ATEŞPARE (+18)

By cerennmelek

45.2M 2.1M 6M

Korkmuyordum, ne karanlıktan, ne gürleyen gök gürültüsünden, ne de bana zarar verebilecek bir insandan. Çünk... More

ATEŞPARE
1.Bölüm: V
2.Bölüm: KAOS
3.Bölüm: O PİTİ PİTİ
4.Bölüm: KANLI YÜZLER
5.Bölüm: ATEŞ PARÇASI
6.Bölüm: SOĞUK SAVAŞ
7.Bölüm: ŞEKİL DEĞİŞTİREN
8.Bölüm: KAYBEDİŞ
9.Bölüm: ESARET
10.Bölüm: KABULLENİŞ
11.Bölüm: TUTKULAR VE SAVAŞLAR
12.Bölüm: SAHTEKAR CİNAYETLER
13.Bölüm: MELEK YÜZLÜ ŞEYTAN
14.Bölüm: KARANLIK SIRLAR
15.Bölüm: OYUNBAZ UYKULAR
16.Bölüm: KURT MU KUZU MU
17.Bölüm: VEDALAR VE BAŞLANGIÇLAR
18.Bölüm: TANRININ CİLVESİ
19.Bölüm: YANGINDAN TAŞAN ATEŞ PARÇASI
20.Bölüm: KURTLAR SOFRASI
21.Bölüm: HİLEKAR DOKUNUŞLAR
22.Bölüm: KANLI PİYON
23.Bölüm: KANIŞLAR VE KAZANIŞLAR
24.Bölüm: SAHTE SEVGİLİLER
25.Bölüm: ALANGUVALARIN MUCİZELERİ
26.Bölüm: KÜÇÜK KIYAMET
27.Bölüm: ŞEHVETİN TEHDİTKAR CAZİBESİ
28.Bölüm: GEÇMİŞİN ESİNTİSİ
29.Bölüm: KIVILCIM
30.Bölüm: PERDELENEN KUŞKULAR
31.Bölüm: TEHLİKELİ SULAR
32.Bölüm: ATEŞ ÇIKMAZI
33.Bölüm: BÜYÜK PATLAMA
34.Bölüm: AZRAİL'İN PENÇESİ
35.Bölüm: YER ALTI
36.Bölüm: DOLAMBAÇLI HAYATLAR VE ÇARPIK OYUNLAR
37.Bölüm: KANLI MAKAS
38.Bölüm: SAHİPSİZ KİMLİKLER
39.Bölüm: MELEKLER VE ŞEYTANLAR
40.Bölüm: CANAVAR
41.Bölüm: MADALYONUN İKİ YÜZÜ
42.Bölüm: AŞKLAR VE ZAAFLAR
ÖZEL BÖLÜM
43.Bölüm: YALAN SANATI
44.Bölüm: DOMİNO TAŞLARI
45.Bölüm: TUTUKLU ZİHİNLER ZİNDANI
46.Bölüm: ACI KAN
47.BÖLÜM: LANETLİ MASKELER
48.Bölüm: VAHŞETİN ÇAĞRISI
49.Bölüm: AŞKA YENİLİŞ
50.Bölüm: GEÇMİŞİN KANLI SAHNELERİ
51.Bölüm: YANGINA DÜŞMÜŞ ATEŞ PARÇASI
52.Bölüm: ÜÇÜNCÜ İHTİMAL
53.Bölüm: İNSAN AVI
54.Bölüm: KOBRA'NIN ZEHRİ
55.Bölüm: ATEŞ HATTI
56.Bölüm: KAPANMAYAN DAVALAR
57.Bölüm: SANAT ESERİ
58.Bölüm: KATİL AVCISI
59.Bölüm: ALEV BEDENLERDEN KÜL RUHLARA
60. Bölüm: KAYBEDİLMİŞ ZAFER
62.Bölüm: HEZARPARE
ÖZEL BÖLÜM: ATEŞ ALANGUVA
63.Bölüm: İNTİKAM TİMİ
64.Bölüm: KIRIK YOK OLUŞLAR
65.Bölüm: İKİNCİ PERDE
66.Bölüm: CANAVARIN ÖTESİNDE
67.Bölüm: KÖTÜLÜĞÜN TOHUMU
68.Bölüm: GÜÇLÜ ADIMLAR VE KURNAZ SAVAŞLAR
69.Bölüm: GÜNAHKARLARIN SON GÜNAHLARI
ALINTI VE DUYURU
70.Bölüm: PANZEHİR
71.Bölüm: İSYAN
72.Bölüm: EN GÜZEL ZARAR
ÖZEL BÖLÜM: PUSAT
ÖZEL BÖLÜM: AYLİN
73.Bölüm: EFSANELER UNUTULMAZ
74.Bölüm: CANAVARI ANLAMAK VE ADALETİ ARAMAK
75.Bölüm: EN ZOR SAVAŞ
ÖZEL BÖLÜM: PUSAT
76.Bölüm: YIKIM VE KIYIM
ÖZEL BÖLÜM: PUSAT&BAHAR
77.Bölüm: KAYBEDİLEN ANILAR

61.Bölüm: RESİM HIRSIZI

431K 25.8K 93.2K
By cerennmelek

Bol bol yorum ve beğeni yapmayı unutmayın ateş parçalarım. 🔥

I Just Want You - Mercuzio Pianist

Once Upon a Time - Evgeny Grinko

Tutsak - Sezen Aksu

Ben Seni Çok Sevdim - Cem Adrian

O Yar Gelir - Aytekin Aktaş

Dam Üstüne Çul Serer - Dinmeyen

Belki - Dedublüman


61.BÖLÜM: RESİM HIRSIZI

Koca bir resim vardı, bu resim hem eski hem de fırça izlerine görkem saklamıştı. Bu resim kendini hep gerçek zannetmişti, bir başkasının elleriyle şekillendiğini, güzelleştiğini bilmeden kibirlenmişti. En renkli boyaları olan kendisi sanmıştı, en ustaca biçilmiş tablo onun sanmıştı, en güzel görünüş kendisinin sanmıştı. Halbuki o resim kendisini yaratan kişiden bihaberdi. Bir gün o resim ressamıyla tanışmıştı, boyaları akmış tablosu kırılmıştı. Çünkü o resim aslında gerçek değildi. Ressamının ellerinden çıkardığı sanatıydı, resim ressamın yeteneğini gösterme aracıydı. Aslında resim sadece kullanılmıştı.

Zihnime boyalar akıyordu, o boyalar hep kan ve karanlık doluydu ama bugün bir şey daha dolmuştu; hiçlik. Şu saatten sonra ne kan vardı ne karanlık, koca bir boşluk vardı. Çünkü benim kanım ve karanlığım bile sahteydi.

Benim ressamım koca bir caniydi, V'den bile daha caniydi. Ressam ölmüş, yerine resim hırsızı gelmişti. Resmi önce evinin en güzel köşesine koymuş, ona hayranlıkla bakmış sonra da onu kandırmıştı. Resmi gerçek olduğuna, en güzeli olduğuna ve sonsuza kadar mutlu olacağına inandırmıştı.

Resim hırsızı ressamdan çok daha acımasızdı.

Ateş Alanguva benim hırsızımdı, benden çok şey çalmıştı ama en büyüğü de umutlarımdı. O umutları yakmış beni de cehenneminde sessizliğe terk etmişti.

Ben ilk defa bir adama sırtımı yaslamıştım, ilk defa âşık olmuştum, ilk defa güvenmiş ve mutlu olmuştum. Ancak bunları yaşayan ben gerçek bile değildim.

Ona dayadığım sırtım ortadan ikiye ayrılmıştı ama parçalanmamış yanmıştı.

Bana öyle bakıyordu ki, öğrendiğim her şeye rağmen her sözüne inanmak istiyordum. Bundan nefret ettim. Babası ablasını döverken onları dinleyen Aşkın gibi, Vera'sını kaybeden Aşkın gibiydi çaresizliğim.

"Aşkın," dedi ve gözlerimi sıkı sıkı yumdum. Ona öyle bağlanmıştım ki adımı zikredişi bile hep ruhumu okşardı ama şu an bağladığı ipleri ruhuma dolanmıştı. Ben o ipler ruhumu kurtarır sanmıştım, o ipler celladım olmuştu.

Bana hep Ateşpare demişti de Ateş'iyle beni sadece bir parça bırakacağını dememişti.

Durup burayı birbirine katmak, annem hakkında her şeyi öğrenmek ve karşımdaki güneş gözlü umut hırsızının kalbine bir silah dayamak istiyordum. Ancak hiçbirini yapamadım. Canım o kadar yanıyordu ki bununla nasıl baş edeceğimi bilmiyordum.

Kapıya yöneldim hızlı adımlarla. Koca laboratuvar o kadar küçük gelmişti ki kendimi acıdan devleşmiş hissediyordum. Ne duvarlar küçülmüş ne de ben acıdan devleşmiştim. Acılar sadece ruhumu değil, duvarları da parçalamıştı.

Adımlarım az önce döktüğüm kahveyi beyaz mermerin üstünde yaymama neden oldu, tam kapıya ulaşacaktım ki demir, büyük kapı sertçe kapandı.

Bakışlarımı yavaşa arkama çevirdim. Az önce benim durduğum yerde durmuş, bir bilgisayarın başında bir şeylere basmıştı ve şimdi de bana bakıyordu.

"Beni dinleyene kadar gitmene izin vermeyeceğim." dedi sonunda tek seferde konuşabilirken.

"Bir kelimene bile inanmam." Ona yalan söyledim ama sorun değildi, o sadece yalan söylemekle kalmamış yalanlarıyla bana bir hayat kurmuştu. Ben de o hayatta yaşıyorum sanmıştım ama ben hiçbir hayatta yaşamıyordum.

"Aşkın, lütfen." dedi gözbebekleri titrerken.

"Lütfen ne? Lütfen yalanlarıma inan? Lütfen babamın seni bir denek faresine dönüştürdüğünü unut? Lütfen seni nasıl kandırdığımı umursama? Lütfen ne Ateş? Siz benim olmayan hayatımı sikmişsiniz."

"Özür dilerim," dedi gözlerini sıkıca yumarken. "Senden her şeyi sakladığım için özür dilerim."

"Özür mü dilersin?" Güldüm, dudaklarımdan histerik bir gülüş çıkarak laboratuvarın mermer duvarlarının içinde yankılandı. "Özür mü dilersin cidden? Ah kıyamam."

"Aşkın! Şok geçiriyorsun."

"Öyle bir özelliğim var mı?" Yumduğu gözlerini açtı ve gözlerime baktı.

Sikeyim.

Onun gözlerini bile o kadar seviyordum ki beni sakinleştirecek bir şeyler söyleyip bana sarılsın istiyordum.

Ve onu bu kadar sevdiğimi tam da bugün fark ediyordum.

Bakışlarımı ondan ayırdığımda aptallaşmıştım, boş boş etrafa bakıyordum. Bir şeyleri parçalamak istemeyecek kadar kırgın ve paramparçaydım.

Sweatimin cebime koyduğum sigara paketini çıkardım. O uyurken rahatsız olmasın diye yakmadığım dalı çıkarıp bir süre izledim.

Ben onu uyurken rahatsız olmasına kıyamamıştım ama o bana kıymıştı, hep kıymıştı.

Sigarayı dudaklarım arasına götürdüm, çakmakla yaktım ve sırtımı kapıya yasladım. Derin bir nefes çektim sigaradan.

"İste ya da isteme, beni dinleyeceksin." Bunu pişkin şekilde söylemiyordu. Bunu sevdiği kadını kaybetmemeye çalışan bir adam gibi söylüyordu ancak ben artık hiçbir şeye inanmıyordum.

"Öyle mi?" dedim havalanan kaşlarımla.

"Öyle," dedi ve birkaç adım yakınlaştı bana.

"Bu projeyi daha önce tesisi gezerken görmüştüm. Mühendisin anlatmıştı bana, ben de hayrete düşmüştüm. İlgiyle dinlemiştim ama bebeklerin hayatlarını değiştirme düşüncesinden nefret etmiştim. Ama senin mühendisin 'Ateş Alanguva canlı denekler üzerinde çalışmaz,' dediğinde de ona inandım. Sözde zekiyim diye geziniyordum ya,"

"Aşkın, ben canlılar üzerinde deney yapmıyorum." dedi bu düşünceye tahammül bile edemiyormuş gibi.

"Bana ne yaptın peki?" dediğimde sesimin bu kadar güçsüz çıkması sinirlerimi biraz daha gerdi.

"Ben değildim,"

"Sen de yaptın. Bir denek oluşturmakla bir deneği gözlemleme arasında bir fark göremiyorum." Ateş biraz daha yakınlaştı ama aramızda iki adım kadar mesafe kaldığında durdu.

"Babam iyi bir adam değildi, sadece ailesini ve amaçlarını önemserdi." dediğinde alt dudağımı dişledim.

"Klasik Alanguva yani."

"Sen de bir Alanguvasın." dedi kocam olduğunu hatırlatmak istercesine. "Bu deneylere başlıyor ve ayrıca yaptığı tek deneyler bunlar değil, yaptığı farklı deneylerle de bir sürü kişinin ölümüne sebep oldu." derken babasından gurur duymuyordu. Hatta kendisinin bile farkında olmadığı bir baş eğikliği vardı.

"Baban doktor muydu?"

"Başarılı bir mühendisti ancak bunları kendi için yapmadı. Cebonayan için yaptı. Cebonayan'a güç katmak istedi, projelerini geliştirip onları satmak ve tüm dünyaya hükmetmek istedi. Bazılarını gerçekleştirdi de,"

"Silahlar, uçaklar," dediğimde başını olumluca salladı.

"Evet hedefin önünde engel varken bile hedefi bulan tehlikeli silahlar, insansız güçlü helikopterler. Dedemden devam ettirdi bunu ama gelişen teknolojiyle dedemi de geçti. Cebonayan bu işte. Teknoloji ya da sırlar satarak, hükümetlerin kanından beslenen lanet bir örgüt. En azından bir zamanlar öyleydi, o zamanlar o kadar güçlendi ki artık kimsenin bir şey yapmasına gerek kalmadı. Her bir üye bir ülke satın alabilecek kadar zengin, bu zenginliklerini o karanlık dünyayı hükmetmek için kullanıyorlar. Ben de onlara hükmetmek için." Şahin de çocuklar üzerinde deney yapıyordu ve eminim diğer üyeler de yapıyordu. Para kazanacakları her yolu kendilerine doğru kılmışlardı.

Tüm zenginliklerinin sonucunda kanlı bir kalp vardı, o kalp masumlarındı. Elleri masumların kanıyla yıkanmıştı, tıpkı bu yeni dünyada her gün olduğu gibi.

Durakladığında, sigaramı içmeye devam ettim. Bir süre yüzümü seyretti derin bir nefes aldı. "Babam kötü olsa da sağlıklı çocuklara zarar verecek kadar kötü değilmiş. Sadece doğumu zor geçen anneleri bulup onlara bir teklif sunuyormuş, kabul etmeyenleri zorlamıyormuş." Sigara parmaklarım arasından düştü.

"Annen Ahu Erizgi, kocasından sık sık şiddet görüyormuş ancak karnına aldığı son darbe senin hayatını tehlikeye sokmuş. Kurtulma şansın yok denecek kadar azmış Aşkın. Babam da anneni bulmuş, ona bir teklif sunmuş. 'Çocuğunu kurtarabilirim,' diyerek ona umut vermiş. Annen senin kurtulman için her şeyi kabul etmiş, can tehlikesinin olduğunu da biliyormuş ama buna rağmen düşünmemiş kabul ederken."

