Lupus Spiritus 🌖 | Larry ✔️

By missingsound

22.6K 3.2K 3.9K

Louis, omegaların maruz kaldığı zorluklar yüzünden güçlü bir alfa olmak istediğinde, bir alfanın ona şefkat g... More

2. Kor(k)uluk
3. Masal
4. Berbat Kutlama Sonrası
5. Beklenmedik
6. Keşif
7. Proje Ödevi
8. Atak
9. Yabancı His
10. Ben Kimim?
11. Kocaman Bir Sevgi
12. Sızı
13. Utanç Verici
14. Birtakım Şeytâni Hâller
15. Anlaştık
16. Yeni Katılımcı
17. Karteller Hakkında
18. Uzun Zaman
19. Özlemenin Mânâsı
20. Dönüşüm
21. Dehşete Kapılan Gözler
22. Yorgunluk
23. Plan
24. Festival
25. Mühür
26. Gözyaşları
27. Kayıp
28. Monitör
29. Aylar
30. SON

1. Başlangıç

2K 144 257
By missingsound

Kitapta neler olacak?

Safkan Alfalar, beta, omegalar,
Farklı fantastik türler,
Yaşları küçükten büyüğe doğru giden Larry, dolayısıyla zaman atlamaları,
Aşk, tutku, dostluk, sevgi, gerçekler
Ve gözümüzün nuru, Larry.

🌑

Genç anne, göğsüne bastırdığı altı yaşındaki oğluyla bir köşeye geçmiş, yere çökmüş ve onu sıkıca sararak yüzünü oğlunun boynuna gömmüştü. Hıçkırıkları oğlunun omzunda sekerken, küçük çocuk annesinin yakasını sıkıca tutarak, gözleri yaşlı hâlde olanlara anlam vermeye çalışıyor ama başaramıyordu. Buna rağmen kötü, korkunç ve acıtıcı bir şeyler olduğunu sezerek ağlayışına engel olmaya çabalıyordu.

"Annecim ağlama." Sesi titrek ve korku doluyken, küçücük kalbiyle annesinin iyi hissedebileceğine inandığı şekilde fısıldamıştı.

Genç anne yaşlı gözlerinin arasından acı dolu bir kıkırtıyla başını kaldırdı. Oğlunun yanaklarını sevdi, severken de ağlamaya, gülmeye ve şefkat göstermeye devam etti. "Bir şey yok annecim," dedi genç kadın. "Sadece ağlamaya ihtiyacım vardı, bana sarıldığın için teşekkür ederim."

Odanın kapı kolu sertçe oynadığında, genç anne sıçrayarak tekrar oğluna sarıldı. Bedeni titriyor ve kapı önündeki bağırışları duymazlığa vermeye çalışıyordu. Evinin üst katındaydı. Yakınında yardım isteyebileceği bir telefon yoktu, sadece pencereden yardım nidaları koparmıştı ve kimsenin olmadığını fark ettiğinde oğluna sarılıp bu köşede, olacak şeyin gelmesini beklemeye başlamıştı.

"Aç şu kapıyı sürtük! Kime diyorum ben! Kaçacak yerin kalmadı, kapıyı kırmamı mı istiyorsun?!"

Başını kaldırıp kapıya döndü, "Ne olur gidin!" diye haykırdı. "Çocuğum var, daha altı yaşında! Hiç mi acımıyorsunuz?"

"Sen bilirsin!" demesi ardından kapıya geçirilen gürültülü tekme darbesiyle, kapı sertçe kilidinden ayrılıp, duvara çarparak açıldı. Genç annenin çığlıyla artık oğlu da ağlamaya başlamış, "Annecim!" diye sayıklıyordu.

İri yarı bir alfa, arkasındaki iki betayla sırıtıyor, genç kadını süzüyordu. "Seni küçük sürtük..." Siyah postallarıyla her adımında genç kadına daha da yaklaştığında, kadın oğluyla yerine siniyor ve titriyordu. Tek dizi üzerine çökerek ikisine bakarken, küçük çocuk ıslak mavi gözlerini ürkekçe bu alfaya dikmişti. Alfa ona hahlayıp, "Buradan gitmek ister misin ufaklık?" diye sordu.

Çocuk hemen başını sağa sola salladı. "Annemi bırakmam."

"Ovh..." Çok üzgünmüş gibi kaşlarını kaldırdı. "Ne yazık, canım. Ama anneni götüreceğiz, tamam mı?"

Minik kollarını annesinin boynuna sarıp, "Hayır! Götürmenize izin vermem!" diye bağırdı. "O benim annem!"

"Ama annen burada mutsuz, bak, nasıl da ağlıyor." Uzandı, küçük çocuğu kollarından yakalayıp çekiştirmeye kalkıştı. Genç anne sıkıca oğluna tutunurken, "HAYIR!" çığlıklarıyla buna karşı koymaya çalışıyor, artık oğlu da ağlıyordu.

Alfa son bir kuvvetle onu çektiğinde, genç kadın kalkıp oğluna uzandıysa da, iki beta hışımla onu kollarından tutarak buna engel oldu.

