KARANLIK ŞEHİR

By gaslann

904K 35.2K 4.9K

Bir mafya hikayesi... YAYINLANMA TARİHİ: Şubat 2021 © HER HAKKI SAKLIDIR © More

❤❤
TANITIM
1. BÖLÜM
2. BÖLÜM
3. BÖLÜM
4. BÖLÜM
5. BÖLÜM
6. BÖLÜM
7. BÖLÜM
8. BÖLÜM
9. BÖLÜM
10. BÖLÜM
11. BÖLÜM
12. BÖLÜM
13. BÖLÜM
14. BÖLÜM
15. BÖLÜM
16. BÖLÜM
17. BÖLÜM
18. BÖLÜM
19. BÖLÜM
20. BÖLÜM
21. BÖLÜM 'CEM'
22. BÖLÜM
23. BÖLÜM
24. BÖLÜM
25. BÖLÜM
26. BÖLÜM
27. BÖLÜM
28. BÖLÜM
29. BÖLÜM
30. BÖLÜM
31. BÖLÜM
32. BÖLÜM
33. BÖLÜM
34. BÖLÜM
35. BÖLÜM
36. BÖLÜM
37. BÖLÜM
38. BÖLÜM
39. BÖLÜM
40. BÖLÜM
41. BÖLÜM
42. BÖLÜM
43. BÖLÜM
44. BÖLÜM 'HAKAN'
45. BÖLÜM
46. BÖLÜM
47. BÖLÜM
48. BÖLÜM
49. BÖLÜM
50. BÖLÜM
51. BÖLÜM
52. BÖLÜM
53. BÖLÜM
54. BÖLÜM
55. BÖLÜM
56. BÖLÜM
57. BÖLÜM
58. BÖLÜM
59. BÖLÜM
60. BÖLÜM
61. BÖLÜM
62. BÖLÜM
63. BÖLÜM
64. BÖLÜM
65. BÖLÜM
66. BÖLÜM
67. BÖLÜM
68. BÖLÜM
69. BÖLÜM
70. BÖLÜM
71. BÖLÜM
72. BÖLÜM
73. BÖLÜM
74. BÖLÜM 'ALİ'
75. BÖLÜM
76. BÖLÜM
77. BÖLÜM
78. BÖLÜM ♦ I. KİTAP SONU
'KAYIP I'
'KAYIP II'
80.BÖLÜM
81. Bölüm
82. BÖLÜM
83. BÖLÜM
84. BÖLÜM
85. BÖLÜM
86. BÖLÜM
87. BÖLÜM
88.BÖLÜM
89. BÖLÜM

79. BÖLÜM

1.4K 69 10
By gaslann

Selaam..

Yeni bölümleri yayınlamaya başlıyorum. Bol bol yorum bekliyorum. 

Keyifli okumalar.

Bahçe kapısının sesini duyduktan yaklaşık on saniye sonra da gelmesini dört gözle beklediğim adamın sesi ulaştı kulaklarıma. İki haftada bir gelen adam, dörtaydır yanıma uğramıyordu.

"Naber Çetin" dediğini duydum. Kucağımdakini dikkatlice yatağın üzerine bırakırken, bir yandan da dışarıda konuşulanları dinliyordum.

"Çetin iyi, Çetin oturuyor, Ezgi içeride o da iyi, her şey iyi" diye konuşmaya başlayan Çetin'i duyduğumda gülümsemeden edemedim. Onu ilk gördüğüm gün bu hallerinden ne kadar korktuğumu anımsadım. Çetin'in akıl sağlığı yerinde değildi. Konuşurken iki de bir başına vurması ve kelimeleri dudaklarından zorlukla çıkarıyor olmasına zamanla alışabilmiştim. Şimdi en akıllı insandan bile, daha güvenilir geliyordu bana. Her şeyime yardım eden, beni en iyi tanıyan insandı artık. Ona kendimi anlatmış olmamama rağmen, beni bu kadar tanıyor olması şaşırtsa da, o Cenk'di. Zamanla anlamıştım bunu.

Cenk'in sesini duyduğumda bir yıl önce olanlar aklıma üşüştü tekrar. Beni o karanlık geceden, Cem'den kurtaran adamdı Cenk. Konseyde de beni kurtarmıştı. En azından buna inanmak istemiştim. Başka birisi de olabilirdi. O an bana uzatılan eli tutmak zorundaydım. Çünkü Cem'in yanında olma fikri en kötüsüydü. Bunu düşünerek bana uzattığı eli hiç çekinmeden tuttum. Başka şansım da yoktu zaten.

Kazanın olduğu yerden ayrılırken, ne attığım adımları, ne de aldığım nefesleri hissediyordum. Bir boşlukta uçuyor gibiydim. Olanları düşünmeye ne vaktim ne de cesaretim vardı. Daha fazla dayanamayan bedenim tanımadığım adamın kollarına yığıldığında son gördüğüm şey, onun ürkütücü, elmas gibi parlayan siyah gözleriydi.

Gözlerimi açtığımda bu evdeydim işte. Nerede olduğumu bilmiyordum o zamanlar. Türkiye'den kilometrelerce uzakta olduğumu da. Uyandığımda dudaklarımdan dökülen tek kelime Hakan olmuştu ve ben o evde bir ay boyunca sadece onun adını sayıklamıştım. Evin içerisinde aklından noksan birisiyle tek başımaydım. Beni buraya kimin getirdiğini bile bilmiyordum. Maskesinden ve o keskin bakışlarından tanıyordum onu. Bu kadar. Korkunç bir karanlığın içindeydim. Her zaman karanlık peşimdeydi ama bu sefer gerçekten de kaybolmuş gibi hissediyordum. Kendime verecek telkinlerim yoktu artık. Kendime yeniden çizebileceğim bir yolum yoktu.

Hakan. O karanlığın içinde tek dayanağımdı. Burada kaldığım belirsiz süre boyunca sadece onun adı çıkmıştı dudaklarımdan. Bir de yanıma yaklaşmaya çalışan Çetin'i engellemek için çığlık seslerime karışan ağlamalarım. Kaçmaya çalıştığımda benimle birlikte ağlayıp, gitmeme izin vermeyen biriydi Çetin. Sonradan ona olan korkum azalmış, merhamet ve sevgim ortaya çıkmıştı. Masumdu. Hiç bir şeyden haberi yoktu. Beni ona bırakıp gitmişlerdi. O da beni korumayı görev bellemişti. Hepsi bu.

Hiç haber alamadan, hiç kimseyi göremeden bir ayı bitirmişken, o geldi. Beni burada bir aydır esir eden adam. Maskesiz hiç görmememe rağmen, aklımdan çıkmayan gözlerinden tanımıştım onu. Yanında bir kadın vardı bu sefer. Sonunda yüzleşme vakti gelmişti. Hem bağırıyor, hem de elime ne geçerse onlara doğru fırlatıyordum. Attıklarımın kime, nereye geldiği umurumda bile değildi.

