Son Öpücük

By janekkum

10.8K 563 149

"Filmlerde böyle bir sahne olduğunda, genelde erkek kızı öper," dedim yanaklarım kıpkırmızı. "Öpmeli mi... More

GİRİŞ
1. Bölüm | Felek Sana Limon Uzattıysa, Sen Üstüne Tekila ve Tuz İste
2. Bölüm | G Şahsını Pişman Etme Davası
3. Bölüm | Gülüşün diyorum, içmeden nasıl sarhoş edebiliyor insanı?
4. Bölüm | Beş Günde Devr-i Antalya
5. Bölüm | Ona Karşı Koyabileceğini Mi Sanıyorsun?
6. Bölüm | Günün En Güzel Saatleri Bunlar Yanımda Kal
7. Bölüm | Var Olmayan Bir Kadının Hayaliyle Savaşmaya Gücün Var Mı?
8. Bölüm | Ellerime En Çok Senin Ellerin Yakışıyor
9. Bölüm | Ben Bu Şehirde Sadece Seni Sevdim
10. Bölüm | Özledim Dedi Adam Hemde Delicesine
11. Bölüm | Hiç Gitme Desem Hep Benimle Kalır Mısın?
12. Bölüm | Seni Kıskandırıyorum Beni Affet
13. Bölüm | Ayrılığın Ön Gösterimi
14. Bölüm | Anneyle Tanışmak Mı Giyotin Mi Deseler Zerre Değeri Olmaz Hayatımın
15. Bölüm | Yazar Öyle Savsaklamış Ki Ruhum Yara Aldı Resmen
16. Bölüm | Gökten Murat Dalkılıç Yağsa Bana Cemil İpekçi Düşer
17. Bölüm | Daha Ne Kadar Beklemek Zorundayım Seni?
18. Bölüm | Aşk, Geçmiş ve Gerçek Kavga Edince Taş Üstünde Taş Mı Kalır?
DUYURU
20. Bölüm | Benimsen Benimsindir, Kusura Bakma Kimseyle Paylaşamam!
Gecikme Özrü ve Final Duyurusu
FİNAL: Bende Sana Aşığım...

19. Bölüm | Bir Baba Kızıyla Sevgilisini Yakalayınca Kan Çıkar Mı?

284 20 1
By janekkum

Öncelikle merhaba sevgili SON ÖPÜCÜK okurları (= Hepinize tek tek teşekkür etmek istiyorum hayal dünyamı benimle paylaştığınız için (= Mesaj atın tanışalım arada, severim ben okurlarımla kaynaşmayı (=

Size not yazmamın sebebi YAĞMURUN ELLERİ adlı yeni bir hikayeye başlıyor olmam. Şimdi çok yavaş gelecek ama SON ÖPÜCÜK bittiği anda hız kazanacak (= Üzülerek söylemek istiyorum ki bu hikayemizin kısa bir ömrü kaldı, finale yaklaşıyoruz ki hızlı zaman sarımlarından bunu anlayabilirsiniz (= Keyifli okumalar dilerim, hepiniz çok kıymetlisiniz (=

-Nagehan

**

      Birkaç saniye kararsızlığın ardından güç tuşuna bastım ve sesini kapattım telefonun. Ardından sertçe kapıya fırlattım. Umay'ı al dedi. Resmen şansını denemesini söyledi abisine. Kim? Benim sevgilim. Kim? Aşığım dediğim adam. Kim? Geleceğimi planladığım ve sonsuz güvendiğim insan. Olduğum yeri saçtığım ateşten yakabilirdim. Evet, bunu şu an yapacak kapasiteye sahiptim. On dakika sonra kapı çalmasaydı gerçekten de ateşe verebilirdim kendimi fakat ısrarla çalan zil ve yumruklanan kapı dikkatimi kendine çekiyordu. Deniz'in sesi ise karmaşık duygulara sürüklemekten geri kalmıyordu karmakarışık zihnimi. Yerimden kalkıp aynada kendime baktım ve olabilecek en öldürücü bakışlarımı takındım. Atom bombasının şiddetini biliyordu herkes ama hiç kimse öfkeden deliye dönmüş, ihanete uğradığını hisseden bir Türk kızının hiddetini bilmiyordu. Güzel, az sonra sanırım dünya gündemine yeni bir haber yerleştirecektim.

