SARMAŞIK İZLERİ (TAMAMLANDI)

By __Zemheri_

20.5K 1.4K 1.4K

"Nasıl başarıyorsunuz ?" Dedi genç adam hayranlık barındıran gözlerle. Genç kadın kaşlarını hafifçe çatarak s... More

1) Sarmaşık İzleri ⚖️
2) Sarmaşık İzleri ⚖️
3) Sarmaşık İzleri ⚖️
4) Sarmaşık İzleri ⚖️
5) Sarmaşık İzleri ⚖️
6) Sarmaşık İzleri ⚖️
7) Sarmaşık İzleri ⚖️
8) Sarmaşık İzleri ⚖️
9) Sarmaşık İzleri ⚖️
10) Sarmaşık İzleri ⚖️
11) Sarmaşık İzleri ⚖️
12) Sarmaşık İzleri ⚖️
13) Sarmaşık İzleri ⚖️
14) Sarmaşık İzleri ⚖️
15) Sarmaşık İzleri ⚖️
16) Sarmaşık İzleri ⚖️
17) Sarmaşık İzleri ⚖️
18) Sarmaşık İzleri ⚖️
19) Sarmaşık İzleri ⚖️
21) Sarmaşık İzleri ⚖️
22) Sarmaşık İzleri ⚖️
23) Sarmaşık İzleri ⚖️
24) Sarmaşık İzleri ⚖️
25) Sarmaşık İzleri ⚖️
26) Sarmaşık İzleri ⚖️
27) Sarmaşık İzleri ⚖️
28) Sarmaşık İzleri ⚖️
29) Sarmaşık İzleri ⚖️
30) Sarmaşık İzleri ⚖️ (Final 1. Kısım)
30) Sarmaşık İzleri ⚖️ (Final 2. Kısım)
Veda...
Özel Bölüm: Kızılbörü ⚖️

20) Sarmaşık İzleri ⚖️

414 47 14
By __Zemheri_

Keyifli okumalar diliyor ve diğer kitabım olan Zemheriyi yazmaya kaçıyorum ♡‿♡

••••••••••

Hayat bir uyku halidir, kimi zaman bulutların üzerinde dolaştırır kimi zaman da en korkulu kabuslarının arasında savaştırır insanı. Gerçekle arasındaki en büyük benzerlikse ikisi de zihninle oynar !

Martı seslerine karışan, rüzgârın kuklası gibi bir ileri bir geri hareket eden dalga seslerini işitirken gözlerini bir ışığın zorladığını, teninin ısısının onu bunalttığını hissederek gözlerini huysuz bir tavırla araladı. İlk gördüğü kum taneleri olurken kaşları merakla çatıldı. Üzerinde ince bir örtü varken, başının altına da bir yastık konulmuştu. Yere serilmiş ince bir örtünün üzerinde uzanıyordu. Daha başını kaldırıp nerde olduğuna bakamadan kulaklarının aşina olduğu ama yıllar içinde pas tutan o sesi duydu.

"Uyan artık uykucu, akşam uyuyamayacaksın."

Kalbi duyduğu ses karşısında ritmini şaşırırken, hızla doğrulmaya çalıştı ama vücudu bir külçeymişçesine hareketlerini kısıtlıyordu.

"Dikkat et !"

Omzuna değen sıcacık ellerden saniyeler sonra kalbinin hızlı ritmini durduran adamı gördü karşısında. Kahverengi, kulak memesine kadar uzanan hafif dalgalı saçlarıyla, bir bebek kadar pürüzsüz yüzüne kondurduğu endişeli ifadeyle gerçekten Mehmet Rauf'tu karşısındaki. Bir şeyler söylüyordu ama Elif Görkem'in kulakları bunu işitmiyor, sadece yüzüne bakıyordu. Belki de ilk defa kontrolsüz bir harekette bulundu ve hiçbir şeyi düşünmeden Mehmet Rauf'un boynuna sardı kollarını.

"Yine kabus mu gördün ?"

Genç kadın daha duyduğunu anlamlandırmadan gür saçlarının okşanışını hissedince ikinci bir şok yaşadı.

"Saçım" dedi şaşkınca. "Açık" dedi ellerini genç adamın boynundan ayırarak.

Neler oluyordu, neredeydi, ne yaşamıştı ? Sorularının cevabını ivedi alması ruh sağlığı için önem arz ediyordu.

Mehmet Rauf, "Endişelenme, burada kimse yok" dediğinde hâlâ Elif Görkem'in garip bakışları üzerindeydi.

Elif Görkem ise "Gerçeksin" dedi şaşkınlıkla.

Olanlar karşısında ruhunun dayanamayıp zihninin kontrolünü kaybettiğini düşündü bir an. Zira gördüklerine ve olanlara bir anlam veremiyordu. Aradığı hiçbir sorunun zihninde bir cevabı yoktu. Düşünüp olanlara bir anlam vermeye çalışıyordu ama zihnini zorlamaya çalıştığı an yoğun bir baş ağrısı duyuyordu.

Mehmet Rauf, gülümseyerek elini karnının üzerine koydu ve "Kızıl pandam, anne kâbus görmüş olmalı, sen sakın korkma baban yanınızda" dedi Elif Görkem'in gözlerinin içine bakarak.

Kızıl panda ?

Anne !

Baba !

Kesinlikle delirmişti ama hangisi ?!

Mehmet Rauf'un iri elleri şişkin karnını okşadığında, Elif Görkem artık delirdiğine emin olmaya başlarken, kendini geriye doğru çekmeye çalıştı ama iri karnı ona pek de yardımcı olmuyordu.

"Neler oluyor ?" Nadir anlarda sesi titrerdi, şimdi de olduğu gibi. Yüksek sesinde yoğun bir korku hakimdi.

Mehmet Rauf, "Sakin ol" dedi kollarından tutup. "İkindi vakti gün batımını izleyeceğim diye dışarı çıktın, uyuya kalmışsın. Unutkanlığın geçirdiğin kazadan dolayı normal bir durum. Ama şu an böyle yaparak bebeğimizi de korkutuyorsun, lütfen biraz sakin olmaya çalış Görkem !"

Hâlâ bebeğimiz diyordu !

"Ne bebeğinden bahsediyorsun ? Ne kazası ? Aklımı kaçıracağım şimdi !"

Mehmet Rauf'un gözlerinin içine bakarken başını aşağı eğmeye göreceklerinden ötürü korkuyordu.

"Görkem, biraz sakin ol lütfen ! Yakın zamanda küçük bir kaza geçirdin ve bu sende strese bağlı unutkanlık yarattı. Yakın zamanda olan bazı şeyleri unutuyorsun. Sen hamilesin ! Bizim bir bebeğimiz olacak. Geçirdiğin kazadan sonra doğuma kadar stresten uzak durman için yurt dışında bir sahil evi kiraladık, tatil yapıyoruz. Birkaç saate her şeyi hatırlayacaksın. Şimdi sadece biraz sakin ol, güzelim" dedi hem hüzünle hem de gözlerindeki şefkatle.

Mehmet Rauf, böyle espriler yapmazdı. Gözlerinde gördüğü gerçeklik ise onu çırpındığı kuyuda adeta boğuyordu.

"Sen... Sen ölmedin" dedi genç kadın duygu karmaşası içinde gözleri dolarken.

Bir yandan olanları anlamaya, bir yandan da ruhunu ele geçiren özlemi dindirmeye çalışıyordu.

"Kâbus görmüş olmalısın. Ama lütfen biraz sakin olmaya çalış, karnın çok sertleşti. Onu da korkutuyorsun" dediğinde Elif Görkemin eli de istemsiz karnına gitti. Şişkin karnına dokunan elleri silah tutarken bile titrememişken şimdi masum bir cana dokunacağı için titriyordu.

Mehmet Rauf ölmemişti.

Evlenmişlerdi.

Bebek bekliyorlardı !

