Ahu ile Cengiz

By Elyios

178K 13.1K 3.9K

Yazgı kartları karıştırır, biz de oynarız, diyordu Arthur Schopenhauer. Kartları ben dağıtmış, geri çekilmiş... More

0.1
0.2
0.3
0.4
0.5
0.6
0.7
0.8
0.9
1.0
1.1
1.2
1.3
1.4
1.5
1.6
1.7
1.8
1.9
2.0
2.1
2.2
2.3
2.4
2.5
2.6
2.8
2.9
3.0
3.1
3.2
3.3
3.4
3.5
3.6
Merhaba
3.7
3.8
3.9
4.0
4.1
4.2
4.3
4.4
4.5
4.6
4.7
4.8
4.9
5.0
5.1
5.2
5.3
5.4
5.5
5.6
5.7
5.8
Merhaba
5.9
6.0
6.1
6.2
6.3
6.4
6.5

2.7

2.4K 198 65
By Elyios

Cengiz Asoğlu

Boğaz manzarasına bakan bir pencerenin iç camını siliyordum.

İleride görülen deniz, tepede parlayan güneş ve ılık havayla bir ilkbahar günündeydim. Üstümde bol bir tişört, altımda siyah eşofmanım ile lekeli kalan yere elimdeki spreyden biraz daha sıkarak, bezi üstünde gezdirdim. "Misler gibi oldu," diye bağırdığımda, tıpkı benim gibi günlük ev kıyafetleri giyinmiş olan Ahu salonun kapısından girdi. "Senin değil benim övmem lazım, çekil de bakayım."

Eserimle gurur duyarak bir adım geriye çekildim. Ahu cama şöyle bir göz attı, kaşları hafifçe kalkmıştı ve dudakları da büzüşürken kafasını sallıyordu. "Öğreniyor gibisin, bravo." dediğinde heyecanlanarak "Gerçekten mi diyorsun?" diye sormuştum. Gülerek kafasını olumlu anlamda salladı ve elimdeki bezi alarak, yenisini verdi. "Diğer camlar da ellerinden öper o zaman."

"Sırf bana kitlemek için mi beğendin yani?"

Şaşırmış bir ifadeye bürünerek kendini işaret etti. "Ben hiç öyle şey yapar mıyım?" Kollarımı göğsümde birleştirdim ve "Bilmem, bana yaparsın gibi geldi. Biraz dolandırıcı havan var," dedim. Ahu ise "Aşk olsun," nidası ile beni kınadı. "İnsan hiç böyle söyler mi? Ya kalbim kırılırsa?"

"Onu tamir etmek konusunda cam silmekten daha başarılı olduğum kesin, dert etme."

"Hadi ya," dedi bu sefer de. O da kollarını göğsünde birleştirmiş ve meydan okur gibi "Benim bundan haberim var mı peki?" demişti. "Valla haberin var mı bilmem, tek bildiğim beni köle gibi çalıştırdığın. Manzaraya karşı bir şeyler içiyor olabilirdik, şimdi ise," Elimdeki camsili havaya püskürttüm. "Anca yanlışlıkla camsil yutarız."

"Hadi hadi, şikayet etmeyi kes. Akşam sana köfte yapacağım," dediğinde hemen tav olarak tam bir görev bilinciyle kafamı hevesle salladım. "Bitanesin," diyerek diğer cama yöneleceğim sırada bir adım atarak aramızdaki mesafeyi kapattı. "Bak, şikayet etmiyorken ne kadar iyi bir eşsin." Aramızdaki mesafe gittikçe kapanırken, gözlerimi kapattım.

Dudaklarını dudaklarımda hissetmem ile gözlerimi açmam bir olmuştu.

Gördüğüm manzara ise odamın tavanıydı. Aniden uyanmış olmanın şaşkınlığı ile oturur pozisyona geçtim. "Bu neydi böyle?" diye mırıldanırken kaşınan gözümü avucumun içiyle ovdum. "Ulan Timuçin, bunlar hep senin halt yemen."

Dolduruyordu aklımı böyle şeylerle, sonra ben uğraşıyordum bilinçaltımın oyunlarıyla.

