildi. Doğu kısım çok istenen bir çalışma bölgesi sayılmazdı ancak en çok açık da burada oluyordu. Ne diye koskoca şehre sadece on beş tane öğretmen atardın ki? Kendi okulumun yeni öğretmeni sadece bendim. Ve okulum merkezdeydi.

Diğer bölgeleri tahmin bile edemiyordum.

"Geçen dönem sekiz kişi atandı. Artış var." dedi arkadan bir asker histerikçe gülerek. Gülümsemeye çalışsam da beni kızdırdığı için pek beceremedim. Komutan ciddiyetle boğazını temizlerken, "Buranın yerlisi olmadığınız için şaşkın olabilirsiniz. Genelde bu kadar büyük olaylar olmazdı. O da sizin şansınız." derken üstten üstten bana bir bakış attı. Aniden gelip kendimi tanıtmamı garip karşılamış olabilir miydi?

"Ah..." dedim aklıma kimliğimi göstermediğim gelirken. Elimi cebime atarken, "Size kimliğimi göstermedim-" derken, "Dur orada!" diye bağırdı askerlerden biri. Şaşkınlıkla elimde cüzdanla bana bağıran askere bakakaldım. İri mavilerim düşmanca bana bakan adama kilitlenirken, "Öğretmen bey!" dedi komutan sinirli bir sesle. "Ani hareketler yaparsanız bu durumda yanlış anlaşılırsınız. Eğer kimliğinizi görmek isteseydim sorardım, değil mi?" derken elimdeki cüzdana bir bakış atmıştı.

Cebimden bomba falan mı çıkaracağımı düşünmüşlerdi?

Ne şuan yanımda duran otobüsteki kişiler ne de askerler pek gerilmiş durmuyordu fakat maskeli askerin bağırması beni aşırı korkutmuştu.

"Genelde kimlik kontrolü yapıp beyanımın doğru olup olmadığı kontrol edilir bu gibi durumlarda." diye mırıldanabildim yutkunurken. Komutan sessizce elimden cüzdanı alıp içindeki kimliği çıkardı. Hafif sinirle askere bakarak devam ettim,  "Bombacı olsam çoktan patlatırdım burayı. Ya da otobüsü. Yanlış yerde suçlu arıyor gibisiniz." derken gözlerimi bağıran adamdan ayırmamıştım.

Sessizce komutanını beklemek dışında bir şey yapmadı. Başka bir asker, "Gerilme Adnan gerilme..." diye kısık bir sesle mırıldanmıştı. "Çoktan temiz raporunu aldık otobüsün. Herkesin temiz olduğunu bilmiyorsun sanki..." sözlerini duyunca neden tek tek kontrol edilmediğimizi anlar gibi oldum. Gözlerim yanımda sessizce duran otobüsteki yolculara kayarken biri asker gibi dimdik durup, "Çoktan verdik raporu zaten." demişti.

Otobüste asker vardı demek ki.

O ikisinin şoförle birlikte inmesinin nedeni asker olmalarından dolayıydı. Her otobüse böyle bir iki tane koyuluyor muydu acaba? Batı illeri arasındakilere koyulacağını sanmıyordum fakat doğuda işler ne kadar vahim bilmediğim için her yere koyulmaları muhtemeldi.

Son yıllarda artan tansiyon sebebiyle TSK böyle bir çözüm bulmuş olmalıydı. Fakat bir terör yandaşcısı ne diye normal otobüse bilet almaya çalışsındı ki? Her yerde aranıyor olmalılardı. Sahte kimlik ise zaten anlaşılırdı.

Kaşlarım çatık düşünürken duraksadım. O ara komutan sakince cüzdanımı bana uzatmıştı. Duraksamadan aldım. Aklım karışmıştı.

Sadece öğrencilerime kavuşup mutlu mesut ders anlatmak istiyordum.

