YÜZSÜZLER DİYARI (SN 314)

By Bir_Oblomov

9.1K 2.5K 3.4K

Birinci bölümün adı '3' ve farklı bir bölüm isimlendirme sistemi var. Yayımlanma sırasına göre okuyunuz. -Se... More

3
,
1
4
1
9

5

607 193 121
By Bir_Oblomov

Mor ve Ötesi - UYAN

0:46 ●━━────── 5:17

⇆ㅤ◁ㅤ❚❚ㅤ▷ㅤㅤㅤ↻

Birinin bizi bu derin, anlamsız ve karanlık uykumuzdan uyandırması gerekiyordu, Mor ve Ötesi olaya el attı..


"Hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak / Kabahat senin, demeğe de dilim varmıyor ama, / Kabahatin çoğu senin canım kardeşim."

| Nazım HİKMET



Merhabalar! Yeni bölümü severek okursunuz umarım. Okumaya başlamadan önce o küçük yıldızcığın ⭐ içini doldurmayı, hikayemin daha fazla kişiye ulaşması için arkadaşlarınıza önermeyi ve bazen gelmeyen bölüm bildirimlerini kaçırmamak için beni takip etmeyi unutmayın <3 (Youtuber konuşması gibi oldu birazcık ama idare edin işte^^)

İYİ OKUMALAR CANLAR❤️


***


At arabası yavaş yavaş ilerliyordu. Uzaktan hep birbirine benzeyen şehirler ve yerleşim alanları gözüküyordu, sanki hep aynı yerde dolanıyorduk. Herkes çok sessizdi, SY159 elindeki kuş tüyü kalemi mürekkebe batırıp dizinin üstüne koyduğu parşömene bir şeyler yazıyordu. Sadece can sıkıntısından;

"Ne yazıyorsun?" diye sordum.

"Yazmaya değer ne varsa..." diyerek cevap verdi, ilgisiz bir sesle. SY159 Asya'ya göre daha sakin bir karakterdi, Asya daha hayat dolu bir kızdı. Ama ona direk Asya diyemezdim zaten, Asya gibi olmasını da bekleyemezdim. O beynimin Asya'yı evirdiği kişiydi. Asya değildi.

"Bir şey sorabilir miyim?"

"Sor." dedi ilgisiz bir sesle. Dünkü siniri geçmiş gibi duruyordu.

"İsimlerin sonundaki o sayılar nedir?" diye sordum. Kafasını kaldırdı bana doğru. İfadesini göremediğim için 'acaba yanlış bir şey mi sordum?' diye şüpheye düştüm. Yavaş bir hareketle kafasını parşömenine geri eğip, "Kimliğimizi belirtmek için, insanı insandan ayırmak için kullanılıyor."

"Anlamadım." dedim. Anlamak istiyordum, aptala anlatır gibi anlatıncaya kadar ona sormaya devam edecektim galiba. Bu çok ucu açık bir cevaptı, 'kimliklerini onlara 314 gibi varlıklar mı kazandırıyordu?' diye sormamak elde değildi.

"Senin adın neden SN314?" diye sordu. Bu daha çok hesap sorar gibi bir söyleyişti. "Bunu bile bilmeden nasıl yolculuk yapıyorsun?" diye sordu kafasını yine bana doğru kaldırarak. Ne demek istediğini anlamamıştım.

Ben cevap vermediğim için kafasını tekrar işine çevirdi. Bir süre sonra; "Dünyada yüzlerce SY var ama SY159 olan bir tek benim, bu sayılar bizi bir karakter yapıyor." dedi. Sustuk.

Sanırım anlıyordum. Bu bir tür soy isim gibi bir şeydi. Ya da isimlendirme sistemi diyebilirdik. Yabancılar nasıl; Jim, Jeremy, George gibi isimleri, biz nasıl; Ali, Veli, Selami gibi isimleri kullanıyorsak onlar da böyle isimler kullanıyorlardı. Bir tür kültürel farklılık gibi bir şeydi. Beynimin bu kadar yaratıcı bir şey oluşturması beni nedensizce mutlu etmişti. Beynimin farklı olduğu düşüncesi içten içe beni mutlu ediyordu, narsistçe bir üstünlük düşüncesi uyandırıyordu içimde.

