13. Görev- TAMAMLANDI

By elaanur_skr

1.1K 188 17

Kukla acı çekti, kukla öldü fakat kuklanın tahta ciğerleri nefesle doldu, kukla nefes almaya başladı. Kuklanı... More

13. Görev
1. Bölüm- Çalıkuşu
2.Bölüm-Başlangıç Noktası
3. Bölüm- Kritanta
4.Bölüm- Ceza
5.Bölüm- Şeytan
6. Bölüm- Kutlama
7. Bölüm- Delil
8. Bölüm- Özgür Kalan Kuş
9. Bölüm- Alyona
10. Bölüm- Zihin
11.Bölüm- Mezar Taşı
12. Bölüm- Yalancılar Ve Ona İnananlar
13. Bölüm- Kaybolamayan Duygular
14. Bölüm- Vicdan
15. Bölüm- Maske
16.Bölüm- Şaraplar Ve Kadehler
17. Bölüm-Halüsinasyon
18. Bölüm- Çöküntü
19. Bölüm-Karanlık
20. Bölüm- Korku Tohumu
21 .Bölüm- Yalan
22.Bölüm- 56 Dakika 15 Saniye
23. Bölüm - Yarım Kalmış Hayaller
24. Bölüm- Zarın On Üç Yüzü
25. Bölüm- İdam
26. Bölüm- Ölüm Çiçeği
28. Bölüm- Değişim
29. Bölüm- Yeşil
30. Bölüm- Küçük Kız
31. Bölüm- Yuva
32. Bölüm- Gözlerin Çığlıkları
33. Bölüm- Gökyüzü
34. Bölüm- Kukla
35. Bölüm- Umut
36. Bölüm- Ecel
37. Bölüm- Bilinmezlik Çukuru
38. Bölüm- Kaçış Yolu
39. Bölüm- Kenetlenmiş Eller
40. Bölüm- Yangın
41. Bölüm- Kumar
42. Bölüm- Zıtlıklar
43. Bölüm- Denek 13
44. Bölüm- Dikiş Tutmaz
45. Bölüm- Yıldız
46. Bölüm- Değişim
47. Bölüm- Hediye
48. Bölüm- Mucize
49. Bölüm- Kahraman
50. Bölüm- Karanlık
51. Bölüm- Kuklacı
52. Bölüm- Melodi
53. Bölüm- Oyunbozan
FİNAL- Masal

27. Bölüm- Yemin

11 1 0
By elaanur_skr

Selam herkeseee. Nabersiniz? Umarım iyisinizdir ve umarım hikaye akıcı ilerliyordur.

Tam olarak bu bölümle kitabı yarılmış olduk. Bundan sonra olaylar daha hızlı bir şekilde gelişecek.

Sebebini bilmediğim bir şekilde bu kısımlarda çok  heyecanlanıyor ve size tüm kitabı anlatmak istiyorum ama daha fazla konuşmadan sizi bölümle baş başa bırakacağım.

Fikir, öneri ve sorularınızı yorumlarda belirtmeyi, oy vermeyi ve hikayeyi sevdiklerinizle paylaşmayı unutmayın.

Öpüyorum, iyi okumalar!

19. 08. 2013

St. Petersburg- Rusya 

"Sağ, sol! Sağ, sol! Hızlı vur Kritanta, yüz büyük vuruşa kadar mola yok." 

"100 mü?" dedi Kritanta şaşkınlıkla. Önceden hızla vurduğu boks torbası sertçe vücuduna çarpınca sendeledi. 

"Evet 100. Eğer çabuk olmazsan akşama kadar seni bekleyeceğim." Sofia kollarını önünde birleştirdi ve duvara yaslandı. "Sallanma, bir- iki, bir- iki. Öğrettiğim gibi atacaksın. Bu zamana kadar 89 tane yaptın. Dayan biraz." 

Kritanta beyaz bir kumaş sarılmış elini yumruk haline getirip alnında biriken terleri çıplak koluyla sildi. Sağ ayağını öne , sol ayağını arkaya getirip boks torbasına arka arkaya beş- altı yumruk savurdu. 

"Güzel," diye mırıldandı Sofia. "Sadece gücünü bileğinden alma, sert vurursan kırarsın."

Kritanta başını salladı ve boks torbasına yumruklarını savurmaya devam etti. Ördüğü saçları arada önüne geldiğinden duraklasa da durmuyordu. Saat çoktan on olmuştu, sabahtan beri idmandaydı. Yalnızca saat birde yemek molası vermiş, onun dışında mola vermemişti. 

Yorgunluk bacaklarını titretiyordu, her yumruğu elinin üzerindeki kemiklerin daha fazla ağrımasına sebep oluyordu,- sebebi ise dün yapılan idmanda kumaşı tam bağlayamayıp elinin üzerini yara etmesiydi.- nefes nefeseydi, kalbi fazlasıyla hızlı artıyordu.  

Yine de şanslıydı, bugün patronla idman yapmadığı için. Sofia ona tolerans gösteriyor, hareketlerin sayılarını düşürüyor, aletlerin ayarlarını düşürüyordu. Patron Sofia'nın bunu yaptığını öğrense büyük ihtimalle onu cezalandırırdı fakat bu Sofia'nın umurunda değildi. 

Neredeyse üç- dört senedir grupta eğitim alanlarla aynı kefeye koyuyordu Kritanta'yı. Daha dört aydır eğitim alan bir çocuğun o hareketleri bir kez yapabilmesi dahi zorken patron onu onlarcasına zorluyordu. Evet, kendini zorladıkça açılacak ve daha kısa sürede daha çok başarı gösterecekti fakat Sofia'ya göre bu, fazlasıyla abartıydı. 

Yine de yaptığı bu toleransları Kritanta'ya belli etmemeye çalışıyor, gerek idmanlar olsun gerek gerçek hayat olsun ona fazla sıcak davranmamaya çalışıyordu. 

Çünkü her şeyini kaybetmiş bir çocuğunu kendine bağlamak fazlasıyla kolaydı, onu mutlu etmek, ona yardım etmek, kalbindeki o büyük boşluğun bir kısmını doldurmak... Fakat Sofia onda daha büyük bir yara açmak istemiyordu, ne olacağı belli değildi, kutup yıldızı her an kaybolabilirdi. 

Bu yalnızca Kritanta'nın kalbinde daha büyük bir yara açmak olurdu. 

"Doksan altı!" diye bağırdı Sofia. "Yumruğunu düzgün tut, parmağın kaymasın. Tekrar yapmak zorunda kalmayalım." 

Kritanta yumruk halindeki elinin üzerine baş parmağını düzgün bir şekilde yerleştirdi ve dört kez daha yumruk attı. Kalan son gücünü kullanarak. 

Sofia "Yüz!" dediğinde derin bir nefes verip geriye doğru çekildi. Sağ omzuna düşen örgüsünü arkasına doğru attı ve nefes nefese konuştu. "Bugün nasıldım?" 

Kritanta'nın hevesle sorduğu soruya gülümsemeden edemedi Sofia. Galiba soğukluk ve disiplin ona göre kavramlar değildi. "Daha iyi." dedi tek nefeste. "Çok daha iyi." Ardından Kritanta'ya doğru yaklaştı. "Odana gidip bir duş al, sonra gel odama, eline pansuman yapalım." 

Kritanta tüm yorgunluğuna rağmen idmanların bitmiş olmasının mutluluğuyla bulundukları büyük salondan ayrılırken Sofia ilerde, Kritanta'dan birkaç yaş daha büyüklerin idman yaptığı yere doğru ilerledi. Masanın üzerindeki kronometreyi durdurdu. "Alexander nerede? Ne diye bıraktı sizi?" 

Saçları terden ıslanmış bir çocuk elindeki boks eldivenleriyle alnını silerken konuştu. "Bilmiyoruz, hiçbir şey demeden gitti." 

