PAYİDARI ARAMAK

Da ikranurty

967 582 197

"Peki ya, senin evin nerede?" Kendisi hakkında bir şeyler öğrenmek istiyordum. Yine yanıtsız kalacağımı bilme... Altro

MAZİNİN BAŞLANGICI
Bölüm Bir: Alaca ve Karanlık
Bölüm İki: Meltem Rüzgarları
Bölüm Üç: Uçmadan Uçuyor
Bölüm Dört: Mutluluğa Kaçırmak
Bölüm Beş: Yuvamız
Bölüm Altı: En sağlam yıkılış
Bölüm Yedi: Davetsiz Yaşamak
Bölüm Sekiz: Tanışma
Bölüm On: Kelebek Yanıyor
Bölüm On bir: Neden Alaca?

Bölüm Dokuz: Ölmek ve Öldürmek

31 19 2
Da ikranurty

Berçem ölüyordu. Biz koşabildiğimiz kadar hızlı koşmaya çalışıyorduk. Meltem ne olduğunu anlatmamıştı çünkü vakit yoktu. Hemen eve varmalıydık.

Koşmak.
Daha önce eve hızlı varmak için koşmuştum. Eğlenmek için koşmuştum. Hatta bazenleri sadece koşmak için koşmuştum. Ama daha önce kimsenin ölümü için koşmamıştım. Şimdiyse, Berçem için koşuyordum.
Ölümüne, bir ölüme koşuyordum.

Alacayla ormana giderken bu kadar fazla yürüdüğümüzü fark etmemiştim. O kadar çok yürümüşüz ki, yol bitmiyordu. Ağaç ev uzaktan dahi görünmüyordu.
Yorulmuştuk, nefes nefese kalmış bir şekilde gidiyorduk. Sonunda dayanamadım ve durdum. "Sanırım bayılacağım, lütfen biraz duralım."

Beni dinleyip durduklarında, Alaca'nın kızarmış yüzüne baktım. Kızarmış yüzüyle bile çok tatlıydı. Eşsiz bir yüze sahipti.

Sadece biraz dinlenmek istemiştik ve Meltem durumu tamamen bozmaya kararlı gibi konuşmaya başlamıştı,"Berçem'e bir şey olursa Doruk beni affetmez. Sırf gitmesini istedim diye oldu bütün bunlar. Kalkın gidelim."

Tek derdi, Doruk'un onu affedip affetmeyeceğiydi. Berçem'e bir şey olmamasını, sadece Doruk onu affetsin diye istiyordu.
Bencildi ama bunu dile getirmek istemedim.

"Tamam, hadi gidelim." Dedim ve cebimden çıkardığım bir peçete parçasını, ter içinde kalmış Alaca'ya uzattım. O narince yüzünü sildi ve yola devam ettik.
İşte simdi ev görünüyordu. Ormanın derinliklerindeki, güzel ağaç evimiz orada tüm ihtişamıyla duruyordu.
Fazla güzel ve özenli yapılmış gibiydi. Dedesi, babası ve Doruk kim bilir bu ev için kaç yıl uğraşmıştı...

Alaca'nın anlattığı, yani Doruk'un yaşadıkları aklıma gelince zihnim derinlere doğru gitti. Yaşadığım eski kötü anılar canlandı ve dengemi kaybedip yere doğru düştüm.

Yere düştüğüm anda gözlerim simsiyah bir karanlığa doğru gömüldü. Gözlerim uzun bir süre kararınca, göz pınarlarımdan serin damlaların düştüğünü fark etmiştim. İstemsizce oluyordu ve buna neyin sebep olduğunu anlayamıyordum.

Gözlerim açtım ve ormanda değil, kapkaranlık bir alanda uyandım.
Bu sefer uyanık yaşıyordum tüm bunları. İlk önce etrafa, simsiyah olan bir hiçliğe doğru baktım. Sonra üstüme ağır bir yük bindi ve sanki beynimi delecek gibi bir iz biraktı içimde.