Bir süre daha ilerledikten sonra tüm konvoy bir anda durdu. Bir tür arama yapılacaktı sanırım. SY159 takmam için bir maske uzattı, taktım. Maskeli -maskeleri diğerlerinkinden farklıydı, bir rütbe belirtiyormuş gibi duruyordu- adamlar atları, arabaların içlerini ve yükleri yokluyorlardı. Bizim bulunduğumuz arabaya geldiklerinde önce SY159'dan tarafa bakmış sonra bana döndüklerinde birkaç saniye öylece durduktan sonra çıkıp gitmişlerdi.

Beş on dakika sonra tekrar yola koyulduk. Araba ilerlerken pencereden baktığımda içeri gelip bizi kontrol eden adamların kafası benden yana dönüktü, sanki göz teması kurmuş gibiydik ama öyle bir şey imkansızdı. Bu birkaç saniye süren olay, içimde tuhaf bir his uyandırmıştı. Avuçlarımın üşüdüğünü hissediyordum.

Öğle yemekleri geldiğinde SY159'a bakmadan, sadece ama sadece açlığa dayanamadığım için bir miktar yedim. Rüyalar sanki her gece daha da uzuyordu. Zaman gerçek dünyadan daha yavaş ilerliyordu sanki. Bu artık beni rahatsız etmeye başlamıştı. Durup dururken yaşlanıyordum sanki. Öylece, kapkara geçen uykularımı özlemeye başlamıştım. Gerçi uyandığımda yine dinlenmiş hissediyordum ama durup dururken acı çekmek, beynimin yorulup yıpranması hoş bir şey değildi.

Öğleden sonra geniş bir düzlükten geçti kervan. Büyük düzlüğün sonunda ise sık ve yüksek ağaçların bulunduğu bir orman vardı. Oradan geçecektik. Tüm gün tek bir kelime etmeden yolu izlemiştim, hasta hissediyordum.

Bir anda vücudumu korkunç bir titreme tuttu. Sanki biri beni tutmuş sallıyordu.


***


Gözlerim açılmıştı, Asya kafamda dikiliyordu. "Kızım uyansana, senin sabah dersin yok mu? Mete seni bekliyor çıkmak için." diyordu. Tek bir kelime etmeden elimi yüzümü yıkayıp, hazırlanmaya başladım. Somurtuyordum. Elime ne geldiyse, uyumlu olup olmadığına aldırmadan, geçirdim üstüme. Ayaküstü bir şeyler atıştırıp hemen çıktım. Metelerin dairesinin kapısını çaldığımda kapıda Mete'nin güler yüzüyle karşılaşınca benim de istemsizce dudaklarım kıvrılmıştı.

Mete de hazır olduğu için direk çıktık. Dersi son anda kaçırmıştık. Kapı kapandıktan sonra içeri giremezdik ve hoca bizden yalnızca birkaç saniye önce içeri geçip kapıyı kapatmıştı. Çok sert bir adamdı, bizi derse almayacağını biliyorduk. İşin kötü yanı dersi blok olarak işliyordu, bu uzun süre derse giremeyeceğimiz anlamına geliyordu.

Önce kafeteryaya indik ama kalabalık olduğu için çalışmak için uygun bir yer olmadığına karar verip orada çalışmaktan vazgeçmiştim. Bir süre arandıktan sonra boş bir sınıf bulmuştuk. Beraber bir süre ders çalıştık. Normalde yapmayacağım hatalar yapıyordum ve Mete beni düzeltiyordu. Çalışmayı bitirdiğimizde blok dersin bitmesine daha uzun bir süre olduğunu gördük.

Önceden bakınıp öğrenmek için seçtiğim dansı Mete'ye izletip sonra ders videolarını izleyerek öğrenmeye çalıştık. Mete işin eğlencesindeydi. Büyük bir ciddiyetsizlikle, bazen dans hareketleriyle dalga geçerek bana eşlik ediyordu. Bu öğrenme sürecini uzatacak bir şeydi ama çokça eğlenmiştik. Bir ara içeri bir adam girdi, ceketini almaya. Ya bizim deli deli hareketlerimize ya da başka bir şeyden durup bir kaç saniye bize baktı. Şaşırmış görünmüyordu. Doğruca gözlerimin içine bakıp hafifçe gülümsedi ve ceketini alıp hızla çıktı, bakışlarından bir tuhaflık sezmiştim nedense. Bu çocuğu tanımıyordum ama yüzü bir yerden tanıdık gelmişti.

Sonunda blok ders bitmişti, diğer ders başlamadan önce Metehan ile kafeteryada bir şeyler içmeye karar verdik. Kampüste karşılaştığımız Asya da bize katılmıştı.

