YOZLAŞMIŞ HARABELER

By emregul_

271K 15.9K 107K

Sürekli aynı kâbuslarla uykuları bölünen Rena, yine bir gece aynı kâbusun etkisinden korkuyla uyanır. Rüyanın... More

GERİ DÖNÜŞ
1.Bölüm: KÂBUS
2.Bölüm: KÂBUS EFENDİSİ
3.Bölüm: AYNANIN LANETİ
4.Bölüm: YOZLAŞMIŞ SIR
5.Bölüm: RUH MÜHRÜ
6.Bölüm: AYNA MUHAFIZLARI
7.Bölüm: İLK YANSIMA
8.Bölüm: MİENAS
9.Bölüm: KARGA VE GÜVERCİN
10.Bölüm: KRALLIĞIN İZLERİ
11.Bölüm: KEHANETİN KUKLASI
12.Bölüm: KALBİN ORTAĞI
13.Bölüm: KARGANIN KALBİ
14.Bölüm: TOPRAK ANA
15.Bölüm: YIKAN VE YOK EDEN LORD
16.Bölüm: ESKİ UYGARLIK
17.Bölüm: GÜNAH TOHUMU
18.Bölüm: PERİ KÖYLERİ
19.Bölüm: GECE KULESİ
21.Bölüm: KARANLIĞIN FISILTISI
22.Bölüm: ŞAFAK VAKTİ

20.Bölüm: ESTER

3.4K 524 16K
By emregul_

Merhaba^^ Sessiz bir köşede hikayemize kaldığınız yerden devam edin✨

Keyifli okumalar minik kabuslarım^^

Bölüme başlamadan önce yıldızı parlatmayı ve satır aralarına çokça yorum yapmayı unutmayın, lütfen.

*
Ester
*

Sanrılar ve fısıltılar...

Ruhumun sancıyan köşesini dağlayan yakarışlar ve kalbime gölge düşüren zehirli sözcükler...

Suyun altına bastırıldığım anda koparıldığım gerçek dünya gözlerimden silindiğinde gördüğüm son yüz Aryen'e aitti ama şimdi üzerime dikilen gözler... bir yabancınındı.

Soluğumu kesen, tenimi donduran, ruhumu yakan ve zihnime pusu kuran buz mavisi gözler bir kristal gibi parlıyor; harelerinin ardına saklanan gölgeler bileklerime pranga vuruyordu. Okyanus mavisi gözleri başımı döndürse de derinlerindeki karanlık uzanıp boğazımı sıkıyordu.

Nefessiz kalan ciğerlerim soluyabilmek için direnirken o gözünü bile kırpmadan suyun üstünden gözlerimin içine bakıyordu.

Baygın olduğumu biliyordum.

Aryen'in bir yabancının bana dokunmasına izin vermeyeceğini biliyordum.

Peki öyleyse bu kimdi?

Dev dalgaların sesi kulaklarımı dolduruyordu. Hırçın dalgaların ve dövdükleri kayalıkların feryadı yürek dağlıyor; rüzgârın haber saldığı topraklar kan ağlıyordu.

Bir bilinmezliğin içindeydim. Uçsuz bucaksız karanlığın yoğunluğu o kadar ağırdı ki kalkamıyordum. Hiçbir yerdeydim ve her yerde... Hem varlığımın ağırlığını taşıyamıyordum hem de tüm diyarlardan soyutlanmış, hiç var olmamış gibi hissediyordum.

Onunla konuşmak istiyordum. Hiçliğin ortasında gözleriyle varlığımda hüküm süren bu yabancıya nerede olduğumu sormak, buradan nasıl çıkacağımı öğrenmek istiyordum.

Parmaklarımı kıpırdatmak istedim. Gözlerimi bile kırpamadığımı o an fark etmek kalp atışlarımı şahlandırdığında irileşen gözlerim etrafı görmeye çalıştı.

Hâlâ küvetin içinde, suyun altındaydım ama boğulma hissi kaybolmuştu. Artık nefes alabiliyordum. Ciğerlerim, suyun altındaki havanın temizliğiyle gevşemek istese de korkularım yırtıcı bir hayvan gibi ruhuma saldırdığından bu pek mümkün olmadı.

Suyun üstünden bana bakan bir çift kristal gözün sahibi geriye çekilirken ruhumu da peşine taktı ve beni suyun dibinden kurtardı.

Sudan çıktığımda yuttuğum suyu öksüre öksüre attım ama her seferinde canımdan can gitti. Boğazımdan akan su kan olup dudaklarımdan püskürürken bir rüyanın içinde olduğumu sandım.

Aryen'in işi olmalıydı.

Diğer rüyalarımda yaptığı gibi bilmecesini tekrarlayıp durmadı bu kez ama sesi zihnimde yankılanarak kayboldu.

"Her daim hayat verir...

Düştüğü yere can verir.

Yokluğu içini yakar...

Çokluğunda yürek taşar.

Bil bakalım ben neyim?"

Kalp... Aşk... Nefes... Hayat... Yaşam... Bıktım artık bilmecelerden. Tılsım yapacaksın diye ben kafa patlatmak zorunda mıyım canım?

Bunları sesli mi söyledim yoksa aklımdan mı geçirdim, emin bile değildim. Sanki uzay boşluğuna bırakılmış değersiz bir atık gibi hissettim kendimi. Ne sesimi duyan vardı ne varlığımdan haberdar olan... Bir kişi vardı gerçi.

Küvetin mermer kenarlarından tutunduğumda parmak uçlarımdan banyonun fayanslarına akan suyu umursamadan kendimi geriye çektim. Her hareket ettiğimde küvetteki su dalgalanıp taşıyordu.

Yüzüme yapışan saçlarımı önümden çektikten sonra banyonun açık kapısından sızan dondurucu soğukla titredim. Kollarımı vücuduma sararak omuzlarımı sıvazladım ama hiçbir işe yaramadı.

Kirpiklerimdeki suyun kristalleşmesi mümkünmüş gibi bir soğuk üstüme çullanmıştı. Karanlık ve dondurucu soğuğun hüküm sürdüğü bir yerdi burası ama Gece Kulesi değildi. Ne bu küvet oraya aitti ne de bu banyo...

Banyo kapısının pervazına omzunu yaslayan adam, buz mavisi gözlerin sahibi olmalıydı.

"Hey!" Yaşasın, bu kez sesimi duyurabilmeyi başardım ama hiçbir karşılık gelmedi.

Beklemediğim bir hamle yapıp doğruldu ve banyonun dışına doğru yürüyüp gitti. Aceleyle küvetin yanlarından destek alarak sudan çıktım ama adam çoktan kayıplara karışmıştı. Bir iki kez ayağım kayarak arkasından giderken, "Hey, bekle!" diye bağırsam da oralı olmayan adama lanetler savurarak banyodan çıktım.

Aynalarla dolu bir odadaydım. Büyüklü küçüklü yüzlerce aynanın bulunduğu bir oda... Boy aynaları, duvar aynaları, masa aynaları... Duvarlarda seni dikizleyen onlarca göz gibi duran küçük, yuvarlak aynalar insanın yüreğini huzursuzlukla dolduruyordu.

