𝐒İ𝐍𝐒İ𝐑𝐄𝐋𝐋𝐀

Por nuitlady

336K 16.5K 12K

❝geçmişi olmayan birini geleceğiyle korkutamazsın.❞ Kelebeğin ömrü 3 gündü. Birinde güldü, Birinde söndü, Bi... Más

0𝐒|❝TANITIM❞
𝟏𝐒|❝KADER❞
𝟐𝐒|❝ESER❞
𝟑𝐒|❝BALO❞
𝟒𝐒|❝SİNDİRELLA❞
𝟔𝐒|❝RUJ❞
𝟕𝐒|❝OLAYLI PARTİ❞
𝟖𝐒|❝ABİ BABADAN İYİ MİDİR?❞
𝐒𝟗|❝NERGİS❞
𝐒𝟏𝟎|❝ZAMANLA GEÇMEYEN ACILAR❞
𝐒𝟏𝟏|❝HİSSETSEN YETER❞
𝐒𝟏𝟐|❝ÜÇ DİLEK❞
𝐒𝟏𝟑|❝MAVİ ELBİSELİ BEBEK❞
𝐒𝟏𝟒|❝MAGAZİN❞
𝐒𝟏𝟓|❝YEŞİL ŞEMSİYE❞
𝐒𝟏𝟔|❝ORTAK YALANLAR❞
𝐒𝟏𝟕|❝KUKLA❞
𝐒𝟏𝟖|❝GERÇEKLER ACIDIR❞

𝟓𝐒|❝GAZETECİ ÇOCUK❞

14.8K 834 464
Por nuitlady


!LÜTFEN OKUYUN!
Kendimi açıklama yapmak zorunda hissettim ve burdayım:)
Alara karakterinin tavırları olsun, yaptıkları olsun
Çok hoş karşılanmıyor. Hak veriyorum hepinize ama sürekli "böyle devam ederse bırakırım" yorumlarını görmek beni üzüyor. (yanlış anlaşılmasın size hitap etmiyorsa eğer tabii bırakabilirsiniz. Ama sırf Alara'nın geçici tavırları için bırakma düşüncelerinizi görmek beni kırdı. Çünkü sizlerden birini kaybetmek beni yaralar.) Alara'nın davranışlarının geçici olduğunu ve bu hallerinin sadece kamuflaj amacıyla kulandığını söylemek istedim. Vakit ayırdığınız için teşekkürler.

Yorumlarınızı okumaktan büyük bir keyif alıyorum. Satır aralarımızı yorumlarınızla süslemeyi ve yıldızımızı parlatmayı unutmayın!

"Günaydın Sindirella"

Teyzemin sözleriyle her şeyi öğrenmiş olduğunu anlayıp dudağımı sertçe dişledim. yeşillerimi ona doğru kaldırdığımda ifadesizliğini koruduğunu fark ettim.

Mimiksizdi, her zaman olduğu gibi.

Elindeki tableti benimle göz temasını kesmeden kapatıp masanın üzerine koydu. parmaklarını birbirlerine geçirip, Sarı hareleri üzerimden bir saniye bile ayrılmazken baştan aşağı süzdü beni. Ezici bakışlarıyla beni baştan aşağı süzdüğünde karşısında gri bir eşofman takımıyla dikilmenin utancını yaşamaya başlamıştım. Belki diğer insanların evinde bir sorun teşkil ettmezdi bu. Fakat bu evde yaşıyorsanız eğer, evde pijama ile dolaşma gibi bir lükse sahip değildiniz. Karşımdaki kadının ince uzun parmakları, önündeki üçlü koltuğu gösterdi.

"Oturmaz mısın?" dedi düz ve bana hiçte normal gelmeyen sakinlikte çıkan sesiyle.

Kafamı sallayıp önüme düşen saç tutamını parmaklarımla kulak arkama itekledim. Temkinli adımlarım koltuğu bulunca, yavaşça oturdum. Kendimi sorguda hissediyor, yanlış bir şey söylersem sanki müebbet cezası alacakmışım gibi bir korkuya kapılmıştım. Polisiye aşığı biri olarak, polisiye flimlerin en birinde illaki bulunan iyi polis kötü polis klişesindeki kötü polisi tutsamda, şu an teyzemin iyi polis çıkmasını içtenlikle dilemeye başlamıştım.

"Bu haberlerle alakalı bir açıklaman var mı?" sesindeki alaycı tonla daha fazla utanç duyduğumda, yerin dibine geçmiş olmayı istemiştim. Söyleyebileceğim tüm yalanları gözümün önünden film şeridi gibi geçirmeye başladığımda, ikimizin arasında uzun bir sessizlik olmuştu. Gerçi ne kadar yalan söylemek için kafa yorsamda nafileydi, ne söylersem söyleyeyim o anlardı. Bazen sırf bu yüzden robot gibi hissediyordum kendimi. Nil Akay tarafından programlanmış bir robottum. Her hareketimden haberdardı, ağzımdan çıkakabilecek olan her lafın yalan veya gerçek olduğunu kestirebilirecek kadar iyi tanıyordu beni.
Beni bu kadar iyi tanımasının sebeplerinden biri analiz yeteneğinin güçlü olmasının yanında, onun yetiştirmesiydi. Huyumdan, suyumdan her şeyimden vazgeçip, sadece Nil Akay'ın yeğeni olmuştum. Bundan şikayetçi olduğum söylenemezdi. Teyzemi seviyordum.
Şimdi ise karşısında dikilmiş, nasıl bir yalan söylemem gerektiğini aklımda ölçüp tartıyordum. Belki de boynuzun kulağı geçmesi gereken yerdeydik ha?

Yüzüme en sahici ifademi takınarak kendimden emin bir biçimde çenemi kaldırdım. Teyzemse, sabırla ona açıklama yapmamı bekliyordu. Dudaklarımı aralayıp yalanlarımı tereddüt bile etmeden sıralamaya başladım.

"Poyraz'la dans ederken ne kadar ortak yönümüzün olduğunu fark ettik. O da benim gibi ata binmeyi, spor yapmayı ve müziği seviyormuş. Ve inanır mısın teyzeciğim? Yüzmeye bayılırmış! Dünyanın çeşitli yerlerine gittmesine rağmen onu en büyüleyen yer kesinlikle Paris'miş. Tatlı bir çocuk, onunla dans etmek benim için zevkti. Randevulaştık, beraber kahve içmeye gideceğiz. Bu haberleri sorun edeceğini de hiç zannetmiyorum."