"Tamam o zaman," dedi Sofia. "Odalarınıza geçin siz. Raporları dolduracağım. Bir yerini yaralayan olmadı değil mi?" 

Çocuklardan olumsuz cevap alınca kaşlarını kaldırıp başını sağa doğru hareket ettirdi. "Hadi, bitti idman." 

Yaşları on beş civarında sekiz erkek çocuğu sevinçle spor solanundan çıkmak için hazırlanmaya başladılar. Bir yerden de seneye olacak olan Dünya Kupasına katılacak takımlar hakkında ideaya giriyorlardı.

"Arjantin girer, ona ideaya bile gerek yok. Eğer Rusya bu sene gibi oynamaya devam ederse nah girer."

"Rusya iyi oynuyor bu arada, başlatma Arjantin'e. Seneye girecek Rusya. Belki Dünya Kupası burada olur?"

"Hadi beyler," dedi bir diğeri. "Bahisleri topluyorum, Rusya girer diyenler kaç veriyor?"

"50 ruble." diye bağırdı birisi. 

"100 ruble!" dedi bir diğeri ve salondan çıktılar. 

Sofia ise salondaki eşyaları düzenledi, salonu havalandırdı, ışıklarını kapattı ve önce patronun odasına çıkıp çocukların her şeyi eksiksiz yaptığını söyledi, grupla alakalı birkaç soruya cevap verdi. Hemen ardından odasına gitti. 

Kapıyı açar açmaz yatağında oturan Alex'i gördü, gülümsedi. "Ne ara geldin?" dedi şaşkınlıkla. 

"İdmanlarınız bu saate kadar sürüyor mu?" dedi Alex şaşkınlıkla. 

"Benimkiler öğlen olmadan bitti, bugün Kritanta'nın idmanı da bendeydi. O yüzden uzun sürdü." 

"Kritanta mı?" dedi Alex kaşlarını çatarak. 

"Arina yani." diye düzeltti Sofia. Üzerindeki hırkayı çıkarttı ve sandalyesinin üzerine attı, eline masasının üzerindeki spreyi aldı ve çiçeklerinin yanına oturdu. 

"Hala yaşıyor." dedi Alex mutlulukla karşısındaki zambağa bakarken. 

"Bu saksıda her zaman bir zambak yetişecek Alex," dedi umutla. "İleride de böyle olacak, bu saksı her zaman bir zambağı bulunduracak içinde." 

Sofia önce zambağın olduğu toprağa biraz su sıktı, ardından yapraklarına. Toprağın kuruluğunu anlamak için parmaklarının ucunu toprağa değdirdi, biraz daha su sıktı. Odasında bulunan birkaç çiçeğe de aynısını yaptıktan sonra yatağına, Alex'in yanına oturdu ve eline komodinin üzerinde duran sigara paketini aldı. 

"Hani bir daha içmeyecektin?" dedi Alex hayal kırıklığıyla. 

"Sözlerimi tutamıyorum Alex," dedi paketi avcunun içine alarak. Eli o paketin kapağını açamadı, yalnızca paketi sıktı. 

"Beni unutmak zorundasın Alyona'm. Yoksa çok acı çekeceksin. Bir şey yap ve beni unut." 

Sofia başını sağına doğru döndürdü. "Sen zaten buradasın Alex, neden seni unutayım?" 

"Beni unut Alyona'm." dedi tekrardan Alex. "Bir daha benim için ağlama, seni her gördüğümde ağlıyorsun ve ben hiçbir şey yapamıyorum." Ardından avuç içleri ile Alyona'nın gözlerini sildi. 

Sofia'nın yüzü ıslak kaldı, Sofia ağlamaya devam etti. 

En kötüsü ise, Sofia hiçbir şey hissetmedi. 

Adeta hayaletmiş gibi, onun elleri içinden geçiyormuş gibi. Ya da Alex bir hayaletmiş gibi... 

"Sen," diye mırıldandı Alex'in gözlerine bakarken. "Sen gerçek değilsin Alex." 

Gözyaşları içinde yutkundu. "Yine, yine sen gerçek değilsin. Ve ben yine senin hiç gitmediğine inandım. Biliyor musun, senin gittiğini unutmuştum ben, sen yanımda olunca, seni odamda görünce senin bir daha dönmeyeceğini unuttum ben Alex." 

"Beni unut Alyona'm," dedi tekrardan Alex. "Mahvoluyorsun." 

Mahvolacaksın demedi, mahvoluyorsun dedi.  

"Yalvarırım Alex," diye mırıldandı Sofia. "Yine bırakıp gitme beni, gerçek olmasan da, yine gitme Alex." 

"Unut beni Alyona'm. Öldürüyorum seni, gözlerimin önünde ölüyorsun. Unut beni, hiç yaşanmamış gibi. Yemin ederim hiç kızmam sana, hatta mutlu olursan mutlu olurum."

"Yapamam," dedi Sofia başını iki yana sallayarak. "Ben her seni düşünmemeye çalıştığımda böyle karşıma çıkıyorsun." 

Yutkundu ve devam etti. "Bana eskiyi hissettiriyorsun, ben senin öldüğünü unutuyorum. Ben yeniden Alyona gibi hissediyorum." 

Kendinden Alyona bahsetmesi garibine gittiğinden duraksadı ama devam etti. 

"Sonra bana seni unutmam gerektiğini söylüyorsun." 

Cümleleri kurmakta zorlanıyordu. "Hayal olsan da ben yaşıyor gibi hissediyorum, eskisi gibi hissediyorum. Benim tek mutluluğum geçmiş,Alex. Ben eskiyi unutarak nasıl yaşayım? Nasıl nefes alayım?"

Alex hiçbir şey demedi, yalnızca dinledi. "Seni çok sevdiğimi hiç söyledim mi Alyona'm?" dedi birkaç saniyenin sonunda.  

Sofia yutkundu, gözlerinden yaşlar akmaya devam etti. "Söyledin, hatta o kadar çok söyledin ki hiç gitmeyeceksin sandım. Hani söz vermiştin Alex? Hani beni bırakmayacaktın?" 

"Özür dilerim," dedi Alex yutkunarak. "Sana umut oldum, sonra da o umudu senden aldım." 

Sofia başını iki yana salladı. "Özür dileme, ben ne dediğimi bilmiyorum, gerçekten. Özür dileme." 

"Seni çok seviyorum Alyona'm." dedi Alex gülümseyerek. "Sonsuza kadar yanında olamasam da seni hep seveceğim Alyona'm. Ve bu tutamayacağım bir söz değil, seni sonsuza kadar seveceğim." 

"Ben de." dedi Sofia acı bir gülümsemeyle. "Bana umut olduğun için, sonsuza kadar beni seveceğin için, teşekkür ederim Alex." 

Dışarıda büyük bir şimşek çaktı önce, hemen ardından büyük bir gök gürültüsü duyuldu. Sofia'nın bakışları aniden penceresine çevrildi, hemen ardından yanına baktığında ise Alex orada yoktu. 

Alex yine gitmişti, Sofia yine yalnızdı. 

Efsanenin unutulmuş kısmı ise şöyleydi: Bir gün kutup yıldızı tekrardan görülecek, fakat o yıldızı ikisi de göremeyecek. Kutup yıldızı onlar için, onları birleştirmek için son kez parlayacak." 

************

"Kritanta!" dedi karşımdaki adam hiç beklemediğim bir heyecanla kollarını açarak. "Sonunda buraya silah zoruyla getirilmediğini görmek ne hoş!" 

Hafifçe kaşlarımı kaldırdım, doğrusu buna ben de inanamıyordum. Onun inanmasını beklemezdim. 

Masanın arkasında bekleyen adama doğru ilerleyip masanın hemen önündeki koltuklardan birine oturdum. Buraya her gelişim bana değişik hissettiriyordu, normalde gelmekten bıkmam gereken bu yere her geldiğimde ilk defa gelmişim gibi hissediyordum. 

