KÜSKÜN RÜZGÂRGÜLÜ | Mahalle H...

By heceligece

315K 25.9K 7K

Bir mahalle, dostluklar, yaralar ve sevdalar... Meyra Alpkara; her şeyini dansa adamış, çiçekleri ve onlarla... More

Küskün Rüzgârgülü | Giriş
1. ÇİÇEKÇİ KIZ
2. KALBE TEK DİKİŞ
3. RUHU KÖR, KALBİ KOR
4. TOPRAK RENGİ GÖZLER, ALDATICI SÖZLER
5. ALDANIŞ
7. BİR YALANI YAŞAMAK
8. AĞIR YÜKLER, KAYIP DÜŞLER
9. TERSİNE KADER
10. KALBİN YASI KIYAMETTİR

6. GÖNÜL YARASI

26K 2.3K 535
By heceligece

Merhaba🤍 Sağlık problemlerimden dolayı arayı zorunlu bir şekilde açmak durumunda kaldık. Bundan önce Hazeran'a bölüm yazdığım için fazla açıldı maalesef. Bu konuda ben de gerçekten üzgünüm...

1 K yorum diyelim mi bu bölüm için? Yapalım bunu.🥺 Sizden gördüğü ilgiyle yazma isteğim artıyor inanın.🤍

Ufak bir rica: Lütfen kitabımda herhangi bir şey size başka bir karakteri ya da kitabı anımsatırsa bunu yorumlarda belirtmeyin. Bu gerçekten rahatsız edici.

Yıldıza dokunduysak keyifli okumalar!

Sema- Hasret
Fikret Kızılok- Gönül
Toygar Işıklı- Gecenin Hüznü

6. GÖNÜL YARASI

Geçmişe gömülmüş ama geleceğin düşüyle büyümüş bir kız çocuğu vardı. Her şey için çok geçti. Yine de o tanıdık küçük kız, gözyaşları birer yağmur damlası gibi teninden kayıp giderken geçmişine içli içli mırıldanmaya başlamıştı.

"Geçer mi sandın?

Gönül yarası bu, öyle kolay değil ki unutmak. Açıldıysa kapanmaz, bir kere kalbe gölgesi düştüyse bırakmaz.

Öyle ya, ne acısı diner ne kahrı.

Gönül yarası bu, sen geçer mi sandın?"

Cihangir Alakurt gitmeden dört gün önce,

13 Nisan, 2019

Elimdeki küçük karton kabın içinde biraz dondurma vardı fakat neredeyse tamamı erimişti. Dibinde kalanları kaşığa geldiği kadarıyla alıp yedim. Damağıma yayılan kavun aroması harikaydı. Kavun aromasına bayılıyordum. Sanırım çilekli dondurmadan sonra en sevdiğim kavundu. Gerçi neredeyse dondurmanın sevmediğim hiçbir aroması yoktu ama, yine de en sevdiklerim vardı tabii.

Mesela Cihangir de keklerden sadece limonluyu yediği gibi dondurmada da sadece limon aromalıyı severdi. Ben de onu severdim, hem de çok severdim. Öyleydi işte. Benim her konum da, yolum da bir şekilde aynen böyle ona çıkardı.

Onu hatırlayınca hafifçe iç geçirdim. Tamirhanenin önünden geçerken bakınmıştım ama onu görememiştim. En azından bir görebilseydim keşke, iki gündür onu doğru düzgün göremediğim için küçük bir çocuk gibi dudak bükmemek için kendimi zor tuttuğum gerçeği yadsınamazdı. Neyseki her gece, telefonda konuşuyorduk da sesini duyabiliyordum.

Yarın sabah yarışma vardı ve öncesinde onu görmeyi gerçekten istemiştim. Sabah görüşebilmemiz pek mümkün olmayacaktı çünkü. Bugün muhakkak yanıma geleceğini düşündüğüm için hiç bunu ona dile getirmemiştim ama onun da hiç sesi çıkmamıştı. Dans konusunda beni en çok destekleyen kişilerden biriydi o. Hatta belki de, çevremdekiler ne kadar beni daima desteklese de desteğini bu kadar içten hissettiğim tek kişiydi Cihangir. Bana olan inancını hissetmek, tarif edilemez bir şeydi. Çok başkaydı, bambaşkaydı.

Bülent amca bir haftalığına şehir dışına gittiği için bu sıralar tamirhanenin tüm yükü onun üzerindeydi. Yoğun olarak geç saatlere kadar çalışıyordu ve ihtiyacı olduğunu bildiğim için onu alıkoymak istemiyordum. Kendi mesleğini neden yapmadığını kaçamak birkaç kelimeyle cevaplamıştı, bu konuda konuşmak istemediğini anlayınca üstelememiştim ben de. Ama okulunu gayet iyi bir derece ile bitirdiğini de biliyordum, Kerim söylemişti.

Bizim ev uzakta olsa da görüş açıma girdiğinde elimdeki karton kaseyi kenardaki çöp konteynırına attım. Saat ona gelmek üzereydi, mahallenin sokaklarını evlerin pencerelerinden vuran kısık ışıkların yanında sokak lambaları da aydınlatıyordu. Bir yandan da uzaktan gelen düğün sesi belli belirsiz kulağa çalınıyordu. Eylem ve Efe ile dondurma yemeye gitmiştik bir saat kadar önce fakat Kerim olmayınca çok da durmak istememiştik.

"Kerim'in de alacağı olsun," dedi Eylem homurdanarak. "Resmen İlayda için ekti bizi. Hayır gelmeyeceksin madem, bir haber eder insan ya."

Bu dediği doğruydu. Kerim bizimle gelmemişti ki bu genelde gerçekten nadir olan bir durumdu. Gelemeyeceğini haber bile vermemişti. Efe nerede kaldığını sormak için aradığında İlayda'nın yanında olduğunu söyleyip geçiştirerek kapatmıştı. İlayda, Kerim'in bir ay kadardır ilişkisinin olduğu kızdı. Henüz ilişkileri yeniydi.

"Valla aynen öyle oldu," dedi Efe bilmiş bir şekilde. "Ee, artık değerimi anlarsınız. Hiç ektim mi ben sizi?" Kaşlarını kesinlikle yapmadım der gibi kaldırıp başını olumsuzca oynattı. "Ekmedim."

"Ay sanki sen sevgili yapsan bir dakika yanımızda kalırsın da," dedim tehditkarca kıstığım gözlerimle huysuzlanarak. "Hep yalan dolan."

"Yalan dolan falan... Aşk olsun Çiçeğim. Kerim miyim ben?" Son kelimesinde sesini olabildiğince yumuşatıp masum bakışlar atarak omzuyla omzumu dürttü. "Hı, söyle Çiçeğim?"

Eylem de ses tonundaki yumuşamayı fark etmiş olacak ki, "Sen var ya sen, hakikaten az fırıldak değilsin," dedi pes der gibi. Hemen ardından bana bakıp gözleriyle Efe'yi işaret etti. "Duydun de mi sen ona karşı bir şey söyledin ya hemen seni yanına çekmek için Çiçeğim dedi ve derken nasıl da değişti ses tonu?"

Güldüm. Ben genelde hep Efe'yi desteklediğim için Efe ona karşı bir tavır aldığımda hemen beni tekrar yanına çekmeye çalışırdı. Çiçekleri çok sevdiğim için de böyle seslenirdi ki ikna olayım diye.

"Kıskanma sana demiyorum diye." Yalancı bir edayla burun kıvırdı. "Sana da nasıl diyeyim, olsa olsa çalı çırpı falan olur senden."

Iıı.

Eylem gözlerini irileştirip kaşlarını kaldırdı ve eliyle kendini işaret etti inanamıyormuş gibi. "Çalı çırpı? Benden?"

