Ahu ile Cengiz

By Elyios

178K 13.1K 3.9K

Yazgı kartları karıştırır, biz de oynarız, diyordu Arthur Schopenhauer. Kartları ben dağıtmış, geri çekilmiş... More

0.1
0.2
0.3
0.4
0.5
0.6
0.7
0.8
0.9
1.0
1.1
1.2
1.3
1.4
1.5
1.6
1.7
1.8
1.9
2.0
2.1
2.2
2.3
2.4
2.5
2.6
2.7
2.8
2.9
3.0
3.1
3.2
3.3
3.4
3.6
Merhaba
3.7
3.8
3.9
4.0
4.1
4.2
4.3
4.4
4.5
4.6
4.7
4.8
4.9
5.0
5.1
5.2
5.3
5.4
5.5
5.6
5.7
5.8
Merhaba
5.9
6.0
6.1
6.2
6.3
6.4
6.5

3.5

2.3K 183 64
By Elyios

Satır arası yorum yapın da bi şenlenelim ayol djdkfkdkdk

Ahu Özata

Hapishane kavramının ne demek olduğunu ve nasıl hissettirdiğini bilmeden önce buranın daha katlanılabilir bir yer olduğunu düşünürdüm hep. Mesela avukatlık mesleğini seçmediğim dönemde insanlara zarar vermiş kişilerin ıslah edildiği bir mekandı burası benim için. Şimdi ise gerçekten suçu olmadan içeriye düşmüş insanların kurtarılması gereken dört duvardan ibaretti.

Fazla dram yapıyor gibi gözükmek istemiyordum ama bir Cumhuriyet Savcısı iddianamesini düzenlerken kardeşim hakkında on iki yıl hapis cezası istiyorsa tedirginliğim ve bakış açımın değişmesi mazur görülmeliydi.

"Cengiz, geçen sefere göre biraz soğuk mu burası?" diye sordum ufacık pencereden içeriye süzülen ışığa bakarken. "Üşüdün mü?"

Ben konuşmadan önce yüzümde sabitli duran gözleri sorumla aşağıya doğru kaymış, vücut ısımı bakışlarıyla derecelendirebilecekmiş gibi tüm bedenimde dolaşmıştı. Masanın üstünde duran ellerimi birbirine sürttüm ve "Üşüdüm galiba," dedim.

Cengiz elini masanın üstüne çıkarttı, ellerimin soğukluğuna bir de kendininkilerle şahit olduktan sonra "Bana aynı gibi gelmişti ama gerçekten üşümüşsün," dedi. "Montumu vereyim," diyerek üstündekini çıkartmadan önce elimi koluna koydum ve hayır anlamına gelecek şekilde kafamı salladım. "O yüzden söylemedim, sanırım Cenk için endişelendiğimden vücudum tepki gösterdi. Isınırım onu görünce."

İkna olmuşa benzemeyen Cengiz montunun tek kolunu çıkarttı, ona istemediğim hakkında yineleme yapacakken kapıdan gelen sesle ikimiz de olduğumuz yerde bir an durakaldık. "Eyvallah Mahmut Abi," diyen Cenk'e benzer çocuk konuştuğunda gardiyan adam onun sırtını patpatlamış, "Sana bir güzellik yapıp on beş dakika ayarlayacağım Cenk kardeş," dedikten sonra da "Tekrar Eyvallah abi," minnetiyle yanımızdan uğurlanmıştı.

Omuzlarının üstünde duran nereden geldiğini bile bilmediğim kaşe montu, beline kadar uzanan saçlarının yerini alan üç numara bir kafa, kirli sakallar ve kumaş pantolonuyla karşımda dikilen erkek görsel zekamın tanımlamakta zorluk çektiği biriydi. Ayağa kalkıp kollarını beklemeden bu çocuğa saran iç güdüm ise ablalıkla alakalı bir dürtünün sözünü dinliyor olmalıydı.

"Güzelim," diyen Cenk(?) konuştuktan sonra yanımda oturan Cengiz'in de ayağa kalktığını, "Allah çok büyük," diyerek sessizce yaratıcımıza övgüler sunduğunu işitmiştim.

"Neden kalkıp geldin buraya kadar, çocuklara söyleseydin seninle iletişime geçerlerdi," diyen kardeşime sarılmayı kestim ve bir adım geri çekilerek yeni imajına gözlerimi alıştırmaya çalıştım. "Selamun aleyküm hafız."

Kardeşim, Cengiz'le selamlaşırken sevgili arkadaşım yeni görüntüden çok hoşnut kalmış gibi gülümsedi ve "Aleykümselam hocam," dedi. "Baya yakışmış, elin yüzün açılmış."

"Eyvallah." Cenk otuz iki dişini gözlerimizin önüne serer diye düşünüyordum ama ufak bir tebessümle üstündeki kaşe montu düzeltti ve nereden çıktığını anlayamadığım tespihiyle önce kendi oturdu, sonra da bize oturmamız için işaret yaptı.

Tam olarak bir köy ağası gibi davranıyordu.

"Bu halin ne senin?" diyerek durumu anlamlandırmaya çalışıyordum ama benim enayi kardeşim "Büyüklerimiz böyle uygun gördü, biz de sözlerini dinledik," açıklamasıyla bir şoku daha kulaklarıma ulaştırmıştı.