Tekrar yatar pozisyona geçmiştim, gözlerimi de sımsıkı kapatmıştım ama tüm uykum kaçmış gibi bilincim bir türlü kaybolmuyordu. Oflayarak biraz da sağıma döndüm. Ne tarafa dönersem döneyim aklıma dolan başka bir düşünce ile derin bir nefes verdim. Sola dönüyordum, annem yengeme bağırıyordu. Sağa dönüyordum, dedem ile son konuşmam zihnime doluyordu. Dümdüz yatıyordum, bu sefer de gördüğüm rüya ne alakaydı ya düşüncesi aklıma geliveriyordu.

Yok, olmuyordu.

Kafamı zorla yastıktan kaldırarak söve söve odamdan çıktım. Yeterince zor bir gün olmamış gibi gecenin dördünde ayağa dikilmiştim bir de, resmen kendimle zorum vardı.

Ayrıca artık bu rüya meselesi de canımı sıkmaya başlıyordu.

"Gerizekalı," diyerek bu sefer de kendime sövdüğümde arkamdan gelen "Muhteşem bir tespit," lafıyla yerimden sıçradım.

"Ulan manyak, aklımı çıkardın." derken yaşlı dedeler gibi elimi de kalbimin üstüne koymuştum. Timuçin mutfak masasında, önünde bir su bardağı ile oturuyordu. "Ne yapıyorsun bu saatte?"

"Uyku tutmadı gülüm," dedi esnerken. "Sen ne yapıyorsun?"

"Uyandım öyle," diyerek neden uyandığım kısmını atlamıştım. Timuçin kaşlarını kaldırdı ve bardağı eline alarak yarım kalmış suyu bitirdi. "Allah Allah, neden uyandın?"

"Uyandım işte Timuçin kendi kendime, salak salak sorular sorma." Kaşları daha da yukarı kalktığında "E niye gözlerini kaçırıyorsun oğlum o zaman?" diye sormuştu. Bu çocuk da başıma iyice Cengiz doktoru kesilmişti, yakında profesörlüğe terfi ederse de şaşırmazdım. "Saçma sapan bir rüya gördüm." dedim yakamı bıraksın diye.

"Nasıl bir rüya?" Gecenin bir körü sorgu meleği tarafından uyanmış olmasına mı şaşırsam, mutfakta tek başıma oturuyor olmasına mı bilemeden "Boşver, gel balkona çıkalım," dedim. Geniş balkona adım attığımızda "Kapıyı kapat da sesimiz gitmesin," demişti. Kapıyı arkamızdan kapatarak hasır takımlardan tek kişilik olana oturdum.

Dakikalarca soğuk havayı soluduk, Timuçin'in olduğu tarafa bakmıyordum ama aklım ondaydı. O, benim hayatımdaki yegane dosttu. Onunla yarışabilecek biri bile olmamıştı, bizi bizden başka anlayan bile var olabilir miydi, ondan bile emin değildim. Sırf bunun için bile bendeki sonsuz kredisi ile bana istediği her şeyi söyleyebilirdi, hem de nasıl isterse o şekilde.

Ama ben düşünmek istemiyorken beynime bir şeyler sokmaya çalışması, sanırım ayarlarımı bozmuştu.

Ondan özür dilemem gerektiğini biliyordum. Ölen annesi onun için belki de en hassas konuyken, sanki acılarımızı yarıştırıyor gibi konuşmam en hafif tabiri ile şerefsizlik gibi duruyordu ve bunu yapmak isteyeceğim son insan bile olamazdı. Dedemin vefat haberi geldiğinden beri, sanki o da torunuymuş gibi sorgulamadan her an yanımda olmuştu. Arabaya binerken, geleyim mi bile dememişti. Köyde kalırken, taziyeye gelenleri ağırlarken, annemle kavga ederken. Hepsinde sanki ailemizin bir üyesiydi.

Timuçin benim için kardeşti, belki de ondan bile öteydi.

"Cengiz," dedi ben ondan nasıl özür dileyeceğimi düşünürken. Ona döndüğümde ise "Kusura bakma, bazen seni zorlayacak şeyler söylediğimi biliyorum. Hatta bam teline de basıyorum ama hepsi inan senin için, yine de kusura bakma." diyerek dizlerine koyduğu dirsekleri ile hafifçe öne eğildi. "Annen, öyle basit bir konu değil. Biliyorum."

Söylemek istediklerim önce onun ağzından döküldüğünden biraz mahcup hissederek "Önemli değil," dedim. Oturuşumu daha rahat bir hale getirirken aynı zamanda da cümleleri toparlamaya çalışıyordum. "Sen de kusura bakma, amacım bir şeyleri yarıştırmak değildi."

