13. Görev- TAMAMLANDI

By elaanur_skr

1.1K 188 17

Kukla acı çekti, kukla öldü fakat kuklanın tahta ciğerleri nefesle doldu, kukla nefes almaya başladı. Kuklanı... More

13. Görev
1. Bölüm- Çalıkuşu
2.Bölüm-Başlangıç Noktası
3. Bölüm- Kritanta
4.Bölüm- Ceza
5.Bölüm- Şeytan
6. Bölüm- Kutlama
7. Bölüm- Delil
8. Bölüm- Özgür Kalan Kuş
9. Bölüm- Alyona
10. Bölüm- Zihin
11.Bölüm- Mezar Taşı
12. Bölüm- Yalancılar Ve Ona İnananlar
13. Bölüm- Kaybolamayan Duygular
14. Bölüm- Vicdan
15. Bölüm- Maske
16.Bölüm- Şaraplar Ve Kadehler
17. Bölüm-Halüsinasyon
18. Bölüm- Çöküntü
19. Bölüm-Karanlık
20. Bölüm- Korku Tohumu
21 .Bölüm- Yalan
22.Bölüm- 56 Dakika 15 Saniye
23. Bölüm - Yarım Kalmış Hayaller
24. Bölüm- Zarın On Üç Yüzü
25. Bölüm- İdam
26. Bölüm- Ölüm Çiçeği
27. Bölüm- Yemin
28. Bölüm- Değişim
30. Bölüm- Küçük Kız
31. Bölüm- Yuva
32. Bölüm- Gözlerin Çığlıkları
33. Bölüm- Gökyüzü
34. Bölüm- Kukla
35. Bölüm- Umut
36. Bölüm- Ecel
37. Bölüm- Bilinmezlik Çukuru
38. Bölüm- Kaçış Yolu
39. Bölüm- Kenetlenmiş Eller
40. Bölüm- Yangın
41. Bölüm- Kumar
42. Bölüm- Zıtlıklar
43. Bölüm- Denek 13
44. Bölüm- Dikiş Tutmaz
45. Bölüm- Yıldız
46. Bölüm- Değişim
47. Bölüm- Hediye
48. Bölüm- Mucize
49. Bölüm- Kahraman
50. Bölüm- Karanlık
51. Bölüm- Kuklacı
52. Bölüm- Melodi
53. Bölüm- Oyunbozan
FİNAL- Masal

29. Bölüm- Yeşil

28 3 0
By elaanur_skr

Selamlar herkesee. Nabersiniz? Umarım iyisinizdir. 

Fazla tutmayacağım, sizi hemen bölümle baş başa bırakmak istiyorum. 

Fikir, öneri veya sorularınızı yorumlarda belirtmeyi, oy vermeyi ve hikayeyi sevdiklerinizle paylaşmayı unutmayın.

Öpüyorum, iyi okumalar! 

17. 08. 2011

St. Petersburg- Rusya

Küçük ve eski eşyalarla dolu odada çalan telefonun sesiyle Diana, büyük bir baş ağrısıyla gözlerini açtı. İlk başta nerede olduğunu anlayamasa da birkaç saniye içinde dün çalıştığı masada uyuyakaldığını düşündü. 

Elini masanın üzerinden çekmesiyle beraber masanın üzerindeki alkol şişesi yere düştü ve kırıldı, Diana gözlerini kıstı ve burayı temizlemek zorunda olacak olmasına yakındı. Gözlerini ovuştururken ısrarla çalan telefonunu eline aldı ve arayanın kim olduğuna bakmadan telefonu açtı. 

"Diana?" 

Diana duyduğu sesin kime ait olduğunu anlayamayınca telefonu kulağından çekip arayan numaraya baktı. 

Bu ses kocasından başkasına ait değildi, uykulu haliyle onun sesini bile tanıyamayan kendine güldü yalnızca. 

"Efendim?" 

"Neredesin, merkezde seni aradım fakat bulamadım." 

"Ofisteyim," diye yalan uydurdu Diana. Bulunduğu yeri kimseye söylememe kararı almıştı, yine gruba bağlı olan bir ev olsa da Diana burayı katili bulmak için kullandığı bir yer haline çevirmişti. "Merkezde sabahlayacaktı üçüncü kat, ses olmasın diye işlerimi burada halledecektim. Haber verdim sanıyordum." 

"Grup toplantısını hatırlatmama gerek var mı?" 

Diana sıkıntıyla gözlerini kapatıp eliyle başını ovaladı. "Ben onu tamamen unuttum." 

"Tahmin etmiştim," dedi adam alayla, ardından ciddileşti. "Eğer İvan ile bir buluşman yoksa benimle konuşmaya ne dersin?" 

 Diana sinirle nefes verdi ve kaşlarını çattı. "İvan ile buluşman yoksa ne demek Daniel? Ne saçmalıyorsun?"

"Ne demek istediğimi gayet iyi anladığının farkındayım Diana. Bana anlamamış numarası yapma." 

"Anladım, ne demeye çalıştığını gayet iyi anladım Daniel ama senin bu saçma cümleyi neden kurduğunu düşünüyorum yalnızca." 

"Saçma mı?" dedi adam sinirle. "Eve uğradığın yok, ne zaman seni arasam ya o adamlasın ya diğeriyle. Evli misin değil misin anlayamıyorum bazen." 

"Ya o adamlasın ya diğeriyle dediklerin benim iş ortaklarım Daniel. Sanki kendin çok eve giriyormuşsun gibi konuşma, kalıbımı basarım Arina seni bir aydır görmüyordur. Gördüğünde de gördüğüne pişman oluyor!" 

"Gördüğüne pişman olduğunu de nereden çıkarttın?" dedi adam bağırarak. 

"Onun yanında değiliz, ne onun ne de Alex'in. Bunun farkındasındır diye umuyorum. Onlar bebekken de, çocukken de, büyüdüklerinde de. Yaşadığımız süre boyunca da yanlarında olmayacağız. Arina yalnızca abisi ve teyzesiyle büyüdü, biz hayatta olmamıza rağmen. Zaten ona bu kadar uzakken yanında olduğun günler de onun defalarca kez ağlama krizlerine girmesinden başka hiçbir şeye sebep olmuyorsun!" 

"Onun zayıflığı benim suçum değil!" diye bağırdı adam bu sefer. 

"Zayıflık mı? Belki de ayda bir gördüğü babasından sevgi ve ilgi  bekleyen o kıza karşı hırslarını döküyorsun. O da ağlıyor, sana kendini ifade etmeye çalışıyor ve sen buna zayıflık mı diyorsun?" Diana sinirle nefes verdi. "Benim eve gelmediğim gecelerin çetelesini tutacağına çocuklarının yanında olsan bir ihtimal seni anlayabilirdim. Suçsuzum demiyorum, yoğun işler yüzünden, belki de binlerce şey yüzünden her birinizi ihmal ediyorum ama bunu telafi etmeye çalışıyorum. Benimle her konuştuğunda o lanet olası adamların adını sokmak zorunda değilsin konuşmaya! Zorundayım, ölmemek için, sizin ölmemeniz için bu grubu ayakta tutmak zorundayım ve bunun için onlara ihtiyacım var! Senin lanet olası bencilliğin yüzünden kendimi suçlu hissediyorum. Her birinizin yaşaması için uğraşmama rağmen, her ne olursa olsun sizin güvende yaşamanız için uğraşırken, bunun için uyumazken dahi senin bu bencilliğin yüzünden kendimi suçlu gibi hissediyorum!" 

"Her seferinde yaptığın şeylerden övünerek sana borçlu olduğumu falan mı hatırlatmaya çalışıyorsun bana? Evet, şu an yaşıyorsam senin sayende. Eğer grup bizi sarıp sarmalamasaydı ölü olurdum. Evet, ne yapayım? Bunun için ayaklarına mı kapanayım? Suçlu olduğunu kabul ettiğini söyledikten sonra bana yaptığın iyiliklerden bahsediyorsun! Bu beni manipüle etmenden başka bir şey değil!" 