Kalbimi saran kasvetin gölgesiyle nefesim daraldığından odanın ortasında durup elimi göğsüme bastırdım. Gözlerimi yumdum ve soluklarımın düzene girmesini bekledim. Olmadı. Başımı eğip baktığımda göğsümün üzerindeki dövmenin gittiğini gördüm. Aryen'in kanat dövmesi göğsümün üzerinden kalkmıştı. Daha da sıklaştı nefeslerim. Görüşüm bulanırken odanın içindeki yoğun karanlıktan mı yoksa zihnimdeki karmaşadan mı olduğunu anlayamadım.

Neden bana işkence ediliyordu rüyalarımda?

Delirmemek için kendimi zor tutuyor, rüyalarımı anlamaya çalışırken aklımın sınırlarını olabildiğince zorluyordum ama nihayetinde fani bir insandım ben.

İnsanın üzerine çöken zifiri sessizliği ilmek ilmek ören sivri uçlu buzları keder notalarını haykırıyordu. Kalbime batan kıymıklar titreyen vücudumdan döküldükçe ruhumda vuku bulan korku yavaşça dizginlenerek sönmüş, ehlileşmiş ve sona ermişti.

"Sen de kimsin?"

Pencerenin önünde durmuş öylece dışarıyı izliyordu. Odanın her yerinde ayna olduğundan her şey bir yanılsama gibi görünüyordu. Onun yanına ulaşmak istedim ama kaç kere bir aynaya çarpıp canımı yaktığımı sayamadım bile.

"Kimsin dedim?" Korkudan ölüyordum ama bunu sesime yansıtmadan konuşabildiğime seviniyordum. "Cevap ver."

Bir anlığına omzunun üstünden bana baktığında ne olduğunu bile anlayamadan canım yandı. Ölümcül bir zehri son damlasına kadar içmişim gibi kanım kalbimden taşıp damarlarımda kaynadı. Bunu bir bakışıyla yapabildiğine inanamıyordum. Bana bunu isteyerek mi yapmıştı yoksa buz mavisi gözlerin büyüsü müydü bu?

Kimdi sahiden?

Yabancı yeniden önüne döndüğünde dalga seslerinin hırçın gürültüsü yükseldi ve kalbimi çekiştiren huzursuzluk yeniden nüksetti.

Pencereden dışarıyı görebileceğim kadar yaklaştım ona. Omuzunun üstünden baktığımda bulunduğumuz yer neresi bilmiyordum ama her yanımız sonsuz bir okyanusla çevrelenmişti. Hiçbir yaşam belirtisi, ondan ve benden başka kimse yoktu.

Alabildiğine suydu her yer. Dev dalgalarıyla tufan yaratmaya çabalayan karanlık sular... Okyanusun dibine batmış bir medeniyet vardı da yapıların kalıntıları dalgaların arasından bir görünüp bir kayboluyordu.

Yutkunmaya çalıştım, olmadı. Boğazımda parçalanan kelimelerin kırıkları her yanıma saplandı.

"Buldum," diye fısıldadım. "Bilmeceye cevap vermek istiyorum." Her seferinde cevap vererek Aryen'den ve saçma rüyalarından kurtulmayı başarıyordum.

Bir kuleye hapsolmuştum ve dünya sular altındaydı. Beni su dolu bir küvette boğarak bilincimi soldurmuş, buz mavisi gözleri olan bir yabancıyı tepeme dikmişti. Bilmecede duyduğum ve rüya içerisinde gördüğüm her şey tek bir şeyi işaret ediyordu.

"Su..." Fısıltım aynaların içinden geçip başka diyarlara yankılandı sanki. "Cevap su, öyle değil mi?"

Beni duymazdan geliyordu, o her kimse.

"Bitsin artık bu saçmalık." Bağırmak istedim ama sesim kısılmıştı ve kelimeleri telaffuz etmekte bile zorlandım. "Çıkar beni buradan!"

"Kim olduğunu biliyor musun?"

Kalbinden çıkar hazineni...

Sihrini açığa çıkar, özünden beslen."

Aynaların içinden yükselen fısıltılar odanın duvarlarına çarpıp üzerime sıçrıyordu.

"Onlar bilmez... Onlar bilemez...

Sen Saklı Diyar'ın varisi... Yansıyan Şehir'in...

Sen elementlerin..."

Sustu.

"Ben ne?" Bağırdım. Bu kez hiç olmadığı kadar net ve gür çıktı sesim ama karşılık bulamadım. "Ben neyim?"

Aynaların hiçbirinde yansımam yoktu. Biraz önce kendimi görebiliyordum oysaki. Aryen'i aynanın hapsinden kurtardığım gece olduğu gibi yansımam ortadan kaybolmuştu.

Aynanın laneti... Peşime düşmüş olabilir miydi?

Aynaya hapsolmak böyle bir şey miydi? Vakit gelmiş miydi?

Kendi etrafımda dönerek aynaların tümüne bakmaya çalıştım. Her birinde başka bir şey görünüyordu. Kiminde bir orman, kiminde gökyüzü... Okyanuslar, şehirler, viraneler... Yaşayanlar ve ölüler...Yananlar, sönenler, boğulanlar ve hayata doğanlar...

Tüm diyarların ortak noktaları olan yaşam girdabında boğulurken ruhumda açılan gedik git gide büyüdü.

Tam o an omuzumdan bir el beni tutup çevirdiğinde bir adım ötemdeydi. Buz mavisi gözleri bir ölüden farksız, yüzü ruhsuz ama ifadesi gergin görünüyordu. Gözlerin sahibini ilk kez görebilme şansım olduğunda onun bir illüzyon olduğunu düşündüm ya da aynalardan gelen bir yanılsama... Çünkü gerçek olamayacak kadar... güzeldi.

Omzumu sıkıca tutarken diğer elinin avcunu kalbime bastırdığında nefesim kesildi ve ben iç çekerek suyun içinden fırladım.

***

"Rena..." Aryen'in sesiyle gerçek dünyanın kapılarından içeri girdiğimi fark ettim.

Nefes alıp verdikçe ağzımdan püsküren su genzimi yakıyordu. Bir rüyadan uyanmıştım ama etkisi yüreğime saplanıp kalmıştı.

Aryen kollarını çıplak vücuduma sararak beni göğsüne bastırdığında hâlâ genzimden akan suların sıcaklığını hissediyordum. Öyle çok üşüyordum ki çenem titriyor, dişlerim birbirine çarpıyordu.

"Geçti, güzelim," derken saçlarımı okşadı. "Bitti, iyisin."

Aryen'in endişesi sesinden ve göremediğim yüzünden açıkça okunabiliyordu.

"Gel," diyerek omuzlarımdan tutup küvetin içinde beni ayağa kaldırdığında istemsizce kollarımı bedenine sardım. Başımı yeniden göğsüne yaslayarak onun komutlarına uyudum.

Aryen, bana sıkıca sarılarak küvetten çıkmama yardım etti. Ardından banyodan çıkıp odaya geçtiğimizde parmaklarını ahenkle kıpırdatarak açık olan tüm pencereleri tek hamlede kapattı. Vücuduma sardığı havluyla bedenimi kurularken birlikte yatağa kadar yürüdük.

Yatağın kenarına oturduğumda hâlâ konuşabilecek ya da rüyamda bana yaptıklarının hesabını sorabilecek gücü kendimde bulamadığım için aramızdaki sessizlik büyüdü, büyüdü; uçurum oldu ve ikimizi de yuttu.