Acıları demekten bilerek kaçındığımda gülümsedi. "Biliyorum, sıkma canını." Duruşunu dikleştirerek "Hem az buz değil, üstüne baya gittim bu sefer." dediğinde kafamı olumlu anlamda salladım. Reddetmeyecektim, gerçekten de öyle yapmıştı. "Neden bu konuda bu kadar ısrarcısın Timuçin, anlamıyorum."

"Daha bu sabah bile eve kadar gelip tüm huzurunu kaçıran bir annen var," derken çekincesiz görünüyordu. "Onun yaptıkları yüzünden belki de mutlu olma imkanını kaçırabilecek olma ihtimalin beni sinir ediyor."

"Mutlu olma ihtimali?" Güldüm ve kafamı iki yana salladım. "Yok öyle bir ihtimal Timuçin, bu kadar umutlu olacak bir durum da yok ortada."

"Var," dedi net bir sesle. "Ya sen bana şunu söyle, Furkan bize gelip Ahu'dan hoşlanıyorum demedi. Ahu da geldi sana açıldı, ne olacaktı? Kızı red mi edecektin, dürüst ol."

Bir an duraksayarak kaşlarımı çattım. "Hiçbir şey olmayacaktı," derken aklım az önce gördüğüm rüyaya kayıyordu. "Yalancıyı sikmiyorlar diye de bu kadar rahat olunmaz Cengiz, dürüst ol diye boşuna mı diyoruz?"

"Timuçin," dedim uyarır bir sesle ama önceki tartışmamızdan çok uzak bir ses tonu kullanıyordum. "Varsayım üstüne konuşacaksan hiç girme bu konulara."

"Tamam, gerçekler üstünden konuşalım madem." Sesi hafifçe yükselmeye başlamıştı ve yavaş yavaş tartışma moduna giriyordu ama ben bu sefer epey kontrollüydüm. Bir öncekinde umursamadan en hassas camlarına, acımasızca koca bir taş atmıştım ama azar yiyen her çocuk gibi akıllanmıştım. "Bu kız senden hoşlanıyor, sadece belli etmekte zorlanıyor. Sen de odun kafalısın, ufak sinyalleri almak falan ne gezer?"

"Başladın gene," diyerek konudan kaçmaya çalıştığımda kafasını iki yana salladı. "Başlarım başlamam, sana mı soracağım? Gecenin dördünde balkonda Putin'i konuşacak değiliz ya?"

"İyi, bir şey demedik." Adam ol, dermiş gibi kafasını hafifçe sağa eğip devam etti. "Muhteşem bir çift olursunuz oğlum, kime sorsan aynısını der. Kız da senden hoşlanıyor, e sen de boş musun yani?" Cevap vereceğim sırada hızla devam etti. "Boş falan değilsin, e bir deneseniz ne olur? Sonunda ölüm mü var bu işin, baktın seni terk edip gitti, söz bir daha dişi kedi adı bile söylemem sana."

"Ben boşum da sen benden daha da boşsun, dişi kedi ne alaka lan?" dedim yüzümü buruşturarak. "Benim derdim keyfini kaçırmak, olmuş aşına tuz atmaya çalışmak falan değil." Duraksadı ve kendini takdir etmeyi ihmal etmedi. "Geçen duymuştum bu sözü, tam da yerine oturttum. Neyse, derdim bu değil. Ben sadece senin de bir ailenin olacağı günü görmek istiyorum, amca olmak istiyorum!"

"Oha," dediğimde kendine gelerek boğazını temizledi ve mahcup bir ifade ile "Tamam, bir an gaza gelip abarttım." diyerek geriye yaslandı. "Timuçin, Furkan'ın hoşlandığı kız hakkında konuşuyorsun devamlı. Bunu unutup durma kardeşim, oldu mu?"

"Olmadı," Asabice omuz silkmişti. "Furkan'a bu konuda güvenim yok demiştim, saygı falan da duymuyorum. Esin'le yaşadıklarını gördük, bu çocuğun aşkına inanıyor musun sen?"

"Aşığım diyor işte," dedim gözlerimi kaçırırken. Gerçek düşüncem neydi, onu bile bilmiyordum ve öğrenmek istemiyor gibi aklımı kurcalamasına izin vermemeye çalışıyordum. "Ne derse desin, Esin'e aşıktı sözde. Hatta ne diyordu, dönüp dolaşıp evleneceğim kişi Esin."

