PAYİDARI ARAMAK

By ikranurty

967 582 197

"Peki ya, senin evin nerede?" Kendisi hakkında bir şeyler öğrenmek istiyordum. Yine yanıtsız kalacağımı bilme... More

MAZİNİN BAŞLANGICI
Bölüm Bir: Alaca ve Karanlık
Bölüm İki: Meltem Rüzgarları
Bölüm Üç: Uçmadan Uçuyor
Bölüm Dört: Mutluluğa Kaçırmak
Bölüm Beş: Yuvamız
Bölüm Altı: En sağlam yıkılış
Bölüm Sekiz: Tanışma
Bölüm Dokuz: Ölmek ve Öldürmek
Bölüm On: Kelebek Yanıyor
Bölüm On bir: Neden Alaca?

Bölüm Yedi: Davetsiz Yaşamak

85 53 3
By ikranurty

Karşımda duran kız, gamzelerini ortaya çıkaracak bir gülümsemeyle bize doğru bakıyordu. Kim olduğunu ya da neden burada olduğunu bilmiyordum. Öğrenmek istediğimi de sanmıyordum. Şuan bu evde olan herkes birbirinden güzel yüzlere ve harika kişiliklere sahipti. Onların yanında sönük kalıyordum. Bu kız da eklenince, tamamen dibe batmış durumdaydım.

Uzun boyu ve düz, kahverengi saçları, onu inanılmaz güzel gösteren kâkülleriyle, buradaki herkesi kıskandıracak bir yapıya sahipti. Gözleri ve gamzelerini düşünmek bile istemiyordum. Birbirinden güzel 2 gamzesi, güldüğünde kısılan gözleri...
Keşke bu kadar güzel olabilseydim, diye düşündüm. Ama ben buydum; Kısacık kirli saçlara ve soluk mavi gözlere sahiptim.

Doruk ve diğerleri anımsamak istercesine kıza bakıyordu. Sanırım kim olduğunu bilmiyorlardı, ya da bilmediklerini ben uyduruyordum.
Bunu düşünürken, Doruk ilk düşüncemi doğrularcasına söze atıldı. "Hayırdır, kimsin ve bizim evde ne yapıyorsun?"

Kız, önce hayal kırıklığı içinde Doruk'a baktı. Sonrasında ise soruyu cevaplamak yerine bana dönüp, tekrardan gülümsedi. Yoksa onu tanıyor muydum?

"Paraları yerken oh iyisiniz ama iş bana gelince hatırlamazsınız."

Para mı? Yoksa...
Bu kız baş ucuma para bırakan kişi miydi? Eğer öyleyse de kendini hiç göstermemişti. Onu hatırlamamı nasıl bekleyebilirdi?
Bunu söyleyeceğim sırada işaret parmağını dudaklarına götürdü ve sus işareti yaptı.

"Sen hariç Dilay." Bana doğru söylediği cümle anlamsız gelmişti.
"Dilay?"
"Adın Dilay değil mi?"
"Değil."

İsmimin Dilay olduğunu sanıyordu, beni hiç tanımıyordu ve ona rağmen baş ucuma para bırakmıştı. Garipti. Yüzündeki ifade daha da şaşkınlaşırken "Şaka mı yapıyorsun? Adın gerçekten Dilay değil mi?" Diye sordu. Tekrardan.

Cevaplayacağım sırada Doruk, sanki soru ona sorulmuşcasına önüme doğru geçti. "Yok canım. Şakacıktan ismi Dilay değil. Hem sen kimsin?" Bu hareketi hoşuma gitmemişti. Sorgulaması gereken kişi bendim.

Ama bir yanda da sorulması gerekiyordu. Kimdi bu ay yüzlü kız? Neden gelmişti buraya?

"Berçem ben."
"Ne çem, ne çem?"
"Berçem."
"He Reçel." O an kızın gözlerinden geçen bir duyguya tanık oldum. Yutkunmuştu ve sanki acı çekiyor gibi ifade vardı yüzünde.

Doruk'un bunu bilerek yaptığını anlamam uzun sürmemişti. Kızla aklı sıra dalga geçiyordu. Ve bu çok rahatsız ediciydi. Ama içimden bir ses kızın dalga yüzünden kötü hissetmediğini, başka bir sebebi olduğunu söylüyordu. Yineden birkaç saniyelik duygu karmaşasından sonra eski haline dönüp yüzlerimize doğru baktı.

"Doruk, Alaca ve Meltem. Bak sen, benim ismimi bilmesen de, ben buradaki herkesin ismini biliyorum. Tabii şu kız haricinde." Deyip, beni göstermişti.
Alaca ve diğerlerinin, kızın söylediklerini duyduğu anda bembeyaz kesildiğini gördüm. Ortam çok gergindi ve ben bunu nasıl çözeceğimi bilmiyordum.