Hapishanenin insanları ıslah etmesini beklerken, Allah ıslah etsinlik insanlara dönüştürmesi halis miydi yoksa ben rüya mı görüyordum emin değildim. "Hangi büyüklerinmiş onlar?"

"Aklının ermediği insanlar hakkında konuşmayalım Ahu, hayırdır siz neden geldiniz?"

Aklımın ermediği insanlar mı?

Kardeşimi satmadığı uyuşturucu yüzünden içeri yollamıştım, biraz korkar da aklı başına gelir diye umduğum bu yere iki günde nasıl uyum sağlayarak kabadayıdan hallice bir şeye evrilmişti inanamıyordum.

Sinirden seyiren gözüme elimi götürdüm, ufak bir masaj yaptıktan sonra gördüğüm görüntü düzelmediğinden bu sefer de dudaklarım yukarı doğru kıvrılmıştı. "Şaka mı yapıyor bu gerizekalı?" diyerek Cengiz'e döndüğümde kaşlarının yukarı doğru kalkıp indiğini gördüm. Konuşmuyordu ama mimiklerinden bu durumu hoş karşılamadığını net bir şekilde anlıyordum.

"Şş," diyen kardeşim gözlerimin ona dönmesini sağladığında elindeki tespihle masada bana doğru eğildi. "Kardeşimsin diye bir şey demiyorum, terbiyesizlik etme Ahu. Haddini bil."

Titreyen omuzlarıma eşlik eden gülüşümle birkaç saniye güldüm, Cengiz'in kulağıma yaklaşarak "Sakin ol," dediğini de duyuyordum ama Cenk'in "Hop birader, uzak dur şöyle," demesiyle benim şartenler iyice atmıştı.

Masanın üstünde salladığı tespihi elinden hızla çekip ayağa kalktım ve üç numara yaptığı kafasına yapıştırdım. Boncuklar yere saçılırken "Ahu ne yapıyorsun yaa?" diyen kardeşim eski ses tonuna bürünmüştü ama ben hala sinirli hissediyordum.

"Abuk subuk konuşma seni ayağımın altına alırım," dedim, ensesine elimin tersiyle yapıştırdıktan sonra Cengiz tarafından da zorla yerime oturtuldum. "Tamam Ahu, sakin," diyen Cengiz beni yatıştırmaya çalışıyordu ama bence pek başarılı değildi. "Ne diyor gerizekalı, duymuyor musun? Eşkiya olmuş başıma."

"Özenmiştir," diyen Cengiz sessiz olmaya çalışıyordu ama benim enayi kardeşim "Şeref abiye ne diyeceğim şimdi," yakınışıyla yerden boncukları topluyordu. "Kalemimi kıracaklar, bittim ben."

Keşke kalemini değil de kafasını kırsalardı.

"Kalem mi diyor o?" Beni kolunun altına alan Cengiz de gözlerini yerdeki Cenk'e çevirmişti, "Bu çocuğun acil içeriden çıkması lazım," dediğinde istemsizce kafamı aşağı yukarı salladım. "Orası kesin."

"Cenk?" dedim Cengiz'in kolunun altından çıkarken, gerçekten telaşlı görünüyordu ve boncukları hızla toplaması içimde tuhaf bir duyguyu uyandırmıştı. Sanırım bu haline üzülmüştüm, belki de düştüğü duruma acıyordum bilmiyorum.

Sonuçta karşımdaki benim kardeşimdi ve koparttığım tespihin boncuklarını toplarken korkmuş görünüyordu. Kimden ya da neyden gerildiğini bilmiyordum ama onu koruma isteğimin harlandığını ayırt edebiliyordum.

Usulca yanına çömeldim ve yardımcı olmaya çalışarak yere dağılmış boncuklardan topladım. Cengiz de biraz daha uzağa gidenleri elime tutuşturduğunda kardeşim kaç tane olduğunu saymış ve "Oh, otuz üç oldu," diyerek rahatlamıştı.

Çömeldiği yerde kafamı ona doğru eğdim, elimi yanağının üstüne götürdüğümde kafasını boncuklardan kaldırmış, nihayet benim yüzüme tam anlamıyla bakabilmişti. "İyi misin?" diye sorduğumda gözlerinin dolduğunu gördüm, akabinde de kollarını boynuma sarmasıyla büyük bir kucaklaşma yaşamıştık. "Ahu ben çok kötüyüm."

Elim refleksle kafasına gitti, alışık olduğum uzun saçların yerini diken diken olmuş ufak tutamlar aldığında kaşlarımı çatmadan edememiştim. "Ahu beni öldürecekler burada, kalemimi kıracaklar."

"Bir sakin ol," dedim onun olmayan saçlarını okşarken. "Kimse sana bir şey yapamaz, ben izin verir miyim böyle bir şeye?"

Cenk kafasını hızla iki yana salladı ve yüzümü görebilmek için geri çekildi. "Ahu Allah aşkına beni çıkartın buradan, ne istiyorsanız yaparım. Bulaşık yıkamaktan ellerim ne hale geldi," dedi bana derisi soyulmuş ellerini gösterirken. "Şeref abi çamaşırları yıkamazsak kalemimizi kıracakmış öyle diyor."

