HALEL

By AdenSakaa

590 115 288

"Bu bir aşk masalı değil, güzel kızım. Bu kalbi kırılan bir prensesin ve onu kurtarmak için yola çıkan bir p... More

1-Giriş
3-Küçük Savaşlar ve Katiller
4-Kalıcı Misafir
5-Varisin Gücü
6-Bir Garip Sevgi

2-Toprağa Ait Olanlar

121 23 90
By AdenSakaa

Sana öğretilen ilk şey umudun yoksa yoksundur. Oysaki umut hiçbir zaman yoktur. Onu sen var edersin, var ettikçe varsındır.

Yağan yağmura karşı bir başkaldırı bu. Sığınmamız için üstümüze yağdırdığı küçük su damlacıkları ile bir kişiye veya birine muhtaç olmamızı isteyen yağmura karşı bir başkaldırı.

Muhtaç olmayacağım.

Su damlasına karşı dahi baş kaldıracağım. Bu benim. Bu benim varlığım.

Islanan göz kapağımı usulca açtım, uzun kirpiğime asılan intiharına karar veren yağmur damlacığı yere doğru süzüldü. Kurtuldu o. Belki bir gün bende kurtulurum. Gözlerimi hafif kısarak gökyüzüne baktım. En sevdiğim havaydı bu. Herkesin eve sığındığı ve şehri bana emanet ettiği bir andı benim için. Sanki hepsi beni ve gökyüzünü yalnız bırakmak için kaçışıyordu.

Ya da kim bilir belki de hepsi bedenimdeki kiri görüyordu. Tenime kazınan bu kanın sadece Tanrı'nın armağan ettiği su ile yıkanabileceğini biliyorlardır.

Kollarımı iki yana açarak derin bir nefesi ciğerlerime mahkum ettim. Çok güzel kokuyordu. Islanan toprağın kokusu bana, yaşamı hatırlatıyordu. Yaşamı hatırlamak nasıl hayatta kaldığımı bana gösteriyordu.

Sen busun işte. Bak buna! Sen bunun için var oldun! Yaşamalısın! Vakti gelmeden ölmen bile sana yasak. Sana günah.

Çıplak ayaklarımın çamura bulandığını, elbisemin eteklerinin de renginin tamamen değiştiğini biliyordum. Uçları tamamen çamur olmuştu. Bir an yere uzanmayı evrenin beni kucaklamasını diledim ama şimdi olmayacağını biliyorum. Daha erken, daha bitmedi kendim ile savaşım.

Yere attığım çantamdan gelen telefon sesini bu kez es geçemedim. Kimin aradığını biliyorum, kimin aramadığını da. Kollarımı iki yanıma indirip çantama doğru ilerledim, çantamdan telefonumu çıkarıp ekrana bakmadan yanıtladım.

"Efendim."

Kızgın sesini işittim "Bu yağmurda bana yine deli danalar gibi suyun içinde tepinmediğini söyle!"

Derin bir nefesi salıverdim. "Deli danaların böyle bir şey yaptığını sanmıyorum."

"Cidden takıldığın nokta bu mu?" derin bir nefes veren taraf bu kez oydu. "Bak, hasta olacaksın. En basitinden bu havada herkes evine gider ve ya bir yere sığınır. Sen neden öyle yapmıyorsun?" Bir şeyi unutmuş gibi durdu ve cümlesine devam etti. "Ha, bu arada akşam gideceğimizi unutmadın,değil mi?" Gene konuşurken konudan konuya atlamaya başlamıştı. Dikkat eksikliği çok fazla vardı.

"Merak etme unutmadım. Eve gidip duşumu alacağım ve oraya geleceğim. Oldu mu?"

Kıkırdamasını duydum. Küçük bir çocuğun, çekingen ama mutlu bir gülüşü gibi. "Hıhı. Oldu. Be..." arkadan gelen seslerle bir dakika beni bekletti. Sanırım müşteri gelmişti. "Ah, üzgünüm! Müşteri geldi. Aşkım, buraya gelince zaten konuşuruz acil işim çıktı. Seni seviyorum, bay."