"Önceki deneklerin hepsinde annenin de bebeğin de öldüğünü biliyor muymuş peki?" dedim acıyla kasılan yüzümle.

"Bilmiyorum, inan bilmiyorum Aşkın. Söylediklerim ne kadar doğru onu da bilmiyorum, sadece kayıtlara geçenleri biliyorum ama yaptığım araştırmalar sonucunda doğru olduğuna inanıyorum." İnanıyormuş.

"Sonra?" dedim bu sefer daha güçlü çıksın diye uğraştığım sesimle.

"Deney için annen gözlem altına alınmış. Doğum da gözlem altında gerçekleştirişmiş ama annen doğum sırasında çok büyük acılar çekmiş. Sen doğarken hayata gözlerini yummuş." Gözlerini yummuş demek ölümün güzellemesi değildi, annemin ölümünün güzellemesi hiç olamazdı. Benim babam beni, onun babası annemi öldürmüştü.

"Peki ben?"

"Bilmiyorum orada büyük bir kopukluk var. Anneni kaybetmiş olsalar bile sağlam doğan bir bebeği nasıl bıraktılar aklım hala almıyor ama," durakladı birden.

"Ama?"

"Kaptan buna neden olmuş olabilir."

"Kaptan mı?"

"Evet daha önce de bir deneği kaçırmış." Denek. Onun için bir denektim. Gerçi onun için demek doğru olmazdı, ben gerçekten bir denektim. Önce onların deneği olmuştum sonra da Kaptan'ın.

"Neden?"

"Dedemden sonra bizim aileye kafayı takmış ve gereğinden fazla araştırmalar yaparak Cebonayan'da neler olduğunu öğrenmiş. Tam amacı ne bilmiyorum ama bence deneyleri öğrenince ya çocukları kurtarmak istedi ya da Cebonayan'ın silahıyla Cebonayan'ı vurmak istedi." Sonuçta Kaptan'ın sevdiği kadının ölüm sebebi Cebonayan'dı.

Bacaklarım beni taşımakta zorlanıyordu ve kapıya yasladığım sırtım dahi bunu kolaylaştırmıyordu. Yavaşça yere çöktüm, az önce parmaklarımdan düşen sigaranın tam yanına.

Ateş de yanımda durmadı, karşıma oturdu bağdaş kurarak.

"En başından beri biliyordun." dediğimde gözlerini sıkı sıkı yumdu. "O yüzden istedin beni." Sessizliği devam etti, gözlerini hala açmıyordu. "O yüzden beni yanında kalmam için tehdit ettin. Yalan söylemiş sayılmazsın aslında, o zamanlar hep gizliyordun beni neden istediğini ve sonrasında da hiç açıklamadın zaten. 'Herkes V'yi ister.' diye kandırdın beni. Komik kısmı ben de kandım."

Tüm dünyayı ayakta uyutan ben, bir adamı dünyam yapmıştım ve bu sefer o dünya beni uyutmuştu.

"O yüzden benim için kendini kurşunların önüne attın, o yüzden benim kimliğimin yayılmamasını abine tercih ettin." Durakladım, her saniye aklıma bir anımız doluyordu.

Ateş, Pusat'la konuşurken 'O önemli,' diyordu. Önemliydim. Önemli bir denektim.

Açtı gözlerini, kafasını iki yana salladı. "Hayır, hayır Aşkın. Öyle değil."

"Nasıl peki?" dediğimde sesim bir kez daha titredi, benim sesim onun gözlerini titretti.

"İlk karşılaştığımızda sadece abimin seni çok istediğini biliyordum ve bunun nedenini tam bilmiyordum. Seni ilk gördüğüm an V olduğunu anlamıştım. Gözlerinde öyle bir alev vardı ki maskeleyemiyordun. Senin cehennemin çok tanıdıktı. Seni yakaladım, esir ettim ve geçirdiğimiz her gün senin gerçekliğini sorguluyordum. Bir insanın bu kadar mükemmel olmasının imkanı yok diyordum. Seni canlı canlı ameliyat ettirdiğimde, gülüp beni kışkırtmaya çalıştığında anladım aslında ama emin olamadım."

Bacaklarımı kendime doğru çektim, sanki içerisi aniden daha da soğumuştu. Tenim ürperiyordu, onun gözleri ilk defa beni ısıtmıyordu. Beni bile üşütüyordu. Çünkü ilk defa bu kadar çıplaktı.

"Ama elbette babamın deneği olduğunu anlamam imkansızdı. Seni bir kalıba sığdıramıyordum ama bunu da tahmin edemiyordum. Abim sürekli senin hakkında bir şeyler söylüyordu, önemli olduğunu söyleyip duruyordu. Abime hak verdim ama ne V olduğun için ne de bu saçma deneyin bir parçası olduğun için."

"Sana inanmıyorum," dedim kollarımı bacaklarımın etrafına sıkıca sararken.

"Biliyorum ama gerçek bu ve gerçeği anlatacağım sana." Derin bir nefes aldı. "İlk zehirlendiğin zaman öğrendim senin babamın pis deneyinin bir parçası olduğunu." Didem'in beni zehirlettiği zamandı. "Aldığın zehirden sonra yaşamanın mantıklı hiçbir tarafı yoktu, kafayı yememe çok az kalmıştı. Sonra abim söyledi. Bu deneyler bu tesiste yapılmadı, zamanında Türkiye'de yapılmış ama abim en başından beri biliyormuş. Bu tesisi kurduğunda bir arşiv odası hazırlamış. Senin V olarak işlediğin ilk cinayette anlamış deneği bulduklarını ve geriye sadece deneği ağına çekmek kalmış."

Baybora bu yüzden kardeşini öldürmek için beni tutmuştu. Bu şekilde deneklerini tekrar ellerinde tutabileceklerdi.

Ateş ara ara soluklanıyor, tepkimi ölçüyor ve onu sakince dinlememe belli etmese de hayret ediyordu.

Onu sevmekten ilk defa bu kadar nefret etmiştim.

"İlk başlarda şok oldum, gerçek olduğuna inanamadım ama her şey çok açıktı. Sen hiç normal değildin Aşkın ve bunun farkında değildin. Sen gerçekten bir süper kahraman gibiydin. O yüzden seninle çatışmalara girerken zorlanmıyordum ta ki," Ta ki ben vurulana kadar.

Vurulduğumda gerçek bir süper kahraman olmadığımı anlamış, benim de ölebileceğimle yüzleşmişti.

"Seni gözlemledim, izledim ve hatta bunları rapor ettim bir süre. Ancak bir gün öyle bir noktaya geldim ki, bu gerçeği beynimin içinden nasıl sileceğimi düşündüm. Bu gerçeği öğrendiğim güne lanet edip durdum, 'Ben bunu nasıl gizleyeceğim?' deyip durdum. Seni tanıdıkça, anladıkça daha da zorlaşıyordu her şey. Bana hiçbir şekilde güvenmiyordun ve eğer gerçekleri öğrenseydin, o zaman bizim hiçbir şansımız kalmazdı. Seni çok seviyordum ve kaybetmeyi göze alamadım. Bana güvenmeni istedim, aşkıma güvenmeni istedim. Sen bunu bu şekilde öğrenmeseydin ben hayatımızın sonuna kadar da söylemezdim. Çünkü seni, seni kaybedemeyecek kadar çok seviyorum. Sen buna ister takıntı de, ister dedene benziyorsun de hiçbir şey umurumda değil. Seni sevmeye başladığım ilk günden beri seni kaybetme düşüncesiyle savaştım ben." Şimdi de o savaşın en büyük mağlubuydu.

"Kaybettin bu savaşı." dedim bu sefer buz gibi çıkan sesimle.

"Hayır, ölene kadar savaşmaya devam edersem kaybetmiş sayılmam."

"Pusat da biliyordu, değil mi?" dediğimde gözlerini yumdu kısa bir anlığına.

"O yüzden hep seni kendine getirmeye çalıştı, benimle gerçekten evlenemeyeceğine bu yüzden inanıyordu." dediğimde sessizliğini korudu.

"Sana söylemem gerektiğini söyleyip duruyordu. Gerçekleri öğrendiğinde senin kimseye merhamet etmeyeceğini biliyordu. Hep sonumun senin getireceğini düşündü." dedi ve eli dizime uzandı.

Ardından da biraz daha yakınlaşarak başını dizime yasladı.

"Şahin o yüzden sana istediklerini yaptırıyordu. Benim babanın deneği olduğunu biliyordu ve bununla tehdit ediyordu seni. Her şeyi bana anlatmakla tehdit ediyordu." dediğimde sessiz kalarak beni onayladı. "Sen de her şeyine evet dedin, beni kaybetmemek için. Öyle mi?" Sessiz kalmaya devam etti.

"Ateş biz evlendik, sen beni kandırarak benimle evlendin. O zaman bile söylemedin, tüm yalanlarınla beni salak yerine koydun. Yalanlarınla uyuttun! Tüm yalanlarınla seninle evlenmeme izin verdin!"

Omuzları sarsılmaya başladı.

Ateş Alanguva başını dizlerime gömmüş omuzları sarsılarak ağlıyordu.

"Neden ağlıyorsun?" dedim titremesin diye uğraştığım sesimle. "Deneğini kaybettiğin için mi?"

"Şu an bile sana yapılanlar yüzünden ağlayamadığın için," dedi kısık sesiyle başını dizlerimden kaldırmadan. "Sana böyle bir acı yaşattığım için." Başını kaldırdı, kızarık gözleri gözlerimde gezindi. "Karımı, sevdiğim kadının canını yaktığım için."

"Hala devam ediyorsun," dedim derin bir nefes alarak.

"Beni hiç affetmeyeceksin." dedi sözleri kendinin canını yakarken.

Bu sırada odayı bir ses doldurdu, bu ses bilgisayardan geliyordu ve Ateş'e aitti. "Denek 05, onunla tanışma fırsatım oldu. Sadece tanışmakla da kalmadım gerçi. Deneyde tam olarak ne yapıldı emin değilim ama o her şeyin ötesinde. Çok vahşi, çok asi, küfürbaz, kibirli ve daha kötü birçok şey. Anlaşılan deney başarılı olmuş. Ancak bir o kadar da merhametli, bir kız için kendini esir edecek kadar merhametli hem de. Sanırım deney burada sekteye uğramış. O bu deneyin canlı ve başarılı bir kanıtı. Hiçbir şeyin farkında değil, kimse bir denek olacağı ihtimalini düşünemez ama yine de her şey çok göz önünde. Acıya çok dayanıklı, refleksleri çok güçlü, onu yakalamak çok zor olmuştu ve bir daha elimden kaçırırsam yakalayamayacağımı biliyorum. Neyse ki zaaflarını biliyorum, onu asla kaybetmeyeceğim. Henüz hiç hasta olduğunu ya da üşüdüğünü görmedim, çok nadir titrediğine şahit oldum, doğaüstü olduğu bir gerçek. Ama öyle değişik bir karakter ki, bir denek olmasaydı da onun doğaüstü olduğunu düşünürdüm sanki."

Ses durdu, ses kaydındaki Ateş derin bir nefes almıştı. "Onunla uğraşmak eğlenceli, hiç sınırları yok, sanırım bu hoşuma gitti. Bu deneyi gözlemlemek düşündüğümden daha zevkli olacak gibi." Ve ses kaydı bitti.

"Kim böyle uzaktan oynayabiliyor?" diye mırıldanarak kalktı yerinden. Bilgisayara yönelecekti ki ben de kalkmıştım.

Benim hareketlendiğimi fark ettiğinde bakışlarını bana çevirdi. "Bunlar ilk öğrendiğim zamandaki kayıtlar Aşkın, bir süre daha tuttum ama seni sevdiğimi anladığım an kestim bunu."

"Babanın senin için hazırladığı oyuncakla güzelce oynadın mı?" dediğimde nefesini tuttu. "Eğlendin mi?"

"Böyle olmadığını biliyorsun."

"Hayır, ben hiçbir halt bilmiyorum." Onunla daha fazla konuşamazdım. "Kapıyı aç."

"Aşkın, lütfen."

"Aç şu kapıyı."

"Beni biraz dinle lütfen,"

"Seni dinledim, seni ben çok dinledim, o kadar dinlemişim ki gerçeği duyamamışım, görememişim."

"Aşkın seni sağır eden de kör eden de ben değildim. Kaptan her şeyi biliyordu, seni bu yüzden yanına aldı, seni eğitti ve kullandı."

Dudağımda soğuk bir gülüş belirdiğinde hiç de bir canavar gibi hissetmiyordum. Çünkü bana kalırsa canavarların böyle içi acımazdı.

"Senin yaptığın gibi yani."

"Hayır Aşkın hayır." Tekrar yakınlaşmaya çalıştı bana ama elimi sertçe göğsüne koyarak onu durdurdum. "Başta,"

"Başta öyleymiş, ah kıyamam sonradan vazgeçmişsin. Ne onurlu bir davranış! O kadar onurlu ki beni kullanmaktan vazgeçip karın yapmaya karar vermişsin. Babanın senin için hazırladığı kuklayı bu şekilde kullanmayı seçmişsin. Eğlendin mi?" Onu göğsünden ittiğimde o kadar güçsüzleşmişti ki birkaç adım geriledi.

Daha fazla konuşamadı.

"Aç şu siktiğimin kapısını." Daha fazla zorlamadı ve kapıyı açtı. Ben hızla içeriden çıkarken o da peşimden geliyordu.

Üst kata çıkmadan önce durdum, burada biri vardı. Buraya giren kişi, her şeyi öğrenmeme neden olan kişi buradaydı. Etrafa bakındım, koridor karanlık ve sessizdi.

Arkamdan gelen adımlarla Ateş'in yakınlaştığını anladım. "Bunu yapan kişi gerçekleri görmeme yardım etti, onu bulup teşekkür etsem iyi olacak." Eğer onu bulursam Ateş öldürürdü, ben ölmesini istemiyordum.

Ateş bir süre etrafa bakındı ama beni gözünden kaçırma tehlikesine girmek istemeyerek peşimden geldi. Ben yürüyen merdivenlerden çıkarken, hiç sesini çıkamıyordu sadece sakince peşimden geliyordu. Çünkü ona ait bir adada olsak bile eğer istersem kendimi ortadan kaybedeceğimi ve beni bulamayacağını biliyordu.

Tesisin otomatik, büyük kapıları ardına kadar açılırken, gelirken kapının yanına park ettiğimiz ATV'ye bindiğimde Ateş de peşimdeydi. Yağmur yağıyordu, havalar çok sıcak olsa da bu adaların yağmurlarının ne kadar hırçın olduğunu iyi biliyordum.

Konuşmuyordu, kendini hatırlatmıyordu ama sessizce peşimden geliyordu. Motoru çalıştırmadım, yine o gözlerine baktım.

"Ateş," dedim ismi dudaklarımdan çıkarken ilk defa bu kadar acı bir tat bırakmıştı ağzımda. "Sen çok başarılı bir hırsızsın." Ne demek istediğimi anlamadı, ben de daha fazla konuşmadım.

Motoru çalıştırdım ve kısa sürede hızlanmaya başladım. O kadar çok yağmur yağıyordu ki önümü görmekte, gözlerimi açmakta zorlanıyordum. Ateş de peşimden geliyordu, motor sesinden hemen arkamda olduğunu anlayabiliyordum. Hızımı biraz daha arttırdım.

"Dikkat et! Ormana giriyorsun." diye bağırdı arkamdan ama ben hızımı biraz daha arttırdım. Ağaçların arasından, yükseğe doğru çıkıyordum. ATV'nin yapabileceği son hızdaydım. "Yavaşla!" Onu dinlemedim.