"Şu an bir şeyleri anlamakta güçlük çekiyorum" dedi Elif Görkem. Kendini hiç bu kadar ne yapacağını bilmez halde hissetmemişti.

"Biliyorum. Kabullenmek, bir şeylere anlam vermek senin için çok zor. Ama kısa bir süre sonra hafızan yerine gelecektir. Doğuma çok az kaldı, sabah doktorun hamilelikte son günlerin demesi seni strese sokmuş, bu da hafıza kaybını tetiklemiş olmalı" dedi Mehmet Rauf.

Her şey o kadar inanması zor ama bir o kadar da gerçek duruyordu ki, zihni bir labirent oyununun içinde kalmış gibi çıkışın sonundaki gerçeği bulamıyordu.

Mehmet Rauf, "Hadi gel" dedi ellerini tutup yavaşça ayaklanırken. "Yemeği hazırladım, kızıl panda da acıkmıştır."

Elif Görkem, sessizliği seçip Mehmet Rauf'tan destek alarak kalktı ayağa. Her şey gerçek gibiydi. Elini tutan eli, çıplak ayaklarıyla bastığı kum, batmak üzere olan güneş. Her şey gerçeğim diyordu adeta. Peki bunca zaman yaşadıkları ? Kötü bir kâbus olamayacak kadar gerçekçiydi. En uzun rüyaların bir saat sürdüğünü okumuştu bir yerde. Ama normal saatin ilerleyişiyle rüyadaki saat kavramı aynı mıydı bilmiyordu. Olabilir miydi gerçekten ? Bu ihtimali düşünmekten geri duramıyordu ama bir yanı da bunların rüya olmasından da çok korkuyordu.

Birkaç saat demişti. Rüya ya da gerçek sadece Mehmet Rauf ile biraz daha vakit geçirmeyi seçti. Anı yaşamaktan tarafa kullandı bu defa hakkını. Başını sevdiği adamın omzuna yasladı ve o güzel temiz kokusunu soludu. Hiç değişmeyen bu kokuya bile o kadar hasretti ki saatlerde sadece kokusunu solumaya bile razıydı.

İlerdeki küçük ahşap eve ilerlerken, "Saçların uzamış" dedi. Mehmet Rauf genelde dalgalı saçlarını kısa kestirirdi.

"Evet. Hazır izindeyken sen seviyorsun diye uzattım biraz."

Evet, seviyordu Elif Görkem. Mehmet Rauf'un lise dönemlerinden kalma bir fotoğrafında görmüştü ilk defa uzun saçlı halini. Hayran kalmıştı o zaman ki tarzına. Tabii kısa saç da ayrı bir yakışıyordu genç adama.

Evlerine geldiklerinde yavaşça merdivenlerden çıktılar ve aralık duran kapıyı sonuna kadar açtılar. Küçük bir evdi. 1 + 1 olmalıydı ama çok tatlıydı. Birkaç tane olan mobilyalar da kahve tonlarındaydı. Küçük ahşap masa ise özenle hazırlanmıştı. Masanın başında durduklarında Mehmet Rauf gülümseyerek sandalyeyi çekmiş, Elif Görkem oturunca da yavaşça itmişti. Gitmeden önce de saçından kokulu bir öpücük almayı ihmal etmemişti.

Hülyalı bir sesle "Gül bahçem" demişti kendi yerine geçerken. Yerine oturunca ilk olarak çorbaları servis etmişti. İlk fasıl sessiz geçerken sıra pilavlara geldiğinde Mehmet Rauf yine büyük bir özenle tabağına pilav doldurup koymuştu önüne.

"Senin sevdiğin gibi yaptım, umarım tadını da beğenirsin. Eldeki malzemelerle anca bu kadar oldu" dedi gülümseyerek.

Garnitürlü pilav yapmıştı. Çünkü Elif Görkem en çok böyle severdi pilavı.

"Ellerine sağlık. Keşke uyandırsaydın beni, yardım ederdim sana" dedi susmamak adına. Sürekli konuşmak, onu izlemek istiyordu.

"Hamileliğinin son günleri, zaten yeterince büyük bir sorumluluğu tek başına taşıyorsun, ayakların şişiyor, fazlasıyla yoruluyorsun. Kıyamadım sana, ben hallettim" dedi gözlerindeki bin bir güzel duyguyla.

Elif Görkem'in gözleri doldu. Bu gerçekti. Yüzünde gözyaşlarının sıcaklığını hissediyordu. Zaten hayalleri bu kadar güzel olamazdı.

Mehmet Rauf, "Hamilelik seni son zamanlarda fazla duygusal biri yaptı" derken gözyaşlarını sildi. "Akıtma lütfen inci tanelerini. Görüp de bir şey yapamayınca canım yanıyor."

Elif Görkem daha çok ağladı, Mehmet Rauf ise sabırla sildi gözyaşlarını. Birkaç dakikanın sonunda Elif Görkem sakinleşmiş ve yemeklerine devam etmişlerdi. Yemeklerini yedikten sonraysa sofrayı beraber toplamışlardı. Elif Görkem gözlerini Mehmet Rauf'tan alamıyordu. Öyle bir özlem duyuyordu ki hangi kelime tercüman olurdu hislerine bilemiyordu.

Gözlerini dikip bu sefer o hülyalı bir tavırla daldığında Mehmet Rauf da duraksayıp Elif Görkeme bakmıştı.

"Şöyle güzel bakıyorsun ya, biri çekip vursa sesim çıkmaz vallahi" dediğinde Elif Görkem'in eli ayağı titredi.

"Sakın" dedi yüksek sesiyle. "Sakın bir daha böyle konuşma !"

Kalbi o anı tekrar tekrar yaşıyormuş gibi tekledi.

"Tamam, güzelim konuşmam" dedi ellerini yüzünün iki yanına koyup yavaşça okşarken. "Benim seni ve evladımızı bırakmaya hiç niyetim yok."

"Bizi hiç bırakma" dedi Elif Görkem de yüzündeki iri ellerin üzerine ellerini koyarken.

"Hadi, gel abdestimizi alalım, küçük cemaatimizi kuralım" dediğinde başını yavaşça salladı Elif Görkem.

Banyoya girdiklerinde Mehmet Rauf'un yardımıyla abdestini almıştı. Zira kocaman karnı onun hareketlerini fazlasıyla kısıtlıyordu. Ardından Mehmet Rauf da almıştı abdestini. Sonra Mehmet Rauf seccadelerini serdi, bir başörtüsü getirip Elif Görkem'in saçlarını önce öpüp sonra örttü. Daha sonra beraber küçük cemaatlerini kurdular. Tıpkı Elif Görkem'in küçükken hayal ettiği gibi...

Namazlarını kılıp koltuğa geçtiklerinde Elif Görkem başını Mehmet Rauf'un göğsüne yaslamış, uzanıyordu kanepede.

"Düğün fotoğraflarımızı gösterir misin ?"

Unuttuğu her şeyi hatırlamak istiyordu.

"Dur bakalım" dedi ve telefonunu çıkarıp "Ailem" yazılı bir dosyayı açtı. Burada bir sürü fotoğraf vardı.

Nişanlılık fotoğraflarında gözüne bir şey çarptı. Mehmet Rauf'un tek kolunda kolluk vardı.

"Burada ne olmuştu koluna" dedi Elif Görkem. Telefonu tutan eli titriyordu.

"Vurulmuştum. Vurulduğum zaman sana evlenme teklifi etmiştim, sen de kabul etmiştin. Uyanır uyanmaz da iyileşmeyi bile beklemeden nişanlanmıştık. Sen çok kızmıştın tabii" dedi sonuna doğru gülümseyerek.

O gün şehit olmamış mıydı ? Zihni ona koca bir hikaye mi kurmuştu ?