Oturduğum yerden kafamı yukarı doğru kaldırdım ve Cengiz'le göz göze geldikten sonra derin bir iç çektim. En az benim kadar ne yapacağını bilmiyor gibi bakıyordu, kardeşimin bu durumuna akıllanıyor diye sevinsem mi yoksa olmayan psikolojisi de bozuldu diye üzülsem mi karar veremiyordum.

"Biz de onun için geldik kardeşim," diyen Cengiz, Cenk'e elini uzattı ve onu ayağa kaldırdıktan sonra da aynı tarifeyi bana uyguladı. "İfadeni değiştirdiğin an dışarıya çıkacaksın, ablan her şeyi halletti."

Her şey benim başarımmış gibi konuşam Cengiz, Cenk'in gözlerinden bana doğru akan aşk dolu bakışların sebebi olduğunda gülümsedim ve kafamı salladım. "Her şey hazır, ifadeni değiştirip evinize Pelin'in de girdiğini söylediğin an dışarıya çıkacaksın."

Cenk'in bana aşk dolu olan bakışları bir anda değişime uğradı, kaşlarının çatılması ve bedenini sandalyeye yaslamasıyla derin bir of çektim. Ben malımı biliyordum işte, kız bunun gözünü kör etmişti.

Daha bu sabah Mirza denen şahsın adamları kapıya kadar gelmiş, Pelin'le Zafer'in samimi fotoğraflarını bize ulaştırmıştı. Hayır adamların birkaç gününü bile almamıştı bu samimiyeti karelemek, ortalık yerde utanmasalar sevişeceklerdi.

Enayi kelimesinin sözlükteki eş anlamlısı Cenk Özataydı da kardeşimin haberi yoktu.

"Yine mi aynı konu?" dedi Cenk asabi bir tavırla. "Ben o kıza aşığım Ahu sen anlamıyor musun?"

Başka bir zaman olsa takdir edeceğim şu tavırlarını keşke bu değere layık olan bir kıza gösterse diye geçirdim içimden. Erkeklerin itinayla kendilerine kazık atan kızlara aşık olması rastlantı değildi diye düşünüyordum artık, kendilerine kul köle olan kızları fark etmiyor süründürenin peşinden gidiyorlardı.

"Aşıksın öyle mi?" dedim Cenk'in gözlerine bakarak. Kardeşim hiç tereddüt etmeden kafasını aşağı yukarı sallamıştı ama cebimden çıkartıp masanın üstüne bıraktığım fotoğrafları görünce bir anda kafasının sallanma yönü değişmişti. Eline aldığı fotoğraflara bakarken sağa sola hareket etmeye başlayan kafasıyla "Gerçek mi bunlar?" diye sorarken hala nasıl bu kadar aptal olabiliyor sorguluyordum.

"Sence?" diye sordum, o "Pelin bana aşıktı," cevabını verdiği esnada. "O yüzden mi seni hiç ziyarete gelmedi? Az önce sordurdum gardiyana, bizden başka gelen olmamış."

Cenk derin bir nefes aldı ve "Zafer'le mi gerçekten?" diye sordu. "Onlar mı bırakmış uyuşturucuları yatağımın altına?"

Kafamı onaylar anlamda salladım ve "Zaferi bulmaya çalışırken Mirza denen bir adam bizi mekanına götürdü, orada öğrendik," dedim.

"Mirza mı?" diyen kardeşim astral seyahate çıkmış gibi dolu gözleriyle bir süre yeri inceledi. Adamın adının ona da tanıdık geldiğini fark etmiştim, nereden duydun diye sormak istiyordum ama altından bilmediğim ve sinirleneceğim bir şeyler çıkar diye dilim varmıyordu.

"Sırf ifademi değiştireyim diye-" Kafamı o sözünü bitiremeden olumsuz anlamda salladım ve "Asla," dedim. "Sana senin iyiliğin için bile yalan söylemem."

Cenk gözlerimin içine baktı, aramızda yalanın var olmadığını en az benim kadar biliyor olacak ki fotoğrafları cebine koyduktan sonra masanın üstündeki elimi tuttu. "Biliyorum, söylemezsin."

Masanın üstünde birleşen ellerimize baktım, yüzümde bir gülümseme belirirken "İfadeni değiştireceksin değil mi?" diye sordum. Kısıtlı olan vaktimiz bitmeden bir an önce ne varsa konuşalım istiyordum.

Cenk'in üzüldüğünü görüyordum ama yeni imajına dolu gözleri yakıştıramıyor olmalıydı. Yoksa şimdiye kadar ağlamaması mucizeydi.

Elimin üstündeki elini oynattı, tenimi okşadıktan sonra da dudaklarını bastırıp "Değiştireceğim," dedi. Yerinden kalkıp bedenimi kucaklarken omuzlarımdan büyük bir yük kalktığını hissetmiştim, "Başkası söylese inanmazdım ama senin her lafın benim için altın değerinde."

Kardeşlerimin bana değer verdiğini her zaman bilirdim, onlara bir iki adım gitsem bile yanıma koşar adımlarla gelirlerdi. Cenk'le de aramızda bir iki yaş vardı ama hissiyatı çok daha büyüktü.