"Saçmalamayı bırakıp olayı açıklar mısın?" Durumu Meltem kurtarmıştı.
Berçem hariç, buradaki herkesin, içinden Meltem'e teşekkür ettiğine emindim.
Kız, kafasını sallayıp onaylamış ve koltuğa oturup Konuşmamızı söylemişti. Tam bir davetsiz misafirdi.

Hepimiz kızın konuşmasını bekliyorduk ama o etrafı inceliyor, arada da yüzümüze bakıyordu. Rahatsız edici tavırları, bizi daha çok germekten başka bir işe yaramıyordu. Kimdi bu kız? Nereden gelmişti ve neden birkaç gün başucuma para bırakmıştı? Artık etrafı incelemeyi bırakıp konuşmalıydı. Dayamayıp söze gireceğimi fark etmiş olmalıydı ki, derin bir nefes verdi. "Pekala, o zaman anlatmaya birkaç gün öncesinden başlayayım."

Nereden başlayacaksa, bir an önce başlamalıydı çünkü hiçbirimiz bu şekilde gergin kalmak istemiyorduk.

"Büyük amcayı hepiniz tanıyorsunuzdur." Kurduğu cümle hepsinin yüzünde değişik mimiklerin oluşmasına sebep olurken ortamdan sorular yükselemeye başlamıştı.
"Şaka mı bu?"
"Seni o mu gönderdi?"

Neden sinirlendiklerini anlamamıştım ama hepsi birden ayaklanmıştı. Ben olaya sadece izleyici olarak katılmıştım.

"Hayır, yemin ederim. O göndermedi, ben kendim geldim."
"Geldiğin gibi git o zaman."
"Ya bir salın bizi! Mutlu, huzurlu yaşayalım."
Kız cümlesine devam etmek, olayı izah etmek ister gibi bir halde ellerini yukarı kaldırdı. "Lütfen beni bir dinleyin. Sonra eğer istemezseniz buradan giderim."
Birkaç homurtu çıktı. Ardından ikna olmuş olmalılardı ki, koltuklara geri oturmuşlardı.

"Bir hafta önce Büyük amca bana geldi ve elime bir isim listesi verdi. Listede Dilay, Doruk, Alaca ve Meltem yazıyordu. Ne olduğunu önce anlamadım ve sorgulayan bir ifadeyle Büyük amcanın yüzüne baktım. Bana sadece, "Onlara herhangi bir yardımda bulunma, ellerindeki her şeyi kaybetmelerini sağla. Sağ kolum olacaksın Berçem." Dedi. Sizin elinizde olan her şeyi kaybetmenizi istiyordu ve bunun için başka çocukları da görevlendirdiğine şahit oldum."

Duyduklarım karşısında şaşırmış, korkmuştum. Alaca, Meltem ve Doruk da benim aynı durumdaydılar. Ama onların hissettiği duygular arasında, benim hissettiklerimden farklı bir şey yer alıyordu. Saf öfke.

"Ne yani! Bizi çökertmeye mi geldin?" Dedi ve ayağa kalktı Alaca.
Onu ilk defa bu kadar sinirli görüyordum. Bunu fark etmişti ve bana doğru dönüp korkmamam için göz kırptı.

"Hayır! Ben size bir şey yapmadım. Hatta siz satış yapamazken yanınıza gelip bir sürü kitap satın aldım. Hatırlasanıza!"

Doğru söylüyor gibiydi. Bu kız ve Doruk gelmeden önce Alaca bana, bir haftadır doğru düzgün satış yapamadıklarını, sadece maske takan bir kızın bir sürü kitap alıp gittiğini söylemişti. Yinede olayların gerçekleşti faili meçhuldu.

"Doğru söylüyor," dedi Doruk ve devam etti,"hiç satış yapamazken bir kız gelip bir sürü kitap alıyordu bizden."
Doruk'un hemen savunmaya geçmesinin ardından Meltem öfkeyle soludu ve sinirli bakışlarını Berçem adındaki kıza yönlendirdi
"Bu kızın söylediklerine neden inanalım? Sonuçta Büyük amcanın kuklalarından biriymiş. Bize zarar verebilir."

Onlardan bir sürü kitap almış ve az da olsa para sahibi olmalarını sağlamıştı. Peki ya ben? Neden benim başıma her gün para koymuştu? Dilay olduğumu sandığı için mi?

"Peki ya neden benim başucuma para bıraktın? Dilay olduğumu mu düşündün?"