Metehan bize çay almaya gittiğinde Asya'yla gözümüze kestirdiğimiz masaya doğru ilerliyorduk. Aniden gördüğümüz şey karşısında ikimiz de yerimize çivilenmiştik. Deniz, yanında bir kızla oturmuş koyu koyu, gülüşerek sohbet ediyordu. Bu kız üniversitenin başında, daha Asya ile Deniz tanışmıyorken Deniz'in sevgilisiydi. Şimdi tekrar böyle konuşmalarının tek bir sebebi olmalıydı. Metehan haklı çıkmıştı.

Asya'ya baktım, ifadesiz bir yüzle onlara bakıyordu. Bakışlarındaki soğukluktan ürpermiştim resmen. Derin bir nefes alıp, "Her malın bir alıcısı vardır ama en çok en ucuz olana rağbet edilir." dedi ve ardından kafasını bana çevirerek, "Akşam içmeye gidiyoruz." dedi. Ardından dosdoğru ilerledi. Nereye gittiğini bilmiyordum ama onları görmezden gelerek kafeteryadan çıkmıştı.

Elinde çaylarla gelen Metehan önce neden oturmadığımızı ardından Asya'nın nereye kaybolduğunu sordu. Ona kafamla Deniz ve yanındakini gösterdim. Bir miktar da onunla ayakta dikildik. Sonunda Metehan onların yanına yürümeye başlayınca mecburen peşinden gittim.

Bu kızın ismini hatırlıyordum sanırım. Yanlış hatırlamıyorsam Asiye'ydi adı. Masalarının üzerinde bir bilgisayar vardı. Asiye'nin liseden beri bir platformda yazdığı hikayeleri paylaştığını ve epey geniş bir okur kitlesine sahip olduğunu biliyordum. Büyük ihtimalle hikaye yazmak için açmıştı önüne. Aslında Asya ile epey benziyorlardı, sima olarak çok farklı olsalar da boyları, saç stilleri çok benziyordu ve her ikisi de yazmakla uğraşıyorlardı. Deniz'in Asya'yı unutmak için onunla birlikte olduğunu düşünmek zor olmuyordu. Karakter olarak ise pek benzemiyorlardı, Asiye daha sakin, daha dingin bir tipti Asya'ya göre.

Geçip yanlarına oturduk. Asiye bize hep dalgın bakan gözleriyle bakıp hafifçe tebessüm etti. Bir an kimse ne diyeceğini bilememişti ama sonra aniden konu konuyu açmaya başladı. Öyle havadan sudan, çokta önemli olmayan bir sohbet dönüyordu. Bu sohbette en az rol alan ise Asiye'ydi. Bir süre sonra bu sohbette bir rolü olmadığını düşündüğünden olacak bilgisayarından bir şeyler yazmaya başladı. Buradaki varlığımızdan rahatsız olduğunu anlamak zor değildi. Metehan ve Deniz yapacakları halı saha maçı hakkında konuşmaya başladığında ben de sırf laf olsun diye Asiye'ye;

"Ne yazıyorsun?" diye sordum.

"Yazmaya değer ne varsa..." diye cevap verdi, ilgisizce. Gözlerimin aniden kocaman büyümesine engel olamamıştım. Beynimde bir anda adeta bir lamba yanmıştı. Çok mu abartılı bir şekilde tepki vermiştim bilmiyorum ama kendi hallerinde sohbet eden Metehan ve Deniz bile dönüp bana bakmıştı.

"Neye şaşırdın bu kadar yavrum?" diye sordu Metehan. Buna ne diyebilirdim ki? 'Asya sandığım SY159 aslında Asiye olabilir.' mi diyecektim? Asiye SY159'un kurduğu cümlenin aynısını neredeyse aynı ses tonuyla söylemişti. Üstelik onun da isminden ünlü sesleri atınca geriye 'SY' kalıyordu.

Ama bir sorun vardı. İlk gün Asya'da SY159 ile aynı cümleyi kurmuştu, üstelik onunki daha karakteristik bir cümleydi. Bu cümleyi yazmak eylemiyle uğraşan herkes kullanabilirdi. Deniz, yani mareşal ile şuan ilişkisi olan Asiye, ses tonu ve hareketleri de daha çok benziyor ama Asya'yı daha çok andırıyordu SY159. 'Beynim benimle ne tür bir oyun oynuyor?' diye düşündüm.

Metehan beni, "Hayatım iyi misin?" diye hafifçe dürttüğünde kendime gelmiştim.