"Yine de kimliğinizle kendinizi kanıtlamaya çalıştığınız için teşekkür ederiz." dedi komutan boğuk bir sesle. Kırklarının ortasında gibi duran adamın gözlerine baktım. Eliyle silahını tutarken, "Burada bir sıkıntı yok. Raporu ilk ağızdan duyabilmek için otobüsü durdurduk. Şimdi sizi gara götürecekler ve askeri araçlarla eve dağıtılacaksınız." 

Duraksadım ve endişeyle komutana baktım. Ee, benim evim yoktu ki şuan.

Onun devam etmesine izin vermeden bir adım ileri atarak ben sözü aldım. "Efendim ben yeni atandığım için evim yok şuan. Vanilla-Ville otelinde rezervasyonum var sıkıntı çıkmaz umarım?"

Komutan düşünceyle gözlerini kısarken, "Orası biraz içeride kalıyor. Sıkıntı çıkmaz." demişti.

İnsanlar genelde köylerde kalıyorlardı o yüzden zırhlı araçlarla gideceklerdi fakat ben merkez tarafındaki bir otelde kalacaktım yani buna gerek olup olmadığından emin değildim.

Yine de minnettardım. Karakola bombalı saldırı yapabilen insanlar sivil araçları da patlatırlardı. 

Bir adım geriye atarken boynumu kaşıdım ve yorgunca otobüse baktım. Her şeyi öğrendiğime göre gitsek iyi olurdu.

O anda askerlerden birinin telsizinden sesler gelmeye başladı.

Bir kısmını anlayamadım. Sadece, "Bulmuşlar... onunla gidecek..." gibi kısımları duyabildim. Merakla yanımda kıpırdanan sivil askerler telsizin sahibi olan askere ilerledi. Komutan da kendi telsizini çıkarıp bir kanalı aramaya başlamıştı.

Asker telsizden karşıyı onayladı ve, "Komutanım." dedi endişeyle. Kara gözleri büyümüştü. Kolumu kendime sararken merakla ona baktım. İri bedeniyle komutanına yaklaşırken, "Efe'lerin timi izi bulmuş diyorlar. İhsan'la gitmek istiyorlarmış."

Komutan gözlerini kocaman açarken, "Sakın! Onların gitmesine izin verme! Benden izin gelmeyeceği için senden haber mi yolluyorlar bir de!" derken o kadar sesli bağırmıştı ki yerimden sıçradım. Aşırı öfkeli duruyordu. Kesinlikle o kişiler yanlış bir karar almıştı. Ya da almaya çalışıyorlardı...

Herkes bilirdi ki orduda, TSK'da üst alt ilişkisi vardı. Komutandan izin alınmadan hiçbir şekilde hareket edemezlerdi.

Önümdeki adam bir üstleri olmalıydı.

Manyak falan mıydı onlar?

"Eğer askerliklerini yakmamı istemiyorlarsa hareket dahi etmesinler! Ne öğrendilerse bana söylemeleri gerektiğini bilmelerine rağmen bu hareketler..." Öfkeyle taşı tekmeledi ve bize doğru dönerek, "İçeri geçin ve ilerlemeye devam edin!" dedi. Öfkesine karşı yerimden sıçradım ve hemen gerilerken, "Tamam, tamam..." diyebildim. O kişiler ruh hastası falandı herhalde. Bu cesaret mi desem... aptallık mı desem... Şuan ihtiyaçları olan şey gibi durmuyordu.

İlk ben bindim otobüse. Dışarıdan bir tık daha sıcak otobüs hızlı hızlı atan kalbimi birazcık düzeltti. İnmeden önce benimle konuşan kızla göz göze geldim. Normalde açıklayacağımı falan söylemiştim fakat o an anlatabilecekmiş gibi hissetmedim kendimi. "Her şey kontrol altındaymış. Arkamdakiler sağolsun." diyebildim.

Gözleri arkamdaki iki iri kıyım adama kaydı ve gözleri irileşti. Sessizce, "Azad..." diye fısıldadığını duyabildim.

İlerlemeye devam ettiğim için devamını dinleyemedim.