Aryen omuzlarıma kadar havluyu örtüp uçlarını göğsümde kavuşturduktan sonra kucağımda boş duran elimi tuttu. Havlunun uçlarını elime verdikten sonra yanımdan ayrıldı.

Yeni bir havluyla birlikte diğer elinde katlı hâlde duran kıyafetler getirdi. Başımda dikilirken elindekileri dikkatle kenara koyduktan sonra arkamızdaki şömineyi yakmak için omuz hizasında kaldırdığı elini şıklattı. Bunu yaparken gözlerimin içine bakıp kendisine baktığımdan emin oldu.

"Bunu neden yaptın?" diye sordum titreyen çeneme rağmen.

"Üşüdüğün için."

Sırf Aryen görsün diye büyükçe göz devirip göğsümün açıkta kalan kısmını havluyu çekiştirerek örttüm. Kanat dövmemi orada gördüğüme sevindim ama bunu belli etmeden bakışlarımı yeniden Aryen'e döndürüp donuk bir ifadeyle konuştum.

"Onun için teşekkür ederim ama bahsettiğim şeyin bu olmadığını gayet iyi biliyorsun." Huysuzlandığım için dudaklarındaki gülüşü silindi ama gözleri hâlâ gülümseyerek bakıyordu.

"Ha, diğer mesele." Omuz silkerek önemsiz bir şeymiş gibi davrandığı konu; beni boğup, rüyamda bana işkence etmesiydi. Tabii ya kâbus bozuntusu iblis kırması, alt tarafı ölüyordum. Bunun nesini abartıyor olabilirim ki? Değil mi?

"Evet ya, diğer mesele," diyerek taklidini yaptım yüzümü buruşturarak.

"Bunu neden yaptığımı biliyorsun."

"Hayır, bilmiyorum."

"En azından öğrenmek üzereydin," diye düzeltirken gülmesine zor engel oldu. "Biraz sabredebilseydin eğer..." Tüm pişkinliğiyle sırıttı. Hoşuma gitti ama kaşlarımı çatarak hislerimi sakladım.

"Sadede gelecek misin artık?" diye aksilik çıkardım. "Biraz önce hiç utanmadan o koca bedeninle üzerime abanıp, nefesimi kesene kadar beni suya bastırmanın sebebi neydi? Nasıl bir tılsım, boğulmamı açıklayacakmış bakalım?"

Kıkırtısı bulunduğumuz odadan çıkıp diğer tüm odalara ve kulenin tamamına sirayet etmiş kadar güçlü bir şekilde yankılandığında gözlerimi ondan kaçırmak istedim. Gözlerinin içine bakmayı bırakabildim ama gülüşüyle kıpırdanan âdemelmasından kaçamadım. Dalgaların dövdüğü ince bir kayık misali inip kalkışı önüme izlemeye değer bir manzara sunmuştu.

"Buz Kraliçesi sinsidir."

"Seninle baş ediyorum ben, buz kraliçesinden mi korkacağım?" Sırf lafı gediğine oturtmakta gecikmeyeyim diye Aryen'in lafını kesmiştim ve bunu yaptığım için bir an bile pişman olmadım.

"Kahuna'yı hafife almasan iyi edersin." Uyarıcı bakışları yüreğime korku saldı ama ben sahte bir kahkaha patlatmayı tercih ettim.

"Onu hafife almıyorum. Senin nasıl bir iblis olduğuna değiniyorum sadece."

"Komiksin," dedi neşeden yoksun bir sesle. "Ama güldürmüyorsun insan kızı."

"İnsan kızı mı olduk şimdi de?" Hayretle kaşlarımı kaldırırken kocaman açtığım gözlerimi yüzüne diktim. "Öyle olsun kâbus pi-" Duraksadım. Hayır, hayır... Onu söyleme Rena, seni öldürür, sakın yapma. Derin bir nefes... Şimdi durumu toparla...

"Kâbus zımbırtısı!" diyerek daha hafif ama yine de Aryen'in sinirine dokunacak bir hakaret sarf ederek öcümü aldım.

"Bakıyorum kendine gelmişsin?" Usulca başını salladı.

Aynı şekilde başımı daha hızlı bir şekilde sallayarak ona meydan okudum.

"Ben hep kendimdeyim," diye çıkıştım. "Burada kendinde olmayan ve ne yaptığını bilmeyen biri varsa, o da sensin."

"Öyle olsun." Üzerimdeki havluyu avuçlarımın arasından çekip aldıktan sonra vücudumun ıslak gördüğü yerlerini kurulayarak kenara bıraktı. Kıyafetlerle getirdiği yeni havluyla saçlarımı kurularken şaşkınlıkla Aryen'e bakakaldım.

Gerçekten benimle tartışmak, üstünlük taslamak ve iblislik yapmak yerine saçlarımı mı kurutacaktı? Dahası havluyla birlikte getirdiği ve benim yeni gördüğüm tarak... Birisi büyüyle Aryen'in ruhunu yok edip yerine nahif, kibar bir adamın ruhunu yerleştirmiş olabilir miydi? Bunun başka açıklaması olamazdı çünkü.

Saçlarımı ağır ağır, dakikalarca usanmadan kuruttuktan sonra havluyu kenara bıraktı. Saçlarım kabardığı için elleriyle hem okşayıp hem düzenlediği saçlarıma bakarak gülümsediğinde çenesinin altından görebildiğim güzel yüzüne hayranlıkla baktım.

Ben yatağın ucunda oturuyordum. O da hemen önümde, ayakta duruyordu ve benimle bir çocukmuşum gibi ilgileniyordu. Bana dokunurken elinin altında kırılacakmışım gibi hafif ve çekingen dokunuşlarını hissetmek garipti.

"Giy bunu." Kendi gömleklerinden birini uzatıyordu bana. Burada bir kadına ait kıyafet bulunmaması, nedendir bilmem, hoşuma gitmişti. "Biraz bol olacak ama... burada başka bir şey bulmak güç."

Oturduğum yerde düğmeleri ilikli gömleği kazak gibi başımdan geçirip giydikten sonra üzerimi düzeltmek için ayağa kalktım. Kucağımda biriken siyah, ipek kumaş ayağa kalkmamla birlikte dizlerime kadar uzandığında gözlerimi Aryen'e çevirdim. Bu kadar uzun ve geniş bir vücudu olduğunu yeni idrak ediyormuş gibi şaşkınlıkla onu inceledim.

"Yakıştı," dedi Aryen bıyık altından gülerek.

"Çuval gibi oldu," derken kıkırdadım.

"Ama güzelsin," dediğinde gözlerimi kısarak ona baktım. Gerçekten öyle olduğumu hissettiren bakışlarıyla süzdü beni. Güzele her şey yakışır demeye mi çalıştı yoksa güzelsin ama üzerindekiyle çirkin oldun mu demek istedi?

Bunun düşünmenin sırası değil aptal... İç sesime ağzının payını verdiğimde Aryen için gömlek ama benim için salaş bir elbise olan gömleği altıma katlayarak yerime oturdum.