"İyiyim." dedim. "İyiyim. Kalkalım mı? Ders başlamak üzere." dedim. Ben bunu bahane olarak kullanmıştım ama gerçekten de dersin başlamasına çok az bir süre kalmıştı. Onlarla vedalaşıp hızla sınıfa gittik. Amfinin arkalarına doğru ilerleyip bulduğumuz boş bir yere oturduk. Ders başladığında ne kadar odaklanmaya çalışsam da bir türlü beceremiyordum. Çaktırmadan telefondan ses kaydı almaya başlayıp uzun bir esnemeden sonra kafamı sıraya koyup uyumaya çalıştım. Aslında uyumak gibi bir niyetim yoktu ama gece uykularımın verimi azalmıştı. Kendimi yorgun hissediyordum. Metehan nazik bir hareketle ceketini üstüme atmıştı. Ceketin kapüşonunu da kafama örtmeyi unutmamıştı. Parmak uçlarımla hafifçe kapüşonu kaldırım sevgilime baktım. Yüzünde çok güzel bir tebessümle bana bakıyordu. Bende ona gülümseyip kapüşonu tekrar kafama indirdim.

Yüzsüzler diyarında uyanmamayı umarak uykuya dalmaya başladım.


***


Sık ormanların içerisinde ilerlemeye devam ediyorduk. Kendimi yine burada bulmanın küçük şaşkınlığını hemen atlatıp pencereden dışarı baktım. SY159'a bakmak artık gerçek anlamıyla sinirlerimi bozmaya başlamıştı, Asya mı yoksa Asiye mi olduğunu bilmemek ona karşı iğretiliğimi arttırmıştı. Üstümdeki yorgunluk geçmemişti.

2 saat kadar daha ilerledikten sonra SY159 aniden ayaklanmıştı. Hızlı hareketlerle, bir an ne yapacağını bilemeden kendi etrafında döndü. Elimdeki ve ayak bileklerimdeki zincirlerin iyice gerilmesini sağlayarak hızla atlı arabadan dışarı indi. Zincirler bir anda kolumu ve ayak bileklerimi o kadar sıkmıştı ki, biraz daha sıkarsa kolumun kopacağını hissediyordum, canım yanıyordu. Küçük bir çığlık atmaktan kendimi alıkoyamamıştım. SY159 iyice uzaklaştığında, "Ne oluyor?" diye sordum 314'e.

"Başlıyoruz." dedi, keyifli bir sesle. Halbuki ben acı çekiyordum.

SY159 koşa koşa kervanın ta en başındaki mareşale ulaşmaya çalıştı. Vakti giderek daralıyordu. Sonunda nefes nefese mareşale yetiştiğinde mareşal tek bir hareketle koca kervanı durdurmuştu.

"Pusu var." dedi SY159 nefes nefese.

Bileklerimdeki zincirleri beceriksizce gevşetmeye çalışırken olacakları bekliyordum. Bir anda keskin bir ıslık sesi duyuldu. Hayır bu bir ıslık sesi değildi. Bir ok gelip tam ayak bileklerimdeki zincirleri kırmıştı. Gözlerim kocaman olmuştu aniden, neye uğradığımı şaşırmıştım. Daha bu şoku atlatamamışken üzerimize yağan ok yağmurunun farkına vardım. Oklar arabanın dışına saplanıyordu. Hızla yere kapanıp ellerimle kafamı korumaya çalıştım. İkinci bir ok daha gelmişti içeri, bu sefer ellerimdeki zincirler kopmuştu. Korku içinde, yerimden kalkmadan etrafıma bakındım. Dışarıda savaş çığlıkları kopuyordu. Birbirine çarpan kılıçların dişleri rahatsız eden metalik sesleri geliyordu.

Merakla ne olacağını bekliyordum. Dışarıdaki sesler gelmeye devam ederken aniden kapının açılmasıyla hızla geri çekildim. Bu bir haydut gibi giyinmiş, bir ağzı olmamasına karşın ağız kısmını bir maskeyle kapatan bir yüzsüzdü. Ben daha neyle karşı karşıya kaldığımın farkına bile varamadan adam elindeki kılıcın kabzasıyla kafama bir tane vurmuştu. Dünya aniden kararmıştı.


***


Gözlerimi tekrar açtığımda hala dersteydik. Metehan'da pes etmiş, dersi dinlemek yerine gizlice telefonuyla ilgileniyordu. Saate baktım. Ders bitmek üzereydi. Mete uyandığımı fark edip hafifçe gülümseyerek, "Günaydın uykucu." diye fısıldadı. Çenemden tutup yanağıma hızlıca bir öpücük kondurmuştu. Rüyanın etkisiyle düşüncelere dalmama bile izin vermemişti. Bu adamı bu yüzden seviyordum işte, bana gerçekten iyi geliyordu.