Kekelemeden sıraladığım sözlerim, ben bile şaşkına uğrattığında umutla teyzeme çevirdim yeşillerimi. Bana inanıp inanmadığını anlamaya çalıştım bir süre. Ancak ifadesi beni hayal kırıklığına uğratmaya yetmişti. İnanmamış mıydı? Umarım ortadan kaybolduğum saatlerde, Poyraz dediklerimin aksini gösterecek bir tavır sergilememişti. Koltuğun kollarından güç alarak masanın üzerindeki hiç umrumda olmayan dergileri elime alıp, sanki çok umrumdaymış gibi incelemeye başladım.

"Açıkçası Poyraz'la iyi anlaşmanızı beklemiyordum. Ama madem iyi anlaştınız, buna sevinmekten başka bir şey yapamam. Poyraz'ın yanındayken her hareketine dikkat etmeni istiyorum Alara. Kendisi çok önemli bir müşterimin ayrıca çok yakın bir dostumun oğlu. Beraber olmanız bizim de reklamımızı yapar. Yine de bu haberler pek iyi olmadı. Tarığın kulağına gittmeden haberleri magazin sayfalarından kaldırırdım ama herkes dün gece Poyraz'la olan dansınızdan çok davetten koşar adımlarla kaçan Sindirellayı konuşuyor!"

Sitemli sözleriyle başımı eğebileceğim kadar eğidim. Poyraz ile anlaşmayı bırak, dün gece tüm gücümle ayağına bile basmıştım teyzeciğim. Sadece bununla da kalmamış, dün gece bir yabancıyla sırf onun eski sevgilisinden kaçması için dans ettmiştim. Ardından Toprağı gördüğümü zannedip, onu oracıkta bırakarak daveti koşar adımlarla terk etmiştim. Evet teyzeciğim... Hepsini ben yaptım. Bunları söylemek çok isterdim ama bu sözlerimden sonra hayatta kalabilir miydim onun garantisini kendime bir türlü veremiyordum. Bu yüzden sessiz kalıp, bunlardan hiç bir zaman haberin olmamasını sağlayacağım.

Neden kaçtığımı açıklayamayacağımdan, son söylediklerini duymamazlıktan gelerek,

"Ne yapacağız?" diye soru soruvermiştim pişkince. Sorumu bir süreliğine yanıtsız bıraktı. Sessiz geçen saniyelerin sonunda derin bir soluk alıp,

"bilmiyorum. Bu konuyla ilgileneceğim." dedi suratıma bakma zahmetinde bulunmadan. Bu onun, sana tavırlıyım. Deme şekliydi.

Kahvaltının her zamankinden biraz daha geç edeceğimizin bilgisini aldığımda memnuniyetsiz bir suratla ayaklandım. Zaten her tarafım ağrıyordu bir de bununla uğraşamazdım.

Londra'da fazlasıyla yorulduğumu düşünüyordum ama asıl yorgunluğu burda yaşadığımı yeni yeni fark ettmiştim. Gelir gelmez kendimi böyle bir kargaşanın içinde bulmak, sudan çıkmış balığa dönmeme neden olmuştu. Yine de hayatta kalma çabasıyla çırpınıyordum işte.

Yürüyordum, nereye gittiğimi bilmeden yürüyordum.
Adımlarım hiç bilmediğim, görmediğim yolları ezerek ilerliyor, her adımımda yollarla beraber bende eziliyordum.

İçeriye girmemle gördüğüm manzarayla suratımı daha fazla asabilecekmişim gibi daha fazla astım. Teyzem telefonumu bırakırken bu kargaşayı da görmüştü kesin. Bir ara Nimet ablaya odayı toparlamasını söylesem iyi olacaktı.

Üzerimdeki pijamalardan kurtulmak adına giyinme odasına yöneldiğimde boynumu ileri geri yaparak rahatlatmaya çalışıyordum.

Saçlarımı at kuyruğu yapıp son kez aynadan kendime baktım. Fena olmamıştım. Son dokunuş olarak nude rengi rujumu dudaklarıma yedirdiğim esnada meditasyon konuşmalarını dinliyordum. Bunu bana piskoloğum, ani tepkilerimden, yükselmelerimden dolayı önermişti. İşe yaramadığı kesindi ama en azından makyajımı falan yaparken dinlemektende zarar gelmeyeceğine kanaat getirmiştim.

İnsanlar bunu bağdaş kurup saatlerce tüm odaklarını vererek dinliyor olabilirlerdi ama kesinlikle onlardan biri değildim.

Evet, evet... Her şey harika evren benim etrafımda falan filan... "Ve derin bir nefes alıp meditasyonumuzu tamamlı-" kırmızı düğmeye basmamla birlikte sinir bozucu bir tonda konuşan kadının sesi kesilmişti. Sanki beni duyacakmış gibi "çok konuştun." diye homurdandığımda tableti kapatıp masanın üzerine bıraktım. Bu meditasyon konuşmalarının yarattığı baş ağrısı için ayrıyetten bir meditasyon seansı ayarlamalılardı. Spor ayakkabılarımı da ayağıma geçirip kapıyı örttüm. Bu gün spora gideceğimden
Topuklu giyemezdim. Sonunda!

Yanlış anlaşılmasın, topuklularımı seviyordum. Ama her gün giyimek ayaklarıma işkence ettiğinden, spora gideceğim günleri saydığım zamanlar çok oluyordu.
Merdivenlerden seke seke inip salona geçtiğimde teyzemin hararetle telefonla konuştuğunu gördüm.

"Evet... Hayır, hayır Akif bey, a- iki haftaya yetiştirmemizin imkanı yok!"

İç çekiş...

"Ben size haber vereceğim. İyi günler."

Telefonu kapatıp koltuğa attığında kirpiklerimi kıpraştırıp konu iş olduğunda kendini ne kadar kaptırdığını kendime bir kez daha hatırlatmıştım,
Bunu anormal bulmamam gerekirdi. Biraz olsun sakinleştiğinde kahvaltı sofrasının baş köşesine yerleşti. masum bir gülümsemeyle arkasından ilerlemeye başladım.