"Hıı," dedi Efe biraz tereddütle. "Senden." Sus der gibi kaşlarımı kaldırdıysam da Efe çenesini tutamamıştı.

Eylem önce sinirle dudaklarını araladı sonra kapadı ama hemen ardından Efe'nin koluna elini uzattı ve parmakları arasından etini kıstırdı. "Şerefsiz! Hepiniz aynısınız ya! Biz bu erkeklere bir günde küsmedik abi işte! Geçen gün börekleri götürürken prensesim de prensesim diyen sen değil miydin?"

Eylem'in böreği büyüktür tüm böreklerdi hani. Babaannem bile gün olduğunda börek yapsın diye onu çağırırdı. Yemeye düşkün olduğu kadar yapmaya da hevesli ve maharetliydi arkadaşım.

Efe acıyla homurdanırken, "Kızım ne cimcikliyorsun ya! Niye yükseldin bir anda? Şaka yaptım şaka," dedi.

"İstemiyorum! Yapma bana şaka falan!"

"Kerim'e kızdın bak benden çıkarıyorsun hıncını yine ama."

"Ne kızacağım ona be? Ne hali varsa görsün. Sen de Kerim'i araya katıp kendin konudan sıyırmak istiyorsan yanılıyorsun... Yok çalıymış yok çırpıymış." Durdu. "Bak sinirlendim yine."

Ardından hızlı hızlı önümüzden yürümeye başladı Eylem. Efe ne yapayım dercesine bana baktığında, "Git peşinden, al gönlünü. Hiç karışmıyorum bu sefer," dedim gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırırken. Sadece Efe'nın duyabileceği kısık bir tonda konuşmuş ve omuz silkmiştim. Onların atışmalarını izlemek epey keyif vericiydi benim için. Bir gün o onu küstürüp gönlünü almaya çalışırdı, diğer gün tam tersi. Hepimiz birbirimize çok düşkündük. Normalde Efe'nin bu söylemlerine karşı Eylem tavır almak yerine onunla laf dalaşına girerdi ama sanırım Kerim'den sonra bu onu gerçekten sinir etmişti. Yine de hiçbir zaman Efe'ye kıyamazdı o.

Efe sözlerim biter bitmez, "Eylem!" diye sondaki e harfini uzatarak hemen yanına gidip önüne geçmişti. "Şaka yaptım ya, gülelim diye."

Ben de yanlarına geldiğimde Eylem somurtuyordu. "Hani ben gülüyor muyum?"

"Bakayım," dedi Efe ciddiyetle gözlerini kısıp. "Yok, gülmüyorsun."

"Gülmüyorum!"

"Dur ama bir daha bakayım." Tekrar gözlerini kısıp Eylem'i güldürmek için komik bir şekilde burnunu kırıştırdı. "Cık, gülmü- Aha güldün! Gördüm güldün!"

Gerçekten de Eylem'in dudakları kıvrılmıştı fakat Efe'nin sözleriyle hemen dudaklarını bir çizgi haline getirdi ve inkara girişti. "Yalancı gülmedim bir kere."

"Ben de gördüm, güldün."

"Ay Mey sen de destek çıkma şuna ya!"

"E ama güldün," deyip kollarını açtı. "doğdu güneşim."

Kahkamı bastıramadığımda Eylem de bu sefer alenen güldü. "Gece gece nasıl güneş doğuyor anlatsana bir?"

Efe'nin bize karşı takındığı bu alaycı ve samimi tavırları sadece biz yanındayken gösterdiği bir tarafıydı. Yakın arkadaşları dışındakiler onun bu hallerini görseler muhtemelen inanmazlardı bile. Özellikle bir şeye sinirlendiğinde ya da üzüldüğünde onu eski haline döndürmek epey zordu mesela.

Tekrar yürümeye başladığımızda Eylem telefonunu çıkardıktan beş saniye kadar sonra, "Mesaj atmış gruba Kerim," dedi.

"Ne demiş?" diye sordum o an telefonu çıkarmaya üşenip kafamı Eylem'in telefonuna doğru uzatıp.

"İlayda rahatsızlanmış o yüzden gelemediğini yazmış. Aniden olunca da haber verememiş beyefendi."

"Hadi be!" dedi Efe. "Neyi varmış acaba?"

"Bilmiyorum, neyi olduğunu yazmamış..." dedi Eylem rahatsız bir şekilde. "Neyse ya, aman."

Kerim bizi daha önce İlayda ile hiç yan yana getirmemişti. Sadece bir kez denk geldiğimizde İlayda ile kısa süreli aynı ortamda bulunmuştuk. Pek hoşlandığımızı söyleyemezdim ama aynı ortamda bulunduğumuz o kısa sürede kötü bir hareketi ya da sözü de olmamıştı. Sadece Kerim'i kıskandığını sezmiştim ama Cihangir'in de iki tane yakın kız arkadaşı olsaydı diye düşündüğümde ona da bir şey diyemezdim.

Neyseki yoktu.

Ya da vardı da ben mi bilmiyordum? Yok canım. Yani bir tane biliyordum ama o da arkadaşı değildi...

Bizim evin önüne geldiğimizde vedalaşıp onlardan ayrılmıştım. Sabah kahvaltıya bize geleceklerdi o yüzden yarın için ikisi de çok heyecanlanıp uykusuz kalmamam konusunda beni tembihlemişti.

Anahtarla kapıyı açıp içeriyi girdiğimde babannemin geldiğimi anlar anlamaz salondan seslenmişti. "Meyra! Sen mi geldin?"

Yok, anahtarla patırtı gürültü yapa yapa hırsız geldi babaanne.

"Benim babaanne," derken salona doğru mavi terliklerimi giyip ilerlemeye başlamıştım. Yeni temizlik yapmış olmalıydı çünkü etraf mis gibi deterjan kokuyordu. Kendisini zorlamamasını ne kadar söylesem de babaannemi durdurmak pek mümkün değildi.

"Hemen çıkma odana, gel bi okuyayım sana. Sabah fırsat olmaz."

"Ya! Ben yukarıdayken okusan olmaz mı? Uykum geldi benim," diye mızıldandım ama onun ikna olmayacağını bildiğim için salona doğru ilerlemeye başlamıştım bile. Yalan söylemiyordum, gerçekten uykum gelmişti. Saat on bire geliyordu. Öyle çok geç yatan biri değildim.

"Bu saate kadar dışarıda fink atacağına erken gelseydin."

"Ha yanındayım ha yukarıda babaanne niye olmuyor bu okuma işi? Bağlantı falan mı sağlanmıyor anlamıyorum ki?"

"Şu ettiği lafa bak!" deyip kapıda beni görünce elindeki terliği bana fırlattı, neyseki kaçıverdim. "Çarpılacaksın çarpılacak! Tövbe ya rabbi!"

Güldüm. "Ay tamam kızma Gülnuş, geldim."

Babaannem dualarını okuduktan sonra epey esneyip çok nazar değdiğini söylemişti. Ne kadar nazara pek inanan biri olmasam da babannemi kırmazdım, o böyle şeylere önem verirdi. Ardından direkt duş almıştım, odama girince heyecanım baş göstermişti o yüzden bir an önce uyumak istiyordum. Yarını düşündükçe göğsüm sıkışıyor gibi oluyordu. Sabah Semra Hoca ile konuştuktan sonra biraz rahatlamış olsam da vakit yaklaştıkça stres artıyordu. O yarışmayı kazanmak, benim önüme çıkabilecek en iyi fırsattı. Dans etmek benim için ne kadar paha biçilemez bir şeyse, bunu en iyi şekilde yapabilecek imkanlara sahip olmak akıl almaz bir durumdu. Bu benim, yıllardır delicesine hayalini kurduğum en büyük şeydi.