"Delirdin mi sen?" dedi Diana şaşkınlıkla. "Bana resmen sana ihanet ettiğimi söylüyorsun! Bunu reddettiğimde ise seni manipüle etmiş mi oluyorum? Ne duymak istiyorsun?" Biraz bekledi fakat Daniel'den hiçbir cevap gelmedi. "Cevap ver bana, ne duymak istiyorsun? Ne demeliyim sana? Onlarla yatıyorum mu demeliyim? Eve gelmememin sebebi o adamlar mı demeliyim sana? Ne istediğini anlamıyorum! Sana yıllar önce de dedim. Eğer benimle evleneceksen alışık olacaksın, koskoca bir grup yöneteceğim yakında dedim. Doğrusu söylediklerim dün gibi aklımda, eğer eve gelmediğim gecelerin çetelesini yapmakla doldurmuyorsan zihnini, sen de hatırlıyorsundur. Ben sana defalarca kez asla normal olamayacağımızı söyledim. Bazen haftalarca eve girmeyeceğimi söyledim. Bu zaman kadar zaten hep böyle olan bu düzen şimdi mi dağıtıyor dikkatini?" 

Daniel'in yalnızca bir arabaya bindiği ve hızla arabayı çalıştırdığı duyuldu. "Hala, hala beni anlamaya çalışmıyorsun." 

"Yaptığın şey yalnızca beni ihanetle, sana  ihanetle suçlamak! Yapmadığım bir şeyi yapmışım gibi göstermek. Ben mi anlamıyorum seni? Anlamaya çalışıyorum, ben seni her zaman anlamaya çalıştım fakat sen hep aynı şeyi söylüyor ve kendini düşünüyorsun. Sen bencilin tekisin!" 

"Ben miyim bencil?" Derin bir nefes verdi. "Bu zamana kadar hiç değişmedin. Hala kendini üstün tutuyorsun herkesten, ben miyim bencil? Bu dünyadaki en bencil insan sensin Diana. Bu dünyadaki en kibirli insan sensin Diana. Konuşmalarına hiç dikkat ettin mi? Hep ben, ben, ben. Ben bunu yaptım, ben şunu yaptım. Evet yaptın, hepimiz yaptık. Hepimiz bir şeyler için uğraştık ama sen sınırları aşıyorsun!" 

"Ne sınırı?" dedi Diana sinirle. "Senin belirlediğin sınırlar mı? Onlara göre mi yaşayacağım ben? Benim yaptıklarımın aynını yaptığında sana hiçbir şey söyleyen olmadı. Olmadı çünkü karşıdaki kendi bencilliğiyle karşındakini bencil ilan edecek kadar kör değildi. Ben mi bencilim? Ben mi kibirliyim? İnan bana seni anlamak için çok uğraştım. O kadar çok uğraştım ki! Her seferinde tamam dedim, gergin dedim, sinirli dedim. Her dediğini geçiştirdim ama yok, ben seni geçiştirdikçe, ben sana her şeye rağmen değer vermeye çalıştıkça sen sana verdiğim değeri az görmeye başladın. Ne istediğini anlamıyorum. Her şeye yetmeye çalışmanın ne kadar zor olduğunu bilemezsin, yetemiyorum artık hiçbir şeye yetemiyorum! Lanet olsun ki yetemiyorum! Çünkü ben de bir insanım, çünkü benim de bir sabrım var, ben de hissediyorum bir şeyler! Robot falan değilim ben, her nasıl görüyorsan aklında beni, ben değilim öyle bir şey." 

Gözlerinin dolduğunu fark edince kendi kendine kızıp gözünden yaşların akmaması için uğraştı fakat başarısız oldu. Sol gözünden akan yaşla beraber yutkundu, boğazının fazlasıyla acıdığını fark etti. Dakikalardır ağlamamak için kendini sıkıyordu fakat başarısız olmuştu. 

Bu hayatta belki de sığınabileceği tek insandan bu sözleri duymak ona fazlasıyla ağır gelmişti. Saklamaya  çalıştığı acılarının onu dönüştürdüğü insandan nefret etmeye başlamış fakat eski kendini çoktan yok ettiğinden bu haline veda edemez hale gelmişti. 

Acı çekiyor, saklamaya çalışıyor, her şeye rağmen güçlü görünmeye çalışıyor, dik durmaya çalışıyor ve onu en iyi anladığını düşündüğü insan tarafından bencil veya kibirli, hiçbir şeyi umursamayan bir insan olarak adlandırılıyordu. 

Duygularını yok etmenin onu düştüğü bataklıktan kurtaracağını zannediyordu, o bataklıktan kurtulmasının tek çaresi ona göre bir sarmaşıktı. O duygularını yok ederse daha az hareket edeceğini ve bataklıktan çıkmasının, sarmaşığa tutunmasının daha kolay olacağını düşünmüştü fakat bu sefer, sarmaşık ondan uzaklaşmaya başlamıştı. 

Orada hareket etmediği için. 

"Hiç değişmedin," dedi telefondan gelen ses. "hiç değişmeyeceksin. Duygusuzun tekisin! Ne yapacaksın, telefonu kapatınca iş ortaklarınla yeni bir toplantı mı düzenleyeceksin? Bu dediklerimi bir kez düşün, en azından bir kez şu gururunu kenara bırakıp başkalarının da haklı olabileceğini düşün! Ben her zaman denedim, senin aksine ben,  kapalı bir kutu olan seni her zaman anlamaya çalıştım. Senin aksine ben seni herkesten farklı görmeye çalıştım fakat onlar haklıymış. Onlar her zaman haklıymış ve ben bunu görmek istememişim. Sen her zaman bana göstermişsin, ben gözlerimi kapatmışım. Buna rağmen hala bencil ben miyim Diana?" 

Diana'nın sol gözünden bir damla yaş daha düştü, derin bir nefes verdi ve dudaklarını birbirine bastırdı. Karşı taraf tekrardan konuşmaya başladı. "Şimdi bu sessizliğin kendini acındırmaya çalışman mı?" 

"Kendimi acındırmaya çalışmam mı?" dedi Diana sinirle. Titreyen sesini bastırmanın tek yolu bağırmasıydı. "Duygusuzun teki olarak adlandırdığın ben miyim cidden? İnan bana ben onca duyguyu hep içimde yaşadım, açıklamam mı gerekiyordu? Bugün yorgun ve üzgünüm. Bugün mutluyum. Bugün sinirliyim! Seninle olan nadir zamanlarımızı aptal duygularımı sana anlatarak vakit öldürmediğim için özür dilerim, çünkü ben bunu yapmadığımda bir duygusuz olarak anılacağımı hiç düşünmemiştim. Çünkü ben sana duygularımı göstermedikçe, çünkü ben hiç kimseye duygularımı göstermedikçe bencil ve kibirli olacağımı hiç düşünmeyecek kadar aptaldım. Çünkü ben sana her zaman iyi görünerek her şeyi daha iyi yapacağımı sandım, ben bunca şeyin her şeyi iyiye götüreceğine inandım. Bu mu yaptı beni kibirli? Bu mu yaptı beni bencil? Madem duygularımı açık açık söylemem gerekiyor söyleyeyim. Ben seni çok sevdiğimi sanmıştım, sevgimin karşılıksız kalmadığını sanmıştım. Fakat öyleymiş ki sen içinde bana olan sevgini değil, kinini biriktirmişsin. Kendi kafanda bir senaryo uydurmuş ve buna göre ilerlemişsin. Sen kafanda beni çoktan bitirmişsin. Söyle bana, bu konuşmayı yapmak için ne kadar zamandır hazırlık yapıyordun?" 