Bu telaşlı haline tebessüm edip onu yanıtladım. "Ben de. Görüşürüz."

Telefonu hızla kapattı. Ben de ekrandaki boşluğa baktım uzun bir süre. Belki arar. Ama aramaz. Hiç aramadı. Gözlerimi her şeyden korunurmuşçasına sıkı sıkı yumdum. Korunamadım.

Gözlerimi açıp telefonumu çantama attım ve çantayı çapraz bir şekilde takıp sol tarafımda sarkmasını sağladım. Çantamın yanında duran sandaletlerimi de ayağıma geçirip beyaz elbisemin yere değen kısımlarını hafif bir şekilde kaldırdım. Yere değmesinde sorun yoktu ama yürürken basıp düşmekten korkuyordum. Yaklaşık on metre ilerimdeki çınar ağacına doğru yürüdüm.

Ne çok anı biriktirmiştim bu ağacın gölgesinde. Dalları artıkça, güçlendikçe; benim de anılarım artı, acılarım güçlendi.

Hemen önüne bıraktığım beyaz bisikletimi yerden kaldırıp dik bir şekilde tuttum. Ön sepetine çantamı koydum ve sepetten düşen sarı karanfili ötekilerin yanına yerleştirdim. Sepetime atlayıp boş araziden yavaş ve dikkatli bir şekilde ayrıldım.

Yağmur şiddetini biraz yavaşlatmıştı ama hala çiseliyordu. Bisikletimin geçtiği her noktadan çok güzel ve farklı kokular geliyordu. Kiminde sadece toprak kokusu, kiminde ağaçlardaki meyvelerin kokusu, kiminde ise çürümüş meyve kokusu. Aslında çoğu meyvenin çürümeye başladığı andaki o kokusunu çok seviyordum. Bunu daha önce seveni görmedim hatta direkt çöpe atıyorlardı. Hiç bir şansı hak etmediğini düşünüyor olmalılar.

Siteye girdiğim an bisikletin pedallarına biraz daha yüklendim. Islanan saçlarım biraz daha hareketlendi, bedenime yapışan elbise biraz daha üşümeme neden oldu ama gene de durmadım. Bahçenin ön kapısına geldiğimde bisikletten indim ve onu bırakmadan ilerlemeye başladım. Ön kapıyı geçeceğim kadar aralayıp içeri geçtim ve bisikletimi bagaja yerleştirdim. Bagajda üç araba vardı. Biri benim ikisi ise babamın ve ikisinin de burda olması demek onun da evde olduğu anlamına geliyordu. Sıkıntıyla bir nefesi dışarı saldım. Keşke evde olmasaydı.

Ayaklarımı yere sürüye sürüye evin kapısına ulaştım ve kapıyı tıklattım. Bir dakika sonra Mahinev teyze kapıyı açıp geçmem için yer verdi bana.

İçli sesini duydum gene benim için üzülüyordu ama hak etmiyordum, anne şefkatini. "Aa, kuzum benim! Gene atmışsın kendini yağmurun önüne. Ne alıp veremediğin var şuncacık canından."

Ona karşı yüzümdeki ifadesizliği silip tebessüm ettim. "Merak etme, şuncacık canıma bir şey olmaz. Bunca zaman yağmur, beni doğru düzgün hasta etmemişse bundan sonra da etmez zaten." deyip yanağına küçük bir buse kondurdum.

"Ah, kuzum. Yağmur yüzünden hastalanmayacağını düşünüyorsun ama bir gün hastalanacaksın sende. Her yağmur yağdığında içim yanıyor artık." dolu dolu gözleri ile bana bakmasına dayanamıyordum. Sağ elini avuçlarımın arasına alıp oraya da bir buse kondurdum. "Lütfen. Senin üzülmeni istemiyorum ama benden de yağmuru alma." Üzülmesin o.