Belki de deneğini kaybetmekten korkuyordu.

Ellerimi bıraktım, iki yana kaldırdım kollarımı. Başımı arkaya doğru attım.

Sert rüzgar saçlarımı dalgalandırıyordu, üstümdeki fermuarlı sweat çoktan yeri boylamıştı. Serinliği hissediyordum ama çok üşümüyordum. Gözlerimi yumdum, yüzüme çarpan damlaları hissettim. Hissediyordum işte! Hepsi yalan mıydı?

"Aşkın uçuruma gidiyorsun!" Ateş bağırıyordu ama bu dudağımda soğuk bir sırıtış oluşturdu.

Madem o kadar büyük bir denektim o zaman buradan düşsem bile ölmemeliydim. Ben yaşamıyordum ki, ben gerçek değildim.

Ben annemin karnında ölmüştüm, sonra da acımasız bir adamın oğluna hazırladığı bir silah olmuştum. Bana bahşedilen ruh gerçek değildi.

"Aşkın!" Ateş'in bağırışları kulağımdaki rüzgarın sesine karışıyordu. Rüzgar biraz daha hızlanmıştı. "Dön oradan!" diyordu ama sadece izliyordum. Uçuruma çok az kalmıştı. Okyanusa düşersem öleceğimi düşünmüyordum, daha önce de düşmüştüm. Belki de ölmek bile fazlaydı bana.

Uçuruma ulaşmak üzereyken Ateş'in üzerinde olduğu ATV sertçe benimkine yandan çarptı. Havada uçarken, yerde birkaç takla attıktan sonra ıslak toprağa serçe düşmüştüm. Bindiğim ATV de yuvarlanarak uçurumdan aşağı düşmüştü.

Başımdaki şiddetli ağrıyla gözlerimi yumdum. "Aşkın," diye sayıklıyordu Ateş. Yanıma varıp kafamı kucağına aldığında hareket edemiyordum. "İyisin, iyisin," dedi ama bunu bana değil kendisine söylüyordu.

Gözlerimi açtım, yağmurun şiddetli damlaları üstüne düşüyor, saçlarını ıslatıyor, yüzüyle bütünleşiyordu. Gözleri endişeyle parlıyordu. "Yapma, ne yaparsan yap ama beni canınla sınama." dedi acı içinde.

"Bunu neden yaptın bana?" derken ağlamıyordum ama eğer ağlasaydım da ancak bu kadar titrerdi sesim. "Ben sana güvendim, ben sana inandım." Eli yüzümde gezindi. "Ben şimdi nasıl yaşayacağım? Ben sevdiğim adamı öldürmek isteyerek nasıl yaşayacağım?"

"Özür dilerim," dedi sayıklar gibi.

"Neden yaptın bunu bize," Benim de sesim gittikçe kısılıyordu.

"Yorma kendini, başın kanıyor." dedi Ateş başımı okşarken. Kanayan tek şey başım değildi ama hep gördüğümüz şeylerin feryadını duyardık.

"Nasıl kıydın?" derken gözlerim kararıyordu. "Mahvettin bizi. Hem bana dedin ama sen beni mahvettin."

"Özür dilerim," demeye devam etti. Gözlerim kararırken ne onun özrü bir şeyi değiştirdi ne de ben masum bir ruha dönüştüm.

Ben en son annemin karnında masumdum, dünya o kadar pisti ki bana annemin karnındayken bile elini sürmüş, beni de pisletmişti.

Kaptan'ın sözleri kulaklarımda çılandı, 'Sen hiç süt kokmadın ki çocuk.' Ben hep kan kokmuştum. Ben hiçbir zaman masum olmamıştım. Ben bu cani dünyanın el sürdüğü kanlı ruhlardan biriydim. Öyle hiçlikteydim ki artık bu hiçliği ölüm bile somutlaştıramazdı.

🔥

Gözlerim yavaşça aralandı, yatağımızdaydım. Ateş'le evlendikten sonra sık sık sevişerek, sarılarak uyuduğumuz yatakta. Ateş yatakta değildi, beni öperek uyandırmadan pek çıkmazdı yataktan.

Yaşanan her şey bir kâbusun buğulu sahneleri gibi doldu zihnime. Hissettiğim acıyla dudaklarımdan bir inilti çıktı. Kolumu kaldırmaya çalıştım ama kaldıramadım. Kollarım bağlanmıştı, kafamı hafifçe kaldırdım ve halime baktım. Ayaklarım da bağlanmıştı. Beni vahşi bir hayvan gibi zincirlemişti.

Bu beni zapt etmek için ilk esir edişi değildi ama artık çok şey değişmişti.

Ben ağzıma gelen her küfrü bağırırken kapı açıldı. Ateş benim aksime fazla sakin görünüyordu. Her zamanki dik duruşu, düzgün elbiseleri ve saçlarına kadar sakindi hem de. Kendi halime baktım, hala aynı siyah elbiseyle yatağa zincirlenmiş vaziyetteydim.

"Yatakta küfürlerini duymayı seviyorum." dediğinde ciddi mi anlamak için gözlerimi kıstım.

"Seni çok fena sikeceğim." dediğimde yarım ağız bir sırıtış oluştu yüzünde. Yanıma ulaştı birkaç adımda. "Bu kadar çok mu korkuyorsun benden? Karıcığından?" derken kollarımı kaldırarak zincirlerden ses çıkarttım.

"Kendine zarar vermenden korkuyorum."

"Hiç endişelenme önce sen varsın sırada," Yanıma biraz daha yakınlaştı, yatağın hemen yanında diz çöktü.

Yüzüme gelen saçları eliyle ittirdi ve yanağıma uzun bir öpücük bıraktı. Gözlerimi yumarken, onun bana ne yaptığını kendime hatırlatmam gerekti.

"Beni ne zamandır uyutuyorsun?"

"Uyutmadım ama sen yirmi dört saatten fazladır bu haldesin. Vücudunda büyük bir hasar yok, sadece sarsılmışsın." Konuşurken tane tane konuşuyor, sanki beni sakin tutmaya çalışıyor gibiydi.

"Aç şu siktiğimin zincirlerini! Sen kim oluyorsun da beni bağlayabileceğini sanıyorsun? Geçti o devir Alanguva!" Yüzüme uzun uzun bakarken sakinliğini koruyordu, derin bir nefes aldı. "Ne yapacaksın? Beni sakinleştirmek için kullanmak için yine ablamla Bahar'la mı tehdit edeceksin? Bunu yapabilecek kadar karaktersiz olduğunu iyi biliyorum da."

"Aşkın, lütfen sakin ol." derken kendini de buna zorluyor gibiydi.

"Aç şunları aç yoksa yaşayacak çok vaktin kalmayacak." dediğimde kafasını olumluca salladı.

Diz çöktüğü yanımdan kalktı, yatağın köşesine yürüdü, çıplak ayak bileğime gitti eli. Cebinden çıkardığı anahtarla yavaşça açtı kilidi. Ancak o diğerine geçmeye fırsat bulamadan göğsüne sert bir tekme attığımda geri savruldu.

Eli göğsüne gittiğinde gerçekten canı acıyormuş gibi duruyordu. Yüzü buruşurken göğsünü ovuşturdu. Arından yediği tekme yetmemiş olacak ki diğer ayak bileğime geçti. Bir dizini yatağa yasladı, alttan alttan bana bakarken aldığı derin nefesle göğsü şişmiş ve beyaz gömleği tenine yapışmıştı. Aynı yavaşlıkla açtı kilidi. Bu sefer ona tekme atmadım, bir süre bileğimi inceledi, hafif hafif bileğimdeki kızarıklığı okşadı. Bunu çok uzun tutmadı.

Bacaklarım serbest kaldığında, yatağa tamamen çıktı, üstüme doğru gelirken dizleri üstündeydi. Bir bacağını bedenimin üstüne atmış, kasıklarımın üstüne oturmuştu. Eli bileğime gitti, ancak açmadan önce uzun uzun beni seyretti.

"Sikeceğim şimdi seni de fantezini de." dediğimde dudaklarında acı bir gülüş belirdi.

"Fantezi falan yapmıyorum, sadece serbest kaldığında neler yapacağını tartmaya çalışıyorum ama altımda böyle bağlı ve küfür doluyken istediğin fanteziyi uygulayabiliriz."

"Bu olanları yumuşatmaya mı çalışıyorsun? Beni sakinleştirebileceğini mi sanıyorsun?" dediğimde kafasını iki yana salladı. Üzerime doğru eğildi, dudaklarını tenime yasladı ve alnıma uzun bir öpücük bıraktı.

Öpücüğü kısa tutarak zincirleri açtı, "Özür dilerim seni zincirlemek değildi niyetim, ancak uyandığında neler yapacağını kestiremedim."

"Neden? Kumandam yok mu yönetebileceğiniz? Baban onu yapmayı unutmuş mu? Tüh," dedim ve üstümde olmasına katlanamayarak harekete geçtim. İki bacağımı da sıkıca kalçasına doladım. Göğsünden ittirerek üstümden attım ve ben onun üstüne çıktım. Elim boğazına gittiğinde, tenini sıkmıyordum ama varlığını hissettiriyordum.

"O kadar öfke dolusun ya, o kadar nefret ediyorsun ya benden. Hadi bitir şimdi işimi Aşkın." dedi ve gözlerini kapattı.

Hareket etmedim, boğazını sıkmadım ama ellerimi de çekmedim.

"Ben senin ellerinde ölmekten daha güzel bir ölüm bulabileceğimi sanmıyorum." derken gözleri hala kapalıydı.

Ellerimi çektim boğazından, yüzümü yüzüne yakınlaştırdım. "Öyle kolay ölmeyeceksin." Gözlerini açtı, eli yüzüme gidecekti ki müsaade etmeden doğruldum.

"Üzgünüm." dedi tekrar.

"Sakladıkların için mi?" dediğimde kafasını iki yana salladı.

"Seninle evlenip, beni canından çok sevmene sebep olduğum için." Onu tamamen bıraktım. Canımı çok sevdiğim söylenemezdi, gerçi bir can var mıydı o da meçhuldü.

"Öyle miymiş?" derken sesim alay doluydu. Yataktan tamamen kalktım.

"Öyle, seni iyi tanıyorum Aşkın. Eğer yapabilseydin beni direkt şimdi öldürürdün."

Her şeye rağmen onun göğsüne vurduğumda, canı acıdığında canım acıdığı için boğulacakmış gibi hissediyordum. İlk işlediğim cinayetlerdeki gibi hissediyordum. Sadece içimdeki pisliği atana kadar kusmak istiyordum ama bu sefer pislik değildi bünyemden atmaya çalıştığım şey, onun aşkıydı.

Giysi odasına geçtiğimde, buraya son girdiğimdeki halimi hatırladım. Sanki bir gün değil de haftalar önceymiş gibiydi, öyle çok yaşlanmıştı zihnim.

Siyah kargo bir pantolon ve siyah bir tişört giyindim. Saçlarımı hızlı bir at kuyruğu yaparken yatak odasına geri döndüm. Ateş hala yatakta yatıyor, tavanı seyrediyordu.

"Gidiyorum bu siktiğimin adasından."

"Birlikte gidiyoruz, uçak hazır."

"Seninle gelmeyeceğim."

"Ne yapacaksın?" derken bakışlarını bana çevirdi ama yataktan çıkmadı. "Okyanusu yüzerek mi geçeceksin?"

"Neden? Yapamaz mıyım? Bence baban öyle bir özellik de yüklemiştir DNA'ma."

"Burada kalıp sana yapılan şeyi araştırmak istemiyor musun?" Öğreneceklerimin doğruluğu meçhuldü.

"Onun da sırası var,"

"Aşkın,"

"Ne Aşkın ne?" derken onun sakin sesinin aksine ben evi inletircesine bağırıyordum.

Yerinden doğruldu, yataktan kalkarken üstündeki gömleği düzeltiyordu. Karşıma dikildiğinde bana yukarıdan bakıyordu.

"İnanmayacağını biliyorum, ben de inanamamıştım. Son saatlerde yaşadıklarımız bir kâbus olsa da uyandığımda her şey bitmiş olsa diye ne kadar dua ettim bilmiyorum ama bir şeyi çok iyi biliyorum. Seni çok seviyorum, tek gerçek bu. Senin kandırılmayı sindiremeyeceğini, aşkının gururunun önüne hiçbir zaman geçemeyeceğini biliyorum ama bil istiyorum. Bu adadan çıktığımızda hiçbir şey artık eskisi gibi olmayacak. Ama ben senin düşmanın olmayacağım,"

"Artık çok geç," dedim ve arkamı dönerek odadan hızla çıktım.

Koridorda hızlı hızlı yürürken Ateş de hemen yanımda yürüyordu. "Herkesi gönderdim, yapanı bulmak için tüm adayı kapattım."

"Bulabildin mi?" derken ona yandan bir bakış attım.

"Yaptıranı buldum, bizzat yapanı bulamadım."

"Kim?"

"Neden söyleyeyim? Onun tarafına geçerek bana rahat cephe al diye mi?"

"Her türlü öğrenirim zaten. Tarık da mı gitti?"

"Herkes gitti, sadece Pusat var." dediğinde kapının önüne ulaşmıştık. Ala kapının önünde hazır şekilde duruyordu.

Arabaya bindiğimizde arabanın boş olmadığını da fark etmiştim. Pusat da arabaydı, yüzüme bakmıyordu ama tam karşımda oturuyordu. Başı hafif eğikti.

Ateş de arabaya bindiğinde, Ala çalıştı ve bizi uçak pistine götürürken kimseden ses çıkmıyordu.

"Patronunun bir denekle evlenmesi seni şok etmiştir." dediğimde Pusat irkildi. Üstüne o mafya koruması olduğunu belli eden takım elbiselerinden birini giyinmişti.

"Onun üstüne gitme, benim dediklerimi yapıyordu sadece." dedi Ateş hemen onu savunmaya geçerek.

"Seni uyarıp duracağına bana gerçeği anlatsaydı ortada endişelenecek bir şey kalmazdı. Ne seninle evlenirdim ne de bir daha yüzünü görürdüm."

"İntikam almazdın yani?" dedi Ateş sıcaklamış gibi camı açarken.

İntikam aramayacak kadar sahte hissediyordum. Hislerimin bile gerçek olmadığını düşünecek kadar da sahte...

Ama onun yüzüne baktığımda öfkemin arttığını, kalbimin de hızlandığını hissediyordum. Bu yüzden yüzüne çok bakmamaya çalışıyordum.

Çok geçmeden uçağa geldiğimizde Ateş şaşkındı, daha gürültülü ve öfkeli olmamı bekliyordu. Ben uçağa geçip uslu uslu her zamanki koltuğa oturduğumda yanıma oturmaya cesaret edemedi. Önceden, düşmanken nasıl karşıma oturuyorsa yine öyle oturdu.

Pusat'sa uçağa bindikten sonar bir daha yanımıza gelmedi ve bana da görünmedi.

"Bu fırtına öncesi sessizliğin mi?" dedi Ateş aramızdaki sessizliği bozarken. Ona cevap vermedim, uçağın yuvarlak camından okyanusu seyretmeye devam ettim.

"Bağır çağır, küfür et ama sessiz olma. Acını çıkar, öfkeni kus ama içine atıp kendini daha fazla incitme. Birinin canı yanacaksa bu ben olmalıyım." dediğinde bakışlarımı ona çevirdim.

"Hala şoktayım sanırım, doğru düzgün düşünemiyorum bile. Ben gerçek değilmişim, bunu hazmetmeye çalışıyorum."