Otobüs şoförü de içeri girip kapıyı kapatırken yerime oturmuştum. Mehmet amca bana bakarak, "Sen iyi misin? Komutan emmi bir an bağırdı gibi oldu..." diye mırıldandı koluyla ön koltuğu tutarken. Yüzü endişeden beyazlamıştı.

Yutkundum ve kötü hislerimi gizlemeye çalıştım. Ne kadar becerebildim bilemem fakat sesimi güçlü tutarak, "Bizlik bir şey yokmuş. Sadece askerlerin aracılığı ile evlerine dağılacak herkes." diye mırıldandım. Mehmet amcanın yüzü kırıştı. Bu haber onu daha da endişelendirmiş gibi yutkundu ve, "Ah be... ah be..." diyerek bir şeyler fısıldamaya başladı. Endişeden büzülmüş çocuklara kaydı gözlerim. En çok onlara üzülüyordum. Lanet olası terör...

"Askerler her şeyi kontrole almış çocuklar. Sıkıntı yok." dedim ve genişce gülümsedim. Çocuklar hala korkuyla bana bakıyorlardı. Semih sertçe dudağını ısırdı. Bir şeyler söylemek istiyor da dili varmıyor gibiydi. Onlara olabildiğince güven verici bir bakış attım. Elimle sarı saçımı geriye atarken, "Bu otobüsü bile çok önceden incelemişler zaten. Aşırı profesyoneller. Hayran kaldım." demiş ve gözlerim önde şoförle konuşan adamlara kaymıştı. Ahmet de merakla benim baktığım kişileri izledi ve, "Vayy... casus muymuş onlar?" dedi heyecanla. Semih homurdandı anında. "Aynen kesin casusları böyle bir topluluğun arasında koymak istemişlerdir Ahmet. Çok zekisin."

Ahmet somurtarak, "Hayal kurmama bile izin vermiyorsun. Uzak dur benden. Enerjimi emdin." dedi. Mehmet amca sırtını geriye yaslayarak motoru çalıştıran şoföre bakarken, "Başım ağrıyor enikler susun." dedi.

İkilinin kavgası başlamadan bitti.

İki çocuğun davranışlarına gülümseyebildim. Zaten böyle bir ortamda sadece onlar beni gülümsetebilirdi.

Yola yeniden çıkınca son kez askerlere baktım camdan. Adnan ve telsize cevap veren asker araçlara biniyorlardı. Komutan ise birkaç askeri ile hararetle konuşuyordu. Son gördüğüm şey komutanın eliyle bir yeri işaret ettiğiydi.

İki iri kıyım adam bütün otobüsü bilgilendirmeye başlayınca ilgim onlara döndü. Benim bildiklerimi aynen otobüs halkına söyledi.

"Torunlarım..." dedi bir nine korkuyla. "Onlara ulaşmam gerek."

"Telefon çekmiyor." diye mırıldandı otuzlarında duran bir kadın. "Ailemize hemen ulaştıracak mısınız bizi?"

"Tabii ki de. Çoktan haber verdik. Bizi bekliyorlardır hatta. Siz herhangi bir tehlike altında değilsiniz. Biz varız." İki elini arkasında birleştirerek konuşan adam herkese tek tek baktı. Siyah, sıfıra vurulmuş saçları ve duruşuyla zaten ben askerim diye bağırıyordu. Arkada oturduğu için dikkat edememiştim.

Kimseden cevap gelmeyince herkese bir takım kurallar anlattı ve öne, şoförün yanına oturdu. Diğeri ise arkaya geçti. Ona göre daha az kalıplı ve bir tık daha kısaydı. Saçları da sıfıra vurulmuş değildi.

"Korucu Sabri değil miydi yav o?" diye sordu kendi kendine Mehmet amca. Gözlerimi ona çevirdim. "Uzun zamandır görmemiştim... Gergin durmasa hal hatır sorardım."

"Korucu mu?" diye sordum konu ilgimi çektiği için. 