İyi insanlar mutluluğu hak ediyordu. Sessiz kalıp başını olumlu bir anlamda aşağı yukarı salladı ama ikimizde her ıslandığımda bu konuşmayı yapacağımızı biliyorduk.

Sandaletlerimi çıkarıp kenara bıraktım ve Mahinev Teyzenin önüme bıraktığı terlikleri giydim.

"Babam nerde?"

Başı ile üst katı işaret etti. "Çalışma odasında bugün erken geldi. Geldiğinden beri o odaya kapattı kendini."

İşaret ettiği yere baktım bir süre. "Tamam, teşekkürler. Ben duş alıp kızların yanına gidiceğim. Akşam yemeği için bana servis açmayın." dedim benim hakkımda bilgi almak isteyen tek kişiye.

"Tamam, kuzum."

Üst kata çıkan merdivenleri elbisemin eteklerini tutup yürüdüm ve son basamağa geldiğimde çalışma odasının kapısı açıldı. Son basamakta durdu adımım. O da dışarı attığı ilk adımda durdu. Baştan aşağı ıslanmış ve çamura bulanmış halime baktı. Yüzü tepkisizdi.

Ne hissediyor ne düşünüyor acaba? Sanırım gene içinden iğreniyordur artık dışarı yansıtmayacak kadar da nefret ediyordur. Başımı önüme alıp adımlarıma devam ettim. Yan yana geldiğimizde başımı biraz kaldırıp ona baktım ellerimin arasındaki çiçeklere bakıyordu, sevgiyle. Onun için bir demet karanfil kadar değerim yoktu. Yoluma devam ettim.

Tenimi yakacak kadar sıcak su ile aldığım duşun ardından kıyafetlerimi üzerime geçirdim. Krem renginde boğazlı bir kazak giymiştim. Kazağın boyu kısaydı bu da göbeğimin bir kısmını açıkta bırakıyordu. Siyah eteğim ve siyah çizmelerimi de giymiştim. Aynadan kendime baktım eksik bir şeyler vardı. Siyah ceketim. Onu da üzerime geçirdim ardından siyah kabanımı. Dolaba yönelip krem, küçük el çantamı da alıp içine eşyalarımı yerleştirdim.

Son kez aynaya baktığımda ise makyajımın da güzel durduğunu gördüm. Günlük hayatta kullanabileceğim bir göz makyajı, hafif pembeye çalan yanaklarım ve yüzümdeki en vurucu nokta olarak belirlediğim kırmızı dudaklarım.

Makyaj yapmayı seviyorum. Abartılı makyaj yapmayı da seviyorum. Yüzümdeki ölüyü gizliyordu.

Masanın üstünden çantamı ve arabanın anahtarını alıp dışarı çıktım. Duş aldığım müddet boyunca yağmur durmuş, gökkuşağı en güzel şekilde gökyüzündeki yerini almıştı. Bu görüntüyü seviyorum. Olağanüstü. Toprak kokusu hala var ve çok yoğundu. Keşke bu kokuyu saklayabilseydim.

🕸🕸

Kafenin kapısını aralayıp içeri doğru girdim. İçerisi her zamanki gibi öğrenciler ile doluydu. Okul çıkışlarına denk gelmiş olmalıyım ki içerisi baya kalabalıktı. Çisem'i aramak için etrafa göz attığım an onu mutfak kapısından çıkarken gördüm. Elinde üç tepsi vardı. İki tepsiyi birer eli ile tutup üçüncüsünü de üstlerine yerleştirmişti. İçlerinde içecek olmaması bu riski almasının en büyük nedeni olsa gerek. Bir an dengesini kaybedip tepsiler sarsıldığında olduğum yerden hızla hareketlenip ona doğru ilerledim. Tepsileri yere düşürmeden tutmuştum.