Saçlarımı taramak için oturduğumda komodini açıp içindeki müzik küresini aldım. Cihangir'in hediyesi olan küreye her baktığımda içim gidiyordu. Kolyenin varlığını hatırlayıp gerdanımdaki küçük yuvarlağın üzerindeki işlemeyi parmak uçlarımla okşadım ve iç çektim. Bu kolye bana uğurlu gelecekti, biliyordum. Yarın boynumda taşıyarak çıkacaktım o sahneye. Uykulu olmama rağmen yüzümde bir gülücük belirdi.

Aynanın karşısına geçip saçlarımı taramaya başladığımda koreografiyi düşünüp kendimi dans ederken hayal ediyordum. Müzik küresinin sesi kulaklarıma doldukça dudaklarımdaki tebessüm varlığını koruyordu. Birkaç dakika sonra saçlarımı ikiye ayırıp özensizce ördüm. Tam telefonu alıp Cihangir'i aramak için ekrana dokunacaktım ki balkondan gelen tıkırtı sesiyle duraksadım. Rüzgar estiği için yine bir saksı devrilmiş olmalıydı. Küçücük bir balkondu, yan tarafımızda bahçeye bakıyordu ve orayı pek kullandığım söylenemezdi, genelde sadece çiçekleri oraya koyardım. İki kişinin zor sığabileceği bir büyüklüğe sahipti, neden yapıldığı hakkında hiçbir fikrim yoktu.

Telefonu kenara bırakıp balkon camının önündeki perdeyi çektim ve kapısını açtım. İçine doğru bir adım attığımda gördüğüm karartıyla bir an ödüm kopacak sandım. Dudaklarım çığlık atmak için aralanacakken bir el ağzıma kapandı ve hemen ardından, "Şşh, benim," diyen tanıdık sesi duydum.

Oha.

Cihangir.

Rahatlamayla derin bir nefes verirken Cihangir elini ağzımdan yavaşça çekti fakat hâlâ büyük bir şaşkınlık içerisindeydim. "Ödüm koptu!" deyip birkaç saniye sonra, şaşkınlığımı atar atmaz etrafa hızlıca baktım bir gören var mı diye. Balkon bahçeye baktığı ve ağaç önünü kapattığı için sanmıyordum ama yine de bakmadan edememiştim. Ardından da elinden tuttuğum gibi içeriye çektim onu. İçeriye girdiğimizde balkonun kapısını kapattım ve döneceğim an hemen arkamdaki varlığını hissettim. Göğsüm anın verdiği panikleyişle körük gibi atıyordu. Resmen balkona tırmanmıştı! Bu kadar adrenalin benim için bile fazlaydı.

"Meyra," dediğinde ona halen dönmemiştim, öylece kalakalmıştım. O ise seslenişiyle birlikte parmak uçlarını kolumdan usulca kaydırmaya başladı. Sert, soğuk bir ayaz tenime vurmuşcasına dokunuşuyla irkilsem de aksine dokunuşu bir yangının izleriyle çevriliydi sanki. Cevap vermedim. Bu sefer, "Elif," dedi daha yumuşak bir sesle.

"Efendim," dedim, Elif deyişine kayıtsız kalamamıştım. Tenimdeki parmakları bir çakıl taşı gibi tenimden yuvarlanırcasına hareket etmeyi halen sürdürüyordu. Tüylerim bu temasıyla ürpermişken dudaklarımın arasından hızlanmaya başlayan soluklarımdan birisi aceleyle firar etti ve kalbim onunla olduğum anlar nazarında alışıldık bir şekilde dörtnala koşmaya başlar gibi hızlandı. O bana yakınlaştığı her an, onu gördüğüm ya da düşündüğüm her an kalbimin ritminin şaşmamasının sanki mümkünatı yoktu.

Diğer eli karnıma uzanıp beni tek bir hamleyle göğsüne çekerken başını eğip çenesini hafifçe omuz başıma sürttü. Sakallı çenesi tenime değer değmez ilk başta huylandım ama ardından bu hep olduğu gibi hoşuma gitti. "Küstün mü bana, Rüzgârgülü?" dedi ılık nefesi yanağıma kavruk bir meltem gibi vururken. "Bak geldim."

Gerçekten de geldi.

Başımı, omzuma yasladığı çenesine doğru biraz çevirdiğimde burnu kulağımla yanağım arasına dokundu. O burnunu belli belirsiz oraya sürterken, "Neden küseyim?" diye sordum ama sesim dile getirdiğim kelimelerin aksine biraz nazlı çıkmıştı.

"İhmal ettim seni," dedi, içime işleyen sesiyle. "Darılmadın mı bana?"

Sen böyle yanımda, yakınımda olduğunda kırgınlık mı kalıyor ki diyesim geldi. Ama demedim elbette. Sadece belli belirsiz, fark etmeden omuz silmiştim. Biraz naz yapmaktan zarar gelmezdi. "Darılmadım."

"Küçük balerin, yalan söylemeyi hiç beceremiyor."

"Bir yetmiş boyunda bir kıza küçük deyip duruyorsun yalnız," dedim huysuzca. Tamam, bu söylemi gayet hoşuma gidiyordu ve aramızda beş yaş olabilirdi ama o an acaba beni gerçekten o kadar küçük mü görüyor diye düşünmedim değildi. Görse öyle öpmezdi, yok yok. Bence beş yaş gayet maküldü yani, ne olmuş? Ha üç ha beş. Ben on dokuz, o yirmi dört. İyi iyi.

Burnundan sert bir nefes vererek güldüğünü hissettim. Eğlen tabii eğlen. Sonra diğer elini de karnıma doladı ve başını kaldırıp çenesini başımın üzerine yerleştirdi. Bunu yaparken de biraz eğilmişti. "Ama bak," dedi boğuk bir sesle. "Kollarımın arasında nasıl da küçük kalıyorsun."

Ya...

"Bu benim küçük olduğumu göstermez. Sen fazla iri ve uzunsun." Gülümsememi bastırmak adına dudaklarımı sımsıkı kapattım.

"Beğenemediniz mi küçük hanım?"

"Yo," dedim sırtımı göğsüne bastırırken muzip bir ifade takınıp. "Beğenmesem burada işiniz ne Cihan Bey?"

"Bak sen," dedi keyifle. "Beğeniyorsun yani beni?"

O göremese de yok der gibi oyuncu bir edayla kaşlarımı kaldırdım. "Yok. Hiç beğenmiyorum."

Altta kalmadı. "Ben seni çok beğeniyorum yalnız, inanır mısın öyle böyle değil," dedi dudaklarını saçlarımın üzerinde hissettiğimde. "Onu ne yapacağız?"

Al işte, eridim.

Naz maz da yapamıyoruz yahu.

"Hıı," dedim ne diyeceğimi bilemeyince. Böyle aniden bir şeyler söylüyordu ve aklımı başımdan alıyordu. Hazırlıksız yakalanmak benim suçum değildi.

"Hıı ya." Ciddi ciddi eğleniyordu benimle. Sonra beş saniye kadar ikimiz de bir şey demedik. Ardından o hafifçe iç çekti. "Küsmedim dedin ama hâlâ göstermedin yüzünü bana."

"Küsmedim."

"O zaman göster gözlerini Meyra," dedi, karnımdaki avcu yavaşça omuz başıma doğru çıkıp durdu. "Yoksa onlar da mı küsmüş bana?"

Omuz başlarımda duran parmaklarıyla beni kendine doğru çevirdi. Gözlerine bakabilmek için başımı hafifçe kaldırdığımda dudaklarımın arasından titrek bir soluk kaçtı. Ona sırtım dönükken konuşmak kolaydı belki ama gözlerine bakarken dilim düğümleniyordu sanki. Öylece toprak rengi harelerine kapılıp gidecek gibiydim.