"Ne tılsımı yaptığını söyleyecek misin?" Konuyu biraz önceki noktaya taşıdığımda Aryen yatağın üzerinde duran havluları ilerideki sandalyenin üzerine götürüp astı. Uzun bacaklarını, geniş omuzlarını ve karanlığın içinde gölgelerle altı çizilen sırt kaslarını iç çekerek inceledim. Hatta gözlerimi ondan alamadığımı itiraf etmeliydim.

"Koskoca lordsun. Şıklatıver parmağını, her şey yerli yerine otursun. Ne diye uğraşıyorsun ki?" Aryen bana doğru gelirken göz göre göre onu inceleyemezdim. Bu yüzden ona sataşmayı seçtim.

Yanıma gelirken vücudunu bana sergiler gibi adımlarını ağırdan alıyordu. Eğer bunu bilerek yapıyorsa derhal bir son vermeli ve üzerine bir şeyler geçirmeliydi. Uzunca bir süre, en azından onun da dediği gibi verdiği sözleri yerine getirene kadar Aryen'i arzulamak istemiyordum. Sanki böyle bir şeyin olması mümkünmüş gibi...

Şerefsiz feci yakışıklıydı.

Yatakta hemen yanıma oturdu. Belimden tutan eli bedenimi çevirerek kendisine arkamı dönmemi sağladı. Hemen sonra düşündüğüm şeyi yaparak saçlarımı taramaya başladığında kalbim garip bir heyecanla çarptı.

"Bir su tılsımı... Kanınla ve özünle birleştiğinde üzerine görünmez bir su kalkanı örtünür. Buz kraliçesi olur da zihnini okumaya çalışırsa ondan gizlenebilmen için bir savunma tılsımı yaptım sadece."

"Ben kimim Aryen?" Yönümü Aryen'e dönüp gözlerinin içine bakarak bir kez daha sordum aynı soruyu. "Ben kimim?"

"Bilmiyorum. Eski uygarlığın sırrı neden senin kalbinde gizlendi, onu da bilmiyorum. Bunu birlikte çözüp aileni bulacağız."

"Ben diyarın lanetiyim. Hepinizin sonunu getirecek olan lanet..." Aryen'in gülüşüyle cümlenin geriye kalanını yutkunarak karanlığa süpürdüm.

"Diyarı ve diğerlerini bilmem ama..." Başını iki yana salladı alaycı bir tavırla. "Bana bir şey olmaz Rena. Sen ya da diyar... Kimse bir şey yapamaz." Son kelimesi dudaklarından döküldüğünde gülüşü gözlerine mühürlenmiş gibi; yüzü soldu ama gözleri ışıldamaya devam etti.

"Sen..." Yutkundum ürkekçe. "Sen nesin? Kimsin?" İlk kez bu kadar ileri gitmeye cesaret edip onunla ilgili sorular sormaya başladım.

"Öğreneceğin çok şey var," diyerek geçiştirdi sorumu.

"Nasıl?" diye sordum sabırsızlıkla. "Nasıl öğrenebilirim? Eski uygarlığı, şimdiki krallıkları, güçleri... diyarın geçmişini... Her şeyi öğrenmek istiyorum."

"Kütüphaneyi kullanabilirsin," dedi sakince omuzumdan tutup tekrardan arkamı döndürdü ve saçlarımı taramaya devam etti. "Kâbus Sarayı'nın kütüphanesi Keybos Krallığı'nın tarihiyle dolu. Ve diğer merak ettiklerinle ilgili kaynaklar da mevcut."

"Oraya gidebilir miyim?" Çocuksu bir tınıyla sordum.

"Önce güzelce saçlarını tarayalım," derken güldüğünü duyunca onunla birlikte güldüm. "Sonra kütüphaneyi ziyaret edebiliriz."

Çenemin altında birleştirdiğim ellerimi neşeyle çırparak uslu durup yarım saate yakın bir süre boyunca saçlarımı taramasını bekledim.

"Çok garip bir rüya gördüm, küvette bilincimi kaybettiğimde." Sessizliği bozan ben oldum ve bu ikimizin de hoşuna gitmedi.

"Ne gördün?"

"Sanki bilmiyormuşsun gibi..." Alaycı gülüşümün ardından göz ucuyla Aryen'e baktığımda yüzündeki ifade hiç hoşuma gitmedi. "Neden bana, neyden bahsettiğimi anlamadığını söyler gibi bakıyorsun?"

"Neyden bahsettiğini anlamadığım için olabilir mi?" Kaşlarını çattığında sert hatları gölgelendi.

"Nasıl yani?" dedim önüme dönerek. "O korkunç rüyayı göstererek bana işkence eden sen değil miydin?" Kime ait olduğunu bilmediğim buz mavisi gözler zihnimde canlanınca ürperdim.

"Hayır." Sesi de en az duruşu kadar netti. "Yalnızca tılsım için suyun içinde olman gerekiyordu. Rüyanı yöneten ben değildim, bilincindi."

"Yani şimdi bana bilincimin beni başka bir kuleye kapatıp, aynalarla dolu odada yansımamı çalarak işkence ettiğini mi söylüyorsun?"

"Öyle mi oldu?"

Aryen gerçekten de her şeyden habersizdi. Derin bir nefes alarak kalbime yayılan korkuyu defettim. Rüyamda gördüğüm her şeyi detaylıca anlattıktan sonra bunun ne anlama geldiğiyle ilgili sorular sordum ama Aryen düşünceli bir şekilde içine kapanırken bu hâline şahit olmamı istemiyormuş gibi beni önüme döndürerek saçlarımı taramaya devam etti.

"Bir şey söylemeyecek misin?"

"Aynanın ruhuna, özgürlüğüm karşılığında yansımanı verdiğimi hatırlıyorsun değil mi?" diye sorduğunda öfkeyle hararetlendim birden. Bana ilk ihanetini böylesine rahatça dile getirmesine sinirlenmiştim. "Bu yüzden seni istiyorlar."

"Bu siktiğimin diyarında neden herkes beni istiyor!" Öfkeyle ayaklandığımda Aryen'in eli tarakla birlikte havada kaldı. Şaşkınlıkla kuşanan gözlerini üzerime diktiğinde alaycı gülüşü dudaklarının kenarına dokundu.

"Hayır Rena," diyerek ayağa kalktı. "Beni tahrik ediyorsun ama sana dokunmayacağım." Tam karşıma dikildiğinde omuzumda topladığım saçlarımın ucunu baştan savma bir şekilde taradı. "Verdiğim sözleri yerine getirene kadar sana dokunmayı kendime yasaklıyorum. Yansımanı geri alıp güçlerini kazanmanı sağlayana kadar, kalbinde taşıdığın sırrı açığa çıkarıp laneti kırana ve aileni bulana kadar..."

O kadar beklemesek... Zihnim ve kahrolası kirli fısıltıları.

Tarak saçlarımda oyalanmaya devam ederken diğer eli gömleğimin yakasına bastırdı. Göğsümü tümüyle açıkta bıraktığında bakışları gözlerimden çekildi ve aşağı doğru kaydı.

Saçımı tarayan ahşap tarak, Aryen'in gözlerine eşlik eder gibi yavaşça omzumdan aşağı kayıp gömleğin yakasını aştı ve çıplak göğsümü tırmalayarak ilerlerken nefesimi tuttum. Göğsüm öyle hızlı inip kalkıyordu ki heyecanımı gizlemek için nefesimi tutmak hiçbir işe yaramadı.