...

Üstümde anlamsız bir yorgunluk vardı.

Cenk'i ikna edememekten gerçekten korkmuş olmalıydım, çaldığımız kapının açılmasını beklerken gevşemiş vücuduma bakılırsa kendimi de oldukça kasmıştım.

Kapı Timuçin tarafından açılıp, bizi gördüğünde hemen "İkna ettiniz mi?" diye sormuştu hevesle. Cengiz derin bir nefes vererek "Hoşbulduk Timuçin, bir içeri geçseydik keşke kardeşim." demişti ve arkadaşı "Hızlı olun, meraktan çatladım," cevabıyla kapıyı tamamen açarak kenara çekilmişti.

"Bu konu ne?" Evde ağır bir koku vardı, kızartma kokusu mu deseydim, yanık kokusu mu bilemiyordum. "Sen gelince uğraşma diye Eslem yemeğe girişti de," Timuçin'e tam keşke zahmet etmeseydi diyeceğim sırada, Cengiz dehşet dolu sesiyle araya girdi. "Biz de tam bugün dışarıda mı yeseydik diyorduk Ahu ile, sizin de yemeğiniz varmış zaten, biz bir gidip karnımızı doyuralım."

Cengiz beni kolumdan tutarak yeni girdiğimiz kapıya doğru çekmeye çalıştığında kaşlarım yukarı doğru kalkmıştı. "Cengiz, kız o kadar uğraşmış. Ayıp olur," dediğimde zoraki bir şekilde gülüp sadece benim duyabileceğim bir sesle "Ne diyorsam onu yap, bana duacı olursun." dedi.

"Saçmalamayın oğlum, yarın söyleriz dışarıdan. Kız o kadar uğraştı," diyerek sevgilisinin arkasında duran Timuçin yüzümde ufak bir tebessüm oluştururken Cengiz mutsuzlukla "Bitmemiştir belki yemekler, gidip yardım mı etsek ne yapsak Ahu?" diye sormuştu. Cevabı ise mutfaktan "Sofra hazır, kapının önünde dikilmeyin!" komutuyla gelmişti.

"Hadi," dedi Timuçin de bize içeriyi gösterirken. Cengiz yutkundu ve "Tamam öyleyse, biz bir ellerimizi yıkayalım," diye ağzının içinden geveledikten sonra beni de çekiştirerek banyoya yöneldi. Timuçin de mutfağa yönelmişti.

Banyoya beraberce girdiğimizde hareketlerini garipseyerek "Cengiz?" diye sorarcasına ona seslendim. O ise açtığı muslukta ellerini yıkadıktan sonra ıslak ellerini boynuna da sürmüştü. "Seni kurtaramadım Ahu, kusura bakma."

"Ne?" dedim şaşkınlıkla. "Eslem," dedikten sonra bir an duraksadı ve söyleyeceğinden utanan bir çocuk gibi ensesini kaşıdı. "Pek iyi bir aşçı değildir."

Boş bulunup güldüğümde kaşları çatılmıştı. "Ay Cengiz, ben de diyorum neden böyle davranıyorsun. Ne olacak, hep şeflerin elinden mi yiyoruz sanki?"

"Bu öyle bir şey değil," Sıkıntıyla nefes verdi ve elimi yıkamam için musluğu işaret etti. "Neyse, zaten tecrübe edeceksin mecburen."

Ellerimi sabunlayıp, durularken banyodan çıkmış Cengiz ile aynadan kendime de bir göz attım. Sanki üstümdeki gerginlik kalkınca rengim bile yerine gelmişti, sağlıksız bir solgunluğun yüzümde peydah olduğunu düzelene kadar anlayamamıştım demek ki.

Bileğimdeki toka ile saçlarımı hızlıca at kuyruğu yapıp, mutfağa geçtim. Sofraya oturmuş üçlüden Cengiz'in yanı boş olduğu için onun soluna oturdum ve "Ellerine sağlık Eslem, kusura bakma seni de uğraştırdık," dedim mahçup bir ifade ile.

Herkes elbirliği ile bana öyle çok yardımcı olmaya çalışıyordu ki, şaşkınlığı üstümde olsa da minnetimi göstermekten geri durmuyordum. Sevgilisi benim yüzümden başka bir kızla öpüşmüş olsa bile yorgun geleceğimizi düşünüp yemek hazırlayan kız, Cengiz ve Timuçin yanında az şey bile yapmış oluyordu üstelik.

"Saçmalama Ahu, tüm gün evdeydik. Yemeği de yapalım bir zahmet," Ona gülümserken, yanımdaki Cengiz'in kısık sesle "Zahmet olmasaydı keşke," dediğini ve iç çektiğini duymuştum. Şöyle bir masaya göz attım, ortadaki tabakta patlıcanlı bir yemek görüyordum. Tabaklarımızda servis edilmiş pirinç pilavı, mevsim yeşilliklerinden oluşan bir salata ve tavuktan yapıldığını tahmin ettiğim bir tencere yemeği vardı.

Tencere yemeğini çorba kaselerine koymasına yardım edip, yerlerimize oturduğumuzda "Afiyet olsun," komutuyla elim çatalıma gitmişti. Tabağıma koyduğum patlıcanlı yemekten biraz aldığımda, saniyeler sonra başıma gelecekten bir haberdim.