Bir elini uzatıp yüzüme çıkardı ve göz altlarıma dokunurken başını hafifçe sağa yatırdı. "Yok," dediğinde gözlerimde sanki tanıdık olsa da daha önce görmediği bir şeyi yeniden keşfeder gibi bakıyordu. "Küsmemişler."

"Eğer bir gün sana küserlerse bunu anlar mısın?" diye sordum beklenmedik bir anda. "Herkes bakar, herkes bir şeyler görür ama... Sen anlar mısın Cihangir?"

Biliyorum, anlarsın. Anlarsın, değil mi?

Sesimin böyle içli çıkmasını istememiştim ama bazen engel olamıyorsunuz işte. Ruh halim çok sık değişkenlik gösteriyordu.

"Anlarım."

"Eğer bir gün anlayamazsan..." Cümlemin devamını getirmeme fırsat vermeden konuştu. "Anlarım, Elif."

İçim titredi. "Ben belki darılırım, gücenirim ama öyle kolay küsemem zaten." Gülümsedim ve başımı hafifçe omzuma doğru yatırdım. "Hem biliyor musun insan birine çok içten kırılıp küstüğünde kalbi belki gerçekte kambur kalamazmış ama öyle hissedebilirmiş. Bu kambur bir kemikten daha çok acıtırmış insanın canını." Boğazımı temizledim. "Geçen gün okuduğum bir kitapta böyle söylüyordu." Hayır, böyle bir şey söylemiyordu.

"Bilmiyordum."

Ben de. Ben de bilmiyordum. Küçüktüm, büyüdüm ve ardından bir baktım, bir kalp kambur kalmasa da yetim bir kalp kambur hissedebilirmiş.

Bazı hisler, bir diken olup insanın içini de oyabilirmiş.

Bazı insanlar, kalbe yük olabilirmiş.

Yüzüme doğru düşen bir saç tutamını kulağımın arkasına usulca sıkıştırdı ve parmak uçlarıyla omuzumdan aşağı salınan örgüyü okşadı. "O kadar güzelsin ki, Meyra... Bir an cıvıl cıvılsın, bir bahar akşamı delicesine dönen rengarenk bir rüzgârgülü gibi hayranlık uyandırıcısın... Ama bir anda da öyle derinsin ki, bazen sende gördüğüm o derinliğin ucu bucağı var mı şüphe ediyorum."

Herkes gibi, sen de sadece göstermek istediğim kadarını görebiliyorsun ve benim göstermek istemediğim çok şey var Cihangir. Sana bile göstermek istemediğim, çok kırığım var benim. İnan bana, ben bile görmek istemiyorum.

Uzanıp dudaklarını gözlerime bastırdı usulca. Nazikçe dokundu dudakları göz kapaklarıma. "Şu mavilerin bana böyle her içli içli baktığında," Elimi tutup göğsüne bastırdı.  "Şuraya bir ağırlık çöküyor ve..." Duraksadı. "Ben bir çift gözün, bana hissettirebildiklerine hayret ediyorum."

Cihangir pek böyle şeyler söyleyen, kendini ya da hissettirdiklerini dile döken biri değildi ve son zamanlarda ondan duyduklarım karşısında içim içime sığmıyordu. Her şey bir rüya gibiydi. Onun yavaş yavaş da olsa kendini bana açıyor olması, göğsümü mutluluktan sıkıştırıyordu.

Diğer göz kapağımın üzerine konan dudaklarıyla, "Gözlerden öpmek ayrılık getirir derler," dedim.

"İnanıyor musun böyle şeylere?"

"Bilmem ama..."

Dudakları tenimden usulca ayrıldı. "Ama?"

"Sen yine de gözlerimden öpme bir daha." Kıkırdadım, bu kadar yoğun şeyler konuşmak bir an rahatsız hissettirdiği için konuyu dağıtmak istedim. "İşimizi garantiye alalım."

"Meyra!"

Babaannem. Babaannemin sesiyle bir an gözlerim fal taşı gibi açıldı. Cihangir. Şu. An. Benim. Odamdaydı.

"Ay!" dedim panikle. Hemen Cihangir'in kolundan tuttuğum gibi dolabın kenarına çekiştirdim. Babaannem odama geliyor olacaktı ki adım sesleri kulağıma çalınıyordu. Ama Cihangir babannem içeri girerse buradan gözükürdü, ne vardı bu kadar uzun olmaya ya? Sığmazdı ki hiçbir yere. En iyisi babaannemin odaya girmesine engel olmaktı. Tekrar kolundan tutum ve kapının arkasına çekiştirdim onu bu sefer. Cihangir o sırada ne mi yapıyordu? Gülüyordu. Evet, gülüyordu.

Komik olan neydi acaba? Basılacak olmamız mı? Babaannem yakalanırsak beni keserdi! Eve erkek attım sanardı... Gerçi biraz öyle olmuştu tabii...

Onu kapının arkasında bırakıp kapıyı açtığım gibi çıktım dışarıya. Babaannem de tam kapının önüne birkaç adım uzaklıktaydı. "Ee kızım ben sana demedim mi şu sütyenin malı da kaliteli değil diye. Rengi güzel diye aldın, o kadar da para verdin. Bak koptu kopacak olmuş arkası."

Babaanne...

Cihangir'in babaannemin söylediklerini duymama olasılığı yoktu. Babaannemle olan pazardan aldığımız sütyen muhabbetimi duyması en son isteyeceğim şeylerden bile değildi.

"Aaa öyle mi olmuş?" deyip hemen elindeki sütyeni kaptım. "Aman alayım ben onu, ucuz bir şeydi zaten."

"Al tamam da," Gözlerini kısıp yüzümü inceledi iyice. "...ne olmuş sana öyle? Yanakların al al?"

Dudak büküp sıkıntıyla ofladım. "Yarın için durup durup heyecanlanıyorum, ondan sanırım." Yalan.

Hemen yüz hatları yumuşadı Gülnur Sultan'ın. Gelip sarıldı bana. "Oyy kuzum benim. Allah'ın izniyle kazanacaksın, kazanamasan da dünyanın sonu değil ya."

"İnşallah babaanne." Ayrıldığımızda esneyip avcumu ağzıma kapattım. "Neyse gideyim de yatayım ben, tam da yatacaktım zaten. Çok uykum geldi de. Sen yatmayacak mısın? Saat geç oldu." Evet, biraz daha saçmala.

Neyseki babaannemin yatak odası alt kattaydı. "Yatacağım ben de şimdi, çamaşırları astıydım ondan geçe kaldım."

"İyi uykular o zaman," dedim tekrar esneyip kapıyı açmak için arkamı dönmüşken. Fakat ben kapıyı açtığım an babaannemin seslenişiyle dondum. "Dur bir, dur."

Bir şey yok, bir şey yok, bir şey yok. Tereddütle tekrar babaanneme döndüm. "Efendim babaanne?"

"Bu aralar sende bir haller var. Yarışma yüzünden sandım ama değil bana kalırsa... Bak doğru de bana, şu Ceyhun denen oğlanla mı konuşuyorsun sen yine?"

Ceyhun, eski sevgilimdi. Lisenin başlarında -maalesef ki- hızlı zamanlarım olmuştu tabii. Ama buradaki asıl sorun, babaannem niye bu çocuğu hatırlıyordu? Evet, sorun buydu. Bizi okul çıkışı onunla gezerken görmüştü, o gün bugündür unutmuyordu. Hayır zaten bir ay bile sürmemişti ilişkimiz. İlişki bile denemezdi.

"Ceyhun ne alaka babaanne? Çocuk kim ben unuttum sen unutmadın."

"Ne bileyim aklımda kalmış. Şimdi de aklıma geldi birden, sorayım dedim."