Sessiz kalarak diğer fotoğraflara geçti. Burada düğün fotoğrafları vardı. Elif Görkem'in hep hayal ettiği gibi sade bir törenle evlenmişlerdi. Düz ve sade bir gelinlik, klasik siyah bir damatlıkla çok güzel duruyorlardı.

Birkaç fotoğraf daha kaydırdığında ilk olarak gebelik testi elindeyken çekilmiş bir fotoğrafını gördü. Sonra da hastanede sedyede yatarken ultrason cihazında bebeklerinin olduğu birkaç fotoğraf...

"Kızıl pandamızı ilk öğrendiğimiz zamanlar. Hamileliğinin ilk zamanları seni tutmak oldukça zor olduğundan sık sık kızımızı görüyorduk." Sözlerinde hafif bir serzeniş de vardı.

"Neden ona kızıl panda diyorsun ?"

Bunu gerçekten merak etmişti.

"Çünkü çocuğumuzun senin gibi olmasını istiyorum. Ve senin en sevdiğin hayvan panda. Bu yüzden kızıl panda lakabını taktım ona."

"Cinsiyeti peki ?" dedi meraklı gözlerle yüzüne bakarken.

"Doğuma kadar öğrenmek istemedin" dedi.

"Keşke, keşke öğrenseydik" dedi Elif Görkem.

Cinsiyeti önemli değildi ama kız annesi mi erkek annesi mi olacağını içten içe merak da ediyordu. Her şeyden önce sağlıkla kucağına almayı da istiyordu elbette. Ama bir yanı da gençliklerinde Dilek ile kurduğu hayallerin gerçek olup olmayacağını merak ediyordu. Belki de bir oğlu olacak ve evladı gibi sevdiği Melek'e âşık olacaktı ya da bir kızı olacak ve anneleri gibi çok yakın iki dost olacaklardı.

Mehmet Rauf, "Onca ayı onun cinsiyetini bilmeden geçirdik. Birkaç gün daha dayanabiliriz" dediğinde Elif Görkem durgunlaştı. Eli karnına gittiğinde bebeğini hissetmeye çalıştı ama hissettiği tek şey boşluktu.

"Onu hissedemiyorum" dedi Elif Görkem.

"Bütün gün çok hareketliydi. Seni fazlasıyla yordu, kendi de yorulmuş olmalı" dedi Mehmet Rauf.

Elif Görkem ise sessizliğe sığınıp birkaç fotoğrafa daha bakarken, saçındaki ellerle de iyice mayışmıştı. Elindeki telefon çekildiğindeyse sızlayan gözlerini kaldırdı.

"Uyu biraz, çok yorgun görünüyorsun" dediğinde korkuyla başını salladı.

"Uyumak istiyorum" dedi.

"Neden ?" dedi Mehmet Rauf.

"Korkuyorum. Uyandığımda seni yanımda bulamamaktan korkuyorum."

"Korkma güzelim. Uyandığında da yanında olacağım. Tam buranda" dedi ve elini kalbine koydu.

Elif Görkem ilk defa Mehmet Rauf'un bir sözüne güvenmedi ama uyuma isteğine de karşı koyamadı. Kapadı yorgun gözlerini, açtığında yine onu görebilmek arzusuyla...

•••••

Genç kadın, sızlayan gözlerini beyaz bir ışık hüzmesine karşı açtığında başta her şey bulanıktı. Sonra birkaç defa gözlerini kırpıp açması görüşündeki netliği sağlamıştı. Etrafında bakındığında gördükleri, onu boşluğa adım atmış gibi yere çakılmış hissiyatına sürükledi. Gözleri yine netliğini kaybetti ama bu sefer gözlerini dolduran yaşlardı sebep. Uyuşuk elinin birini yumruk yapıp hızla yatağa vururken, dişlerini tüm gücüyle kıracakmışçasına sıktı.

"Hayır, hayır, hayır..." dedi çaresizlikle. "Bu sefer ki çok gerçekti !"

Elif Görkem, bu tarz rüyaları gözünü her hastanede açışından önce görürdü. Bir seferinde doktora danışmış, verilen ilaçların ağır oluşu sebebiyle bu tarz gerçekçi şeylerin görülebileceğini öğrenmişti.

"Söz vermiştin..."

Hem yatağı yumrukluyor hem şiddetlenen gözyaşlarıyla onu duyacakmış gibi isyanını dile getiriyordu. Bu sefer ki hepsinden daha ağır olmuştu. Çünkü ilk defa dokunuşları bu kadar gerçek hissettirmiş, hasret duyduğu kokusunu almıştı. Gerçek demişti, yaşadığı her şeyi bir kâbus olarak benimsemişti. Hayaller kurmuştu, mutlu olmuştu...

Dudakları çığlıklarını tutmaya yetmediğinde diğer elini ağzına sıkı sıkı kapattı. Elleri arasında boğulan çığlıkları hıçkırıklara dönene kadar ağladı. Kendine acısını yaşamak için birkaç dakika izin verdi. Birkaç dakika sonra sakinleşti ve gözyaşlarını sildi. Kendini toparladığında kapısı çalınmadan açıldı ve renkli formaları içinde bir kadın girdi odaya. Hastane tecrübeleri ve ablasından bildiği kadarıyla hemşire, genel kontrol için vizit geziyor olmalıydı.

"Uyanmışsınız, kendinizi nasıl hissediyorsunuz Elif Hanım" dedi güler yüzlü kadın.

"Vücudum biraz uyuşuk sadece" dedi Elif Görkem boğazındaki acı sebebiyle kısık bir sesle.

"Hipotermi sebebiyle bulunduğunuzda kalbiniz nerdeyse durmak üzreymiş. Doğrusu o kadar zaman o derecede bir soğuğa dayanmanız bile mucize gibi. Oldukça güçlü bir dirence sahipsiniz" dedi kadın rutin kontrolleri yaparken.

Elif Görkem, çocukluğunda Yozgat'ta yaşasa da annesi Erzurumluydu ve her iki şehrin de çetin kış şartlarını tecrübe etmişti. Bağışıklık sistemi de zayıf biri hiç olmamıştı zaten.

Hemşireye cevap vermeden kontrolleri yapmasına müsaade ederken kapı ikinci kez açıldı ve bu defa doktor olduğunu düşündüğü beyaz önlüklü bir kadın girdi içeri.

"Kahraman komiserimiz uyanmış" dedi güler yüzüyle. Hasta dosyasına hemşirenin yazdıklarına göz atarken, o meşhur soruyu sormayı o da ihmal etmemişti. "Kendinizi nasıl hissediyorsunuz ?"

"İyi. Sadece vücudumda uyuşukluk var" dedi aynı düz sesle.

"Normal. Hipotermi ve sonrasında oluşabilecek komplikasyonlar için sizi birkaç günlüğüne uyuttuk. Vücudunuzun kendini toparlamaya ihtiyacı var, ona biraz zaman tanıyın" dese de doktor hanım Elif Görkem bunları duymamış gibi yeni bir soru sordu.

"Ne zaman çıkarım ?"

"Bu gece de sizi gözlem altında tutacağız. Yarın duruma göre taburcu olabilirsiniz ama bol bol istirahat şartıyla" dedi doktor hanım.

Ama Elif Görkem'in kafasından geçen yatıp dinlenmekten çok, az kalsın onu öldürecek olan ruh hastasının ne durumda olduğunu bizzat görmek için en kısa zamanda emniyete gitmekti. Sorgusuna girmek istiyordu ama birkaç gündür uyutulduysa sorgusu tamamlanmış olmalıydı.

"Madem kendinizi iyi hissediyorsunuz, sizi dışarda bekleyen ziyaretçileriniz var" demişti hemşire.

Elif Görkem de üstünü başını toparlamak için hemşireden yardım istemiş, toparlandıktan sonra hemşire ve doktor hanım dışarı çıkmış, ardından kapı tıklanarak Turgay önde olmak üzere herkes içeri girmişti.

Elif Görkem, aklına gelen fikirle kaşlarını çatıp odaya girenlere tek tek baktı.