Ardından en kötüsü oldu.
Karanlık daraldı ve beni kapana kıstırdı. Hareket dahi edemeden öylece durdum. Ağladım, bağırdım. Tüm gücümü kullanmaya çalıştım ama olmadı.

Bir süre sonra bazı şeyler belirdi etrafımda. İlk bakışta bunların ne olduğunu anlayamadım.
İkinci kere baktığımdaysa çok net bir şekilde görebiliyordum. Bu şeylerin hepsi bendim. Benden onlarca belki de yüzlerce vardı. Hepsi bendim ama aynı zamanda değildim de. Ağladım, bağırdım, çağırdım. Ne bir duyan oldu, ne de bir gören...

Gözlerimi sımsıkı kapattım. Kendime bütün bunların geçeceğini söyledim. Ve bir ses duydum. Biraz kesikti ama anlayabiliyordum.

"Ne oldu, iyi misin?"
"Lütfen aç gözlerini ve sakinleş."

Alaca ve Meltem konuşuyordu. Yanı başımda, gözlerimi açmamı ve uyanmamı bekliyorlardı. Ne kadar istesemde açamıyordum gözlerimi, bakamıyordum yüzlerine. Oysaki açık sandığım gözlerim kapalı, kapalı sandığım zihnim açıktı. Ağrımaya başlayan başım canımı yakarken, buna daha fazla dayanamadım.

Drin bir nefes aldım ve tüm gücümü kullanıp gözlerimi açtım. Gözlerimden ne bir yaş akmıştı, ne de boğazım bağırmışım gibi yanmıştı. Bu yaşadığım gerçek dışı olay olmadan önceki gibiydim.

Evet, ben kesinlikle ağlamamıştım ama o ağlamıştı.
Alaca tam karşımda benim yapamadığım şekilde, korkuyla ve hüzünle ağlıyordu. Meltemse sadece bize bakmakla yetiniyor, olayı anlamaya çalışıyordu.

"Alaca ağlama. Neden ağlıyorsun?" Bu turuncu saçlı çocuğun, yeşil gözlerinden akan yaşları görünce sadece başım değil, kalbim de ağrıyordu. Neden böyle hissediyordum?

"Evet Alaca neden ağlıyorsun? Heval sadece birkaç dakika gözlerini kapadı ve dinlendi."

Yaşadıklarım sadece birkaç dakikadan mı ibaretti? Önceden rüyalarımda da mı böyleydi, sadece birkaç dakikadan ibaret. Hayır, olamazdı. Korkularım ve gördüklerim daha doğrusu göremediklerim, karanlığın tetiklediği duygular bunu kabul etmezdi. Her şey birkaç dakikadan ibaret olamazdı.

"Onun hissetiklerini hissedebiliyorum Meltem. O çok korkuyor ve yüzü bembeyaz oldu baksana!"

Alaca'nın söylediklerini anlaşılmazdı. Ne hissettiğimi ya da korkularımı nereden bilebilirdi ki? Sadece birkaç dakikaymış zaten...

"Ben iyiyim, gidelim."

Alaca burada kalıp dinlememde ısrarcı olacaktı. Yüz ifadesinden belliydi. Bu yüzden ona iyi olduğumu düşünmesi için samimi ve içten bir gülümseme gönderdim. Sonra kararından vazgeçti ve bizimle yürümeye başladı. Berçem iyi değildi ve o bu haldeyken, benim kâbuslarımı düşünecek durumda değildik.
Gerçi kâbuslarım bu sefer gerçekle karışmış durumda olsa bile...

Eve vardığımızda, merdivenden çıkarken az kalsın düşüyordum ve düşseydim, en önde olduğumdan, Meltem ve Alaca'yı da düşünecektim. Neyseki son anda kurtulmuştum düşmekten.
O kadar hızlı ve dikkatsiz çıkıyorduk ki merdivenleri, her an birimiz uçabilirdi. Nihayet yukarı çıktığımızda, Meltem âdeta kapıyı yumruklamaya başladı. Hepimiz endişeliydik ama Meltem delirmiş durumdaydı.