"Kalmasın aklında falan ya. Ayrıca yok bende bir haller, heyecanlıyım sadece," dedim hızla ve ardından yanağına bir öpücük kondurdum. "Hadi yatıyorum ben."

Hemen içeri girdim ve kapıya kulak verip babaannemin adım seslerini dinledim. Aşağıya indiğine kaanat getirince anahtarı sessizce çevirip kapıyı kilitledim. Babaannem ya seslenmeden direkt girseydi odaya... Cihangir'i odaya aldığım ilk an yapmam gereken şeyi resmen en son yapıyordum.

Arkamı döner dönmez onu bıraktığım halinin aksine çatık kaşlı bir Cihangir ile karşılaşmayı beklemiyordum elbette. Bana direkt, o soruyu sordu: "Ceyhun kim?"

Güzel soru. Harika soru.

"Eski bir arkadaşım."

Tek kaşı havaya kalktı. "Eski sevgilin yani."

Boğazımı temizlerken kıvranarak, "Yani," dedim.

Başını belli belirsiz öne arkaya salladı ama bunu daha çok kendine bir şeyi kabullendirmek için yapıyordu sanki. Başka bir şey söylemeyip arkasını döndüğü gibi yatağıma doğru ilerledi ve yatak başlığına sırtını verip oturdu. Ben de o ara avcumda buruşturduğum desteksiz sütyeni rastgele bir çekmeceye tıkıştırdım. Cihangir büyük ihtimalle bu konuda benimle hafiften alay ederdi ama Ceyhun'un adını duymak onu germişti. Bunu anlamamak imkansızdı.

"Cihan," dediğimde o komodinin üzerinden aldığı mor tokamla uğraşıyordu. Bana bakmayınca, yanına oturup tekrar biraz süzüle süzüle, "Cihaan," dedim. Kıskanmış mıydı o?

Bu sefer başını kaldırdı ama kaşları hâlâ çatıktı. Tatlı tatlı gülümsedim ona.  "Sarılalım mı?"

Üç saniye hiçbir şey söylemeden bana baktı ama kaşları gevşerken tokamı kenara bırakıp kollarını gel der gibi açtı. Bir kanat gibi açtığı kollarının arasına girerken bunu özlediğimi fark etmiştim. Ona sarılmayı çok seviyordum.

Kollarımı boynuna dolarken burnum köprücük kemiğine denk düşmüştü. Hafif parfüm kokusunu soluyordum. Kolunu bacaklarımın altından geçirip beni kucağına yan bir şekilde oturttuğunda gülümsedim. Başımı biraz daha boynuna gömdüm. O da kollarını bedenime sarmış, benim gibi başını boynuma yaslamıştı. Üzerimde pembe askılı ve altında da takımı beyaz, üzerinde pembe çiçekler olan pijamam vardı. Açıkta kalan tenime, boynumla kulağım arasına dudaklarını sürttü. Tenimde dudakları değil de, bir kor parçası geziyor gibi hissetmeme engel olamadım. Belimdeki parmak uçları da usul usul olduğu yeri okşuyordu. O da benim gibi yeni duş almış olmalıydı, saçları biraz nemliydi ve şampuanın ferah kokusunu da alabiliyordum. Mis gibi.

"Bugün seni göremeyeceğimi sanmıştım," diye mırıldandım. "Tam seni arayacakken geldin."

O ise hiç beklemediğim bir şey söyledi. "İki koca gün sensiz geçti, sesin yetmezdi."

"Hım... Özledin yani beni..."

Duraksadı. "Sen özlemedin mi?"

"Özledim... İyi ki geldin," dedim avcumu sakallı çenesine yaslarken. "Ama beni şaşırttın. Böyle bir şey yapacağını hiç düşünmezdim." Kıkırdadım. "Odama tırmanayacağını yani."

O da kendine inanamıyor gibi iç geçirdi. "Ben de düşünmezdim."

"Bu arada sen kıskanınca epey tatlı oluyormuşsun onu fark ettim."

Huysuz huysuz homurdandı. "Bir tatlı olmadığımız kalmıştı anasını satayım."

"Siz bu erkeklerin tatlı olmakla alıp veremediği ne acaba ya? Hakaret ettim sanki..."

Gözleri sorgulayıcı bir edayla kısılırken, "Biz erkekler? Kimmiş bu sizdeki o erkekler?" diye sordu hiç beklemediğim bir şekilde.

"Ben ne bileyim kim onlar? Lafın gelişi öyle dedim. "

Tek kaşını kaldırdığında, şirince gülümseyip, "Valla bak," dedim.

Burnumun ucuna parmağının ucuyla hafifçe fiske vururken, "Öyle olsun," dedi ve gevşettiği kollarını sıkılaştırdı.

Tam altı dakika öylece durduk.  Kolları arasında, bir an bile sıkılmadan ona sığınmış bir vaziyette yarının hayalini kurdum. Sonra o yarışmanın açıklanacağı günü hayal ettim. Koşa koşa onun boynuna sarılacağım, mutluluktan kalbim küt küt atarken yine onun kolları arasında sevincimi yaşayacaktım. Hem artık o zaman ilişkimizi de söyleyebilirdik... O rahatsız hissettiği için daha fazla gizlemek ben de istemiyordum.

Artık daha huzurlu, daha sakin ve daha güvenli hissediyordum. En yoğun hissettiğim şey güvendi. Onun kolları arasındayken sanki kimse bana bir şey yapamazmış gibi geliyordu. Bazen şaşkınlığa uğruyordum, nasıl olurda böylesine yoğun duygular içimde yer edinebilirdi ki? Üzerimde bu kadar tesirinin olduğunu bilse ne düşünürdü acaba?

"Başaracaksın," dedi düşündüklerimi hissetmiş gibi.

Ensesindeki kısa saç tutamlarıyla oynarken, "Korkuyorum..." dedim kendimi gizlemeden.

"Korku, başarıyı gölgeler." Sesiye parmaklarım durdu. "Senin buna izin vermeyeceğini biliyorum." Sesi bunu öylesine söylemediğini kanıtlarcasına emin ve tok çıkmıştı.

"Ya başaramazsam?"

"İlla bana o klişe lafı söyleteceksin," dedi tatlı bir azarla. "İnanmak başarmanın yarısıdır derler."

Kıkırdadım. "Semra hoca da hep böyle der."

Sanırım ben hariç herkes kazanacağıma emindi. Buna hocalarımda dahildi ama bu benim için basit bir yarışma değildi. Kimse için değildi belki ama, ben ne kadar başarılı bir balerin olduğumu bilsem de şüpheye düşüyordum çünkü bu benim için çok önemliydi.

Dakikalardır kucağında birbirmize sarılır vaziyette olduğumuz için, "Böyle duruyoruz ama... Eğer sıkıldıysan..." deme gereği duydum.

Burnunu boynuma sürtüp kokumu içine çekti. "Kokun burnumda, mümkün mü bu?"

İçim kıpır kıpır oldu. Kısık bir sesle, "Değil mi?" diye sorarken alt dudağımı dişlerimin arasına almıştım.

"Değil."

Başımı boynundan kaldırıp fazla uzaklaşmadan yüzlerimizi karşı karşıya getirdim. Ellerimi de omuzlarından pazularına doğru kaydırdım. Elimin altındaki kasları ve çıkıntı yapan damarlarının verdiği hissiyat bu kadar iç gıcıklayıcı olmamalıydı... Bir süredir yapmak istediğim şeyi yapıp gözlerinin altında, köprücük kemiğinin biraz üstünde kalan birkaç küçük bene dudaklarımı bastırdım.

Ardından Cihangir bir elini sırtımdan boynuma doğru çıkarttı ve ensemde bir yere değen parmağıyla bir an huylanıp başımı biraz havaya kaldırdım. "Ayy!"