Şimdiye kadar birçok yemek yemiştim, kötü yemekler de olmuştu elbette arasında. Bir kere Asu beceriksizin tekiydi, o ve Cenk mutfağa giriyorsa felaket geliyor demekti ama ben buna rağmen, yutamadığım bir lokma hatırlamıyordum.

Ağzımdaki anlam bile veremediğim tat ile çoktan çiğnemeyi bırakmıştım ve tiksintiyle titrememek için kendimi zor tutarak bakışlarımı Cengiz'e çevirdim. O da ona döndüğümü fark etmiş olacak ki yavaşça bana dönmüş ve sertçe yutkunarak, ağzındaki lokmayı yutmuştu.

Timuçin "Şu patlıcanı muhteşem yapıyorsun ya," diyerek beşinci çatalını falan almaya kalktığında, şaşkınlık ile suratını izliyordum. Aşk güçlü bir duyguydu, buna hep inanırdım ama tat alma duyusunu gölgeleyebileceğini, itiraf edeyim hiç düşünmezdim.

Gerçekten de beğenmiş görünüyordu, üstelik arka arkaya aldığı çatallar ile yüzünde bir gülümseme bile oluşmuştu. "Afiyet olsun," dedi Eslem memnuniyetle. Lokmayı hala ağzımda tuttuğumu fark ederek, dudaklarımı birbirine bastırdım ve hap içiyor gibi hayal ederek çok da çiğnemeden yutuverdim.

Boğazım acıyla yanarken "Ellerine sağlık, ne güzel olmuş," demiştim samimi olduğunu umduğum bir gülümseme ile. Erkek kardeşimin evinde, sırf bize yardım olsun diye yemek yapmışken eleştirecek değildim elbette ama aklıma takılan şey çok başkaydı.

Bu tabağın hepsini bitirmem mi gerekirdi?

"Ahu," diyerek hafifçe bana eğilen Cengiz'e doğru meyil ettim. "Sana dedim gidelim diye," Pirinç pilavının hem lapa hem de diri olmasının nasıl mümkün olduğu hakkında derin düşüncelere dalmadan önce "Çok geç," diye konuşarak, en azından salatadan yiyerek bir şeyler yapıyor görünebilirim diye düşünmüştüm.

Oh, en azından salatada bir sıkıntı yoktu.

"Beğendin mi Ahu? Salatayı ben yaptım," Timuçin gururlu bir ifadeyle konuştuğunda, beğendiğim tek şeyi Eslem'in yapmamış olmasının vicdan azabıyla "İyisin bu salata işinde," demiştim.

Göğsünü kabartıp "Öyleyim biraz," diye böbürlendiğinde Cengiz "Kırk sene düşünsem sana üzüleceğim aklıma gelmezdi be Timuçin," demişti. Ben neyi kast ettiğini anında anlarken karşımdaki aşktan kör olmuş, pardon tat alma duyusunu kaybetmiş, çocuk "Neyime üzüldün lan?" sorusunu yöneltmişti.

Eslem bir şey anlar da alınır korkusuyla gülümsemekten ağrıyan yanaklarımı dinlendirmek için hafifçe kafamı eğdim.

"Doğru aslında, sana müstehak her şey," diye kendi kendine söylenen Cengiz aynı zamanda beni ve kendini işaret edip "Sana üzüleceğime dönüp bize üzülmem daha mantıklı olur," demişti. Şaşkınlıkla büyüyen gözlerime, istemsizce yanımda oturan çocuğun dizine çarpan dizim eşlik etmişti. Dürtmemle bana dönen Cengiz'e kaş göz hareketi ile çenesini kapatmasını anlatmaya çalışıyordum ama o inatla dudaklarını oynatarak "Ne var?" demeye çalışıyordu.

Kızın kalbini kıracak korkusuyla "Cenk ifadesini değiştirmeye karar verdi," deyiverdim. Konu gerçekten ışık hızıyla değişmiş ve Eslem hevesle "Gerçekten mi? Şükürler olsun, inat edecek diye çok korkmuştum." demişti. Sevgilisi onun oturduğu sandalyenin arkasına kolunu koyarak rahatça oturduğu yerde yayıldıktan sonra güldü. "Valla beni de bir korkuttu ama yine de ucuz yırttı gibi senin kayınço, ha Cengiz?"

Kayınço? Hatta senin kayınço?

"Cenk salak bir çocuk değil, kabul etti tabi ki," dedi kardeşimin ismini bilerek bastırarak. Kayınço sıfatından rahatsız olmuşa benziyordu ama ekürisi onu pek umursamadı. "Akıllı olsun tabi gülüm, avukat eniştesi ve ablası var diye bu ne rahatlık? Hem böyle olursa ileride sizi de dolandırır bak, akıllı olsun sizin de başınız belaya girmesin."

Timuçin şaka yaptığını anlayayım diye bana göz kırptığında Eslem güldü. "İyi anlaşıyor musunuz bari?" diye Cengiz'e bir soru yönelttiğinde yanımda oturan çocuk olduğu yerde dikleşti ve önüne konulmuş sudan bir yudum alıp zorla "Anlaşıyoruz," dedi. Ben ise sessizce Cengiz'i zor duruma düşüren Timuçin'e uyuz olmakla meşguldüm, barışsınlar diye yalanına sessiz kalmıştı ama bunu kullanıp da çocuğa niye böyle yapıyordu ki?