"Ben böyle inat görmedim arkadaş, Azrail'e bile kafa tutuyor kadın" diye gülerek girmişti içeri Turgay.

O gülse de Elif Görkem kızarmış gözlerindeki yorgunluğu görüyordu. Yapacağı şeyden bir an emin olamadı. Bu çelişki onun ifadesini anlık olarak çökertti.

"Siz kimsiniz ?" Dedi fikrinden vazgeçmeyerek.

Elif Görkem'in sorusuyla hepsi bir an duraksadı.

"Vah anam, vah. Ben sadece çocukluğumuzdaki meyveli buzlara döndü sandım da bu kızın beyni de kökten donmuş ya la" dediğinde Elif Görkem neredeyse gülecekti. Turgay onu şu an ciddiye almıyordu.

"Beyefendi, başım ağrıyor ve siz fazla bağırıyorsunuz. Sakince bana kim olduğunuzu anlatabilir misiniz ?"

Elif Görkem, sesinin de yüzünün de ciddiyetini bozmayınca, Turgay da kaşlarını çattı.

"Sen gerçekten bizi hatırlamıyor musun ?"

Elif Görkem, başını iki yana salladı. "Hemşireye de sordum neler olduğunu. Sadece hipotermi geçirdiğim için acil hastaneye kaldırıldığım söylendi" dedi. Dışardaki yaz havasında hipotermiyi nasıl normal sebeplerden geçirmişti orasını da sorgulamazlar diye umut etti.

Turgay'ın belli belirsiz bir sesle "Bu fırsat bir daha ele geçmez" dediğini duydu.

İki ekip ise şaşkınlıkla onu süzüyordu. Büyük ihtimalle Turgay bir şey demeden konuşmak istemiyorlardı.

"Ben senin abinim, bunlar da iş arkadaşların. İşin sırasında küçük bir kaza geçirdin. Ama merak etme şimdi iyisin abicim" dedi Turgay, yatağın yanındaki boşluğa otururken.

Elif Görkem, çatık kaşlarını bozmadı. Merak ediyordu Turgay'ın ne dümenler çevireceğini.

"Abi mi ?"

"Evet abin. Turgay abini de mi unuttun yoksa ?"

Gerçekten hafızasını kaybetmiş olsa şu samimiyetine ve tavırlarına inanabilirdi.

"Beyefendi, ben ailemi hatırlıyorum, kim olduğumu da. Sadece sizleri tanımıyorum !"

"Hadi ya ! Tüh" dedi Turgay ve ağlamaklı bir ifadeyle parmak uçlarıyla burun kemerini sıktı. "Ben senin yıllar önce kaybolan abinim. Bana bir kere abi der misin lütfen?"

Elif Görkem, şakasını daha fazla sürdürmeden güldü. "Hadi git la oradan" dedi diz kapağıyla Turgay'ın kalçasını yataktan iterken. "Hafızamı kaybetsem yapacağın ilk şey bu demek ki düzenbaz."

Turgay hızla ifadesini değiştirmiş, gülerek Elif Görkem'e bakıyordu.

"Yok be, seni deniyordum işe yarasaydı bana borcun var deyip evine kadar alırdım."

Turgay, tabii ki buna inanmamıştı. Doktorlar öyle bir durum olsa söylerdi. Zira normal bir hasta odasında bile değildi. Emniyet güçlerinde çalışan kişileri güvenlik amacıyla özel odaya alırlar ve detaylı muayeneye tabii tutarlardı. Bunlarla beraber Elif Görkem'i de çok iyi tanıyor, bir polis olarak mimiklerinden yalan söylediğine dair çıkarımlar yapabiliyordu.

"Hafızamı kaybedersem bu adamı benden uzak tutun" dedi hafif yana kayarak ekibiyle göz teması kurarken.

Herkes onlara kahkahalarla gülerken bile Elif Görkem'in yüzünde ölçülü bir tebessüm vardı.

"Sana geçmiş olsun hediyesi aldım" dedi ve girerken kanepeye bıraktığı poşeti alıp Elif Görkem'e uzattı.

Elif Görkem, tek kaşını kaldırıp poşeti aldı ve içindekini çıkardı. Çıkarır çıkarmaz Turgay'a bakarak gülümsedi. Nadir özgür gülüşlerindendi.

Elinde peluş bir Pikachu vardı. Ama komik olanı başındaki Sherlock şapkasıydı. Elinde de yine peluş olan bir kahve bardağı vardı.

"Görür görmez sen geldin aklıma. Ama kahvesi eksikti. Sonra gidip başka bir oyuncak aldım, elindeki kahve bardağını ondan söküp buna taktım. Emek var bunda yani. Sinirlenip kafasını falan koparacaksan haberin olsun" dediğinde Elif Görkem yüzündeki ifadeyi bozmadan Turgay'a baktı.

"Teşekkür ederim. Eve gider gitmez yatağımın başucuna koyacağım" dedi ve Turgay'ın omzuna yavaşça vurdu. Elif Görkem insanlarla, hele ki erkeklerle temas kuran biri değildi. Temas da sevmezdi zaten.

"Bakın bakın, bir daha bu kadar gülümsediğini göremezsiniz" dedi Turgay, Elif Görkem'in ekibine.

Ekibi de gülmüş, daha sonrasında hep bir ağızdan "Geçmiş olsun" demişlerdi.

"Bizi çok korkuttunuz Başkomiserim" diye de eklemişti Banu.

Elif Görkem'e hem bir kadın olarak hem de mesleki açıdan hayranlık duyuyordu. Ama bunun yanında bir abla kadar da seviyordu. O sıcaklığı, sert yüzüne rağmen veriyordu.

"Bizim mesleğin tuzu biberi bunlar. Her seferinde bu kadar kasmayın kendinizi, aksiyonun tadını çıkarın. Kanınızı kaynatışını, kalbinizin hızlanışını hissedin..."

"Dedi, az kalsın kanı damarlarında buz tutacak ve kalbi nerdeyse duracak olan Başkomiseriniz !" dedi Turgay. Sesindeki alayın arkasına saklı bariz bir kızgınlık vardı. "Senin aksiyon dediğin şeyde biz korkudan ruhumuzu teslim ediyorduk !"

Elif Görkem, Turgay'ın ifadesinden bu konunun ileriye gideceğini ve tatsızlık çıkaracağını hissettiğinden hemen umursamaz bir tavra büründü.

"Of başlama yine Turgay. Öldüm mü ? Ölmedim. Siz de sapasağlam olduğunuza göre sorun yok."

Ekşittiği yüzüyle, "Çul çürüten" dedi Turgay, laf anlatmayacağını fark edince.

"Başkomiserim dışarda sizi bekleyen onlarca hediye var, izninizle içeri alalım mı ?" Dedi Banu. Biraz daha koridoru doldururlarsa hastanedeki görevlilerden uyarı yiyeceklerdi.

Elif Görkem, kaşlarını hafiften çatarak "Ne hediyesi ?" Dedi.

"Kahramanlığın basına yansıyınca birçok yerden hediye yağmuruna tutuldun. İki gündür hastaneye gelen çiçeğin haddi hesabı yok. Tabii odaya da sen uyanmadan alamadık" dediğinde ekibi dışardaki hediyeleri bir bir içeri taşımaya başladı.

Onlarca canlı ve cansız çiçek birkaç dakika içinde odanın bir kısmını doldururken, diğer tarafını çikolata gibi çeşitli birçok hediyeler doldurdu.

"Ne gerek vardı bunca şeye ?" Dese de lafının sahipleri yanındakiler değildi.

"Kadın derneklerinin başkanları bizzat getirdi hediyelerini. En kısa zamanda ziyaretinize gelmek istediklerini de söylediler" dedi Banu.

"Sağ olsunlar" dedi Elif Görkem. Mahcup olmuştu. Mesleği neyi gerektiriyorsa onu yapmıştı sadece.