Soruma cevap vermeyeceğini düşünmüştüm. Çünkü duymasına rağmen öylece yere bakmaya devam etmişti. Sanırım gözleri dolmuştu, nasıl hissediyordu, suçlanıyor muydu yoksa gerçekten bize zarar vermeye mi gelmişti? Çok merak ediyordum. Ama soramıyordum.
Bir süre sonra beni yanıltarak bakışlarını yerden kaldırdı ve gözlerime doğru hizaladı.
"Evet, senin Dilay olduğunu sanmıştım. Büyük amcanın torunu Dilay..."

Büyük amca kimdi? Bu kız dakikalardır ne anlatıyordu, kafam karışmıştı.

"Büyük amca kim?" Diye sordum merak içinde. Herkesin bakışları benim üzerimde gezerken, yeni kızın cevabı gecikmedi.
"Adını çok kullanmaz. Birinden öğrendiğim üzere adı Hamza."

Hamza demişti. Benim dedemin adı da Hamzaydı, yoksa dedem Büyük amca denilen adam mıydı?
Ve benim adım Dilay...
Hayır, benim adım geçici olarak da olsa Hevaldi. Ben Dilay değildim, olamazdım da.

Ben düşünürken, Meltem yanıma doğru yaklaştı. Kulağıma eğildi. Ve fısıldadı;
"Büyük amca senin deden ve görünüşe göre Dilay sensin. Ama bu kıza güvenemeyiz, ona, Büyük amcanın, deden olduğunu söyleyemezsin. Baksana, manyak adam seni yani torununu bile öldürmeye çalışmış. Kim bilir daha neler yapabilir..."

Duygular içerisinde yüzüyordum. Her şey çok hızlı oluyordu. Sadece birkaç gün içinde yaşadığım şeylerin büyüklüğü beni incitmekle kalmıyor. Âdeta parçalıyordu. Bu kızın söyledikleri doğruysa dedem gerçekten de kötü biriydi.

Üzüntümü, kalbimden almak istiyor ama ne kadar uğraşsam bile, alamıyordum. Kalbim, sahipleniyordu kötü duygularımı. Sanki günlerce, aylarca acı yaşatmak istiyor gibi içinde tutuyordu. Hissettiğim şey tarifsiz bir acıydı. Kötü değil, berbat değil, başka bir büyüklükteydi.
Üzülünce söylenen birkaç söz hatırladım. Yaşadığım hisler yüzünden.
Kalbine ağırlık çökmesi, ruhunun paramparça olup dökülmesi, hislerinin birbirinden beter bir şekilde seni içinden öldürmesi, bu sözler hep mecaz anlamda kullanılıyordu. Ama ben şuan gerçekten hissediyordum. İçimde gerçek bir ağırlık, ruhumda bir sürü parça ve hislerimde bir yanıklık vardı. Bütün bunları yaşıyordum. yanıyor, kül oluyor ve bitiyordum.
Mecaz değildi, gerçekti. Bunlar gerçekten yaşanıyordu. Tek sorun, ben hariç kimsenin bunu görememesiydi. Keşke biri görseydi bu hissetiklerimi de, acıma ortak olsaydı diye düşündüm.
Ama bir düşünceydi işte, gerçek dışı geliyordu kulağa.
Olmayacak bir şeyi dilemek yeterdi benim, içimden başka bir acıya yelken açmaya.

İnsan öz torununa böyle bir şey yapar mıydı? İnsanlık değildi bu.
İnsanlık dışı bir kötülük, belki de canilikti.
Bundan sonra asla yaklaşmazdım o adamın yanına. Bana yüzlerce teklif sunsalar bile bu güzel ruhların yanında kalmayı tercih ederdim.

"Heval iyi misin?" Meltem sağ omzuma dokunmuş ve birkaç soru sormuştu. Aklım başka yerde olduğundan anlamakta zorluk yaşıyordum.
Beni kendime getiren şey Alaca'nın, beni kendine çekip, sıcak kolları arasına almasıydı.
"Korkma." Dedi Alaca, "O adam ormanın derinliklerinde, en yüksek ağaçların tepesinde olan bu evde seni asla bulamaz."

Beni bu ormana bayıldığım da Alaca ve Meltem getirmişti. Gelirken baygın olduğum için yollar ya da ormanın derinliği hakkında bir fikrim yoktu.
Umarım Alaca'nın dediği gibi, o adamın beni asla bulamayacağı bir yerdeyizdir.

"Şimdi ne olacak?" Bunu soran bendim. Cevaplara ihtiyacım vardı. Soracağım sorular sınırsız, bir o kadar da farklıydı. Olan ve olabilecek şeylerin hepsini merak ediyordum.
"Berçem gidecek ve yerimiz hakkında kimseye bilgi vermeyecek."