Gözlerimi adama çevirdim, psikiyatristim Svolasty'e. Yaşı daha kırklarında olmasına rağmen oldukça yaşlı görünüyordu. Haksız da sayılmazdı, beş yıl boyunca bir akıl hastanesinde çalışmıştı, ardından oradaki işini bırakıp grubun psikiyatri görevini üstlenmişti. Bahse girerim burada akıl hastanesinde olduğundan daha çok yorulmuştu fakat kardeşinin, yani patronun ona verdiği paraları da elinin tersiyle itemezdi. 

"Şaka bir yana," dedi Svolasty tekerlekli sandalyesini masaya daha yakın çekip dirseklerini masaya dayayarak. "Eğer sen buraya kendi isteğinle geldiysen bir şeyler gerçekten ters gidiyordur. Ataklar mı?"

"Hayır," dedim başımı iki yana sallayarak. "buraya gelmemin sebebi rüyalarım." 

"Tahmin etmeliydim," diye mırıldandı. "bana her şeyi hiçbir detayı atlamadan anlat." dedi hiçbir detayı atlamadan kelimelerine baskı yaparak. 

"Rüyalarım her zamankilerle eş zamanlı, her gün veya iki günde bir. Bunda hiçbir değişim yok. Değişen ve bana kafayı yedirttirecek kısım gerçeklikleri." 

Svolasty kaşlarını çattı. "Gerçeklikleri derken?" 

"Rüyalarımın gerçek hayattan hiçbir farkı yok. Nefes seslerimi fark edebiliyorum, üşüdüğümü ya da bir yere tutunduğumu. Acıyı ve korkuyu hissedebiliyorum." 

"Bu imkansız." dedi bir anda. 

"Biliyorum," dedim hızla. "Zaten beni asıl korkutan da psikolojide bunun bir karşılığının olmaması!" 

"Bir örnek ver mesela." dedi arkasına yaslanırken. 

"Rüyalarımı hatırlamıyorum, ilk kalktığımda her detayıyla aklımda oluyor fakat bir dakika geçmeden ne olduğunu unutuyorum. Yalnızca küçük kesitler kalıyor beynimde." 

Külliyen yalandı, gördüğüm ilk rüyada adamın İsa Mesih'e yalvarışlarını tek bir cümle atlamadan söyleyebilirdim. Adeta rüya bilinçaltıma işlenmişti. 

"O küçük kesitlerden örnek ver o zaman." 

Kaşlarımı çattım ve gözlerimi bilinçli bir şekilde sağıma, duvarın yanındaki abajura çevirdim. Onun gözleri de benim gözlerimi takip edip duvarın yanındaki abajuru buldu. Kaşlarımı çatıp birkaç saniye durduktan sonra gözlerimi Svolasty'e çevirdim. 

"Bundan birkaç gün önce, belki de bir hafta önce gördüğüm bir rüyada mesela. Büyük bir yerdeydim, makine sesleri geliyordu. " Kaşlarımı çattım ve gözlerimi bir saniyeliğine sağa götürüp tekrardan ona baktım. "Bir fabrika gibi." 

"Fabrika mı?" dedi şaşkınlıkla, başımı sallayıp devam ettim. "Ve ben yerde oturuyordum, yer beton olmalı, betonun soğuğunu hatırlıyorum. Ellerime baktığımda ellerim soğuktan kızarmıştı, bunu bile hatırlıyorum." 

Gözlerimi kapatıp düşünüyormuş havası vermeye çalıştım ve devam ettim. "Ardından neler olduğunu hatırlamıyorum fakat bir camın önündeydim. Camın arkasında ve benim yanımda birisi vardı." Kaşlarımı çatıp biraz durdum. "Adamın elinde bir viski bardağı vardı," 

"Hiç konuşmaya dair bir şey hatırlıyor musun? Örneğin konuştun mu, ya da birisi konuştu mu?"

Bu kez gözlerimi koltuğun kenarına, sağ alta çevirdim ve başımı olumsuz anlamda iki yana salladım. "Konuşmaya dair hiçbir şey hatırlamıyorum." 

"Neden uyandığını hatırlıyor musun?" 

"Hayır," dedim sıkıntıyla. "Dedim ya, çok az şey hatırlıyorum." 

"İlaçlarını düzenli kullanıyor musun?" diye sordu bu kez. 

Başımı olumlu anlamda aşağı yukarı salladım. "Arada almayı unuttuklarım dışında uyumadan önce içiyorum." 

"Ve alkol aldıktan sonra ilacını içmemen gerektiğini de biliyordun değil mi?" 

Gözlerimi devirip derin bir nefes aldım. 

"İntihar mı etmeye çalıştın?" dedi bu kez. 

"Sence intihar etmek isteseydim şu an burada olur muydum?" Biraz durduktan sonra devam ettim. "Hem ölmek için daha yaratıcı yöntemler var. Zehirlenmek gibi basit bir şey yüzünden ölmek istediğim son şey bile olamaz." 

"O halde neden içtin ilacını?" 

"Sarhoştum işte, bir anda uyuyayım diye içmiştim. Dengede bile duramıyorken bunu düşünemezdim." 

"Neden o kadar içtin? Bir grup üyesi olduğunu unutuyorsun." 

"Sen de yalnızca bir psikiyatrist olduğunu unutuyorsun." dedim hızla. "Yapman gereken tek şey sana ne diye geldiysek veya getirildiysek bunu ortadan kaldırmak, hayatlarımız karışmak değil." 

Derin bir nefes verdikten sonra gözlerini kapatıp açtı masasının üzerinden bir kağıt bir kalem alıp bir şeyler yazmaya başladı. 

"Gerçeklik yalnızca bilinçaltınla alakalı, rüyaların da öyle."

"Bilinçaltını yönetmek imkansız." dedim aynen rüyamdaki doktorun da dediği gibi. 

"Haklısın," dedi Svolasty gülümseyerek. "Bilinçaltını yönetmek imkansız fakat onu yönlendirebiliriz. Diğer yolları kapatırsak istediğimiz yoldan gitmek zorunda. Buna yönetmek dersen orası ayrı tabii." 

Sessiz kaldım. Buraya gelme amacım konuşup bana ilaç yazmasını sağlaması değildi, gördüğüm rüyalarla ilaçların, psikiyatristin bir bağlantısı olduğuna inanıyordum. 

"Rüyalarında gerçeklik algının kopması gerek, onun için bir ilaç yazacağım. Tabii, sadece rüyalarına etki edecek bir ilaç yok. İlaç günlük hayatında da etkili olacak. Yani sık sık derealizasyon yaşayacaksın." 

Sıkıntıyla yutkundum. "Kalsın, ben rüyalarımla mutluyum." 

"Merak etme, ilaca başladığın ilk iki-üç gün sıkıntı çekersin. Zaten bünyen ilaç kullanımına alışık. Birkaç gün içinde rüyaların hafiflemeye başlar. İki hafta boyunca bunu gözlemleyelim, eğer iki hafta içinde etki etmediğini düşünürsen tekrardan gelirsin. Başka bir şeyler deneriz. Ayrıca uyku ilacını kullanmaya devam edeceksin." 

Başımı salladım ve oturduğum yerden kalktım. Svolasty'nin uzattığı kağıdı aldım ve odadan çıktım. Çıkar çıkmaz gevşeyen bedenimle rahat bir nefes aldım ve hızla klinikten dışarıya çıktım. 

Çıkar çıkmaz yüzüme çarpan sert rüzgar, saçlarımı da dağıttı. Elimle saçlarımı arkama doğru atıp yürümeye başladım. Biraz ilerledikten sonra gördüğüm beyaz arabanın ön yolcu koltuğuna oturdum ve arkama yaslandım. "Duydun," dedim kulağımdaki küpeleri çıkartırken. "Ve gördün." dedim bu sefer kolyeyi çıkartırken. 