"Sana dokunmam hoşuna gidiyor, değil mi?" diye sorarken yüzüme doğru eğildi. Bu kadar yakınımda olduğu zamanlarda onun yanında kendimi küçücük hissediyordum. Gölgesine esir düşmüşüm gibi...

"Gitmiyor," diyebildim, harflerin güçlükle bir araya getirerek.

"Bir daha söyle bunu..." Tarağın fırçası yavaş ve baskısı hafiflemiş olarak tenimde dolaştıkça Aryen'in yumuşak dokunuşlarını arzuluyordum. Bana yapabildiği, hissettirebildiği her şeyden nefret ediyordum; ama ona karşı koymak zorundaymış gibi hissettiğim için kendimden daha çok nefret ediyordum.

Bir adım geriye çıktığımda gülüşü iyice büyüdü.

Gözlerinin kısılmasıyla kirpiklerinin arasına saklanan gece mavileri beni iştahla süzerken davetkar bir biçimde dudaklarını yaladı.

"Seni kovalamayacağım," dedi sakince nefesini verirken. "Benden istediğin her neyse... Onu arzulamanı görmeye bayılıyorum ve bunun için çırpınman hoşuma gidiyor." Kurnaz iblis zihnimi mi okuyordu yoksa yapmaya çalıştığım şey tahmin edilebilecek kadar basit ve sıradan mı gelmişti ona? "Sana dokunduğum her seferinde çırpınan kalbinin gürültüsü... telaşla yaladığın dudakların... alnında biriken ter... soğuyan tenin..." Gülüşü pisleşti. "Hepsi çok hoşuma gidiyor."

"Kütüphaneye gidelim," diyerek zihnimi oyalamak istedim geriye doğru sendelerken.

Düşünme... düşünme... düşünme...

"Hay hay..." Elindeki tarağı önemsiz bir şeymiş gibi yatağın üzerine doğru fırlatıp yanıma geldi.

Belime sardığı eliyle beni kendine çektiğinde vücuduna sert bir şekilde çarpmamak için ellerimi kendime siper edip göğsüne tutundum. Doğrudan gözlerimin içine bakarken ayaklarımızın dibinden karanlık yükseldi. Yalnızca bir saniye içinde gölgeler ikimizi de Kâbus Sarayı'na taşıdı.

Yozlaşmış Harabeler denen bu yer, isminin hakkını veren bir karmaşayla karşıladı bizi. İnsanı içine hapsedip yutacakmış gibi devasa görünen raflar sonsuzluğa uzanıyormuş gibi koridorlar boyunca ilerliyordu.

Birçoğu dökülmüş kitapların ve rafların arasında dolaşırken yılların birikimine boyun eğmiş tozlu raflara bakarken yüreğimi hüzün kapladı. Aryen'in de kalbinin burkulduğuna emin olsam da yüzünde bunu göremediğimden oralı olmadım.

"Dediler ki; insanoğlu korkularını yendi, güçleri tanrıların önüne geçti.

Zaman yitip gitti, yeryüzü tebaası yozlaşıp diyara hükmetti.

Tanrılar bir yıkım gönderdi; insanoğlunun kibri kıyametin önüne geçti.

Tanrılar birbirine girdi; insanlığı düşman belledi.

Peri diyarına alamet gönderdi; insanı dizginlemeyi emretti.

Kâbus gözlendi, ruh çelindi, ışık getirildi.

Kaos diyara sirayet etti ve insanoğlu sihri keşfetti."

Aryen bir anda durdu bu söylediklerinin ardından. Sanki bir yerden okuyormuş gibi ezbere konuşuyor ve doğrudan gözlerimin içine bakıyordu. Bu hâli korkutucuydu ama tepkisiz kalmak için elimden geleni yaptım.

"İnsan diyarı bir günah işledi.

Peri diyarı bir günah işledi."

Rüyamda bana söylenenler...

"Yaratılış ve Yokoluş tanrıları yozlaşmış halkın yeniden uygarlığını kurması için suretlerinden bir nefes üflediğinde güzel yüzlü, ışık saçan tanrıçalar dünya hayatında yerel halka eşlik etti. Karanlığın ve aydınlığın tanrıçaları yeni bir yaşam için ölümsüzlüklerini feda ederken onlara inananları peşlerinden getirdi.

Âlemler birbirinden ayrıldığında Eski Uygarlık başka bir boyuta çekildi. Kimsenin ulaşamayacağı, Ayna muhafızlarının koruduğu sihirli bir boyuta..."

Aryen sustu ama sesi zihnimde aynı cümleleri tekrarlamayı sürdürdü.

"O halkın yozlaşmasına sebep olan kadın, benim annem..." Gözlerini üzerime dikti. "Cennet'ten bir elçi gönderilmiş insanlığın üzerine. Yozlaşmış halkı hizaya soksun, tanrıların gazabını onlara bildirsin diye. Annemse görevini yapmak yerine diyarın ilk ve en büyük günahını işlemiş. Âşık olmuş. İnsanoğlunun zayıf iradesi bir hastalık misali esir almış onu, Ateş Krallığı'nın lorduyla birlikte olmuş. Bir insan ve bir peri..."

İnsan diyarı bir günah işledi.

Peri diyarı bir günah işledi.

Bir insan, peri lorduna âşık olmuşsa ne olmuş yani?

"Annen bir insan mıydı?"

Raftan siyah deri kaplı, binlerce sayfayı içinde barındırdığı belli olan kalınlıkta kocaman bir kitabı eline alarak konuşmaya devam etti.

"Yeryüzünde yaşayan ilk tanrıça Gaia'ydı. Dolaylı ya da dolaysız her şeyin kaynağı... Onun kurduğu düzen bozulmaya başladığında bir tanrıça daha gönderildi yeryüzüne. Astar. Cennetin Kraliçesi Astar." Diyarın geçmişinden bahsederken tüm keyfi kaçmıştı. "Ester dedi kendine yeryüzünde. Tanrıların isteğini yerine getirmek şöyle dursun; şehvetine düşkünlüğüyle bilinen Astar, yeryüzü halkıyla gönül eğlendirip tanrıların emrini hiçe sayınca zaman içinde ışığını annemin üzerinden çektiler. Bir ölümlü gibi hayat sürmeye mahkûm edildi." Ağzım açık dinliyordum Aryen'i. "Bu onun hiç umurunda olmadı ve insanlarla gönül eğlendirmekten sıkılıp ateş lorduna âşık oldu."

Rastgele kitabın sayfalarını karıştırırken anlatıyordu kalanını.

"Yıllarca gizli saklı devam eden bu yasak aşkın meyvesine... diyarın günah tohumu dendi. İlk günah."

Rüyamda gördüğüm kadın... Astar mıydı ya da Ester... her neyse. Onun suya bıraktığı çocuk, ateş lordundan olan çocuğu muydu?

"O aşkın meyvesi..." Sormakla sormamak arasında yaşadığım endişeye bir son verip konuştu Aryen.

"Ben değilim," dedi net bir şekilde. "Ateş lordunun bile karşı olduğu bu hamileliği isteyen tek kişi Ester'miş ama tanrıların ve yeryüzü halkının gazabından korktuğu için çocuğun ölümüyle bu günah temizlenmiş."