Meltem, Berçem'e karşı hem sözleri hem de yüz ifadesiyle çok sert davranıyordu. Berçem benim kadar kırılgan mıydı? Meltem'in bu tavrına üzülüyor muydu? Umarım üzülmüyordur.

Önüme gelen birkaç saç tutamını geriye attım ve Berçem'in vereceği cevabı, göstereceği yüz ifadesini merakla izlemeye başladım.

"Bence burada kalabilir, yani zararsız gözüküyor." Doruk'un bu kızı çok çabuk kabullenmesi hatta bu eve almak istemesi garip gelmişti. Ama şuan bunu düşünecek durumda değildim. Hiç iyi değildim.
"Doruk saçmalama, o gitmeli. Alaca bir şey söylesene!" Dedi Meltem, yüksek bir sesle.
"Meltem sence de çok sert davranmıyor musun? Bence bir süre kalabilir."

Alaca ve Doruk kızın kalmasını kabul etmişti. Ama Meltem'i bir türlü ikna edemiyorlardı. Şuan için kız benim umurumda değildi. Duruma bakarak kendimi düşünmeye, dedemin düşünmeye sonradan devam etmem gerektiğini fark ettim. Kararlarım gerçekten çok çabuk değişiyordu.

Onlar aralarında tartışmaya devam ettikleri sırada Berçem'e doğru döndüm. Koltuğun kenarlarını tutmuş, kalkmaya hazırlanıyor gibi görünüyordu. Bana döndüğünde, cesaret vermek istercesine iki gözümü de kapatıp açtım.
Bu işe yaramış gibi gözüküyordu, kalkmaktan vazgeçmiş, ellerini karnının ortasında birleştirdi.

Biz konuşmadan anlaşırken, Meltem arkasındaki koltuğu geriye doğru attı. Bu hareketiyle hepimiz irkilmiştik ama gücü yetmemiş olmalı ki, küçük koltuk düşmemişti.
Doruk, Meltem'in güçsüzce yaptığı harekete gülmemek için zor duruyor gibiydi.

"İstersen gül Doruk, umurumda değil! Ne yaparsanız yapın ama ben Büyük amcadan biriyle aynı evde kalmam. Şayet kalacaksam da yüzüme gözükmesin!" Alaca hiç olmadık bir yüksek sesle arkasından bağırdı. "Unutma Meltem! Biz de bir zamanlar Büyük amcaya çalışırdık."

Meltem, Berçem'in tehlike olduğunu düşünüyor ve onu kabullenemiyordu. Ancak buradaki en büyük tehlike bendim. Büyük amcanın torunuydum. Bu Meltem için daha büyük bir sorun olmalıydı ama değildi. Onların da bir zamanlar dedeme çalıştıklarını duymuştum az önce. Bunu elbette açıklamalarını isteyecek ve pekala, olayların hepsini dinleyecektim. Ama Berçem de artık Büyük amcaya, dedeme çalışmıyordu. Yani böyle söylüyordu. Ne düşüneceğimi bilmiyordum. Beni bu kadar çabuk kabullenmesine rağmen Berçem'e bu kadar kötü davranması değişik gelmişti. Meltem'in bu tavırları neyin nesiydi böyle? Yoksa Doruk'un, Berçem'e olan tavırlarını mı kıskanmıştı?

Belki yanlış yorumluyor, olayı kıskançlıkla bağdaştırmaya çalışıyordum. Belki de düşüncem tamamen doğruydu. Lakin bildiğim bir şey vardı, o da bu tavrının aslını öğrenmeden buradan dışarı çıkmayacaktım.
Meltem'in peşinden gittim ve diğerlerlerini orada öylece bıraktım. Tüm sorularımın cevabını elbette öğrenecektim. Ama her şeyin bir zamanı vardı. Meltem'i anlamam için olan zamansa tam şimdiyi gösteriyordu. Daha doğrusu aklımın içinde bunu bana söyleyen bir ses vardı. O sesi bazen görüyordum ve neyin ne zaman olması gerektiğini anlamaya çalışıyordum.

Meltem kendini mutfağa kilitlemişti. Filmlerdeki insanlar genelde kendilerini lavaboya kapatırlardı.

Filmde değildim, filmde değildik. Bunu düşünmemeliydim. Düşünmem gereken daha önemli şeyler vardı.
Neden her şeyi çok fazla takıyorum, bilmiyorum.
Sanırım onu Mutfaktan çıkarmam gerekiyor.

Mutfak kapısına dayandığımda sakin bir sesle seslenmeye karar verdim. "Meltem duyuyorsun biliyorum. Bu tavrının Berçem'in tehlikeli olduğunu düşündüğünden olmadığını da anlayabiliyorum. Bana anlatacak olursan, sana yardımcı olabilirim."