Çisem gözlerini tepsiden kaldırıp bana baktı. Beni fark ettiği an küçük bir nida kopardı. "Ay! Benim koruyucu meleğim gelmiş ve tam zamanında yardım etmiş." gözlerinin en derinine dahi inen bir gülümseme ile bakıyordu. Onun bu haline gülümseyip başımı iki yana salladım. "Evet, koruyucu meleğin geldi ama üzerini hala değiştirmedi." elindeki tepsileri sabitleyip konuşmama devam ettim. "Ben mutfağa geçip üzerimi değiştireceğim ama o arada şu üsteki tepsiyi hangi masaya götüreceğimi söyle."

En üstteki tepsiyi alıp onun söylediği masaya götürdüm. Masada üç kız iki erkek öğrenci vardı ve onlara doğru gittikçe kızların benim hakkımda fısıldaştıklarını gördüm. Yanlarına vardığımda tabakları masaya bıraktım. O arada kızlar fısıldaşmayı çoktan bırakmış ve hayran hayran beni izlemeye başlamışlardı. En fazla on üç on dört yaşlarında olmalıydılar. Masadaki işim bittiğinde kızlar da bunu fark etmiş olmalıydılar ki hemen yerlerinden kıpırdandılar ve içlerinden biri "Abla, bir şey sorabilir miyim?"diye hemen atıldı. Bu hallerine içten gülerken onlara belli etmedim. Ve sabit tuttuğum ama sert olmayacak bir ses ile " Elbette, sorabilirsin." yanıtladım.

Söyleyeceklerini unutmuş gibi arkadaşlarına döndü. "Ne soracaktım ben, Buse?" diye solundaki kıvırcık kıza sessiz olduğunu düşündüğü bir ses ile soru sordu. Onun bu haline ben dahil erkek çocukları gülmeye başladık. Çok sevimli ve çekingen biriydi.

Tombul yanaklı erkek çocuğu hemen lafa atladı. "Kızım iki gündür prova yapıyordunuz ya. Nasıl hemen unuttun? Balık hafızalısın, tıpkı Balo gibisin." deyip gülmeye devam etti.

Balo, tam olarak ne? Yani bildiğimiz balodan mı bahsediyordu acaba?

Küçük kız, arkadaşının söylediklerinden de daha fazla utanmışa benziyordu. Başını hemen önüne eğmiş, kızarmış yanaklarını ve gözlerini bizden saklamaya çalışıyordu.

Onun bu halini gören arkadaşları da gülmeyi bırakmış arkadaşlarını utandırdıklarını fark etmişlerdi. Küçük kızın yanına gidip diz çöktüm. Başımı biraz daha eğip gözlerine bakmaya çalıştım. Beni dibinde görünce ıslanan gözlerini hemen silmeye başladı. "Ihh şey! Toz. Toz girdi gözüme de, biraz şey olmuş." derince burnunu çekip gülümsemeye çalıştı. Bu haline tebessüm edip "Sık sık buradaki tozlar benim de gözlerimi yaşartır. Çisem'e burayı daha fazla havalandırması gerektiğini söylemem işe yaramamış gibi. Baksana bu kez de senin gibi tatlı bir kızın gözlerine kıymış." dedim. Söylediklerim onu biraz rahatlatmış olmalı ki gözleri artık yaşarmıyor ten rengi de normal haline dönüyordu. Arkadaşları da sessiz ve meraklı bir şekilde bizi izliyorlardı.

"Beni tatlı mı görüyorsun gerçekten de?" deyip kocaman gözlerle beni izlemeye başladı. Bu sefer onun dediğine şaşırmış gibi yaptım. Dudaklarımdan önce küçük bir şaşkınlık sesi sonra ise "Tabiki de seni tatlı buluyorum. Hatta şu an masadaki arkadaşların da dahil. Ben sizler gibi tatlı çocukları en son ne zaman gördüğümü dahi hatırlamıyorum." deyip onu gülümsetirmeye çalıştım. Sadece o değil masadaki kızlar dahi bu dediğime kısık sesle gülmeye başladılar.