Turgay, gelen poşetlerin içine göz atarken, birinden ünlü bir markanın bir kutu çikolatasını çıkarıp kutuyu açtı.

"Seni beklerken kan şekerim düştü" deyip bir çikolatayı ağzına atarken, içinden bir tane de çıkarıp Elif Görkem'in ağzına doğru uzattı. Genç kadın, çikolatayı yerken başını sallayarak gülmekten kendini alıkoyamadı.

Herkes çikolatadan tadarken asıl merak ettiği konuyu açtı. "Rüzgâr Renda'ya ne oldu ?"

Turgay sessizleşince yerinde biraz daha dikleşti.

"Sakın bana adamı vurduk demeyin !"

Canını ortaya koymasının sebebi onun ölmesi için değil cezasını çekmesi içindi. O kadınların cesetleri gözünün önünden gitmiyordu hâlâ.

Turgay, "Bana kalsa tek bir saniye düşünmeden beynini patlatırdım ama..." Deyip sustu.

"Ama ne ?" Dedi merakla. Ne olmuştu bu Allah'ın belası herife ?

"Allah'ın delisi içeri girdiğimizde salonunda keyif kahvesi içerken hikaye yazıyordu !"

Elif Görkem, kaşlarını çatarken zihnini biraz zorladı. Başına keskin sızılar girse de o günü detaylıca hatırladı. Uydurduğu yarışma hikayesi için olayları yazıyor olmalıydı.

"Sorguya aldınız mı ?"

"aldık ama tek bir kelime etmiyor. Eğer sen uyanırsan seninle konuşmak şartıyla ifade vereceğini söyledi."

"Suç üstü yakalandı. Daha neden uzuyor süreç ?" Böyle durumlarda prosedürleri uzatmazlardı.

"Davanın bu denli uzun zamana dayanması ve senin de ifade sürecin olunca savcı tutuklu bekletilmesine karar verdi."

Bu meslekteki önemli kollardandı savcı. Bir lafıyla uzun süre bekleyebiliyorlardı. Ama bu sefer bu durumdan şikâyetçi olmak yerine memnun oldu.

"Allah'ın sevdiği kuluymuşum. Sorgusuna katılmak istiyordum ben de. Yarın çıkabileceğimi söyledi hemşire, yarın çıkar çıkmaz halledelim. Cesetlerin otopsi sonuçları falan çıktı mı ?"

"Yani hasta yatağında da iş konuşuyorsun ya pes ! İşkolik Pikachu" dedi Turgay, birkaç tane çikolatayı daha ağzına tıkarken. Çikolata hassas noktasıydı.

"Abartmıyor musun ? Alt tarafı fazla soğuğa maruz kaldım. Kemiğim kırılmadı, vurulmadım. Belki de çalışmama engel olmayacak en basit şey bu" dedi Elif Görkem.

"O günlerini de gördüm, pek bir farkın yok. Ama bugün daha fazla iş konuşmak yerine sadece dinleneceksin. Zaten çıkınca eski tempona döneceğini biliyorum" dedi ve elindeki kutuyu bir kenara bıraktı. "Biz çıkalım da sen dinlen biraz. Hemşirenin dediği süreci de aştık zaten fazlasıyla."

Elif Görkem de "Gidin hadi de kafam dinlensin" dedi gülerek.

Turgay, çıkmadan önce "Nerdeyse unutuyordum. Dilek olanları duyunca deliye döndü. Onu arasan iyi olur yoksa her an burada olabilir" dediğinde Elif Görkem yüzünü buruşturdu.

"Neden söyledin, emziriyor kız ? Sütü falan kesilebilirdi !"

Kendi durumundan çok buna endişelenmişti. Aralarında bir anlaşma vardı. Ölmedikleri ya da doktorlar sabaha çıkmaz demedikçe kimseye hastanede olduklarını söylemezlerdi. Elif Görkem'in hayatında da haber verebilecekleri Dilek ve Gonca Ablasından başka kimse yoktu zaten.

"Dilek'e bunu söyleyecek kadar delirmedim herhalde ! Haber kanalları boy boy seni gösteriyor, tesadüfen görmüş" dediğinde Turgay, sadece onun değil artık herkesin haberinin olduğunu öğrenmişti.

Elif Görkem, buruşturduğu yüzüyle "Deliye dönmüştür" derken, Turgay cebinden telefonunu çıkarıp verdi. Dilek'i görüntülü ararken herkes odadan çıkmıştı.

Telefon hızla açılıp Dilek'in gür sesi telefonun hoparlöründen cızırtıya sebep olacak kadar yüksek şekilde çıktı.

"Sen bir gün beni korkudan öldüreceksin ! Ne demek haberlerde duyduklarım. Nasılsın ? Neden böyle bir şeye girişiyorsun ? Canına kastın var anladık da hiç mi arkandakileri düşünmüyorsun ?" deyip bütün korkusunu dışa vurduktan sonra ağlamaya başladı.

Melek'in çığlıkları onun ağlama sesini bastırırken, Dilek daha şiddetli ağlamaya başladı. Anne kız resmen ortalığı ayağa kaldırıyorlardı.

"Dilek, önce bir sakin ol. Ben iyiyim" dedi ve küçük bir esin ardından "Bak Melek'i de korkutuyorsun. Hadi sakinleş de yeğenimle de konuşayım."

Dilek, derin derin iç çekerek ağladı birkaç saniye ve yüzündeki yaşları temizledi. İlk değildi. Son da olmayacağını hepsi biliyordu. İnsan her defasında aynı korkuyu yaşasa da hızla toparlanmaya alışıyordu.

"Geldim annecim" diye konuşarak Melek'e doğru ilerledi. Kendinden önce düşünmesi gereken bir de bebeği olduğunu bazı zamanlar unutabiliyordu.

Elif Görkem sessizce izledi onları. Dilek'in korkusunu da ağlamasını da anlıyordu. Aniden duyunca korkmuştu fazlasıyla. Onun yerinde olsa şehri ayağa kaldırmıştı bile.

Dilek, telefonu bir köşeye onları görebileceği şekilde koyup "Gel annecim, deli teyzene bağıralım beraber" dedi Melek'i kucağına alırken. Bir yandan burnunu çekiyor bir yandan da bu hâlini kızına daha fazla yansıtmamaya çalışıyordu.

Elif Görkem, telefonda gördüğü poğaça gibi yanakları olan bebekle biraz duraksadı. Birkaç günde ne çok özlemişti meleğini. Resmen kokusuna hasret kalmıştı. O yumuk yumuk etli boynuna burnunu yaslayıp kokusunu içine çekmek istiyordu.

"Teyzecim, neden ağlıyorsun meleğim" dedi Elif Görkem şefkatle.

Melek'i kendi çocuğu gibi severdi. Ağlaması annesi kadar onun da yüreğini parçalıyordu.

"Birkaç gündür hastaydı. Haberi görür görmez gelecektim ama Melek kötüyken yola çıkamadık" dedi Dilek, titreyen sesiyle tekrar ağlayacağını belli ederek.

Elif Görkem, "Ölüm döşeğinde değildim ya. Tabii gelmeyeceksin, bebeğinle ilgileneceksin" dedi Dilek'e.

"Sen gel bir de bana sor. Bir yandan Melek, bir yandan sen..." Dedi burnunu çekerek. Melek'in hastalığı, üstüne Elif Görkem'in durumu onu ruhsal olarak oldukça yıpratmıştı.

Elif Görkem, "Ben iyiyim Dilek. Vücut ısımı kontrol altında tutmak için birkaç gün uyutmuşlar. Yarın taburcu oluyorum. Birkaç güne de orada olurum zaten" dedi ve annesinin susturmaya çalıştığı Melek'e baktı. "Meleğim nasıl, neyi var ?"

"Ateşi var. Doktor normal dedi ama ben o ağladıkça dayanamıyorum. Sürekli ağlıyor, sürekli ve benim kalbim artık dayanamıyor."