"Peki... Sonra?"

"Ester durmamış. Başta Ateş Krallığı olmak üzere tüm peri diyarından, insan diyarından ve tanrılardan alacağı intikamın peşine düşmüş. Peri diyarından element taşlarını çalmış. İnsan diyarını iyice yoldan çıkarmış, yedi büyük günahı fısıldamış kulaklarına." Burnundan soluyarak yürümeye devam ettiğinde peşinden gittim. "Kimisi Ester'in kendi çocuğunu öldürdüğü için lanetlendiğini söyledi. O yalnızca yeryüzünün laneti oldu. Zekasıyla, göğsünde aşkı ve çocuğu için yanan intikam ateşiyle... Yeryüzünü karanlığa sürükledi."

Dehşete düşmüştüm ve ifademi gizleyemiyordum. Aryen'in annesi şeytanın teki olmalıydı, tüm düzeni mahveden kişinin bir kadın olması akıl alır gibi değildi. O kadının Aryen'in annesi olması ise çok daha korkunçtu.

"Tanrılar ne yapmış peki?"

"Ester'e cennetten kovuldu denildi. Kendi krallığından kovuldu. Tanrılar şeytan dedi ona, halkı yolundan saptıran... Günahların elçisi, günahkarların öncüsü diye taşlandı."

Ne diyeceğimi bilemedim.

"Gaia, tanrıların emriyle sonsuz uykuya yatmadan önce gökyüzünden dört yıldız indirip onlara birer beden bahşetmiş. Ateş, su, toprak ve havanın elçisi olarak peri diyarına hükmeden dört elçi..." Derin bir nefes aldı. "Tanrılar, Ester'in güçlerini alıp onu ölümlü hayatına mahkûm edince Ester, peri diyarından çaldıklarını kullanmayı öğrenmenin yollarını aramış. Elçiler ve onların soyundan gelenler dışında kimse bu dört elemente hükmedemezdi ama Ester..."

"Onun da bir yolunu buldu?" Alaycı soruma olumlu anlamda cevap veren Aryen'e attığım bakışın tarifi olamazdı. Bir yanım Cennet'in kraliçesine hayranlık beslerken diğer yanım her şeyi mahvedecek kadar kurnaz olan Aryen'in annesinden delicesine korktu.

"Çaldığı elementleri kullanabilmek için kaosu açığa çıkardı. Element taşlarının gücüyle, tanrıların kendisinden aldığını yeniden elde etti; insan diyarında kaostan güç doğurdu. Büyüyü keşfetti. Kara büyücü, Kaos'un kraliçesi oldu."

"Vay canına," diyebildim sadece. "Annen fena bir kadınmış."

"İsmi lanetle anılır," diye ekledi. "Tanrılara baş kaldıran bir kadından başka nasıl bahsedilirdi ki zaten?"

"Haksız da sayılmazlar ama... Ne dersin?"

"Doğru." Omuz silkerek kitabı yerine koydu. "Âlemlerin birbirinden ayrılıp peri ve insan diyarının arasında yıkım getiren savaşın yaşanmasına bile Ester sebep oldu." Hem Aryen'in söyledikleri hem de bıraktığı kitap aynı anda dikkatimi cezbetti. Tüm o sayfaların içeriğini bilmek istedim. Laneti olduğum diyarın geçmişini, krallıkları öğrenmek istiyordum.

"Ester, kendi varlığına son vermeden önce Eski Uygarlık'tan çaldıklarını diyarın kalbine gizledi. Ve o gece, sabahı göremedi dört krallık. Kendilerini Mienas'tan ayırıp başka bir boyutta uykuya yattılar."

Demek en başından beri diyarı lanetlediğinden bahsedilen büyücü, Aryen'in annesiydi.

"Yansıyan Şehir..." diye mırıldandım.

"Yansıyan Şehir," diye yineledi Aryen. "Ulaşılması imkânsız olan... Saklı Diyar."

Beynimde bir düşünce oluştu o an. Daha önce Aryen, Estar Duvarı ismini; laneti gerçekleştiren büyücüden aldığını söylemişti. Demek annesinin cennet ve yeryüzü isminden alıyormuş.

"Hiç yolu yok mu?" Sorumla birlikte Aryen'in gözlerine karanlık çöktü.

"Olmamasını dilersin." Sesi zehirli bir sarmaşık gibi beni esir alıp kalbimi sıktığından nefes alamadım. Ailemi bulabilmek için Yansıyan Şehir'e girmem gerekiyordu ve oraya girmenin imkânsız olduğu söyleniyordu.

"Sen denedin ama?"

"Bu yüzden aynaya hapsolduğumu, yüzlerce yıl ıstırap çektiğimi, krallığımın yıkıldığını ve diyardaki hükmüme son verildiğini hatırlatmama gerek var mı?" Aryen'in öfkesi gözlerinde harlanınca bir adım geriye çıktım ve konuyu üstelemekten vazgeçtim.

Farklı farklı kitapları alıp bıraktı raflardan. Bazısının dışını inceledi sadece, kimisini yalnızca birkaç sayfa okuyup yerine bıraktı. Meraklı ve gergin ifadesinin sebebini öğrenmemin imkânsız olduğunu bildiğimden hiçbir şeye dokunmadan kütüphaneyi turladım sakince.

"Yarın şafak sökmeden yola koyulacağız." Bir diğer kitabı da yerine bırakarak benden tarafa döndü yönünü.

"Korkmalı mıyım?"

"Biraz." Tek gözünü kısıp eliyle işaret yaptığında keyfim kaçtı. "Yanında ben olacağım, korkma."

"İşte şimdi korkmaya başladım." Küçümser gibi tek omzumu silkerek önümde duran ince bir kitabı raftan çektim. Merak ettiğimden değil sadece bir şeyle oyalanıyor gibi görünmek için.

"Gökkuşağı Sarayı'na gitmen gerekecek," dediğinde kitabı olduğu gibi bıraktım boş bir yere. "Ama bana söz vermeni istiyorum."

"Ne konuda?" Maysa denen zalimin yaptıkları hücum etti zihnime.

"Sakince odana gidecek, hiçbir şeye karışmadan benim gelmemi bekleyeceksin."

"Bu gece de gelecek misin?" diye sordum hayretle.

"Her gece yanında olacağım."

Aryen'le geçen geceler... Onun yanında hissettiğim güven duygusu ve huzuru diyarın başka hiçbir yerinde bulamadığım için duyduklarımın mutluluğu yüzüme yansıdı.

"Kristal kolye nerede?" İnsan diyarında benden çaldığı kolyeyi merak ettim. Yarın o kristaller sayesinde buz kraliçesinden güçlerimi isteyecektim. Hangi krallığa ait olduğumu deli gibi merak ediyordum.

Aryen gömleğinin içine elini soktuğunda zincir sesi kulaklarıma doldu. Kolyeyi göğsünden çıkardı. Kolyenin ucunu avucunun içine alıp bana doğru uzattığında kızıl ve mavi ışıltılarla parlayan minik kristaller kütüphanenin ürkütücü karanlığında bana göz kırptı.

"Güçlerim bunun içinde mi gerçekten?" diye sorarken çekingen bir tavırla kolyenin ucuna dokundum. O an bir elektrik akımı kolyeden parmak ucuma ve oradan tüm vücuduma aktı sanki.