"Zor bir gün oluyor ha?"

Onu yatıştırmak adına yanağına küçük bir buse kondurmamla gülümsedi, "Fazlasıyla..." diye mırıldandı. Yanındaki sandalyeyi yerleştiğimde konuşmaya başladı.

"Yarın Soykan üniversitesinde ilk günün. Biliyorsun, Poyraz da orda okuyor." bilmiyordum! Poyraz'la gerçekten bir sohbet dahi etmemiştik ki nerden bilebilirdim? Eğer birlikte okuyacaksak ben nasıl yalanımı sürdürebilirdim ki? Şaşkınlığımı büyük bir ustalıkla gizlediğime inandığımda usulca başımı aşağı yukarıya salladım. Ağzıma bir zeytin atıp devam etmesini bekledim.

"Okulda olsun, Poyraz'ın yanında olsun, hal ve hareketlerine gerçekten dikkat etmeni istiyorum Alara. Beni utandırıcak bir şey yapayım deme, uslu dur. " bunu bir kez daha direttiğine göre dün gece yüzünden bana olan güveni baya zedelenmiş olmalıydım.

"Merak ettme teyze. Başını öne eğdirecek bir harekette bulunmam." dedim ona biraz olsun güven aşılamak istediğimde. Başını sallamasıyla sofradaki konuşmamızı da sonlandırdı. Yemek boyunca aklımdaki tek düşünce; ne yapıp ne edip teyzemin güvenini tekrar kazanmam gerektiği olmuştu...

Spora gitmek için evden çıktığımda Hakkı'nın ortalarda görünmemesi fazlasıyla sinirimi bozmuştu. Hakkı bizim güvenliğiniz olmakla beraber, aynı zamanda benim şöförlüğümi yapma görevini de üstlenirdi. Teyzem çalışanlarını ne kadar özenle seçerse seçsin birkaç kişi haricinde hiçbirine tamamen güvenemezdi. O sınırlı kişilerin içinde Hakkı'da vardı. Yalan yok bende ona güvenirdim. Dün kalbini kırmanın pişmanlığıyla dolup taşsamda yol boyunca hatamı nasıl telafi edebileceğimi düşünüp durmuştum. Spor salonunun önüne geldiğimde ise kızların daha gelmediğini görüp, sabahki anlık kalp krizimden dolayı içemediğim kahvemi spor salonunun hemen yanında bulunan kafeden alıp dışarıda oturmaya başlamıştım. Kahvemi yudumlarken, etrafa sıkıcı bakışlar göndermeyide ihmal etmiyordum tabii ki.

Önümdeki yüksek sandalyelerden birine oturmuş at kuyruğu yaptığı uzun siyah saçlarıyla cilveli bir biçimde oynayan kıza (saplığımın verdiği bir şey midir bilmem) uyuz bakışlar atıyordum. Ne bu liseli ergenler gibi telefonda konuşurken girdikleri haller?

"Bende seni seviyorum aşkım." kıkırtı sesleri.

"Çıkışta mı? Bilmiyorum ki Orhan falan ararsa ne diyeceğim." konuşma benim için ilginçleştiğinde yaptığım ne kadar etik olmasa da daha çok kulak kabarttım.

"Murat, konuştuk biz bunu seninle. Dayansan biraz olmaz mı? Hafta sonu gideriz sinamaya." dudaklarımı aşağı büküp başımı ağırca salladım. Biz bir tane bulamıyoruz millet ikisini aynanda idare ediyor ya!

"Tamam canım kapatıyorum şimdi Çağla geldi. Ben çıkışta ararım haberleşiriz...Öptüm bende." siyah saçlı kız kalkıp karşıdan gelen isminin çağla olduğunu tahmin ettiğim kıvırcık saçlı kıza sıkı sıkı sarıldığında ayak üstü bir şeyler konuşup gülüşerek içeri geçtiler. Bense onları bitik bir halde izledim.

Sanki çok masummuş gibi, yaptıkları çok doğruymuş gibi, nasıl bu kadar rahat gülüp eğlenebiliyorlardı?
Ben yapamıyordum.

Bu hayat bana her günahın bir bedeli olmadığını göstermişti. Bana yapılanların hesabını kimse sormamış, cezalandırmamıştı. Cezalandırmamıza da izin vermemişti...

Günahsızın ahı çıkar derler, ne etmediğim ah kalmamıştı ne de etmediğim vah. Günahsızken çok çekmiştim, hiçbir seçim yapmamama, hiçbir suçum olmamasına rağmen çok çekmiştim. Bu yüzden midir bilmem, hayat beni günahkâr yapmaya karar vermişti. Ve ben buna izin vermiştim. Şu hayatta herkes yaptıklarının bedelini öderdi. Hiçbir şey yapmamama rağmen ne bedeller ödemiştim. Eğer bu bedelleri ödeyeceksem, haketmeliydim. Bende hak ettim. Bu dünyada iyilere yer yoksa, kötülerden olurdum. Bende oldum.

"Yeter mi bu kadar? Ölüceğim şimdi!"

Sıkıntıyla gözlerimi devirdim. 13 dakikadır Pelin'in, 4.Şınavını çekmesini bekliyorduk. O 15. kalkışı olduğunu idda etse de hayır, daha 4'teydi.

"hadi daha 4'tesin." dedi Filiz bisiklet çevirmeye ara vermeden. Pelin'in gözleri ve ağzı sonuna kadar açıldığında, "NE?!" diye cırtlak sesi ile bağırdı. İşaret parmaklarımı kulağıma bastırıp ters bir ifadeyle Pelin'e yönlettim yeşil harelerimi. Sesini olabildiğince alçaltıp konuşmaya başladı.

"bakın, ben biraz daha yatıp kalkarsam gerçekten burdan tabutum çıkacak. Ölüyorum lan acıktım."

Gözlerimi kısıp ona kınayan bakışlarımı yolladığımda pembe dudaklarını şımarıkça büzdü.

"Lütfen gidip bir şeyler yiyelim. Hadi nolursunuzz"

"ay konuşmayayım, konuşmayayım diyorumda işine geldiği zaman 70 tane mağaza dolaşmayı biliyorsun Pelin!" Filiz'in sitemiyle telefonun üzerindeki gözlerimi sakince ona çevirdim.

