İktidar Oyunları | ognis.

By MSHanDeniz

28.1K 2.3K 956

Kanuni Sultan Süleyman'ın halasının torunu olan Mahnisa Sultan, ailesini kaybetmesinin ardından padişahının h... More

0
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
son

35

263 20 35
By MSHanDeniz

Sonraki bölüm final.

-Şehzade Ogeday

"Şehzadem bir yol ayrımındasınız, biliyorum ancak Hüsrev Paşa'nın söylediklerine ne olur kulak tıkamayın. Hünkarımız sağ teslim edilmenizi şart koşmuş, bizzat mektup yazmışlar. Bu çağrıya kulak verin, ona güvenin ne olur," dedi Lokman Ağa.

"Rahmetli Şehzademiz Mustafa da hünkarımıza itimat etmişti, onun yanına varmasın diye diz çöküp yalvarmıştık. O, babasına güvenmeyi tercih etti. Masum şehzademizin akıbeti belli. Bu bir tuzak, Sultan Süleyman sizi asla affetmez şehzadem," dedi Hüseyin Çavuş da ona cevap olarak.

"Askerim ne vaziyette?"

"Şaha tertip edeceğimiz saldırıyla ilgili bölük ağalarıyla görüştüm, hazırlık yapıyorlar. Ben de ilaveten Kazvin'den Gürcistan'a giden yolları tetkik ediyorum, hangi yol emniyetli hangisi değil bunları bilmek icap eder şehzadem."

"Ala, Hüsrev Paşa geldiğine göre fazla vaktimiz yok. Acele edelim. Hünkarımıza itimat etmeyi en çok ben isterim Lokman, ne yazık ki bu çok zor. Hünkarımız bu güne dek hep karşımda yer aldı. Selim'in oyunları, hileleri adeta gözüne perde oldu. Beni her türlü kötülüğün suçlusu bildi."

-Mahnisa Sultan

"Ne kadar kaçsam da, kafamın içindeki susturmaya çalışsam da beceremiyorum. Bir yanım ya bugün son günümüz, ya bu gece son gecemizse diyor. Korkuyorum Ogeday."

Gece olduğunda halvet olmuştuk ve şimdi de yorulmuş bir biçimde yatakta uzanıyorduk. O sırtını yatak başlığına dayamıştı, ben de onun yanında elimi başıma koymuş bir vaziyette onu izliyordum.

"Korkma, her kışın bir baharı vardır. Bizim de baharımız gelecek." Gülümsedim.

"Hüsrev Paşa ile gitmeyerek doğruyu yaptığından emin misin?" diye sordum kuşkuyla.

"Hünkarımızla aramda sadece dağlar, denizler yok Mahnisa. Derin bir uçurum var. Ona ulaşacağımı bilsem bir an durmaz giderdim. Elini, eteğini öperdim."

"Karşısına çıkarsan ne olacak, seni affedeceğine inanıyor musun?"

"Bilmiyorum, inan bilmiyorum. Bugün eğer asi, düşmanından medet uman bir şehzade olarak anılıyorsam, bunun müsebbibi hünkar babamın merhametten ve adaletten fersah fersah uzak hükümleridir." Elimi omzuna koyarak ona biraz yaklaştım.

"Senin için rahat olsun Ogeday, kimse bilmiyorsa biz biliyoruz. Rabb'im biliyor senin masum olduğunu, bu yakışıksız ithamları zinhar hak etmiyorsun. Eğer hain bir şehzade olsaydın şahla birlik olur, hünkarımızın üzerine yürürdün ama yapmadın. Bir an bile aklından geçirmedin."

"Benim ne düşündüğüm, ne hissettiğim hiçbir zaman umurunda olmadı ki. Ona göre hep yola getirilmesi, hizaya sokulması gereken asi bir evlattım ben. Bunu da şimdi şeyhülislamın fetvasıyla tescilledi. Rahmetli ağabeyim Mehmet'e, Cihangir'e, Mihrimah'a, Selim'e hatta Mustafa ağabeyime verdiği sevginin zerresini dahi esirgedi benden. Neden bilmiyorum lakin hiç güvenmedi bana, beni sevmedi."