      "Sevgilisi tarafından abisine peşkeş çekilen genç kız(19) olanları öğrendiğinde sinir krizi geçirdi ve sevgilisini(20) öldürüp yaşadığı binanın temeline gömdü. Cesede yapılan otopsi sonucunda önce başına sert bir cisimle vurulduğunu, ardından karnının tabaka tabaka deşilip içine basket topu koyulup misinayla dikildiği ve ardından gözlerinin oyulup içine kum ve bilye koyulduktan sonra tutkalla yapıştırıldığı tespit edildi. Ölüm sebebi bilinmemekle birlikte, çekilen tırnaklarından, yüzülmüş kafa derisinden, karnından ve gözlerinden sızan aşırı kandan olduğu tahmin ediliyor."

      Başımı iki yana salladım. Şimdi Deniz'e yapacağım işkenceleri planlama vakti değildi. Yavaşça ilerleyip kapıyı açtım. Tam o sırada Deniz kapıyı yumruklamaya hazırlanıyor olacaktı ki yumruğu havada karşıladı beni.

      "Ne var?" dedim soğuk bir tonla. Anında kollarını omuzlarıma dolayıp sertçe kendine çekti beni.

      "Deniz bırakır mısın?" dedim nafile bir çabayla çırpınırken.

      "Bırakmam! Ne anladığını biliyorum Umay, o kayıtta sadece bir noktaya odaklandığını biliyorum!"

      Bugüne kadar Deniz'in birçok haline şahit olmuştum ama çaresizlik ilk defa karşıma çıkıyordu. Arkadaşlarının dışladığı bir çocuktu şu an bana sarılan. İstenmeyen, yalnız, üzgün ve korkak...

      "Bırak Deniz!" diye bağırdım ve zorla da olsa kurtuldum kollarının arasından. Arkama döndüğüm anda tekrardan sarıldı ve bu kez gerçekten mengeneye almıştı beni.

      "O zaman dinle beni. Dedim ki üç gün değil üç ömür uğraşsan yapamazsın. Sadece bir kısmını atmış sana konuşmanın. Ben Umay'a kendimden daha çok güveniyorum dedim, senin üflemenle yıkılacak kumdan bir kale değil bizim aşkımız dedim. Senin bana yaptıklarını öğrense, yüzüne tükürmeye bile beğenmez seni dedim. Ama o adi herif sadece bizi bu duruma düşürmek için o kısmı attı sana. Mesajı yolladıktan sonra bana da dinletti kaydı. Nasıl geldiğimi hatırlamıyorum Umay. Lütfen, lütfen bir kez düşün. Sen bir çırpıda her şeyi silip atacak bir insan değilsin. Yapma yalvarırım sevdam..."

      Birkaç saniye hareketsiz kaldım kollarının arasında. Dediklerinin hepsi doğruydu. Aptal gibi sadece en can alıcı noktasına odaklamıştım kendimi. Sabah sabah kendime küçük bir cehennem yaratmış ve sessizce yanmıştım alevlerin arasında da beni oradan çıkaracak halat burnumun ucundayken bir kez dönüp de bakmamıştım. Ellerimi ellerinin üzerine koydum ve hafifçe sıktım.

      "Özür dilerim..." diye mırıldandı Deniz.

      "Her zamanki salak Umay'ım ben, neden özür diliyorsun ki?" dedim.

      "Hayır, sen sadece minik bir kız çocuğusun. Bakma böyle durduğuma, Amerikan tıraşlı zamanlarımdan kurtulabilmiş değilim bende. Bizim olgunlaşabilmemiz için birbirimize ihtiyacımız var sevdam. İhtiyacımız olan tek şey el ele, birlikte büyümek..."

      Kollarını üzerimden çekip ona döndüm ve sımsıkı sarıldım. Bir söz, bir dokunuş nasıl da eritiyordu aramızdaki buzları böyle. Ve ben bu adama aşıktım... Ömrümün her dakikasını bir gülüşü için harcayacak kadar...