Kapıyı çalan ellerinden, esmer yüzüne bakınca küçük bir gülüş gördüm. Bu gülümseme beni oldukça ürküttü. Berçem'e bir şeyler olurken, o burada nasıl gülebilirdi?Bir iki adım geriye gideceğim sırada Alaca'nın bedenine çarpmamla kapının açılması bir oldu.

Berçem kapıyı açtığında üçümüzde donakalmıştık. Kız gayet iyi gözüküyordu. Bir sorunu yok gibiydi.

"Meltem hani Berçem ölüyordu?"
"İyi rol yaptım değil mi?" Dedikten sonra gülümsedi. Alaca ve ben ise buna hiçbir anlam veremedik.

O anda arkadan, elinde doğum günü pastası ile gelen Doruk'u fark ettim. Bugün Alaca'nın doğum günü olmalıydı. Çünkü benim değildi. Hadi ama! Yinede bir doğum günü sürprizi için bizi bu kadar korkutmaları doğru değildi.

"Aa Heval, doğum günün mü?" Turuncu çocuğun bu sorusuna karşılık sorgular bir şekilde yüzüne baktım. Nasıl yani onun doğum günü değil miydi?
"Hayır, senin doğum günün değil mi?"
Meltem'in aramıza girip 32 dış sırıtması ikimizi de korkunç hissettirmişti.
"Kimsenin değil! Bugün özel bir kutlama yapmak için kendi ellerimizle pasta yaptık. Daha doğrusu Berçem yaptı." Bu söyledikleri beni sinirlendirdi.

Özel bir kutlama için mi buraya koşarak gelmiştik?
Berçem'e bir şey oldu diye ödümüz kopmuştu, korkudan koşa koşa, nefes nefese gelmiştik. Ama Meltem bize yalan söylemişti. Ne kadar saçma bir yalandı bu böyle! İnsan böyle korkutulur mu?

"Meltem buraya gelmemiz için neden bu kadar korkunç bir şey söyledin?"
"Berçem öyle istedi."

Berçem neden böyle istemişti ki? Bu berbat bir şeydi.

"Böyle olursa daha hızlı gelirsiniz diye düşünmüştüm. Sizi korkuttuysam özür dilerim."

Evet, bizi çok korkutmuştu. Yaptığı saçmalıktı, tamamen saçmalık. Neredeyse yüreğimize inecekti.

"Peki, buraya neyi kutlamaya geldik?" Diye sordu Alaca ve bunun cevabını ben de merak ediyordum.

Doruk arkasından çıkardığı büyük bir hediye kutusunu tam önümüze bıraktı. Kutu pembe yıldızlarla süslenmişti. Onun dışında kalan kısımlarıysa kırmızıydı. İçinde ne olduğunu meraklandıran bir görünüşü vardı.

"Siz gelmeden açmak istemedik."

Kutunun içinde olanı merak ediyordum ama sinirim hala geçmemişti. Bizi bu şekilde buraya getirmemeliydiler.

"Ne var kutuda?" Alaca'nın siniri geçmiş olmalı ki, kutudaki şeyi öğrenmek için hevesli davranıyordu.

"Doruk sen ve ben, ne için para biriktiriyorduk Alaca?" Meltem'in bu sorusunu duyunca benimde öfkem bir nebze olsun geçmişti. Yerini merak aldı.

Hepsinden adeta bir sevinç nidası kopunca, benim de yüzüm gülmeye başladı. Alaca, Meltem'in dediğinden sonra resmen mutluluktan havalara uçtu. Ellerini havaya kaldırıp daha önce görmediğim bir dans yapmaya başlayınca onun bu çocuksu tatlı hareketleri yüzümde geniş bir tebessüm oluşturdu. Yinede hala kutuda ne olduğu hakkında bir bilgiye sahip değildim.

Geriye doğru yaslandım ve sevinç çığlıklarının dinmesini bekledim.

"Neyi kutluyoruz?"