Bir annenin çaresizliği evladının saçının teline zarar gelse de oluyordu. Annelik... Çok başka bir şeydi. Belki de Elif Görkem'in hiç anlayamayacağı bir şey...

"Senin gerginliğini hissediyor, o yüzden susmuyor olmalı. Ağladıkça da çocuk kızarıyor haliyle. Sakin ol. O seni herkesten çok anlıyor ve duygularını hissediyor" dedi yine kendi duygularını köşeye iteleyip sevdiklerine odaklanırken.

Dilek ise büzdüğü dudaklarıyla Melek'e bakıyordu. Haklı olması bir şeye yaramıyordu. Dilek bir anneydi. Duyguları, düşünceleri doğru olanı değil de bebeğinin ağlamasına odaklıydı. Farklı düşünüyorlardı.

Bir süre daha sohbet edip Dilek'i sakinleştirip kapatmıştı telefonu. Ruhen hissettiği yorgunluk bedenine yansırken gözleri ağır ağır kapandı. Yatağa uzandığında hızla uykuya dalmıştı...

•••••

Huzursuz ama kabussuz daldığı kısa süreli uykusu kapının sesiyle beraber bölünmüştü. Çok hafif bir uykusu vardı Elif Görkem'in.

Gözlerini açtığında odada kimseyi görmeyince yattığı yerde doğruldu. Hemşire gelmiş olsa kapıyı açışını duyar, başında oluşunu hissederdi. Üstündeki örtüyü kenara çekip terliklerini giyerken kolundaki intraketi çıkardı. Hemşire en başta giyinmesini yardım ettiği için sadece başörtüsünü düzeltip sessiz adımlarla kapıya yaklaştı. Kapının ardından gelen sesleri duyabiliyordu.

"İyi diyorum anlasana ! Haberlerde durumu abartılıyor. Kontrol amaçlı uyutuldu, doktoru da bir şey yok dedi. Zaten yarın taburcu oluyor. Ama sen sürekli arayarak benim başımı belaya sokacaksın !"

Ses Serhat'a aitti. Kapıyı büyük bir özenle sessizce açıp aralığından baktı. Serhat, ileriye doğru adımlarken kapının aralığından yavaşça süzüldü. Terliklerinin ses çıkarmaması için ayağından çıkarmıştı.

"Ne videosu ? Bu kadını yeni yetme mi sanıyorsun sen ? Odasına girip videosunu çeksem anlamaz mı ?"

Serhat'ın telefonda kendisi hakkında konuştuğunu anlamıştı ama kiminle konuştuğunu anlamamıştı. Sorsa dürüst olacağı da meçhuldü bu yüzden kendi yöntemleriyle öğrenmeyi seçti. Yavaşça arkasından yaklaştı ve Serhat'ın beklemediği bir anda telefonu elinden alıp kulağına tuttu ve onun susması için elini hızla ağzına kapadı.

Telefonun ucundaki sesi duyduğu anda kime ait olduğunu anlamıştı. Ama Serhat'ın böyle bir şey yapması her şeyin seyrini değiştirmişti. Belki kıyamet kopacaktı, belki de gizlenen şeyler ortaya serilecekti. Ne olacaktı bilmiyordu ama iyi şeyler olmayacağı kesindi...

"En ufak bir durumunda haberdar et beni. Taburcu olurken de ara" dediğinde sessiz kaldı Elif Görkem. "Serhat, anladın mı beni ?"

"Serhat değil ama Elif Görkem Başkomiser seni anladı Alaz Akabey..."

Karşısındaki adamın gözlerinde korku belirirken, telefonun ucunda kısa bir sessizlik oldu.

"Elif Görkem..."

Bu bir kurbanın ölümünü kabullendiği andaki sesine benziyordu.

"Benim hakkımda konuşurken benim duymama neden bu kadar şaşırdın ? İyi insan lafının üzerine gelir derler bilmez misin ?"

Bu sözler, bu sakinlik aslında kopacak fırtınanın habercisiydi. Alaz göremese de Serhat, kızıla çalan kahverengi gözlerdeki ateşi görüyordu. O an enim oldu. Bu kadın onu yakacaktı.

"Elif Görkem, ben..."

"Sen hiçbir bağın olmadan bir başkomiserin sağlık durumu hakkında bilgi alıyorsun. Hem de mesleğine yeni gelmiş, benim ekibimden bir polisten ! İkiniz de başınıza gelecekleri bilmiyorsa ben söyleyeyim. Biriniz meslekten uzaklaştırma alır, diğerine de dava açılır. Ha ben bununla da kalmam o çok kıymetli soyadını ve prestijini lekeleyecek her yola başvururum. İnan bana çirkinleşmekten hiç çekinmem Alaz Akabey ! Bu sana son ihtarım. Dua et şu an seninle uğraşacak bir halde değilim. Aksi taktirde olacakları korkuyla izlerdin !" dedi ve daha fazla konuşmasına izin vermeden telefonu kapatıp fırlattı. "Sen ne yaptığını sanıyorsun !" Yüksek sesiyle adeta koridoru inletti. "Sen kimsin lan ?" Diye yakasına yapıştı bir öfkeyle Serhat'ın. "Sen nasıl böyle bir aptallığı yaparsın ahmak herif ! Daha kimlere bilgi sızdırıyordun ?"

"Başkomiserim ben..."

Serhat, bu öfkenin daha fragman olduğunu biliyor, geleceğin bilinmezliği sesi gibi dizlerini de titretiyordu.

"Ne sen Serhat, ne sen !"

Elif Görkem'in öfkeli sesi gözleri kadar ürkütücüydü. Zira bu kadının yapacaklarının sınırı yoktu. Korkusu yoktu. Ölüme kucak açan bir kadının kaybedecek hiçbir şeyi yoktu.

"Sizi... Sizi çok merak etmiş. Bizim emniyete gelmiş, sonra da Ankara'ya. Hastaneyi bulmuş bir şekilde, çok ısrar etti durumunuz hakkında bilgi alabilmek için. Başkomiser olduğunuz için yakınlar harici kimse alınmıyor diye almamışlar içeri. Beni görünce çok ısrar etti, numaramı aldı..."

"Serhat !" Tok ve gür sesi susturmaya yetmişti. Boştaki eliyle de göğsüne hızla vurup gömleğini elinin içinde toparlayarak kendine doğru çekti. Şimdi iki eli de yakasında, ateş saçan gözleri hedefindeydi. "Az önce telefonda ne demiştin ? Bu kadını yeni yetme mi sanıyorsun sen ! Senin aklını alırım Serhat. Yemin ederim seni öyle bir hale getiririm ki, ömrünün sonuna kadar içine baka baka kırk tilki çevirmeye çalıştığın bu gözleri unutamazsın !"

Dişleri arasından kısık sesle kurduğu cümleler bile karşısındaki adamın dizlerini titretmeye yetiyordu. Çünkü Elif Görkem'in kuru gürültü yapmayacak kadar deli olduğunu öncekilerden duymuştu. Karşısındaki kadının arkası öyle sağlamdı ki her şeyi yapacak ama hiçbir şey olmayacak biriydi.

Elif Görkem, öfke ve tiksintiyle Serhat'ı göğsünden hızla geriye doğru itti. Serhat dengesini son anda sağlasa da sarsılmıştı.

"Defol git İstanbul'a gözüm görmesin seni. Yaptıklarının hesabını orada soracağım. Amirinin de bu durumdan haberdar olacağını da bilmiş ol ! Seni orada bir cümbüş karşılayacak..."

"Başkomiserim..."

"Kapa o çeneni ve defol git Serhat !"

Sesi koridoru inletirken, onlara doğru gelen üniformalı polisleri gördü. "Bu adam bu hastaneye asla girmeyecek ! Yabancı kimse de yaklaşmayacak odama !" Diye emirlerini yağdırdı.