"Timuçin," derken sesim uyarır gibi çıkıyordu ama beni umursamadan devam etti. "Ne yani, Ahu o arada gönül eğlendirdiği, sonra gidip Esin'le evlenerek ortada bıraktığı kız mı olsun?"

"Doğru düzgün konuş."

İçgüdüsel tepkim ile Timuçin kaşlarını kaldırdı ve sırıtmaya başlarken "Konuşayım tabi," dedi. İmalı sesiyle rahatsız olarak omuzlarımı dikleştirdim. "Yani, Furkan'ın içini bilemeyiz." diye açıklama yapmaya giriştiğim sırada kafasını salladı. "Tabi Cengiz'ciğim, Ahu ortada bırakıldı falan demem hiç rahatsız etmemiştir seni. Furkan'ın duyguları hakkında doğru düzgün konuşmam gerekir, ben anladım. Rahat ol sen."

İkili hasır sandalyenin benim tarafımda duran yastığını tuttuğum gibi kafasına geçirdim. "Dalga geçme lan benimle," diye uyardığımda sessizce güldü. "Hak ediyorsun bazen," demekten de geri kalmamıştı.

"Benden ne bekliyorsun Timuçin, anlamıyorum. Bu kadar üstüme gelerek nereye varacaksın?" Soruma karşılık bir süre sustu ve derin bir iç çekti. "Aslında Furkan olayı olmasa, kendi kendinize yol kat edersiniz diye rahattım ama şimdi Furkan konusu var. Aslında umursama derim ama seni de biliyorum," dedi bana kınar bir bakış atarak. "Arkadaşımın aşkı triplerine girersin, haksız da değilsin şimdi. Kime nasıl anlatılır bu durum, ne deriz hep soru işareti. Sonuçta Furkan önce söylemiş oldu, kimse de benim gibi fark etmemiştir durumu önceden. Çıkmaz sokağa girdiniz resmen, ne olacak böyle bilmiyorum."

"Üzüm üzüme baka baka diye boşuna demiyorlar, Eslem'e benzedin gittikçe. Kurdukça kuruyorsun, valla bravo."

"Ne kuruyormuşum?" diye sorduğunda asabi tavrına karşılık sakinlikle cevap verdim. "Furkan'dan rahatsız olan tepki koyabilir Timuçin, hayat düşündüğünden çok daha basit bir yer. Daha önce de söylemiştim, herkes halinden memnun bence. Suyu bulandırıyorsun."

"Ya kız ne yapsın, arkadaşı işte. İdare etmek zorunda."

"O arkadaşı diye idare ediyor da ben neyim, niye beni idare edemiyor?" diye bir anda çıkıştığımda ne söylediğimi fark ederek içimden siktir çektim. Timuçin şimdi neden böyle dedin diye beynimi sikecekti.

Aferin Cengiz, ver böyle kozları. Asla kapanmasın bu konu.

"Ne demek istiyorsun?" diye sorduğunda "Boş ver," diyerek geçiştirmeye çalıştım. "Aynen, boş verirdim kesin. Canımı sıkma da anlat, evindeyiz diye seni sokağa atamam sanma."

"Sokağa atıp arabanın anahtarını mı verirsin?" Alaylı soruma zoraki bir şekilde güldü. "Çok beklersin, o bir kere olur gülüm. Bir sonrakine sokak köpeği gibi titreyerek kaldırımda uyursun."

"Kinci pezevenk," diye küfrettiğimde az önce attığım yastığı iade etmişti. Haklı olduğunu bildiğim için kafama gelen yastığı almış ve eski yerine koyarak arkama yaslanmıştım. "Ne demek istedim?" Kendi kendime sorduğum soruyu cevaplamak için derin bir nefes aldım. "Ne bileyim Timuçin, ben de arkadaşıyım ama hiç idare eder bir hali yok. Anketin ortasında size katlanamıyorum deyip, çekip giden biri Furkan'a istese gayet postayı koyar. Bir bana çalışıyor herhalde bu reddetme mekanizması."

"Size katlanamıyorum mu dedi? Ahu mu dedi bunu?" Kafamı olumlu anlamda salladım. "Ondan önce de beni bir saat bekletmekten hiç gocunmamıştı. Yani anlayacağın, Ahu senin sandığın o hayır diyemeyen insandan baya uzak."