"Kimsin sen? Gitmeme izin vereceksin. Gideceğim buradan" diye bağırıyordum avaz avaz. Sesimi duyan birileri de gelebilirdi böylece. Ama düşündüğüm gibi olmamıştı. Hiç kimse sesimi duymamış, yardıma gelmemişti. Üstüne yorgunluğa daha fazla dayanamayan bedenim yine o adamın kollarına yığılmıştı. Bu kadar mı zayıftım ben? Ne ara gücümü kaybetmiştim bu kadar?

Uyandığımda başucumda bana endişeli gözlerle bakan Çetin'i görmüştüm. Yine. Sonra ağrıyan başımı zorlukla sağıma çevirdiğimde, o adamın ve yanındaki kadının hala burada olduklarını gördüm. Hızlıca yataktan doğrulmaya çalıştığımda yerinden hızlıca kalkıp, beni omuzlarımdan tutarak tekrar yatağa yatırdı.

"Bırak" diye bağırdım bir kez daha. Bağırışlarım, sadece boğazımın acımasına yarıyordu. Ona hiçbir şekilde tesir etmiyordu.

"Sakin ol, zarar vereceksin, hem kendine, hem de bebeğine" dediğinde çırpınışlarım bir anda kesildi. Duyduğum şey, beynimde tekrarlanırken, yüzüme dağılan saçlarımın arasından karşımdaki adama bakmaya başladım. Yanlış duymuş olmalıydım.

"Ne dedin sen?" diyebilmiştim sadece. Dilim bu kadarına dönmüştü. Ona öyle bir bakıyordum ki, içimde hissettiğim bütün duygular, öfkem, kinim, nefretim, hasretim bakışlarıma yansımıştı. Bunu karşımdaki adamın afallayan sert bakışlarından da açıkça görebilmiştim.

Bakışlarını benden çekip, yanındaki kadınla bir süre bakıştılar. Sonra o kadın Çetin'i de alıp dışarı çıktılar. Bu adamla tek başımaydım şimdi. Korkmuştum. Bana doğru döndüğünde derin bir nefes aldı ve konuşmaya başladı.

"Ezgi" dedi tok bir sesle. "Sana her şeyi anlatacağım. Bu yüzden geldim buraya zaten. Ama öncelikle sakin ol. Bayıldığında doktor geldi buraya. Serum taktıktan sonra, kan testi için kanını alıp gitti. Sonuçlar çıktığında da beni aradı. Hamilesin. Kesin!" dedi düz bir şekilde hızlıca. Ne tepki vereceğimi bilememiştim o an. Sadece siyah gözlerine bakıyordum öylece. O da benim gözlerime. Bana güven demek için göz kapaklarını birbirine bastırıyordu ara sıra. Yüzünde müjde vermiş birisinin gülümsemesi vardı şimdi.

Bakışlarımı elimin üzerine takılmış damar yoluna indirdim. Sonra damar yoluna takılmış sıvıya baktım. Diğer elim istemsizce karnıma dokundu. Doğru muydu söylediği? Doğru olsa sevinirdim. Berbat hissetmiştim halbuki duyduğumda. Yalan söylüyordu.

"Kimsiniz siz?" dedim öfkeyle. Dediklerini duymamış gibi yaptım.

"Olabileceğin en güvenli yerdesin. Hem senin için hem de bebek için" dedi. Histerik bir kahkaha attım. Güvenli bir yer yoktu benim için. Her tarafı duvarlarla örülmüş bir araziden çıkardılar beni. Zorla. Ayırdılar sevdiğim insanlardan.

"Ne kadar güvenli?" diye sordum. Yine bebek dediği kısmı önemsememiştim. Benden iyi bilemezdi ya.

"Duvarları yüksek mi? Birileri girmeye çalıştığında lazerler mi var onları engelleyen? Otomatik silahlar ya da her alanı inceleyen kameralar? Son teknoloji güvenlik aşamaları?" dedim sakince. Ses tonum sakindi ama, içimde fırtınalar vardı. Bir türlü dinmek bilmeyen. O fırtınaları dindirecek bir dokunuşa ihtiyacım vardı, bir aydır. Ve ben ondan mahrumdum. Ne kadar daha ayrı kalacağım da meçhuldü. Özlem doluydum.

"Haklısın. Öyle bir yerden geldin buraya. " dedi. Yüzüne bile bakmıyordum şimdi.

"Ama herkes senin o duvarların arkasında olduğunu biliyordu Ezgi" diye devam etti. "Burada olduğunu bilen fazla kişi yok" Son cümlesinde ses tonu korkutmuştu beni.

Doğru söylüyordu. Kayıptım ben. Ve kimse benim nerede olduğumu bilmiyordu. Hakan beni nasıl bulacaktı ki?

"Bana neden yapıyorsun bu kötülüğü" diye bağırdım bu sefer. "Neden beni burada tutuyorsun?"

"Bunları anlatmak için buradayım. Sana hiç bir zararım olmayacak. Düşündüğünün aksine, ben seni koruyorum" dedi yumuşakça. İnanmalı mıydım? Ne yapabilirdim başka?

"Beni neden korumak isteyesin ki? "diye sordum. Bu soruları daha öncesinde canımı çok acıtan, ama daha sonra canımdan öte sevdiğim adama da sormuştum bir zamanlar.

"Korunması gereken birisin çünkü" dedi yumuşacık bir sesle. Kaşlarım çatıldı.

"İyilik yapmak için mi beni sevdiklerimden uzakta tutuyorsun?" diye sordum. Öfkemi görmüyor muydu?

"Sevdiğim dediğin insanlar, sana en büyük zararı veren kişiler. Farkında değilsin. Ama olacaksın" dedi ve ayağa kalktı. Küçük odada bir iki adım attıktan sonra, tekrar bana döndü.

"O insanların içinde kalmaman gerekiyordu. Seni kurtarmazsam, şimdiye kadar ölmüş olurdun. Bunu sen de biliyorsun." dedi. Haklıydı ve bu beni iyice sinirlendirmişti.

"Bu beni burada tutmanı açıklamıyor ama " dedim. Ona daha fazlasını söylemek istiyorken, kendimi tutuyordum. Buradan kurtulmak için ona ihtiyacım vardı. ondan alabileceği her bilgi beni biraz daha Hakan'a yakınlaştırabilirdi.

"Senin yaşamana ihtiyacımız var. Orada kaldığın her gün, bir tehlikeydi senin için. Bu da bizim planlarımız için riskti. Bu riski alamazdık. Hakan'ın seni korumaya yetecek kadar gücü yok. Ama olacak. Amacımız da bu" dedi. Ona karşı duyduğum öfke iyice artıyordu.

"Siz kimsiniz?" diye bağırdım bu sefer de. Bu soruma bir türlü cevap alamıyordum ve Hakan'a olan özlemim iyice sıkıştırıyordu beni. Ona ihtiyacım vardı.