Bazı şehirlerde teröristler çok olduğu için onların saklanma alanlarını bulmak zor olurdu. Genelde dağlarda, ormanlarda saklandıkları için askerlerin o şehrin taşını toprağını iyi bilen insanlara ihtiyacı oluyordu ve bunlar da oranın yerlilerinden başkası değildi.

Devlet de buna bir isim bulmuş ve o insanlara korucu görevini vererek hem silah eğitimi alarak donanımını arttırmış hem de bu sayede onlar çevresel güvenliği sağlarken teröristlerin yuvalarını bulmada yol göstermeye başlamışlardı.

Korucular da kendi içlerinde ayrıldıkları için sayıları ne azdı ne de çok. Bir korucu çevreyi çok iyi bilmese bile askerler sokaklarda her gün dolaşamadıkları için onları bu meslek için eğiterek sokaklarda güvenliği sağlamak için görevlendiriyorlardı. Özellikle büyük ailelerde birden fazla korucu olurdu.

Halkın içinde olan bu adamların kulakları her yerde olurdu tabii. En çok da bu işlerine yarıyordu TSK'nın.

Tabii askerlerle terör yuvasını bulmak için bizzat gidenlerin işi hepsinden daha zordu çünkü bir askerden eksik olmamaları gerekirdi. Eninde sonunda yol gösteren onlardı. Askerlerin bile önünden gidenler...

Cidden çok zordu. Semih'in ısrarla bu mesleği istemesini anlıyordum ama içten içe bu mesleğe ihtiyaç duymayacağımız bir dünya isterdim. Terörün olmadığı bir yer...

"Evet, o da bir korucuydu." dedi Mehmet amca yorgunca bana bakarken. "Terör grupları onu mimledikleri için başka şehre gitmek zorunda kalmıştı fakat geri dönmüş galiba. Şeref yoksunları yüzünden iki yıldır ailesinden mahrum." Dediklerini içim acıyarak dinledim. Gözlerim istemsizce arkada oturan otuzlarında duran adama kaydı. Düşünceli duruyordu. "Çocuğu üç yaşına girdi ancak görebilecek" Mehmet amca iç çekerek sözlerini sonlandırırken benim gibi ona bakmış ama çok durmadan önüne dönmüştü.

Cevap veremedim. Çok zor olmalıydı.

Ailenden, ülkeni koruduğun için ayrı kalmak.

Telefonum titredi. Erkandan gelen mesajları bulanık gözlerim tam okuyamadı. O yüzden okumadan kapattım.

Yirmi dakika sonra gelmemiz gereken yere vardık. Hava yavaş yavaş aydınlanmıştı. Yine etrafta havlayan köpekler ve bağıran kuşlar dışında hiç ses yoktu. Yavaşça araçtan inip bavulumu alırken içim titredi. Merkezi bir yerde olduğumuzu tabelalar olmasa anlamazdım. Metropolden dışarıya çıkmamış bedenim şokla çevreyi izledi.

Cidden bomboştu. Binalar bile çok yoktu. Acaba ana cadde olarak kaç tane cadde vardı?

Merakla etrafımı incelerken asıl sorularımın bu olmaması gerektiğini biliyordum ancak şaşırmadan edemiyordum. Burada da bir sürü insan yaşıyordu ve insanların sosyalleşebilmesi için güzel bir ortama ihtiyacı vardı. Umarım sadece şuan göremiyorumdur...

İlerideki araçları görünce bavulumu daha sıkı tuttum. Bir aile kendilerine ağlayarak bakan kişilere ilerlerdi ve sarıldı. Şaşkınca onları izledim. "Yine başlayacak..." dedi ağlayan adam sıkıca genç adama sarılırken. "2010'a geri döndük sanki..."

"Ağlama baba." diyebildi adam. "Kötü düşünme. Bu her yerde oluyor biliyorsun. Halledecekler."

2010 olayları mı... Düşünceyle kaşlarımı çattım. Ne olmuştu o zamanlarda?

Rahat edince buna da bakmam gerekecekti anlaşılan. Çok meraklı bir insandım ben ve bu şehrin yerlilerinin ne düşündüğüne önem veriyordum. Her şeyden önce burayı tanımalı, insanları ona göre bilgilendirmeli ve çocukları rahat ettirmeliydim.