"Tatlım, alışveriş her şeydir. Ben alışverişsiz nefes bile alamam. Hatta bak nefesim daralıyor ne olur gidelim."

Pelin, elleriyle kendini yellemeye başladığında sırttım. Alışveriş yapmayı bende seviyordum yalan yok. Ama bu konuda Pelin'in eline su dökemezdim. Telefonu kapatıp kolumdaki saate baktım. Hedeflediğim günlük yağ yakımına pek ulaşamazsam da bu günlük bu kadar yeterli olduğuna karar verdim. Boyun ağrımdan dolayı yürüyüş bandından başka hiç bir alet kulanamamıştım. Kendimi daha fazla yormanın manası yoktu. Boynumdaki havluyu elime alıp yürüyüş bandının kademelerini azaltarak durdurdum Duşakabinlere doğru yol aldığımda kollarını iki yana açarak yere yığılmış olan Pelin'in bacağına havluyla vurup,

"Hadi kalkın, gidiyoruz." diyerek biraz olsun kendisine gelmesini sağladım.

"E 14 dakikamız daha var nereye gidiyoruz?" Filiz'in sorusunu cevaplamak için ağzımı araladığımda Pelin tüm kelimeleri ağzıma tıkıyarak ayağa kalkmaya çalışmıştı. "Yok yok! Hadi gidelim." kalçasının üzerine düştüğünde Filiz, küçük bir kahkaha patlattığında ben, dişlerimi öne sunacak bir biçimde sırıtıyordum. Aptal sarışın kelimesinin vücut bulmuş hali olan arkadaşımı her şeye rağmen çok seviyordum. Filiz Pelin'in elinden tutup yerden kaldırınca onları izlemeyi kesip duşakabin'in yolunu tuttum.

Su...

İnsanın sadece bedenini değil, zihninde dolaşan düşünceleri de temizliyordu. Bedenimden akıp giden her damla yüreğimdeki yangını söndürmeye çalışıyor, acımı hafifletmek için büyük bir çaba içine giriyordu.
Spor esnasında ter içinde kalmış bedenimi su arındırıyordu. Üzerimdeki ağırlığı akıp giden damlalarla beraber götüren spor sonrası aldığım duş, hoşlandığım sayılı şeyler arasındaydı. Keşke diyordum bazen... Keşke duştan hiç çıkmama seçeneğim olsaydı. Belki de o zaman içimdeki bu sönmek bilmeyen ateş sönerdi. Geriye külleri kalırdı.

"Gördün mü şu Sinsirellayı? Gelir gelmez Poyraz'a yapışmış."

Tanıdık ses ile yumduğum gözlerimi aralayıp çatılan kaşlarımla keyfim kaçtı. Bu ses demin telefonla konuşan kızın sesine benziyordu. Hatta benzemekle kalmıyordu. Basbaya oydu. Boşa akıp giden suyu, söylediklerini daha iyi duyabilmek adına azaltıp konuşmalarını dinlemeye başladım. Teyzem hep kapı dinlemenin ne kadar ayıp olduğundan bahsederdi. Ama eğer konu benle ilgiliyse ayıbın bende değil onlarda olması gerekmez miydi? Sonuçta dedikodu yapmakta ayıptı değil mi? Gerçi alışmam gereken bir durumdu bu. Balo gecesinden beri bi türlü düşememiştim insanların dilinden.

"Aman sen ne bakıyorsun o haberlere, görmüyor musun fotoğraflarda kız nasıl düşmüş çocuğun ağzına."

Tiz gülüş sesleri kulağıma dolduğu anda yüzümü buruşturmuş, tiksinir gibi bir ifadeye büründürmüştüm.

"O**spu işte." diye bir mırıldanış arasında sinirli bir gülüş kaçıverdi dudaklarımın arasından dilimle yanağıma baskı uygulayıp sakin kalmaya çalıştım. Hiç mi utanma, korku yoktu bunlarda? Kendi yaptıklarına bakmadan nasıl öyle konuşabiliyorlardı? Korkmuyorlar mıydı birinin duyabilme olasılığından?

Yerin kulağı vardı ne de olsa.

Daha bir kaç saat önce kapının önünde yapmış olduğu konuşma aklıma geldiğinde bu kelimenin onun ağzından çıkması pekte şaşırtmamıştı beni doğrusu.

İnsanlar böyleydiler, karşılarındakini ayna gibi kulanırlardı. Kendilerine söyleyemedikleri ne varsa, karşısındakine söylerlerdi. Bende öyle yapıyordum, o yüzden biliyordum. Duyduğum o konuşmalardan sonra bunu onun söylemesi ayrı komikti. Poyraz'la ilişkiye girseydim bile o**spu mu olacaktım? Sonuçta benim bedenim, benim kararımdı. İnsanlar hep konuşurdu evet ama hiç kimsenin adımı böyle kirletmesine izin vermezdim. Saçımın suyunu akıtıp Bornozu üstüme geçirdim.

Kilidi açtığımda İkisinin de yüzünde onları basmışım gibi bir ifade oluşmuştu. Aptallar, dedikodu yapacak yeri bile bilmiyorlardı. İkisi de öylece hareketlerimi izlerken, sanki demin benim yalan yanlış dedikodumu yapan onlar değilmiş gibi çantamdan nemlendiricimi çıkartıp rahatça aynanın karşısına geçtim.

Siyah saçlı kızın, bir yanındakine bir de benim üzerimde dolaştırdığı tedirgin kahveleri benimkilere değdiğinde küçümseyici bir tebessümle karşılık verdim ona. Ne oldu, demin bir güzel atıp tutuyordun güzelim?

"Hadi Hande, gidelim." isminin Çağla olduğunu anımsadığım kıvırcık, adını yeni öğrendiğim kızın kolunu sıkıca kavrayıp çıkışa sürüklediğinde dudaklarımı araladım.