*

Ertesi gün olduğunda Şehzade Ogeday ile birlikte şehzadeleri ziyaret etmek istedik. Onların olduğu daireye geldiğimizde Şehzade Orhan'ı, Şehzade Osman'ın yakasına yapışmış bir halde bulduk. Şehzade Ogeday'ın ve benim geldiğimi gördüklerinde ikisi de kendilerine çeki düzen verip selam verdiler lakin biz her şeyi görmüştük.

"Bu ne hal Orhan?!" diye bağırdı Şehzade Ogeday sinirle.

"Affedin şehzadem," dedi Şehzade Orhan başını yerden kaldırmadan.

"Evlatlarım şimdiden birbirini yemeye mi başladı, böyle mi ağabeylik yapacaksın?!"

"Şehzadem sakin olun-" diyerek araya girmeye çalıştım lakin elini kaldırıp beni susturdu bana bakmadan.

"Ağabeyimin bir suçu yok. Ben dışarı çıkmak istedim şehzadem, ağabeyim ona kızdı," dedi Şehzade Osman ağlamaklı bir ifadeyle.

Şehzade Ogeday gidip Osman'ın başını okşadıktan sonra Orhan'ın da elini omzuna koyup geri çekildi.

"Ala, hep böyle olun. Şehzade Selim ile benim aramda geçen hadiseleri emsal saymayın, Hazreti Ali efendimiz insanların en acizi kardeş edinemeyenlerdir. Ondan daha acizi ise kardeş edindikten sonra onu yitirendir, diye buyurmuş. Siz birbirinizi yitirmeyin, birbirinizin elini zinhar bırakmayın. Söz verin bana."

"Söz şehzadem," diyerek aynı anda konuştuklarında gülümsedim. Şehzade Ogeday da gülümsüyordu.

*

Şehzade Ogeday divanda oturuyor, ben de karşısında bir ileri bir geri dönüp duruyordum. İkimiz de konuşmuyorduk. Ardından kapı çaldı ve içeri Lokman Ağa geldi. Önce Şehzade Ogeday'a, ardından da bana selam verdi.

"Şehzadem, vakit geldi. Hüseyin Çavuş, ağalara haber vermeye gitti. Gün bu gündür, şaha saldırı için vakit tamam."

"Allah yüzümüzü kara çıkarmasın, inşallah her şey istediğimiz gibi gidecek."

"Amin. Şehzade Mehmet'i bir başına bırakmayacağız, değil mi? Ya Ayşe Sultanımız, o ne olacak?" diye sordum merakla.

"Biz Gürcistan'a geçerken Hüseyin Çavuş Amasya'ya geçecek, Şehzadem Mehmet ve Ayşe'mi bize getirecek."

"Burnumda tutuyorlar şehzadem, ikisinin de kokusuna doyamadım. Hasretleriyle yanıyorum."

"Ben de öyle."

-Şehzade Ogeday

"Biliyorum Lokman. Hüsrev Paşa ile anlaşmadığım, payitahta gitmediğim için huzursuzsun."

"Yalan söylemeyeceğim şehzadem, huzursuz olduğum doğru. Ancak uzakta olsaydım sizi merak eder, içim içimi kemirirdi. Böylesi daha münasip, canım yolunuza feda olsun."

Lokman Ağa'nın söylediklerine başımı sallarken kapı aceleyle çalındı. Emrimle içeri Hüseyin Çavuş girdi, telaşlı bir hali vardı.

"Şehzadem, felaket. Şah Tahmasp askerlerinizi Acem Diyarı'nın dört bir yanına dağıtmış. İtiraz edeni kılıçtan geçirmiş, ağaçta sallandırmış."

"Allah kahretsin!" Sinirle ayağa kalkarak odada dört dönmeye başladım.

"Ordunuzun Kazvin'de kalmasının hazine için epey külfetli olduğunu söylemiş."