"Sen gerçeksin, sen gördüğüm en gerçek şeysin." Beni hem çok gerçek hem de çok gerçek dışı buluyordu kendileri.

"Babanın hazırladığı bir gerçeklik mi?"

"Aşkın, babamın yaptıklarını değiştiremem."

"Sorun da burada, babanın değil kendi yaptıklarını değiştirseydin burada olmazdık."

"Üzgünüm, senden vazgeçemeyecek kadar çok seviyorum seni."

"Boşanacağız Ateş." dediğimde bakışları boşluğa düştü. Yutkundu, bana baktı, etrafa bakındı sonra yine bana baktı ve eli gömleğinin yakasına gitti. Nefes alamıyormuş gibi açtı düğmelerini.

Dudakları aralandı ama konuşamadı, geri çaresizce kapandı. Eğer başka bir konu yüzünden bunu söylemiş olsaydım kabullenmez, ortalığı ayağa kaldırırdı ama ne yaptığının o kadar farkındaydı ki çaresizce sessiz kalıyordu.

Onunla boşanacaktım. Onunla evliyken hayatımda ilk defa canlı, yaşıyormuş gibi hissetmiştim ama hiç yaşamaması gereken biri için bu kadar canlılık fazlaydı işte.

Boşanmak istemiyordum, öğrendiğim her şeyin bir şaka olduğunu duymak ve yine ona sarılmak istiyordum. İşte aşk böyle lanet bir şeydi.

"Biraz zamana ihtiyacın var," dedi konuyu kapatmak ister gibi.

"Hayır, zaman hiçbir şeyi değiştirmeyecek. Senin yalanlarını silmeyecek. Babanın annemi öldürdüğü gerçeğine belki dayanabilirdim, hatta denek olduğuma bile ama senin yaptığın... İşte buna dayanamam Ateş, gözlerime baka baka kandırdın beni."

"Sana yalan söylemedim, sadece gerçekleri gizlemek zorundaydım." dediğinde aslında bunu söylemeyecek zekada bir adam olduğunu biliyordum ama o kadar batmıştı ki çıkamıyordu.

"Sikeyim gerçeklerini! Aynı halt." Küfür edip konuşmaya başladığımda rahatlıyordu, öfkemi ondan çıkarmamı istiyordu.

"Aslında her şey ortadaydı ama sen anlamadın Aşkın. Hiç kendini sorgulamadın, hiç hasta olmuyorsun, suyun altında dakikalarca nefessiz kalabiliyorsun, fiziki açıdan çok kusursuzsun ve bunun tek sebebi spor değil. Aşkın kendini komaya sokacak kadar içiyorsun ama sarhoş bile olmuyorsun, içtiğin sigaralardan ciğerlerinin çoktan bitmiş olması gerekirken sen o ciğerlerle hiç zorlanmadan cinayet işliyorsun. Sen zehirlendin Aşkın! Seni zehirlediler ve verdikleri zehri normal bir insanın kaldıramayacağını söylediğimde, bağışıklığının olduğunu söylediğimde bile bunu sorgulamadın. Bir insanın nasıl zehre bağışıklığı olabilir Aşkın? Çok zekisin ama karşında bir ton kanıt varken hiçbir şey anlayamadın."

"Anlayamadığım için suçlu ben miyim yani?"

"Hayır! Bundan bahsetmiyorum, yaşadığımız şeyin ne kadar uçuk olduğundan bahsediyorum. Öyle lanet bir haldeydim, öyle çaresizdim ki seni kaybetmeyeceğim tek ihtimali seçtiğimi sandım. Her ihtimalde seni kaybedeceğim gerçeğini görmezden geldim ve biliyor musun Aşkın? Yine olsa yine görmezden gelirim. Çünkü seninle evli geçirdiğim iki ay bana yaşadığımı hissettiren tek zamandı ve her şeye değerdi."

Geçmiş zamanlı konuşuyordu, anlaşılan çabuk kabullenmişti boşanacağımızı.

"Boşanmakla kalmayacağım, hayatını mahvedeceğim!"

"Boşandığımız da zaten tam olarak bu olacak."

"Bir kelimene bile inanmıyorum,"

"Biliyorum." dedi ve yanımıza gelen hostes kızdan sert bir viski istedi. Hostes çok geçmeden iki kadeh viski ve bir şişe getirmişti. Kadehlerimizi doldururken ikimiz de sessizdik.

Tartışmayı bir süre kestik, sadece kadehlerimizi yudumlarken ikimizden de hiç ses çıkmıyordu.

"Şu an sakinim çünkü tüm olanlara rağmen karşımdasın, canlısın. Eğer benden intikam almak için kendini ortadan kaybedersen işte o zaman beni ger," Konuşmaya devam etmesine izin vermedim.

"Merak etme, o kadar önemli değilsin. Artık değil."

"Keşke gerçekten öyle olsaydı," dedi kısık sesiyle. Kadehte kalan viskinin kalanını tek dikişte içtim.

Ancak bu da yetmedi ve şişeyi elime aldım. Bardağa dökme gereği duymadan ağzıma dayadım tüm viskiyi. Ben nefes almadan kana kana içerken Ateş beni izliyordu.

Tüm şişeyi bitirene kadar durmadım. Sonu geldiğinde de uçağın bir köşesine fırlattım şişeyi. "Madem ölmüyorum içkiden, sarhoş da olmuyorum o zaman ya hiç içmeyeceğim ya da hakkını vereceğim."

"Ölümsüz değilsin, keşke olsaydın ama değilsin! Alkole dayanıklısın ama asla sarhoş olmaz değilsin. Sen insanasın Aşkın, sadece bizden daha üstünsün."

Hostesi çağırma gereği duymadan kalkıp kendime bir şişe daha viski alıp Ateş'in başında dikildim.

"Hala deney hakkında bilmediğin çok şey var,"

"Anlat,"

"Hayır, her şeyi anlatırsam bana gerek duymazsın ve o zaman sana ulaşamam." O da ayağa kalktı. Elimdeki şişeyi aldı ve elini belime koyarak beni sertçe kendisine çekti.

"Dinlenmelisin karıcığım."

"Karını sikeceğim!"

"Bunu ben yapmayı tercih ederim." dedi bir de benimle alay ederek. Kollarını vücuduma dolayıp sarıldığında onu itemedim.

Ellerim sırtına gitmek için, başım göğsüne yaslanmak için tutuşuyordu. Vücudum onun sarılışına karşılık vermek istiyordu. Beynimse tam tersini...

Bir süre hiçbir şey yapmadım ama güç bulabildiğim ilk an onu göğsünden sertçe ittim.

"Olanları sindirmek için kendine vakit ver, bu süreçte gözünün önünde olmak istemiyorum ama uçakta senden en fazla ne kadar uzağa gidebilirim bilmiyorum. Eğer beni dinlemek istersen, sana anlatırım." Yanağıma yumuşacık bir öpücük bıraktı ve arkasını dönerek yanımdan ayrıldı. Son binişimizde seviştiğimiz odaya girerken sadece onu izledim.

Yerime geri oturup, bacaklarımı az önce Ateş'in oturduğu koltuğa uzattım. Anlayamıyordum, sindiremiyordum, kafam allak bullaktı.

Ben zihnimde kanın gövdeyi götürdüğü bir savaşın ortasındayken Pusat görüş açıma girdi. Buraya doğru geliyordu, yaklaştıkça Ateş'in yerinde olmadığını fark etti.

Yanımda tek durmaya cesaret edemeyerek arkasını döndü yanımdan uzaklaşmak için. "Pusat," diyerek durdurdum onu. "Otur şuraya."

Aslında Pusat da farkında olmadan çok kez bana göstermişti gerçekleri. Ateş'le konuşurken hep 'Ona bir şey olmaz.' demişti. Tabii o zamanlar anlamamıştım, tıpkı hiçbir şeyi anlamadığım gibi.

Beni ikiletmedi, bana doğru döndüğünde bacaklarımı koltuktan çektim ve geçmesi için ona yer açtım. Tam karşıma oturduğunda hala yüzüme bakmıyordu.

"Özür dilerim ama Ateş'e ihanet edemezdim. Ben Bahar'ın benim gerçek kimliğimi öğrenmesinden ne kadar korkuyorsam o da senin gerçekleri öğrenmenden o kadar korkuyordu. Aşkın, bu zorundalığı sen bizden de iyi bilirsin."

"Aynı şey mi sence? Biz Ateş'le evlendik amına koyayım evlendik! Babası benim hayatımı sikmiş, annemin ölümüne sebep olmuş."

"Bu Ateş'in suçu değil."

"Gizledi! Bunu gizleyerek benimle evlendi."

"Bunu gururla yapmadı, büyük acılar çekerek yaptı. Sana şimdi ne dersem diyeyim onun buhranını anlatamam. Sen de inanmazsın zaten."

"Senin Bahar'a kimliğini saklamanla aynı değil bu, çok daha büyük Pusat."

"Aslında aynı Aşkın." dedi yorgunca.

"Doğru, sen de başlarda onun başına silah dayamıştın. Bunu da bilmiyor daha." dedim arkama yaslanarak.

"Aşkın, sakın."

"Siz bana acımamışsınız, ben hiç acımam."

"Bahar kahrolur." dediğinde bir süre sessiz kaldım. "Sen de kahroldun." dedi yeni farkına varıyormuş gibi.

"Her şey o kadar saçma ki, inanamıyorum."

"Aşkın, üzgünüm."

"Bu yalana ortak olduğun için mi?"

"Hayır, bu durumda bile senin bir insan olduğunu unuttuğum için."

"Sorun değil, ben hiçbir zaman kimsenin ilk tercihi olmadım. Kimsenin ilk aklına gelen olmadım. Normalmiş de çünkü ben insan bile değilim."

"Hayır, Aşkın sen benim dostumsun."

"Ateş kadar değilmişim."

"Üzgünüm."

"Üzülme, ben üzülmeyeceğim." dediğimde yüzünü ovuşturdu sıkıntıyla.

"Belamızı sikeceksin, değil mi?" Ona cevap vermedim, daha fazla konuşmak istemiyordum hiçbiriyle.

Benden cevap alamayınca o da bir süre sessizliğini korudu. "Aşkın, çok üzüldün mü?" derken ses tonu yumuşamış biraz da üzgünlükle titremişti.

Yine cevap vermedim, bakışlarım uçağın camında geziniyordu. "Ne düşünüyorsun bilmiyorum ama şunu bil; biz seni çok seviyoruz." Eli dizime gitti. "Ben seni çok seviyorum, hayatımıza ilk girdiğinde tam bir baş belası olduğunu düşündüm gerçi hala da düşünüyorum ama sonra bu belanın hayatımdaki en güzel şeylerden birine dönüştüğünü gördüm."

"Pusat, sana bir şey söyleyeyim mi?" dedim ona dönüp gülümserken. O da ifademin yumuşadığını sanarak heyecanla doğruldu yerinden. "Zerre umurumda değilsin bu saatten sonra."

"Üzüyorsun beni," Durakladı, derin bir nefes aldı. "Ateş'i defalarca uyardım, bunu saklamaması gerektiğini söyledim. İlişkinizi bu yüzden hiç tam destekleyemedim."

"Peki bunu benim için mi yaptın yoksa gerçekleri öğrendiğimde Ateş'e yapacaklarımdan korktuğun için mi?" dediğimde sessiz kaldı.

Tam da tahmin ettiğim gibiydi.

Pusat sustu, daha fazla şansını zorlamadı. O da yanımdan sessizce ayrıldı.

Bazıları Aşkın'ı sevmezdi, bazılar V'yi, yani günün sonunda beni kimse sevmezdi.

Ayakkabılarımı çıkarıp, bacaklarımı kendime çektim. Başımı dizlerime yasladım ve gözlerimi yumdum. Tepetaklak hissediyordum, ne yapacağımı bilmiyordum. Gerçi biliyordum ama büyük bir ikilemdeydim.

Kalbim ve beynim büyük bir savaştaydı, kan pompalamaktan başka bir şey yaptığına inanmadığım kalbime yenilmiştim bir kere ancak bir kere daha yenilmezdim.

Canım acıyordu, fiziksel acıya da ruhsal acıya da alışkındım ama bu ikisinden de farklıydı sanki. Bu sefer acıyacak canım bile yok gibiydi.

🔥

Yolculuk boyunca ne Ateş'le ne de Pusat'la konuşmamıştım. Ateş ara ara gelip halimi kontrol etmiş, konuşmaya çalışmış ama başarısız olunca gitmişti. Pusat yanıma bile gelmemişti bir daha.

Ne uyumuş ne de bir şey yiyebilmiştim, sadece içmiştim. Gerçi içtiğimin bir halta yaradığı da yoktu ya.

Kaptan'ı bulacaktım, onun karşısına geçecek ve belki de ona karşı hiç yapamadığım bir şeyi yaparak, doğru düzgün hesap soracaktım. O hesaptan ne sonuç çıkacaktı onu da tahmin edebiliyordum.

Uçak inişe hazırlanırken Ateş karşıma oturdu yine. "Ne yapacaksın?" dedi sonunda konuşabilerek. "Aşkın, sessizliğine alışkın değilim. İzin ver sana her şeyi göstereyim, tüm deneyi öğren. Fevri bir şeye kalkışma, o düşmanlarımız hala karşımızda. Ve bunu da bizi ayırmak için yaptılar çünkü bizi sadece biz bitirebiliriz. Onların oyununa gelme." Bir süre yüzüne baktım, ardından kafamı ağır ağır yasladığım koltuktan kaldırdım.

"Ateş, benim en büyük düşmanım senmişsin."

"Deme öyle," dedi kısılan sesiyle.

"Bana kalırsa onlar daha şerefli düşmanlar, en azından renkleri belli," En azından beni kendilerine aşık edip, üstüne evlenip böyle boktan bir duruma sokmadılar.

Uçak inene kadar bir daha hiç konuşmaya cesaret edemedi. İndiğimizde de onun arabasına binmedim, yolcu arabasına adımlandım.

"Aşkın, lütfen saçma bir şey yapma!" diye uyardı beni Ateş. Onlarla konuşmadım, onlarla daha fazla aynı yerde bulunmak bile istemiyordum. Yolcu minibüsüne binerken onlardan farklı bir çıkışa gidiyordum.

Gözlerimi yumdum, ne halt edecektim ben? İlk defa kaybolmamıştım ama ilk defa evimden uzaklaşmak zorunda kalmıştım.

Havalimanın içine geçtiğimde direkt olarak bir taksiye bindim. Kaptan'ı aradım uzunca ama hiçbir aramamı açmadı.

Ateş sessizliğini koruyordu. Zihnimde önce fırtına öncesi sessizliği vardı ve o fırtınanın bir kasırgaya dönüşeceğini iyi biliyordum. O kasırga evlere zarar verecek, birçoğunun çatısını yıkacak ve belki de altında kalanlar öldürecekti ama hiç üzülmeyecekti. Çünkü kasırganın üzülebileceği bir ruhu da canı da yoktu.

Rıhtım evine vardığımda, taksiciye ödeme yapıp taksiden indim. Gözlerim etrafta gezindi, Ateş'in korumaları her zamanki gibi evin çevresinde, çok göze batmadan pusuda duruyorlardı.

Tarık rıhtımda Bahar'la oturuyordu. Yanlarına yavaş yavaş yürürken onları inceledim. İkisi de en az benim kadar bitik görünüyorlardı. Bahar'ın ölüm döşeğindeyken bile parıldayan gözlerinin ışığı sönmüştü, üstünde onun matem rengi siyah bir elbise vardı. Tarık da elinde sigarasıyla, eğlenceden çok uzak ifadesiyle denizi seyrediyordu.