"Biz, kötülerin ceza almasını isteyen insanlarız. Kararttıkları hayatlar için ceza almalarını isteyen insanlarız. Bir daha o kötülüklerinin insanlara ulaşmamasını isteyen insanlarız. Biz karanlık şehri aydınlatacak olanlarız" dedi. Benim gibi yükseltmişti sesini. Öyle bir anlatıyordu ki, her kimsen bahsediyorsa, karşısında o vardı sanki. Bana değil de, ona doğru kusuyordu öfkesini.

"Kim onlar?" diye sordum. Sakindi sesim bu kez.

"Sana da kötülük yapan insanlar. Murat, Serdar, Ümit ve diğerleri. Şehirlerin üstüne çökmüş karabasanlar" dedi. Sonra durup bir nefes çekti içine. Ellerini saçlarına götürdüğünde, aynı Ali gibi kafasına sürttü avuç içini. Gözlerimi kapattım bir kaç saniye. Ne kadar çok sevdiğim varmış diye geçirdim içimden. Hepsini ayrı ayrı özlemişken, birinin hasreti yüreğimi çok fena yakıyordu.

"Benim burada olmamla alakası ne? Benim o adamları yenecek gücüm yok. Beni iyi tanıyorsun ya, bunu da bilmen gerekiyordu" dedim umursamazca. Bıkmıştım. Sürekli bu adamların önüme çıkması beni delirtecekti.

"Haklısın. Onlar yenilmezler. Kısa bir süre öncesine kadar biz de öyle düşünüyorduk. Ama öyle olmadığını anladık. Senin sayende" dedi. Konuşmaya devam etmesi için tüm dikkatimi ona verdim. Parlak siyah gözlerine bakıyordum.

"Hakan" dedi dudaklarının arasından. "Seninle karşılaştıktan sonra, bize onları yenebileceğini gösterdi. Bir çok kez onunla iletişime geçmeye çalıştık. Ama reddetti. O kirli işlere bulaşmak istemediğini söyledi. Seninle karşılaştıktan sonra, bu fikrinde sabit kalamadı. Bize de senin için her şeyi yapabileceğini göstermiş oldu." dedi. Beni sevmesinin acısını mı çekiyordu şimdi Hakan. Ona mutluluk vermek yerine, kötülük mü yapmıştım?

"Ne yaptıracaksınız ona?" diye sordum korkuyla. İstemediği birisine dönüşecekti. Bunu istiyordu karşımdaki adam. Ve bunu beni kullanarak yapacaktı.

"Bir şey yapmayacağız Ezgi. Önce şunu anlaman lazım. Ben sizinle aynı taraftayım." dedi.

"Aynı tarafta olmaya zorluyorsun sen bizi" dedim öfkeyle. "Biz onlarla hiç bir bağımız kalmadan sadece yaşamak istiyorduk. Normal insanlar gibi" Bunu söylerken sesim titremişti. Hayallerimiz vardı. Hepsi imkansızlaşıyordu gün geçtikçe. Çünkü ben umudumu kaybediyordum.

Yanıma kadar gelip, bacaklarımın ucuna oturdu. Ceketinin iç cebinden bir şey çıkardı ve bana doğru uzatırken konuşmaya başladı.

"Şu an sizi zorluyormuşum gibi gözükebilir. Ama tehlikedesiniz. Ne yaparsanız yapın o istediğiniz normal hayatı yaşayamayacaksınız. İzin vermeyecekler. Elindeki fotoğrafa iyi bak" dedi. Onun siyah gözlerinden elime tutuşturduğu fotoğrafa indirdim bakışlarımı. Hakan vardı orada. Nefesim kesildi.

Kalabalık bir yerdi. Ama ilk bakışta o çarpmıştı gözüme. Niye bu kadar üzgündü?

"Yeni mi bu?" diye sordum. Eski olmasını istedim. Üzgün olabileceğini aklıma bile getirmemiştim ondan ayrıldığımdan beri. Onu hep mutlu hayal ettim. Tüm acıları ve hasreti kendim çekmek istedim.

Ama şimdi bu neydi? Bu omuzları düşmüş, kilo vermiş adam da kimdi? Acısı fotoğrafa yansımıştı sanki. Gidip acılarını dindirmek istedim. Tam yüzünün olduğu noktaya gözlerimden akan bir damla yaş düştü. Göğsüme bastırıp, sildim. Yaşlarım peşi sıra düşmeye başladı. İyileştirmişti beni. Ama ben ona hep zarar vermiştim.

"Dünden kalan" dedi. Gözlerimi kapattım. Dudaklarımdan dökülen hıçkırıklara daha fazla engel olamadım. Sonra omuzlarımda bir dokunuş hissettim. Kendimi geri çekmek istesem de izin vermedi. Çok yorgundum başımı onun omzuna yasladım ve bir süre o şekilde kaldım.

"İyi misin" dedi bir zaman sonra. Başımı omuzundan kaldırıp gözlerine baktım. Üzgündü. Beni bu hale getirdiği için üzülüyor muydu?

"Onu çok özledim" dedim sadece. Sorusunun cevabıydı bu. Hakan olmadan hiç bir zaman iyi olamayacaktım.

Derin bir nefes çekti içine ve ellerini omuzlarımdan çekip bir kaç mesafe uzaklaştı.

"Hakan'dan başka birileri de var o fotoğrafta" dedi. Sonra yerinden kalkıp tam yanıma oturdu. Fotoğrafa aynı açıdan bakıyorduk şimdi. Parmak ucuyla fotoğrafta bir noktayı gösterdi.

"Bu!" dedi, sonra başka bir noktaya dokundu. "Bu!" Sonra bir başkasına "Bu da!" dedi.

"Bunların hepsi Hakan'ı öldürmek için fırsat kollayan adamlar. Bu kadar adam eli tetikte bekliyor. Çünkü Hakan onlar için bir tehdit. Hakan'ın yükselmesi demek, bu adamların ölümü demek" dedi. Dehşetle fotoğrafta Hakan hariç diğer insanların yüzüne bakıyordum.

"Hakan'ın bu saatten sonra güçlenmekten başka çaresi yok. Onu babasının ismi bile kurtaramaz artık" dedi.

"Kurtar o zaman onu" dedim birden. "Beni kurtardığın gibi onu da kurtar. Yapabilirsin"

Gülümsedi. Bu ona güvendiğimi gösteriyordu ona göre. Ama öyle değildi.

"Kurtarmam için, onun güçlenmesi gerekiyor. Seni ararken, acısı ona güç vermeli. Bir umudu var. Aynı senin gibi" dedi. Kötülük mü yapıyordu, yoksa iyilik mi?

"Nasıl güçlenecek peki? Görmüyor musun halini" dedim. Bizim birbirimize ihtiyacımız vardı. Ayrı olmak bize güç vermezdi.