"Emredersiniz Başkomiserim" dedikleri an zaten Serhat'ın koluna da yapışmışlardı.

Ölümden dönmüş biri olarak dinlenmesi gerekirken bile uğraştığı şeylere baktıkça tepesi zonkluyordu. Normal durumda olası düşmanları için önlem alınmışken, içteki çürüklerle kendisi baş etmek durumunda kalıyordu...

•••••

Bu milletin kadınları sizinle gurur duyuyor...

Mesleğinizdeki kadınlara karşı olan yoğun hassasiyetiniz için teşekkür ediyor, geçmiş olsun dileklerimizi sunuyoruz...

Sizin gibi cesur bir kadın Başkomisere daha çok ihtiyacımız var, kendinize dikkat edin lütfen...

Biz kadınların size bir can borcu var...

Elif Görkem, çiçeklerin üstlerindeki notları okurken ister istemez duygulanmıştı. Tanımadığı onca insandan o kadar güzel mesajlar, mektuplar almıştı ki, vaktinde babasının ettiği sözlerin kulağında çınlamasına engel olamadı.

"Kadından polis mi olur ? Sana mı kaldı bu meslek. Oku okulunu, al eline doğru dürüst mesleğini. Kaymakam ol, yap masanın başında yine mis gibi işini..."

"Bak baba, benden polis de oldu, Başkomiser de. Senin bir gün bile gurur duymadığın kızınla şimdi herkes gurur duyuyor" diye mırıldanmadan edemedi.

Kaç gündür hastanedeydi, haberlere durumu kritik diye çıkmıştı ama ne annesi ne de babası bir defa aramamıştı. Ablası da iyi olduğunu duyunca çok uzatmamıştı. Bu kadar büyük müydü nefretleri ? Sırf istedikleri gibi biri olmadığı, kalıpları yıktığı için ölmesini umursamayacak kadar büyük müydü öfkeleri ?

Neye şaşırıyordu ki ? Çocukken de böyle değil miydi ? Babası da annesi de istediklerini yapmayınca evlatlarını silerdi. Annesinin zorunluluklar dışında günlerce konuşmadığını, babasının aynı evin içinde günlerce yüzüne bakmadığı günleri hâlâ hatırlardı. İnsanın en çok da böyle zamanlarda geçmiş yaraları ilk gün ki gibi sızlıyordu. Kabuk bağlamayan o yaralara tuz basıyorlardı.

"Olsun" dedi yüzdeki buruk tebessümüyle. "Sizin canınız sağ olsun da benim canım size de vatanıma da feda olsun."

Kapı çalınınca yüz ifadesini hızla toparlayıp "Gir" dedi tok bir sesle. Katı ebeveynler iyi oyuncular yetiştirirdi. Elif Görkem de çok iyi bir oyuncuydu.

Turgay, "İşlemleri hallettim, hazırsan çıkalım" dediğinde Elif Görkem eğildiği yerden doğruldu.

"Bu çiçekleri de hastanedeki hasta ailelere dağıtsınlar olur mu ? Ben üzerlerindeki notları aldım" dedi.

Maddi kısımlarıyla ilgilenmiyordu. İnsanın ruhu neye açsa ona ihtiyaç duyuyordu. Elif Görkem'in tek ihtiyacı da bu notlardı.

"Olur. İstediğin gibi çikolataları ve hediyeleri hasta çocuklara dağıttık, bunları da çocuklar halleder."

"Teşekkür ederim, seni de her şeye koşturdum" dedi mahcup bir ifadeyle.

Her işini kendi halleden insanlar, bazı zamanlar diğer insanlara maddi ve manevi ihtiyaç duyabileceklerini unuturdu. Bu yüzden mahcubiyet hisseder, her şeyi yine kendisi halletmeye çalışırdı.

"Valla ben birkaç gün önce duygusallık kotamı doldurdum. Hiç duygusal bir Pikachu çekemem" dedi Turgay yüzünü buruşturarak.

"Ne duygusallığı la, teşekkür ettik alt tarafı" dedi Elif Görkem de. Turgay'la uzun süre ciddi konuşulamazdı.

Turgay da "Bak iki gün memleketimde kaldın, nasıl da la demeye başladın" diye dalga geçerken kenardaki çantayı aldı.

Onlar gülerek odadan çıkıp aşağı kata doğru inerken gürültüler artıyordu.

Turgay'a dönerek "Bu gürültü ne ?" Diye sorduğunda beklemediği bir cevap almıştı.

"Hayranların."

"Hayranlarım ?"

"Görürsün biraz sonra" dedi Turgay.

Dediği gibi de olmuştu. Hastanenin önüne çıkar çıkmaz birçok kanaldan gazeteciler ve elinde pankartlarla ismini bağıran küçük bir kalabalık görmüştü.

Gazetecileri anlayabiliyordu. Hem durumu hakkında hem de olay hakkında bilgi toplamak adına buradalardı. Peki ya ellerindeki pankartlarla ismini bağıran kalabalık kadın grubu nedendi ?

"Başkomiserim, geçmiş olsun" sesleri hep bir ağızdan yükselirken, yüzünde patlayan flaşlar gözlerini kamaştırıyordu. Elini gözlerine siper ederken, Turgay olaya hızla müdahale etti.

"Arkadaşlar gördüğünüz gibi burası bir hastane ve arkadaşım yeni hastaneden çıktı. Hem burayı meşgul etmeyecek hem de onu yormayacak bir iki soru sorarsanız minnettar oluruz" dedi.

"Başkomiserim nasılsınız ? Durumunuzun kritik olduğu söylenmişti" dedi hızlı konuşmasıyla bir gazeteci ve mikrofonunu uzattı

"Öncelikle hepsine teşekkür ederim arkadaşlar, durumum gayet iyi. Operasyonu yürüttüğüm ekip arkadaşlarımın ve değerli sağlık çalışanlarımızın doğru zamandaki müdahaleleriyle ufak yaralarla atlattım durumu. Gözlem amaçlı birkaç gün misafir edildim hastanede de sağlık durumum şu an gayet iyi. Başka sorunuz varsa operasyonu beraber yürüttüğüm ve önemli roller üstlenen arkadaşım Turgay Başkomiseriniz cevaplasın. Ben bu seferlik sizlerden özür dileyerek çekiliyorum" deyip topu Turgay'a attı.

İlerde onu bekleyen Tuğba ve Banu'nun yardımıyla arabaya doğru ilerlerken, yaşlı bir kadının önünü kesmesiyle durmak zorunda kaldı. Tuğba ve arkadan hızla gelen Murat kalabalığı ve önünü kesen teyzeyi durdurmak için hamlede bulunsa da Elif Görkem onlara sorun yok dercesine küçük bir harekette bulundu.

"Yavrum, Allah senden razı olsun. Kızım katilini yakaladın ya Allah ne muradın varsa versin. Damla'mın başında ağlayacağım bir mezarı bari oldu sayende. Katilini bulduk ya kızım artık rahat uyuyacak orada. Allah ayağına taş değdirmesin kızım..."

Yaşlı bir annenin evladının katilini yakalandı diye kendinden genç birinin ellerine kapanması nasıl yürek burkan bir şeydi...

Elif Görkem, ellerini öpmeye çalışan teyzeye engel oldu hızla. "Estağfurullah teyzecim, ben işimi yaptım. Siz sadece bizim için dua edin yeter" deyip ağlayan kadına sarıldı. "Başın sağ olsun teyzecim, çok isterdim kızını sağ salim getirmeyi..."

Bazen umutlar gibi söylenecek sözler de tükeniyordu ve cümlenin sonuna koyulabilen sadece üç nokta oluyordu.

"Elif Görkem Başkomiser, bu millet seninle gurur duyuyor !" diye bağırdı arkadaki kadın kalabalığı.