Telefonun karşı tarafından yalnızca hızla ilerleyen arabanın sesi duyuluyordu. "Sana tek bir şey soracağım Daniel. Bu konuşmanın başında, gerçekten sana ihanet ettiğimi mi düşünüyordun?" 

"Evet." dedi yalnızca Daniel. "Ve hala da, hala da bana böylesine sinirlenerek ve onları koruyarak konuşmanın tek sebebinin olduğunu düşünüyorum. Çünkü ben seni çok iyi tanıyorum, keşke seni ilk tanıdığımdaki gibi kalsaydın. Fakat seni ilk tanıdığımda yalnızca kendini gizlemişsin, sen hep böyleymişsin. Ben seni iyi sanarak aptallık etmişim." 

"İmkansız," dedi Diana. Artık titreyen sesini gizlemek için uğraşmıyordu. "Senin dileğin asla gerçekleşmeyecek bir dilek. Çünkü benim bu hale dönmemin sorumlusu sensin. Her ne kadar inkar etsen de biliyorsun. Eğer ben bu hale geldiysem bu senin suçun ve ben bunu şu ana kadar bir suç olarak değil ,bir lütuf olarak gördüm. Fakat şimdi fark ediyorum ki kendimi güçlü sanarak öyle acılar çektirmişim ki kendime , her şeye rağmen senin istediğin o insana o kadar dönüşmüşüm ki."

 Yutkundu, boğazının delilerce ağrıdığını hissediyordu. " Hani diyorsun ya, sen bencilsin, sen kibirlisin, sen duygusuzun tekisin! Evet, eğer böyle düşünüyorsan yıllar boyunca değiştirmek için her şeyi yaptığın eserin karşında, eserin karşında ve sen eserinden şüphe ediyorsun. Yazıklar olsun Daniel, sana verdiğim onca seneye yazıklar olsun. Kendi yarattığın enkaza karşı nefretle konuşan sana yazıklar olsun. Dedin ya keşke ilk tanıştığımızdaki gibi kalsaydın diye. Keşke hiç tanışmasaymışız Daniel. İkimiz için de böylesine bir enkaz yaratmazdı." Duraksadı ve sinirle güldü. "Özür dilerim, unuttum. Ben duygusuzun tekiyim ve bu konuşmanın benim için hiçbir şey ifade etmemesi gerekir." 

Diana söylediklerinin ağrılığı altında ezildi, söyleyeceklerinin ağırlığı altında ezildi ve ağlamamak için direndi. Daniel ise tek bir kelime daha etmedi. 

On saniye sonra duyulan yüksek bir ses, Diana'nın duraksamasına ve az önce kustuğu nefretin yüz ifadesinden kalkmasına; dediği onca şeye rağmen sesinde büyük bir korku ve tereddüdün duyulmasına sebep oldu. 

 O ses giderek arttı, arttı ve son buldu. 

Bu ise Daniel'in içinde bulunduğu arabanın kaza yaptığının ve Daniel'in arabanın içinde yanarak öldüğünün bir belirtisiydi. Herkes bunun bir kaza mı yoksa intihar mı olduğunu düşünüp durdu, Diana ise hayatında ilk defa hiçbir şey düşünmeden söylediği o sözlerin ağırlığı altında ezildi. 

Diana, o gün ölmek istedi. 

Diana defalarca kez elindeki o telefonu mahvetmek istedi, Diana bir daha asla konuşamamak istedi. Diana, o konuşmanın yapıldığı sabah çoktan ölmüş olabilmeyi diledi. O sabahın asla olmamasını diledi. Yaşadığı her şeyin bir rüya olmasını diledi. 

Fakat gerçekti, hiçbir şey o sabah kadar gerçek olmamıştı. 

        KRİTANTA İVANOVA

Hiç beklenilmeyen şeylerin olduğu, hayatın sürprizlerle dolu olduğunu yazan kitabın kapağını gözlerimi devirerek kapatan ben, yıllar sonra hiç beklemediğim bir şeyle karşı karşıyaydım. 

Evleniyordum. 

Öldüreceğim adamla iş birliği yapıyor ve kendimi korumak için evleniyordum. 

Asla ihanet etmeyeceğime emin olduğum grubumun patronuna yalan söylüyordum. 

Hayat gerçekten sürprizlerle doluydu, berbat sürprizlerle. 

"Bunun iyi bir fikir olduğuna emin miyiz?" dedim sıkıntıyla, Sofia üzerimdeki beyaz gelinliğin sırtındaki kat izininin düzgün durması için uğraşırken. "Yani sadece resmi nikahı da kıyabilirdik, katile böylece yaklaşamayız." 

"Abart," dedi Sofia gülerken. "Seninle on yirmi yıl dalga geçeceğim, bu fırsatı kaçırır mıyım?"  Gelinliğin sırtına son bir düğümü de attığında ekledi. "Ayrıca tanıdığımız çoğu insan orada olacak, her birini gözlemlememiz için mükemmel bir fırsat. Horandan her şey daha net görünür." 

Gözlerim önümdeki boydan aynada kendimi süzdü. Gelinliğin askıları oldukça kalındı ve göğüs hizamda başlıyordu, hatta solumdaki askı omzumun beş altı parmak aşağısında duruyordu. Askılar yüzünden V şeklinde bir dekoltesi olan gelinlik, yine fazla abartıya girilmemesini istediğim için satendi ve balık elbise şeklindeydi. Belimi ve kalçamı tamamıyla saran elbise diz kapağımın bir karış üzerinde genişlemeye başlıyor ve giydiğim topuklu ayakkabılara rağmen elbisenin etekleri yerdeydi. Saçlarımı açık bırakmış ve fön çekmekten başka hiçbir şey yapmamıştım. Makyajım ise kahverengi ağırlıklıydı, açıkçası bazen dışarıya çıkarken daha çok makyaj yapıyordum. Her şeyi o denli basit tutmaya çalışmıştım. Yeşil gözlerimin rengini dengeleyecek bir şekilde kahverengi ve abartıdan uzak bir göz farı ve baştan savma görünmemesi için bir eyeliner çekmiştim. Onun dışında günlük makyajımı uygulamış ve karamel rengi olarak geçen fakat karamel rengi olmayan uğurlu rujumu sürmüştüm. Takı olarak yalnızca küpe takmış ve sadeliğin dibine vurmuştum.

 "Dünyanın en güzel insanı olabilirim." diye mırıldandım. 

"Ne kadar mütevazisin ya." diye dalga geçti benimle Sofia. "Neyse, o kadar kötüymüş gibi düşünme. Hayatına renk gelir." dedi omuz silkerek. 

Galiba bu dünyadaki en umursamaz ve bardağa dolu tarafından bakan kişi ile arkadaştım. 

Zira bardağın dolu olan hiçbir kısmı yoktu fakat o hala dolu taraftan bakıyordu. 

Ardından arkamdaki saate baktı. "Eğer düğününe geç kalmamızı istemiyorsan gidelim." dedi rahatlıkla. 

***************

Kulağımda okunan dualar, ilahiler ve bir org sesi yankılanırken papazın söylediğine göre Valery'nin gözlerine bakmak zorundaydım. Neredeyse beş dakikadır, ilahi ve dualar okunuyordu. Normalde de vakit buldukça pazar ayinlerine giden bir insandım fakat bu fazlasıyla sıkıcıydı. 

"Sıkıldım," diye oynattım dudaklarımı Valery'e bakarken. 

"Ben de." diye oynattı dudaklarını gözlerini hafif açarken. 

Hafifçe gülümsedim, sıkıntıyla elimdeki çiçek buketini sıkarken gözlerimi misafir kısmına çevirdim. Çoğunlukla Valery'nin tarafı doluydu, hiç tanımadığım fakat grupta birkaç kez denk geldiğim misafirler rastgele olacak şekilde gelin ve damat tarafına oturmuştu. 