"Seni bulmak için güçlenmesi gerekiyor. Sana kavuşma umudu onu hayatta tutacak şey Ezgi. Eğer seni bulursa, mutlu olursunuz. Ama belki de bir kaç gün sadece. Öldürecekler onu. Ölmemesi için senden uzak kalması ve gücü eline alması gerekiyor"

"Neden" dedim ağrıdan çatlayacak başımı ellerimin arasına aldım. "Neden" diye mırıldandım tekrar. "Neden bir arada kalamıyoruz biz?"

Kolunu omuzuna attı ve eliyle başımı kendi omuzuna yasladı. Ses çıkarmadım. Çok yalnız ve çaresiz hissediyordum. Anlattıklarına inanmıştım. Çünkü bu karanlık içinde her şey olabilirdi. Buna alışmış, kabullenmiştim.

"Ona gidersem, o ölecek öyle mi?" dedim acıyla. Dudaklarımdan dökülenlere kendim de şaşırmıştım. Bu kadar kolay olmamalıydı bu.

"Öyle. O seni bulana kadar, benim yanımda güvenli bir şekilde kalacaksın. Yaşadığını biliyor, iyi olduğunu biliyor merak etme" dedi. Başımı omzundan kaldırıp yüzüne baktım.

"Nasıl biliyor?" diye sordum. Bu beni heyecanlandırmıştı.

"Yaşadığına dair bir kaç ipucu gönderdik." dedi.

"Ne gönderdiniz?" diye sordum bu seferde. Fotoğrafı özenle ceketinin cebine koydu tekrar. Sonra ayağa kalktı.

"Bundan sonra kaçmaya çalışmazsın artık. Senin kaçmaların yüzünden işimi yapamıyorum" dedi gülümseyerek. Onun aksine ben ona öfkeyle bakmaya devam ediyordum.

"Tamam, sakin ol artık. Neden burada olduğunu, nasıl tekrar geri döneceğini biliyorsun artık." dedi gülümsemesini sürdürürken.

"Çok kötü birisin." dedim dişlerimin arasından. İyilik yapıyormuş gibi anlatıyordu ama yaptıkları kötülükten başka bir şey değildi.

"Herkes öyle der, ama sen deyince biraz canımı sıktı bu. Ne yalan söyleyeyim" dedi. Elini yine Ali gibi başına götürüp, sık siyah saçları arasında gezdirdi. Bu iyice sinirlerimi bozmuştu. Sırtımdaki yastığı alıp ona fırlattım. Nedense kötü biri olmasına rağmen korkmuyordum ondan. Bana zarar vermeyeceğini söylemişti ama sözle olacak iş değildi. Bana o hissi de vermişti. Korkmuyordum.

"İyi atıştı" dedi, havada yakaladığı yastığı tekrar yanıma koyarken. Sinirlerim o kadar bozulmuştu ki, gülmeye başladım.

"Ben yine geleceğim. O zamana kadar, eğlenmene bak" dedi.

"Dur gitme." diye bağırdım birden. Arkasını dönüp bana baktı. Gülen yüzü ne çabuk ciddileşmişti öyle.

"Hakan burada olduğumu bilmese, ama en azından birbirimizle telefonda konuşsak olmaz mı?" diye sordum.

"Olmaz" dedi net bir şekilde. "Bunu aklından bile geçirme" diye devam etti.

"Neden?" diye sordum şaşkınlıkla. İzin verebileceğini düşünmüştüm.

"Sen yokmuşsun gibi davran Ezgi. Ne sesin, ne görüntün. Hiç bir şeyin yok senin. Öyle yaşamalısın" dedi. Korkmadığımı düşündüğüm adam o an beni sınırları olduğunu gösterdi. O sınırları aştığımda korkunç birine dönüşeceğinin sinyaliydi bu konuşma.

"Ama ipucu göndermişsin" dedim korkuma rağmen.

"Sadece yaşadığını bilmesi içindi. O kadar" dedi. Ne olduğunu söylemeyecekti. Kabul etmem gerekiyordu. Bana Hakan'ın canı hakkında konuşmuştu. Beklemeliydim. Güçlenmesini ve beni buradan almasını beklemeliydim.

Sabredebilirim demiştim. Sabrettim de. Tam bir yıl geçti o günün üstünden. Acı ve özlem dolu bir yıl. Aynı göğün altında olduğumuzu düşünmek yetiyordu artık bana. Ondan kalanlar bana güç vermişti. Dört ay öncesine ait bir fotoğrafı vardı elimde. Gülümsüyordu. Cenk'ten bu fotoğrafı almak için çok uğraşmıştım. Hissetmiş gibi, gülümsemişti fotoğrafta. Rüya'mın doğduğu gün getirmişti bana. Bakışlarına yansımıştı yüreğindeki acı. Ama yine de gülüyordu. Çok güzeldi.

Bundan 4 ay önce doğmuştu Rüya. Cenk dediğinde inanmamıştım. Çünkü hissetmiyordum, mutlu değildim. Duyduğumda da sevinmemiştim. Böyle mi oluyordu bilmiyordum. Ama zamanla hissettim onu. "Anne buradayım" dedi bana. Varlığını hissettirdi, bana güç verdi. O olmasa ayağa kalkamazdım.

Yatağın üzerinde uyuyordu şimdi mışıl mışıl. Gözlerinin rengi benim gözlerime benziyordu ama öyle bir bakıyordu ki bana, Hakan karşımdaymış gibi hissettiriyordu. Mis kokulu yanağına küçük bir öpücük bıraktıktan sonra odadan çıktım. Babasından ayrı, habersiz büyüyordu Rüya'm. Rüya'mız.

Salona girer girmez, Elif'in koşup bana sarılması bir oldu. Onu Rüya doğduğunda görmüştüm en son. Ben de ona sıkı sıkı sarıldım. Konuşamıyordu. O üç adam yüzünden. Bu salonda bulunan dört kişi de onlardan zarar görmüşlerdi. Elif ve Çetin'de gözle görülür zararlar, Cenk ve ben de ise gizli ama canımızı çok acıtan yaralar bırakmışlardı. Hâlâ canımız yanıyordu. Hiç bir şeyin geçtiği falan yoktu.

"Nasılsın Ezgi" diye sordu Cenk. Bakışlarımı onlara çevirdiğimde Çetin'in avuç içiyle Cenk'in yanağına dokunduğunu gördüm. Onu seviyordu. Bu onun sevgisini gösterme şekliydi. Cenk bundan hiç rahatsız olmuyordu. Çetin'i o da çok seviyordu. Aralarındaki bağ çok güçlüydü. Nasıl tanıştıklarını henüz bilmiyordum.

"4 ay oldu Cenk" dedim sitemle. Elif'i saran kollarımı geri çekip Cenk'in tam karşısına oturdum. Saçlarımı kulaklarımın arkasına sıkıştırdım.

"4 aydır yanıma gelmedin ve haber de getirmedin" diye devam ettim. Sadece yüzüme bakıyordu. Yorgun gözüküyordu.

"Gelemedim. Bir şeyler oldu" dedi. Ne olduğunu sorsam da cevap vermeyecekti. Öncekiler gibi.