"Sevgilin biliyor mu Hande?" vurguladığım isimle Hande adım atmayı kesip sırtı bana dönük bir şekilde donup kaldı. Yüz ifadesini göremesemde, şaşkın bir ördeğe benzediğine emindim. Botokslu dudakları bunu tahmin edebilmeme yardımcı oluyordu. Bana döndüğünde kremi çantama atıp fermuarını çektim. Banyoda yankılanan fermuar sesine Hande'nin afallamış sesi eşlik etti.

"A-anlayamadım?"

Gülümsedim. Tabii anlamazdı. O kadar beyni olduğunu bile düşünmüyordum. Söylediklerimi tekrarlamayı sevmeyen biri olsam da Hande'ciğim için bir istisna yapabilirdim. "Sevgilin diyorum..." elimi mermere yaslayıp çenemi kaldırdım.

"Onu aldatığını biliyor mu?" Şaşkınlıktan dudakları aralanan Hande'nin gözleri korkuyla parladı. Sevgilisinden mi yoksa reziliğinin ortaya çıkmasından mı korkuyordu bilmiyordum. Sadece suratında, gerçeklerin sesli dile getirilmesinin üstelik, bunu daha demin dedikodusunu yaptığı kızın dile getirmesinin şaşkınlığı yatıyordu. Kaşlarım alayla havalanırken yüzümde sinsi bir gülümseme belirmişti. Şaşkın ördeğimiz sonunda konuşma yetisini hatırlamış olacak ki,

"Sen... Nerden?" diye bir şeyler geveledi ağzının içinde.

Dudaklarımı birbirlerine bastırıp çantamı koluma taktım. Hande'nın yanından geçerken parmaklarım, siyah saçlarına ulaştı. dudaklarımı büzüp bilmiş bilmiş konuştum.

"Telefon konuşmalarını ulu ortada yapmaman gerek tatlım." parmaklarım saç tellerinin arasında dolaşmaya devam ettiğinde karşımdaki iki arkadaş, sessizlik yemini etmiş gibi tek kelime dahi etmiyordu. Saçının küçük bir tutamını sertçe çektiğimdeyse küçük bir çığlık koptu dudaklarından.

"tıpkı dedikoduyu ulu ortada yapmamanız gerektiği gibi." sert sesimle, parmaklarımı saç tellerinden kurtarıp ürkek bir şekilde bana bakan kıvırcığa göz kırptım. Kapıyı açıp arkama baktığımda sanki. Demin nefretini kusan ben değilmişim gibi neşeli bir sesle "Görüşürüz kızlar!" diye cıvıldadım.

Soyunma odasında yol aldığımda, telefonumdan magazin sitelerindeki haberlerime bakıyordum. 2-3 güne unutulması gereken haberler değil miydi bunlar? neden herkesin bu kadar ilgi çekmişti ki? Aklıma Poyraz'la buluşacağız yalanı gelince içime kasvet basmıştı. O yılışık herife sandığımdan daha fazla katlanmaz zorundaydım sanırım. Üstelik bu sefer dans esnasınsaki gibi ayağına basarak kaçamazdımda. Bir başka magazin sayfasına geçtiğim zaman görüdüğüm başlıkla kaşlarım çatılmıştı.

"BALONUN SİNDİRELLASI!"

Pür dikkat ekrandaki haberimi incelemeye devam ettiğimde "bu insanlar kafayı yemiş..." diye mırıldandım. Cümlemi sonlandırdığım esnada, çarptığım iri cüsseyle telefon elimden kayıp seslice yeri boyladı. Telefonu almak için yere eğildiğimde benden önce telefonumun üzerine giden uzun ve kemikli elle yeşillerimi tam karşıya diktim. Karşılaştığım tanıdık mavi gözlerle beraber tepkisizliğim, yerini şaşkın bir ifadeye bırakmıştı. Kısa bir süre birbirlerinden ayrılmayan bakışlarımız en sonunda tekrar telefonu bulduğunda mavi gözlü çocuk telefonu eline alıp, açık ekrandaki yazıyı seslice okumaya başladı.

"Balonun Sindirellası."

Yüzüne yerleşen manidar bir gülümsemesine anlamsız bakışlar yolluyordum hiç beklemediğim bir anda bana çevirdiği mavi gözleriyle, hızla hemen yanında duran beyaz düz tarafa çektim dikkatimi.

Ne güzel duvardı bu böyle.

Telefonu bana uzatığında birbirine değen parmaklarımızla nefesimi tuttum. Bu oydu... Nerdeyse tüm gece tutmuştum o elleri, unutmam imkansızdı. Tüm gece izlemiştim o mavileri, hatırlamamak gibi bir şansım yoktu. Ekrana baktım, herhangibi bir şey olmamıştı. Telefonu kapatıp gözlerimi mavi göze diktim. Şu an bornozla tam karşısında dikilmekten utanamayacak kadar şaşkındım.

Mavileri soğuk ve donuktu. Bunla beraber insan baktıkça kayboluyordu o gözlerde. Nefes alamadığımı hissetmemle bakışlarımı çekip soyunma odasına koşar adımlarla yürümeye başladım.

"ÖZEL SOYKAN ÜNİVERSİTESİ"

Gözlerim altın harflerle yazılmış olan yazının üzerinde bir süre oyalandıktan sonra, kapıyı açıp arabadan indim. Okulumun ilk gününü tahmin ettiğimden daha durgun hissettirmesini uykusuz geçirdiğim geceye bağlıyordum. gözlüğümü başımdan çekip taktığım sırada camın açılma sesiyle, omzumun üstünden şöföre baktım. Hakkı'nın gelmesini bilerek istememiştim. Geçenki olaydan sonra yanında çokta rahat olacağımı düşünmüyordum.

Yüzüne bakmaya utanıyorum desem daha doğru olurdu.

"Fakültenin girişine kadar bıraksaydım Alara hanım." başımı hayır anlamında sallayıp etrafı incelemeye devam ettim.

"gerek yok. Bir şeye ihtiyacım olursa ararım." onu göremesemde başını salladığını düşünmüştüm. Ses etmemesinin başka açıklaması olamazdı.

Gaza basıp yanımdan ayrıldığında nedensiz yere sinirlendim. İnsan patronuna selam vermeden gider miydi be canım! Hakkı olsa kırk kere iyi günler dilemişti.

Yeni gelen çalışanlara bir türlü alışamıyordum.