      Salona geçtikten sonra Deniz, abisiyle olan biten her şeyi anlattı bana. Küçük bir çocuk olmasına rağmen bir sürü şey yaşamıştı ve o adamın yaptıklarını insan insana değil, sokaktaki bir hayvana dahi yapmazdı. Sessizce onu dinleyip, sarılıp, ellerini tuttum ve bitirdiği anda konuşmasını yüzünden gerçekten bir rahatlama geçti. Birkaç gün içinde Sedat Bey denen illeti de yolladıktan sonra her şey biraz biraz rayına oturmaya başladı. Ayşegül ve Yekta yılbaşında nişanlandı, her birlikte Trabzon'a gittik fakat Deniz'i ailemle tanıştırmadım, henüz erkendi... Artık okulda sadece Deniz ve ben olmuyorduk. Melih'le başlayan arkadaşlığım, Deniz'in de onunla arkadaş olmasına sebep oldu ve çok iyi anlaşıyorlardı. Sınıfımdan, Derya isimli, sevimli bir kız da aramıza katılmıştı ve Deniz'in ortaokul arkadaşı Burak'ın da aramıza katılmasıyla şahane zamanlar geçiriyorduk. Bu süreçte Deniz'i, Hazine Adası'na götürdüm ve Alparslan Paşa'nın gönlünü aldık. Her hafta Hazine Adası'na gidip paşayla sohbet ediyorduk. Deniz gerçekten kendini sevdirmişti ve sevildiği kadar da sevmişti. Benden habersiz gittiği zamanlar bile oluyordu. 14 Şubat'ta, Denizli'de gelinliğini giydi Ayşegül. Bedeninin ona hediyesi ayva bir göbekti sadece... Beş buçuk aylık hamile olmasına rağmen karnı şişmemiş, sadece kilo almış görüntüsü vermişti ona ama her şeye rağmen ömrü hayatımda gördüğüm en güzel gelindi... Deniz işlerinden dolayı düğüne katılamamıştı ama yolladığı koca bir çiçekle yanımızda olduğunu hissettirmişti, tabi görüntülü aramanın da etkisi büyüktü. Ayşegül'ün annesi yıllardır Ayşegül için biriktirdiği parayı zorla ona verdi, babası ise Antalya'da bir ev satın aldı onlar için ve iki ailenin de verdikleri paralarla okulları bitip, iş bulana kadar rahat bir şekilde yaşayabileceklerdi. Düğünden üç ay sonra hepimizin beklediğinin tersine pamuk kadar beyaz, masmavi gözlü bir kız geldi dünyaya. Bizi düşürdüğü şaşkınlıktan yola çıkarak "Belin" koydu annesi kızının adını. Okula gitmediğim zamanların yarısını Ayşegül ve Belin'le geçirdim. Bu kadar mucizevi bir şey olamazdı dünya üzerinde. Deniz'le aramızda Sedat olayından sonra en ufak bir gerginlik bile olmamıştı. Ben Ayşe'de olduğum zamanlar o da fabrikaya gidip babasının yanında pratik yapıyordu. Okulu bittiği an babası elini eteğini işten çekip emekli hayatı sürmenin planları içindeydi. Hani her şeyin mükemmel olduğu zamanlar var ya, işte öyle aylar geçirdik. Bahar dönemi bittiği gibi ben evime gittim, Deniz kendisini işe verdi. Akşamları yaptığımız uzun telefon konuşmaları arayı soğutmaktan ziyade ateşimizi körükledi ve takvimler 25 Ağustos'u gösterdiği gibi uçağa atlayıp Antalya'ya döndüm. Deniz'le bitirdiğim koca bir yılın dönümüydü ertesi gün ve Allah nasip ettikçe en az elli yıl daha aynı heyecanla gidecektim ağustoslarda yanına...

      Valizlerim elimde, etrafa bakındım. Gözlerimin aradığı kişi belliydi, sapsarı saçlar, normalden daha yüksekte parlayacaktı ve ben koşarak yanına gidecektim. Tüm planım buydu fakat ne kadar bakınırsam bakayım değil Deniz'i, onu andıran birini bile göremedim. Valizimin kolunu aşağı indirip çantama uzandım, geç mi kalmıştı acaba? İşte ne olduysa tam o sırada oldu. İki kol sıkıca belime dolandı arkadan, kokudan dolayı dirseğimi sertçe arkaya ittirdim ve ufak bir çığlık atıp arkama bile dönmeden sol yumruğumu arkaya doğru savurdum. Nihayet kollar belimden çözüldü ve daha fazlasını yapıp sarılan sapığı polise götürmek için arkamı döndüm ama olduğum yerde donakaldım. Deniz yüzünü buruşturmuş bir şekilde, iki büklüm karşımdaydı ve ben az evvel erkek arkadaşımı dövmüştüm.

      "Hoş geldin sevdam," dedi kesik kesik.

      "Deniz özür dilerim! Sen öyle birden arkadan sarılınca sapık sandım. Yemin ederim senin olduğunu bilmiyordum sevdam!"

      Annem küçükken makinalı tüfek yuttun sen diye dalga geçerdi benimle. Yutmuş olma olasılığım aşırı yüksekti. On cümleyi sekiz saniyede söyleyebilen bir insan evladı daha var mıydı acaba dünyada benden başka?