Beni takmamışlar, soruma cevap bile vermemişlerdi. Kutuyu bir masayı koyup, masanın etrafında bir çember oluşturduklarında ben de onlara katıldım.

Kutuyu yavaş yavaş 3 el birlikte açıyorlardı. Onlar gibi heyecanlanmıştım. Bu kutunun içinde ne olabilirdi ki bu kadar heyecanlanıyorlardı?
Kutunun kapağı açıldığında merak içerisinde ne olduğuna baktım. Son model, siyah bir telefon bana doğru bakıyordu. Bu telefonu alacak parayı nasıl bulmuşlardı? Yeni model olduğu gibi pahalı olduğu da belli oluyordu.

"Bu telefonu nasıl aldınız, çok pahalı görünüyor."
"Aylardır bunun için para biriktiriyoruz. Geçen hafta paramızın telefona yettiğini fark edince çok sevindim ama çocuklara haber vermedim. Lakin telefoncuya gittiğimde, kimlik vesaire olmadığı için almama izin vermediler."

Sonrasında ise Doruk sustu ve Meltem devam etti, "Telefonu alamadığın da Doruk büyük bir hayal kırıklığına uğradı. Bize sürpriz yapacaktı ama olmadı. Ve bana gelip anlattı. Ben de mantıklı bir çözüm yolu buldum. Sen tanımazsın ama bizim bir abimiz var, bize her konuda yardım eder, biz de ona her konuda yardım ederiz. Ona gittik, telefonu sipariş etti ve bize kendi üzerine hat aldı. Sonrası malum, Alaca'ya sürpriz yapmak için söylemedik."

Saçlarımı hafifçe geriye çekip tebessüm ettim. Demek ki bu telefonu almak için çok uğraşmışlardı.

"Harika, sizin adınıza çok mutlu oldum."

Onları böylesine mutlu görmek beni gerçekten çok sevindirmişti. Sonrasında geçen saatlerde ise, hepsi telefondan onlarca fotoğraf çekmişlerdi. Berçem ve ben fotoğraflara dahil olmayı pek istemesek bile, gizli saklı bizi de çekmişlerdi.

Hala Doruk'un, Berçem'i buraya gelmeye nasıl ikna ettiğini düşünüyordum ama konunun üzerine gitmek istemediğimden Berçem'e bunu sormadım. Belki bir gün Doruk bize söylerdi.

Alaca ve Doruk fotoğraf çekindikleri sırada Meltem ve ben mutfakta bir şeyler hazırlıyorduk. Berçem ise yorgun düşmüş bir vaziyette uyuyakalmıştı. Neden yorgun olduğu hakkında ise bir fikrim yoktu.

Alaca'nın koşarak yanıma yaklaştığını fark ettiğimde tebessüm etmeden duramadım. Elindeki telefonun ekranını gösterdi ve,"nasıl çıkmışım?" Diyerek, telefonu gözüme sokmaya başladı. Bir cevap vermezsem bu telefonu gözümün önünden almayacağını bildiğim için fotoğrafa baktım.

Çok tatlı çıkmıştı. Onu ilk gördüğümde kıvırcık olan saçları, gün geçtikçe uzamış ve dalgalı-düz arası bir kıvama gelmişti. Saçları, gözleri, kişiliği her şeyiyle mükemmeldi.

"Güzel çıkmışsın." Dedim ve işime döndüm ama o hala telefonu gözüme sokmaya çalışıyordu.
"Sadece güzel mi? Of ya biraz daha abartılı bir yorum beklerdim. Dur diğerlerini de göstereyim."

Çektiği fotoğrafları ardı ardına göstermeye başlamıştı. Çoğu fotoğrafta değişik yüz ifadeleriyle, komik suratlar yapmış, bazılarındaysa ya sadece gülümsemişti. Alaca'nın fotoğrafları bitince sıra Doruk'a gelmişti. O daha çok ciddi bir ifade takınmış ya da hafif gülümsemişti.

Bunları çekerken çok eğlendikleri belliydi.