Beni ilk fark eden Bahar oldu, yerinden doğrulurken gözleri cansızlığını yitirmişti. Onun bakışlarıyla Tarık da benim geldiğimi fark etti.

"Aşkın, iyi misin?" dedi Bahar ayağa kalkarken.

Cevap veremedim, artık yalan söyleyecek hali bile bulamıyordum kendimde. Yanlarına ulaştığımda Bahar'a sıkıca sarıldım. Başımı sarı mis kokulu saçlarına gömdüm. Sırtımı yavaş yavaş okşadı o da.

"Neler oluyor Aşkın?" dedi ondan ayrıldığımda.

Bacaklarımda derman kalmadığını hissederek, hemen arkamdaki sandalyeye düşercesine oturdum.

Bakışlarımı Tarık'a diktim, onu bir süre inceledim. "Biliyor muydun?"

"Neyi?"

"Beni." Tarık yutkundu, bakışlarını kaçırdı.

Elbette biliyordu.

"Ateş'in beni kullanmasına izin verdin."

"Hayır, Ateş seni seviyor."

"Kaptan'ın beni uyutmasına izin verdin."

"Aşkın konu Kaptan olduğunda sen hep derin bir uykudaydın. Kaptan seni hep uyuttu, sen de mışıl mışıl uyudun. Her dediğini yaptın, seni ölüme gönderdiğinde bile ona güvendin!" Tarık elindeki sigarasını söndürürken ben yeni bir tane yakmıştım. Bahar şaşkınlıkla bir ona bir bana bakıyordu.

"Daha neler oluyor bu evde benim bilmediğim?" dedi yanıma geri otururken.

"Bunları ben de bilmiyordum Bahar."

"Kaptan'ın seni kullandığını mı bilmiyordun Aşkın? Bunun için seni uyarmadığımı, durdurmaya çalışmadığımı söyleyemezsin." Doğru Tarık beni çok durdurmaya çalışmıştı ama gücü Kaptan'a yetmemişti hiçbir zaman.

"Biliyordum," dedim kısılan sesimle.

"O zaman neden uyanmaya çalışmadın?"

"Çünkü yaptığı her şeye rağmen bir tek Kaptan'ın kollarında güvende olacağımı sandım, küçükken çok inandım buna. Tıpkı evlenmeden önce Ateş'e inandığım gibi. Ben onunla evlendim! Sen beni uyarmadın."

"Mutluydun Aşkın, Ateş seni her şeyden çok seviyor. Sen ilk defa gerçek bir insan gibi yaşıyorsun, bunun mahvolmasını istemedim."

Güldüm, sigaramdan çektiğim derin duman dudaklarımdan çıkarken histerik şekilde güldüm. "Sözde zekiymişim, yani öyle bir şeyler yapmaya çalışmışlar ama sözde! Ne salakmışım, kendimi vezir zannederken nasıl da oradan oraya savrulan bir piyonmuşum meğer."

"Kaptan senden daha çok şey sakladı, ben de her şeyi bilmiyorum. Onunla konuşmalısın."

"Hangi cehennemde?"

"Bilmiyorum ama yakında çıkar bir yerlerden. Kıyamet kopmadan önce köşesine çekilmeyi çok sever." Bu sefer o kıyametten sağ çıkabileceğini sanmıyordum.

Kaptan'a sormam gereken çok şey vardı, tüm soruların cevabı ondaydı. O kadar boktan hissediyordum ki sanki kendi hayatıma konuk oyuncuydum, kendim hakkında hiçbir şey bilmiyordum.

Ne Aşkın ne V'ye bu kadar yabancı olmamıştım hiç, kendime öyle yabancıydım ki adımı sorsalar varlığımı sorgulardım.

"Ne oluyor yine?" dedi Bahar elini başına götürerek. "Keşke her şey kâbus olsa, keşke o ölümü bekleyen kör halime dönsem. O zaman en azından tek bir korkum vardı." Bahar'ın yüzü çökmüştü, görmüyorken bile parlayan gözlerindeki parıltılar sönmüştü.

Dünya hayal ettiği dünya gibi değildi, o pembe sanmıştı dünyayı, kana bulanmış bir karanlık göreceğini bilmemişti. Dünyanın temiz hiçbir tarafı kalmamıştı. Onu güzel hayal ettiği dünyasından uyandırdığımız için belki de kızgındı bize. Haklıydı da.

Üçümüz rıhtımda oturmuş, sessizce denizi seyrederken sancılı bir kabullenişi yaşıyorduk. Bir daha hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını artık hepimiz biliyorduk.

"Deniz artık eve gelmiyor, sanırım taşındı, hiçbirimize konuşmuyor." dedi Tarık aramızdaki uzun sessizliği bozarak.

"Naz da sürekli işte, eve çok az geliyor." dedi Bahar da.

"Deniz yine öfke doluyor, kendine geliyor. Seni bu sefer ifşa edebilir." dedi Tarık sıkıntıyla.

"Etse de hepimiz kurtulsak." dediğimde ikisi de bakışlarını bana çevirdiler.

"Aşkın deme öyle," dedi Bahar çatık kaşlarıyla.

"Neden Bahar? Neden beni haklı buluyorsun? Ben kötü bir katilim. O filmlerde korktuğun, sevmediğin karakterim ben."

"Hayır! Değilsin, hiçbir zaman da olmayacaksın. Sen kötü görünmeye çalışan iyi karaktersin. Kendini kandırma." Bir film karakterinden bile daha sahte hissediyordum bugün.

Ablamla konuşmak istiyordum, ona sıkı sıkı sarılmak istiyordum. Ve en çok da bugün istiyordum. Kapısına gitsem beni alır mıydı yanına? Her şeyi anlatsam, benim elimde değildi desem inandır mıydı bana?

İnanmazdı herhalde.

Özlemi yine içimi yakarken derin bir nefes aldım, alt dudağımı ısırdım.

"Kaptan burada, onu saklıyorsun değil mi?" dedim başımı Tarık'a çevirerek. "O yarattığı kıyameti yakından izlemeyi sever. O kulübede değil mi?" dediğimde Tarık sessiz kaldı ve ben cevabımı aldım. Tarık beni savunduğunu iddia ederek Kaptan'ı korumaya devam ediyordu.

"Nereden anladın?" dedi kısılan bakışlarıyla.

"Bilmem genelde anlıyorum, sezgilerim çok kuvvetli tıpkı bir hayvanın ki gibi ve ben bunu da hiç sorgulamamışım." Yerimden kalktım, kulübedeki her şeyi temizlediğim için rıhtımın ilerisinde duran arabama uğrayıp torpidodaki silahlarımdan birini aldım.

İlk önce kulübeye girdim, ardından da alt kata indim elimde silahımla. Kapıyı açıp içeri girdiğimde Kaptan tam da tahmin ettiğim gibi buradaydı. Koltuğuna oturmuş, bacaklarını uzatmış elindeki bir gazeteyi okuyordu. Varlığımın farkında olsa da kafasını kaldırıp bakmadı dahi.

"Bir fare gibi yer altında mı saklanacaksın?"

"Saklandığım yer senin inindi Aşkın," dedi kafasını yavaşça kaldırırken.

"Öğrendim her şeyi," dediğimde yüzündeki ifade değişmedi ama gözlerinde çok kısa süren bir kırılma gördüm. Onu iyi tanıyordum, hem çok şaşırmıştı hem de bugünün geleceğini en başından beri biliyor gibiydi.

"Beni hep kullandın!" dedim ve onun bana daha önce söylediği sözler kulağımda yankılandı.

'Sen bir silahtın ve ben seni nasıl kullanacağımı iyi biliyordum.' demişti bana. Aslında Kaptan bana çok kez anlatmıştı da ben anlamamıştım.

"Üzgünüm kızım."

"Ben senin kızın değilim, hiç olmadım. Ben senin canavarındım."

"Keşke her şey farklı olsaydı," dedi sanki her bir haltı o yememiş gibi.

"Her şeyi anlatacaksın bana, en azından bu kadarını borçlusun bana." dediğimde karşısını işaret etti ama oturmadım. Elimdeki silaha kısa bir bakış attı, o silahı onun alnına dayasam da korkmazdı. Kaptan hiçbir silahtan korkmazdı.

"Firuze öldükten sonra bambaşka bir adam oldum, yaşadığım işkencelerden sonra beni insan tutan tek şey oydu ve onu da kaybettim. Onu bir Alanguva yüzünden kaybettim, onu benden sadece Alanguva değil, Cebonayan aldı." Gazetesini tamamen katladı ve masanın üstüne koydu. O an bu gazetenin yeni olmadığını, aksine yıllar öncesine ait olduğunu fark ettim eski font ve renginden.

"O zamandan itibaren kendimi Cebonayan'ı bitirmeye adadım, bunu yaparken de Alanguvaların yaptıkları gizli deneyleri buldum. O deneylerde birçok insan hayatını kaybetti, bense hayatta kalanları toplamaya çalıştım. Tek kurtulan sen değilsin, denek dört de kurtuldu. Onu direkt öldü zannettikleri için yanıma almam nispeten daha kolay oldu. Ancak o daha farklı bir denek," Seri katil denek dörttü ve onu da Kaptan eğitmişti. "Senden sonra da kurtulan oldu ama onlar da sağlam değildi, biri sakat doğdu ve birkaç yıla öldü. Biri birkaç yıl boyunca hızla büyüdü ve öldü..." Durakladı, derin bir nefes aldı.

"Bana her şeyi detayıyla anlat!"

"Tek sağ kurtulan denek sen olduğun halde seni ellerinden neden bıraktıklarını mı merak ediyorsun? Ben yaptım, içeride köstebeklerim vardı, senin tamamen işe yaramaz bir denek olduğuna emin olduktan sonra evine gitmene izin verdiler tabii seni izlemeye de devam ediyorlardı ta ki ben seni yanıma alana kadar."

"Sen bana gelmedin ki ben sana geldim, ben geldim kapına." derken bir adım geriledim. "Vera, Vera öldü, sonra geldim ben. Sen gelmedin ki ben kendim geldim sana. Denek V demişler bana, onlar Vera'yı bilmiyor ki. Tesadüf mü hepsi? Nasıl olacak ki? Ben seçmiştim V olmayı,"

"Aşkın," dedi Kaptan kısık sesle.

"Vera, Vera'yı bilerek mi öldürdün? Ya da Vera hiç yok muydu? Her şey tesadüf müydü?"

"Aşkın, sana bunun cevabını vermeyeceğim. Hepsinin veririm ama bunun değil." Çünkü kaldıramayacağıma emindi.

"O yok muydu? Her şey oyun muydu? İmkanı yok! Gözümün önünde oldu her şey, imkanı yok böyle bir şeyin." dediğimde sessiz kaldı. "Oyun muydu? Hayatım gibi bu da mı sahteydi?" Yine sessiz kaldı. "Sikeyim! Kafayı yiyeceğim. Senin yüzünden kafayı yiyeceğim. Mahvettin beni, mahvettin. Hala da gizliyorsun."

"Bir tek buna cevap vermeyeceğim. Oyundu desem yaşadığın sahte acı yüzünden kafayı yiyeceksin. Gerçekti desem yaşadığın bir anlık umut yüzünden kafayı yiyeceksin. Bunu hiç öğrenmeyeceksin Aşkın."

"Yedim zaten kafayı! Normal miyim ben şu an?" Bağırışlarım onu etkilemiyordu, bakışları hala çok sakindi. "Söyleyeceksin! Ben öğrenemez miyim?" Sessizliğine dayanamıyordum.

Silahı ona doğrulttum, o da gözlerini yumdu tetiği çekmemi bekleyerek. "Hadi bu işkenceyi bitir, intikamını al benden."

"O gün kulübene ben geldim."

"O kulübeye çıkacak yolları bile ben hazırladım sana." dedi gözlerini tekrardan açtığında. "Sana çok ağır şeyler yaptım. Aşkın evet senin genetiğinle oynamışlardı, evet öfke doluydun ama ben seni farklı bir yoldan tedavi edebilirdim. Seni normal bir çocuğa dönüştürebilirdim. Bunların hiçbirini yapmadım, seni intikamımın parçası yaptım. Onların silahıyla onları vurmak istedim. Haklısın, ben seni kullandım ve mahvettim. Bana yapacağın her şeyi hak ediyorum. Hadi evlat, çek o tetiği ve ikimizi de huzura kavuştur."

"O seri katili ne ara eğittin? Nerede?"

"O da intikam almak istiyor, beynine çip yerleştiren de oydu ama iznim dışında yaptı. Tüm Alanguvaların ölmesi için elinden gelen her şeyi yapar."

"Bahri'nin oğlu peki? Firuze'nin senden olmayan oğlu? O bu işin neresinde?"

"O aslında tanıdığın biri, tanıdığını sandığın biri. Sahte bir Cebonayan üyesi." Aslında bu oyun en başından beri Kaptan'ındı. Bu onun tahtasıydı, kuralları o koymuş, taşları o dizmişti. Bu onun uzun intikamının bir dalıydı sadece. Hepimizle oynamış, istediği gibi yerleştirmişti.

"Şimdi de bilerek mi öğrenmemi sağladın? Bir Alanguva'yı âşık olduğu karısına mı öldürtmek istedin?"

"İlk başta planlarım çok farklıydı, senin ona âşık olacağını tahmin edememiştim. Sen bir robot değilsin, sen insan dışı bir varlık değilsin. Hatta aksine herkesten daha merhametli, yufka yüreklisin. O kadar acılı bir kalbin var ki dünyadaki kötülükleri bitirmek, masumları kurtarmak için kendi kalbini zifte sokmaya razı oldun, hayatını buna adadın. Ancak işler istediğim gibi gitmedi. Senin Alanguva'nın ve Cebonayan'ın sonu olman gerekiyordu, onların senin değil. Aşkın, Ateş senin sonun oldu. Belki henüz farkında değilsin hala ama tüm hayatını bitirdi. Ne V bıraktı ne Aşkın."

"Sen ondan daha mı az suçlusun?"

"Hayır bundan bahsetmiyorum. O seni korumaya çalışırken kimliğini neredeyse herkese ifşa etti, o seni korumaya çalışırken seni öldürdüğünün farkında değil. Son vuruşunu da daha yapmadı ama kendi de bunun farkında değil. Bunu anladığımda tüm planlardan vazgeçip seni nasıl kurtarabileceğimi düşündüm. Sen kimse yüzünden değil de onun yüzünden yıkılacaksın."

"Yine hep yaptığını mı yapıyorsun?" dedim ama sessiz kaldı.

Daha fazla soruma cevap vermedi, zaten o beni hep kandırırdı.

"Hadi evlat, çek o tetiği." dediğinde kafamı iki yana salladım. Silahı indirdim.

"Sen ölmeyi, huzura kavuşmayı hak etmiyorsun. Bahri değildi sizin hikayenizin kötü karakteri, o sadece kurbandı. Asıl kötü en başından beri sensin ve o diğer tarafa o ikisinin yanına gitmeyi bile hak etmiyorsun. O ölmeyi dilediğin denizde değil de kanında boğulursun umarım."

"Ummaktan daha fazlasını yapabilirsin." dedi beni kışkırtmaya çalışarak. Daha fazla beni manipüle etmesine izin vermeyecektim.

"Sen yaşayacaksın, öyle huzurla ölmeyeceksin. Ve bunu yapan ben olmayacağım, öldürdüğüm pisliklerden bile daha kirlisin ve ben elimi senin için de kirletmeyeceğim." Zaten elim yeterince kirliydi annemin karnına düştüğümden beri. Silahı pantolonumun kemerine taktım.