"Hem de hepsi."

"Çok heyecanlıyım," diye mırıldanırken kolyeyi avucumun içine aldım.

"Güç seni heyecanlandırıyor mu?" Kaşlarını kaldırdı şaşkınca. "Korkutmalı oysaki... Elinde güç taşıyanın cezası sırtında hedef tahtasıyla dolaşmaktır, Rena." Dişlerini sıkarak konuştu. "Ne dilediğine dikkat etmelisin."

"Şimdi zayıfım," diyerek geriye çıktım ve teslim olur gibi kollarımı iki yana açtım. "Yine de tüm diyar benim peşimde. Söyle bana, sahiden tehlikede olanlar yalnızca elinde güç taşıyanlar mı?"

"Sen, o gücü kalbinde taşıyorsun." Aramızdaki mesafeyi kapatıp kollarıma tutundu. "Kalbinde taşıdığın sır eski uygarlığa ait ve bu da seni herkesin korktuğu kişi yapıyor."

"Öyleyse elimde de biraz güç olsa hiç fena olmaz." Kollarımı göğsümün altında birleştirip tıpkı Aryen gibi kibirle çenemi kaldırdım.

Kolyeyi boynundan çıkarıp başımdan geçirdiğinde elimi göğsüme bastırdım. Kristallerin avucuma batmasını sorun etmeden sıktığımda içindeki gücün ağırlığını hissettim.

"Emanetine sahip çık, yarın güçlerini alacağız," dedi koluma dokunarak. "Ve ben daima yanında olacağım." Elimi tuttu bu kez. "Artık gidelim mi?" Diğer elini omuz hizasına kaldırıp büyü yapmak için hazır hâle getirdi. "Yokluğunu kimseler fark etmeden dönmelisin."

Başımla onayladığım anda görüşüm karardı. Kütüphane karanlığa gömüldü. Gökkuşağı Sarayı'ndaki odamda gözlerimi açmaya kendimi hazırlamışken Kâbus Sarayı'nın büyük salonuna yansıdığımızı görünce donup kaldım.

"Rena?"

Erin koşarak yanıma gelip boynuma atıldığında hazırlıksız yakalandım. Beni kucaklayan o olmasaydı eğer muhtemelen yere yığılmış olacaktık ama Erin'in peri kolları bedenimi sıkıca sarmalayıp ikimizi de keyifle döndürdüğünde gülüşlerim büyük salonda yankılandı.

"Erin, yavaş!" dedim neşeyle.

Erin'de benimle birlikte keyif dolu kahkahalar attığından ikimizin gülüşü salonu inletiyordu ama umursamadık. Kâbus Lordu'nun dik dik bize attığı bakışlara rağmen... çünkü biliyordum ki o gözler duyguları çok iyi gizlese de mutlu olduğunda ışıldıyordu. Tıpkı şimdi olduğu gibi.

"Seni çok özledim!" Erin'in kollarından tutunarak dengemi sağlamaya çalıştım, beni yere bırakınca. "Nerelerdesin sen?"

"Krallığıma geri döndüm," derken göz ucuyla Aryen'e doğru bir bakış attı. "Ait olduğum topraklara. Artık iyiyim ve güçlüyüm." Bir adımla geriye çıkıp kollarını iki yana açtı.

Enfer, Aryen'in yanında ellerini önünde kavuşturarak dikilirken bize doğru bakıyordu. Erin heyecanla anlatmaya devam ederken Enfer'le göz temasımız devam etti.

"Enfer'le eğitimlere de başladık. Basit numaralar öğrendim bile." Heyecanı öyle büyüktü ki sırıtışı tüm dişlerini göz önüne seriyordu. "Bak." Parmağını şıklattığında ne olacağını bilemediğim için önce Erin'e sonra salonun içine bakınırken az sonra büyük bir gürültü koptu.

Korkuyla iç çekerek arkama döndüm. Enfer'in biraz önceki yerinde olmadığını gördüm. Yerde acıyla kıvranırken bir yandan başını sıvazlıyor bir yandan da Erin'e küfürler yağdırıyordu. Aryen'e rağmen...

Enfer, Erin tarafından uçurulan ve kafasında kırılan dev vazonun ucu sivri kırıklarından birini eline alarak Erin'in karşısına dikildiğinde kendimi ikisinin arasında buldum. Kollarımı iki yana açarak kendimi Erin'e siper etmişken öfkeyle kızaran yüzü gülme isteğimi tetikledi ama ortalığı iyice kızıştırmak istemediğim için kendimi sıktım.

"Seni beceriksiz insan dönmesi!" Tam beni aradan çekip Erin'e bir şey yapacakken Aryen'in ayak tıkırtıları ikisini de durdurdu.

Erin bir bana bir Aryen'e bakarken sırıttı.

"Derslerime daha fazla çalışsam iyi olacak," dediğinde kıkırdamadan edemedim. "Vazoyu biraz sert ve yanlış yöne uçurmuşum..." Enfer'e doğru baktığında gözlerinde haylaz bir çocuğun sinsi ifadesi vardı ama o gözlerde kesinlikle pişmanlık yoktu. Bile isteye yapmıştı resmen. Benim biricik, aptal arkadaşım!

"Eğitim sürecinde olur böyle şeyler." Aryen ellerini arkasında kavuşturup ağır adımlarla yanımıza geldiğinde Erin ve Enfer birer adım geriye kaçıp saygı duruşuna geçtiler. "Erin'in en iyi şekilde eğitilmesinden sen sorumlusun Enfer."

"Elbette efendim." Enfer elindeki vazo kırığını avuçlarının arasında saklayıp saygıyla başını eğdi.

"Ve sen..." Erin'in karşısına geçtiğinde ikimizin arasında duruyordu şimdi. Meraklı bakışlarım Aryen'in omzunun yanından Erin'e dikildi. "En kısa zamanda öğrenmen gereken her şeyi öğreneceksin. Senin görevin..." Yan dönüp göz ucuyla bana baktığında göz göze geldik. Dudağının tek yanı hafifçe kıvrılarak tümüyle bana döndüğünde konuşmaya devam etti. "Erin... Senin en yakın arkadaşın öyle değil mi?"

"Öyle," dedim hiç tereddüt etmeden.

"Bundan böyle de senin en yakının olmaya devam edecek. Senin güvenliğinden sorumlu baş muhafızın olarak hayatı pahasına seni korumaya yeminli bir nefer olacak." Erin, Aryen'in kendisine baktığını fark edince telaşa kapılıp bir adımla öne geldi. Yüzü şaşkınlıkla kuşanmıştı. "Anladın mı beni Erin?" Ne Erin'e ne de Enfer'e karşı mesafesinden ödün vermiyordu. O bir lord, ikisi de onun sadık adamları olarak diyaloglarını sürdürüyorlardı.

"Anladım lordum," diyerek diz çöktüğünde içimde garip bir his baş gösterdi. Erin benim en yakın arkadaşım, tüm sırlarımın ortağı ve çocukluğumdu. Şimdi karşımda diz çöküyordu ve bunu kabul etmek istemiyordum.

"Leydim," diyerek bana yöneldiğinde aynı kafa selamını bana da verdi.