"Bahane bu. Ya kendisine yapılacak olan saldırıyı öğrendi ya da Hüsrev Paşa ile pazarlık yaparken elini güçlendirmek istiyor, şehzadeyi istediğim gibi kullanırım demeye getiriyor. Kaç askerim kaldı?"

"Yalnızca bu saraydaki maiyetiniz var şehzadem ve bu şartlar altında şaha saldırmanız mümkün değil."

"Gideceğiz buradan, hem de bir an evvel."

"Emredersiniz şehzadem."

"Şahın adamlarını nasıl atlatacağız?" diye sordu Lokman Ağa.

"Bir yolunu bulacağız Lokman! Mahnisa Sultan'a haber ver, şehzadelerimi hazır etsin. Karanlığın basmasını bekleyeceğiz ve bu Allah'ın cezası yerden gideceğiz."

*

"Kaderimde canımızı kurtarmak için kaçmak da varmış."

"Valideniz size ne olursa olsun hayatta kalın demişti şehzadem, unutmayın. Biz bir felaketten kaçıyoruz," dedi Mahnisa.

"En büyük felaketim validemin ölümü değil miydi zaten, sonrası ihanet."

"Arkada muhafızlar bekliyor, şahın nöbetçileri sayıca az. Evvela onların üstesinden geleceğiz, derenin orada atlar bekliyor. İnşallah oraya varacağız, haydi," dedi Hüseyin Çavuş elinde meşaleyle yanımıza gelerek.

En önde Hüseyin Çavuş, arkasında Lokman Ağa, arkasında ben, Mahnisa, şehzadelerim ve en arkada da birkaç askerle birlikte yürümeye başladık. Sessiz olmaya oldukça gayret ediyorduk. Bahçeye çıktığımızda etrafımızda bir sürü askerin belirmesiyle olduğumuz yerde durmak zorunda kaldık.

"Şehzade Hazretleri, habersizce ayrılmak gibi bir niyetiniz yoktu inşallah. Hele ki şahımız sizin için hususi bir ziyafet tertip etmişken." En öndeki asker konuşmasını bitirdiğinde kılıcımı kınından çektim. "Size yemin ediyorum şehzadem, sizin ve oğullarınızın canı şahımın teminatı altındadır."

"İndirin kılıçları," diyerek emir verdim herkese. "İndirin dedim!"

"Beni takip edin," dedi en öndeki asker ve yürümeye başladı.

Sarayın kapısına kadar kimseden ses çıkmadan yürüdük. Kapının önüne geldiğimizde ilk başta benimle konuşan asker tekrar bana döndü.

"Şehzadem, muhafızlarınız burada kalacaklar. Yalnız siz, şehzadeleriniz ve zevceniz ziyafete davetlidir."

"Lokman Ağa, Hüseyin Çavuş ve silahtarlarım da benimle birlikte gelecek."

"Nasıl isterseniz, silahlarınız."

Kılıcımı çıkarıp yere bıraktığımda şehzadelerim, Lokman Ağa, Hüseyin Çavuş ve silahtarlarım da aynını yaptı. Ardından şahın olduğu salona geçtik. Bizi ayakta bekliyordu.

"Şehzade Ogeday Hazretleri, şehzadelerim ve Mahnisa Sultan. Tekrar hoş geldiniz sarayıma, sizleri burada ağırlamaktan büyük şeref duyarım."

İki elini açarak bizi sofrasına davet ettiğinde gidip oturduk. Tekrar iki elini kaldırarak yemek yememizi istedi lakin hiçbirimiz yemiyorduk.

"Askerlerinizi dağıtmak mecburiyetinde kaldığım için gerçekten çok üzgünüm zira sayıları epeyce fazlaydı, hazinem için gereksiz yük." Güldü.

"Karşınızda toy bir şehzade yok sizin. Arkamdan çevrilen işleri de, düzülen pazarlıkları da biliyorum. Zaten düştüğüm vaziyet hayli utanç verici, kendi sofranızda gözümün içine baka baka yalan söyleyerek bana daha fazla hakaret etmeyin."