Arkamı döndüm ve onu ardımda bıraktım. Omuzlarım bana öğrettiği aksine dik değildi, o bana çok şey öğretmişti ama bir şeyi hiç öğretememişti; kendi ihanetiyle nasıl başa çıkacağımı bana hiç anlatmamıştı.

Benim gerçekten 'Baba' diyebileceğim bir babam hiç olmamıştı. Kaptan bana 'Evlat' demişti ama hiç evladıymışım gibi davranmamıştı. Her şeye rağmen ona inanmıştım, onu öldürdüğüm babamın yerine koymuştum farkında olmadan. Ve o kadar yerleştirmiştim ki onu bu yere, gerçeğini bile öldürebilmiştim ama onu bugün bile öldürememiştim.

Kulübeden çıktığımda yürümeye başladım. Bir süre yürüdükten sonra rıhtımın tersi yöne yürüdüğümü fark ettim, tam geri dönecektim ki biraz ileride Ateş'i gördüm. Arabasına yaslanmış beni izliyordu. Bakışları üstümde uzun uzun gezinirken belimdeki silahta oyalanmıştı.

"Kaptan'ı öldürdün mü?" dediğinde ona arkamı dönerek rıhtıma yürümeye başladım.

Tüm cesaretiyle peşimden geldi, "Sırada ben mi varım?" dedi bir de dalga geçer gibi. Beni kolumdan tutup durduracaktı ki ondan hızlı davranıp elimi boğazına sardım. Hızlı tutuşumla başı havaya doğru kalktı, banda üstten bir bakış atarken hareket eden adem elmasını avuç içimde hissetmiştim.

Hiç karşı koymadı, bana teslim oldu. "Ne meraklı herkes bugün ölmeye." dedim ve onun boynunu ileri doğru ittirerek bıraktım.

"Katil böyle olunca," dedi mırıldanarak ama bakışlarımı fark ederek sustu. Ben yürürken peşimden gelmeye devam ediyordu.

Rıhtıma ulaştığımda Tarık da Bahar da etrafta görünmüyordu. Masanın üstünde duran paketten bir dal sigara çıkardığımda Ateş'in bakışları dikkatle üstümde geziniyordu.

"Ne yaptın? Bana gerçekleri gösteren hayırseverden intikamını alabildin mi?" dediğimde cıkladı.

"Onu yakalamaydım, güzel saklanıyor şerefsiz."

"O seri katil yapmış," dediğimde o zaten bunu biliyordu. "Babanın başka bir deneğiymiş. Onu bulduğumda iyi bir teşekkür edeceğim." Sözlerimle bakışları kısıldı.

"Ben onu bulmadan önce bulabilirsen tabii." dedi ve o da kendine bir dal sigara çıkardı.

"Ablamı görmem gerek,"

"Seni ona götürebilirim ama zaten halin kötü, o daha kötü olmana sebep olur."

"Beni bir yere götürmene ihtiyacım yok, istesem on dakikada bulurum olduğu yeri." Baybora'yla sürekli kaldıkları yeri değiştiriyorlardı ve yurtdışına çıkmadan onu görmem gerekiyordu.

"Zahmet etmene gerek yok işte, gidelim birlikte."

"Şaka mı yapıyorsun amına koyayım?"

"Sen hala benim canımdan çok sevdiğim karımsın ve senin için her şeyi yapacağım. İster benden nefret et ister öldürmek iste, hiçbiri umurumda değil. Sen benim ailemsin ve bunu sen bile değiştiremezsin."

"Hayatımı siktin, hayatımı."

"Sen de benimkini sikeceksin büyük ihtimalle ama biliyor musun Aşkın? İstediğini yapabilirsin, günün sonunda nefes alıyorsam yine senin için olacak."

"O aldığın her nefeste bana küfür edeceksin!" Sözlerimle sessiz kaldı, bakışları etrafta gezindi. "Tarık da biliyormuş. Herkes her haltı biliyormuş, bir salak benmişim."

"Hayır salak falan değilsin, sen sadece bu hikâyenin en çok harcanan karakterisin. Her şey için üzgünüm."

"Üzgünsün?"

"Sadece üzgün değilim, kahroluyorum Aşkın. Acını senden bile daha şiddetli hissediyorum, sadece yalanların değil yalanlarımın da acısını çekiyorum."

"Seni işkenceyle öldürsem bile soğumaz benim içim." dediğimde bana ne kadar yakınlaştığını fark ettim. Kokusu esen rüzgarla birlikte ciğerlerime dolarken elimi yakasına götürdüm. O da başını bana doğru eğdi ve alnını alnıma yasladı.

"Gidip ablanı gör, sonra benimle gel ve tüm ses kayıtlarını, tüm deneyi sana göstermeme izin ver. Sonra istediğini yaparsın, olmaz mı?"

"Duymam gerekeni duydum, benimle yaşadıklarını gidip ses kayıt cihazında mı biriktiriyordun?"

"Evet, bunu bir süre yaptım." dedi kısılan sesiyle. "Her hareketini, her kelimeni gözlemledim ve kaydettim. Deneye ekledim, dosyanı tekrar açtım. İlk başlarda çok dikkatimi çekmişti çünkü bu çok sıra dışı bir deneydi." Ateş bana hep dikkatle bakardı, uzun uzun gözlemlerdi. Bunun sebebini hep onun karakterine bağlamıştım ama o sadece ilgisini çeken şeyleri derinlemesine incelerdi.

"Nereden bileceğim hala o dosyaya bir şeyler ekleyip, beni incelemediğini?"

"İnanmayacağını biliyorum ama o dosyayı kapattım."

"Ne zaman?"

"Sana âşık olduğumu anladığım an."

"Bence sen bana aşık falan olmadın. Babanın deneyine hayranlık duydun, o hayranlık zamanla arttı ve sen aşk sandın. Sen aşkını değil, deneyi takıntı haline getirdin." dediğimde benden uzaklaştı, başını iki yana salladı. "Benimle evlendin çünkü deneyi anca bu şekilde sonsuza kadar kendine bağlayabilirdin. Sen beni değil, teknolojiyi sevdin."

"Hayır," dedi ve eli yanağıma uzandı ancak başımı çevirerek dokunmasını engelledim. Eli havada yumruk oldu ve yavaşça düştü. "Seni sevdiğim için her gün teknolojiye lanet ettim. Sevmedim mi? Çok da sevdim çünkü o teknoloji seni hayatta tuttu ve bana getirdi. Bu yüzden babama hiç kızamadım, hatta minnet duydum. Aşkın ben sensiz yaşamıyormuşum."

Ondan uzaklaştım. "Ablama gidiyoruz," dediğimde benimle geleceği için rahatlamıştı. Ablamı aramakla vakit kaybetmek istemiyordum, ona gitmeye ihtiyacım vardı. Sanki o yine hapisteymiş de Kaptan aylardır onu görmeme izin vermemiş gibi bir özlem vardı içimde. Ona hiç bu kadar ihtiyacım olmamıştı.

Sigaramı söndürdüm, Ateş'in arabasına geçtiğimizde sessizdim. Ateş sürücü koltuğuna oturacağımı sanmıştı bir an ancak ben yan koltuğa oturduğumda o da sessizce sürücü koltuğuna yerleşmişti.

Aracı çalıştırdığında ikimizin de hiç sesi çıkmıyordu, rahatsız edici sessizliğimizi bozmak için şarkı açtı.

Açtığı şarkıya kahkahalarla gülmek istedim ama bunu yapacak halim de yoktu.

Ben seni çok sevdim, çalıyordu. Bana bakmıyordu ama direksiyonu tutan parmaklarının gerginliğinden bakmamak için çabaladığını anlayabiliyordum.

"Ateş sen hep kendini daha çok seviyor sandın, sanırım benden daha kolay söyleyebiliyorsun diye. Ama bir şey söyleyeyim mi? Sen asla benim seni sevdiğim kadar sevememişsin beni." Çünkü ben onu çok seviyorum diye onun hayatını mahvetmezdim, incitmezdim. Onu seviyorum diye belki ondan vazgeçerdim.

Ben sen çok sevdim, belki zordur anlaması sessizliğimden.

Ben seni çok sevdim, ben seni çok sevdim, sen oku kelimeleri gözlerimden.

Aldığı nefesle yavaşça şişti göğsü. Bir şeyler söylemek istedi ama söyleyemedi. Alt dudağını ısırdı ve yola odaklandı.

"Nerede kalıyorlar?"

"Şahin sürekli onları rahatsız ettiği için yerlerini değiştiriyorlardı, en son bir rezidansta kalıyorlardı birlikte. Bu hafta gideceklerdi ama son zamanlarda konuşacak vakti hiç bulamadım."

"Şahin sürekli rahatsız ediyordu?"

"Evet, biliyordun Aşkın bunu saklamadım." dedi hemen savunmaya geçerek.

"Sadece ablamın küçük bir kaza yaşamasına sebep olduğunu söylemiştin. Ciddi şekilde taciz edildikleri için sürekli ev değiştirdiklerini değil."

"Evet bu yüzden de güvenliği arttırdım." Onun güvenlik sistemine güvenmiyordum, işe yaramadığın değil ama düşmanları da fazla kurnaz olduğundan. Üstelik evime kadar beni gelip zehirleyebiliyorlarsa düşündüğümüzden daha yakın köstebekleri, güçleri var demekti.

"Senin yüzünden o pisliği öldüremedim."

"Eğer öldürseydin öğrenirdin," dediğinde sonlara doğru kısılmıştı sesi. "Ve de kimliğin yayılırdı."

"En azından seninle evlenmeden önce uyanmış olurdum."

Onunla daha fazla konuşmadım, kısa yolculuğumuz sırasında yolu seyrettim. Arabayı otoparka park edip indiğimizde bakışlarım etrafta gezindi. Böylesine büyük bir rezidans için fazla boştu otoparkı.

"Korumaların nerede?" dediğimde Ateş etrafına bakındı, o da bilmiyordu.

Silahım belimde durmaya devam ediyordu, asansöre bindiğimizde ikimiz de sessizdik. Yirminci kata çıktığımızda koridorda sadece bir tane kapı vardı. Ateş zile bastı ancak açan olmadı.

"Burada olduklarına emin misin?"

"Evet, buradalardı." dedi çatılan kaşlarıyla.

Telefonunu çıkarıp Ayberk'i aradı, telefonu da haparlöre aldı, "Efendim?" diye açtı telefonu direkt Ayberk.

"Abimle Aylin'e gönderdiğimiz korumalar nerede?"

"Bugün Baybora ayrıldı evden Aylin'le birlikte. Yurtdışına taşınacaklarmış, haber vermeye çalıştım ama sana ulaşamadım tüm gün. Şu an havalimanına gidiyor olmaları gerek, o istemese de peşine birkaç araç taktım."

"Tamam, bana hemen konumlarını at."

"Tamamdır patron." dedi Ayberk ve telefonu kapattı Ateş.

"Onu görmem gerek." dediğimde Ateş başını olumluca salladı.

"Endişelenme, onlar gitmeden yakalayacağız." dedi ve telefonuna gelen mesaja baktı. Yüz ifadesi değişirken ben de başımı ekrana yakınlaştırdım.

Havalimanına gitmemişlerdi, mezarlığa gitmişlerdi. Annemin yanına gitmişti, ben hiç gitmemiştim ama hep biliyordum orayı. Gitmeye hiç yüzüm olmamıştı. Ablam ülkeyi terk etmeden önce son kez onu ziyaret etmek istemişti.

"Annen mi?" dedi Ateş, başımı belli belirsiz salladım. "İstersen direkt havalimanına geçip oraya gelmelerini bekleyelim?"

"Hayır, direkt yanlarına gidelim." dediğimde Ateş beni ikiletmedi. Arkamızda hala aynı katta duran asansörle aşağı indik ve arabaya geri bindik.

Bir tuhaflık vardı, tenim ürperiyordu. Belki de öğrendiklerim ve yaşadıklarım artık fazla gelmeye başlamıştı.

Ateş ara ara bakıyordu ama konuşmaya cesaret edemiyordu. Hava gittikçe daha da kararmıştı, arabanın saatine baktığımda gece yarısına yakınlaştığımızı yeni fark etmiştim. Zaman algım da yok olmuştu.

Yarım saatlik yolculuğumuzda ikimiz de hiç konuşmamıştık, mezarlığa yaklaşmıştık ama Ateş telefonuna bakarken durdu yolun ortasında.

Çok kullanılmayan bir yoldaydık, etrafta pek geçen araç yoktu. Yine de arabayı sağa çekti.

"Neden durdun?"

"Çıkmışlar mezarlıktan, yoldalar ve büyük ihtimalle en hızlı yol olduğu için burayı kullanacaklar." Cümlesini tamamlamasının hemen ardından Ala plakalı bir araç yakınlaşmaya başladı. İndim arabadan, benim ardımdan Ateş de indi.

Araba bizi fark ettiğinde yolun ortasında durdu, ilk önce Baybora indi arabadan hemen ardından da ablam.

Onu gördüğüm an özleminden burnumun direğinin sızladığını hissettim. Yeşil, bileklerine kadar uzanan yazlık bir elbise giyinmiş, o güzelim göz rengini ortaya çıkartmıştı, saçları dalga dalga omuzlarından sarkıyordu. Hafif kilo almıştı, yüzü ve ten rengi onda hiç görmediğim kadar canlıydı. Onun yüzünün genelde solgun, yüzünün çökük olmasına alışık olduğum için bu hali kalbimi titretti.

Ben ona doğru yürürken o da beni şaşırtarak bana doğru yürüdü. Yolun ortasında karşı karşıya geldiğimizde ona sıkı sıkı sarılmak istedim.

"Abla," dedim kısık sesimle. "Seni çok özledim. Sana ihtiyacım var, gitmesen olmaz mı?"

Dolan gözlerini kırpıştırdı, bir damla yaş aktı gözünden, ipek tenine. "Aşkın, gitmeliyim. Burada yapamıyorum."

"Ben yetmez miyim sana? Her şeyi yaparım senin için."

"Aşkın, gitmem gerek." dedi ama önceki konuşmalarımızdaki kadar öfke dolu değildi bana. O da özlemişti.

"Neden?"

"Ben bu ülkede hiç yaşayamadım zaten, hiç güzel anılarım da yok. Bir sen vardın,"

"Hala varım. Ben hala senin kardeşinim, benim hala sana ihtiyacım var."

"Sana çok kızdım ama sözünü tuttun gerçekten de, çok güçlü oldun ve bana artık ihtiyacın yok. Hiç de olmadı."

"Hayır abla, sana hep ihtiyacım oldu." Ateş arkamdaydı ama yakınlaşmıyordu arabanın yanındaydı. Baybora da aynı şekilde kendi arabasının yanındaydı ve o da yakınlaşmıyordu.

"Buradan uzaklaşmak bana iyi gelecek, mutlu olacağım Baybora'yla."

"Onun ölü olduğunu kabullendin de bir beni mi kabullenemedin?"

"Çünkü onu hiçbir zaman seni sevdiğim kadar sevmedim." dedi yaşları artarken.

"Beni hiç affetmeyeceksin," dediğimde sessizliğini korudu. "Ama sevecek misin?" Sesim o kadar titrek ve kısık çıkmıştı ki ben bile duymakta zorlanmıştım.

"Seni sevmekten hiçbir zaman vazgeçmedim ben Aşkın. Hep de seveceğim."

"Kim olursam olayım beni seveceksin yani?" Ama affetmeyecekti.

"Maalesef."

"Beni dinlemez misin peki gitmeden? Anlatmama izin vermez misin?"