Ayrıca benim tarafımda hiç tanımadığım hatta grupta bile görmediğim kişiler oturuyordu, muhtemelen tarafımda kimsenin oturmamasına acımış ve oraya oturmuşlardı. Gözüm kendi tarafımda dolanırken en arkada birisinin oturduğunu gördüm. 

Horan, misafirlere uzak olduğundan gözlerimi kıstım ve oraya bakmaya başladım. 

Önüne doğru eğilmiş misafir, başını kaldırdı ve gözlerini beninkilerle birleştirdi. Şaşırtıcı olan, adamın yalnızca gözlerini görebilmemdi, ağız ve burnunun üzerini bir maske ile kapatmış olmasıydı. Adam hafifçe başını eğdi ve kafasındaki şapkayı kaldırarak bana selam verdi, alayla gülümsediği gözlerinin altının kırışmasından belli oluyordu. 

Tam o sırada Valery boğazını temizledi, gözlerimi ona döndürdüğümde hafifçe papazı işaret etti. Başımı hafifçe öne doğru eğip Valery'e bakmaya devam ettim, papaz hemen arkamızdan ayrıldı ve elindeki büyük haçı misafirlere doğru gösterip duaya eşlik etmeye başladı. 

Birkaç saniye içinde tekrardan arkamıza geçtiğinde gözlerim gördüğüm o adamın olduğu yere gitti fakat adamın orada olmadığını gördüm. Gözlerim kısaca tüm kiliseyi taradı fakat adamı göremedim. 

Kilisenin kapıları kapalıydı. 

Gözlerimi tekrardan Valery'e çevirdim. Papaz boğazını temizledi ve elindeki haçı bize doğrultarak konuştu. 

"Valery Petrov ve Kritanta İvanova, Allah'ın gerçek sevgisinin ve evlilik hayatının gayesini ve manasını bildiren sözleri dinlediniz. Şimdi eş olarak, birbirinize karşılıklı söz veriniz. Valery Petrov ve Kritanta İvanova, serbest iradenizle ve hiç kimsenin baskısı altında kalmadan, tamamen ve serbest olarak evlenmek istiyor musunuz?"

"Evet." dedim kendimden emin bir sesle. 

"Evet." dedi Valery gözlerime bakmaya devam ederken. 

"Kuracağınız yuvada, karılık-kocalık, annelik ve babalık sorumluluklarını kabul ediyor musunuz?"

"Evet." dedim, "Evet." dedi. 

" Burada mevcut olan şahitler ve bütün bu cemaat huzurunda, özellikle, hayatınız ve sevginizin kaynağı ve her zaman sizinle beraber olan Allah' in huzurunda, şimdi birbirinize söz veriniz." 

Elimdeki çiçeği yanımda duran Sofia'ya uzatıp Valery'nin elini tuttum. 

"Ben Valery Petrov, sen Kritanta İvanova 'yı eşim olarak kabul ediyorum. Bütün hayatım boyunca, seni seveceğime, sana hürmet edeceğime, zenginlikte ve fakirlikte, sağlıkta ve hastalıkta, iyi ve kötü günlerde, sana sadık kalacağıma söz veriyorum."

Gülmemeliydim, burada gülmemeliydim. Atacağım bir kahkaha her şeyi bozardı. Pekala, ciddiydim. 

Yutkundum, boğazımı temizledim. 

"Ben Kritanta İvanova, sen Valery Petrov'u eşim olarak kabul ediyorum. Bütün hayatım boyunca, seni seveceğime, sana hürmet edeceğime, zenginlikte ve fakirlikte, sağlıkta ve hastalıkta, iyi ve kötü günlerde, sana sadık kalacağıma söz veriyorum."

Papaz bizim için Tanrı'ya dua etmeye, biz de yeminler etmeye devam ettik. Yüzükler takıldı, biz yeminler ettik, papaz dualar etti. Org çalmaya devam etti. Papaz haçı tutup takdis etmeye devam etti, Sofia ve Timothy, yani şahitlerimiz yeminlerini ettiler. Papaz onlara da dualar etti. 

En sonunda merasim bitti, seyirciler bizleri alkışladılar. Gözlerim tüm seyirciler arasında o yeşil gözlü adamı aramaya devam etti. 

Neredeyse yarım saat boyunca misafirler gelip dualar etti, tebrik ettiler. Onlara samimi görünecek bir gülümseme ve kısa cevaplarla geçiştirirken aklım hep o adamdaydı. 

O gerçek miydi? Muhtemelen hayır. 

İlacı içmeli miydim? 

Doğrusu o ilaca zerre kadar güvenmiyordum fakat o adamın orada olması her manada tehlike arz ediyordu. Eğer gerçekse, rüyalarım da gerçekti. O adam bir şekilde rüyalarıma giriyordu. Tahminim onun katil veya katillerden biri olduğuyken gerçek olması tehlikenin en büyüğüydü. 

Eğer gerçek değil, yalnızca bir halisünaysondan ibaretse de büyük bir sıkıntı vardı. Aklımı kaçırıyordum.

İkinci ihtimal bana daha ılımlı gelmeye başlamıştı. 

Karşımda duran kadın artık her ne dediyse emin olmadan başımı sallayıp samimi bir gülümsemeyle başımı oynattım. "Teşekkür ederim." 

Kadın da gülümseyerek uzaklaştığında ve geriye kimse kalmadığını görünce derin ve rahat bir nefes verdim. Tam Sofia'ya dönmüşken hızla elindeki çiçeği elime verip elini elbisesine temizledi. Ona hiçbir şey anlamadığımı belirten çatık kaşlarla bakarken başını salladı. "Ne var Kritanta? Düğün bitti ve benim gelinin çiçeğini tutuyordum." 

Hala anlamadığımı söylerken Valery üzerindeki gömleğin boğazını hafifçe gevşetirken konuştu. "Hani gelin düğünden sonra çiçek atar, tutan evlenir. Var ya böyle bir inanç, Sofia da çiçek atılmasa da gelinin çiçeğini tuttu." 

"Sağ ol açıklama için." dedim kaşlarımı hafifçe kaldırırken. 

Doğrusu Sofia ortada hiçbir şey yokken büyük bir tepki veriyorsa muhtemelen bununla alakalı da bir batıl inanç vardır ve ona göre bir şeyler ters gidiyordur. 

"Artık gidelim." dedi bıkkınlıkla Timothy. 

Çıkış kapısına doğru ilerlerken telefonunu çıkarttı ve hızla kulağına götürdü. "Natasha, inanır mısın bilmiyorum ama ev bugün boş! Ve muhtemelen sonsuza kadar!" 

Buradan da duyulabilecek ve Timothy'den beklemediğim kadar mutlu bir ses ile kaşlarımı çattım.

 Timothy ruh emicilerin insan kılığına girmiş haliyken mutlu bir şekilde konuşması, özellikle Valery'nin evde olmamasına bu kadar mutlu olması, o adamın verdiği huzursuzluğu birkaç saniyeliğine vücudumdan atabileceğim kadar iyiydi.

Ben kendimi tutamayarak kahkaha attığımda Valery göz devirdi.

 "Neyse, ben gidiyorum Kritanta. Kimi atsam eve?" Durup güldükten sonra eliyle saçını düzeltti. "İlk defa kurtuluyorum senden, aşırı panikledim." 

"İltifat mıydı, yoksa hakaret mi?" dedim kaşlarımı çatarak fakat gülerek. 

"Bilmem," dedi omuz silkerek. "Çok ses çıkartmayın bu arada, malum kilisedeyiz. Neyse, gidiyorum ben." dedi ve arkasını dönüp uzaklaştı. Horandan uzaklaşacakken aklıma arkamızdaki masanın üzerinde olan evlilik cüzdanı geldi, onu aldım ve Valery ile kiliseden ayrıldık. 

***********

Arabaya biner binmez ilk işim radyoyu açmak ve rastgele bir şarkıya kafamı vermeye çalışmak oldu. Kısa süreliğine kafa dağıtmak için birebirdi. 