"Neden rüyanda birinin konuşup konuşmadığını sorduğu hakkında bir bilgin var mı?" dedi arabayı çalıştırırken. 

"Yok," dedim kahverengi gözlerine bakarak. "Nereden bildiği de bir muamma, neden böyle bir şey sordu aklım almıyor." 

Araba hareket etmeye başladığında yarım bir gülümsemeyle bana doğru döndü. "Hem, neymiş ölmek için mükemmel olan o yollar?" 

Biraz düşündüm ardından omuz silktim. "Hiç düşünmedim, o an canım öyle bir şey söylemek istedi. Ama ya yüksekten düşmek ya da boğulmak." Biraz durduktan sonra devam ettim. "Ya da yüksekten denize düşüp boğulmak, bilmiyorum." 

"Uriel de siparişini aldı." dedi Valery gözlerini devirerek. 

Sağ elimi iki omzum ve alnıma götürürken gözlerimi açtım. "Hadi ama, her insan illaki bir şekilde ölmek ister. Yani, nasıl ölmek istediğini hiç düşünmedin mi? Mesela ben yaşlanmak istemem ya da yanarak ölmek. Ayrıca zehirlenerek." 

Kırmızı ışıkta durduğunda bir süre yola baktı ardından bana döndü. "Ben de boğularak ölmek istemem. Akciğerlerimin patlaması, düşüncesi bile kötü. Ayrıca yanarak." dedi yutkunarak. "Yanarak ölmek de istemem." 

Bir şey söylemek istedim fakat gözlerini kısa süreliğine benden kaçırdığında hiç konuşmamaya karar verdim. Yanma konusundan rahatsız olduğu her halinden belliydi. Gözlerini tekrardan bana çevirdiğinde bu kez umursamaz bir tavırla sordu. "Peki, nasıl yaşamak isterdin?"

Kaşlarımı çatıp düşünmeye başladığımda şaşkınlıkla konuştu. "Nasıl ölmek istediğini düşündün ama nasıl yaşamak istediğini düşünmedin mi?" 

"Hayır," dedim düz bir sesle. "Açıkçası hayatımın hatırladığım kısımlarının her birinde hedefim katili ortadan kaldırmak oldu. Yani, her nasıl yaşayacaksam da katili öldürmüş bir şekilde yaşamak isterdim. Sen?"

"Galiba basit bir yaşam isterdim," dedi benim gibi düz bir sesle. "Yani elime geçen ilk fırsatta bu grup işinden sıyrılıp deniz kenarında yaşam isterdim." 

"Deniz konusunda haklısın," dedim içimdeki tarif edemediğim duyguyla. Garibime giden şey gerçekten nasıl yaşamak istemediğimi düşünmemiş olmamdı. 

"Gerçekten," dedim sesimin yumuşadığını fark ederken. "Nasıl yaşamak isterdin? Yani hiç bir gruba girmeseydin?" 

"Bunu hiç düşünmedim." dedi direkt.  Duraksadı, bakışları bana döndü. "Ve her türlü ideasına varım, sen de yeni düşünündün." 

"Doğrusu soru bile az önce aklıma geldi." dedim hafifçe gülümseyerek. 

Bir süre düşündü. "Az önce dediğim gibi, basit bir hayat. O basit hayata yakışacak bir meslek." Güldü. "Kesinlikle, her şeyden uzak hissettiğim bir hayat." 

Bakışları bana döndü. "Sen?"

Bu sorunun cevabı geçmişte ne yapmak istediğime bağlıydı. 

"Hiçbir şeyden emin olamadığım gibi, bundan da emin olamıyorum." diye mırıldandım. 

"Her ne olursa olsun," diye mırıldandı. "istediğin şekilde, hayal ettiğin şekilde yaşamayı hak ediyorsun." 

"Bunu sen mi söylüyorsun?" dedi alayla gülerken. 

"Bunu ben bile söylüyorum." diye düzeltti. "Ne olursa olsun, herkes onu iyileştirecek bir hayatı hak eder."

Kaşlarımı hafifçe kaldırdım ve birkaç saniye durdum. "Beni tanımıyorsun." dedim sadece. 

"Bir şeyleri hak ettiğini söylemem için seni tanımam mı gerekiyor?" dedi bu kez. 

"Sadece iyi insanlar iyi şeyleri hak eder." dedim, sesim neden düz bir tonda değildi? "Benim hayallerim hep iyiydi." 

"İyiydi derken?" dedi gözlerini yoldan ayırmadan. 

"Kendimi değiştiremeyeceğimi anladığımda hayallerimi değiştirdim." Ardından omuz silkerek konuyu kendimden uzaklaştırmaya çalıştım. "Fakat hiç tanımadığın birine iyi bir şeyleri hak ettiğini söylüyorsan, gerçekten de iyi hayallerini hak ediyorsun."

Yalnızca hafifçe gülümsedi, hiçbir şey demedi. 

"Bir gün denize kavuşacağız." dedim sessizce. O kendini deniz kenarındaki evinde yaşarken hayal etti, ben kendimi ölürken hayal ettim. 

Ben iyi hayalleri hak edemeyecek kadar kötü duygularla kaplıydım. Yaptığım iş beni iyi bir insan gibi mi gösteriyordu? Kahraman gibi mi? Ben kendimi iyi bir insan gibi hissetmedikten sonra onların beni kahraman ilan etmesi umurumda değildi. 

İyi insanlar iyi hayallerine kavuşurdu, iyi insanlar cennete sahip olurdu. 

Kötü insanlar hayal dahi kuramazdı, onlar cehenneme mahkum olurdu. 

Ben iyi bir insan değildim, istesem de iyi bir insan olamazdım. Acıyı hissetmiyordum, mutluluğu hissetmiyordum, sevgiyi hissetmiyordum. Öfkeyi hissedebiliyordum, intikamı, nefreti ve daha pek çok şeyi. 

Kalbi iyi duygulara karşı mühürlenmiş bir kalbin sahibi iyi olabilir miydi? Her şeye rağmen o mührü söküp atabilir miydi? 

İmkansızdı, çünkü o insan kalbini umuda karşı mühürleyeli de çok olmuştu. 

"Neden?" dedi yutkunarak. "Neden çabalamıyorsun? Sence ben iyi bir insan mıyım? Bana karşı bile merhametliysen bu konuda, neden kendi kendini ölüme zorluyorsun?" 

"Bir zindan düşün," diye mırıldandım yalnızca. "tamamen kötü insanlar, orada durmak zorundalar. Dışarıya çıkamazlar. Hayatlarının sonuna kadar oraya mahkumlar. Oraya yeni gelecekler de kötü olacak. O zindan kötülerin yuvası olacak." 

"Bir gün o zindana gelen birisi suçsuz olabilir." dedi yalnızca. "O, bir suçlu sanılarak oraya atılmış olabilir."

"Olabilir?" dedim sorarcasına. "Bir ihtimale göre mi yaşayacağım?"

"O ihtimali görmezden gelerek ölmekten iyidir." dedi. 

Düşünmek istemedim, hiçbir ihtimali. Emin olmadığım onca şeyin arasında kesin olan tek bir şey vardı. İkimiz de denize kavuşacaktık. 

************

"Dimitri," diye mırıldandı önündeki kağıda yine Dimitri yazarken. Ardından masanın üzerindeki kaşeyi bastı, Timothy ve Valery'nin imzasını atıp kağıdı diğerlerinin üzerine koydu.

"On üç oldu." dedim sıkıldığımı belli etmemeye çalışırken. Sofia arkasına doğru yaslandı ve elindeki kalemle oynamaya başladı.

"Sıkıldım." dedi Sofia gözlerini patlatırken.