Duyuyordu, belki de sözlerimden sıcaklığımı da anlayabiliyordu. O konuşmasa da olurdu. O benim sesimi, ben onun sessizliğini dinlerdim. Sessizliğin verdiği cevapla devam ettim. "Peki, konuşmana gerek yok. Ama soracağım sorulara farklı bir şekilde cevap vermeni istiyorum. "Evet" demek istediğinde kapıyı 1 kere, "Hayır" Demek istediğinde kapıyı 2 kere tıklat."

Derin bir nefes aldım ve soracağım soruları düşündüm. Meltem'i anlamak istiyor ama bu isteğim yüzünden onu zorlamak istemiyordum.
İlk sorumu sormaya karar verdim.
Alaca ve diğerlerinin yanıma geldiğini görmeseydim soracaktım da.
Elimle gidin işareti yaptım. Meltemle baş başa konuşmak istiyordum. Alaca işaretimi ve niyetimi anlamış, durmuştu. Ama Doruk ve Berçem bana doğru gelmeye devam ediyordu. Bu evde beni en iyi anlayan kişi kesinlikle Alacaydı.
Yemyeşil gözleri olan o, renkli çocuğa baktım. Gülümsedim ve baş parmağımla, "Meltem işi bende." Dercesine onaylama işareti yaptım.
O da Doruk ve Berçem'i durdurdu ve diğer odaya götürdü.
Kapılarını kapattıklarında aklımda olan sorulardan ilkini Meltem'e sormak için kapıya daha fazla yaklaştım. Sesimin diğer odalardan duyulmayacağına kanaat getirdiğimde nefesimi verdim. "Berçem'in gitmesini, onun tehlikeli olduğunu düşündüğün için istemiyorsun değil mi? Öyle olsaydı, Büyük amcanın torunu olarak beni buraya asla almazdın." Tek nefeste kurduğum birkaç cümlenin ardından cevabını beklemeye başladım.

Kapıyı 1 kere tıklattı ve durdu. Onaylamış, "Evet" cevabını vermişti.
Böyle olduğunu biliyordum. Artık emin olmuştum.
İkinci sorumu sormaya hazırlanıyordum, bu sorunun cevabı çoğu şeyi anlamama yardımcı olacaktı. Gözlerimi kapattım sonra usulca açtım ve sorumu sordum.

"Meltem, Berçem'i kıskandın mı?"

Önce bir cevap gelmedi. Bu soruyu sormamam gerektiğine düşünmüştüm ki sonrasında nazikçe 2 kere tıklattı kapıyı.
Bir insan konuşmadan yalan söylebilir miydi? Bunu doğrulama isteği içime doğmuştu

"Peki, Doruk'un ona karşı olan davranışlarını kıskandın mı?"

Bir ses gelmedi. Bu sessizlik, bir "evet" işareti miydi? Yoksa sadece düşünen bir kıza ait, bekleme miydi?
Ve tıklattı kapıyı. Sadece 1 kere.
Sonra yavaşça kapı kolunu çevirdi ve içeriden çıktı.

"Kapıyı kilitlememiştim bile." Kapıyı açmayı bile denememiştim. Ama nedense bu yaptığımın daha iyi bir yöntem olduğunu karar verdim.
Kapı tamamen açıldığında yüzüne doğru baktım.
Yüzü sımsıcak bir gülümsemeyle buluştu. Kızarmış yanakları, kendini bıraktı ve kolları beni kendine doğru çekti. Artık onunla ilgili bir gerçeği biliyordum.
Doruk'u bir arkadaştan daha fazlası olarak görüyordu.
Bu sır istediği sürece, sadece aramızda kalacaktı.

Demek kıskançlıktan yapmıştı tüm bunları. Kıskançlık insana neler neler yaptırıyor, diye düşündüm.
Berçem'i evden kovmuştu. Zararsız bir kızı almamıştı buraya. Sırf kıskançlık yaptığı içindi.
Ama anlamaya çalıştım Meltem'i, çünkü herkes anlaşılmayı beklerdi.

"Hadi gel içeri geçelim. Berçem ile konuşalım, üzgün olduğunu söyle. Bence yanlış anladın." Kurduğum cümlenin yanlış olup olmadığını düşünürken o diğer konuya değinmeyi tercih etti.
"Bunu kimseye söylemeyeceksin değil mi?" Gülümseyip kafamı salladım. "Bunu kimseye söylemeyeceğim." Ve tekrar sarıldı bana. Az önceki gibi sıcacıktı.

Ayrıldığımızda gülümsedi ve önden salona doğru ilerledi.
Salonun kapısının açık olduğunu fark etmiştim. Biri çıkmıştı da ben mi görmemiştim?