Valery arabayı çalıştırdığında şarkı değişti ve Rauf&Faik'in "Seni Seviyorum." adlı şarkısı çalmaya başladı. Araba radyosunda güncel şarkıları görmek küçük bir ihtimaldi, arasında sevdiğim bir şarkının çıkması ise yüzümü güldürmüştü. 

"Anısı mı var?" dedi Valery gülerek. 

"Bu fazla klasik olurdu." dedim yüzümü buruşturarak. "Herkes herkese aynı şarkıyı hediye ediyor çünkü." Ardından omuz silktim. "Ayrıca neden bir insana şarkı hediye ederek şarkıyı mahvedeyim ki? Şarkıdan soğutur." 

"Sonunda benimle aynı düşünen bir insan." dedi derin bir nefes verirken. "Arkadaşlarla öylesine oturuyoruz, bir şarkı çalıyor. Abi anısı var, abi bana hediye etmişti. Yani Lana Del Rey şarkısını da hediye etmezsin, insanlara harcanamayacak kadar güzel." 

"Lana mı dinliyorsun?" dedim gözlerimi açıp ona doğru dönerken. "En sevdiğin şarkısı ne?" Heyecanla konuşurken durdum. "Doin' Time dersen seni öldürürüm." 

Biraz düşündü. "Ultraviolence veya Art Deco. Seninki?" 

"24." dedim hızla. "Salvatore de olabilir." 

"Şükürler olsun evde Lana Del Rey açabileceğim." dedi rahatlıkla. "Tim rap ve phonk müzikten başka hiçbir şey dinlemiyor." 

"Çok şaşırdım doğrusu." dedim önüme dönerken ve zihnimde şarkının sözlerini tekrarlarken. 

"Hem," dedi Valery gözlerini birkaç saniyeliğine bana çevirirken. "Kilisede çok gergindin, özellikle de dua okunurken." 

Ne demek istediğini anladığım için cümlesini bitirir bitirmez konuştum. "Galiba gerçekten kafamı çok yoruyorum ve o aptal halüsinasyonları görüyorum."

Bakışlarını bana çevirdi. 

"Rüyalarımda gördüğüm adamı kilisede gördüğümü sandım." 

"Şizofreni bir psikolog?" dedi şaşkınlıkla. 

"İlk olarak, her psikoloji mezunu psikolog olmuyor. Terapi eğitimi de alıyorsun ekstra olarak. İkinci olarak sadece şizofreni olsa sevinirim."

"Biliyorum." dedi rahat bir ifadeyle. "İlk gördüğümde şaşırmıştım, hiç deliye benzemiyordun." Gözlerimi ona diktiğimde ellerini iki saniyeliğine direksiyondan ayırdı ve havaya kaldırdı. "Tamam, deliye benziyordun. Gelgitlerin fazlaydı, bahse girerim seninle konuşurken kaç kere nefes aldığımı bile saymışsındır." 

Konuşurken neden bu kadar abartı mimik yaptığını - Sekiz kere dudak kasını oynatmış, gözlerini sayamadığım kadar çok kırpmış, kaşını iki kere çatmış ve eski haline getirmişti- anlamaya çalışırken yüzünü süzer ve ona bir uzaylı görmüş gibi bakarken devam etti. 

"Sana tek bir soru soracağım, dürüst ol. Mimiklerimi saydın mı, saymadın mı?" 

Aynı ifadeyle ona bakarken kaşlarımı çattım. "Bu seni ne kadar alakadar eder?" 

"Saydın yani." 

Gözlerimi devirdim, devam etti. "Bana OKB'nin, bipolar bozukluluğunun, anksiyetenin, majör depresyonunun, şizofernin, öfke sorunlarının tamamen bittiğini söyleme. İmkansız çünkü." 

Gözümü kapatıp açtım. "Tamam," dedim teslim olurmuşçasına. "Böyle bir şeyi söylemedim zaten, bunun inanılabilir olduğunu da savunma, ben de inanmıyorum çünkü. Sadece eğer durmaya devam etseydim o hastanede hala duruyor olurdum, hastalıkları atlatmak basit bir şey değil. Hala hepsi için ilaç kullanmaya devam ediyorum." Açıklamamı yaptığımı ve bu konunun bir daha açılmasını istemediğimi bakışlarım ve mimiklerimle fazlasıyla belli ettiğimi düşünerek önüme döndüm. Ardından gözlerimi kısarak Valery'e döndüm. "Ezberledin mi? 

"Neyi?" dedi umursamazca. 

"Hastalıklarımı." 

"Nereden çıkarttın?" diye sordu bu kez. Bu adam beni delirtecekti! 

"Teşhis zamanlarına göre yazılır sisteme, söyleme sıranla sisteme girilme sıraları aynı. Bu kadar atıp tutabileceğini sanmıyorum." 

"Yalnızca görsel hafızam kuvvetli." dedi omuz silkerek. 

"Ne güzel." dedim gözlerimi açarak. 

Araba yavaşladı ve bir Sovyet binasının önünde durdu. 

"Yıllarca izimin bulunmadığı bir yer. Biraz götürüsü olur diye düşündüm." dedi arabayı apartmanın önüne park ederken. 

"Burada yasa dışı işler yapmıyorsun değil mi?" dedim hızla. "Kumarhane, genel ev, gazino falan." 

Arabanın anahtarını çıkartıp duraksadı. "Bir dahakine denerim sarışın." 

Arabanın kapısını açtım ve dışarıya çıktım, üzerimde yalnızca gelinlik vardı ve az önce arabanın termometresinin gösterdiğine göre hava eksi yedi dereceydi. 

Valery iner inmez öksürmeye başladı, soğuk havada aldığınız derin bir nefes tüm ciğerinizi üşütebilir, fazlaca yapmanız sonucunda sizi hastanelik edebilirdi.

Valery öksürükleri eşliğinde arabanın bagajından içine her eşyamı doldurduğum bir valiz çıkarttı ve bagajı kapattı. Bana doğru gelmeye başladığını görünce apartman kapısına doğru yöneldim, o da apartmanın kapısını açtı ve içeriye girdik. 

****************

Eve girer girmez ilk işim üzerimdeki gelinliği çıkartıp bunun yerine valizden aldığım asker yeşili boğazlı bir kazak ve siyah, İspanyol paça pantolonu giyinmek olmuştu. Dışarının soğuğuna rağmen küçük ev oldukça sıcaktı, bu da oldukça mutlu olmama sebep oluyordu. 

Çıkarttığım gelinliği bir askıyla Valery'nin dolabının içine yerleştirdim, ardından Valery'nin kıyafetlerini değiştirmesi için odadan ayrıldım. 

Valery odaya girip kapıyı kapatır kapatmaz sebepsiz yere beni mutlu eden bu yerde dolandı gözlerim.

 Küçük adımlarla yürüdüm, giriş koridoru dar ve uzundu, diğer odalara giriş çoğunlukla bu koridordan sağlanıyordu. Az önce kıyafetlerimi değiştirdiğim oda, giriş kapısının sağındaki duvarda kalıyordu. Odanın tam karşısında ise kapısından anladığım üzere tuvalet vardı. Koridorda biraz ilerleyince sağda mutfak, tam karşıda ise kapısı kapalı bir oda vardı. Odanın kapısının önünde farklı bir koku vardı, tiner olma olasılığı yüksekti. 

Odaya girmek ve girmemek arasında kalıp en kötü ihtimalin ne olabileceği konusunda kendimi tembihledikten sonra odanın kapı kuluna elimi uzattım fakat açmadım. 

Belli konularda fazlasıyla hassastım ve hiç bilmediğim bir evde hiç bilmediğim yerleri incelememek gibi bir hassasiyetim vardı. İnsanların mahremiyeti olduğuna inanırdım. 

"Daha ne kadar duracaksın kapının önünde?" 