Hakkı da fazla eski sayılmazdı. En azından Nimet abla kadar eski değildi. Gerçi Nimet abla kadar kimse eski değildi. Aklıma Hakkı'yla yaşananlar gelince yüzüm düştü tekrardan. O günün sinirini, stresini ondan çıkarmıştım. Ama onunda dikkatli olması gerekiyordu. Papatya koparmakta neyin nesiydi! Herhangi bir çiçek olsa bu kadar tepki göstermezdim belki ama papatyaydı yani!

Yüzümdeki memniyetiz ifadeyi silip derin bir nefes aldım. Çantamdan telefonumu çıkarıp siyah ekranda beliren yansımamla baş parmağımla taşmamış olan rujumu düzelttim. Kendime son kez bir bakıp saçlarımı elimle havalandırdım. Pek büyük sayılmayacak olan dokunuşlarımla görünüşümden tatmin olup telefonu çantaya geri attım ve Soykan Üniversitesine giriş yaptım...

"baksana, balodaki sindirella!"

"Bizim Fakültedeymiş!"

"Poyraz'la yatan kız değil mi o?"

"Poyraz'la mı yatmış?"

"Bilmiyorum!"

Ve daha binlerce fısıldaşma -daha doğrusu mikrofon versek seslerinin daha gür çıkamayacağı- dedikodu kazanı fakültemin çevresindeki çatlak öğrencilerin sesiydi bu. hemen hemen hepsi, başka işleri yokmuşçasına pür dikkat bana bakıp o akıllarından geçen yalan yanlış bazılarının doğru olduğu şeyler söylüyor ve tepemin tasını iyice artırıyorlardı.

Beyaz, yan tarafları boydan boya mavi camlarla süslenmiş olan fakülte girişinin önünde durdum. Güneş gözlüğünü gözümden çıkartıp hayalerimin köprüsü olucak olan o yazıyla karşı karşıya geldim. "HUKUK FAKÜLTESİ" gülümsemem yüzümde büyürken yavaştan gözlerim yanmaya başlamıştı.

Başardım Toprak...

Başardın demek için gelir misin?

Şimdi hep hayal ettiğimiz şehirde, hayal ettiğimiz bölümü okuyacağım. Benimle gurur duy!

"Soykan Üniversitesine hoşgeldin bebeğim!"

Duyduğum kadife ses ile arkamı döndüm. Tam bir esmer güzeli olan arkadaşım, koyu kahve gözlerindeki mutluluğu saklama gereği duymadan beni izliyordu. Hızla baştan aşağı onu süzdüğümde saçları kadar siyah olan kombini, kırık fönlü saçları ve duruşu, gözlerindeki ifadenin aksine gayet sert görünüyordu. Bir kaç adımda yanıma ulaştığında içtenlikle gülümsedim. Demin ona yaptığımın aksine daha uzun bir çekilde beni süzüp yetmezmiş gibi elimden tutup kendi etrafımda döndürdü.

"mükemmel görünüyorsun!"

İltifatı ile gülümseyip karşılık olarak, "asıl sen mükemmel görünüyorsun diye onu yanıtladığımda yanaklarının altındaki gamzeleri belirginleşti bana sıkı sıkı sarıldığında tüm hüzünlü ruh halim uçup gitti.

"gerçekten beraber okuyamayacağız diye ödüm kopuyordu. Yapılacak o kadar dedikodu var ki! Hem artık birinci sınıf değilsin. Birinci sınıfların dedikodusunu yapmak çok daha zevkli olucak!" dediklerine göz devirdiğimde yüzü düştü ve mızmızlanarak tuttuğu ellerimi sıktı.

"Hadi ama Alaraa, buraya sadece inek öğrenciler gibi harıl harıl çalışmaya gelmedin değil mi?" bakışlarıyla az ötede oturan önünde bir yığın kitapla ders çalışan grubu gösterdiğinde istemsizce yüzüm buruştu.

Onlar gibi olmadığımı biliyordum ama vermiş olduğum bir söz vardı. Buradan en iyi şekilde mevzun olmam gerekiyordu. Her şeyi boş veremezdim. Ama öte yandan... Nefes bile almadan şuursuzca çalışamazdım.
Sağlıklı olduğunu düşünmüyordum. "bulunduğum ortamın en iyisi olmak istediğimi biliyorsun değil mi?"

Kıkırdadı. "hiç şüphem yok ki arka planda kalıcaksın. Sen göz önünde bulunmak için doğmuşsun kızım! Hiçbir şey yapmadan ortamda sadece dursan bile dikkatleri üzerine çekmeyi başarırsın. Bu yüzden endişe etme artık."

Star olmak isteseydim belki dedikleri bir nebze işe yarardı. Ama hayır, mahkeme sırasında gereğinden fazla dikkat çekmek sanırım isteyeceğim son şey olurdu. Yalan yok söyledikleri gururumu okşamadı değildi.

"Gelir gelmez başlamışlar zaten konuşmaya. Okulumuzun Sindirellasını."

Filiz'le yürümeyi bırakıp arkamızı döndüğümüzde Pelin sırtarak bizi izliyordu. Pespembe kombini ve bukleler yaptığı sarı saçlarıyla Filiz'in tam tersi bir görünüşe sahipti. Karakterleri de birbirlerinin tam tersiydi gerçi. Ben ise ikisinin arasındaki ince çizgide gidip geliyordum. Aramıza girip ikimizinde koluna girdiğinde üçümüz kol kola yürümeye başladık. Dışardan bakıldığında belki o havamız sönmüştü ama bu hiçbirimizin umrunda değildi. Filiz'le Pelin kendi aralarında konuşurken ben onları dinliyormuş gibi yapıp etrafı incelemeye koyuldum.

Yeşilliği bol olan ön bahçede, ağaçlar, bir kaç renkli renkli puflar ve banklar bulunuyordu. Yeşiliğinin bol olmasına rağmen az çiçek olan bir ortama benziyorudu. Muhtemelen görsellik için devamlı olarak kesip biçiyorlardı. Fakülte çevresindeki insanların çoğu kendi arkadaş grubuyla beraber takılırken bazıları ise, yani benim ya asosyal ya da birinci sınıf olduğunu düşündüğüm insan topluluğu, kendi hallerinde takılıyorlardı. Birinci sınıfları anlamak zor değildi. Hemen hemen hepsinin yüzünde aynı ifade vardı. Korku ve heycan. Geldiğim ilk andan beri içten içe hissetiğim bu duyguları yansıtmış olmam ile alakalı içimde en ufak şüphe bile yoktu. Duygularımı dışa çok vuran bir insan değildim.