      Deniz doğrulup yüzüne can alıcı bir gülümseme yerleştirdi. Ardından kollarını iki yana, kocaman açtı ve başını iki kez salladı kuzey-güney yönünde. Hemen kollarının arasına girdim ve sımsıkı sarıldı bana.

      "Çok. Ama. Çok. Özlemişim. Seni. Bir. Daha. Bu. Kadar. Uzağa. Gitmek. Yok."

      Yarım daireler çizerken tek tek söyledi kelimelerini. Karşılığında daha da sıktım belindeki kollarımı ve daha derin kokladım nefis kokusunu. İki yıl evvel bir adamı böylesine özleyeceğimi söyleseler Hazine Adası'ndaki bir kitabın karakteri olup olmadığını sorardım ve ardından koca bir kahkaha patlatırdım. Büyük konuştuğu başına gelirmiş ya insanın, Deniz'in geleceğini bilseydim daha evvel ederdim aşık olmamaya dair büyük laflarımı...

      "Gel hadi, gidelim," dedi Deniz kollarını çekip, elimi tuttuktan sonra. Elini bırakıp tekrar sarıldım.

      "Bir dakika daha koklayayım seni, gideriz!" dedim. Burnuyla saçlarımı aralayıp derin bir nefes çekti ve ardından başıma bir öpücük kondurdu.

      "Sadece bir dakika..."

      Bir dakikamız dolduktan sonra Deniz bir eline, elimi hapsedip, diğer eline valizi aldıktan sonra arabasına doğru yola koyulduk. Arka koltuğa valizi bıraktıktan sonra kapımı açtı ve ben bindikten sonra kapatıp kendi yerine geçti. Bindikten sonra emniyet kemerimi bağladı ve elimi alıp vites kolunun üzerine koydu, ardından arabayı çalıştırıp kendi elini de benimkinin üzerine koyduktan sonra gaza bastı. Boştaki elimle teybi çalıştırdım ve aşina olduğum bir ses doldu arabanın içine.

      "Frank Sinatra! Hatırlıyor musun sevdam, birlikte söylediğimiz ilk şarkı bu!" dedim hafif bir çığlıkla.

      "Öyle mi?" dedi hafifçe bana dönüp.

      "Unuttum deme sakın!"

      "Aklımdan çıkmış sevdam, hem o zamanlar sana karşı bir şey hissetmiyordum ki, normal arkadaşımdın dikkat etmedim o yüzden!"

      "Yalancı! Bal gibi de hatırlıyorsun! O zamanlardan dikkatini çekmeye başlamışım! Defterde-" dediğim gibi iki elimi birden ağzıma kapattım. Defteri bildiğin yürütmüştüm ve yetmediği gibi itiraf etmiştim!

      "Seni minik hırsız! Ne zaman itiraf edeceksin diye bekliyordum, aylar sürdü!" diye kahkaha attı.

      "Şey... Deniz," diye mırıldandım. Kırmızı renkli gıdalarda artık gıda boyası yerine benim pancara dönmüş bedenimi kullanabilirlerdi!

      "Dökül bakalım, neden günlüğümü alma gereği duydun?"

      "Aşkım, ben sadece merak ettim..."

      "Aşkım lafı yok! Sevdam de onun yerine. İstesen verirdim ben sana. Ajancılık oynarken mutlu muydun önü söyle sen bana."

      "Kızmadın değil mi sevdam?"

      "Kızmadım, sadece onun kaybolduğunu anlamayacağımı sandığın için kahkaha attım sürekli."

      "Ne zamandır biliyorsun?"

      "Malum kişinin sana mesaj attığı günün gecesinde fark ettim olmadığını. Eve temizliğe gelen ablaya sorduğumda görmediğini söyledi ve ondan sonra senin aldığını anladım. Sevgilinin iç dünyası kararttı mı seni de?"