"Al benden de o kadar." dedim yanaklarımı şişirdiğim nefesi dışarıya verirken. "Hayatımda bundan sıkıcı bir grup görmedim, her şeye Dimitri yazıp postalıyoruz!" 

"Neyse ki yemin olacak bugün." diye mırıldandı Sofia. 

"Bak şimdi," dedim sabahtan beri beynimden asla ayrılmayan düşünceyi savururken. "Kurban biz olmayalım?"

"Abart!" dedi Sofia alayla karışık. "Sittinsene Kritanta, sittinsene fark etmez.  

"Ya fark ettiyse?" dedim gözlerimi hafifçe açarak. 

"Sen bana güvenmiyor musun?" dedi kaşlarını hafifçe çatarak. "Fark etmedi dediysem fark etmemiştir." 

"Sen öyle diyorsan," dedim gözlerimi ondan kaçırırken. "Hem yaptığımızın doğru olup olmadığını hala düşünüyorum, çok ortada hissediyorum. Yani, nasıl desem, ona yalan söylemek-" 

"Sen değil miydin abimin katilini bulmak için ne gerekirse yaparım diyen?" dedi lafımı keserek. 

"Yalnızca gruba minnettar hissediyorsun, gerisini umursadığın yok, umursadığımız yok." Biraz durup devam etti. "Hem sana yalan söylemeyi öğreten birinin bir gün ona da yalan söyleneceğini düşünmüş olması gerekir. Yine de için rahat etmeyecekse, yani geri oraya dönmemizi isteyecek olursan burada durmamın tek sebebinin sen olduğunu hatırla. Dönmemiz gerektiğini söylediğin an her şeyi bitiririz." Bana biraz yaklaşıp fısıldadı. "Uzun lafın kısası, görevini, on üçüncü görevini tamamlamak istediğini söylersen bundan keyif alacağımı unutma." 

"Ona ne şüphe!" dedim hafifçe gülümseyerek. 

"Bu arada," dedim başımı sağıma yatırarak. "iyi ki varsın Sofia, sen olmasan iki güne geberip giderdim." 

"Tabi iyi ki varım, benim olmadığım bir Dünya düşünebiliyor musun? Karanlıkta kalırdınız." 

Gülerek gözlerimi devirdim, o kendini övmeye devam ettiğinde kafamı kaldırıp konuştum. "İyi ki bir şey dedik be! Kalkmasın hemen götün." 

Kaşlarını kaldırıp alaycı bir şekilde gülümsedi. "Yalan mı şimdi, uyandığında şu mükemmel yüzü görmediğini düşün." dedi işaret parmağını yüzünün etrafında dolandırırken. "Tüm işlerin batardı. Sana yaptığım manifestler sayesinde hayatın bu denli düzgün ilerliyor." 

"Lütfen katili bulmam için manifest yap. Yani ne bileyim Kritanta katili bulup kafasını balyozla-"

"Karma yasası." dedi lafımı keserek. "Karma canımın içi karma. Eğer ben böyle bir şey dersem ve gerçekleşirse o balyoz gö-" 

Bulunduğumuz odanın kapısı açıldığında ve içeriye Timothy girdiğinde gözlerimi devirdim. "Romantik konuşmanızı böldüysem özür dilerim, şu kağıtları verin ve çıkın odadan." 

"Baya romantikti, en son balyozla alakalı bir şeyler söylüyordu." dedim oldukça ciddi bir yüzle. Sofia kendini tutamayıp gülerken masanın üzerindeki kağıtları Timothy'e uzattı. 

Hala olduğu yerde oturduğunu gören Timothy konuştu. "Saatin on bir buçuk olduğunu ve birde ayininize yetişmeniz gerektiğini hatırlıyorsunuzdur umarım." 

Timothy'nin yanından odaya giren Vera kızıla çalan saçlarını omuzlarından geriye atarken konuştu. "Gecenin bir yarısı ayin ha? Yanınızda İncil'de taşıyor musunuz? Boş zamanda Filipinler ayetleri falan." 

"Evet," dedi Sofia arkasına yaslanırken. "Var mı diyeceğin?"

"Hiç Orphan izledin mi?" dedim oldukça ciddi bir şekilde. 

"Ne alaka şimdi bu?" dedi Vera dalga geçercesine. 

"Hiç," dedim omuz silkerek. "Yalnızca aklıma ana karakterin yanında İncil taşımasıyla dalga geçen üvey kardeşini boğması geldi." Kaşlarımı çattım. "Arkadaşı da olabilir, emin değilim. Yıllar önce izledim." 

"Bir akıl hastanesine yatman gerektiğini biliyorsun değil mi?" dedi bana iğrentiyle bakarken. 

"Biliyorum," dedim omuz silkerken. "Bunu buradaki herkes biliyor." Ardından sandalyemden kalktım ve çantamı omzuma aldım. "İzninle, gece yarısı ayinine yetişmem gerek. Malum, yarın pazar." 

Sofia'da sandalyeden kalktığında odadan çıktım, Timothy ve Sofia'nın gelmesini bekledim. 

"Orada İncil'le dalga geçtiği için öldürmüyordu yalnız, kızdan kurtulmak zorundaydı. Ama neden kurtulmak zorunda olduğunu hatırlamıyorum." dedi Sofia koridorda yürürken. 

"Kız, üvey babasına aşıktı, üvey annesi de kızdaki değişikliği fark etmişti. Üvey kardeşi annesine yardım edince," dedi Timothy omuz silkerek. "Ama İncil'de bir sebepti bence." 

"Psikolojik gerilim sevenlerle aynı yerde olmak ne güzel." dedim yalnızca, merkezden çıkıp evimize doğru yol almaya başladık. 

****************

"Sadece bizim kurban kesip ortaya koyuyormuş gibi ayin yapmamız içimi rahatlattı." dedi Timothy ön taraftan. 

Sofia hafifçe gülümsedi. "Gibiyi kaldır. Biz kesmesek de kurbanı ortaya koyuyoruz." 

Valery arkaya doğru döndüğünde şaşırmış görünüyordu. "Ne yani, eski kabileler gibi birini seçip kurban mı ediyorsunuz?" 

"Yalnızca ihanet eden birini."

Timothy'de arkasını döndüğünde Sofia rahatlıkla omuz silkti. "Yeminlerde iki kişi ölmez, hem bu sene yemini ben yöneteceğim. Böyle bir şey imkansız yani." 

Timothy önüne dönüp bir nefes verdi. "Bunlarınki daha manyakça, aşırı hoşuma gitti. İlahi falan da okuyor musunuz?"

"Büyü yapmıyoruz, yemini uyguluyoruz yalnızca." diye karşı çıktım ona. Gözlerim cama çevrildiğinde ise Sofia'nın sesini duydum. "Bundan sonrasında yürümemiz gerek. Siz de çok görünmeyin etrafta." 

Gecenin karanlığında görünen tek şey, hiçbir şeydi. Valery arabanın farlarını kapattıktan sonra iyice karanlığa bürünen yolda inip ormanın içine girmemiz gerekiyordu, mesajda öyle yazıyordu. 

Arabanın kapısını açtım ve aşağıya indim, iner inmez havanın soğukluğu beni üşütmeye başlayınca, hatta tüm karanlığa rağmen verdiğim nefes ay ışığında göründüğünde arabanın kapısını kapattım ve tüm vücudumu saran titreme halinden kurtulmaya çalıştım. 

Arabanın önüne doğru birkaç adım atmamla ayağımın altındaki yaprakların ezildiği duyuldu, aynı sesler solumdan, Sofia'nın olduğu yerden de geldiğinde "Duyuyor musunuz?" diye mırıldandım. 

Timothy ve Valery'den gelen onay sözcükleriyle hemen yanımda duran Sofia'nın elini tuttum. "Aşırı gerginim Sofia, dalga geçersen seni burada öldürürüm." 