"Nasıl ya? Neden sana katlanamasın ki?" Bilmem, der gibi omuz silktim. "Ne bileyim, Porsuk civarı bize verilmişti. Hilal, ben ve o soruları soruyorduk. Bir anda bir telefon geldi ve ne olduğunu sorarken pat," dedikten sonra dikleştim ve göz temasımızı kesmeden devam ettim. "Size katlanamıyorum deyip gitti."

"Hilal ne alaka, siz Odunpazarı'na beraber gitmediniz mi?" diye sorduğunda "Beraber gittik, Porsuk kısmı daha kalabalık olduğu için oraya üç kişi görevlendirdiler." demiştim.

"Bu Hilal, bir ara karşılaştığımız kızıl saçlı kız mı?" derken gözlerini kısmış, dikkatle bana bakıyordu. Kafamı onu onaylamak adına salladım ve Timuçin kocaman olan gözleriyle "Oha, seni kıskanmış!" diye bağırmıştı.

"Saat beş!" diye sinirle konuştuğumda heyecanla kalktığı koltuğa geri oturdu ve "Pardon," diyerek içeri doğru bakmaya çalıştı. Hareketlilik olmayınca bana dönerek "Hilal biraz yılışık bir tipe benziyordu, kesin sana yürümesini kıskandı! Kızı da tanımıyorsa bir sana yapıyor sanmıştır, seyir eyle cümbüşü." dedi.

"Tanıyordu gayet," derken söylediği cümle ihtimallerin arasına girdiğinden, zihnim benden bağımsız bu ihtimali değerlendirmeye başlamıştı. Beni Hilal'den kıskanıp, size katlanamıyorum deyip çekip gitmiş olabilir miydi?

"Çok saçma," dedim hem kendimi cevaplayıp, hem de Timuçin'e dönüp. "Niye bana posta koysun öyle olsa?"

"Niye koymasın, yüz verdin sanmıştır?"

"Vermedim," diyerek net bir sesle konuştuktan sonra devam ettim. "Kıskanmış gibi değil de, sanki o an benden kurtulmaya çalışıyor gibiydi." Timuçin kafasını iki yana salladı. "Safsın sen, saf. Kız alnına kıskanıyorum yazsa göremezsin, o kadar körsün. Kıskanmış ve karşısında flörtleşmenize dayanamamış belli ki."

"Kimseyle flörtleşmedim Timuçin," dedim bastıra bastıra. "Öyle olsa bile neden telefonla konuştuktan sonra bir anda tersleşsin, bence telefonda hoşuna gitmeyen bir haber aldı."

"Sanmam, öyle olsa kötü bir haber aldım derdi sana. Sonuçta babasının hastalığını bile anında söylemişti," dediğinde kaşlarım çatıldı. "Bana darılmış da olabilir Timuçin, benim aklımı en çok bu kurcalıyor," Derin bir nefes alarak kendi eşekliğimi anlatmaya hazırlandım. "Onun keyfi kaçınca hadsiz birkaç espri yaptım, kötü bir şey olabileceğini tahmin edemedim."

"Bence gayet açık," dedi Timuçin tüm bilgiçliği ile. "Kıskanmış, sen de kendini bana alındı mı falan diye kandırmaya çalışıyorsun."

"Yemin ederim senin kadar sabit fikirli biri daha görmedim," diyerek onu kınadım. "Kızı kırmış olabilirim diyorum, zerre sikinde değil. İlla da kendi dediğin."

"Doğru söylüyorum çünkü," dediğinde ayağa kalktım. "Aynen kardeşim, sen hep doğru söylüyorsun. Hadi şimdi de doğruca yatağına, baydı sohbetin beni. Uykumu getirdin."

"Yazıklar olsun be," nidalarıyla ayağa kalktı ve beni beklemeden balkon kapısını açarak dışarı çıktı. "Biz mutluluğun diye elimizden geleni yapalım, beyimiz uykumu getirdin desin. Ne güzel İzmir be!"

Söylediğine istemsizce güldüğümde "İnsanları uyandıracağız, sus." diye uyarı geçmiştim. Aşağıya beraber indiğimizde, Timuçin hol gibi olan alandaki rahat koltuğa kendini attı. "İyi geceler gülüm, rüyanda beni-" Sinsi bir sırıtışla düzelterek devam etti. "Malum kişiyi gör."

Boş bulunup "Gördüm zaten," dediğim anda fark ederek hemen "Sen benim tüm kabuslarımdasın yavrum," diye çevirdim. Timuçin de yine babaanne moduyla bana yazıklar olsun çekerken odamın kapısını açmış "İyi geceler," diye seslenmiş ve cevabını beklemeden kapatıp yatağıma yatmıştım.