Fotoğrafların hepsine baktıktan sonra nihayet Alaca gidince işime dönmüştüm. Meltemse yandan yandan bakışlar atıp saçma bir şeyler geveliyip duruyordu.

"Alaca da sana fotoğraflarını göstermeye çalışıp duruyor."

'Hı hı' diyip geçmiştim ama ettiği imayı çok net bir şekilde anlayabiliyordum.

Yemeği hazırlamamız sona erince çocukları çağırdık ve sofraya tek tek yerleştik. Berçem hala uyuduğundan yanına gidip uyandırmam gerektiğini fark etmiştim.

Yavaş adımlarla salona doğru ilerlerken, saçımı kaşıdım ve sağ doğru ilerledim.

Odaya girmem ve Berçem'in sayıklamaya başlaması bir olmuştu. Ardı ardına bir cümleyi tekrar edip duruyordu. Uykusunda söylediği için, anlamadığımdan da olmalıydı ki çok umursamamıştım. Fakat cümleyi tekrar ettikçe anlaşılır bir duruma gelmişti.

"Ben öldürmedim." Diyordu. Onlarca belki de yüzlerce kez bunu tekrar etti ve ben ise sadece dinledim. Korkmuştum. Bu kız hakkında hiçbir şey bilmiyordum ve rahatsız edici şeyler söylüyordu. Söylediği cümleyi acı içinde birçok kez tekrar ettikten sonra sustu.

Yüzünden terler akıyor, yanakları kızardıkça kızarıyordu. Çok huzursuz ve mutsuz duruyordu. Biraz olsun rahatlasın istediğimden saçlarını okşamaya başladım. Ben saçlarını okşarken, huzursuzca kıpırdanmaları son bulmuştu.

Kapının hafif gıcırdama sesini fark ettiğimde arkama doğru döndüm. Kapıdaki silüet Meltem'e aitti. Yanıma doğru yaklaşacağı sırada durdu. Dizine doğru eğildi ve hafifçe sıvazladı. Sanırım dizi ağrıyordu.

"Onu uyandırmayacak mısın?" Diye sordu ve merakında haklıydı. Onu uyandıracak mıydım? İyi olmadığı apaçık belliydi. Ne yaşadığını bilmiyordum ama nedense mutsuz olduğunu hissediyordum.
Belki hastaydı, belki de sadece yorgundu.
Onu uyandırmamın daha iyi olacağını, en azından yemek yerse kendine daha rahat gelebileceğini fark ettim ve "Evet" dedim. "Onu uyandıracağım."

Yorgandan gelen hafif hışırtı sesleriyle Berçem'e döndüğümde, gözlerini açmış uykulu bir şekilde bizi izlediğini fark ettim.

"Yemek yiyeceğiz." Nazikçe elimi saçlarından çektim. "Hadi elini yüzünü yıka gel." Dememden sonra Meltemle beraber odadan çıkmıştık.

Buradaki 1.günüm bitmek üzereydi. Kurt gibi acıkmıştık. Alaca ile ormanda yürümemiz, Doruk'un sandığım üzere Berçem'i bulmaya gitmesi ve buraya gelmemiz için teşvik ettikleri korkunç şeyden sonra baya yorulmuştuk. Saat gece 23:00 civarıydı ve biz yeni yemek yiyorduk. Sabah sadece kahvaltı yapmış ve bu saate kadar-abur cubur hariç- hiçbir şey yememiştik.

Meltemle yaptığımız yemeğin makarna ve salatadan ibaret olmasına rağmen herkes bayılmıştı.
Yemeğimiz bittiğinde bir sürü iltifat aldık.

Kalan yoğurdu yedikten sonra kıkırdadım, "yemeği biz hazırladık. Bulaşıkları yıkamak sizde."

Alaca ve Doruk buna ne kadar huysuzlansa da en sonunda onlara bulaşıkları yıkamaya göndermeyi başarmıştık. Berçem de onlara yardım etmek istemişti ama konuşmamız gerektiğini düşünerek karşı çıkmıştım.