Etrafı incelemeye devam ettiğimde ağcın hemen yanındaki bankta tek başına oturan, gayet güzel kumral bir kız çekmişti dikkatimi. Aslında hiç dikkat çekici bir tarafı yoktu. Hatta burdaki kimsenin onu fark ettmediğinden emindim. Ama yine de çekmişti benim dikkatimi. Belki bir anlık bile olsa yerinde olmak istediğim içindir. Ürkekçe etrafa kaçamak bakışlar atarken ne kadar tedirgin olduğuna şahit oldum. Hey! Burda tedirgin olması gereken kişi bendim. Tanrı aşkına içeri adım attığımdan beri nerdeyse herkesin beni konuştuğuna yemin edebilirdim! Hem fark edilmiyor hem geriliyordu. Bundan saçma başka bir şey olabilir miydi?

"Sana şöyle güzel bir okul turu yaptıralım Alara ha, ne dersin?" hemem hemen 10 yıldır kulandığım ismimi duyunca düşüncelerimden sıyrılıp kızlara döndüm.

"Efendim?"

"Okul turu yapalım diyoruz hazır derse girmeden."

Omuz silkip 'bilmem' der gibi dudağımı büzdüm.

"neden olmasın."

"Ay yalnız önce bir kafeteryaya uğruyalım benim bir kahve alıp kendime gelmem lazım. Hala ayılamadım."

Pelin parmak uçlarıyla alnını ovalamaya başlayıp adımlarını hızlandırdı. Filiz benim koluma girip bana eşlik ettiğinde hep beraber kafeteryaya doğru yürümeye başladık.

Kafeteryaya geldiğimizde kış bahçelerini andıran camdan tavan dikkatimi çeken ilk şey olmuştu. Açık gri olan kafeteryanın etrafında yine bir kaç bank ve masalar vardı. Pelin kendine bir latte söylediğinde Filiz'le ben sade kahve almayı tercih etmiştik. Tabii Sindirella hayranları da bir yandan kendi arlarında fısır fısır konuşmaya devam ediyordu.

İnsanlar dibimde benim dedikodumu yapıyorlardı. Üstelik bundan biraz bile çekinmiyor ya da utanmıyorlardı. Kahvelerimizi alıp rasgele bir masaya oturduğumuzda insanların dik dik bakışları iyice asabımı bozmuştu. Sıkıntılı bir şekilde nefes verip arkama yaslandığımda elimdeki kahveden büyük bir yudum aldım. Kızlar birbirlerine temkinli bir bakış atıp bana döndüklerinde yeşilliklerim ikisinin arasında dönüp durdu. Filiz bir süre düşünüp sanki kendi kendine soru soruyormuş gibi konuşmaya başladı.

"anlamıyorum... O gece habercilerin orda bulunması yasaktı. Senin haberini kim yaptı? Onca kişi varken özellikle neden sen?" yanaklarımı şişirip yine nefes verdim başımı bilmiyorum anlamında salladığımda bunu neden daha önce sorgulamadığımı düşünüyordum.

"O gece seni ifşa eden sence kim olabilir? Yani... O gece kimliğini birine söyledin mi?" Pelin'in sorduğu soruyla o geceyi düşünmeye başladım. Kimliğimi kimseye açıklamamıştım. Orda benim kimliğimi bilen sayılı kişi vardı. Aslında kimliğimi anlamak için bir dahi olmaya gerek yoktu. Dikkatli bakan herkes, o kişinin ben olduğumu kolaylıkla anlardı. Poyraz'la olan dansımız çok güzel bitmemiş olabilirdi ama babasının düzenlemiş olduğu davette böyle bir meselenin ifşa olmasını sağlayacak kadar aptal olamazdı. Ben davetten gittiğim sırada görüntümü çeken kişi kaçtığımı görmüş olmalıydı. Bulunduğumuz salon çok büyük ve kalabalıktı. Tanıştığım insanlar ise salonun en dip köşelerindeydi. Beni görmeleri nerdeyse imkansızdı. Bu kişi her kimse tüm gece beni izlemiş olan biri olmalıydı... Ve haber değerinde olduğumun farkında olan biri olduğunu da tahmin etmek zor değildi.

Tırnaklarımı dişlerimin arasından uzaklaştırıp önümde duran kül tavlasıyla bakışmayı kestim. Gözlerim karşı çaprazımda duran 2 erkeğe kaydığında tanıdık yüz dikkatimi çekmişti. Bu oydu... Spor salonunda çarptığım çocuk. Baloda dans ettiğim mavi Burda mı okuyordu? Arkadaşının büyük bir heycanla anlattıklarını dikkatsizce dinlerken yüzünde sahici olduğuna bir türlü inanamadığım bir gülümseme vardı.
Dans ettiğimiz zaman boyunca dudaklarına yerleştirdiği gülümsememin yanından bile geçmeyen bir gülüştü bir kere bu. Bakışları anlık olarak bizim olduğumuz tarafa kayınca göz göze geldik. 2 saniye bile sürmeyen sersemliyişinin ardından yüzündeki sırıtış sahteliğini yitirdi.

O gece onunla dans etmiş ve alal acele bırakıp baloyu terk ettmiştim. Arkamdan gelen kişi oydu. Ve Sindirella saçmalığını ortaya çıkaran kişi de oydu...

-٭-

"Ne kadar tecrübeli bir dansçı olsan da Sindirella kadar acemi bir prensessin. İlk balon olmalı yanılıyor muyum?"

Yanılmıyordu. Bu benim ilk balomdu. Benzetmesi ise bambaşka bir olaydı. Nerden çıkmıştı şimdi Sindirella? Beni serbest bırakıp ettrafımda döndürdü sonrasında tekrar kendine çekti.