"Gitmem gerek Aşkın, belki gittiğim yerde seni dinleyebilirim."

"Tamam o zaman," dedim burnumu çekerken. "Ama ben hiç iyi değilim bugün, en azından bugün gitmesen?"

"Gideceğim," dedi zorlukla konuşarak.

"Peki o zaman," Durakladım ona biraz daha yakınlaştım. "Seni çok seviyorum. Bu hayatta en sevdiğim kişi sensin, sana hep ihanet etmiş gibi hissettim ve bu histen hep nefret ettim. Özür dilerim abla, affetmeyeceğini biliyorum ama çok üzgünüm. Hapisten çıktığında sana güzel bir hayat yaşatamadığım için de çok üzgünüm. Böyle biri olduğum için, sana acı çektirdiğim için özür dilerim. Keşke annemin karnında ölseydim de kimseye bu kadar acı yaşatmasaydım." Ablamın eli yüzüme gitti, yavaşça okşadı artık yüzü tamamen yaşlarıyla daha da ıslanırken.

"Deme öyle, iyi ki yaşamışsın sen."

"Beni bir gün affeder misin peki?" dediğimde yine sessiz kaldı. "Olsun ben de geleceğim zaten yanına, beni affetmen için her şeyi yapacağım."

"Yaşa Aşkın ama normal bir insan olarak yaşa, elinde kan olmadan yaşa, kimseyi öldürmeden yaşa, mutlu olarak yaşa, bir aileye sahip olarak yaşa. O zaman belki seni affedebilirim." Demek ki beni sonsuzluğa kadar affedemeyecekti çünkü ben asla normal olamazdım.

"Peki," dedim sadece. "Ben yine de her şeyi yapacağım senin için. Bana kuzum der misin yine o zaman?" Sözlerimle gözyaşları arasından gülümsedi.

"Derim, kuzum." dedi ve dayanamayarak ona sıkıca sarıldım. O da bana sıkıca sarıldı, saçlarımı okşarken onun kollarında kendimi küçücük hissediyordum. Sanki yine onun aldığı zararlardan sonra ablasına sarılan küçük Aşkın'dım. Ama bu sefer ona zarar veren bendim.

Tam bu sırada sessizliği yaran, tanıdık ama bir o kadar da ürkünç bir ses doldu kulaklarıma. Ses çok gürültülü değildi ama rüzgârı yaran mermi sesi gürültülüydü.

Ablamın bedeni sarsıldı, art arda iki kurşun sesi daha geldi.

Anlayamadım, idrak edemedim, ellerim saniyeler içinde kana bulanırken ablamı kendimden uzaklaştırdım.

Üç kurşun yemişti, bana gelmemişti, üçü de onun vücudunda kalmıştı. Ablamın vücudu kollarım arasından kayarken o kadar güçsüzleşmişti ki kollarım onu tutamadım.

Ben de onunla birlikte yere çökerken bedeni dizlerimin üstündeydi. Her taraf kandı.

"Abla!" Ateş ve Baybora harekete geçmişlerdi anında ama onlar da benim kadar şoktalardı ve etrafta ateş eden kimse görünmüyordu. Bir keskin nişancı vurmuştu onu.

"Abla!" Ağzından kan geliyordu.

Üstümüze ateş açılmaya devam edildi. Ateş ve Baybora bizi savunmaya çalışıyorlardı. Ateş'in korumaları her taraftan çıkmış sıcak bir çatışma başlamıştı.

Baybora sırtını çatışmaya dönerek yanımıza diz çöktü. Hızla ablamın yaralarını inceledi. Üstündeki tişörtü çıkartıp parçalarken ablamın yaralarına sarmaya çalışıyordu.

Her şey o kadar hızlı gelişmişti ki hiçbir şey anlayamıyordum. Ablam vurulmuştu, ablamı vurmuşlardı.

Yeşil elbisesi kana bulanmıştı, az önce parıldayan teni kan kaybetmekten hızla beyazlamıştı.

"Dayan, dayan abla."

Hırıltılı nefesleri çok kısık ve azdı.

"Gitme abla, bırakma beni. Sen hiç yaşamadın ki, gidemezsin."

"A-Aşkın," Çok zor konuşuyordu. Ellerimi sıkıca bastırdım yaralarına daha fazla kanamasın diye. Gözleri benimle vedalaşır gibiydi.

"Abla lütfen bırakma beni. Seni hiç yaşatamadım ben, böyle bırakamam. Abla yalvarırım gitme."

"S- seni seviyorum." dedi sanki kanlar içinde ölümün döşeğinde değilmiş gibi gülümseyerek.

"Abla!" Gözleri kayıyordu. "Gidemezsin!" Acı haykırışım her tarafta yankılandı ama ablam ilk defa beni duymadı.

Gözlerini tamamen yumdu.

Baybora durdu.

Patlayan silahlar durdu.

Ablam kollarım arasında son nefesini verdi.

Her şey o kadar aniydi ki kavrayamıyordum, boş bakışlarım etrafta gezindi. İlk önce etrafa baktım, çatışma devam ediyordu ama Ateş hemen yanımda duruyordu. Geri ablama baktım, kan vardı sadece, gözleri kapanmıştı ve göğsü hareket etmiyordu.

Yeşil elbisesi kan olmuştu, sadece kan vardı.

Gözlerini de yummuştu.

Ağzından çıkan kan, kulağına doğru uzun bir yol çizmişti. Ama gülümsüyordu hala.

"Hayır, hayır, bir şey yapsana." dedim Baybora'ya, konuşabildiğimde.

"Kalbine geldi kurşun." dedi tane tane konuşarak, başını kaldırmayarak gözleri ablamdayken.

"Olsun, çağırsanıza ambulansı! Bindirsenize ablamı arabaya." Hiç kimse bir halt yapmıyordu.

Onu böyle bırakamazdım, ayağa kalktım ve bedenini kucağıma almaya çalıştım ama Ateş omuzlarımdan tutarak durdurdu beni. "Aşkın, çok geç." Arkamdan kollarıma sarılarak durdurdu beni. Hiddetle ona döndüm.

"Hayır! Hayır. Oyun bu da değil mi? Naz'a yaptığını yaptın. Oynuyorsunuz yine. Bu sefer kimi kandırmak için oynuyorsunuz? Beni kandırmak için mi? Hadi yeter, ben buna dayanamam. Kesin bu oyunu. Bu sefer dayanamam ben. Ben bu acıyla yaşayamam." Ateş sıkıca gözlerini yumdu.

"Bu sefer oyun değil Aşkın."

"Yalan söyleme! Oynuyorsunuz yine işte, yine ilaç mı verdirdin? Sahte kan mı koydunuz? Bu sefer Şahin peşlerini bıraksın diye mi yaptınız? Bana da söyleseydiniz, bana neden sürekli bu acıyı yaşatıyorsunuz ki?"

"Yemin ederim oyun yok," dedi Ateş gözlerimin içine acıyla bakarken.

"Hala devam mı ediyorsunuz oyuna?" dedim fısıldayarak kimse duymasın diye. Ateş kafasını iki yana salladı.

"Aşkın hiçbir oyun yok." derken sesindeki çaresizlikle yutkundum.

"Oyun yok mu?" dedim sesim zar zor çıkarken.

"Yok," dedi ama sanki keşke olsaymış der gibi bakıyordu. Oyun oynamamışlardı, ablam gerçekten vurulmuştu.

"Tamam o zaman gerçekse hadi bir şey yap, neden duruyorsun böyle? Sen ölüyü dirilten adamsın! Benim ablamı da kurtarırsın." dedim ama sessiz kaldı. Başı eğilmişti. Onu sarstım. "Ateş bir şey yapsana, kurtarsana ablamı. Sen yaparsın,"

"Yapamam." dedi omzuna doğru eğdiği başıyla, dolu gözleriyle.

"Ateş yalvarırım, yalvarırım kurtar onu. Abine yaptığının aynısını yap. Belki kurtulur o da, Ateş yalvarırım yaşat onu. Ateş yalvarırım sana bir şey yap," Ateş başını iki yana salladı.

"Çok geç, üzgünüm Aşkın." dedi ve uğradığım şokla nefesim kesilirken ondan uzaklaştım.

Ablam ölmüştü.

Aylin'im, ay ışığım sönmüştü.

Gece karanlığa bürünmüştü.

Yerdeki kanlar içindeki bedenine bakarken dudaklarımdan acı bir haykırış koptu, yaşlar o haykırışı takip etti.

Baybora geri çekildi, ablamın yanına diz çöktüm. Başını göğsüme yasladım, ona sıkıca sarıldım. Hala sıcacıktı işte.

Hıçkırıklarım bedenimi sarsarken, onun saçlarını okşadım. Yaşlarım tenine düşüyordu. "Affet beni, affet beni abla." Beni bir daha hiç duyamayacaktı. "Abla ben sana doyamadım, sen nasıl bıraktın beni abla? Sen daha hiç yaşamadın ki abla."

Hıçkırarak ağlıyordum.

Onun ölü bedenindeki canlı saçlarını okşarken hıçkırarak ağlıyordum.

"Yine yaptım yapacağını, yine senin hayatını çaldım senden. Affetme beni gittiğin yerde de." Eğilip hala sıcak olan alnını öptüm. O hala çok güzeldi. O çok gençti. Ve o hiç yaşamamıştı.

"Ben sana hiç doyamadım abla, toprak sana nasıl doysun?"

Ablam nefes almıyordu, ablam bir daha hiç nefes almayacaktı.

"Beni de alsaydın yanına, beni neden bıraktın?" Ablam bir daha asla bana cevap veremeyecekti. Çünkü ablam artık yaşamıyordu. Ama dudaklarında hala gülümseme vardı.

Kaç dakika onun bedenine sarılarak, hıçkırıklarla ağladığımı bilmiyordum, sadece canımın çok acıdığını biliyordum.

Dünya dönüyordu, dünya dönmeye devam ediyordu ama benim dünyam durmuştu.

"Küçükken benim yüzümden dayak yedikten sonra yine beni sakinleştirip uyutmak için türkü söylüyordun ya bana abla? Ben de bugün sana söyleyeceğim en sevdiğin türküyü." Alnına bir öpücük daha bıraktım.

Teni gittikçe soğuyordu, ona daha sıkı sarılarak tenini sıcak tutmaya çalışıyordum ama işe yaramıyordu.

Buz gibi olmuştu.

Hala koklayabiliyorken tenini kokladım, bu onun kokusunu son duyuşumdu.

"Bilmem yâr kimi sever
A leylim nenni de kınalım
Nenni de yürürüm nenni de nenni,"

O kadar ağlıyordum ki inlercesine söylüyordum türküyü.

"Onun bir sevdiği var," Ağlayışlarım acı inleyişlerime karıştı.

"Günde on çeşit giyer

A leylim nenni de kınalım
Nenni de yürürüm nenni de nenni,"

Durdum, bir kez daha öptüm onu, tıpkı beni uyuturken onun hep yaptığı gibi.

"Yılanı öldürseler

A leylim nenni de kınalım
Nenni de yürürüm nenni de nenni," Omuzlarım sarsılıyordu acı hıçkırıklarımla.

"Küçükten yar seveni," Sürekli gözlerimden akan yaşlar, onun ipek saçlarını ıslatmıştı.

"Cennete gönderseler,"

Artık konuşur gibi çıkıyordu sesim, ona biraz daha sarıldım sanki sarılsam benden gitmeyecekmiş gibi. "Cennete gönderseler,"

🔥

Hava aniden soğumuştu sanki, daha önce hiç bu kadar üşüdüğümü hatırlamıyordum. Herkes buradaydı, herkes bir şeyler söylüyordu ama ben hiçbir şeyi algılayamıyor, hiç kimseyi duymuyordum.

Ayakta duramadığım için mezarın yanına diz çökmüştüm.

Ablamı annemin yanına gömmüştük.

İkisinin ölümüne de ben sebep olmuştum, öyle kanlıydım ki hepsinin hayatını bitirmiştim.

İdrak edemiyordum ama gözlerimle görmüştüm ablamın üstüne toprak atışlarını.

Ölümü çok ani olmuştu, o kadar aniydi ki hala gerçekliğine inanamıyordum ama ölüm zaten beklendik olmazdı.

Herkes ağlıyordu, ablamın herkesi bile çok kalabalık değildi.

"Aşkın," dedi Ateş elini omzuma koyarak. Kaç tane sakinleştirici iğne yaptıklarını tam olarak bilmiyordum ama içimdeki acının sakinleşmesine imkân olmadığını biliyordum.

"Gitsinler Ateş, herkes gitsin. Ben bu gece annemle ablamla uyuyacağım." Ateş gözümden akan yaşları sildi eliyle, beni ikiletmeden uzaklaştı yanımdan.

Gözlerimde yaşlar kurudu sanmıştım, hislerim köreldi sanmıştım. Hep acıyla sınanmıştım ama bu acı en kötüsüydü.

Ablam ölmüştü.

Onu Şahin öldürtmüştü. Sahip olamadığı kadına bir başkasının sahip olmasını da istememiş ve onu öldürmüştü. Sözde masumları koruyacaktım, ben kendi ablamı bile koruyamamıştım.

Şahin benim yüzümde ablamı tanımıştı, Ateş benim kimliğim ifşa olmasın diye Şahin'in ölmesine izin vermemişti. Ablamın ölümüne ben sebep olmuştum.

Ve vücudumdaki sakinleştiricinin etkisi geçince onu yaşatmayacaktım. Artık kimliğimin de yaşamamın da bir önemi kalmamıştı.

Başımı toprağa yaslarken, omuzlarım sarsılıyordu. Keşke ben de onların yanına gidebilseydim.

Ölsem de affetmem demişti, öldü de affetmedi.

Ateş herkesi uzaklaştırıyordu, Deniz yanıma geldi. Hafifçe diz çöktü, toprağa düşen saçlarımı okşadı.

"Polisler beni almaya gelecek, onlardan önce davran. Tamam mı? Benimle iş birliği kurduğunu sanmasınlar." dediğimde gözlerini yumdu.

"Aşkın, yapamam."

"Yapacaksın, benim için yapacaksın."

"Olmaz," dedi başını iki yana sallarken.

"Sana mesaj attığımda beni ifşalayacaksın, yoksa başkaları yapacak zaten. Sen önce davran. Yoksa benim için çalıştığını zannederler."

"Bunu benden isteme."

"Neden? Ben senin hayatını da mahvettim. Herkesin hayatını mahvettim. Ben ölmeyi bile hak etmiyorum." Burnunu çekti sözlerimle, gözünden akan yaşı ben görmeden bileğinin tersiyle sildi. "Onlara iyi bak,"

"Neden veda ediyorsun?"

"Bitti çünkü," Hafifçe doğrulduğumda bana sıkıca sarıldı. Kollarım o kadar güçsüz düşmüştü ki kaldırıp sarılışına karşılık veremedim.

Ateş'in yanımıza gelmesiyle ayağa kalktı. Son kez göz göze geldiğimizde gözünü açıp kapattı sadece söylediklerimi onaylar gibi.

Naz, Tarık, Bahar ve Pusat kalmıştı en son mezarın başında. Hepsinde gezindi gözlerim. Hepsi çok şey söylemek istiyor da hiçbir şey söylemiyor gibiydiler. Hiçbiri anlamadı ama onlarla vedalaştım. Ateş onları da yanımdan uzaklaştırdığında en son ikimiz kalmıştık. Yanıma diz çökerek oturdu.

"Baybora nerede?" dediğimde Ateş bir süre sessiz kaldı.

"Gitti."

"Nereye?"

"Beynini sistemden sildi, kendini yok etti." dediğinde bakışlarımı ona çevirdim. "Kendiyle birlikte tüm verileri de sildi."