Ders bittiğinde eve geçtik. Deniz evde olmadığı için Metehanların evinde biraz takıldık. Onunlayken rüyalarım aklıma bile gelmiyordu. Bir süre sonra Tuğçe çözemediği bir soruyu mesaj olarak atmıştı. Metehan ile yaklaşık bir saat kadar o soru üzerinde tartışıp çözmeye çalıştık. Yeni nesil soru diye diye işin suyunu çıkarıyorlardı. Sınavda bunu sorsalar kızcağız nasıl 2-3 saatte tüm sorulara bakabilirdi ki? Sonunda cevabı bulmuştuk.

Deniz eve geldiğinde ikimiz aniden karşısına geçmiştik. 'Nasıl olur da birkaç günde Asya'yı atlatmıştı?' bir açıklama yapmalıydı. Duruşumuzdan anlamış olacak ne düşündüğümüzü, "Ne yapmamı bekliyorsunuz? Depresyona mı gireyim? Bir şekilde hayatıma devam etmeliyim." dedi. Tabii, haklıydı. Sonuçta o kimseyi terk etmemişti, kimseyi yüzüstü bırakmamıştı ama bu kadar çabuk atlatması da hoş değildi.

Mete ve Deniz'in akşam halı saha maçları vardı. Biz ise Asya'yla meyhaneye gidecektik. 'Efkarlıydı' bugün. Akşam evden çıktığımızda Asya çok normal görünüyordu. Üç ev arkadaşı bir taksiye binip sahildeki en sevdiğimiz meyhaneye gitmiştik. Bir sürü orta yaşlı, sigara dumanı kokan, efkarlı adam oturmuş dertli dertli rakılarını yudumluyordu. Biz dışarıdaki bir masaya oturmuştuk. Asya başta yavaş yavaş içiyordu. Tek kelime etmiyordu. Biz de konuşmuyorduk, onun aklından ne geçtiğini hiç bilmiyorduk.

Bir yerden sonra rakıyı su gibi içmeye başlamıştı. İyice sarhoş olmuş, ne söylediğini bile bilmeden bir şeyler söylüyordu. Bir gitarın tellerinin sertçe inlemesiyle neredeyse herkes konuşmayı kesmişti. Merakla sesin geldiği yöne döndük. Orta yaşlı ama saçı stresten veya çok içmekten aklaşmış bir adam bir sandalyenin sırt kısmına oturmuştu, onun yanında elinde gitarla nispeten daha genç bir adam duruyordu. Şarkı söyleyecek herhalde diye düşündük.

Gitarlı adam hoş ve sakin bir melodiyle gitarını çalmaya başladı. Saçlarına ak düşmüş adam, önce sakin bir sesle şairi meçhul 'Palyaço' şiirini okumaya başladı.


ARKADAŞLAR BU ŞİİRİ, BU VİDEODAN İZLEYİN, DİNLEYİN! SONUNA KADAR!!! (Yavuz'cuğum çok güzel okuyor)

Kaç kişiyi öldürdüm düşlerimde.. / Kaç kilo çekerdi yalnızlık.. / Kaç kere ezildim altında.. / Yaz yağmurlarının..

Belki de palyaçolar ağlardı pazartesi sabahları.. / Her sirk geldiğinde ağlamaklı olurduk.. / Hep ağlamaklı olurduk gülünecek halimize..

Kim sevmezdi çiçekleri filan.. / "Ben sevmezdim." dedim, / "Yalan." dedi..

Bunu palyaço söyledi, /Palyaço söyledi ben yazdım.. / Yazdım, yazmasam ağlayacaktım..

Herkes ağlarmış biraz, / Ben de ağladım.. / Sırf bu yüzden mi ağladım.. / Alçaklık gibi bir şey oldu bu biraz..

Biraz birazdım her şeyden.. / Dün biraz sinirlenmiştim mesela.. / Yarın bir kadını seveceğim biraz.. / Biraz biraz kör oldum bugünlerde..

Ama rakı kadehlerini boşaltmayın.. / Eksilmesin hiçbir şey.. / Hiçbir şeyden dahi olsa.. / Kalsın biraz..

ii.

Umursamıyorum yılgınlığımı filan.. / Çünkü sessizce yaşanmalı her şey.. / Bir devrim sessizce olmalı mesela.. / Ve her sözcüğüne inanmalı bir palyaçonun..