Gözlerimi devirip kapının kolunu indirdim. "İnce düşünerek hata yapmışım, rahatsız olabileceğini-" derken açılan kapının ardında gördüklerimle gözlerim şaşkınlıkla açılırken dudaklarıma bir gülümseme oturdu. 

"İzimi saklama sebebim tam olarak buydu." 

Gözlerim karşımdaki şaheserlerde dolandı, odanın her yeri tuvallerle, resim şövaleleri, boyalar, paletlerle doluydu. Bazı resimler duvarda asılıydı, bazıları yerde duruyordu. Bazıları ise resim şövalelerinin üzerine yerleştirilmişti. Tuvaller büyüklü küçüklüydü. Ortada bir resim şövalesinin üzerinde yarısı renklendirilmiş tuval duruyordu, tuvalin yanındaki masa ise paletler ve boya kutularıyla, resim çizmek için artık hangi ekipman gerekliyse onlarla, dağınık bir şekilde kaplıydı.

 Sağdaki duvarın önünde uzun bir sehpa duruyordu, hemen üzerine de bir pikap yerleştirilmişti. Pikabın yanında ise üst üste birçok plak yığını bulunuyordu. 

"Rhone Üzerinde Yıldızlı Gece? Çığlık? Fritillaries?" dedim gözlerimi alamayarak tablolara bakarken. 

"Biliyor muydun?" dedi şaşkınlıkla. "Bu odaya benden sonra ilk defa birisi giriyor," diye ekledi. "Dikkatini çekmesine sevindim." 

Gözlerim Londra'yı, Kızıl Meydan'ı, Juliet'in balkonunu, ayrıca yedi farklı yüzü; gerçek bir insana bakarak çizdiğine emin olduğum yüz tablolarından dolanırken şaşkınlıkla ona döndüm. 

"Neden kimseye göstermedin? Benim böyle bir yeteneğim olsa alnıma yapıştırır gezerdim." 

"Tek çalışmak her zaman iyidir," dedi gözleri gururla yaptığı tablolarda dolanırken. "Ayrıca ben sadece kafamı dağıtmak için, sevdiğim için çiziyorum. Beklentiler zorunlulukları oluşturur, bunu istemedim." 

"Farklı bakış açısı." dedim omuz silkerken. Odanın içinde birkaç adım atınca çizdiği tuvali, tuvalin, daha doğrusu şövalyenin arkasındaki tabureyi gördüm. "Gerçekten," dedim heyecanla. "Modellerle mi çalışıyorsun?" 

Tuvalin üzerinde gördüğüm kadın yüzü, adeta tablodan çıkacakmış gibi görünüyordu. Boğuk bakışlı ve elini yüzüne dayamış bir kadın çizmişti, öyle ki kadının soğuk mavi gözlerini her an üzerimde hissediyordum. Derinlik, renk ne varsa mükemmeldi. Tabloya servet dahi yatırabilirdim. 

Başını salladı. "Yalnızca yüzlerini çizerken model kullanıyorum. Onun dışında tüm renklendirme o an ne hissediyorsam ya da o kişi üzerimde nasıl bir etki bıraktıysa ona göre boyuyorum. Örneğin burada çizdiğim kadının gözleri yeşildi, saçları siyahtı. Bense tamamıyla değiştirdim." 

"Bir gün," diye mırıldandım. "seni resim çizerken izlemek isterim."

Gözleriyle modeller için olan tabureyi işaret etti. "Orada oturursan, neden olmasın?" 

Hafifçe kaşlarımı kaldırdım. "Benimki gibi mükemmel bir yüzü çizebileceğine emin misin?" 

"Yüzünü çizeceğimi söylemedim sarışın." dedi arkasına dönerken. 

Gülümseyerek omuz silktim. "Bana fark etmez." 

Odadan çıktım ve evin diğer kısımlarına doğru ilerlemeye başladım. Başlangıç kısmındaki koridordan ayrılıyor ve kare bir hol tarafından banyo olduğunu tahmin ettiğim yer ve kapısı kapalı bir odaya açılıyordu burası. 

Evin diğer kısımlarına göre daha tozluydu, muhtemelen buraya ayak dahi basmamıştı. 

Kapısı kapalı olan odanın kapı kulpunu tutup aşağıya indirdiğimde odanın kapısının kilitli olduğu gerçeğiyle yüzleştim. Gözlerimi devirdim. 

Gülümsedi. "Ayrıca evde kilitli bir oda var." 

"Vov!" dedim şaşırmış bir şekilde. "Hiç fark etmemiştim açıkçası, bu büyük bir tespit." 

Yüzünü buruşturdu, konuştum. 

"Evde kilitli bir oda var ve sen açmadın, öyle mi?"

"Hayır," dedi sanki çok uçuk bir şey söylemişim gibi bakarken. "Neden böyle bir şey yapayım?" 

"Bir yer kilitliyse bir sebebi vardır değil mi?" 

"Diğer kapılar camlıyken neden bu değil?" dedim Valery'e dönerek. Bilmediğini gösterecek şekilde omuz silkti, ben tam kapıyı kırmak için geriye çekilmişken eliyle beni durdurdu. 

"Belki de ben yapsam daha iyi olacak." 

Zaten omzumu ve kolumu yormak istemediğimden memnuniyetle geriye çekildim. Valery önce kapıyı zorladı, ardından bir adım geriye gidip hızla kapıya omuz attı. Onun omzunun kapıya sertçe çarpasıyla kapının açılması bir oldu. Açılan kapı sertçe arkadaki duvara çarptı, ardından tekrardan bize doğru geldi. 

Valery eliyle kapıyı itip üzerindeki siyah kazağı düzeltti, içeriye girdi. 

Onun arkasına ben de içeriye girdim. Dikkatimi çeken ilk şey, odanın çürük koktuğuydu. Tam manasıyla çürük koktuğu. 

Ayağımdaki botla halıya bastım, gözlerim halının deseninde dolandı. Oda, küçük ve basıktı. İçinde tahta bir masa, masanın üzerinde duran bir duvar halısı, bir koltuk ve yün halı vardı. Tahminimce cam, karşı apartmana bakıyor olmalıydı fakat oldukça koyu renk bir perdeyle kapanmıştı. 

Küçük adımlarla masanın üzerine doğru ilerlerken ayağıma çarpan şeyle gözlerimi ayak ucuma çevirdim. Koyu renkte bir cam şişe kırığı.  Muhtemelen viskiye aitti, eğilip kırık camı burnuma doğru götürdüm. Şişe kokmuyordu. 

Bu da şişenin çok önce, gerçekten çok önce kırıldığını gösteriyor. Yıllar önce gibi. 

Valery masanın üzerindeki kahve bardağını eline aldı, ardından geri yerine bıraktı. "Böceklenmiş." 

"Bir hafta beklese de böceklenirdi zaten, muhtemelen yıllar önce içilmiş bir kahve bardağını tutuyorsun." 

"Ne kadar önce?" diye sordu umursamazca, muhtemelen cevap beklediğinden değildi. Masanın üzerindeki kağıtlara göz gezdiriyordu. 

Masanın sağ tarafında gördüğüm büyük şişe kırığıyla gülümsedim ve eğilip bu sefer şişenin bir başka kısmını elime aldım. Şişenin ambalajının bir kısmı üzerindeydi ve tahmin ettiğim gibi viskiydi. Gözüm şişe ambalajı üzerinde gezerken viskinin üretilme tarihine rastladım. 

21. 06. 2010

"Dokuz veya on yıl kadar önce." diye mırıldandım elimdeki şişeye bakmaya devam ederken. 

"Elimde dokuz veya on yıl kadar önce annenin içmiş olduğu bir kahve bardağını tuttuğumu bilmiyordum." dedi gözleri bir şeyler bulabilmenin mutluluğuyla önündeki kağıttayken. "Ayrıca muhtemelen 17 Ağustos 2011'ye ait. Çok küçük bir ihtimal 18 Ağustos olması yönünde." 