Salona geçtiğimizde, Berçem yorgun bir şekilde -yorgun olduğunu baya belli ediyordu.- koltuğa oturmuştu.
Uyumasına rağmen böylesine yorgun olması beni tedirgin etse bile bunun hakkında onu sorgulamamıştım.

Konuşmaya nereden başlayacağım hakkında bir fikrim yoktu. Ona, yaşadıklarını ya da rüyasında söylediklerini sormak istesem bile buna cesaret göstermiyordum. Özeline girmek beni kötü hissettirirdi. Daha kötüsü, üzülebileceği şeyleri sormak berbat olurdu. Sonuçta geçmişini bilmiyordum.

Konuşmadan birbirimizle bakılarak anlaşamazdık. Fakat bundan başka yaptığımız bir şey yoktu. Sessizlik ortamı germişti. Sessizlikten zaten her zaman nefret etmişimdir.

Konuşmaya başlamanın zamanı geldiğini anlayan Meltem, hafifçe dudaklarını kıpırdatıp "ee" dedi. Keşke daha mantıklı bir kelime söyleseydi, diye düşündüm. Madem öyle düşünüyordum o zaman bunu neden ben yapmıyordum ki?

Konuşmalı, bazı şeyleri öğrenmeliydim, öğrenmeliydik.

"Berçem sen kimsin?"
Soruyu çok ani sormuştum.
Bir yerden başlamak gerekiyordu.

"Ben Berçem, 13 yaşındayım."
"Bu biraz resmiydi ama sorun yok. Ailen nerede? Neden büyük amcayla çalışıyordun ve burayı nasıl buldun?"

Meltem ardı ardına bitmeyen bir sürü soru sıralıyor, Berçem her soruda daha çok geriliyordu. Üstünü fazla gittiğimizi düşünüyordum ama Meltem'i susturmam imkansız gibi bir şeydi.

"Ailem nerede ya da onlar kim, hiçbir fikrim yok. Abim ve ben yetimhanede büyüdük. Gerçekten berbat bir yerdi ve kaçmak zorunda kaldık. Oraya bir daha asla dönmedik, dönmeyiz de." Nefesi tükendiğinde derin bir nefes alıp devam etti. "Kaçtığımızda 10 yaşındaydım ve Büyük amcayla, Tuna adında bir çocuk sayesinde tanıştık." Çocuğun ismini söylerken gözlerinden geçen acı dolu ifade, bazı şeyleri merak etmeme sebep olmuştu. Ama şuan bunu sormak doğru gelmiyordu.

Açıkladığı hayatında dedemle alakalı bir şey duyunca kötü hisler tekrardan peşime takılmıştı. Bana ve tüm bu çocuklara yaptığı şey affedilemezdi. Bizi aç, susuz ve beşparasız bırakmaya çalışmıştı. Herife bak ya!
Birde çocuklara sığınacak yer veriyorum diye kandırıyormuş.

"Siz önceden neden Büyük amca ile çalışıyordunuz?"

Meltem anlatıp anlatmamak arasında kalmış gibi görünüyordu. Berçem'in sorduğu sorunun cevabını ben de çok merak ediyordum.

"Beni Büyük amcayla tanıştıran kişi Alacaydı."
"Nasıl yani, sen Alacayla nasıl tanıştın?" Bu soruyu duyunca, Meltem'in gözlerinde oluşan öfke beni bazı şeyler sormaya itti. Yinede bir şey söylememeye karar verdim.
"Sanane Berçem. Sana hala güvenmiyorum, anlatmak zorunda değilim."

İkisinin konuşmasına kayıtsız kalmış, sadece dinliyordum.

"Büyük amcanın aslında nasıl biri olduğunu öğrendik ve onunla çalışmaktan vazgeçtik. Ama onun yüzünden ölen çocuklardan biri olmak istemedik. Çocuklara ne yaptığını biliyorduk..."

Sanki duymamı istemezmiş gibi konuşmayı kesmişti. Dedemin, çocuklara ne yaptığını öğrenmek tabii ki istiyordum ama kaldıramayacağımdan korkuyordum ki, Meltem de bunu anlamış ve susmuştu.