Bu çocuk gerçekten bir şeytan gibi vesveseleri insanın içine koyup, çekilip gidiyordu. Tavanı seyrederken çorba olmuş aklıma ve Timuçin'e küfürler ederek gözlerimi kapattım. Çünkü uyumasam düşüneceğim bir ton şey varmış gibiydi ve erkekliğin yüzde doksanı kaçmaktı.

Ben de tüm düşüncelerden kaçtım.

...

"Fıstık gibi ya, hayırlı olsun valla." Timuçin, Kerem abimin yeni aldığı Audi'nin çevresini turlayıp esaslı bir ıslık çaldı. "Kazasız belasız," diye söylenip yanımızda durduğunda abim güldü. "Daha iyisi size artık."

"Bir Range yakışır Cengiz'imle bana. Birimizinki gri, diğeri siyah. Beraber giriyoruz bir ortama, off." Boş hayaline gülerek kapıyı açtım. "Bin hadi, hayalin bile vizyonsuz." Çok biliyorsun der gibi "Hıı," sesi çıkarıp koltuğa oturduğunda kapıyı kapattım.

"Özge seni mutlaka akşam yemeğine bekliyor bu arada," dediğimde yengemin davetine icabet etme isteği ile "Olur, ayarlarız bir akşam. Şu işleri halledelim de," demiştim. Omzuma bir iki kere vurduğunda şoför koltuğuna yöneldi, ben de arabanın önünü dolanarak yan koltuğa çöreklenmiştim.

"Eslem aramış kaç kere," diyen Timuçin'e bakmak için arkamı döndüğümde, abim de arabayı çalıştırmıştı. "Hiç huyun değildir, nasıl fark etmedin?"

"Kafa mı kaldı oğlum?" Bana laf yetiştirdikten sonra telefonu kulağına götürdü bir süre bekledikten sonra "Hayatım?" diye seslendi. "Kusura bakma, Selma teyzelerle oturuyorduk. Ayıp olmasın diye sessize almıştım."

Bir süre karşı tarafı dinledi, daha sonra dikiz aynasından gördüğüm kadarıyla arkasına yaslandı. "İyiler iyiler, merak etme. İlettim zaten baş sağlığı dilediğini, Selma teyze seni özlemiş. Mutlaka bekliyorum yakın zamanda dedi," Kafasını salladığını gördüm, yine kısa bir an sustu ve sonra devam etti. "Tamam tamam, söylerim. Dikkat et kendine, görüşürüz."

Kısa telefon konuşması bittiğinde "Yırtmış gibi duruyorsun?" diyen Kerem abim benim rolümü alarak ona takıldı. "O nasıl söz abi? Eslem nerede olduğumu biliyor, öyle şeylerin lafını yapmaz."

"Ya, tabi. Eskişehir'de olsak şimdiye Eslem'e açıklama yapacak bir şeyi olsun diye balkondan kendini atıp ayağını kırmıştı."

"Hakkını yeme sevgilimin, hiç yoktur öyle huyları." diyerek beni yalancı çıkaran Timuçin'e güldüm. "Şaka yapıyoruz oğlum, ben zaten senden çok Eslemciyim."

"Aferin gülüm, kırk tane ablası yok gibi sen de ondan taraf ol. Aferin." Beni yapmacık bir ifade ile alkışladığında abim "Valla aklın varsa tak hemen nişanı koçum, bir daha böyle kızı zor bulursun. Arkadaşımdayım diyorsun laf etmeden kapatıyor, helal olsun."

"Özge abla yapmıyor sanki," dedim savunma ihtiyacı ile. "Yapıyor tabi ki, ondan taktım hemen yüzüğü." Sağ elindeki altın halkayı görelim diye direksiyondan kaldırıp parmaklarını hareket ettirdi. "Kaptırır mıyım böyle kızı?" demeyi de ihmal etmemişti.

"21.yüzyıl Romeo'suna bak sen." diyerek alay ettiğimde Timuçin ciddiyetle cevap verdi. "Dibine kadar haklısın abi de, nişan falan diyince Eslem'e bir haller oluyor. Evlilik diyorsun, bakıyorsun Eslem evde yok."

"Seninle evlilik kolay mı Timuçin, kız bu fikre alışmaya çalışıyor işte."