"Bundan sonra hiç yanından ayrılmayacak." Aryen'in tebessümüyle minnet dolu bakışlarım buluştu. "Ama önce Enfer, onun en iyi şekilde eğitilmesini sağlayacak."

Enfer'e omuzumun üstünden baktığımda bana güven vermek ister gibi başını salladı.

En yakın arkadaşımla aramızdaki ilişkiyi baş muhafızla leydi noktasına taşıdıkları için kalbime huzursuz, rahatsız edici hisler doluşsa da Aryen ile birlikte Kâbus Sarayı'ndan ayrıldık. İkimizi Gökkuşağı Sarayı'na yansıttığında burada yalnız olduğumuza sevindim. Birine yakalanacağız diye ödüm kopuyordu.

"Bunu yapmak zorunda mıydın?" Erin'den bahsediyordum.

"Senin güvenliğini sağlıyorum," diye karşılık verdiğinde huysuzlanarak odanın içinde adımladım.

"O benim arkadaşım. En yakın arkadaşım."

"İyi ya... Ben de bu yüzden onu seçtim." Kollarını göğsünde kavuşturdu. "Seni benden başka bu diyarda biri koruyacaksa o da en yakın arkadaşın olabilir. Başka birine güvenemem. Enfer desen benim işlerimden sana vakit bulamaz. Geriye yalnızca Erin kalıyor."

"Onun zarar görmesini istemiyorum," dedim.

"Bu yüzden sıkı bir eğitimden geçecek zaten," dedikten sonra yanıma ulaştı ve odanın içinde volta atmamı önlemek için bileğimden yakaladı. "Sana ya da bir başkasına zarar gelmeyecek Rena." Doğrudan gözlerimin içine baktı. "Sana söz veriyorum."

"Güçlerimi kazandığımda kendimi koruyabilirim."

"Asıl o zaman korunmaya ihtiyacın olacak," diye düzeltti. "Dedim ya... Elindeki güç eski krallıkların izini taşıyor olacak ve Büyük Kıyamet'ten beri hiçbir element elçisinin soyundan gelen olmadı." Dişlerini sıktığını görmek için çene kaslarına bakmam yeterli oldu.

Kulağa hiç de hoş gelmeyen bir yükü taşıyacakmış gibi görünüyordum. Daha buraya gelmeden önce diyar sırtıma hedef tahtasını asmıştı. Çok yakında kim olduğumu öğrenecek ve peşime düşeceklerdi.

"Diyarı neden sen yönetmiyorsun?" diye sordum. "O vakit korkacak hiçbir şeyimiz kalmaz. Kimse bana zarar veremez. Sen de krallığını yeniden kurarsın."

"Tahtı da tacı da geri alacağımdan emin olabilirsin." Bileğimi sıkıca kavrayan parmakları gevşedi. "Hepsi zamanla... Bunun için yüzyılı aşkın süredir bekliyorum, şimdiden sonra acele edecek değilim."

"Maysa'yı öldürelim." Bu bir teklif gibi görünse de aslında bir istekti. Yerine getirilmesi zorunlu bir istek... Benim için, onun için, diyar için... Herkes için Maysa'nın ölmesi şarttı.

"Önce güçlerini alalım," dedi elini üzerimden çekerek. "Her şey sırayla küçük kâbus." Dudaklarına şeytani bir gülüş yerleştiğinde kaçma dürtüme engel olamayıp geriledim. Yüzündeki tekinsizliğiyle ruhuma saldığı korku, kalbimi pusuya düşürmüştü.

Aryen bir adım geriye çıkarak ortadan kaybolduğunda Gökkuşağı Sarayı'ndaki odamda yapayalnız kaldım. Boy aynasının karşısına geçmek için ağır adımlarla ilerlerken "Sen ve ben..." diye mırıldandım başımı dik tutarak. "Tüm diyarın kâbusu olacağız," diye ekledim.

Adımlarım cesur ve kendinden emindi.

Aynanın karşısında kendimi görmeyi beklerken buz mavisi gözler karşıladı beni. Kolyenin ucunda hiddetlenen kristallerin içinde şimşekler çaktı. Göğsümdeki kristallerin saldırısına uğrayınca acı dolu çığlıklarım odayı sardı.

Aynanın içinden bir güç, omuzlarımdan itmiş gibi geriye savruldum, odanın ortasında yere yığıldım ve çarptığım soğuk zeminde boylu boyunca uzanırken bilincimi yitirdim.

"Diyar senin için kum saatini çevirdi ve geri sayım başladı."

"Bul beni Saklı Diyar'ın varisi..."

*

Bölüm sonu.

AYYYYYY NOLUYO NOLUYO ATEŞİM ÇIKTI İNDAAATTT ARYEN RENA EVLENİR Mİ ACABAAA ACİL DÜĞÜN LİNK İSTERİM😭😭😭

Hemen yb istiyorum hemennn ya offfff

Bölüm hakkındaki düşünce ve fikirleriniz neler hemen okumak isterim????

Yeni bir bilmece... Cevaplarınız ne? Ve sizce bu bilmeceye doğru cevap verdiğinde yine ne olacak?

Ve Maysa'ya ne yapacaklar dersiniz?

Ayyyy bu arada bu hafta 3 bölüm atacaktım ama bi hasta olasım, halsiz düşesim geldi herhalde bölümü bir türlü tamamlayamadım. Ama bu demek değil ki önümüzdeki günlerde yeni bölümler hızlı hızlı gelmesin...🤪 Diğer bölümün çabucak gelmesi için sabırsızlanıyor ve yorumlarınızı, yıldızlarınızı bekliyorum❤️

Farkında değilsiniz ama Yozlaşmış Harabeler şimdiye kadar ki haliyle 100Bin kelimeye ulaştı. Normal bir kitap formatını çoktan geçti diyebiliriz. Seri olacağını varsayarsak ilk kitabın sonlarına doğru gidiyoruz ve bundan sonraki her bölüm diğerinden daha bereketli, daha haşmetli ve daha Allahım bismillah olacak...

Neyse neyse sakin kalıp yeni bölümleri bekleyelim bence...

Ailemizin çok daha büyümesi için hikayemizi arkadaşlarınıza önermeyi unutmayııınnn^^

Twitter'da #yozlaşmışharabeler tagiyle tüm düşüncelerinizi benimle paylaşmayı unutmayın! Tüm sosyal mecralardan yaptığınız paylaşımları takip ediyor olacağım<3

Sizleri çok çok seviyorum minik kabuslarım^^

Yeni kabusta görüşmek üzere...

instagram: _emregul

twitter: ewregul

Continue Reading

You'll Also Like

229K 20.8K 40
Türk Silahlı Kuvvetleri'nde görev yapan Astsubay Kıdemli Başcavuş Tuğra Duman, Pençe timinin yardımcı komutanıdır. 5 askerden oluşan bordo bereli bu...
16.7K 548 60
"Bana bu kadar sıkı sarılman için illa denizde mi olmalıydık?" İntikam ile başlayan,ama aşka dönüşen bir hikaye.Tam olarak intikam aşkı dedikleri şey...
188K 12.8K 62
Dünya baştan koymuştu kuralı. Vampirle Elf yan yana bile gelemezdi. Olmazdı. Vampirler Elflere yasaktı, Elfler Vampirlere. Peki nasıl kavuşacaktı Alt...