Bir palyaço neden yalan söylesin ki.. / Ben palyaço olsaydım söylemezdim.. / Marangoz olsaydım da söylemezdim.. / Ben insan olsaydım yalan söylemezdim.!

Bu kısımda Asya'da adama, çok sesli olmamak koşuluyla, eşlik etmeye başlamış, 'Ben insan olsaydım yalan söylemezdim.' kısmına iyice bastırmıştı.

Hem nereden çıkardınız palyaçonun yalnızlığını.. / Kaç kilo çeker ki bir palyaço.. / Hem neden yüzüme vuruyorsunuz.. / Bir çirkin ördek yavrusu olduğumu..


Gocunmam ki ben, ben gocunmam.. / Bir palyaço ne kadar gocunmazsa.. / O kadar, o kadar gocunmam işte..

Rakı doldurun.! / Eksilmesin..

iii.

Bitmedi, yazacağım daha.. / Yazmazsam ağlayacağım çünkü.. / Alçakça olacak biraz..

Hem biz o zaman kimdik ki, nerelere giderdik.. / Her sokakta biraz daha eksilirdik.. / Bilirdim, geceleri puslu puslu olurdu bazen.. / Bazen birisi fısıldarmış gibi olurdu.. / "Duyamadım", derdim, "Tekrar et!" / Sessizliğe bürünürdü o vakit her şey.. / Sokaklar daha bir puslu.. / Palyaçolar daha bir ağlamaklı olurdu.. / Ve ben daha bir alçak olurdum.. / Ağlardım biraz..

Hem sen kimsin, çekiştirme diyorum.. / Hatta kuyruğuma basma diyorum.. / Acıyor, tırmalarım,-diyorum..

Kahrol, kahrol.! / Diyorum..

iv.

Geçen gün yüzüme rastladım bir ilan panosunda.. / Korktum birden, kusacak gibi oldum.. / "Olur öyle." dedi palyaço, / "Herkes alçaktır biraz.." / "Otur ulan!" dedim, bağırdım ona.. / Ben bazen bağırırım biraz..

"Rakı doldur!" dedim, "Eksilmesin.!" / Ben bazen eksilirim biraz.. / Aslında hepimiz eksilirmişiz biraz.. / Bunu sonradan öğrendim..

Ben aslında her şeyi sonradan öğrendim.. / Herkes herkesi sonradan öğrenirmiş.. / Bunu da sonradan öğrendim..

'Herkes herkesi sonradan öğrenirmiş!"

Örneğin;

Geçen gün bir kadınla seviştim.. / Biraz değil çok seviştim..

Ya işte öyle palyaço.. / Diyorum ki, bunu da yeni öğrendim.. / Sevişmek de eksilmekmiş biraz..

v.

Kim sevmezdi ki kuş ötüşlerini filan.. / "Ben sevmezdim" dedim, / "Yalan"dedi.. / Bunu palyaço söyledi.. / Palyaço söyledi, ben yazdım.. / Yazmasam, alçak olacaktım.. / Hem ben roman da yazdım biraz..

Bazen diyorum ki, palyaço, sen olmasan ben ne yaparım.. / Alçakça eksilirim belki biraz../ Her yağmur yağışında yerin dibine girerim.. / Hiçbir kadının kasıklarını öpemem belki.. / Ya da unuturum sonradan öğrendiklerimi..

Biraz biraz anlıyorum ki, / Yüzler eller, o terli vücutlar filan.. / Her şey plastikmiş biraz..

vi.

Haydi sirtaki yapalım palyaço.. / Rakı doldur,

Yine eksildik biraz..

Yine eksildik biraz...

Alkış seli içinde şiirini bitirmişti adam. Normalde karşıma çıksa asla ciddiyetle okuyamayacağım bu şiir, hafif sarhoş ve yaşanmışlıkları olan bir adamın dudaklarından dökülürken, sahip olduğu-olmadığı tüm hisleri içimde uyandırmayı başarıyordu. Adam şiiri okumamış, yaşamıştı. Asya bu şiirle daha da efkarlanmıştı.

Merve'ye, "Ben öylece bırakılabilecek bir kız mıyım? Öylece unutulacak biri miyim?" diye sordu.

"Yani, kendinde onu öylece terk edebilme hakkını buluyorsan onun yeni ilişkiye başlamasında hiçbir sıkıntı bulmaman lazım." diyerek cevap verdi Merve. İşte bu kızı bu yüzden seviyordum. Açık sözlü, dürüst ve haklıydı. Asya Merve'nin cevabına yüz buruşturarak içmeye devam etti. Nasıl bu kadar içebildiğine şaşırmamak elde değildi.