"Madem ki arzunuz bu, elbette. Size karşı samimi olacağım. İstanbul'dan haber var, siz gerçi çoktan işitmişsinizdir." Kaşlarımı çattım.

"Neden bahsediyorsunuz, bilmiyorum."

"Rüstem Paşa, Hakk'ın rahmetine kavuşmuş. Ölümüne zehirli imsal sebep olmuş diyorlar. Bu hakikati yansıtıyor mu, işte orası şüpheli. Siz ne dersiniz?"

"Allah taksiratını affetsin, Rüstem hainlerin sonu olan acılı ölümden nasibini almış belli ki. Canını alan yiğidin ruhu şad olsun."

"Şehzade Hazretleri, bizler misafirperverliğimizle övünürüz lakin size bir lokma bile yediremedim."

"Sadede gelin Şah Hazretleri, beni ve şehzadelerimi ne diye çağırdınız? Yoksa anlaşma sağlandı mı, ne vakit teslim edeceksiniz bizi?"

"Şehzade Ogeday, ne kadar mert ve açık sözlü olduğunuz ortada. Savaş meydanında ne kadar yürekli olduğunuz herkesin dilinde, keşke teklifimi kabul etseydiniz de Sultan Süleyman'a karşı beraber cenk etseydik."

Birden Hüseyin Çavuş, Lokman Ağa ve silahtarlarıma saplanan hançerlerle şaşkınca onlara döndüm. Ardından çevik bir hareketle masadaki bıçağı alarak şahın boynuna yapıştım. Bunun üzerine şahın adamları da birer hançerle oğullarımın boynuna sarıldılar.

"Ogeday.." diye mırıldandı Mahnisa korkuyla.

"Şehzade Ogeday, zinhar davranmayasın. Aksi takdirde herkes ölür. Zevceni, evlatlarını, gözlerinin önünde öldürürüm."

Başka bir çarem kalmadığı için bıçağı bıraktım ve ellerimi iki yanımda havaya kaldırdım. Biri başıma vurmadan önce tek gördüğüm Mahnisa'nın korkuyla bana bakan gözleri oldu.

Gözlerimi açtığımda bir zindandaydım. Telaşla ayağa kalkarak zindanın kapısını zorladım lakin açılmıyordu. Üstünde küçük bir kapı vardı, oradan sesimi duyurmaya çalışarak bağırdım.

"Osman, şehzadelerim! Şehzadelerim, Orhan, Mahnisa, neredesiniz?! Allah'ım!" Ağlamaya başladım acıyla.

"Baba!" Yan taraftan bir yerden küçük oğlumun sesini duydum.

"Oğlum, Osman'ım, iyi misin yavrum? Ağabeyin yanında mı?"

"Ben de buradayım. Herkesi öldürdüler baba, Lokman'ı, Hüseyin'i."

"Mahnisa, Mahnisa Sultan?" diye sordum.

"Bilmiyorum, götürdüler onu," dedi Orhan.

"Bizi de öldürecekler mi baba?" diye sordu Osman korkuyla.

"Hayır yavrum, biz dünyaya hükmeden bir hanedanın mensuplarıyız. Bizi öldüremezler arslanım, mümkünatı yok. Mutlaka çıkacağız buradan."

*

Ne kadar gün geçmişti bilmiyordum. Tıkıldığım hücrede bir aşağı bir yukarı dolanıyordum. Buradan bir çıkış yolu olmalıydı lakin nasıl bulacağımı bile bilmiyordum. Sinirle karşımdaki duvara ellerimi dayadım ve başımı yasladım. Dışarıdan duyduğum seslerle kapıya doğru döndüm, biri mi geliyordu?

"Şehzadem." Kapının küçük penceresinden Hüsrev Paşa ile göz göze geldik. Kapıya doğru yürüdüm. "Çok üzgünüm şehzadem, aslında niyetim sizi ve şehzadeleri alıp buradan gitmekti lakin-"

"Mahnisa Sultan nerede?" diye sorarak onun sözünü kestim.