      Başımı hızla iki yana salladım ve elimi tekrar, vitese, Deniz'in elinin üstüne koydum. O kalın defterden Deniz'le ilgili her şeyi öğrenmiştim. Daha çok Deniz'in bana karşı hissettiği her şeyi, zira defter şiir dinletisinden birkaç hafta öncesinde başlıyordu. Ben onu uyandırdığımda tüm gece ders çalıştığı için uyumadığını, uykusunu böldüğüm için kızgın olduğunu, dinletiden sonra eğer ona Kamer yerine Deniz deseydim nazik olacağını, sesleniş stilimden dolayı sürekli benimle zıtlaştığını ama sonra yaptığı hatanın farkına varıp özür olarak bana Antalya'yı gezdirmek istemesini, Adam Atacağı'nda taş atarken ilk kez dikkatlice bana baktığını, aynı gün onu uyandırdığımda dibinde olduğumu görünce tuhaf hissettiğini, canlı müzikte müzisyen bana göz kırptığında anlamsız yere sinirlendiği için kendine kızışını, hatta sarhoş olduğu zaman yaptıklarını hatırladığını, ondan sonra yavaş yavaş benden hoşlanmaya başladığını ama benden emin olmadığı için tek kelime edemeyişini, defalarca söylemeye çalışıp vazgeçişlerini, aramalarına cevap vermediğimde nasıl üzgün hissettiğini, Burcu'nun geldiği zamanki heyecanını, beni öpmek istemesini ama gözlerimi kapatmamış yanlış anlayıp geri çekilmesini ve daha bir sürü şeyi okumuştum defterinde ama en tuhafıma kaçan nokta ismiydi... Kamer ismini o doğduğunda abisi ona vermiş, dedesinin adıymış. Sekiz yaşına gelene kadar abisiyle aralarından su sızmıyormuş ama yaşanılan şeylerden sonra abisi ona her Kamer diye seslendiğinde bir parça daha soğumuş isminden ve şimdi öylesine nefret ediyormuş ki "tufan" diye tanımlamış bu hissi. Ona Kamer dediğim anda sanki küfretmişim gibi arkasına dönmesi, beni terslemesi, hepsi bundan dolayıymış.

      Ben düşünürken birden araba durdu. Evime gelmiştik. Deniz önden inip valizi çıkardı, bende gidip kapıları açtım. Evden içeri adımımı attığım anda kollarımı iki yana açıp başımı geri attım.

      "Evim! Güzel evim!" birkaç nefesten sonra cümleyi değiştirme gereği duydum "Evim! Toz kokulu evim!"

      Deniz gülüp burnumdan bir makas aldı ve evi dolaşıp tek tek açtı bütün pencereleri. Antalya evlerinin en sevdiğim iki özelliği vardı, birincisi bol pencereli olmaları, ikincisi oda kadar balkonları olmaları. Bizim evimizde maalesef balkon yoktu. Ev sahibimiz öğrenciye kiralamak için balkonu PWC ile kapattırıp sağlam bir yalıtım yaptırmıştı. Yazları çok kullanışlı olan oda kışları soğuk geçirdiğinden geçici misafirlerimiz geldiğinde kombiyi sonuna kadar açıp elimizden geldiğince ısıtırdık Ayşegül'le odayı ama onun dışında kullanılmayan, valizleri koyduğumuz bir odaydı. Ayşegül'ü düşününce içime bir sıkıntı oturdu. Onsuz ev çok boş geliyordu ama yeni bir ev arkadaşı almaya da gönlüm el vermiyordu. Ara sıra Belin'i alıp geliyor, odasında yatıyordu. Deniz geldiğindeyse Ayşe'nin odası onundu.

      Pencerelerden içeri dolan hava yaptığımız dip köşe temizliğe ortak olup içerideki bütün tozu ve terk edilmişlik kokusunu yok etti. Temizlik bittikten sonra salondaki klimayı 18 dereceye ayarladım ve televizyonun karşısındaki kanepeye attım kendimi. Deniz de yanıma gelip başını kucağıma koydu. Boyu o kadar uzun gelmişti ki dizlerinden aşağısı kanepeden sarkıyordu.

      "Canım çıktı!" diye isyan ettim.

      "Değdi ama," dedi Deniz gözlerini kapatıp.

      "Haklısın," diye mırıldandım.

      "Yarın ne yapalım sevdam?" dedi gözünün birini açıp.

      "Sevdam hiç dışarı çıkmayalım. Ben sana güzel bir yemek hazırlarım. Klimamızı da açarız. Sen güzel bir film getir, yemekten sonra da otur onu izleriz. Şimdi bu sıcakta dışarı çıkmayalım hiç."

      "Sen nasıl istersen bir tanem..."

      Tüm akşam aylak aylak oturup pizza söyledik. Deniz çok geç olmadan eve gitti ve bende odama geçip derin bir uykuya daldım. Yarın mükemmel bir gün olmalıydı...

      Sabah erkenden uyanıp Ayşegül'ü aradım. Belin daha küçük olduğu için işe başlamamıştı, Yekta ise gereken belgeleri aldıktan sonra bir kafenin muhasebesini tutuyordu. Uzun uzun çaldıktan sonra anca açıldı telefonum ve Ayşegül'ün fısıldayan sesi duyuldu karşı taraftan.