Bir süre daha oturduk. Asya iyice sarhoş olmuştu. Merve ise ben ve Asya'ya sahip çıkmak için içmiyordu ama ben çok sarhoş olacak kadar içmemiştim. Bir süre sonra masamıza bir adam geldi. Diğer kızları kafasıyla selamlayarak bana döndü. Bu çocuk bugün biz dans ederken sınıfa giren çocuktu.

"Sizi daha iyi gördüm, hastaneye uğradınız mı?" diye sordu. Bir an ne demek istediğini anlayamamıştım, kaşlarım çatılmıştı. "Kütüphanede kafanıza kitap düşmüştü..." dedi, hatırlatmak için. Evet, bu o gün kütüphanede uyandığımda başımda dikilen adamdı.

"İyiyim, teşekkür ederim. Hastaneye gidecek kadar önemli bir şey değildi." dedim. "İnce düşüncenizden dolayı teşekkür ederim." dedim. Gülümseyerek bana elini uzatıp, "Ben E-" dedi ama lafını tamamlayamamıştı. Arkadaşı yanında aniden,

"O gün ki gördüm seni, yaktın ah! Yaktın beni." diye şarkıya girmişti aniden. Bu gereksiz yükselişi adamın sarhoşluğuna vermiştim. Çocuk ismini söyleyememişti ve ben daha elini sıkamadan geri indirmişti tokalaşmak için uzattığı elini. Arkadaşını masalarına oturtup, bir şeyler söyledikten sonra tekrar yanımıza döndü. Benimle tanışmak istiyordu.

Masaya geri döndüğünde daha o ağzını açmadan Asya; "Sen gerçekten çok yakışıklısın. Benim sevgilim beni başkasıyla aldattı. Ben de onu seninle aldatabilir miyim?" diye sordu, halbuki kimse kimseyi aldatmamıştı. Merve hızlı bir hareketle Asya'nın ağzını eliyle kapatarak, yüzünde zoraki bir 'maruz görün' gülüşüyle, "Sanırım bizim gitme zamanımız geldi." dedi. Hızla ayaklandık, yoksa Asya içmeye devam edecek ve bizi iyice rezil edecekti.

"Peki, iyi geceler." dedi ve ekledi, "Daha sonra görüşmek üzere." masasına geçti.

Asya'yı zar zor eve götürebilmiştik. Taksiden indikten sonra karşı kaldırıma geçerken, "İyisin, hoşsun, bir yokuşsun. Harbiden baya bir boşsun. Şarkıya türküye lanet olsun, anlayamadın ya..." diye Duman'ın 'Dibine Kadar' şarkısını anlaşılması zor bir şekilde söylüyordu.

Bizi daha ne kadar rezil edebilir diye düşünürken, köşede çöpleri toplayan belediye görevlilerine, "Kör olası çöpçüler, aşkımı nereye süpürdünüz!" diye çemkirdi. Erkin Koray'ın şarkısını söylemeye başlamıştı şimdi de. Onlardan da özür dileyip Asya'yı zorla içeri soktuk. Bizi o kadar yormuştu ki, elimizi yüzümüzü bile yıkamadan üstümüzü değiştirip yataklara girdik. Yaşarken can sıkıcıydı ama yarın bunları konuşurken gülmekten karnımıza ağrıların gireceğinden emindim. Uykuya dalmadan önce bugünkü adam geldi aklıma, kütüphanedeki adam. İsmini bir türlü söyleyememişti. Çocuğun tuhaf bakışları vardı, sanki derinlerde, çok derinlerde özellikle benim bulmamı istediği bir şey vardı bakışlarında. Sonunda beynim o kadar yorulmuştu ki düşünmeyi bırakıp bırakmadığımın farkında bile değilken uykuya dalmıştım.


***


Gözlerimi açtığımda kafamda korkunç bir sızı hissediyordum. Haydut tipli adamın kafama vurmasından dolayı olmuş olmalıydı ya da belki de sadece sarhoş uyuduğum içindi. Etrafıma bakındım. Burası çok farklı bir yerdi. Bir saatçi olabilirdi, her yerde tahtadan oyularak yapılmış, farklı boyutlarda duvar saatleri vardı. Etrafta rahatsız eden bir şey vardı, kirli değildi ama çok dağınıktı.