"Yaralandın mı yine yoksa?" diye sordum ve bakışlarımı Elif'e çevirdim. Başıyla hayır işareti yaptı. Elif Çetin'le birlikte kalıyordu. Abi kardeş gibilerdi.

" Yok. İşlerim vardı. O yüzden gelemedim." dedi. Çok durgundu. Zihnini meşgul eden bir durum vardı belli ki.

"Yoksa Hakan'a mı bir şey oldu?" diye sordum. Sesim titremişti. Her an kötü bir haber alacakmış gibi yaşıyordum zaten. Her an nefes almamıza neden olan o küçücük umudun da bizden gideceğini düşünüyordum. Böyle yaşamak zordu. Hakan'da benim gibi olmalıydı. Ve ona bunu ben yapıyordum. Bile isteye yanına gitmiyordum. Onun iyiliği içindi evet. Ama bunu ona bir gün karşılaşırsak açıklamam zor olacaktı. Rüya. Ondan bile haberi yoktu. Ben ona çok büyük kötülük yapıyordum.

"Rüya nasıl?" diye sordu. Sorumu es geçmişti. Bir şey olmuş olsa söylerdi.

"Uyuyor içeride. " dedim sakince. " Söylemeyecek misin?" diye de devam ettim. Ondan iyi ya da kötü bir haber getirmesi gerekiyordu.

"Offff!" dedi ve birden ayağa kalktı. Elleri yine saçlarının arasında geziniyordu. Bir şey olmuştu.

"Ne oldu Cenk?" dedim. Sesimi kontrol edemediğim gibi bedenim de titremeye başlamıştı. Ayağa kalktım ben de.

"Her yerden sıkıştırdı bizi. Çok yaklaştı" dedi gözlerini gözlerime dikerek. Kaşlarım çatıldı.

"Kim?" diye sordum. Kalbim deli gibi atıyordu.

"Hakan" dedi gözlerimin içine bakarak. Sonra devam etti. "Burada!"

"Nasıl?" diye bir soru çıktı dudaklarımın arasından. Ne hissetmeliydim şimdi. Ya da göğsümü sıkıştıran duygu hangisiydi? Sevinç mi, korku mu?

"Seni bulmasını engelledik ama bu kadar işte. Daha fazlasını yapamadık. İş için diye gösteriyor buraya gelişini ama, senin burada olduğunu bulduğu için geliyor Ezgi" dedi. Sesi inanılmaz öfkeli ve bir o kadar da çaresiz geliyordu. Gülümsedim. İçimdeki anlamlandıramadığım duygular içinde mutluluk ağır basmıştı.

"Henüz değil." dedi benim gülümsememe karşılık. "Seni bulamaz. Şimdi değil" dedi. Son cümlesinde kendi kendine konuşuyordu sanki.

"Ne yapıyor burada" diye sordum. Cenk'in ne düşündüğü umurumda bile değildi. Hakan'la bir yıl sonra bu kadar yakınlaşmıştım. Beni bulacaktı ve bu saçmalık son bulacaktı.

"Boşuna heveslenme Ezgi. Seni bulmasına asla izin vermeyeceğim" dedi. Üzerime doğru yürüdü ve tam önümde durdu. Boyu benden uzundu ve üstten öfkeyle bana bakıyordu.

"Neden?" diye sordum. Acılarım neden kimsenin umurunda değildi. Hakan'a ihtiyacım vardı. Ölü gibi geziyordum. Halime acımıyorlardı hiç.

" Şimdi değil" dedi gözlerini kaçırırken. Haksızlıktı bu. Tüm gücümle onu göğsünden itekledim. Bunu beklemediği için bir kaç adım geriye yalpaladı. Şaşırmış bir şekilde bana bakıyordu. Son bir yılda bana çok destek olmuştu, ama acılarımın sebebi de kendisiydi.

"Onu görmek istiyorum" dedim. Nefes nefese kalmıştım nedense.

"Olmaz" dedi. Şaşkın ifadesi silinmişti. Öfke oturmuştu tüm yüz hatlarına. " Seni şimdi göremez. Daha var" dedi ve benim cevabımı beklemeden Rüya'nın yattığı odaya doğru adımladı.

Arkasından şaşkınlıkla bir süre ona baktıktan sonra, peşinden gittim. Rüya uyuyordu. Doğduktan sonra ilk görüşüydü Cenk'in. Öfkeli yüzü düzelmiş, hatta silik bir şekilde gülümsüyordu Rüya'ya bakarken.

"Büyümüş" dedi bana bakmadan. Başımı salladım ama görmedi. Gözlerini ayırmıyordu hiç beşikten.

"Babası görmedi" dedim. Silik gülümsemesi bir anda kayboldu. Rüya'nın yanağına uzanan elini, dokundurmadan geri çekti ve hafifçe dönerek bana baktı.

"Görmeyecek" dedi dişlerinin arasından.

"İyilik mi şimdi bu yaptığın?" diye sordum. Ona karşı öfkeliydim ama, izin verir diye öfkemi dizginlemeye çalışıyordum içimden.

Hiç bir şey demedi. Sırtını doğrulttu ve yanımdan hızla geçti. Göz ucuyla Rüya'ya baktıktan sonra peşinden gittim.

Tekrar salona döndüğünde "Elif burada kalacak bugün. Evde işler var" dedi. Elif başıyla onu onaylarken, Cenk hiçbir şekilde bana bakmıyordu. Tekrar konuşmak için kelimeleri zihnimde birleştirmiştim, ancak çalan telefon dilimden dökülmelerine izin vermedi. Cenk dışarı çıktı ve bir daha gelmedi.

Rüya uyanmıştı ve Elif onunla ilgileniyordu. Cenk gideli iki saat olmuştu. Bugün gelmeyecekti belli ki. Aklıma geleni gerçekleştirebilir miyim diye düşünüyordum. Bulabilir miydim onu İtalya'da?

Küçük pencerenin önünde ayakta dururken düşünüyordum bunları. İçim içime sığmıyorken, bu kadar yakınlaşmışken, yine ayrı kalamazdım ondan. Onun beni bulmasını beklemek mantıklı mıydı? Ya bulamazsa? Benim gitmem gerekiyordu ama nerede?

Pencereden gözüken demiz manzarasından bakışlarımı ayıran, önüme doğru uzanan bir kağıt parçası oldu. Önce kağıda sonra onu uzatan kişiye baktım. Elif'ti. Gülümseyerek bana bakıyordu.

"Ne bu?" diye sordum. Elindeki kağıdı daha da bir önüme getirince parmaklarımın arasına aldım.

'Starlup - Bari' yazıyordu. Bari şuan benim kaldığım kentin adıydı. Bu bir yerin adresiydi. Ama neresiydi?

Ben ona bakarken, sol elinin işaret parmağını arkasında bir noktaya uzattı ve koltuğun üzerinde yatan Rüya'yı gösterdi. Kaşlarım çatıldı. Ne anlatmak istediğini anlamadım.