"Yanına muhafızlar verdim, emniyetli bir şekilde Amasya'ya ulaşacaktır."

"Kimin emriydi paşa, hünkarımızın mı?"

"Hünkarımız sadece sizi ve evlatlarınızı istiyor şehzadem, yanınızdaki asilere müsamaha gösterilemezdi."

"Madem öyle neden buradayız, neden zindandayız Hüsrev Paşa?"

"Şah Tahmasp anlaşmamıza sadık kalmadı, hünkarımızdan yeni taleplerde bulundu. Payitahta yazdım, ivedilikle bir netice elde edeceğimize inanıyorum. Şehzadem, elbet çıkartacaklar sizi buradan. Ne olur umudunuzu yitirmeyin ve güçlü durmaya çalışın, biliyorum Sultan Süleyman'ın adaletine inanmıyorsunuz. Öyle olmasaydı ne siz burada olurdunuz ne de şehzadeleriniz, böyle düşünmek için sebepleriniz olabilir lakin ben hünkarımızın yüreğinde size karşı merhamet beslediği kanaatindeyim."

-Mahnisa Sultan

At arabası günler sonra Amasya'daki sarayın önüne geldiğinde kapının açılmasıyla indim. Karşımda beni Makbule bekliyordu.

"Sultanım iyi misiniz, Lokman Ağa nerede?"

"Lokman.. kıydılar ona. Sonra Hüseyin Çavuş, hepsi öldü Makbule."

"Allah'ım sen bizi koru Yarabbi, ya şehzadelerimiz?" diye sordu korkuyla.

"Tutsak edildiler, akıbetimiz ne olacak bilmiyorum. Şehzadem Mehmet'i almaya geldim, burası onun için emniyetli değil."

"Sultanım-"

"Ne söyleyeceksen sonra söyle Makbule. Evvela şehzadem ve sultanımı görmem lazım, neredeler?" diye sorarak saraya girdim.

Daireme girdiğimde yalnızca birkaç hatun ve kızım Ayşe vardı. Koşarak gidip kızıma sarıldım.

"Anne, çok merak ettim seni. Babam nerede, ağabeylerim, Osman geldi mi?" diye sordu kızım heyecanla.

"Onlar sonra gelecekler, tamam mı? Ama merak etmeyelim, sıhhatleri yerinde. Kardeşin Mehmet nerede, o da seninle değil mi?" diye sordum kızımın elini öperken.

"Mehmet gitti," dedi üzüntüyle. Kaşlarımı çattım.

"Nasıl gitti, nereye gitti?"

"Bilmem."

Ayşe'nin söylediklerinden sonra korkuyla arkamda bekleyen Makbule'ye döndüm. O da bana üzgünce bakıyordu.

"Size söylemeye çalıştım sultanım, payitahttan geldiler ve şehzademizi Bursa'ya götüreceklerini söylediler."

"Nasıl, nasıl göz yumarsınız buna? Nasıl teslim edersiniz oğlumu?!" diye sordum ağlarak ve olduğum yere çökerek ağlamaya devam ettim.

*

"Hadi için şunu sultanım, rahatlatır."

Makbule bana bir ıhlamur uzatıyordu. Başımı iki yana sallayarak göz yaşlarımı sildim ve bakmakta olduğum cama döndüm tekrar.

"Ha ölmüşüm ha yaşamış, ne fark eder?"

"Öyle demeyin sultanım, Şehzademiz Mehmet'i belki gerçekten tedbir olsun diye götürmüşlerdir."

"Bu söylediğine  gerçekten inanıyor musun sen Makbule, Şehzade Mustafa'nın oğlu Şehzade Mehmet'i de aynen böyle Amasya'dan alıp Bursa'ya götürmüşlerdi. Öyle değil mi? Masumların canlarını hep böyle mi alıyorlar, ah benim talihsiz oğlum." Tekrar göz yaşlarına boğuldum.

"Umudunuzu kaybetmeyin sultanım, evladınız hala yaşıyor ve size çok ihtiyacı var."