Görünüşe göre her şeyden önce çocukların psikolojisini toplamam gerekecekti.

Askerler köy ve yer isimleri sayarak araçlara yönlendiriyorlardı. Bavulumu daha sıkı tutarken bir tane asker bana yaklaşarak, "Öğretmen Bey?" diye soru sordu. Şaşkınca ona bakarken beni nereden tanıdığını düşündüm.

"Evet, benim." derken sorgulayıcı bir bakış atmıştım. Bir seksen boylarında, kahve gözlü esmer tenli asker resmi bir şekilde bana bakarken, "Siz merkez arabasına binin. Vanilla-Villa'ya uğrayacaklar." dedi. Şaşkınca onu onaylarken, "Benim öğretmen olduğumu nereden biliyorsunuz? Sizinle tanışmış mıydık?" diye sorgulamadan edemedim. Asker ciddiyetini bozmadan cevap verdi.

"Komutanım batılı duran sarışın öğretmen var onu otele yönlendirmelisin burayı bilmiyor dedi." diye mırıldanırken gözleriyle aracı göstermişti. Bir an gözlerim buradaki insanları süzdü.

Burada batılı sarışın olarak sadece ben vardım.

Onu başımla onaylamak dışında bir şey yapamadım. Bavullarımla araca yürürken asker başka bir yere gitti. Benim aracımda sadece altı kişi vardı.

"Başka yok!" dedi şoför koltuğunun yanında oturan adam. Bavulumu bagaja koymuştum.

Aracın ışıklarını yanıp söndürürken, "Komutanım biz gidiyoruz!" diye bağırdı. Komutan olan adam gidin der gibi el hareketi yapınca hızla yola çıktık. Bir iki dakika kadar sessizlik oluştu araçta.

Sonra ise herkes birbirlerine endişeyle mırıldanmaya başladı.

Ana konu ise şehri esir alan korkunç olaylar ve gelecekte olabileceklerdi.

****

Herkese merhaba, nasılsınız? :')

Diğer karakterleri daha iyi tanırsınız diye ilk başlarda üçüncü şahıs yazmıştım aslında ancak yeni bir şehre ayak bastığı için daha çok olayları Nedim'in gözünden okumanızı istediğim için 1. şahsa geçiyoruz. Böyle düşünmüştüm zaten başta, artık başlıyoruz.

Şehre ayak basabildi sonunda. Olanlar hakkında neler düşünüyorsunuz?

İleride ne gibi şeylere öncülük ediyor olabilir? 

Nedim hakkındaki düşünceleriniz?

Kendinize iyi bakın ballar, sizi seviyorum <3.

Continuer la Lecture

Vous Aimerez Aussi

KÜÇÜK KIZ (+18) Par beny4r3n

Roman pour Adolescents

1.1M 15.9K 39
Aşık olduğu adamın evleneceğini öğrenen Mavi, çareyi en yakın kız arkadaşında bulur. Düğüne kısa bir süre kala acilen bir plan yapmaları gerekmektedi...
ANTRENÖR +18 | texting Par zena

Roman pour Adolescents

4.3M 122K 41
054* ***: benim seninle sevişme 054* ***: pardon antrenman yapma ihtimalim nedir? - : kapak tasarımı için @gokbuttired 'a çok teşekkür ederim.<3 :
YUVA Par _twclr

Roman pour Adolescents

894K 43.4K 50
Amelya 20 yıl sonra aslında ailesinin gerçek olmadığını intikam için bebeklerin karıştırılmasına nasıl bir tepki verecek gelin hep birlikte okuyup öğ...
Peyda Par Herkes Yalan

Roman pour Adolescents

925K 64.6K 37
Peyda, bir Gerçek Aile/Kaçırılmış Çocuk klasiğidir. "Şimdi, on yedi yıl sonra annem ve babam karşımda dikiliyorlardı. Onları görüyor, onlarla aynı m...