Kaşlarımı çattım. Nereden tanıdık geliyordu bu tarih bana? Elimdeki camı masanın kenarına bırakıp Valery'nin yanına doğru gittim. 

"17. Grup başkanı Diana Kreslina, 17. 08. 2011 tarihli bu kararnamenin gerektirdiği tüm kuralları şahsım ve grup üyeleri üzerine kabul ediyorum."

"13. Grup başkanı İvan İvanoviç, 16. 08. 2011 tarihli bu kararnamenin gerektirdiği tüm kuralları şahsım ve grup üyeleri üzerine kabul ediyorum." 

Altta ise parmak izleri ve imzalar vardı. Ayrıca mavi tükenmez kalemle belgenin en altına bir not eklenmişti. 

 "sap ed esnoper." 

"Videoda Fransızca yarım istemişti," dedi Valery bana bakarak. "Fransızca olabilir mi?" 

"Fransızcada ed diye bir kelime ya da ek yok." dedim sıkıntıyla. Ardından kaşlarımı kaldırdım. "Ama de diye bir ek var." 

"Yani?" dedi sorarcasına. 

"Yani ters çevireceğiz.  Das de reponse." Biraz düşündükten sonra konuştum. "Cevap yok." 

"Neyin cevabı?" dedi Valery gözlerini kısarak. Gözlerim etrafta dolanırken tam karşımdaki duvar halısı gözüme çarptı.

 Oda fazlasıyla sadeyken duvar halısı fazlasıyla renkliydi, işlemelerle doluydu. "Bir dakika bir dakika." diye mırıldandım. "Annemin yüne alerjisi var!"

Sofia'nın yıllar önce anlattığı bir anıya aitti bu bilgi, elbette kendim öğrenmemiştim. Beraber göreve gittiklerinde giydiği yün kıyafetten hapşurup durduğu, durmadan gözleri dolduğu ve yüzü şiştiği için makyajında sıkıntı çıktığı ve yakalanma tehlikesi geçirdiklerini anlatmıştı.

Sevinçle duvar halısına baktım. "Yün. Bu da demek oluyor ki o burada çalışırken yün halı burada değilmiş!" 

"Nasıl yani?" dedi Valery anlamadığını belli edercesine kaşlarını çatarken. 

Yün halının sağ kısmından tuttum ve kendime doğru çektim. Bir cırt- cırt sesiyle beraber duvar halısının sağ alt kısmı duvardan ayrıldı. Aynı şeyi duvar halısının dört kısmına da yaptım, halının yün kısmı tamamıyla kopmuştu, duvarın arkasında devasa bir pano vardı. 

Gözüm panonun üzerinde dolanırken derin bir nefes verdim. Panoda fotoğraflar vardı, kendi, patron, Sofia, abim, yüzünü daha önce hiç görmediğim bir adam, hiç görmediğim iki kadın daha. Fotoğrafların üzerine raptiyeler geçirilmiş, raptiyelerin arasına kırmızı ipler. Arada kısa notlar var fakat duvar halısı yüksekte olduğu için okunmuyor. 

"Notlarda ne yazdığını okuyabiliyor musun?" diye mırıldandım ona doğru. 

Başını olumsuz anlamda iki yana salladığında masaya doğru yaklaşıp üzerindeki kağıtları bir tarafa doğru yığdım. Masaya çıkabilmek için kendime yer açtığımda masanın üzerinde ayak izleri gördüm ve hafifçe gülümsedim. 

Aynı yolu kullanıyor olmamız garipti, fazlasıyla garip. 

Masanın üzerine çıktığımda gözlerim kısaca notlarda dolandı, kısa notlar yazılmıştı ve fazlasıyla karmaşık görünüyordu. "Telefonunu verir misin?" dedim gözlerim panodayken. "Şifresini açıp." 

Cebinden çıkarttığı telefonunu parmak izini okutup bana uzattığında kameraya girdim ve panonun yakından birçok fotoğrafımı çektim. 

Daha önce hiç görmediğimi söylediğim adamın fotoğrafının üzerinde küçük bir not kağıdı vardı. "Hareketleri şüpheli, katilden bahsettiğimde konuyu kapatmaya çalışıyor." 

Birbirine fazlasıyla benzeyen iki kızıl kadından birinin üzerinde ateşle oynadığı, diğerinde ise hiçbir işe karışmadığı. 

Patron, kendi, abim ve Sofia'nın fotoğrafları üzerinde hiçbir şey yazmıyor. Yalnızca raptiyelere geçirilen ipler sayesinde fotoğraflar birbirlerine bağlanıyor. 

Zaten panonun fotoğrafını çektiğimiz için masadan indim. Arkamı döndüğümde ise Valery bir mektup tutuyordu elinde. Mektubu bana doğru çevirip arka sayfada  büyük harflerle yazılmış bir cümleyi işaret etti. 

"Adresi bildireceğim Diana. Bu gerçekten güzel bir gösteri olacak."

"Dimitri." 

"Bu ne anlama geliyor?" dedim şaşkınlıkla. 

"Bilmiyorum," dedi Valery. "mektubun başında ona sandığından daha yakın olduğu ve her şeyi terse çevireceği yazıyor. Ayrıca saçma bir betimleme. Yeşilin iz bırakmasından bahsediyor." 

Kaşlarımı çatarak elinden mektubu aldım ve okumaya başladım. 

"Sen haklıydın , bana karşı dikkatli olmaları gerekiyordu. Sen haklıydın , on üç fazlasıyla uğursuz. 

Yeşilin bıraktığı izler yeşil olmaz, eğer denge bozulursa yeşil ağlar. Eğer denge bozulursa yeşil yok olur. 

O, yeşili kırmızı ve maviye; tarih ve resimlere sığdırdı. O, mavisinde yeşili yaşatıp kırmızısında öldürüyor. 

Yeşilin, onun kırmızısında yok olacak. Işıklar, kana dönüşecek ve karın üzerine düşecek. 

Yeşil; yok olacak, boğulacak ve kaybolacak. Yeşilin varisi, yeşili unutacak. 

Herkes buna göz yumacak; yeşilin yerine geçecekler. Yeşilin yok oluşu, tahtı boş bırakacak. 

Yeşilin yok oluşu, yeni bir yeşil doğuracak ve onlar tahta sahip olabilmenin mutluluğunu yaşayacaklar. Ben ancak o zaman geleceğim, ipleri ancak o zaman bırakacak, sahne arkasından çıkacak ve kendimi göstereceğim. 

Işığın olmayacak, gece saatleri.

 Sen, yeşil. Beni herkesten önce göreceksin, beni bir tek sen göreceksin. 

Canlanacak yeşili bir tek sen görecek fakat hiçbir şey yapamayacaksın. Bağlı olacak ellerin, kesilecek saçların ve ölecek yeşil. 

Sen, yeşil. On üç kadar uğursuz ve bir o kadar güçlüsün. 

Sen, yeşil. Bana yalvaracaksın. 

Sen, yeşil. Zaaflarını tek tek yok edeceksin. 

Sen, yeşil. Öleceksin. 

Aç gözlerini, karşında olacağım. Aç gözlerini, yok olacak tüm umutların. Ve aç gözlerini yeşil, bu daha bir başlangıç."  

Gözlerimi mektuptan çekip Valery'e çevirdim. "Her şeyi açık açık söylemiş. Yeşilin kendi olduğunu anlamış olmalı, nasıl öleceğine kadar her şeyi yazmış." 

"Peki ya arka sayfada yazan gösteri?" dedi Valery. "Sence oraya gitmiş midir?" 

Bilmediğimi gösterircesine başımı salladım ve mektubun üzerine baktım. Bir tarih aradım fakat bulamadım. 

Valery gözlerini halıya çevirdi. Ardından halıyı ayağıyla katlayıp kenara doğru itti. Odanın tam ortasına doğru ilerledi ve eğildi, cebinden çıkarttığı bir anahtarla parkeyi zorladı. Birkaç saniye sonra parkeyi çıkarttığını, oradan ise bir kutu çıkarttığını gördüm.