"Babası babası" dedi Çetin. Bakışlarım ona döndü. Sonra tekrar Elif'e. Başını aşağı yukarı salladı. Bana Hakan'ın nerede olduğunu mu söylüyordu? Nereden bilebilirdi ki?

Sonra cebinden telefonunu çıkardı. Bir şeyler yaptıktan sonra bana uzattı. Bir not yazmıştı. Ama İtalyancaydı. Türkçe bilmiyordu Elif. Ben de İtalyanca okuyamıyordum. Çetin yanımıza geldi. Telefonu eline aldı, hem başını hem de telefonu bir kaç tur çevirdikten sonra konuşmaya başladı.

"Cenk'ten duydum, duydum Cenk'ten. Hakan gelmiş. Gelmiş" dedi. Kağıdı tutan ellerim titremeye başladığında Elif'in elini, elimin üzerinde hissettim. Bana güven der gibi bakıyordu. Gitmemi istiyordu. Gidip onu bulmamı. Gidebilirdim. Yapabilirdim.

Rüya'ya baktım sonra. Elif önüme geçip, ellerini göğsüne vurmaya başladı. Ben Rüya'ya bakarım. Git diyordu. Çetin'de bir kenara geçmiş telefonu inceliyor, az önceki Elif'in yazısını da sessiz sessiz tekrar ediyordu.

Gidecektim. Gitmeliydim. Elif'e sarıldım kocaman. Sonra gidip Rüya'mın yanağından öptüm hafifçe. Sana babanı getireceğim dedim kulağına eğilip. Yapabilirdim. Odaya gittim. Sanki yürümüyordum da, uçuyordum. Burada değildim sanki. Nabzım mı durmuştu? Neden hiç bir şey hissetmiyordum. Üzerime beyaz hırkamı giydim. Sarı saçlarımı rastgele topladıktan sonra, evden dışarı çıktım. Uzun süredir yürümüyordum sanki. Her adımım özgürlüğe, aşka gidiyordu. Ve sarhoştu adımlarım. Şaşkın.

Bari sokaklarına ilk inişimdi bu. Sahil kenarındaki evden sadece denizi izlemek için çıkıyordum. Rüya doğana kadar, burada bir çok kez gün doğumunu izlemiş, batışına kadar ayrılmadığım olmuştu. Şimdi sırtımı denize döndüm ve adımlarımı hızlandırıp Hakan'a doğru yürümeye başladım. Bunu bilmek , ona doğru yürümek ... Duygularım tarifi yoktu o an.

Nereye gideceğimi de bilmiyordum. Yürüyordum sadece. Bir süre daha yürüdükten sonra, karanlıkta bir taksi gördüm. Ne konuşacaktım ki?

Taksinin yanına kadar geldim ve açık camdan şoföre doğru eğildim. Bana bakıp gülümsedi. Ona sadece elimdeki kağıdı uzattım. Kağıdı parmaklarının arasına aldı ve baktıktan sonra:

"Andiamo!" dedi gülümsemesini daha da büyüterek. Eliyle de gel işareti yapıyordu. Kapıyı açıp hemen oturdum. Anlaşmıştım işte. Korkmama gerek yoktu.

Açık camdan yüzüme esen rüzgar, yaşadığımı hissettiriyordu. Güzel bir yere gidiyordum. Uzun zamandır hasrettim o yere. Hakan'ın yanına.

Araba durduğuna başımı şoföre çevirdim. Eliyle karşıda bir yeri gösteriyordu. Baktığımda girişine renkli ışıklarla 'Starlub' yazılı tabela asılmış binayı gördüm. Gelmiştim. Çok yakındım şimdi. Heyecanımı zor dizginliyordum.

Taksinin kapısını açıp inmeye hazırlandığımda, kolumdaki dokunuşla irkildim ve kolumu geri çektim. Olanlardan sonra her ani hareket korkmama neden oluyordu. Normaldi, yaşadıklarım anormaldi çünkü.

Şoför ellerini havaya kaldırmış, üzgün bir şekilde bana bakıyordu. "Sorry" diyebildim sadece.

Tekrar gülümsedi ve arabanın ön tarafında bulunan paraları gösterdi. Sahi ya, taksinin ücretini nasıl ödeyeceğimi hiç düşünmemiştim. Param yoktu. Bir süre durumu düşündükten sonra, elim boynuma gitti. Hakan'ın bana düğünümüzde aldığı kolye. Kendi elleriyle takmıştı ve o günden sonra ben o kolyeyi hiç çıkarmamıştım.

Yavaş hareketlerle boynumdan çıkarıp adamın açık avucuna bıraktım. Gözlerinin nasıl ışıdığını an be an gördüm. Memnun olmuştu en azından. İnmeme izin verirdi.

Daha önceden açtığım kapıdan indim bu sefer. Arkamdan "Divertiti! " diye bağırdıktan sonra taksiyi çalıştırıp gözden uzaklaştı. Karanlığı bir tek 'Starlub' yazısının renkli ışıkları aydınlatıyordu.

Ne yapacaktım şimdi burada? Korkak ve heyecanlı adımlarımı mekana doğru ilerlettim. Biraz daha yaklaştığımda kendimi bir duvarın arkasında saklanırken buldum. Bir elim kalbimde, nutkum tutulmuş şekilde karşıma bakıyordum. Oradaydı. Peş peşe sıralanmış arabaların en ortasındaki arabadan inmişti. Oradaydı. Bir kaç adım mesafe vardı sadece aramızda. Bağırmak istedim. Buradaydım ve o karşımdaydı.

Ben ona seslenemeden, bir koruma ordusuyla etrafı çevrildi. Gözükmüyordu artık. Sadece bir iki saniye görebilmiştim onu ve tanımıştım. Hakan'dı. Onu tekrar kaybedeceğim korkusu, bedenime tanımsız bir cesaret yaydı ve ona doğru koşmaya başladım.

Ancak benim adımlarım ona yetişemedi. Korumaları dışarıda bıraktı ve içeriye girip gözden kayboldu. Giriş korumalar tarafından kapatılmıştı resmen. Beni tanıyan birileri olabilirdi. Belki Kerem'de buradaydı. Ali ya da. Koşmayı bırakmıştım ama tempolu bir şekilde yürüyordum şimdi.

Elim kalbimin üstündeydi. Her adımım heyecanımı iyice artırıyordu. Korumaların yanındaydım şimdi. Onları geçip giriş kapısına ilerlerken, tanıdık bir yüz bulma umuduyla göz gezdiriyordum etrafa. Ama hiç birini tanımıyordum. Giriş kapısının önüne geldim. Kocaman iki adam kapının girişini kapatmış, bana bakıyorlardı.

Onları görmemiş gibi yaparak yürümeye devam ettim. Ancak kolumda hissettiğim temas yüzünden, adımlarımı durdurup kendimi geri çektim.