      "Belin uyuyor Elif, mesaj at uyanmasın..." dedikten hemen sonra kapattı telefonu. Belin'den sonra Ayşe gerçekten kendine gelmişti ve harika bir anne olmuştu.

      Kocaman bir gülümseme yayıldı yüzüme ufaklığı düşününce. Burcu'dan sonra gördüğüm en sevimli bebekti ve kim bilir ne kadar büyümüştü.

      "Bugün yıl dönümümüz Deniz'le. Markete gidelim mi Belin uyanınca?"

      Mesajı yazıp yolladım ve bir dakika geçmeden cevap geldi.

      "Uyanır uyanmaz hazırlayayım bebişimi, sonra markette buluşuruz. Bugün kendini bana bırak dostum, nefes kesici bir Elif yaratacağım. Çıkmadan ararım seni, sen hazırlanıp bekle."

      Mesajı okuduktan sonra banyoya gittim ve dişlerimi fırçaladım. Ardından üzerime bir şort ve tişört geçirip yaptığım tostu televizyon karşısında kemirdim. Ayşegül alıştığı yeri çok kolay terk edebilen bir insan değildi, o yüzden evlerimizin arası beş dakikalık yürüme mesafesiydi. Ayrı olduğumuzu hiç hissetmiyorduk bu sayede.

      Bir saat sonunda Ayşegül'den beklenilen telefon geldi ve jet hızıyla evden çıkıp markete gittim. Beş dakika sonra Ayşegül önünde bebek arabasıyla ufukta görüldü. Yanıma geldiği anda sımsıkı sarıldım ve yanaklarını öpücüğe boğdum.

      "Özledim! Özledim! Özledim!" diye yakındım her bir öpücükte.

      "Bende özledim deli!" diye güldü geri çekildikten sonra. Eğilip bebek arabasına baktığımda mışıl mışıl uyuyordu minik prenses.

      "Ayşe!" dedim son harfi uzatarak "Çok büyümüş bu!"

      "Büyüyecek tabi kızım! Sen dört yıl sonra bir gör onu, tatlı tatlı konuşup hepimizi kendimizden geçirmezse Ayşegül değilim bende!"

      "Dört yıl sonra dört yaşında olacak! Ay ben onu parka götürürüm! Kurabiye yaparım onları yer! Çok güzel olacak Ayşegül!"

      "Olacak tabi! Hadi girelim içeri, işimiz çok! Alışverişten sonra yemekleri yapalım birlikte, sonra seni hazırlayalım." Geri çekilip baştan aşağı süzdü beni "Akşama kadar anca biter. Kendisine bakmayı akıl eder bir insan ama nerede!" diye söylenip önden markete girdi. Bir saat boyunca markette en az yüz tur attık. Haddinden fazla yiyecek, krem, ağda ve çeşitli bakım ürünlerini arabaya doldurduktan sonra kasaya bir servet yatırdık ve eve gittik. Isıtılabilecek yemekleri önceden yapıp eti son saate bıraktık ve Belin'i benim yatağıma yatırıp, kenarlarına yastık koyduktan sonra Ayşegül Kuaförde serisine başladık. Vücudum kıpkırmızı kalana kadar, tavuk yolar gibi girişti Ayşegül bana ve ardından duşa yolladı. Çıktıktan sonra ne işe yaradığını dahi bilmediğim bir sürü kremi elime tutuşturdu ve derimin üzerinde bir kat daha deri daha oluşturdu bütün o şeyler. Peki bununla bitti mi? Elbette hayır! Dolabımda ne kadar giysi varsa hepsini çıkarıp koltuğa oturdu ve içine Nur YERLİTAŞ kaçmış gibi acımasızca eleştirdi beni. En sonunda dizlerimin biraz üzerinde, lacivert ve beyaz dik çizgili, kırmızı kemerli bir etekle beyaz kolsuz, bana şifon gibi gelen ama Ayşegül'e adını bile telaffuz edemediğim bir kumaş gibi gözüken gömleği de üzerime geçirdi. Yine bitmedi! Resmen Testere serisi çekiyordu kadın benimle. Bitiyor mu? Asla! Dalgalı saç için maşada her ne kadar ısrar etsem de doğallıktan yana olduğunu söyleyip bigudileri aramaya kalkıştı.

      "Ayşe maşa bence daha iyi olur," dedim önüne geçip.

      "Hayır, doğal dalga istiyorum ve saçlarında herhangi bir koku oluşmamalı."