İçeri girdiğimizde Alaca ve Doruk'un sessiz, sedasız koltukta oturduklarını gördüm. Doruk bizi görmüş, sonrasında Meltem'e öfkeli bakışr atmıştı. Alaca ise kaş göz işareti yapıyordu bana. Ama anlayamıyordum ne demeye çalıştığını.
Berçem neredeydi?

"Kız nerede?" Diye sordu Meltem.
O sırada Doruk'un öfkeli bakışları tekrar Meltem ile buluştu.
"Gitti. Kendi isteğiyle gittiğini söyledi ama senin yüzünden gittiğini hepimiz biliyoruz! O kızın başına bir şey gelirse, seni üzerim Meltem."

Doruk fazla sinirli davranıyordu. Berçem daha 1-2 saat önce tanıştığı bir kızdı. Kısa süredir tanıdığı bir kız için neden Meltem'e ateş püskürüyordu?

"Doruk, zaten onu çok tanımıyorduk abartmıyor musun?" Bunu ben sormasam Meltem soracaktı. Ve Doruk, büyük ihtimalle, Meltem'e daha fazla sinirlenecekti.

"O çok önemliydi! Meltem yüzünden gitti." Dedi ve hırkasını üstüne giydi. Sanırım dışarı çıkacaktı.
Kapıyı açtığında, çıkmadan Meltem'e baktı ve, "O kız benim anneme çok benziyordu. Tüm sene annem ile alakalı bir şey aradım, bulamadım. Şimdi biri gelmiş ve annemi bana hatırlatmışken senin yüzünde çekip gitti Meltem!" Sert bir şekilde kapıyı kapattı.

Meltem dakikalarca kapıyı izledi. Hiç konuşmadan öylece baktı. Baktığı yer bomboş, bakışları dopdoluydu. Aklını, kalbini göremesem bile hissetiklerini anlamaya çalışıyordum.
Doruk ağır konuşmuştu. Neden bu kadar sert davranmıştı? Berçem geri gelebilirdi.
Annesinden bahsetmişti. Sahi annesi, babası neredeydi? Buradaki kimsenin hikayesini tam olarak bilmiyordum. Bunları öğenebileceğim biri varsa da o Alacaydı.
Soracaktım ona. Neler olduğunu, ne yaşadıklarını ve nasıl bir araya geldiklerini öğrenecektim.

Alaca'ya baktım. Ve fark ettim ki, ben ona bakmadan önce o zaten bana bakıyormuş. Gülümsedim.
Bu buruk bir gülümsemeydi. O da aynı şekilde karşılık verdi ve yanına gittim.

Neden bu çocuğu her gördüğümde gülümseme isteği geliyordu?

"Öğrenmek istediğim şeyler var. Ama Meltem'i yalnız bırakmak içimden gelmiyor." Yanında yaklaştığımda Meltem'in duyamayacağı bir şekilde söylemiştim bunları Alaca'ya.

"O böyle durumlara yalnız kalmayı tercih eder. Ben de sana bunu söylemeye gelecektim. Gel dışarı çıkalım, biraz ormanda yürüyelim."

Emin misin dercesine yüzüne baktım. Kafasını salladı ve üstümüze hırka alıp dışarı çıktık. Hava iyiydi, içimi huzursuz eden rüzgardan bir iz yoktu. Bir süre sadece yürüdük. Konuşmadan, birbirimize bakmadan öylece ormanda ilerledik.
Sonra daha fazla dayanamadım ve onu durdurdum.

"Alaca, biliyorum özel olacak ama Doruk'un ailesine ne oldu? Ya da sizin aileniz? Onlar neredeler?"

Alaca ilk defa kendini gösterdi. İçini açtı bana, gözlerindeki acıyı okumamı sağladı. Sonrasında ise kendini tekrar kapattı ve Doruk'un yaşadıklarını anlattı. O anlatırken ben yandım, ben yanarken o, kül oldu. Bir süre sonra dayanamadım ve ağlamaya başladım. Ben ağlarken, Alaca da gözlerinden akan yaşlarla bana bakıyordu. Şiddetli bir hüzünle ağlıyorduk. Aynı zamanda Doruk'un hala ailesinin yaşıyor olduğunu düşünmesine bitiyorduk.
En sonunda durduk ve kendimize bir rahatlama süresi tanıdık. Gözyaşlarımızı sildikten sonra saçlarımı kulaklarımın arkasına attım.

"Bana, Doruk'un burayı bulduğunu söylemiştiniz. Ama burası zaten onlara aitmiş." Tek kaşımı kaldırmış bir şekilde yüzüne bakıyordum. Büyük ihtimalle bu şekilde çok absürt duruyordum. "Öyle olması gerekiyordu." Dedikten sonra omuz silkti.