Gülümsediğini duyduğumda gözlerimi devirmek istesem de kendimi bunun için rahat hissedemedim. Neler oluyordu bana? 

"Merak etme sevgilim, korurum ben seni her şeyden." 

Birkaç adım attığımızda neden bu kadar gerildiğimi sordum kendi kendime. Aslında haklı olduğum bir konu var gibiydi, grupta bir yemine katılabilmek için en az dokuz yıl boyunca grupta olmamız gerekiyordu.

 Geçen sene kuralları öğrenmem için seyirci olarak katılmıştım. O zaman bana fazlasıyla eğlenceli gelse de, ilk defa katılan birisi olarak, ilk defa ihanetle katılan birisi olarak bu gerginliğimde son derece haklıydım. 

Bu durum Sofia için geçerli değildi çünkü Sofia varisti, gruba girdiğinden beri, yani yedi yaşından beri yeminlerde baş köşede yer alır, yemini yönetirdi. O yüzden rahat olması son derecede normaldi. 

Neredeyse on dakika kadar yürüdükten sonra karşımızdaki karaltıyla gözlerimi kıstım. Karaltıya yaklaştıkça çok hafif de olsa insan sesleri geliyordu. "Rahat ol, kasma. Ayrıca tedirgin olduğunu belli etme. Doğrusu bu konuda fazlasıyla iyisin ama." 

"Tabii iyiyim," dedim elini bırakarak. "Patrona kalp krizi geçirtmek istemeyiz ha?"

Kulaklıktan yükselen sesle gözlerimi kıstım, ne çok bağırıyordu! 

"Ne yapıyordunuz ki?" Valery'nin sesiyle gözlerimi devirdim. 

Sofia ise yürümeye devam ederken konuştu. "Bu seni ne ilgilendirir?" 

Valery'nin derin bir nefes verdiğini duydum. Tam onu uğraştıracakken kapıya fazlasıyla yaklaştığımızı fark ederek dudaklarımı birbirine bastırdım. 

Kapının önüne geldiğimizde ahşap kapıyı hafifçe ittirdim, gıcırtıyla açılan kapının hemen arkasında bir garson edasıyla, tek eline aldığı tepsiyle duran Viodentsty'i görmemle rahatlamam bir oldu. Bu çocuk gerçekten bir ortamdaki, hatta böyle bir ortamdaki tüm gerginliği yok edebilecek kapasitedeydi. 

"Kritanta, kralın kızı!" 

"Seni görmek de güzel Violet!" dedi Sofia dalga geçerek. 

Viodentsty gözlerini devirdi ve Sofia'ya sırtını döndü. "Size içecek bir şeyler ısmarlamamı ister misiniz güzel hanımefendi?" 

"Numaranızı verirseniz neden olmasın?" dedim flörtöz bir tavırla. Cebimden çıkarttığım sigarayı uzattım. "Benimki sigarada yazıyor." 

"Gerçekten sigaraya numara mı yazdın?" dedi şaşkınlıkla. 

"Neden böyle bir şey yapayım, elim var kolum var. Söylerim herhalde." biraz durduktan sonra devam ettim. "Aslında fena fikir de değil." dedim uzattığım sigarayı geri cebime koyarken. 

Sofia önümde geçtiğinde Viodentst Sofia'yı başından savmak için kadehlerden kendi önünde olanını verdi. 

Sofia birkaç adım geri çekildiğinde alayla konuştum. "Normalde bu kadar kıskanç değil ama, olsun." 

Viodentsty yanıma yaklaşıp fısıldayarak kulağıma doğru, kulaklığa doğru konuştu. "Ne yalan söyleyeyim kralın kızıyla aşırı yakışıyorsunuz." Tam geri çekilecekken tekrardan yaklaştı. "Sakın kimse duymasın!" dedi uyarırcasına. 

"Benden başka kimse duymaz." dedim elimle dudaklarıma anahtar işareti yaparken. 

"Sen ne kadar yalancısın ya!" dedi Valery. 

Gülümsedim, Viodentsty ona gülümsediğimi sandı. Bu sefer ben ona doğru yaklaştım ve kulağına fısıldadım. "Bir yolunu bulsam da üvey kardeş sayılmasak, ama olmuyor işte." 

Geriye doğru çekildiğimde ve tepsiye doğru baktığımda yine kendi önünden aldığı kadehi bana uzattı. 

Sofia'nın yanına birkaç adım ilerledikten sonra içi kırmızı şarap dolu kadehi hafifçe kaldırıp Sofia'ya bakarak içtim. 

"Bazen gerçekten bana aşık olduğunu düşünüyorum." dedi hafifçe gülümseyerek. 

"Bazen mi? Sürekli düşünmen için uğraşıyordum oysaki." 

Sofia gözlerini devirip önümüzdeki kapıdan içeriye girdiğinde üzerimdeki tüm o rahatlık duygusunun kaybolduğunu hissettim, elimde olmadan derin bir nefes verdim. 

Odada büyük bir masa vardı, gelenler masa üzerinde yerlerine yerleşmişti. Masanın üzeri her zamanki gibi fotoğraflarla doluydu, çok da büyük sayılamayacak odada yalnızca bu büyük ahşap masa vardı. 

Masanın duvara yakın ve kısa olan tarafında patron duruyordu, onun tam karşısındaki boşluk ise Sofia'ya aitti. Viodentsty'nin deyişiyle kralın kızına. 

Dikdörtgen masanın uzun kenarlarına ise bizler geçecektik, kurban edilecek kişi ve bizler. Grupta dokuz yıl boyunca sadık bir şekilde kalan herkes. Masanın biraz uzağında, tam köşede duran on altı- on yedi yaşlarındaki kıza gözlerim takıldığında kızın gözlerinin üzerimde olduğunu fark ettim. Seyirciydi, seneye masaya geçecekti, herkesi detaylıca inceliyor ve yapacaklarını kafasına yazıyor olmalıydı. Odanın içinde ışık neredeyse hiç olmadığından kızın kim olduğunu, ya da yanımda kim olduğunu göremiyordum. Oda yalnızca birkaç mumla aydınlanıyordu. 

Sofia onun için ayrılan yere geçtiğinde ben de Sofia'nın sağ tarafında, dizilmiş insanların arasında kalan yere geçtim. 

"Kim kaldı?" dedi patron köşede duran kıza dönerek. O sırada odaya giren fakat yüzünü göremediğim adam tam karşıma geçti. "Yalnızca Viodentsty, patron." dedi kız düz bir sesle. Birkaç saniye içinde Viodentsty de odaya girmişti, yeni gelen o adamın tam yanına yerleşmişti. 

Patron başını yavaşça aşağıya çektiğinde Sofia konuşmaya başladı. Yıllardır tek bir kelimesini dahi değiştirmediği bu cümleleri söylemek onun için artık sıkıcı olmaya dahi başlamış olabilirdi. 

"Üyeler," dedi sert bir sesle. "burada, tam bu odada içimizden birisi ona sunduğumuz eve sırt çevirdi. O, böyle bir sırt çevirmedir ki ona verdiğimiz onlarca şeyi unutmuş, belki para, belki de başka bir şey için evine sırtını dönmüştür. Tek bir üye için her şeyini verebilecek bu grubun yanında savaşmaktansa karşı safta, yıllardır dost bildiklerine karşı savaşmayı seçmiştir. Bu da yetmezmiş gibi ona tüm güvenini veren dostlarını yüzüstü bırakıp onları sırtından bıçaklamayı seçmiştir." 

Hemen yanımda duran ve kim olduğunu anlayamadığım kişinin ellerinin titrediğine şahit oldum, kurban yanımdaydı. Kurban, solumdaydı. Solumdaki derin bir nefes verdikten sonra elini kalbine koydu, öksürmeye başladı. 