-Şehzade Ogeday

"Ne edeyim bu uzun bekleyişle yitirirsem nefesimi? Kalmadı gönlümde zerre kadar bu dünya hevesi. Ey ruh, ızdırabı kov, sabreyle. İşte eskiyerek harap oluyor ten kafesi. Ölüm durağına giden yoldaki kervanın kulağıma geliyor çıngırak sesleri.."

"Baba?" Oğlum Osman'ın sesiyle oturduğum yerde başımı kaldırdım.

"Oğlum."

"Bizi götürecekler mi, hep burada mı kalacağız?"

"Gelecekler elbet arslanım. Bu bir imtihan, hepimiz için ve biz bu imtihandan alnımızın akıyla çıkacağız."

"Neden bu kadar sürdü?" diye sordu Orhan.

"Kolay değil, biliyorum. Güçlü olmazsak başaramayız, hem siz Hazreti Nuh'un hikayesini bilmez misiniz?" diye sordum gülümseyerek.

"Anlatın babacığım."

"Çok eski vakitlerin birinde cihan şimdi olduğu gibi kan, zulüm, ahlaksızlara ve haksızlıklara boğulmuş. Allah'ın imanından ve emirlerinden çıkmış, Hazreti Nuh herkese doğru yolu gösterse de kimse onu dinlememiş. Yalancılıkla suçlamış, bunun üzerine Allah u Teala insanlığa son vereceğini söylemiş. Bu işin de bir sırası varmış elbet. Hazreti Nuh'a bir gemi inşa etmesini; bir dişi bir erkek olmak üzere cümle mahlukattan bir çift alarak karısı, oğulları ve inananlarla birlikte binmesini emretmiş. Hazreti Nuh, Allah'ın emrini yerine getirmiş ve muazzam bir gemi inşa etmiş. Bin bir çeşit mahlukatla ve ailesiyle birlikte gemiye binmiş. Derken sonsuz, hiç dinmeyecekmiş gibi bir yağmur başlamış. Gök yarılmış, yağmurlar düşmüş. Yer çatlamış, sular fışkırmış. Sular, seller almış her yeri. Deryalar öyle kabarmış ki yer yüzündeki en yüce dağlar bile sular altında kalmış, cümle mahlukat sulara kapılmış. Heder olmuş."

Dışarıdan seslerin gelmesiyle ayağa kalkarak kapının üstündeki küçük pencereye yanaştım. Karşıma tanımadığım bir adam geldi.

"Kimsiniz siz?"

"Şehzadem, ben Hüsrev Paşa'nın çavuş başı Ali Ağa. Sizi götürmeye geldim, payitahta dönüyoruz."

Ağanın baş hareketiyle kapı açıldı ve zindandan çıktım. Yanımdaki zindandan da oğullarım çıktı ve koşarak bana sarıldılar. İkisini de sarmalayıp ayrı ayrı öptüm.

"Şehzadelerim, canlarım, arslanlarım benim. Size söylemiştim, bu kara günler bitecek, payitahta döneceğiz demiştim. İşte o gün geldi."

"Şehzadem, bir an evvel çıkmamız lazım." Kapıyı açan ağanın söylediğine başımı salladım.

Continue Reading

You'll Also Like

31.4K 2.3K 100
Kocasının ellerinde ölen bir kötü kadın karakterin bedenine reenkarne olan bir kızın hikayesi. Babası ve erkek kardeşi tarafından siyasi bir amaç uğr...
373K 19.5K 35
"Uğruna beklenilen her şey, güzeldir. En az ahududu kadar." Hafif kavruk teniyle, üzerine serpiştirilmiş kahve çekirdeği tonlu saçları ahenk içindey...
213K 22.2K 35
taehyung kırmızı defterini kaybeder 290423, tk ☁️
403K 37K 33
Kore'nin nesillerdir düşman olan iki sürüsü; Kim'ler ve Jeon'lar aynı davete katılır. Beklemedikleri şey ise attığı yumruk ile ruh eşi oldukları orta...