Üstelik beni de utandırıyordu.

"Anlaşırlar tabi güzelim, insan insanla anlaşır. Herkes sen mi, kardeşlerini köşe bucak kaçırıp anlaşamayacaklar yargısı oluştursun?" Timuçin yumuşak bir sesle laf soktuğunda Eslem rahatsızca kıpırdandı. "Hemen de laf çarp," diye tepki gösterdiğinde eküriden hemen cevap gelmişti. "Kaçırır mıyım?"

"Laf sokma lan kıza," Olaya kısaca müdahale eden Cengiz'di, ben ise yaptığım çıkarımlar ile ne olduğunu anlamaya çalıştığım sırada Eslem bana dönerek açıklamada bulundu. "Timuçin ailemle tanışmak konusunda acelecide, kusura bakma, yerli yersiz her yerde konusunu açıyor."

"Aceleci mi? İlişkimizin beşinci senesine gireceğiz, istersen mezarıma çiçeğini çikolatanı alıp getir, öyle tanışırız," dedi hırçınlıkla. Cengiz ise gülüp "Çiçeği çikolatayı senin alman lazımdı yalnız," dediğinde beklenmedik şekilde ters bir tepki almıştı. "Yok kardeşim, ne haddime Eslem hanımın ailesine çiçek çikolata falan almak, hatta ben diyorum ki onlar beni istemeye gelsin çünkü belli ki biz istesek evlenemeyeceğiz."

"Ya ne abarttın, beş senenin yarısı lise zaten." Eslem de asabileşmişti ve şükürler olsun herkes yemeği unutmuştu. Hayır, onlar tadında bir sıkıntı yok gibi yiyorlardı da, midelerine bir şey olacak diye korkuyordum açıkçası. "Hayatım demiyorum ki haftaya evlenelim, ufaktan başlayalım sadece. İngiltere prensesleri ile tanışmak istesem daha kolay randevu aldım, hepi topu ablalarınla oturacağız."

"Timuçinciğim, böyle aceleye getirince ablamlar demeyecek mi ne bu acele diye? Hakkında olumsuz kanıları oluşmasın diye diyorum, kötülüğe mi diyorum ben sanki? Hem evlilik falan, çok ilerinin konusu bunlar. Konuşması bile garip."

"Konuşması bile garipmiş," dedi Timuçin sinirle kafasını iki yana sallarken. "Evliliğe niyetim yok demiyor da. Tebrikler valla, ortada bırakıp gideceksin yani beni?"

"Bak nereye çekiyor konuları?" diye söylenen Eslem bana bakarak, Timuçin'i işaret ediyordu. Zoraki bir şekilde gülümsedim, yorum yapıp hadsiz olmaktansa dudaklarımı zorla yukarı kıvırmak daha tercih edilebilir geliyordu. "Üç ay ayrı kaldık diye flört yapmasan inanacağım da dediklerine işte,"

"Ne?" dedim tepkimi engelleyemeyerek. Timuçin böyle bir şeyi bekleyeceğim son insan bile olamazdı, öyle aşık ve gözü başkasını görmez görünüyordu ki yok artık desem sırıtmazdı. "Tabi Ahucuğum, bakma sen buna. Şovmen kendisi biraz, icraatlarını duysan sen bir de."

"Tövbe estağfurullah," diye söylendi Timuçin ve aynı anda koruma moduna geçti. "Bakma sen Ahu, lise sondaydık bahsettiği olay yaşandığında. Dikkatimi dağıtıyorsun diye terk edilmiştim ve bir hafta dershaneden bir kızla konuşmuştum," dediğinde Eslem hemen araya girdi. "Konuşmak, bir gece sabaha kadar yazışmak, aa şu filmi ben de izleyecektim deyip film izlemek," diye sıralamaya devam edeceği sırada sanki en önemli şey buymuş gibi "Aynı evde mi?" sorusunu sormuştum.

"Yok artık Ahu, kendi evlerimizde tabi ki," diyen Timuçin ile Eslem gülüp "Bak işte, senin potansiyelini hemen nasıl anladı kız?" demişti. "Bir de dershane kantininde kahve içmek." diye de tamamlamıştı az önce sıraladıklarını. İyiydi hoştu da bu sefer de aklıma gelen "Sen bu kadar detayı nereden biliyorsun sorusu?" sorusuna mukayyet olamamıştım. "Nereden olacak? Hanımefendi beni affetmek için tüm konuşmaları okumayı şart koştu, utanmasa gidip dershane kantinin kamerasını izleyecekti."

"Senin için kendimi ne rezil edeceğim be?" dedi Eslem asabice. Cengiz de gülmüş ve beni dirseği ile dürterek "Dershane kantininde bir sürü hoca olduğunu bilmese gidip kayıtları da alırdı," demişti. Ben ise sessiz kalan Cengiz'e Timuçin'i işaret ettim. "Sen biliyor muydun bu flört işini?"