"Başımıza bir şey gelmemesi için nadiren oraya gidiyoruz, bir para veriyoruz ve çok sık olmasa bile orada kalıyoruz. Bir şey farketmemeleri için yapıyorduk. Ama belli ki fark etmişler. Neyse ki yerimizi bilmiyorlar."

Dedem, Alaca ve Meltem'i tanıyor olabilirdi ama Doruk'u nereden tanıyordu? Doruk duyduğum kadarıyla geldiğinden beri hep burada kalıyordu.

"Peki ya Doruk, Büyük amca onu nereden tanıyor? Sonuçta onun da ölmesini istedi."

Berçem benden önce davranıp merak ettiğimiz soruyu sormuştu. Meltem ise ona sinirli bakışlar atmakla yetiniyordu. Bunu ben sorsaydım düzgünce cevaplayacağına emindim. Berçem'in, Doruk'u merak etmesi onu sinirlendirmişti ve sinirli bakışların ardından sertçe saçlarıyla oynamaya başlamıştı.

Ortamı yumuşatmak adına, "Ben de merak ediyorum." Dedim ve Meltem derin bir nefes aldı.

"Doruk'u nereden tanıyor bilmiyorum ama bildiğim bir şey var ki, burada yaşadığımızı öğrense kesinlikle kellesini uçurmuş olurdu."

Bu kadar kötü bir adam mıydı...
Gerçekten inanılmazdı.

"Heval, dedenin böyle biri olduğunu hiç anlamadın mı?"

Ailemi hiç tanımamıştım ve çocukluğumun neredeyse tamamı yoktu. 10 yaşında geçirdiğim bir kaza yüzünden kalıcı hafıza kaybına uğramıştım. Ailem ve kendim hakkında bildiklerim, dedemin anlattıklarından ibaretti. Dedem, bana hiçbir zaman zarar vermemişti. Böyle biri olacağını tahmin bile edemezdim bu yüzden kendime yüklenmiyordum.

"10 yaşım ve gerisini pek fazla hatırlamıyorum. Bir hafıza kaybına uğradım ve dedemin anlattığı kadarını biliyorum. Böyle biri olduğu aklımın ucundan geçmezdi."

Anlattıklarım çok büyük bir olaymış gibi şaşırmışlardı. Birbirlerine bakıp, korku ve şaşkınlık dolu bakışlar atıyorlardı. Ben ise kafamdaki tokayla oynayıp, bir şeyler söylemelerini bekliyordum. Sonunda konuşmaya başlayacak bir şekilde bana dönmeleri sevindiriciydi. Meltem hafifçe yutkundu ve tüm oksijeni içine çekebilecek derin bir nefes aldı.

"Heval, ya ailen ölmediyse, ya deden sana yalan söylediyse? Hatırlamaya çalış."

Hatırlasam da hatırlamasam da ailem ölmüştü.
Her sene onlarca kez mezarlarına giderdim.

Ben bebekken bir trafik kazasında vefat etmişlerdi. Dedemin bunun hakkında yalan söylemediğine emindim.

Bunları anlattığımda Meltem pek ikna olmuş görünmüyordu lakin uzatmaya da pek niyeti yok gibiydi.
Olay birden bire, Berçem'in abisine gelmişti. Berçem, daha fazla Büyük amca ile çalışmak istemediğinden dolayı, yaptığı korkunç şeylerden dolayı Doruk ve diğerlerini birkaç gün buraya kadar takip ettiğini anlatmıştı. Abisini buraya gelmeye ikna edememişti ama kendisi gelmişti.

Dediğine göre, abisi de Büyük amcayla yani dedemle çalışmak istemiyormuş ama korktuğu için buraya gelememiş.
Abisini buraya gelmeye ikna edecektik. Berçem den sadece bir yaş büyük olan Kayra, buraya gelecekti.

Doruk ve Alaca'yı da ikna ettiğimizde bu iş tam olacaktı.