O iki adamın beni içeri almayacaklarını biliyordum. Yine de görünmez olduğumu düşünmek istedim. Hakan'a ulaşmak istiyordum. Ona gözükmeli miydim? Hâlâ emin değildim. Gizlice ona bakmaktı niyetim buraya gelirken. Cenk'in söylediklerini umursamaz gibi davranmıştım, ama Hakan'a bir şey olmasından deli gibi korkuyordum. Bunu göze alamazdım.

Anlamadığım dilde bana bir şeyler söylerken, iteklediler beni çıkışa doğru. Bir adım bile ilerleyememiştim. Çevredeki güvenliklerinde dikkatini çekmiştim. Bu iyi değildi. Yüzümü saklama gereği hissettim. Başımı eğebildiğim kadar eğip, geriye doğru ilerledim. Çıkarken görebilirdim. Bu kadar yakın olmak bile yeterliydi belki de. Fazlasını istememeliydim belki de.

Az önce onu gördüğüm duvar kenarına doğru ilerledim tekrar. Korumaların dikkatinden uzaklaşmıştım. Tekrar görünmezliğe büründüğümü hissettim. Bu his güzeldi.

Hava soğuktu. Titremelerimin sebebi bu olmalıydı. Kollarımı göğsümde bağlayıp, Hakan'ın girdiği kapıya diktim bakışlarımı. Oradan çıkacaktı tekrar ve bir yıl sonra ilk defa görecektim onu. Suçluydum. Bile bile ondan uzak durmuş, kaçmıştım. Ama bu onun içindi. Bunu anlar mıydı?

Ne kadar süre orada durduğumu ve bunları düşündüğümü bilmiyorum. Ama beni bu düşüncelerden sıyıran şey, omzumda hissettiğim dokunuş oldu. Derin bir iç çekip kendimi geri çektim. Arkamı dönmeye korkuyordum. Hakan olabilir miydi? Saniyeler dakikalar gibi gelmişti o an. İtalyanca konuşan birinin sesi kulaklarıma dolduğunda ana dönebilmiştim sonunda.

Hızlıca arkamı döndüm. İki adam vardı karşımda. Birbirleriyle konuşurken, bir yandan da bana bir şeyler söylüyorlardı. Giydikleri beyaz gömleklerin yakası siyah papyonla birleşmişti. Garsona benziyorlardı.

Hâlâ bana bakıp konuşmaya devam ederlerken, tedirginliğim artıyordu benim de. Anlayamıyordum ne dediklerini. Ve birilerinin beni tanıması tehlikeliydi. Cenk'i dinlemeden buraya gelmiş olmanın sonucu kötü olacaktı sanırım.

Sırtım duvara yaslıydı ve mekanın giriş kapısıyla aramda kocaman bir duvar vardı. Korumaların beni görme ihtimali sıfırdı. Karşımda iki adam vardı sadece. Sesimi yükseltmeme de cesaretim yoktu. Gizlenmesi gereken biriydim ben.

Sağıma ve soluma geçip, kollarımdan tuttuklarında kendimi kurtarmak için çırpındım. Ama faydasızdı. Adımlarımı onların adımlarına uydurdum. Nereye gittiğimi anlamaya çalışırken, Hakan'ın girdiği mekanın arka kapısına geldiğimizi fark ettim. Yoksa Hakan mıydı?

Korkuma heyecan bulaşmıştı şimdi. Beni görmüş olabilir miydi? Hiç diretmeden bu düşüncelerle adamları takip ettim. Bir odanın önüne geldiğimizde kapıda durup, benim içeri geçmemi beklediler. İçeri geçtim. Ellerimi birbirine kenetledim. Öylece olacakları beklemeye koyuldum. Hakan olduğuna emindim nedense. O buraya gelecekti belki de.

Adamlar üstümden kapıyı kapatıp gittiklerinde odaya bakmayı akıl edebildim. Etrafa bir göz gezdirdiğimde, buranın bir soyunma odası olduğunu anlamam uzun sürmedi. Askılarda renk renk, parıltılı kıyafetler, masanın üzerinde alabildiğince makyaj malzemeleri vardı. Biraz ilerleyip, bir ruju elime aldım ve rengine bakmak için kapağını açtığım sırada, kapıda aynı zamanda açıldı. Elimdeki ruj yere düştü. Karşımdaki kişiye bakıyordum sadece.

Askılarda asılı elbiselerden daha parlak bir elbise vardı üzerinde. Beyaz üzerine altın renkli işlemeler. Uzun saçlarını at kuyruğu yapmış, elbisesindeki altın renginin aynısından bir tokayla sabitlemişti. Kadın gibi giyimi olan bir erkekti karşımdaki.

"Honey!" diyerek bana doğru yürümeye başladı. Kollarını iki yana açmış bana bakıyordu. Havada kalmış iki elimi tuttu ve sonra birini bırakıp, beni kendi etrafımda bir tur döndürdü.

"Kimsin?" diye kekeleyerek sordum ancak o İngilizce konuşmaya devam etti. Ellerimi bırakıp, avuç içlerini birbirine çarptığında içeriye iki kadın girdi. Onun aksine parıltısı yoktu bu iki kadının.

Eliyle gösterdiği bir noktadan kadınlardan biri bir elbise aldığında diğeriyle de, makyaj masasından bir şeyler seçmeye koyulmuşlardı. Neler olduğunu anlamıyordum ama, buradan gitmek istediğim kesindi. Hakan değildi beni buraya getiren.

Birisi elbiselerle, diğerleri de makyaj malzemeleriyle uğraşırken bunu fırsat bilerek dışarı çıkmak için hareketlendim. Ancak kolumdan tutan o kadın görünümlü adam olmuştu.

"Bırak beni" diye bağırdığımda bana dokunuyor olması rahatsızlığımı iyice arttırmıştı. Sesim her bağırışımda iyice yükseliyordu. Çırpınıyordum adamın kolları arasında. Adama diğer iki kadında yardım etmeye geldiklerinde hareket edecek alanım bile kalmamıştı.

Bir süre bağırışlarıma devam ettikten sonra kapı açıldı. Beni buraya getiren iki adam karşımda duruyordu. Öfkeliydiler. Anlamadığım bir şeyler söyleyerek bana doğru yürümeye başladılar.

Kaçma şansım yoktu. Yine de direnecektim. Elimden geldiği kadar. Kimdi bu insanlar. Bir yıldır böyle tehlikelerden uzakta yaşıyordum. Cenk sayesinde. Ve buraya ben onu dinlemeden gelmiştim. Pişman mıydım? Değildim. Kahretsin ki değilim. Hakan'ı az da olsa görmüş olmak, uzakta olsa bile yakınlığını hissetmek yeterliydi benim için. Ama arkamda artık biri vardı. Eskiden olsa ölmek kolay gelirdi. Ama Rüya vardı. Rüya'mız. Buradan kurtulmam gerekiyordu.