Cihangir başımı kaldırdığım için dudak hizasına gelen çeneme dudaklarını bastırırken, "Demek buradan huylanıyorsun?" dedi ve aynı yere dokununca tekrar kucağına kıpırdandım.

"Ya, Cihaan!" dedim kolunu tutup çektim ve o noktaya dokunan elini kavradım. Damarlı, iri elini kucağıma çektiğimde elini tutup üzerindeki damarlarlarda gezdirdim parmak uçlarımı. O da diğer eliyle yanağıma avcunu yasladı ve aramızdaki küçük mesafeyi usul usul kapatmaya başladık.

Dudaklarımız birbirine dokunduğu an avcumu açıp avcuna yasladım ve parmaklarımız birbirini tamamlar gibi birbiri arasından geçti. Dudağı önce alt dudağıma küçük bir öpücük kondurdu, ardından üst dudağıma. Benim de dudaklarımı aralamamla yanağımdaki avcu beni biraz daha kendine çekti. Baş parmağı yanağımı okşarken öpüşlerimiz harlandı. Yanağımdaki eli usulca kayıp belime, ardından da üzerimdeki askılı tişörtün kenarından girip çıplak tenime değdi. Daha önce tatmadığım bir şekilde tenimin alev alev yandığını, göğüs uçlarımın uyarıldığını hissediyordum ama bu kesinlikle ne yanlış hissettiriyordu ne de rahatsız.

Ben de biraz fenaydım hani.

Eli çıplak belimden öteye gitmedi. Sadece ileri geri yaparak tenimi okşadı. Nefeslenmek için dudaklarımızı ayırdığımızda alınlarımız birbirine yaslı bir vaziyetteydi.

"Sana bahsettiğim o hareket vardı ya, yapamıyorum demiştim. Artık yapabiliyorum biliyor musun?" Anlık, dizginlenemez bir heyecan hissettim. "Hatta hemen göstereyim sana!"

Kucağından kalkıp ayaklarım yere bastığında birden ayağıma yerdeki üçlü priz takıldı ve yüz üstü yere düşecekken son anda Cihangir kolunu belime dolayıp beni yakaladı. "Şşh. Dikkat et, bir yerini sakatlayacaksın yoksa."

Bir anlığına öyle çok korktum ki nefesimi tutmuştum. En azından yarına kadar bir yerime bir şey olmamalıydı... "Haklısın..."

"Yarışmadan sonra gösterirsin, sen bu kadar emek vermişken şimdi bir terslik olmasın."

"Olmasın," dediğimde şefkatle saçlarıma dudaklarını bastırdı.

Ardından o her ne kadar yanımda kalmasını istesem de uyumama gerektiğini söyleyip gitti. Ben yüzümdeki tebessümle, göğsümde dizginleyemediğim heyecanım ve zihnimde de hayallerimle uykuya daldım. Belki de bir kabusa.

-

Günümüz,

"Babaanne aile albümü ne arasın benim odamda?" diye sordum yakına yakına. Belki bir saatir evin her yerinde bana albüm arattırıp en son senin odandaydı diye her köşeye baktırıyordu babaannem. Çok bir aileydik ya, albümümüz vardı. Hayır yıllardır göremediği o albümü neden istiyordu onu da bilmiyordum. Söylemiyordu da. Bir şeyi istiyorsa, illa olacaktı ve katiyen ne düşünüyorsa ya da istiyorsa babaannemi aksine ikna edemezdiniz.

"Bak senin şu dolabın üstünde bi ton kutu var, onlardadır kesin."

"Off tamam, bakayım. Ama orada da değilse daha aramam söyleyeyim Gülnuş. Eylem sabahtan beri tek dükkanda."

"İyi iyi, hadi bak sen. Ben ocakta yemek vardı ona bakayım bi."

Babaannem yazmasını düzelterek gittiğinde kenardaki sandalyeyi alıp dolabın önüne koydum. Sandalyeye çıkıp dolabın üzerindeki tozları gördüğümde yüzümü buruşturdum. Hazır çıkmışken şurayı bir silsem iyi olurdu, o yüzden kutuları aşağı indirmeye başladım. Bu, in çık yaptığım için ve kutular da hafif olmadığından yorucu olmuştu. İlk baktığım kutuda karnelerim ve küçükken yaptığım resimler vardı. İkincide babaannemin tıkıştırdığı ıvır zıvırlar doluydu. Diğer üç kutudan ikisi zaten küçük olduğundan onlarda olduğunu hiç sanmıyordum. Ya şu an açacağım kutudaydı ya da burada yoktu.

"Meyra! Arife teyzen geldi yavrum, sen bulursan kenara bırak alırım ben."

Tiftik Arife. Babaannem yüzünden artık benim de aklıma Arife teyzeyle birlikte bu geliyordu. "Tamam babaanne!" diye bağırdım ben de.

Kutunun içindeki kitapları kenara çekip albümü aramaya koyuldum. Tam artık yok diye düşündüğümde en dipte göründü. Babaannem yine haklı çıkmıştı, buradaydı. Albümün içindeki resimleri görmek istemediğim için kenara koyup bıraktım sadece. Ardından gidip bir bez alıp ıslattım ve tekrar sandalyenin üzerine çıkıp dolabın üstünü sildim. Oflaya puflaya büyük kutuları tekrar dolabın üzerine yerleştirdim. Durduk yere başıma iş açılmıştı.

Küçük iki kutuyu üst üste koyup onları da yerleştirecekken üstteki kutu kayıp önce başıma sonra da içindekiler saçılırken yere düştü. Refleks olarak ağzımdan pek hoş olmayan, minik bir küfür kaçar gibi olmuştu ama hemen yarıda kesmiştim. Allah'tan içinde ağır bir şeyler yoktu, kafama direkt düşmüştü çünkü.

Sandalyeden inip yere saçılan kağıtlara ve birkaç deftere baktım. Bunlar, küçükken günlük tuttuğum defterlerdi. Ortaokuldan sonra bırakmıştım günlük tutmayı, sadece ara sıra bir şeyler yazar sonra da atardım. Önce ters düşmüş kutuyu düzelttim, ardından kağıtları içine yerleştirdim. Defterlerden birini koyacakken içinden kayıp giden fotoğrafla duraksadım. O an aklıma gelen şeyi görmemek için her şeyi yapabilirdim. Arkası dönük fotoğraf karesini çevirdiğimde parmaklarım titredi.

İlişkimiz başlamadan kısa bir süre önceye aitti bu fotoğraf. Şubat sonlarıydı, dükkanların çatılarında hâlâ biraz kar biriktintileri varken hava yağışlıydı ama biz bu fotoğrafı çekindiğimiz sıralarda yağış durmuştu. Onun üzerinde iki kat örgü kazak, benim üzerimde ise bir kazak ve üstünde kalın bir hırka vardı. Yoldan geçen bir kızdan fotoğrafımızı çekmesini istediğimi, ardından büyük bir cesaretle gidip ona sarılarak poz verdiğimi hatırlıyordum. Önce ondaki şaşkınlığı ve ardından onun bana sardığı kollarıyla kalbimin duracağını sandığım o an bile, dün gibi aklımdaydı.

Ama bu fotoğrafı buraya koyduğum tamamen aklımdan çıkmıştı. Onun gidişinin ardından, hastaneden eve gelişimin onuncu gününde geçirdiğim sinir krizinde tüm fotoğraflarımızı yırtmıştım. Ağlamaktan içim dışıma çıkacak gibiydi o an ama son bir fotoğraf kaldığında, bu fotoğrafı elime aldığımda, o kadar çaresizdim ki yine de yapamamıştım. Buna da kıyıp yırtamamış ve rastgele bir defterin arasına sıkıştırmıştım. Kıyamamıştım... fotoğrafın ucu biraz yırtıktı, devamını getirememiştim. Bunu yapamadığım için ardından daha çok ağlamıştım. Daha çok parçalanmıştım.