      "Valla bana kalsa-"

      "Sana kalmıyor canım işte, otur şu aynanın önüne ve bekle beni. Bigudileri bir yere koymuştum ben, şimdi bulurum," dedi yeniden arkeolojik kazısına gömüldü. Süsü seven bir insandım bende ama yemin ederim bu deli karı savaşa hazırlanır gibi hazırlanıyordu. Düz saç mı istiyorsun, presle! Dalga ya da kıvırcık mı, maşa! Makyaj mı istiyorsun? Hafif pudra, rimel, allık ve ruj bazen de eyeliner! Ama Ayşegül'e gelince durum şuydu; düz saç için kuvvetli bir fön makinası, bir düzine fırça ve ne olur ne olmaz diye düzleştirici. Kıvırcık saçları için inceli kalınlı bigudiler! Makyaj ise akıllara zarar! Her seferinde en az on farklı kimyasal o yüze değecek arkadaşım! Değmezse kurbağaların kısır kalma tehlikesi var!

      Beş dakika sonra Ayşegül elinde iki parmağım kalınlığında bir sürü bigudiyle arkamdaydı ve saçlarımı çekiştire çekiştire sarmaya başladı. işi bitince yarım saat bekledi ve üzerine fön makinası da tuttuktan sonra açtı hepsini. Hey gidi baldırı çıplaklar sürüsü! Gerçekten işinin ehli bir kuaför gibiydi benim canım arkadaşım! Perçemlerimi şekillendirip saçlarımı güzel bir atkuyruğu yaptı. Ardından on yüz bin malzemeyle yüzüme girişti. İşi bittiğinde aynadaki beni tanıyamadım. Bebeksi, göz alıcı, çekici ve gerçekten seksi olmuştum!

      "İşte şimdi bir şeylere benzedin!" dedi gururla beni süzüp. Evde giydiğim dolgu topuklu ayakkabılarımı da önüme koyduktan sonra Belin'i kontrol etti ve mutfağa geçti. O masayı hazırlarken bende etleri kızarttım ve servise hazır hale getirdim. Tüm hazırlıklar bittikten sonra Ayşegül yanaklarımı öpüp gitti. Geriye mükemmel hazırlanmış bir masa, sülalemi doyurmaya yetecek bir sürü yemek, kaliteli bir şarap ve güzeller güzeli Elif kaldı. Son kez kendimi kontrol edip çok az parfüm sıktıktan sonra Deniz geldi. Koşarak kapıya gittim. Beni gördüğü an yüzünde olan gülümseme yavaşça soldu. Al işte! Beğenmemişti!

      "Olmamış mı?" dedim yüzümü asıp.

      "Mükemmel olmuş..." dedi yavaşça.

      "Gel içeri," diye gülümsedim. Anında geri gelmişti gülümsemem olanca ışığıyla. Kapıdan girdiği gibi kollarımı boynuna doladım.

      "Hoş geldin sevdam!" diye fısıldadım kulağına.

      "Aşırı hoş buldum!" diye güldü. Geri çekilip yanağına bir öpücük kondurdum ve kalan kırmızı ruj izini elimle sildim.

      "Gel hadi, yemek soğumadan yiyelim. Çok güzel şeyler hazırladım sana!" dedim elinden tutup mutfağa çekerken.

      "Sen zehir koysan-" masayı gördüğü an durdu ve hafif bir ıslık çaldı. "Sen ne kadar harika bir kadınsın böyle!"

      "Senden bulaştı biraz."

      Kıkırdayıp hafiften omuz silktim ve şarabı buzların içinden çıkarıp kadehlere koydum. Çorbayı da servis ettikten sonra Deniz sandalyemi çekti ve ben oturduktan sonra yerine geçti. Kadehini kaldırdı.

      "Birlikte koca bir ömre..." dedi. Bende kadehimi kaldırdım ve ardından sıcak bir gülümseme yolladım ona. Çorbalardan sonra ara sıcaklara geçtik ve boş tabakları kaldırıp ana yemeği tabaklara koydum. Deniz'in servisini önüne koyduğum sırada elimi tuttu.

      "Biraz otursana yanıma," dedi. Çaprazındaki sandalyeyi çekip ucuna iliştim. Ceketinin iç cebinden minik, kadife kaplı, siyah bir kutu çıkardı ve yavaşça açıp bana çevirdi. Gümüş rengi, ince bir zincirin ucunda kanatlarını açıp, başını göğe kaldıran bir kuş duruyordu ve ağzındaki daldan aşağı daha ince bir zincir sallanıyordu. Onun da ucunda minik bir taş vardı. Hayranlıkla kolyeye baktım.