Son bir güçle kollarıma dolanmış ellerden kurtulmak için hamle yaptım. Ancak beni tutan artık beş kişi vardı. Çırpınışlarım arasında üzerimdeki hırka arkada kalan üç kişinin ellerinde kalmıştı. Sadece bir tişörtle kalmıştım. Ve kollarımdan tutanlar bu sefer beni buraya getiren o iki adamdı.

Perişan bir haldeydim. Böyle düşünmemiştim. Belki de dünyanın kötülüğünü unutmuştum geçen bir yıl içinde. Beni sürükleyerek odadan çıkardılar. Kırmızı halı kaplı bir koridorda ilerliyorduk. Ses çıkarmayı bırakmıştım nedense. Eski gücüm yoktu. Yorgundum. Uzaktım. Ama Rüya vardı. Pes etmemeliydim. Ses çıkarmayı ve çırpınmayı bıraktığımdan kollarımdaki baskı da azalmıştı sanki. Onlarda daha sakin bir şekilde yürüyorlardı.

Bu bir fırsat olabilirdi. Kaçabilirdim. En azından deneyecektim ve şu an tam sırasıydı. Bir anda kendimi öne doğru attığımda adamların parmakları kollarımdan sıyrıldı. Bunu beklemiyorlardı. Özgür kalan kollarım öne doğru koşan vücuduma eşlik etmeye başlamışlardı. Tüm gücümle koşuyordum şimdi.

Arkamdan bağıran adamların adım sesleri, dilini anlamadığım cümlelerine karışıyordu. Nereye koştuğumu bilmeden koşuyordum sadece. Uzun koridorda aramıza büyük bir mesafe koyduğumu düşünüyordum ki, omuzlarımdan tutulup çekilmemle kendimi yerde buldum. Yakalanmıştım. Avuç içlerim yerdeyken, başımı kaldırıp baktığımda o iki adamın yanı başımda olduğunu gördüm. Kaçamamıştım. Üstelik adamların siniri daha da artmıştı. Öfkeyle bana bakıyorlardı. Korkmuştum. Hakan diye bağırmak geldi içimden. Duyabilir miydi?

Ben bu düşüncemi gerçekleştiremeden omzumdan tuttuğu gibi havaya kaldırdı beni adamlardan biri. O kadar sert çekmişti ki, tuttuğu tişörtümün kolu elinde kalmıştı. Elimle vücudumun açılmaması için yırtılan kısmı birleştirmeye çalıştım. Bu hale düşmek için gelmemiştim ben buraya. Yanağımdan yaşlar süzülmeye başladı. Uzun bir süredir bu kadar hırpalanmamıştım. Hatta hiç hırpalanmamıştım. Cenk'e haksızlık ettiğimi düşündüm o an.

Ağlamaya devam ediyorken adamların tekrar kollarıma yapışması uzun sürmedi. Direnmeyi bırakmıştım. Ölü bir bedeni taşıyorlardı sanki. Yorgunluğum geçmemişti anlaşılan geçen bir yılda. Dünyanın benim için hala kötü olmasına inanamıyordu ruhum. Değişmemişti. Her şey aynıydı benim için. Bu daha çok yorulmama neden oluyordu.

Yorgun bir şekilde iki adamın kolları arasında çekiştirilirken, Rüya'ya kötülük yaptığım aklıma geldi. Daha çok aktı gözyaşlarım. Hakan olmadan da ağlayabiliyordum. Beni iyileştirmişken, ona en büyük kötülüğü yapıyordum ben ve kızıma.

Nereye gittiğimi bilmeden yorgun adımlarımı atarken, arkadan gelen tok bir ses adımlarımı durdurdu. Benimle birlikte kollarımdan tutan adamların da adımları durdu. Onlar arkalarına dönmüş, kim seslendiyse ona bakıyorlardı ama, ben öylece duruyor, sadece yere bakıyordum. Anlamadığım dilde bir şeyler konuştular ve sonra ben bir ses duydum. İlk konuşan adamdan, ve yanımdaki adamların sesinden farklı bir ses.

Aylarca hasret kaldığım bir ses. Tüm yaralarımı iyileştirebilecek tek kişinin sesi. Eşimin, Rüya'mın babasının sesi. Arkamı dönmek istedim. Ama dönemiyordum. Ne engelliyordu ki beni. Seslenmek istiyordum. Ama çıkmıyordu sesim. Dudaklarımı araladım "Hakan" demek istedim. Ama olmuyordu. Kalbim kulaklarımda atıyordu sanki.

"Adem, kimsenin haberi olmasın" dedi. Duydum. Adem de mi buradaydı. Dışarıda nasıl görmemiştim. Titriyordu ellerim. Adamlar tutmasa yere düşürecekti beni dermansız dizlerim. Nefesim bile yetmiyordu.

Sonra adım sesleri duydum. Bana doğru yaklaşıyordu. Yetmeyen nefeslerimi almayı da bırakmıştım. Gözlerimi kapattım ve olacakları beklemeye koyuldum.

Bölüm sonu...

< >

Aralık 15 (1 yıl önce)

Seni görmeden geçen bir ay. Yeni aklıma geldi düşüncelerimi kağıda dökmek. Seninle tekrar karşılaştığımda bu defteri sana vermek. Böylece neler olduğunu anlatmak daha kolay olacak sana.

Fadime teyze öldü Ezgi. Artık yok. Kerem de yok. Hayır, ölmedi Kerem ama yok. Kayıp. Ulaşamıyorum kardeşime. Senin biricik arkadaşın Aylin. Perişan. Sana bu kötü haberleri veriyorum. Çünkü seni bulduğumda hepsi geçmiş olacak. Üzülmeyeceksin.

Herkes kötü. Yusuf hâlâ hastanede. Annem perişan. Her yer çok kötü.

Ben...

Bana bir şeyler oluyor Ezgi. Seni bulamadığım her gün, bir şeyler uçup gidiyor içimden. Ne olduğunu bilmiyorum. Seni çok özledim...

Continue Reading

You'll Also Like

2.1M 87.9K 41
05*: Abinin ziyaretine çok güzel giyinip gelmişsin. 05*: Benim ziyaretime de bu şekilde gelsene. | Kitabımın kurgusu tamamen bana aittir. Herhangi bi...
286K 18.2K 47
Ölen bir lider ve koltuğuna geçen varisi... En iyiler: #1 - b×b #1- gay #1- boyslove #2 - lgbt #2 - mpreg #2 - interseks #6 - bl #5- eşcinsel
SARKAÇ By Maral Atmaca

General Fiction

1.7M 103K 7
"Delilerin sevdası hoyrat bir fırtına gibidir. Günün başında seni sarsan fırtına, gecenin şafağında ılık bir esintiye dönüşüp kaburgalarının arasına...
196K 8.4K 24
İnsanların çoğunluğunu gıcık eden şey ebeveynlerin çocuklarının hayatlarına burunlarını soklarıydı. Avbanu'da bu durumdan gıcık alan insanlardan biri...