"beni eleştiriyorsunuz fakat benzetme konusunda hiç başarılı değilsiniz. Benim Sindirella gibi cam ayakkabılarım yok sivri sitilettolarım var. Ve emin olun, çok can acıtır. "

Sırıttı. Gözlerini üzerimden ayırıp bir kaç saniyeliğine etrafı incelledi söyliyeceği şeyi aklında tartıp, fısıldar gibi kısık bir sesle konuştu.

"Sinsirella olman için camdan ayakabılara ihtiyacın yok."

-٭-

Oydu!

Benimle sevgilisini bahane ederek dans ettmesi, hakkımda bilgi almak içindi. Haber değerimin olduğunu biliyordu! Bana koyduğu lakap ile beni zor duruma düşüren, daveti terk ettiğim sırada arkamdan fotoğraflarımı çeken de oydu. Bana yalan söylemişti! Yüzümdeki şaşkınlığın yerini öfke alırken tırnaklarımla oynuyordum.

"Alara orda mısın?"

"Seni gidi pis mavi." diye tısladım dişlerimin arasından.

Sandalyeyi geriye itip ayağa kalktığımda hız kesmeden onun doğru yürümeye başladım. Sert adımlarım kafeteryanın kafe bölümünde yankılanırken karışımdaki ikilinin odağına girmeyi başarmıştım. Kızlar arkamdan koşturuyor bense odağımı karşımdaki adamdan ayırmadan yürüyordum. Yüksek çıkan sesim ile tüm kafeteryanın dikkati üzerimize çevrildi.

"Amacına ulaştın mı mavi göz, istediğin oldu mu?" ifadesiz bakışları benim üzerimdeyken, çatık kaşları beni anlamadığının gösteriyordu.

Bir kaç adım daha yaklaşıp yeşillerimi mavilerine diktim. "Yoksa gazeteci çocuk mu demeliyim? " aşağlayıcı tavıyla beni baştan aşağı süzüp gözlerini, gözlerime kenetledi. Aramızda hiç kimsenin fark ettmediği bir şimşek çaktığında burnumdan sert bir nefes verdim.

"Anlayamadım?" yüzümdeki ifadeyi bozmadan yanıtladım.

"Baloda beni Sindirella adı altında haber mazemesi yapan o haberci, sensin." kaşları hayretle havalanırken sahte bir şaşkınlık yerleşti yüzüne.

"Şu meşhur Sindirella sensin demek." Alayla güldüm.

"Ben öyle demezdim." sesimdeki dalgacı tona engel olamadan söylediklerime sırıttı.

"Doğru, sen Sinsirellasın." içimde patlamaya hazır olan volkanı zapt ettmek adına iğneleyici tınısını duymamazlıktan geldim.

"Sen kimsinde benim haberimi yapıyorsun? Yapmakla kalmıyor saçma sapan şeyler yazıyorsun hakkımda!"

Benim aksime rahat bir tavırla ellerini siyah pantolonun cebine yerleştirdi.

"Haberini yapan ben değilim. Yanlış kişiye hesap soruyorsun."

Kaşlarım hayretle kalktığında sinirlerime hakim olamıyordum. İçimde hissetiğim volkanı yüzünü patlatmamak için zor duruyordum! Gözümün içine baka baka nasıl bu kadar rahat yalan söyleyebiliyordu?

"Yalancı! Benimle zor bir durumda olduğunu söyleyerek dans ettin ve haber uğruna kullandın!" dans meselesini yalancı olduğunu haykırmamın aksine daha kısık sesle söylerken ister istemez daha çok yaklaşmıştım ona doğru. Tanrım... Topuklu ayakkabılarımla bile boy farkımız bu kadar ortadayken ayakkabısız halimi görebileceğine olanak vermiyordum.

Tamam, tamam birazcık birazcık abartıyor olabilirdim.

"bak o gece-"

İşaret parmağımı ona doğrultup sözünü kestim.

"o gece yaptıklarından dolayı seni doğduğuna pişman edeceğim. Bunun acısını senden çok kötü çıkartıcağım."

Mavilikleri önce kalbinin tam üzerinde duran işaret parmağıma daha sonra yüzüme doğru çıktığında ne kadar yakın olduğumuzu anladım. Bir kaç adım geriye adımladığımda, söylediklerimin onun üzerinde pek bi etki etmişe benzemediğini anlamıştım

"buda ön gösterim olsun." dedim kararlı sesimle.
Düz kaşları çatıldığında masama ilerleyip hızla masanın üzerinde duran çantamı kapıp kafeteryanın çıkışına yöneldim. İnsanların kendi aralarında fısıldaşmaları çoğaldığında kızların topuk sesleri arkamdan geliyordu. Arkamda yükselen ses ile duraksadım.

"Elinden geleni ardına koyma, Sinsirella."

Emin ol ki koymayacaktım.


Bölümü yayınlamak için çektiğim zorlukları bilseniz beni ayakta alkışlarsınız.
Umarım bölüm hoşunuza gitmiştir.
Bu bölümden sonra olaylar daha hızlı gelişecek o yüzden kırılma noktalarımızdan biri diyebiliriz bu bölüme sanırım. (asıl kırılma noktası 15.Bölüm bence ama spoi vermek gibi olmaması için susuyorum JLBSĞKKSPJKKSKĞL)

•bölüm nasıldı?

•gelecekteki bölüm hakkında istekleriniz, fikirleriniz.

Şimdilik bu kadar
hoş kalın, hoşçakalın!

Seguir leyendo

También te gustarán

277K 17.8K 22
17 Yıl sonra gerçekleri öğrenen Bade, yıllardır onu arayan abilerine giderse. Azıcık dram. Bolca eğlence. Bolca aksiyon. Bir tutam da kaos. Daha...
94.7K 7.9K 21
ARJİN & AFRAN ŞAHMARAN Van'da geçen bir töre hikayesidir...
Çilek Kız Por Lara

Novela Juvenil

1.1M 74.4K 56
Çilek Alança Yıldırım mı demeliyim yoksa sen mi gerçek ismini açıklamak istersin Çilek Alança Saruhan? 17 yaşında tam bir neşe patlaması olan Çilek...
2.3M 141K 60
pabucumun bayboyu Ayşen: Ama senin gibi tiplerden hoşlanmam. Ayşen: Senin gibi tipler dediğim. Ayşen: Kötü çocuk gibi takılan. Ayşen: Zeki ve çalışk...