Koluma geçirdiğinde "Lan doğru düzgün dur, adama kaza yaptıracaksın," diye drama kraliçesi edasıyla söylendim. "Ne yap ne et mezun olmadan tak yüzüğü. Sonra aileler anlamsız birilerini bulup getiriyor, Allah korusun."

"Ya gazlama abi şunu, Özge abla da Eslem de öyle kızlar mı? Salak salak paranoya yapmayın," diyerek uyardığımda Timuçin cık cıkladı. "Öyle deme Cengiz, paranoya değil bu. Maşallahı var kızların, e maşallah diyeni de çok olur."

"Ya sabır, ayrılmak isteyen kıçınıza tekmeyi evliyken de basar." Abim bana yandan, kınayan bir bakış atarak muhabbete tekrar dahil oldu. "Basar basar da, sen o yüzüğü takma, o zaman içten içe sana kinlenir. Parmağında o yüzüğü görecek ki ilk fırsatta girdi ciddiyet yoluna diyecek, gönüllerine girdik ama kalıcı olmak böyle böyle oluyor."

"Böyle şeyleri kızlar konuşmaz mı ya? Siz nasıl versiyonlarsınız anlamıyorum ki?" Sorduktan sonra kendi cevabımı kendim verdim. "Gerçi Özge abla ve Eslem'i düşününce, sizinle evlenmeleri bile mucize gibi geliyor."

"Öyle zaten," diye kabullendiklerinde istemsizce güldüm. "Yüzüğü taktık, olay bitti mi? Bitmedi. Şimdi de imaj çalışması yapıyoruz."

"İmaj çalışması mı?" diyerek ilgiyle sorusunu soran Timuçin'e, kafasını sallayarak cevap verdi. "Özge hanım uzun saçlı erkekleri beğeniyormuş, uzatıyoruz işte. Anneannemin yanına nasıl gideceğim bağladığım saçlarımla hiç bilmiyorum."

"Gavur tohumu diyip seni atıverir valla evden," dediğimde trajik bir ifade ile güldü. "Yengenin umurunda mı peki? Asla." Kısa bir süre düşünerek, hak vermiş gibi devam etti. "Gerçi şimdiki moda böyle, senin de şöyle bi saçların uzasa, kulağına bir iki küpe. Bandana, dövme falan ile efsane olmaz mısın Cengiz'im?"

Bu kasadan bizim arkadaş grubunda bir tane vardı, ikincisine pek de gerek var gibi gelmiyordu. "Yok yok," dedi Timuçin ciddiyetle. "Böyle yeterince yakışıklı, ateş ediyor kardeşim benim."

"Öyle tabi, gerçi küpe falan bizi bozar. Özge'ye de anlatamıyorum bir türlü," diye iç çektiğinde güldüm. "İşiniz zor beyler, küpeyle ne Mustafa Asoğlu ne de Çetin Karalar sizi eve sokar. Benden demesi."

"Ağzını hayra aç Cengiz, Eslem daha beğenmiyor öyle şeyleri." diyerek kulağını çekip, benim kafama vuran Timuçin'e "Elin kolun bi rahat dursun," diye çıkıştım. "Özge'yi de ikna edeceğim bir şekilde, yoksa uzun saçla birlikte küpe babamın yüreğine indiriverir de hiçbirimiz engel olamayız."

Görünen adliyenin sokağına girdiğinde "Geleyim mi sizle?" diye sormuştu. Timuçin kafasını iki yana sallarken "Yok abi, hallederiz Cengiz ile. Bir hukuk adamı var yanımızda, aklın kalmasın."

Abim arabayı durdurduğunda "Zevzek," diyerek Timuçin'e laf soktuktan sonra devam ettim. "Haberleşiriz yine." Aldığım onaydan sonra Timuçin ile birlikte arabadan inmiştik, abim el sallayarak arabayı ilerlettiğinde gevşek arkadaşıma döndüm. "Şu işi halledelim bir an önce, hadi."

Ben önde, o arkada adliyenin kapısına ilerlemiştik. Kemer dahil her şeyin çıkarıldığını bildiğimden takmamıştım, Timuçin'i de uyarmıştım ama olur mu öyle şey dediği için girişte içinden küfür ettiğine emin olduğum bir halde kemerini çıkarmış, makineden geçmiş ve söylene söylene beni önüne dikmişti.

"Dur da önümde takayım şunu, rezillik ya," Tokayı geçirirken devam etti. "Abi kemeri bile çıkarmak ne demek ya, insan haklarına aykırı değil mi bu?"