"Tabi, bu mal eskiye dönecek diye aklım çıkmıştı ama şükür kafayı yememiş. Bir haftada topladı hemen aklını, ya Eslem ya hiç noktasına geldi."

"Destekledin mi yani?" Çatık kaşlarım ile sorduğum soru şaşkınlık ile bana dönen Cengiz'in havaya kalkan kaşları ile tezat oluşturuyordu. "Sen şimdi ayvayı yemedin mi Cengiz?" dedi Eslem eğlenerek. Cengiz ise aldığı soruya da verdiği cevaba da şaşırıyor gibi bir sesle "Yok, uyarmıştım aslında." cevabını vermişti.

"Hakkını yemeyeyim yengeciğim, uyardı da işte kalp yangınından insanın beyni puslanıyor." Timuçin'e dönerek hoşnutsuz bir ifade ile konuştum. "Yani, kalp yangının ile oturduğun yerde de oturabilirdin?"

"Ya cayır cayır yansaydım da yapmasaydım, senelerdir aynı konu!" İsyanına karşılık Eslem masaya birkaç kez vurmuş ve "Allah korusun de gerizekalı," diye uyarmıştı. Bu hali beni gülümsetirken "Sen ablalar ile tanışmayı rüyanda görürsün gibi," demiştim.

"Aman Ahu, ağzını hayra aç ne olursun. Zaten olaylı tanıştık, iknası da zor oldu barışması da. Bir işimiz de kolay olsun."

Ben ağzımı hayra doğru açmaya niyetlenirken benden önce devreye giren telefonumun sesiyle sohbetimiz kısa bir anlığına bölündü.

"Kusura bakmayın," diyerek cebimdeki telefonu çıkarttım ve ekranda Furkan ismini gördüğüm an içimden hay ananı demeden edemedim. Sare geçenki konuşmamızda onun aramalarını cevaplamamı söylemişti ama Cenk insanda akıl bırakmıyordu ki.

"Ben bir konuşup geleyim," dedim, sofradakilerin bakışları bana dönmüştü ve herkes anlayışla kafa sallamıştı.

Daha fazla beklemeden aramayı cevaplandırdım, Cenk'in odasına girmeden hemen önce de "Efendim?" dedim. Kapıyı arkamdan kapatıp yatağa geçtiğimde biraz daha rahat hissediyordum. İnsan ilişkilerim iyiydi ama Eslem ve Timuçin her ne kadar iyi insanlar olsa da bana yabancılardı bir kere. Hareketlerime dikkat etmekten yorulmuştum. "Şükür kavuşturana."

Furkan nihayet bana ulaşmış edasıyla heyecanla konuşuyordu,  ben onunla aynı hevesi paylaşmıyordum ama ayıp olmasın diye çareyi "Aynen, kusura bakma ya, kardeşim burnumdan getiriyordu aramalarına dönemedim," demekte bulmuştum. "Sesini duydum, iyi de geliyor. Dönünce tavrımı koyarım artık hiç sorun değil."

Furkan'ın içten ve güleç konuşması sesine yansıyordu, beni bu kadar sevdiğini bilmediğimden şaşırmıştım. "Allah Allah, yokluğumda başına taş falan mı düştü?" diye sordum. "O ne demek ya? Ben sana her zaman çok değer veriyorum, bilmiyorsun sanki."

Bilmiyordum?

Furkan her kıza değer veriyordu?

"Eh, pek bilmiyorum desem yalan söylemiş sayılmam." Alayla konuşuyordum ama Furkan'ın sesi rahatsız olabileceğim bir şekilde ciddi geliyordu. "Bil o zaman, seni gerçekten özledim."

Cenk'in yatağının üstünde oturuyordum, karşıda duran şifoniyerin aynasından da bir taraftan kendimi izliyordum. O konuşurken tek kaşım yukarı kalkmış, yüzümde ise duyduklarından rahatsızlık duyan bir ifade belirmişti. "Sağ ol?" Anlam veremediğim için saçma bir cevap vermiştim ama Furkan anlayamadıklarım artsın ister gibi konuşmaya devam etmeyi tercih etmişti. "Aşkını ilan eden erkeklere teşekkür ederim diyen o kız gibisin Ahu."

Gülerek konuşmuştu bu sefer, sesinden çok ciddi bir tını almamıştım ama sohbetin içeriği hiç ilgimi çekmiyordu. "Yani bana aşkını ilan etmediğine göre pek de o kız sayılmam?"

Dalga geçiyor olma ihtimaline karşılık biraz daha ciddiyetsiz konuşuyordum, kendi kendine gelin güvey olan o kız olmaktansa Furkan'ın az önce söz ettiği teşekkür eden kız profili daha cazip gözükmüştü. "Doğru söylüyorsun," diyen karşıdaki ses bir süre duraksadı, tekrar konuşmaya başladığında Eakişehir'de bıraktığım Furkan'a dönüş yapması gecikmemişti, ben de rahat bir nefes almıştım. "Cenk denen hayta seni çok yormuş, yok olmaz böyle."

"Sorma ya," dedim. "Neyseki Cengiz'le Timuçin de burada da biraz bana yardımcı oldular. Yoksa kardeş benim ama hastalığı çekilecek çile değil," Kızlara söylediğim yalanı Furkan'a da tekrarladım, o ise "Cengiz'le Timuçin mi?" diye sordu. Gülmüştü ama bu iki isimle ben ne alakaymışız gibi sesi sorgulayıcıydı.