Ateş abisini şimdi kaybetmişti ve o da bunu yeni yeni idrak ediyordu.

"Senden son bir şey isteyeceğim," dediğimde beni dinliyordu. "Bana Şahin'i getir."

"Aşkın onu öldürürsen," diye başlamıştı ki bakışlarımla sustu.

"Tamam, yapacağım." dedi zorlukla. "Kimliğin ortaya çıkmasın diye elimden geleni yapacağım ama öldüğü an yayılabilir." Hala beni düşünüyordu.

"Ateş ne kimliği?" dedim ve başımı yine nemli toprağa yasladım. "Ateş ben öldüm ne kimliği?"

"Özür dilerim, sana verdiğim hiçbir sözü tutamadım. Senin hayatını mahvettim, özür dilerim. Her şey benim suçum. Keşke beni öldürmeye geldiğin gün başarılı olsaymışsın."

"Ateş, git." Gözlerimi yumdum, artık ablamın kokusu yoktu, toprak kokusu vardı.

Ateş beni ikiletmedi, gitti.

Mezarın başında yalnız kalırken mezar taşına baktım. Ahu, Aylin Erizgi yazıyordu ama bir isim daha vardı orada görülmeyen.

Bir de Aşkın Erizgi yazıyordu ama kimse göremiyordu.

Aşkın ölmüştü.

Toprağa sarıldım, gözyaşlarım toprağa düşerken onun saçlarını okşuyormuş gibi okşadım toprağı.

Sessiz hıçkırıklarım, akan yaşlarım toprağa karıştı.

"Beni de alsaydınız ya yanınıza." Derin bir nefes aldım. "Abla sen neden tüm hayatını bana feda ettin ki? Ben değmezdim ki, anne sen neden kurtarmaya çalıştın ki beni? Beni yapayalnız bıraktınız,"

"Ben sığamadım bu dünyaya, herkesin sonu oldum. Kimse sevmedi beni, ben küçükken hep prenses olmak isterdim ama canavar oldum. Küçüklüğüm beni görse korkar, ağlar ama o da kimseye saklanamaz. Herkes kullandı beni, o kadar kullandılar ki istedikleri canavara dönüştüm. Mahvettim her şeyi, hepinizin sonu oldum. Beni neden bıraktınız?"

Öyle lanetli bir şeydim ki sevdiğim herkesin sonu olmuştum. Beni aslında kimse kabul etmemişti. Ne annemin rahmi, ne de babamın evi, ne yaşadığım yetimhane, ne de Kaptan'ın hangarları, ne de Ateş'in malikaneleri. Beni aslında bu dünya hiç istememişti, sanırım ben çok inatçıydım.

Her şey kâbus gibi geliyordu, sanki uyandığımda her şey düzelecekti, ablam saçlarımı okşayacaktı. Ama bu sefer kâbus değildi, uyanamayacaktım.

Acıyla iki büklüm oldum mezarın yanında, gözlerimi yumdum.

Ve ben ilk defa annemle ablamın yanında uyudum. Zaten başka hiçbir gerçeklikte onlarla birlikte uyuma şansım olmayacaktı.

Benim onların cennetinde bile yerim yoktu.

🔥

Ateş tam da tahmin ettiğim gibi bana Şahin'i getirmemişti. Şu durumda bile kimliğim ifşalanmasın diye her şeyi yapıyordu ama ortada ne kimliğim kalmıştı ne de ben. Belki de deneğini kaybetmek istemiyordu. Önemliydim çünkü!

Ancak ben zaten kimsenin benim için bir şey yapmasını beklemeden büyümüş, her şeyimi kendim yapmıştım. Şimdi intikamımı da kendim alacak, kendi sonumu da kendim getirecektim.

Vücudumdaki sakinleştiricilerden kurtulduğum ilk an Şahin'i kendim yakalamıştım. Onu Kaptan'ın en gizli hangarlarından birine getirmiştim. Henüz kaybolduğu anlaşılmamış olacak ki kimliğim henüz yayılmamıştı.

İki gündür ona işkence yapıyordum ama içim bir türlü soğumuyordu. Ölmesin diye büyük çaba harcamıştım, ölmeyene dek devam edecektim. Önümdeki kanlı çıplak bedeni incelerken midem biraz olsun burkulmadı. Kollarını ve bacaklarını ondan almıştım ama bunu çok cerrahi yapmıştım. Kanı azaldığında kan vermiş, iğnelerle kendine getirmiştim ama tüm acıyı hissetmişti, her şeyi hissetmişti.

Dilini çoktan kestiğim için sesi çıkmıyordu. Zaten ilk başta konuştuğunda ablamı öldürdüğü için fazla keyifli olduğunu söyledikten sonra o dili onda uzun süre kalamazdı.

Ablam elimde kan olmasından nefret ederdi ama ben bu sefer de onun için elimi kandan çıkaramıyordum.

Şahin bir sedyenin üstünde, makinelere bağlıydı. Yaşamaya devam etmesi için elimden geleni yapıyordum. Zaten anladığım kadarıyla nabzı kesildiği an nefret ettiği herkesin sırlarını ortaya çıkaracak bir teknoloji hazırlamıştı.

"Yetmiyor, yetmiyor, sana yaptığım hiçbir şey yetmiyor." dedim serumunu çıkarırken.

Gözleri onu hemen öldürmem için yalvarıyordu bana. Zaten derisinin çoğu yerini soymuştum, sadece kırmızı bir et parçası olarak kalmıştı. Tabii kestiğim her organdan sonra ateşle dağlamıştım.

Nefesimin daraldığını hissettiğimde kendimi dışarı attım. Kapalı telefonumu açtım.

Ateş günlerdir bana ulaşmaya çalışıyordu ama bulmasına izin vermiyordum.

Telefonu açtığım an bir ton bildirim gördüm. Ancak Ateş'ten çok arayan Tarık olmuştu. Ve de mesaj atmıştı. Attığı son mesaj bir linkti, linke tıkladım ve bir haber sayfası açıldı.

Bu sabah yedi sularında yaşlı bir adam cesedi bulundu denizin açıklarında. Cesedi bulan balıkçılar durumu hızla yetkililere bildirirken yapılan araştırmalar sonunda bu kişinin Emekli Koramiral Cüneyt Keskin olduğu anlaşıldı. Bacağına bağladığı taşlar durumun intihar olduğunu düşündürtse de olay gizemini korumakta.

Şaşırmamıştım. Hiç şaşırmamıştım.

Ama göğsümdeki acı bir kat daha artarken nefes almakta zorlandım.

Deniz'in ismine tıkladım ve mesaj attım. Ona sadece bir kelime yazdım.

'Şimdi'

Mesajı gönderdikten sonra içeri geri döndüm. Şahin'in bedenini inceledim. "Sana ne yapsam yetmeyecek ne yapsam için sönmeyecek. Ama durmayacağım,"

Elime neşteri almıştım ki ona yakınlaştığımda artık göğsünün hareket etmediğini gördüm.

Ölmüştü.

"Ölemezsin! Ölemezsin. Bitmedi senle işim." Ama ölmüştü.

O ölmüştü ama ablam geri gelmeyecekti, bir daha asla nefes alamayacaktı. Onu öldürmüştüm ama hiçbir şey değişmemişti.

İçim hala yanıyordu.

Tek bir fark vardı, artık biraz daha kirliydim. Ablamın sevmediği o canavara daha yakındım.

Kanlı ellerimi üstüme sildim. Koca hangarı, içinde cesetle birlikte öylece bırakıp dışarı çıktım.

Issız ormanın önünde, kapının hemen yanında duran motoruma bindim, rıhtıma sürdüm. Sadece herkesi son kez görmek istiyordum. Artık her şey bitmişti. Ben de öyle.

Yarım saatlik süratli yolculuğumun ardından rıhtıma ulaşmıştım, motordan indiğimde tahmin ettiğim gibi herkes buradaydı. Beni gördüklerinde hepsi yerlerinden kalkmışlardı. Ateş de buradaydı.

Beni gördüğü an hızla bana yürüyüp aramızda az mesafe kaldığında durmuştu.

"Onu öldürdün mü?" dedi yüzü acıyla kasılırken.

Başımı olumluca salladım.

Elleri saçlarına gitti. "Bitirdin, kendini bitirdin."

"Bitirdim." dedim kanlı ellerimi kaldırarak. "En başta olması gerekeni yaptım."

"Hala geç değil, hemen kaçırabilirim seni." diyerek bileğimi tutmuştu ki onu göğsünden ittim.

"Geç, çok geç. Ve Ateş seninle olmaktansa parmaklıkların arasında ölmeyi yeğlerim."

"Deme öyle,"

"Bitti, seni çok sevmiştim. Yine de kendine iyi bak, eminim kendine göre nazik bir kadın bulabilirsin."

"Aşkın," dedi acıyla inleyerek.

Bakışlarım diğerlerine döndü. Bahar, Naz, Tarık ve Pusat'a. Bahar ne olduğunu tam olarak anlamıyordu ama sadece ağlıyordu.

"Bahar, benim için güzel yaşa. Olur mu? Pusat sen de üzme onu. Tarık sen onlara sahip çık. Naz sen de Deniz'in sizden uzaklaşmasına izin verme. İyi bakın kendinize. Artık birbirinizden bir şey saklamayın, temiz yaşayın."

"Sikerler, seni kimsenin almasına izin vermem." dedi Ateş ve bileğime yapıştı. "Hemen gidiyoruz. Ne istediğin zerre umurumda değil. Pusat hemen Ayberk'i ara çatışmaya hazırlanın!"

Ateş'i bir kez daha ittirdim. "Hayır! Çatışmayacaksınız. Hiçbiriniz bilmiyorsunuz benim kim olduğumu, hepiniz şok oldunuz. Eğer beni bugüne kadar birazcık sevdiysen Ateş, dediğimi yapacaksın."

"Sevdim, seni evrenim kadar sevdim ve yapacağım. Peşinden geleceğim, kimsenin seni almasına izin vermem."

"Bitti." dedim bastırarak. "Bitti Ateş, kabullen."

"Hayır, sen benim karımsın, sevdiğim kadını kimse alamaz elimden."

Bu sırada önce havada süzülen bir helikopterin sesi duyuldu. Hemen ardından siren sesleri gelirken Ateş'ten uzaklaştım.

"Saçma bir şey yapma." dedim ve ondan birkaç adım daha uzaklaştım. Ateş hayal kırıklığıyla bakıyordu. "Ya da yap, sen de öl. Çok umurumda değil artık. Deneyin bitti, buraya kadarmış."

Polis arabaları hızla rıhtımı doldururken Deniz en önde yürüyordu. Yanında düzinelerce polis vardı, yukarıdan açılan helikopterin ışığı tam yüzüme vuruyordu. Deniz'in yanında tanıdık bir polis daha vardı; Murat.

Üstüme bir ton silah doğrultulmuştu, benim üstümde hiç silah yoktu.

Ellerimi havaya kaldırdım, herkese son kez baktım.

"V olmakla suçlanıyorsun! Sessiz kalma hakkına sahipsin." diyen polislerden biri kolumu tutacağı an Ateş silahını çıkardı ona ateş etmek için.

Murat bunu hızla fark ederek Ateş'in koluna tekme attı ve onu yüzüstü yere devirerek sırtına çıktı. Eğer Ateş silahını doğrultsaydı onu yaşatmazlardı.

"Evet, benim! V benim." dedim herkesin duyabileceği kadar yükse seste.

Deniz kollarımı arkamda birleştirdi ve bileklerime kelepçe geçirdi.

Bitmişti.

Her şey bitmişti artık.

Herkes bir şeyler söylüyordu ama kimseyi duymuyordum. Sadece siren sesleri vardı o uğultuyu bastıran.

Deniz beni zırhlı bir aracın arkasına bindirirken kapı kapanmadan önce son kez herkese baktım, en son da Ateş'e. Başı taşın üstünde, gözleri bendeydi.

Yanağımdan bir yaş süzüldü.

İşte bu kadardı.

Aşkın'ın hayatı bu kadardı, bitmişti.

Bu en acı bitişti, hiçbir başlangıca boyun eğmezdi.

Resim hırsızı resmi çalmakla kalmayıp alev alev yakmıştı. Küllerinin başka bir sanata dönüşeceğinin ne resim farkındaydı ne de hırsızı.

DEVAM EDECEK...

🔥🔥🔥

61.Bölüm yazmakta en zorlandığım bölümdü. Hıçkırıklarla ağlayarak yazdığım bir bölümdü, beni o kadar yordu ki on bölümü bir haftada yazmaya eş değerdi. En başından beri bu sahnelerin beni zorlayacağını biliyordum, Aylin'in sahnesini her kurguladığımda gözyaşlarımı tutamıyordum ve yazması katlarca daha fazlası oldu benim için.

Ve bu iki bölüm benim için kurgunun başından beri beklenen bölümlerdi. Aşkın'ın aslında kim olduğu kitabın en başından beri belliydi ve tüm kitap boyunca bununla ilgili spoi verilmişti, belki tekrar okuduğunuzda o yerleri acı şekilde anlayacaksınız.

Aylin'in kaderi de en başından beri belliydi, o yüzden Aylin için yazdığınız yorumlar hep buruk bir ifadeyle okuyordum. Bu sahneyi yazmak beni ciddi anlamda mahvetti diyebilirim.

Kendime gelmem biraz zaman alacakmış gibi hissediyorum. İlerideki bölümlerde kurgu çok farklı bir evrene sürüklenecek, o sahneleri de heyecanla bekliyorum ama önce bu bölümü atlatmam gerekecek. Pek yapmadığım bir şey yaparak bu bölüme sınır koymak istiyorum, sınır dolduğunda ya da dolmaya yaklaştığında bölümü yazmaya başlayacağım. Aslında bu sınır bahanesiyle kendime biraz vakit vermek istiyorum. 150K okunma, 10K beğeni ve 50K yorum.

Yine de çok beklemeyeceksiniz, sizi bekletmeyi sevmiyorum.

Geçtiğimiz bölüm sonunda ilk defa sizi spoi vermemenizi rica etmiştim ama aksine daha önce hiç görmediğim kadar çok spoi gördüm her sitede. Yine aynısının olacağını hissediyorum ama lütfen okumayan okurlarla empati kurarak yapın paylaşımlarınızı. Tiktok, Twitter ve Instagram üzerinde tepkilerinizi izliyor olacağım, tabii spoi içermediği sürece.

Nörosa'yı da yazmaya başladım ve yarın onun da ikinci bölüm paylaşacağım sizlerle. Bu bölümü atlatanları yarın Nörosa'ya da bekliyorum.

Kendinize iyi bakın ateş parçalarım, gelecek bölümde görüşme dileğiyle.

Instagram: cerennmelek

Twitter: cerennmeelek / #Ateşpare

Tiktok: cerennmeleek

Continue Reading

You'll Also Like

86.7K 4.4K 17
l Asker - Doktor l kurgusu ve aşk; Bazen nefes almak kadar kolay, bazen ise; sol göğüsüne saplanan kurşun kadar acıdır. Bu isimle yazılan tek kitap
362K 14.7K 31
Bir komutana anonim olarak mesaj atarsak en fazla nolur? ‹ ·_· › Başlangıç: 04.03.2024
11.2K 884 12
[Tamamlandı] Sevgili Günlük..... No one / Hiç kimse ...
3.2K 510 9
Leelinos: 2 haftalığına 3 bebeğe bakabilir misiniz? Jisungha: Tabii ki, bebekleri gösterebilir misiniz? Leelinos'dan gelen görüntülü arama... Aramayı...