Hatırladıklarıma elimdeki fotoğrafı yırtık olan ucundan tek hamlede ikiye ayırdım. Birkaç kez daha yırttım ayrılan parçaları. Parmak boğumlarıma kan oturuncaya dek avcumun içinde sıktım. Parmağımdaki eklem yüzükleri parmaklarımı çok sıktığım için tenimi acıtıyordu. O gün yapamadığım şeyin hırsıyla dolup taştığım için acısını dikkate alamadım ama ardından gidip çöp kutusunun içine attım tüm parçaları. Bir daha da dönüp bakmadım.

Ne görmek ne duymak ne de hatırlamak istiyordum onu. Dediğini yapmıştı. Tam dört gündür karşıma çıkmamıştı ama gitmemişti de. İyi olmam gerekirdi değil mi? Ama neden daha da yerle bir olmuş hissediyordum? Bunu kendi içimde sorup durmaktan bıkmıştım.

Onu sevmiyorsun, diye tekrarladım içimden. Ondan sadece nefret ediyorsun. Sevemezsin onu. Bunca şeyden sonra mümkün değil bu.

Olmamalı.

Sevemezsin onu.

Çantamı ve telefonumu alıp çıktım odadan. Ortada kalan sandalye de kutu da umrumda olmadı. Bir an önce dükkanıma gitmek istiyordum, sabah karnım ağrıdığı için gidememiştim. Orası, çiçeklerim, beni sakinleştirip iyi gelen yegane yerlerden biriydi. Bir sığınak gibiydi.

Aşağı indiğimde Arife teyze ve babaannemin konuşma seslerini duyabiliyordum ve eğer Arife teyzeye hoş geldin demeden gidersem babaannem çok kızardı. Ayıp da olurdu ve eminim mahalleye Arife teyzenin salacağı konuşma bu olurdu: Şu Gülnur'un torunu var ya geçen gittim bir hoş geldiniz bile demedi. Tabii konuşmalar bununla sınırlı da kalmazdı. Anası da yok ki başında, ana görmemiş baba görmemiş nereden bilsin. Gülnur ne kadar olsa da fark eder elbet anne yokluğu. Hem aksak kaldı ya bacağı, yazık psikolojisi de bozulmuştur.

Bunlar benim duymadığım şeyler değildi. İnsanlar, sırf anne ve babanız başınızda yok diye her açığınızı ona bağlardı. Acır, hor görürdü. Mesela en basitinden dükkanıma gelip bir yeri kirli görseler diyecekleri de bu olurdu. Anasından görmemiş, ne bilsin. Bundan ötesi de berisi yoktu onlar için ve ben her konuda buna maruz kalmaktan bıkmıştım.

Ortaokul son sınıfta da beni bir çocukla gördükleri için duyabileceğimi bile bile o zamanlar bizim mahallede yaşayan bir teyze 'Anasına bak kızını al.' demişti. O akşam eve geldiğimde saatlerce ağlamıştım. Ben annem gibi değilim, diye hıçkıra hıçkıra ağlamıştım. Beni en çok yaralayan anlardan biriydi. Kalbim o kadar kırılmış, o kadar gücüme gitmişti ki... Üstelik o çocukla ödev yapmak için kütüphaneye gidecektik sadece. O sözü hiç unutamamış, kendime yedirememiştim. Ondan sonra, lise ikinci sınıfa kadar birçok sevgilim olmuştu. Hepsi kısa süreli de olsa olmuştu.

O kadın da sonra mahalleden taşınmıştı. Annemin ve babamın durumunu öyle çok bilen yoktu artık aslında mahallede, sadece çok eskiler bilirdi. Babaannemden çekindikleri için de dile getiremezlerdi.

Salona girdiğimde ikisi de çay içiyordu. "Hoş geldin Arife teyze," dedim gülümsemeye çalışırken.

Kısa, beyaz ve babaannemin deyimiyle tiftik gibi saçları olan, beyaz tenli bir kadındı. Babaanneme göre biraz daha kalıplıydı. Kolumdaki çantaya baktığı sırada, "Hoş buldum kızım, dükkana mı gidiyorsun?" diye sordu merakla.

"Evet Arife teyze, afiyet olsun size." Babaanneme döndüm. "Yukarıya bıraktım albümü babaanne."

"Tamam yavrum, Allah işini rast getirsin."

Hemen sonra evden çıktım. Bir an önce dükkana gitmek istiyordum. Olabildiğince hızlı bir şekilde gitmeye çalışırken bacağımı umursamadım. Herhangi bir ağrısını da hissetmiyordum zaten. İleride kapının önünde oturan kızları gördüğümde onlara görünmeden geçip gitmek için köşeden köşeden ilerlemeye başladım. Gerçekten onların sorgu sualini çekecek havada değildim. Geçen gün Hatice, Eylem ve benim önüme çıkıp, "Kız siz bilirsiniz, Kerim falan söylemiştir. Bu Cihangir zengin sevgili bulup yurtdışına gitmiş, ayrılınca da dönmüş diyorlar. Hem zaten başka nerden gelecek bu kadar para. Siz hep birlikte takılıyorsunuz ya demiştir size. Ayrıntısı ne bunun?" diye meraklı meraklı sorular sormuştu. En son Eylem terslediğinde kurtulabilmiştik.

Bu Cihangir zengin sevgili bulup yurtdışına gitmiş, ayrılınca da dönmüş diyorlar.

Bu yüzden mi terk edilmiştim ben? Belki de aldatılmıştım. Asıl ben nasıl bu kadar kör olabilmiştim?

Kafamın içindeki sesleri bastırmak için şarkı dinlemeyi düşünüp çantamdaki kulaklığa uzanacakken Seniha ablanın panikle evin önünde bir o yana bir bu yana koşturduğunu gördüğümde durdum. Tekin'e bir şey mi olmuştu? Bu düşünce beni deli gibi korkuturken koşar adımlarla yanına gitti.

"Seniha abla, ne oluyor? İyi misin?" diye panikleyerek sordum. O kadar endişeli gözüküyordu ki ne olup bittiğini bilmesem de o endişeyi kendi üzerimde hissetmemem mümkün değildi.

"Tekin yok... Meyra, Tekin yok! Mutfakta yemek yapıyordum bir baktım yok. Nereye baktıysam bulamıyorum! İlaçlarını da içmedi, başına bir şey gelmiş olmasın... Allah'ım sen yardım et!"

"Nasıl yok Seniha abla? Her yere baktın mı, emin misin?"

"Baktım baktım, parka baktım mahalleye baktım kimse görmemiş. Yok hiçbir yer-" Aniden durdu. "Cihangir! Sabah Cihangir abimin yanına gitmek istiyorum diyordu ama izin vermemiştim. Orada olmasın?"

Artık boğulduğumu hissediyordum. Eskiden kimsenin doğru düzgün bilmediği biriyken şimdi neden döndüğüm yer yerde onun adıyla karşılaşıyordum?

"B-bilmiyorum," dedim ne diyeceğimi bir an bilemeyerek.

"Ben tamirhaneye bakayım hemen. Tuğba gel kızım," deyip endişeli gözlerle bize bakan Tuğba'nın elini tuttu. Koşara gitmeden önce, "Meyra Allah rızası için sen de Cihangir'in evinin oralara bak, belki oraya gitmiştir," demişti.

Cihangir'in evinin oralara bak.

Ben ağzımı açıp tek bir şey söyleyemeden gitti Seniha abla. Ne yapacağımı bilemeyerek birkaç saniye öylece durdum. Ardından hızlı hızlı ilerlemeye başladım. Çok uzakta değildi onun evi ama attığım her adımda kalbim göğüs kafesimde eziliyormuş gibi hissediyordum. Lütfen, tamirhanede olsunlar. Lütfen. Sadece evin etrafına bakınacaktım, sakin olmalıydım. Konu Tekin'di ve gerisinin bir önemi olmamalıydı.