Tam, 'Acaba bu sıradan bir rüya mı? O evrenden kurtuldum mu?' diye düşünürken üstümdeki kıyafetleri gördüm. O gömlek ve paçaları kesik pantolon hala üzerimdeydi. İyice yıpranmış ve üstümde ter kokmaya başlamışlardı. Etrafıma iyice bakınca duvardaki 'Kaplumbağa Terbiyecisi' tablosunu gördüm. Onun da yüzü yoktu. Etrafa bakınmak için ayağa kalktım ama iki adım atar atmaz sanki görünmez bir duvara çarpmıştım.

Hızla geri çekildim. Bir ses, "Sonunda uyandınız." dedi. Sesin sahibiyle aynı odadaydık ama o kalabalık saatlerin arasından görünmüyordu. Sonunda kafasını saatlerin ardından uzatarak yüzündeki maskeyle, "Sizi tekrar görmek ne güzel." dedi. Şimdi tanımıştım bu adamı. O şatoda gözümü ilk açtığımda kafamda dikilen, elinden tuhaf turuncu dalgalar yayan adamdı bu.

Karşıma geçip bir sandalyeye oturdu ve elindeki küçük demir parçasıyla biçimsiz bir odun parçasını oymaya başladı. Benimle ilgilenmiyordu, varlığıma aldırış etmiyordu.

"Neredeyim ben?" diye sordum.

"Nerede gibisin?" diye soruyla karşılık vermişti. Çok anlamsız bir soruydu bu. Bir süre daha sustuk, adam büyük bir odakla elindeki tahtayı oyuyordu.

"İsmin neydi?" diye sordu.

"SN314." diye cevap verdim.

"Hayır, gerçek ismin?" işte bu tuhaftı. Bu adam diğer hayatımla ilgili bir soru sormuştu, diğer dünyadan haberi vardı.

"Rahat bırak bu kızı ihtiyar!" dedi 314, duvarın üzerinde duruyordu. Niye bu adama görünmüştü?

"Seninle konuşmuyorum!" dedi 314'e ve kafasını yine benden yana çevirdi. "Sana yardımcı olabilirim. Döngüyü tamamlaman için yardımıma ihtiyacın var." dedi.

"Ne döngüsü?" diye sordum. Kafasını oynatmadan bir süre benden tarafa baktı. "Pi döngüsü. Yolculukların bitmesi için tamamlaman gereken döngü..." dedi. Anlamıyordum

"Ne yolculuğu?" diye sordum. Cevap gelmedi. 'Yolculuk dediği şey acaba gerçek dünyasıyla rüyalar evrenine geçişim mi oluyordu?' diye düşündüm.

"Bu evren sadece bilinçaltımın yarattığı, gerçek olmayan bir yer." dedim. Bunu kendimden emin bir şekilde söylemiştim.

"Öyle olduğunu mu düşünüyorsun?" dedi, sesinde alaycı bir tavır vardı. Küçük, küstah 'hah!' diye bir gülme sesi çıkardı. Yanlış düşündüğüme o kadar inanmış bir alaycı tavırdı ki bu, neredeyse şüpheye düşecektim...


***


SELAM CANLAR! NİSPETEN UZUN BİR BÖLÜM OLDU. BÖLÜM HAKKINDAKİ YORUMLARINIZ BURAYA 📥

100 VOTE SONRA GÖRÜŞMEK ÜZERE! SEVİLİYORSUNUZ❤️

ÇOK KALP❤️❤️❤️

Taktıkları maskeleri merak etmişsiniz. Böyle düz beyaz bir maske işte.

Continue Reading

You'll Also Like

172K 8.3K 61
İNSANIN RASTGELE SALLADIĞI NUMARA HAYAT DEĞİŞTİRİR Mİ Kİ BENİMKİ DEĞİŞTİ...
YASAK DENEY By 👑

Science Fiction

167K 16K 34
Tarih boyunca sadece birkaç kez cesaret edilen ve eşine az rastlanan, insanlık dışı bir yöntemle yapılan dil yoksunluğu deneylerine bundan yirmi iki...
ZAMAN SARNICI By A.SENA

Science Fiction

14.5K 1.1K 21
21.yy'da İstanbul Emniyetinde görev yapan komiser Gonca Kandemir, bir sabah gelen bir cinayet ihbarıyla Yerebatan Sarnıcı'na gider. Gün boyu davayla...
platonik (ÇT) By ...

Science Fiction

174K 10K 108
Yeni başladığın okulda kimsenin konuşmaya cesaret edemediği sadece okulun zorbalarıyla takıldığı çocuğu ilk gördüğün an aşık olup yılarca plotonik ol...