"Onlar da İzmir'delerdi, bir şekilde denk geldik." Furkan ortada komik bir durum olmamasına rağmen hala ara ara gülmeye devam ediyordu. Kafası mı güzeldi bilmiyorum, başka türlü bir açıklama bulamıyordum bu telefon konuşmasına. "Dünya ne kadar küçükmüş ya, nasıl da denk gelmişsiniz öyle?"

"Değil mi? Biz de baya şaşırdık, ben Cenk'e iyi gelsin diye ilaç alıyordum bir anda karşıma çıktılar." Adliye koridoruna kafamda biraz rötuş yapıp süslemiştim, umarım bunlar beyaz yalan sayılıyordur diye de içimden yaratıcımıza özürlerimi sunuyordum. "Ben onların da apar topar İzmir'e gitmesini anlayamamıştım, bir sorun yoktur inşallah? Ne işleri varmış orada?"

Yok, Furkan kesin sarhoştu. Hala gülüyordu, dudaklarının kenarı gülmekten mimik izi yapmıştı emindim buna. Eskişehir'e döndüğümüzde kontrol edecektim. "Özel bir durummuş, bana da anlatmadılar," dedim, Cengiz eğer isterse dedesinin vefat ettiğini arkadaşlarına kendi haber verirdi. Sonuçta telefonla taziye konuşmaları yapmak istemiyorsa buna saygı duymam lazımdı.  "Bizden gizlisi saklısı mı varmış onların?"

Of, dedim göz devirerek. Sesim dışarı çıkmamıştı ama bunaldığımdan ellerimle yakalarımı genişletmiştim. "Sizin arkadaşlık ilişkinize pek hakim değilim, belki de benden gizlemişlerdir. Sana dönünce anlatırlar, bilemedim şimdi."

Furkan "Anlattırırız," dedi bir anda gülmeyi keserek, arka planda sırıtma sesine o kadar alışmıştım ki bir anda bu tonlama garip hissettirmişti. "İyi," dedim Furkan'a. Daha fazla uzatmaması için de ekleme yaptım. "Söyleyecek bir şeyin yoksa kapatayım, Cenk acıkmıştı da?"

Furkan "Yok," dedi. "Ne söyleyebilirim ki, anca özlediğimi yinelerim. Ne zaman dönersin? Ahmet Hoca'yla tek başıma mücadele edemiyorum."

Bugün ağzından çıkan en normal soru buydu, o yüzden "En kısa zamanda," dedim. "Ben de mahçup oldum zaten sana, çok teşekkür ederim idare ettiğin için."

"Hiç problem değil, sen sadece kardeşini çabucak iyileştirmeye bak," deyip kapatmadan hemen önce "Cengizlere de selam söyle," dedi. Ben de ona "Söylerim, iyi akşamlar," dedikten sonra telefonu kapattık.

Sonlanan aramanın ardından ekrandaki Furkan ismine bir müddet baktım. Kendi kendine gelin güvey olmuyorsun, bu çocukta var bir şeyler diyen tarafım ara ara beni yokluyordu ama gözünle de mi görmedin, bu oğlan herkese aynı, muhafeleti geçen geçen iç sesimin olduğu taraf daha baskın geliyordu.

"Abartma Ahu," dedim kendi kendime. "Bu çocuk sana karşı bir şeyler hissetse söylemeyecek bir mi?"

Aynadan kendime bakarak saçlarımı düzelttim ve "Asla da değil," dedim. Ayrıca biraz objektif de olmak gerekiyordu, Furkan bana bakmazdı.

Acımasızlıkla karışık, objektif kişiliğim beni güldürdüğünde içeriden bana seslenen Timuçin'e "Geliyorum," diye bağırdım.

Adımlarım komutuma uyarak beni mutfağa doğru yönlendirdiğinde, acımasız halimin kalbimi asla kırmadığını fark etmiştim.

Çünkü bana bakmasını istediğim tek kişi içeride, dünyanın geri kalanı da benim için dışarıdaydı. Derlerdi de inanmazdım ama aşk gerçekten istediğinin bir bakışı için heves etmek, istemediğinin bakışına bile tenezzül etmemekti demek ki.

...
Oy vermeyi unutmayın lütfen ♥️

Continue Reading

You'll Also Like

59K 5.6K 65
Asi ve Alaz Twitter üzerinden tanışırlar.
138K 10.8K 11
Tesis'te başarılı bir ajan olan Magenta Mavi Mibalva'nın, Venator ekibine transferi gerçekleşir. Görevler, kaçışlar, aksiyonlar ve rakipler. Aşk, deh...
108K 11.2K 38
053*: Senin kedin mi bu? Doğuhan: Evet, rica etsem atacağım konuma getirebilir misin? Ya da sen at ben geleyim. 053*: İşte o imkansız. Doğuhan: Ne...
6.4M 206K 103
Karan Haznedaroğlu. 27 yıldır her istediğini elde eden, sadece adıyla bile bütün kapıları açabilecek bir adam. Şimdi her şeyden çok istediği bir şey...