"Sen, bizlerin de canını canın pahasına kurtardın" diye bağıran her yaştan insanı görünce kendiyle bir defa daha gurur duydu Elif Görkem.

Evet, bu onun işiydi ve işini hakkıyla yaptığı için ailesi gurur duymasa da kendisi gurur duyuyordu...

•••••

Kadınlar bir çiçektir, onu karın ortasına koyamazsın, dayanamaz ölür...

Ne yapacaksın, erkek bir suçluyla karşılaşınca lütfen beyefendi yapmayın mı diyeceksin...

Neden daha dinine uygun bir meslek değil de bu meslek !..

Bir kadının yapacağı meslek mi bu ? Orayı ailenin evi gibi rahat mı sanıyorsun...

Mis gibi masa başında kaymakamlık dururken, senin neyine polis olmak. Delirdin mi kızım sen ?

Elif Görkem'in zihninde geçmişinden gelen sesler çınladı. Zihnine öfkeyle kazımıştı bu sözleri. Vaktinde kadın ve erkek öğretmenlerinden, akrabalarından, babasından duyduğu sözlerdi bunlar.

Sırf kadın diye o kadar çok aşağılamaya maruz kalmıştı ki genç yaşlarından bu yana. Cinsiyetinden ötürü onu küçük görenlere inat bu sözleri unutmayıp bunları her pes etmeyi düşündüğünde tekrar etmiş, bugünlere gelirken yollarına basamak yapmıştı.

Merak ediyordu, acaba utanıyorlar mıydı o gün ki sözleri için ? Zira Elif Görkem o günlerde aşağıladıkları kızla gurur duyuyordu. Şimdi üniformasını giymiş, ödül töreni için hazırlanan ülkenin en genç kadın başkomiseri olmuştu. Doğrusu nadir kadın başkomiserlerden biriydi ki İstanbul gibi bir yerde bunu başarmıştı. Karda dayanamaz çiçekler diyerek aşağılayan hocası çoğu insanın dayanamayacağı bir yerden çıktığını duysa ne derdi ? Ya da bunca zaman onca suçluyla silahsızken de dövüşüp galip geldiğini bilseler ? Veya da bir insanın hayatını kurtarmanın, vatan için canını feda etmenin İslamiyet'te büyük sevapken, Elif Görkem'in bunu defalarca yaptığını bilseler ? Veyahut Elif Görkem'in günlerce uykusuz geçirdiği günleri, kimi zaman yemek yemeye bile vakit bulamadan operasyonlara katıldığını bilseler yine de aile evi gibi rahat sandığını düşünürler miydi ? Vaktinde sırf kadın diye hor gördükleri bu kadını görseler yüzleri hiç mi kızarmazdı ?

Utanmazlardı... Söyledikleri sözleri yutmazlar, yüzleri biraz bile kızarmazdı. Ama her acı bir şey öğretir dedikleri doğruydu. O zor günler bu güçlü kadını oluşturmak için sınav olmuştu. Ham olabilmek için en korlu ateşlerde pişmişti.

"Belki büyüten ailem gurur duymayacak ama asıl ailemi gururlandırma vakti" dedi ve çerçevedeki Mehmet Rauf'la olan fotoğraflarına son kez bakarak törende yanında olsaydı yapacağı gibi fotoğrafına selam verip çıktı odadan...

Tören başlatılmış, üstleri konuşmasını yaptıktan sonra Elif Görkem'i çağırmıştı. Genç kadın kürsüdeki yerini aldığında plaketi ve çiçeği taktim edilirken, yüzlerinde art arda flaşlar patlıyordu.

Çiçeği ve plaketini küsüye koyup mikrofona biraz daha yaklaştı. "Öncelikle bu ödüle beni layık gören üstlerime, bu zorlu operasyon süreci boyunca ekip çalışmasını, yardımlarını esirgemeyen İstanbul emniyetinden ekibime ve Ankara emniyetinden Turgay Başkomiser ve ekibine teşekkür ediyorum" dedi ve birkaç kameraya bakarak konuşmasına devam etti. "Hepsinin bu operasyondaki emekleri çok büyük. Onlar olmasa bu operasyon başarıyla sonuçlanmazdı. Sizler gibi benim de canım bu güvenli ellerdeydi. En az benim kadar alkışlanmayı hakkediyorlar" dedi ve onu izleyen Turgay'ı göstererek alkışlamaya ilk kendisi başladı. Seyircilerin alkışları kesildikten sonra konuşmasına devam etti. "Bu ödülü alabilmemde temelde beni yetiştiren, toy bir polis memuruyken sivri uçlarımı törpüleyerek bu günlere gelmemde en büyük katkısı olan Şehit Başkomiserim Mehmet Rauf Polat'ı da şad ile anmak isterim. Mekânı cennet olsun."

Elif Görkem, her büyük ödül töreninde Mehmet Rauf'u anardı. Ona sevgiden önce minnet duyuyordu. Mehmet Rauf, Elif Görkem'in her açıdan asıl ailesiydi ve şu an yanında olsa yine en çok onun gurur duyacağını da biliyordu. Elif Görkem de akıllı bir öğrenci gibi öğretmeninin yüzünü hiç kara çıkarmıyordu.

"Sizleri sıkmadan lafı da çok uzatmadan son olarak şunları söylemek istiyorum. Bu ödüle layık görülmem beni çok onore etse de bu benim mesleki görevimin de dışında bir kadın olarak hemcinslerime borçlu olduğum bir durumdu. Beni bu ödüle layık gören herkese teşekkür ediyorum. İzninizle genç kızlarımıza da buradan seslenmek istiyorum" dedi ve karşısındaki kameraya odaklanarak sanki direkt hiç tanımadığı o genç kızlarla konuşuyormuş gibi konuşmasına devam etti. "Sorgulayın, araştırın, öğrenin ve ne olursa olsun asla pes etmeyin ! Buraya gelene kadar geçtiğim yollar hiç kolay olmadı. Hiç birimizin olmadı. Ama ne yazık ki bir engel de cinsiyetimiz için konuluyor önümüze. Bundan yıllar önce en yakınlarımdan en uzağına, en eğitimlisinden en eğitimi düşük olana kadar herkesin yapacağım meslek için bir söz hakkı vardı. Ama ben onları değil, içimdeki sesi dinledim. Şimdi bir kadın olarak mesleki görevimi yerine getirmekle birlikte, diğer hem cinslerimi de kurtarmaktan büyük gurur ve şeref duyuyorum. Sizler de ilerde başkalarının sizinle gurur duyması için değil, kendinizle gurur duymak için yapın her ne yaparsanız. Sevgi güzelleştirir. Siz sevdiğiniz şeyleri yaparsanız o iş zaten güzelleşir ve işini hakkıyla yapan kişiyle herkes gurur duyar..."

••••••••••

Merhaba benim küçük Sherlock'larım. Fikirlerinizi merak ediyor ve beyan etmenizi rica ediyorum ♡

İnstagram: __Zemheri_

Twitter:_ZemheriYazar_

Continue Reading

You'll Also Like

38.9K 8.4K 163
İhtirastandır benim korkum... İncitmeksizin yazışım kayaları yerinden sarstı... Demek kı kayalar da sevdalanmış taşlaşmış bedenlerini örtünmeden önc...
1.4M 86.8K 40
UYARI: hikayede 18+ sahneler, kan, vahşet ve birçok rahatsız edici öğe olacaktır. Rahatsız olanlar uyarı bıraktığım yerleri okumasınlar Serinin 1, 2...
114K 5K 39
Çok seveceğiniz bir hikaye daha sizlerle Zeynep ismindeki genç bir kızımızın aşk ve macera dolu dünyası sizi bekliyor. Çok seveceğiniz bu dünyaya dah...
1.2M 108K 44
~Bu kitap tüm zorluklara inat aşkından vazgeçmeyip aşkı için savaşanlara ithaf edilmiştir.~ -------------------------- "Aşk mıdır beni,sana bu kadar...