Küçük çocukları mutlu etmek işte bu kadar kolaydı. Onlar bizim gibi değillerdi. Biz mutlu olmak için tüm nedenlerin aynı anda sonuçlanmasını isterdik. Bu arada gerçekleşen tüm fırsatları da kaçırırdık. Sonra da asla mutlu olamadığımız nutuklarını atar her yerde dert yanardık. Oysa çocuklar öyle değildi. Onlar basit düşünürlerdi, kalpleri yumuşacıktı hâlâ. Küçük bir söz, küçük bir hediye, küçük bir tebessüm onlara bir çok mutluluğu aynı anda verirdi.

Biz de küçüktük bir zamanlar, biz de bir zamanlar küçük şeyler ile mutlu oluyorduk. Peki ne değişti bizde de mutlu olmayı unuttuk? Yelkovan ve akrep hantal bir kaplumbağa gibi ilerlerken ruhumuzdan da mı çalıyordu acaba?

Yanlarında beş dakika daha durup Çisem'e yardım etmek için mutfağa gittim. Çisem ile aramızda iki yaş vardı. İkimizin de ailesi uzun yıllar boyunca yakın arkadaş olduğu için birbirimizi ilk doğduğumuz andan itibaren tanıyorduk. O üniversiteyi okumak istememişti hiçbir zaman. Liseden mezun olduğu gibi bu işletmeyi açmış ve öğrencilere uygun bir hale getirmişti. Ailesi başta bunu istememiş ve ona zorluk çıkarmışlardı. Çisem'in dersleri çok iyiydi. Üniversite sınavına girseydi derece yapacağını hepimiz biliyorduk ama o bunu hiç istememişti. O hayallerini yaşamak, hep düşlediği gibi bir yer açmak istemişti. Meslek sahibi olmanın sadece üniversite kapılarından geçmek ile olmadığını ailesine de kanıtlamıştı aslında. Mutlu olmak için savaşmıştı ve kazanmıştı.

Mutfağa gittiğimde küçük çocukların siparişini Hazal'a verdim. Çisem ise bir pastanın süsü ile ilgileniyordu. Çikolatalı pasta. Çisem hala beni fark etmemişti ve sessizce arkasından ona doğru ilerledim. Aramızda tam bir adım kala sol kolumu kaldırıp hafifçe ensesine dokundum. "Çisem!" diye hafifçe kulağına fısıldamam ile daha da korkup çığlık atarak elindeki tabağı kafama fırlattı.

Bu hamlesini beklediğim için hemen bir adım sol tarafa geçtim. Duvara çarpıp parçalara ayrılan tabağa üzüldüm. İçinde çikolata sosu vardı.

Ahhh,ona parmağımı daldırıp yalamak vardı.

Çisem kendine gelmiş olmalı ki bana bakıp "Delirdin mi sen? İş yaparken bunu yapmaman gerektiğini kaç kez söyledim sana!" dedi ve hemen önüne döndü. Önünde yarısı mahvolmuş pastayı görünce gene bana döndü ama bu kez kızgın bir şekilde.

Ellerimi arkamda birleştirip hafifçe yerimde sallandım. Azıcık mahçup olmuş olabilirim. Ama savaşta her şey mübahtır.

"Pastanı bozmak istemediğimi biliyorsun, kurabiyem. Değil mi? Biliyorsun?"

Çikolatalı ellerini beline yerleştirip bana hala o kızgın bakışlarını atmaya devam etti. "Biliyorum ama sence şu an bilmem yetiyor mu?"

"Hadi ama küçük bir pasta için bana gerçekten de kızacak mısın?"

"Evet!"

"Nasıl bir dostsun sen ya? Hani nerde bizim kardeşliğimiz, dostluğum..."

"Bilerek yaptığını ve ne için yaptığını biliyorum, işgüzar!"

Bu kadar çabuk olması hiç iyi olmadı. Offlayıp ona ellerini gösterdim. "Onu bunu boş ver de git ellerini yıka. Ben de siparişleri götüreceğim."

Küçük bir tribi hak ediyor. Madem neden yaptığımı biliyor, neden izin vermiyor?