Bundan kastı neydi? Neden böyle olması gerekiyordu? Bunu sormadım. Daha önemli şeyleri öğrenmeliydim. Doruk'un yaşadıklarını ben yaşasam kesinlikle kaldıramazdım. Çok ağır şeylerdi. Onun böyle bir yükün altından kalkması, gerçekten güçlü biri olduğunun göstergesiydi. Yinede anlattıklarında yanlış ya da eksik bir şeyler olduğunu hissediyordum. Sesli bir şekilde yutkunup, yeşil harelerine baktım. "Doruk Türkiye'ye daha doğrusu İzmir'e nasıl geldi? Daha çocukmuş." Alaca bilmiyorum anlamında omzunu kaldırıp indirdi. Ardından, "İnan bana bunu merak eden tek kişi sen değilsin ama anlatmıyor." Dedi ve bu sorunun yanıtını Doruk'tan başka kimsenin bilmediğini anlamış oldum.

"Peki siz nasıl tanıştınız?" Çok fazla soru soruyordum. Bu sorular onu da üzüyordu ama bilmem gerektiğinin ikimiz de farkındaydık. Burada yaşayacaksam bazı şeyleri bilmek zorundaydım.
"Doruk buraya Nisan ayında gelmişti. Meltem ve ben birbirimizi zaten tanıyorduk. Mayısta, sana anlatamayacağım bir olaydan sonra Doruk ile tanıştık."

Madem bana bu olayı anlatamazdı. O zaman neden meraklandırıyordu?

"Neden anlatamazsın?"
"Çünkü bu olay sadece benimle ilgili değil. Doruk ve Meltem'in izni olmadan anlatamam." Belli ki gerçekten özel bir durumdu. Yoksa bana anlatacağını düşünüyordum. Sonuçta sarışının hikayesini bile anlatmıştı.
"O zaman Doruk'un yaşadıklarını neden anlattın?" Yinede içimdeki öğrenme dürtüsünü engelliyemiyordum.
"Er ya da geç anlatacaktı. Ben sadece bunu hızlandırdım."

Son sözü söylemişti ve derin bir sessizliğe yönelmiştik. Buna dinlediklerimi sindirme süresi de diyebilirdim. Çok ağır gelmişti duyduklarım. Doruk'un böyle bir yaşantıya sahip olması aklıma dahi gelmezdi. O kadar neşeli ve komik davranıyordu ki, onun hep mutlu olduğunu düşünmüştüm.
Hatta, sıkılıp evinden kaçmış eğlence arayan bir ergen olduğu bile aklıma gelmişti.
Sahi ben ne ara bu kadar düşmüş, bunu bile düşünebilecek duruma gelmiştim? Biri benim hakkımda bu tarz şeyler düşünse çok kötü hissederdim. Bu yüzden söz verdim kendime, kimseyi tanımadan, içini öğrenmeden yargılamayacaktım.

Alaca'nın ayaklanması, gideceğimizi hissettirmişti. Ama yinede sormak istemiştim.

"Gidiyor muyuz?"
"Ce ne andiamo."
"Ne?" Anlamamış bir şekilde yüzüne doğru baktım. Bunu fark ettiğinde sırıttı. "Doruk bize biraz İtalyanca öğretmişti. Ve evet, gidiyoruz."

Kalktım ve beraberinde yürümeye başladık. Ormanı, daha önce böylesine derin incelememiştim. Bu orman fazla canlıydı. İçinde bulundurduğu ruhlar, canlardan mıydı bilmiyordum ama öyleydi.
Renkleri, havası her şeyiyle capcanlı, her yerdeydi. Fakat içinde fazlaca bir hüzün de içeriyordu. Bunu, ormana ilk girdiğim an fark etmiştim. Sanki burası orman değil, bir yaşanmışlıktı. Bir insandı ve döndüğüm her tarafta bunları görüyordum ama bazı şeyleri anlayamıyordum. Mesela, böylesine capcanlı, huzurlu olmasına rağmen neden hüzün içeriyordu? Alaca gibi, diye düşündüm.
Alaca gibi...

"Alaca biliyor musun, bu orman tamda senin gibi."
"Nasıl yani?"
"Her tarafı capcanlı ve renkli, dışından tam bir neşe kaynağı gibi gözüküyor. Ama derinlerinde bir hüznü var, fark ettin mi? Bu orman üzgün."
"Fark ettim ama hüznü derinlerinde değil."