"Ev çok büyük değil ama sığarız." Dedi Alaca.

Hepimiz onayladık ve sabah Kayra'yı bulmak adına, Alaca ve Berçem koltuğu, ben ve diğerleri ise yatağa, derin bir uykuya dalmak üzere uzandık.

Uyumadan önce son duyduğum Meltem'in bir cümlesiydi, "Buraya birkaç yatak daha almak şart oldu."

1 Ocak 2024

Rüzgarın dinmesi beni bir nebze rahatlatırken, havanın daha da soğuması üşütüyordu. Karşımdaki iki insanla öylece oturuyorduk.
Onları tanımıyor gibi hissediyordum. 10 yılın ardından birbirimizi görmek, yabancılaşmamızı bitirmeye yetmemişti. Koskoca 10 yıldan bahsediyorduk, kimsenin kimseyi görmediği, acılarımızın dinmeye yüz tuttuğu koskoca 10 yıl...
Derin ama bir o kadar da yorucuydu.

Karşımda iki sarışın görmek, bir dejavu yaşamama sebep olmuştu.
Güneş'i ilk defa bu kadar kıvırcık saçlı görüyordum. Eskiden saçlarını sevmez, bize yakarır dururdu. Ama bu kıvırcık sarı saçlar ona delicesine yakışıyordu.

Hayata tutunabileceği bir dal kalmayınca, polise gitmiş ve yetimhaneye yerleştirilmişti. Söylediğine göre memurdu. Bir maaşı olması beni çok mutlu etmişti çünkü kendisine bakabiliyordu.

Güneş, eskiden yaşadıkları ve şimdi verdiği mücadeleye de bakılırsa olağanüstü derecede güçlü bir kadındı.

Onunla tanıştığımız ilk günü hatırlıyordum da, üstünde garip uzun bir elbise vardı. Tuluma benziyordu ama tulum değildi. Bugün de ona benzer bir şey giymişti.
Bize o günü hatırlatmak ister gibiydi.

"Ama" sözcüğünden hep nefret etmişti. Bu nefretindeki haklılığı şimdi daha iyi anlıyordum.

O günler güzeldi ama sonrası...

İşte "ama" dan sonra her şey mahvoluyordu bunun gibi.

"Sizce unuttular mı dersiniz?"

Güneş gibi, ben ve Doruk da bunu merak ediyorduk ama verebileceğimiz bir cevap yoktu. Çünkü bilmiyorduk ve işte bir tane "ama" daha.

"Bilmiyoruz Güneş, umarım unutmamışlardır."

Umarım Doruk, umarım unutmamışlardır.

Selamm! Yine bir bölüm sonunda beraberiz. Umarım bölümü beğenmişsinizdir. Bu bölümde Berçem'in geçmişi ile alakalı bazı şeyler az çok öğrendiniz. Ama asıl olayı onun geçmişini anlatacağım bölümde öğreneceksiniz. Şimdilik Tuna isimli çocuk bir merak konusu olarak kalsın.

Sıradaki bölümde Alaca ve Meltem'in hayatından bir kısmı okuyacaksınız. Bu bölümü çok beğeneceğinizi düşünüyorum.

Bölümü yıldızlarsanız çok sevinirim.
Sevgilerr♡

Continua a leggere

Ti piacerà anche

322K 13.4K 36
Kocam, bin adamın bir kurşunuyla öldürüldü. Ben ise, bin kurşunla tek bir kişiyi öldüreceğim. "AKSİYONUN EN ÇARPICI SERİSİ" Kocası, bir suikastte öl...
45.5M 2.1M 85
Korkmuyordum, ne karanlıktan, ne gürleyen gök gürültüsünden, ne de bana zarar verebilecek bir insandan. Çünkü ben karanlıktım, ben gürleyen göktüm...
1.2M 74.3K 66
İlk yalancının ilk yalanı, toprağa düştüğü andan itibaren, yatsıdan sonra yanan mum ona bebek gibi bakacaktı. Yalanın tohumu büyüyecek ve çiçek açaca...