Ellerini belinden çekip çikolata kaplanmış halini izledi ve birden parmaklarını ağzına soktu. Benim önümde yaptı bunu hem de. Aman Allah'ım. Hain.

Kocaman açtığım gözlerim ile yaptığı şeye odaklandığımı biliyordu. Bunu bildiği için de "Imm! Ellerime sağlık çok leziz. Eh ellerimin tadı da enfesmiş." deyip kahkaha atarak lavaboya doğru ilerledi. Yapabildiğim tek şey arkasından bakmak oldu.

Kendime geldiğim gibi önüme döndüm ve kızgın bir ses ile "Hain!" diye mırıldandım. Ama önümde gördüğüm şey ile tüm keyfim anında yerine gelmişti. Hızla tabağı alıp en köşedeki dolabın önünde oturdum. Ellerimi tabağın içine daldırıp pastadan küçük bir dilim ısırdım.

"Allah'ım çok leziz!"

Uzun zamandır karbonhidrat tüketmiyordum. Şeker hastası olmanın en büyük sorunu bu. Bazen de böyle kendimi tutamayıp çok fazla çikolata aşerebiliyordum. Ayda bir desek daha doğru. Kadın olmak çok zor ya.

Belirli miktarlarda karbonhidrat tüketebiliyordum ama Çisem asla bunu anlamıyor ve her defasında yememem için çabalıyordu. Kendi sağlığımı ben de düşünebiliyordum ve neyin ne kadar gerekli olduğunu doktorlardan öğrenmiştim ama Çisem hanım bunu asla anlamıyordu.

Gelen küçük bir kıkırtı ile başımı sol tarafa, kapının olduğu tarafa çevirdim. Beni izleyip gülümseyen ve arada da kıkırdayan bir adam ile karşılaşmayı beklemiyordum. Hafifçe başımı önümdeki aynaya çevirdim bu sefer. Kahretsin. Alnımda bile çikolata vardı. Sağ elimde tabak sol elimde ise küçük bir dilim pasta vardı. Pastanın üzerindeki çikolata sosları belirli aralıklarla yere damlıyordu.

Alnıma ve yüzüme sıçrayan çikolata sosu Çisem'in marifeti olsa gerek. Bir tabağı da düzgün fırlatamıyorsa ne diyebilirim ki!

Daha fazla kendime bakmaya dayanamadığım için tekrar o adama döndüm. Verdiğim tepkileri izliyordu. Çok da eğlendiği kısılan gözlerinden ve dudaklarındaki tebessümden belli oluyordu.

Tam o sırada biri resmen ismimi haykırdı. "Nisaa!" bir sen eksiktin Çisemcim.

(Çizimler kitaba özel yapıldı. Halel kitabım dışında başka bir yerde kullanmayın,lütfen.)

Veee veee bölümmm sonuuu...

İlk bölümümüzü nasıl buldunuz?

Şu an pek olay yok, daha çok karakterleri tanıyacağız ve ilerideki bölümlerde ilk bölümlerdeki küçük detayları göreceğiz.

Nisa ve Çisem nasıl sizce?

Yabancı, hakkında bir fikriniz var mı?

14.10.2023

Continue Reading

You'll Also Like

685K 30.7K 18
Son yirmi yedi saniye. Zaman gelmişti, kulaklıktaki ses son kez konuşacaktı. "Sonuna geldik, küçük hanım," Alacağı canları düşündükce duyduğu memnuni...
6M 196K 99
Karan Haznedaroğlu. 27 yıldır her istediğini elde eden, sadece adıyla bile bütün kapıları açabilecek bir adam. Şimdi her şeyden çok istediği bir şey...
1.1M 77.2K 57
Çilek Alança Yıldırım mı demeliyim yoksa sen mi gerçek ismini açıklamak istersin Çilek Alança Saruhan? 17 yaşında tam bir neşe patlaması olan Çilek...
110K 3.4K 15
Sırf kuzeni için 18 yaşında Mardin'in acımasız ağasına gelin giden Larin... Annesi için berdeli kabul eden Baran ağa...