"Aykırı tabi ki yavrum. Bir yaşama hakkı, bir vücut bütünlüğünün dokunulmazlığı hakkı bir de kemer takma hakkı. Nedir ki insan hakkı dediğin?"

"Dalga geçme şerefsiz," diyerek üstünü tamamen düzeltti. "Hadi yürü," komutuyla birlikte Sulh Hukuk mahkemeleri yazan tarafa yöneldim. Almamız gereken belge için yengemle amcamı buraya kadar yormak mantıksız olacağı için iki işsiz gelmiştik.

İki avel, zorlukla kalemi bulup istediğimiz belgeyi alana kadar neredeyse bir saat geçmişti.

"Çıkışı unuttum lan, o kadar dolandık ki." Timuçin'e salak mısın, şurası işte demeyi çok isterdim ama adliye adliye değil, labirentti anasını satayım. "Şu taraftan sanırım," dedim başımın arkasına koyduğum elimi hareket ettirirken. "Değilse bile buluruz herhalde çıkışı, en azından onun tabelasını koymuşlardır."

Gösterdiğim yöne yürüdük, mahkemelerin önünde bekleyen insanlar gürültülü bir kalabalık oluşturuyordu. Biraz daha ilerlediğimizde bir yol ayrımına gelmiştik. Sağa doğru uzanan koridor da tanıdık değildi, sola doğru uzanan da.

Ama başka bir şey tanıdıktı.

"Orada bekleyen Ahu mu yoksa ben sizi yakıştıra yakıştıra keçileri mi kaçırdım?"

"O," dedim sadece. Ayaklarım istemsizce o tarafa dönmüştü, adımlarımız boş koridorda duvara yaslı kıza yaklaşırken kafasını kaldırdı.

Gerçekten de Ahu'ydu.

Solmuş yüzünü kapatan saçlarını kulağının arkasına itti, ellerinin titrediğini buradan bile görüyordum. Birkaç adım daha yaklaştık, normalden daha da beyaz görünen teni hafifçe sararmış, dudakları soğukta kalmışçasına rengini kaybetmişti.

"Ahu?" dedi Timuçin emin olmak ister gibi. Sonunda bakışları bize döndü, en son onu Eskişehir'de gördüğümde, size katlanamıyorum diyerek çekip giden kızdan çok daha farklı görünüyordu. Omuzları düşmüş, giydiği spor kıyafetlerin içinde üşüyor gibi huzursuz bir ifade yüzünü sarmıştı.

Alt dudağı hafifçe titrerken ilk Timuçin'e, daha sonra da bana baktı. Göz göze geldiğimiz anda, tamam, diye düşündüm. Tüm cansızlığına rağmen gözleri hala kendine has rengiyle parlıyordu, içim istemsizce bir nebze rahatlamıştı.

Ona sarılmak istiyordum, bir an babasının kalp krizi haberini aldığım an aklıma geldi. O zamandan çok daha güçlü bir hisle, kollarım neredeyse onu sarıp, her ne haldeyse düzeltmek için karıncalanıyordu.

"Cengiz," dediğini duymam ve boynuma sarılan kolları arasında saniyeler vardı. Kolum bunu bekliyor gibi belini sardığında, ilk defa gerçekten bana ihtiyacı olduğunu hissetmiştim.

Bana veya herhangi birine, bilmiyordum. Sadece bana sarıldığı için şu an için herhangi biri değil, bendim.

...

Oy vermeyi unutmayınnn ♥️♥️

Continue Reading

You'll Also Like

545K 23K 22
Kardeşi Mert için gittiği bir barda seçtiği bir adamdan hamile kalmayı planlayan Duru'nun tek amacı doğacak olan bebeğinin kardeşine nefes olmasıdır...
39.2K 853 18
Bakışları geceliğin açıkta bıraktığı tenimde dolanırken ona yaklaştım boynuna doladığım kollarımla ona daha çok çekilip "Özledin mi beni?" diye fısıl...
6.4M 206K 103
Karan Haznedaroğlu. 27 yıldır her istediğini elde eden, sadece adıyla bile bütün kapıları açabilecek bir adam. Şimdi her şeyden çok istediği bir şey...
678K 45.4K 35
17 Yıl sonra gerçekleri öğrenen Bade, yıllardır onu arayan abilerine giderse. Azıcık dram. Bolca eğlence. Bolca aksiyon. Bir tutam da kaos. Daha...