"Nasıl buldun?" dedim kaşlarımı çatarak. 

"Grubun bir kuralı. Eğer bir şey saklanacaksa her zaman en orta."

Kutuyu açtı ve içindeki ses kaydını, birkaç kağıdı, bir miktar parayı çıkarttı. Bir miktar para dediğime bakmayın, orada binlerce dolar vardı. 

Hızla Valery'nin yanına geldim ve yere oturdum, Valery kayıt cihazını ikimizin de duyabileceği şekilde tuttu ve kaydedilmiş kaydın başlaması için bir düğmeye bastı. 

Yaklaşık kırk- elli saniye boyunca yalnızca hışırtılar duyuldu, ardından annemin sesi olduğunu tahmin ettiğim bir kadın sesi duyuldu. 

"Ne için çağırdın beni?" 

"Sakinleş biraz." Kalın bir erkek sesi duyuldu. "Mesajımı almış olmalısın." 

"Ne için çağırdın beni?" dedi annem tüm kelimelerin üzerine basarak. 

"Sana bir gösterim olduğunu söylemiştim." dedi yine aynı erkek sesi. 

"Göster, saçmalıklarına ayıracak vaktim yok." 

"Seninle konuşmanın zor olduğunu söylemişlerdi." 

Annem sessiz kaldığında adam derin bir nefes verdi. "Senden tek bir isteğim var. Eğer bunu gerçekleştirmeyi kabul etmezsen bir tercih-" 

Annem hızla adamın sözünü kesti. "Tehditlerine geç." 

Adam güldü, kahkaha attı. O sırada annem sinirle konuştu. "Deli taklidini kes ve ne diyeceksen de." 

"Sakin ol," dedi adam alayla. "Bu kadar stres vücuduna fazla." 

"Altı dakika on sekiz saniyedir beni burada bekletiyorsun ve düzgün olabilecek tek bir cümle dahi kurmadın. 

"Başkanlık için," dedi birden bire adam. "Senden sonra oyla seçim olacağını yaz. Kuralı değiştir. Variscilik oyunu ortadan kalksın." 

"Neden?" dedi annem alayla. "Senin gibileri elini kolunu sallaya sallaya gezsin, küçük bir ihtimal hapse girsin, sıcacık yemeği önüne gelsin, aylarca yatsın diye mi?" 

"Kabul etmiyorsun yani." dedi adam düz bir sesle. "Ben de aynen böyle tahmin etmiştim." 

Tekrardan kısa bir hışırtı duyuldu, muhtemelen annem o adama doğru bir adım atmıştı. "Beni her ne ile tehdit edersen et, cevabım asla değişmeyecek." 

"Bakalım seni bir kez daha çağırdığımda böyle konuşabilecek misin? Sen ölünce tüm dengeler değişecek." 

"Çünkü yeşil benim. Ölümümle dahi tüm dengeleri alt üst edebileceksem başkaları yaşarken dengeyi ayakta tutabilir." 

"Böyle biri kalmayacak." dedi adam güvenle. "Hepsinin ensesine üşüşeceğim. En iyisi de onların beni yenebileceğini düşünmesini sağlayacağım. Ben yeneceğim, her şekilde ben kazanacağım anlasana! Çabalamanın hiçbir amacı yok!" 

"Eninde sonunda öleceğim!" diye bağırdı bu kez annem. "Senin elinden olsun başkasının elinden olsun öleceğim! Bunun için dediklerini yapmamın, senin gibi şerefsizlere gün yüzü göstermemin bir amacı yok!" 

"Görüşeceğiz." dedi adam sinirle. "İki gün sonra, iki gün sonra ilk hamlemi yapacağım. O zaman önüme geçemeyeceksin, bana yalvaracağın günü dört gözle bekliyorum." 

"Eğer bir şeylerden korkamasaydın beni şu an öldürebilirdin. Korkağın tekisin ve yerime geçeceğini mi söylüyorsun? Sana bol şans." Biraz durduktan sonra konuştu. "Dikkat et de seni yenebileceğini düşünmesini sağladıkların seni yenmesinler." 

Kayıt kesildi. 

"Ne demek oluyor bu!" diye bağırarak kalktım ayağa. "Karşı karşıya gelmişler, annem reddetmiş ve hiçbir şey yapmamış öyle mi? İmkansız." Biraz durduktan sonra sinirle konuşmaya devam ettim. "Onu orada öldürebilirdi, lanet olası  konuşmaya vakit ayıracağına onu öldürebilirdi!" 

"Saçmalama Kritanta." dedi konuşmak için kafasını yukarıya kaldırırken. "Adam o zamandan beri cinayetler işliyor, en büyük grubun başkanının önüne hazırlıksız mı çıkacaktı? Eğer Diana orada tek bir hamle dahi yapmaya kalksaydı ölmezdi, ölmekten beter hale getirilirdi! Ölümünün tarihini dahi hazırlamışlar, sence böyle bir şeyi hesaba katmama gibi bir durum olur muydu?" Biraz durduktan sonra kendi cevabını kendi verdi. "Kesinlikle hayır." 

Derin bir nefes verdikten sonra gözlerimi kapatıp durdum. 

Bunu söylemekten nefret ediyordum fakat haklıydı. 

Fazlasıyla haklıydı. 

Annem binlerce cinayetin tam ortasında duruyordu. 

O, katil değildi. Dedektif değildi. 

Kurbandı, katilin takıntılı olduğu belki de bir numaralı kurbanıydı. 

Buna da kimsenin sesi çıkmamıştı, herkes onun konumunu istemişti çünkü. Dost sandıkları ölümüne sessiz kalmıştı, konuşabilecek herkes susturulmuştu. 

Geriye ise ben kalmıştım. Yalnızca ben. 

Konuşmak, hatta bağırmak zorunda olan; bunun için durmadan uğraşan fakat hiçbir şey başaramayan Diana'nın kızı. 

Rusya'nın en büyük grubunu yöneten kadının,  binden fazla suçluyu öldüren, sayısız ödül alıp dokunulmazlık verilen, asker ilan edilen kadının on bir yaşına kadar yürüyemeyen  kızı. 

Katilden intikamı alması gereken, annesinin çığlığını devam ettirmesi gereken fakat bunca yıl susmuş kızı. 

Annesinin bastırılan çığlığının, abisinin çaresiz gözyaşının, bunca yıl susmak zorunda kalan kendinin intikamını alacak ve bunun için ne gerekirse yapacak kızı. 

Koşamayan kızdan katil bir kadın haline getirilen, yaşamasının tek sebebi intikam olan kızı. 

Kritanta İvanova ya da Petrova değil, Arina Kreslina. 

Diana Kreslina'nın kızı Arina Kreslina. 

Yok edilen yeşilin intikamını alacak yeşil. Yalnızca annesi ve abisi değil; yarım kalmış hayallerin, yaşamların ve gülüşlerin intikamını alacak yeşil

Katili yeneceğini sanan değil, katili yenecek yeşil

Continue Reading

You'll Also Like

2.9M 71.8K 38
Charlie; a little girl who desperately needed catching. Leo, Oscar and Atlas; her three older brothers who awaited with open arms. ~ Five year old Ch...
482K 13.9K 53
what happened when the biggest mafia in the world hid his real identity and married an innocent, sweet girl?
60.8K 1.5K 76
Harry Potter x female reader °。°。°。°。°。°。°。°。°。°。°。°。 Cedric Diggory has a younger sister named Y/n and she's starting her fourth year at Hogwarts. H...
17M 653K 64
Bitmiş nefesi, biraz kırılgan sesi, Mavilikleri buz tutmuş, Elleri nasırlı, Gözleri gözlerime kenetli; "İyi ki girdin hayatıma." Diyor. Ellerim eller...