"Onun sırtımıza geçirmeyi planladığı tüm bıçakların zehrini, bir kadehe koyup yine bir dost gibi ona verdik." 

Yanımdakinin öksürükleri daha da sıklaştı, dengede durmakta zorlanmış olacak ki elleri önce masayı tuttu, ardından sağ elimi. Elimi sertçe çekip elinden kurtardığımda titremeye başladı. Gördüğüm tek şey ise fotoğrafların üzerine damlayan kan oldu, öksürüklerinden kadın olduğunu anladığım kişi kan kusmaya başladı, daha çok titredi. Daha çok öksürdü ve daha çok kustu. En sonunda yere yığıldı. 

Sıra bendeydi, kurban solumdaydı. 

Sağ elimin işaret parmağını fotoğrafın üzerine damlayan kana değdirdim. Ardından konuşmaya başladım. 

"Bu hain gibi, grubuma ihanet etmeyeceğime, kadehime doldurulacağını bildiğim zehirli bıçakları elime sürmeyeceğime, vatanıma ihanet etmeyeceğime, tüm benliğimle grubumun yanında savaşacağıma az önce solumda ölen hainin akan her kan damlası üzerine, şerefim üzerine,"

 Yutkundum, her ne kadar söylemek istemsem de işaret parmağımın üzerindeki kanı boynumdaki haça değdiriyormuş gibi davranıp değdirmeyerek fakat haçı tutarak konuştum. 

"Bizler için çarmıhta acı çeken İsa Mesih, kutsal ruh ve Tanrı üzerine yemin ederim." 

Elimi haçtan çektim, belli etmemeye çalışarak parmağımdaki kanı üzerimdeki kıyafete sürdüm. Zaten fazlasıyla karanlıkken herhangi birinin beni görmesi imkansızdı. 

Benim hemen sağımdaki adam konuştu bu kez. Yaşı kırklarında olmalıydı, çatallı çıkan sesiyle önce fotoğrafa düşen kan damlasına parmağını değdirdi, ardından benim söylediklerimin aynını söyledi. 

Masadaki herkes, patron dışındaki herkes benimle aynı cümleleri tekrar ederek. Elindeki kanı haça sürerek, tekrar ettiler. Köşedeki kız ise merakla izlemeye devam etti. 

Sıra en son patrona geldiğinde o konuşmaya başladı. "Grubumun başkanı olarak, sorumluluğunu aldığım her üyenin kılına zarar verebilecek herkesi ve her şeyi yok edip üyelerin her birini koruyacağıma, onlara evi sunacağıma her şey üzerine yemin ederim. Masada fotoğrafları olan ve grubu için can veren herkesin katillerine rahat nefes aldırmayacağıma her şey üzerine yemin ederim." 

Sofia tam önünde duran mumu aldı, hemen sağında, yerde yatan kadının mumunu es geçerek benim önümde duran mumu yaktı, ardından mumu bana verdi. Ben de hemen sağımda duran adamın mumunu yakıp ona verdim. Mumun üzerindeki zayıf ateş , tüm masadaki mumları yaktığında etraf fazlasıyla aydınlanmıştı. 

Gözlerimi karşıma çevirdiğimde masaya son gelen kişinin yeşil gözleriyle karşılaştım. Gözleri gözlerimle karşılaşır karşılaşmaz hafifçe gülümsedi, fakat ben tek bir mimik dahi oynatmadan ona bakmayı sürdürdüm. 

Elimi boynumdaki haç kolyesine götürdüm ve haçı siliyormuş gibi davrandım, masadaki herkes gibi. "Bana ve evime zarar verecek herkesi yok edeceğime yemin ederim." Gözlerim hala karşımdaki adamın gözlerindeyken tüm masayla beraber mırıldandığım söz onun için bir şey ifade etti mi emin değildim. 

Her gördüğüm yeşil gözlü adama karşı tedbirli davranmak Rusya gibi bir ülkede elbet ki saçmalıktı fakat içimdeki bir ses, bu adamın öylesine bir adam olmadığını fısıldıyordu bana. 

Ve içimdeki ses bu zamana kadar hiç yanılmamıştı. 

Herkes sessizce dağılmaya başlarken ben de gözümden karşımdaki adamı kaçırmamaya çalışarak geriye doğru bir adım atıp Sofia'ya doğru yürüdüm. Tam beraber dışarı çıkacakken patron konuştu. "Sofia, sen dur biraz. Kritanta, sen çıkabilirsin." 

Sofia olduğu yerde durmaya devam ederken ben hafifçe başımı salladım. "Ben dışarıdayım Sofia." 

Sofia kısaca beni onayladığında önce odadan, ardından tahta evden çıktım. Gözlerim etrafta dolanırken bana bakan bir çift yeşil gözle karşılaştım, karşımdaki ağacın hemen yanında, tek başına duruyordu. 

Elimle ağzımı kapatarak fısıldadım. "Valery, konumu aktif et. Tehlikeli bir şeyler olabilir." 

"Ne?" dedi Valery. "Neyden bahsediyorsun? Hiçbir olay çıkmadan direkt arabaya gel!" 

"Bu fırsatı kaçıramam!" dedim adeta fısıldarken bağırarak. "Ters giden bir şeyler var." 

Ardından Valery'nin vereceği cevabı boş vererek  normal adımlarla ahşap evden uzağa, o ağacın kenarına doğru ilerlemeye başladım. 

Yeşil gözlerin sahibinin kolunu dayadığı ağacın yanındaki ağaca sırtımı dayayıp bir müddet sessizce durdum. "Seni tanıyor muyum?" dedim sessiz durduğum bir dakikanın ardından. Gözlerim karşıya dönüktü, kollarımı göğsümde birleştirmiştim. 

"Muhtemelen hayır." dedi yeşil gözlerin sahibi. Sesine bakılırsa yirmili yaşlarında olmalıydı, ya da daha büyük, emin değildim. "Fakat ben seni tanıyorum." 

Hafifçe gülümsedim, gözlerim hala karşıdaydı. "Grupta beni tanımayan yok." dedim alayla. "İlk defa mı yemine katılıyorsun?" 

"Evet." dedi sessizce. Göremeyeceğini bildiğim için mimiklerimi saklama gereğinde bulunmadım ve kaşlarımı çattım. Eğer ilk defa katılıyorsa geçen sene seyirci olması gerekirdi fakat geçen sene seyirci olan tek kişi bendim. 

Karanlıkta kısıtlı hareketlerimi göremeyeceğini bildiğimden üzerimdeki siyah kazağın uçlarını çevirip sakladığım halatı hafifçe çekmeye başladım, silahıma davranacak olsaydım fark edeceği fazlasıyla belliydi. 

"Aslında sana bir şey söylemek istiyordum," dedi düz bir sesle. 

"Ne gibi?" dedim umursamazlıkla. Galiba gerçekten fazla paranoyak olmaya başlamıştım. 

"Biraz yürüyelim mi?" dedi görebildiğim kadarıyla ormanı işaret ederek. 

"Tabii." diye mırıldandım ve sırtımı dayadığım ağaçtan çekerek yürümeye başladım. Halatı sağ avcumun içine aldım ve sıkmaya başladım, gerçekten kimseye güvenmiyordum. 

Bir süre sessizce yürüdüğümüzde, ağaçlar iyice sıklaştığında ve ay ışığı dahi görülemeyecek kadar karanlıklaştığında durdum. "Ne söyleyeceksen burada söyle." 

"Ama-" diyeceği sırada hızla sözünü kestim. "Gitmem gerekiyor. Ya söyleyeceğini başka zaman söyle, ya da şimdi." 

Derin bir nefes verip durdu. "Ben Yermifiç Basytonty." 

Göremeyeceğini bilsem de sabırsız bir şekilde kafa salladım. 

"Ve sen de, Kritanta İvanova."