       "Umay... Üzerinden geçtiği kişiye mutluluk veren kuş... İyi ki benim hayatıma da uğradın ve iyi ki hayatıma kaybolan anlamını geri getirdin. Bana mutlu olmayı öğrettiğin için teşekkür ederim sevdam. Kolyeni takabilir miyim?" diye gülümsedi. Görüp görebileceğim en masum gülücüktü... Gözlerim dolu dolu olmuştu. Hafifçe başımı salladım. Kolyenin kilidini açıp uçlarından tuttu ve yaklaşıp boynuma taktı. İşini bitirdikten sonra geri çekilip gözlerini gözlerime sabitledi ve yavaşça yaklaştı dudaklarıma. Tam öpeceği zaman telefonu çaldı ve bir ah çektikten sonra yerine geçip telefonu çıkardı. Arayan Ayşegül'dü.

      "Of Ayşe! Arayacak zaman mıydı?" diye söylenip kulağına götürdü.

      "Efendim Ayşegül... Ne! Ciddi misin?... Tamam, veriyorum!" deyip telefonu elime tutuşturdu.

      "Efendim Ayşecim?" dedim merakla.

      "Elif acil durum! Baban aradı, sana sürpriz yapmışlar, mahalleye girmişler ama evi bulamamışlar. Tarif istedi. On dakika sonra kapıda olurlar. Deniz'i yollamaya vaktin yok. Şimdi dikkatlice yapacaklarını dinle. Şarabı ve kadehleri sakla. Alkol varsa eğer evde valiz odasındaki eski dolabın içine koy şarapla birlikte. Masaya iki servis daha aç ve ne kadar yemek yediyseniz hepsinden birer tabak kirletip bulaşıkların yanına koy. Saçın kalsın, rujunu azalt ve makyajın üzerinden hafifçe aldır. Üzerine kot ve tişört geçir. Beş dakika sonra sizdeyiz Yekta'yla. Deniz'e söyle yardım etsin sana ve Belin için senin yatağına yer hazırlasın," dedi ve telefonu kapattı. Hemen Deniz'e gerekli direktifleri verdim ve jet hızıyla işe koyulduk. Tam beş dakika sonra kapı çaldı, gelen Ayşegül ve Yekta'ydı Allah'tan. Kalan işleri de birlikte hallettikten sonra masaya oturup nefeslerimizi düzenlemeye başladık ve o sırada kapı çaldı. Elim ayağım titriyordu. Allah'ım resmen bedenimde 8.4 şiddetinde deprem oluyordu! Yerimden kalkıp kapıya gittim ve otomatiğe bastım. Merdivenlerdeki ayak seslerini duyduktan sonra derin ama çok derin bir nefes çektim ve saniyeler içinde tüm ailem karşımdaydı. Deniz, Ayşegül ve Yekta da arkamdan gelip kapıda karşıladı babamları. Ayakkabılarını kaldırıp birer terlik verdim hepsine ve kocaman bir gülümsemeyle içeri annem ve babam. Burcu hala ayakkabılarının ipleriyle uğraşıyordu. Babam Deniz'i fark etmiş ve normal bir arkadaş yemeği sanıp sıcakkanlılıkla selamlamıştı. Annem de babamı aratmayacak bir sıcaklıkla sarılmıştı herkese. Fakat esas bomba Burcu'daydı. İçeri girdiği anda Deniz'e çarptı gözü ve ömründe ilk kez boş boğazlık yaptı.

      "Deniz enişte!" lafının ağzından çıkmasıyla ellerini ağzına kapatması bir oldu ama duymaması gereken kişiler çoktan duymuştu. Annem şaşkınlıkla yüzüme bakıyordu. Üzerimde hissettiklerim ise babamın delici bakışlarından başka bir şey değildi...

Continue Reading

You'll Also Like

1.5K 86 29
Birileri bir şeyler gizlemek ile meşgulken, O birini öldürmek ile ilgileniyordu. Okyanus'un gelini kendi katilini ararken, Okyanus adını verdikleri...
888K 20.9K 52
-Git! -Gitmeyeceğim. -Sana git dedim! -Ben de sana gitmeyeceğini söyledim. -Neden? -Seni seviyorum. Ardından beni kendisine çekti ve duda...
505K 18.1K 49
30 Kasım 2014 tarihinde yazılmaya başlanmıştır. Genç Kız Edebiyatında ilk 10'na girmiştir. *** Ben çıkmaz bir sokakta duvar, oysa duvarı yıkan bir fe...
728K 29.2K 79
*** ...Kendi düşüncelerimle boğuşmaktan vazgeçip sesimin titremesine engel olamadan konuştum. " Yaklaşma" "Şşş..." Bu hareketi bile titrememe neden o...