Yüzüme baktı. Her zaman yaptığı gibi sadece gülümsedi. Ben de her zaman yaptığım gibi sadece gülümsedim. Çünkü sadece gülümsüyorduk. Bana kendini açmıyor, ona kendimi açmıyordum.
Sonrasında aklıma huzur verici derecede güzel olan sesi geldi.
Onun güzel sesini, şarkı söylerken tekrar duymak istedim. Ve bir anlık cesaretle durması için kolunu tuttum.

"Alaca, bana bir şarkı söyler misin?" Bir anda sorduğum soru kaşlarının çatılmasına sebep oldu. "Şimdi mi?" Diye sordu. "Evet şimdi."
Kaşlarını indirirken eliyle yanağını ovaladı. Sonra bakışlarını bana döndürdü.
"Haberin olsun, ben genelde Sezen Aksu'nun şarkılarını bilirim." İstediği şarkıyı söyleyebilirdi. Ben onun ağzından çıkan bir kelimeyi duymaya bile razıydım. "Şarkılarını severim. Hadi söyle." Bunu söyleyince aklıma Sezen Aksu'nun bir şarkısı gelmişti. Ama dillendirmedim ve Alaca'nın söyleyeceği şarkıyı duymayı bekledim.
"Pekala, o zaman söylüyorum."
Dedikten sonra boğazını temizledi ve naif bir ses tonuyla söylemeye başladı.

"Küçüğüm, daha çok küçüğüm
Bu yüzden bütün hatalarım
Öğünmem bu yüzden
Bu yüzden kendimi özel, önemli zannetmem

Küçüğüm, daha çok küçüğüm
Bu yüzden bütün saçmalamam
Yenilmem bu yüzden
Bu yüzden kendime hâlâ güvensizliğim

Ne kadar az yol almışım, ne kadar az
Yolun başındaymışım meğer
Elimde yalandan, kocaman, rengârenk
Geçici oyuncak zaferler

Ne kadar az yol almışım, ne kadar az
Yolun başındaymışım meğer
Elimde yalandan, kocaman, rengârenk
Geçici oyuncak zaferler"


Sezen Aksu'nun "Küçüğüm" şarkısını söylemişti. Ve öyle güzel söylemişti ki, içim huzur dolmuş, kalbim bir anlığına yüklerinden arınmış, rahatlatmıştı.
Şarkı söylerken, onu izlemiştim. Öylesine içten söylüyordu ki, hüznü belirmişti yüzünde. Mutluluğu belirmişti. Yaşanmışlığı belirmişti.
Bir kere değil, bin kere daha söylesin istemiştim.

Ama söyleyememiştim bunu ona. Çünkü bize doğru koşan Meltem, tüm bu güzelliklerin bitmesine sebep olmuştu. Bunun için onu suçlamıyordum. Belli ki kötü bir şeyler olmuştu. Soluk soluğa kalmış ve ter içindeydi.

"Meltem ne oldu?" Diye sordu Alaca, tek kaşı yukarıda sorgular bir bakışla.

Tek kaşımızı çok fazla kaldırıyorduk. Bu bulaşıcı olmalıydı!

Konuşamıyordu esmer kız. Nefesi kesilmiş, soluk almaya çalışır halde yüzümüze bakıyordu. Nihayet kendine gelince dimdik durdu. Biz de yüzündeki, kıpkırmızı olmuş gözlerine daha yakından tanık olduk.

"Berçem..."
"Ne Berçem'i? Meltem ne oluyor?"
"Berçem ölüyor."

Eveet, bir bölümüm daha sonuna geldik! Umarım bölümü beğenmişsinizdir. Beğendiyseniz yıldızlarsanız çok sevinirim.

Bir sonraki bölümde üzüleceğinizi düşünüyorum. Çünkü sıradaki bölümde Meltem'i okuyacaksınız. Meltem ve Alaca'nın nasıl tanıştığı da bölümde varolacak. Sizi çok üzmek istemiyorum fakat...
Ne demek istediğimi bölümü okuyunca anlayacaksınız.

Sizleri seviyorum sevgilerr♡

Continue Reading

You'll Also Like

98.4K 6.1K 37
Bir suçlu ile mektup arkadaşlığı...
1.2M 114K 47
~Bu kitap tüm zorluklara inat aşkından vazgeçmeyip aşkı için savaşanlara ithaf edilmiştir.~ -------------------------- "Aşk mıdır beni,sana bu kadar...
112K 7.1K 37
Bakışlarım son kez telefonumun açık olan ekranına kaydı. 00.00 Dudaklarımda acı bir tebessüm oluşurken telefonuma gelen bildirimle birlikte kaşları...
45.8M 2.1M 86
Korkmuyordum, ne karanlıktan, ne gürleyen gök gürültüsünden, ne de bana zarar verebilecek bir insandan. Çünkü ben karanlıktım, ben gürleyen göktüm...