 Biraz durduktan sonra bana doğru bir adım attı. Eli, beline gitti. Görebildiğim kadarıyla bir kutu ya da benzeri bir şey çıkarttı.  Elimdeki halatı yavaşça açtım. 

"Yoksa Arina Kreslina dememi mi tercih edersin?" 

Elimi hızla belime götürüp silahı ona doğru doğrulttum. Emniyeti açtığımda kulaklıktan gelen sert bir kapı kapatma sesiyle konuştum. "Yalnızca görevin olan postacılığı yapmanı tercih ederim." 

"O haklıymış," dedi yalnızca. "Kolay lokma değilmişsin, bir kişi için."

 Cümlesini kurar kurmaz arkamdan, önümden, sağımdan ve solumdan ayak sesleri duyuldu. Etrafımın çevrildiğini anladığımda kılımı dahi kıpırdatmadan silahı karşımdakine doğrultmaya devam ettim. 

"Kritanta, geliyoruz. Çok az kaldı. Sen yalnızca onu oyalamaya ve bir dakika kadar hayatta kalmaya çalış." 

"Doğrusu şaşırıyorum," diye mırıldandım. "Tek bir kişiyi öldürmek için bu kadar plana gerek var mı? Oysa beni öldürmek isteseydin bana verilecek şaraba zehir koyabilirdin." Gülümsedim. 

"Yoksa zehrin basit bir ölüm şekli olacağını mı düşündün?" 

"Dimitri hakkında ne biliyorsan dökül." 

"Rol çalmayın! Her zaman bilgi dilenen ben oldum." 

"Aptala vurmayı kes." dedi bağırarak. Asıl aptal kendisiydi, bağırarak beni korkutabileceğini falan mı zannediyordu?

 "Dimitri hakkında ne biliyorsun?" 

"Ah, çok korktum." diye mırıldandım. "Bildiğim her şeyi söyleyeceğim şimdi sana." 

Sinirle bana doğru gelecek oldu fakat onu durdurdum. "Atacağın tek adım dahi seni öldürmeme yeter." 

"Beni öldürmeye çalışacak olursan öleceksin. Bunca adamın silahlarından çıkacak kurşunun kurbanı olacaksın." 

"Sevgili adamlarının çoğu bu karanlıkta ıskalayacaktır, diğerlerinin de beni hemen öldürecek bir şekilde yaralaması imkansıza yakın. Fakat seni aydınlıkta gördüm, sana ateş ettiğim halde öleceksin." 

"İşte daha mükemmel ya." diye mırıldandı karşımdaki. Kulaklıktan gelen nefes sesleri, koşma sesleri durmuştu. Muhtemelen yakınlardalardı. "Burada kan kaybından öleceksin. Çok sevgili arkadaşın onu beklemeyip gittiğini düşünecek. Patronun desen umurunda dahi olmaz. Seni burada kim bulacak? Acı çekerek öleceksin." 

Kulağımda Sofia'nın sesini duydum. "Ateş etmeye başladıklarında öldür. Geldiler." 

"İşte orada yanılıyorsun." 

Cümlemin bitmesiyle sağımda bir silah sesi duyuldu, ardından solumda. Tek bir an bile düşünmeden tetiğe bastım. Karşımdaki adam acı bir inleyişle yere yığıldığında bir el elimi tuttu, beni hızla kendine çektiğinde sırtım, onun sırtına çarptı.  

"Böylesi daha iyi, birbirimizi öldürmeyiz." dedi Valery nefes nefese.

Önüme doğru ateş ettiğimde ve önümdeki karaltı da yere yığıldığında gülümsedim. "Deja vu." 

"Çatışmada bile aklına gelmem güzel." diye mırıldandı alayla. 

Silahı sağımda duyduğum adım sesine doğru yönelttiğimde tetiğe bastım fakat herhangi bir ses yükselmedi. "Beni öldürmezsen sevinirim," dedim iğneleyici bir sesle ve adım sesini duyduğum yöne doğru yumruğumu savurdum. İkinci bir yumruğu atacağım sırada bileğim tutulduğunda sol elimle sert bir yumruğu karşımdakinin yüzüne geçirdim. Hemen arkamdan duyduğum çıtırtıyla arkama doğru hızla dirsek attım, arkama dönüp bir yumruk daha atacağım sırada dizlerimin arkasına yediğim tekmeyle dizlerimin üzerine düştüm. Ellerimle yerden destek alarak iki bacağımı da kaldırdım ve tam önümdeki adama doğru hızla tekme attım. Adam arkasına doğru düşerken ben ayağa kalktım ve sağımdakine yumruk attım. 

"Senin elinin ayarını Kritanta!" Duyduğum sesle duraksadım, Valery'e mi yumruk atmıştım? 

Eğer öylesine bir yerde olsaydım buna saatlerce kahkaha atabilecekken dudağımı ısırdım ve yerde gördüğüm silahı elime aldım. Sırtımı Valery'nin sırtına dayarken gülmemi durdurmaya çalışarak konuştum. 

"Bir insan neden sessizce yaklaşır? Eğer elimde silah olsaydı görürdün ebenin-" 

Valery hızla sağına doğru ateş etti. 

Etrafta tüm sesler kesildiğinde ikimiz de durduk ve birkaç saniye beklemeye karar verdik. Etrafta kontrol altına alamadığımız hızlı nefeslerimiz dışında hiçbir şey duyulmuyordu. Valery hareketlendi ve elime bir fener verdi. Ben sağa, o sola doğru ilerledi, elimizdeki fenerleri yerde yatanlara doğru tutup ölüp ölmediklerini kontrol ediyorduk. 

Grupta olsun olmasın, burada olan herkes bana bir şekilde yardım geldiğinden haberdardı. Yaşamaları demek, grup tarafından bulunmaları ve her şeyin ortaya çıkması demekti. 

Birkaç kurşunu harcamak zorunda oluşumun ardından, yeşil gözlerin sahibi, adını hatırlamadığım adamın yanındaydım. Sağa düşmüş kafasına göz gezdirdim, kurşun onu tam alnından vurmuştu. Hafifçe gülümsedim. "Hedefi hiç şaşırmadığımı söylemiş miydim?" dedim kendime övgü dolu bir sesle. 

Elimdeki feneri ona doğru çevirdiğimde saçlarının dağılmış olduğunu, kana bulanmış elini, burnuna tuttuğunu gördüm. Üzerindeki beyaz gömlek kana bulanmıştı. Hangi akıllının bir takipte beyaz gömlek giyindiğini sorgulamayı bıraktığımda konuştu. "Öğrenmiş olduk." 

Kahkaha atmamak için önüme döndüğümde yerdeki adamın elindeki kana bulanmış zarfı gördüm. Zarfı hızla çekip aldım. Feneri tutacağım sırada Valery arkamdan fenerin ışığını zarfa doğrulttu. Gözlerim zarfta dolanmaya başladığında asıl dikkatimi çeken  zarfın kapanmasını sağlayan mühürdü. 

Mühre bir göz çizilmişti. 

Altına ise dolma kalemle bir not eklenmişti. 

"Arina Kreslina'ya. En sevdiğim kurbanımın sevgili kızına." 

"Dimitri." 

Continue Reading

You'll Also Like

469K 13.3K 53
what happened when the biggest mafia in the world hid his real identity and married an innocent, sweet girl?
16.9M 652K 64
Bitmiş nefesi, biraz kırılgan sesi, Mavilikleri buz tutmuş, Elleri nasırlı, Gözleri gözlerime kenetli; "İyi ki girdin hayatıma." Diyor. Ellerim eller...
81.8K 12.2K 72
නුඹ නිසා දැවුණි.....💙 නුඹෙන් මා නිවෙමි......💙
26.9K 1.9K 16
|ongoing| Ivana grew up alone. She was alone since the day she was born and she was sure she would also die alone. Without anyone by her side she str...