Sağ tarafa dönüp biraz ilerlediğimde evinin önüne gelmiştim. Etrafına bakınsam da kimse gözükmüyordu. Dışarıda da kimse yoktu. Ara bir sokaktı burası. Nefes nefese yüzüme düşen saçlarımı düzeltirken telefonumun sesiyle hemen çantama uzandım. Seniha abla arıyordu. Ne olur, bulmuş olsun.

"Meyra tamirhanede değil Cihangir. Gelmemiş bugün. Telefonuna da ulaşılmıyor, nerdesin sen onun evinin oralarda mısın?"

"Evet," dedim tek bir solukta.

"Bir bakar mısın evde mi? Ben de geliyorum şimdi." Sesi perişan geliyordu, ağlıyor gibiydi ve nefes nefeseydi aynı benim gibi. "Nereye gider bu çocuk aklım almıyor! Babası da yok evde, ne yapacağımı şaşırdım."

Rüzgâr essin,

Rüzgârgülü dönsün,

Acım ufalıp küçülsün.

"Kapıyı çalayım," dedim ayaklarım geri geri gitse de evin önüne geçerken. O artık bir yabancıdan farksız, düşünme. Elim titreye titreye parmaklarımın sırtıyla birkaç kez ahşap kapıya vurdum. "Çaldım şimdi kapıyı."

Bedenimin kaskatı kesildiğini hissediyordum. Nasıl olmuştu da hala buradaydım ve Seniha ablayla telefonda konuşacak gücü kendime buluyordum onu bile bilmiyordum. Kapı tam on iki saniye sonra açıldı. Beyaz tişörtü, siyah kotuyla karşımda artık o vardı. Aylarca, istemediğin her an bile bu anı beklemiş olmam kör bir kurşun gibi kalbime saplandı. Bu kapıyı çalıp onu gördüğüm tonlarca rüya gerçekleşmiş gibiydi. Ama bir kabustan farksızdı artık. Daha kötüsüydü.

Beni görür görmez gözlerine yayılan şaşkınlığı fark etmemek mümkün değildi. "Tekin," dedim hemen. "Tekin burada mı?"

Şaşkınlığını bir çırpıda üzerinden atıp yutkundu. "İçeride."

Bakışlarımı ondan çekip rastgele bir yere konumlandırırken telefona doğru, "Buradaymış Seniha abla," dedim.

"Allah'ıma şükürler olsun. Geliyorum hemen ben."

Ardından çağrı sonlandı. Telefonu kulağımdan çekip avcumun içinde sıkarken. "İyi mi?" diye sordum.

"İyi, gelirken düşmüş ama endişe edecek bir şey yok, dizi soyulmuş sadece." Bakışları elimdeki telefona düşerken kaşları çatıldı. "Annesinin haberi yok muymuş?"

"Meyra abla!" diye seslenen Tekin ile titremesine özen gösterdiğim sesimle, "Benim canım," diye karşılık verdim.

"Ben düştüm, gelemiyorum oraya. Sen gelir misin?"

Hayır, hayır, hayır.

Cihangir içeriye girmem maksatlı kapıyı biraz daha araladı ve, "Seni çağırıyor," dedi sanki ben duymamışım gibi.

Sonra benden cevap alamayan Tekin tekrar seslendi. Hemen onun görsem ve sonra gitsem.

Ama yapamazdım. Yapamazdım. Bu kadar bile fazlayken, nasıl yapardım? Daha şimdiden nefesim kesiliyor gibiydi. Oysa o şimdi karşımda dimdikti, yıkılmaz bir dağ gibi duruyordu. Ben niye bir enkazdan farksızdım? Hem ardında kalan mı yıkılırdı böyle? Onun karşısında bu kadar güçsüz olmamalıydım. Bunu kendime yediremezdim.

Anlık bir cesaretle ayağımdaki beyaz spor ayakkabıları hızla çıkarıp ona bir daha bakmadan yanından geçip içeriye girdim. O an ne kadar büyük bir hata yaptığımın farkında değildim. Ben zaten seçimlerimde hiç başarılı olamamıştım ki...

Koridorun sağ tarafındaki ilk odadaydı Tekin. Bu evin her bir yanı, her bir köşesi anılarla doluydu. Beni kahreden, mahveden o anılar bu evin içinde bir hayalet gibiydi. Şu köşede film izleyişimiz, salonun ortasında heyecanla ona öğrendiğim yeni figürleri gösterişim, onun ilgiyle beni izleyişi, pürdikkat ben ona bir şeyler anlatırken beni dinleyişi, ona mutfakta hasta olduğu için çorba ve limonlu kek yapışım...

"İyi misin ablacım?" dedim Tekin'in yanına oturup. Dizinin altında bir yastık vardı, gerçekten de büyük bir yara değildi ama hastalığı yüzünden bu beni yine de endişelendiriyordu.

"İyiyim, Meyra abla."

Uzanıp elini avcuma alıp okşadım. "Neden annene haber vermedin? Çok endişelendi annen."

Başını mahçup bir şekilde öne eğip cevap vermedi. Daha fazla üstüne gitmek istemedim. Titrek bir nefes alıp başımı kaldırdığımda duvar kenarındaki masaya kaydı bakışlarım. Daha doğrusu, masanın üzerindeki mor tokaya. Kendi tokama. Üzerinde küçük bir çiçek figürü vardı, bu başkasının olamazdı çünkü oraya çiçeği ben dikmiştim.

Ona baktım ve o da masanın üzerindeki tokama baktı. Uzun uzun baktı. Sonra bana döndü, gözlerimiz kesişti. Zaman, onca yaşanmışlıkla birlikte bir kum saatinin içine hapsolmuştu. Tam o an kum saati patlamış zaman yerle bir olmuştu. Bizi de yerle bir etmişti.  İki yıl önce ortadan kaybolan tokam, iki yıldır onda mıydı?

Gönül yarası bu. Sen geçer sanarsın, yanılırsın. Bir bakarsın geçen tek şey zaman olmuş.

Gönül bu işte, ne kendisi ne de yarası ferman dinler. Asidir, hoyrattır hep yıkar geçer tüm olmazları.

Geçmiş geçmiş geçmiş... Paramparçayım💔 Siz nasıl bu hâle geldiniz ya?🥺

Meyra'ya üzülmemek elde değil gerçekten... O eski heyecanını, neşesini şimdi görememek daha yaralayıcı...

Bölüm hakkında düşüncelerinizi buraya alabilir miyim?

Kitabın Instagram hesabı: kuskunruzgargulu

Benim kişisel tüm hesaplarım: heceligece (Özellikle Twitter ve Instagram'a gelmeyene  küsermişiiiim)

Continue Reading

You'll Also Like

231K 1.3K 19
Hikayede sık sık +18 ve şiddete yer verilecektir! Yaş sınırını göz önünde bulunduralım.
1.2M 52.7K 46
~TAMAMLANDI~ 0545* Sizi "MAFYA" adlı gruba ekledi #Romantizm kategorisinde 1.Sıra✨ #3Ay kategorisinde 1.Sıra✨ #Siyah kategorisinde 1.Sıra✨ #Esir kate...
44.7K 1.8K 21
UYARI: Kitap içerisinde nude gönderme gibi olaylar var, etik kurallarınıza uymuyorsa okumanızı tavsiye etmem. Şahsıma edilen en ufak hakarette engell...
10.6M 377K 30
BÖLÜMLER GERİ YÜKLENİYOR Şakadan zerre anlamayan birine okkalı bir şaka yaparsanız elde edeceğiniz şey yüklü bir para ve birkaç bin fazla tıklanma o...