"Götürün şu omegayı, hadi!"

Alfanın emriyle betalar onu çekiştirirken, alfa, çocuğa baktı. Mavi gözlerinden yaşlar akıyor ve annesinin götürülüşünü izliyordu.

"Ağlama ufaklık, seni bulmaları için kapının önüne bırakırım, anlaştık mı?"

İri gözleri ve ıslak uzun kirpikleriyle alfaya döndü. Ara sıra içli içli hıçkırıyordu. "Annem- annem beni bulsun- bulsun diye mi?"

Alfa, onun dediğiyle gülmeye başladı. Altı yaşında bir çocuktu ama hissiyatı bu gülüşün hiç de sıcak olmadığını söylüyordu. Zaten çocukların hissiyatı daha kuvvetli değil miydi? Ondan çok korkuyordu. Bu alfa fazlasıyla kötü biriydi. Hem de çok...

"Evet, ufaklık, annen seni bulsun diye evin önüne bırakacağım."

Çocuk uslu uslu başını sallayıp, "Tamam," dedi.

Alfa, kucağındaki çocukla odadan çıkıp merdivenleri indi. Kapıya gideceği tam o sırada kulağı dibinde bir tetik tıkırtısı işiterek duraksadı. Çocuk da arkaya döndüğünde, akan burnunu çekerek gülümsedi. Gelen kişi polisten başka kimse değildi.

"Çocuğu yavaşça yere bırak." Alfa, denileni yaparak çocuğu bıraktığında, "Şimdi ellerini kaldır," dedi polis. "Yavaş. Evet, yürü." Alfanın ensesine namlunun ucunu dayayıp ittiğinde, alfa sinirle soluyup kapıya doğru yürümeye başladı. Çocuk ise parmaklarını ovarak onları seyrediyordu.

Yakalanan suçlular merkeze götürülmek üzere arabaya bindirildiler. Normalde alfalar algıları çok açık kurtlar olurdu, fakat, eğer ki o alfa kötülük üzerine yetişmişse, algıları zayıflayabilirdi. Böylelikle polislerin etrafı sarmış olduklarını hiçbir suçlu alfa fark etmemişti.

Genç anne, içeriye koşturarak oğluna sarıldığında, ambulans ekibi onları aldı ve gerekli kontrolleri yapmak üzere arka kapıları açık olan ambulansa oturttu. Yaşadıkları olay onlara şok etkisi yaratıp titrerler diye omuzlarına polar örtmüşlerdi. Bazı insanlar bu taraflara bakmaya çalışıyor, çeşitli polis memurları ve yetkililer etrafta geziniyordu.

O sırada polis memuru yanlarına geldiğinde, annesinin elini sıkı sıkı tutan çocuğa gülümsedi. "Merhaba delikanlı, nasılsın?"

Çocuk, gelen polis memuruna bakıp, sanki az önce kalbi kırılan o değilmiş gibi gülümseyerek, "İyiyim," dedi. "Siz nasılsınız efendim?"

Polis memuru, çocuğun böylesine cana yakın oluşuna hayran kalarak, "Ben de iyiyim," dedi. "Adın ne bakalım?"

"Louis. Louis Tomlinson. Adımı babam koymuş!"

"Oh, ne güzel! Çok cesur bir çocuksun, Louis. Seninle gurur duydum, biliyor musun?"

"Teşekkür ederim!" Duraksadı. İşaret parmağını ince dudağına götürüp polisi süzdü. "Şey... Sen alfa mısın?"

Polis kahkaha atarak başını salladı. "Evet, alfayım."

"Gerçekten mi?" Gözleri hevesle ışıldadı. "Ben de alfa olacağım!"

"Oh, neden bunu istedin bakalım?"

"Çünkü siz hep çok güçlüsünüz!"

Polis, Louis'nin koyu kahverengi ve dümdüz kesimli saçlarını karıştırarak gülümsedi. Alfalar; polislik, askeriye gibi güvenlik alanlarında çok fazla aktif rol oynarlardı. Silahlarında ise mermi yerine özel karışımlı uyuşturucu bir iğne bulunurdu, böylece suçlu alfa ve betalara onları enjekte ettiklerinde dönüşüm geçiremezler, etkisiz hâle gelirlerdi. Az önceki alfanın ve betaların çok diretmemesi de bu yüzdendi.

"Geçmiş olsun, Bayan Tomlinson. Bunu yaşamanız büyük talihsizlik olmuş."

"Öyle," diye mırıldandı. "Fazlasıyla... Sizce onlar serbest kalır mı?"

"Hiç sanmıyorum," dedi net bir sesle. "Biliyorsunuz, omegaları yalnız bulan bu çeteler rahat durmuyor. Küçük çaplı bir Omega Kaçakçılığı çetesini ele geçirdik."

Genç kadın gülümsemeye çalışsa da bu hareket, yüzünde yalnızca acılı bir titreyiş olarak gözükmüştü. Az kalsın omega kaçakçılığı yapan bir çetenin eline düşecek, kim bilir nasıl yollarda kullanılacaktı!

Polis memuru onları izledikçe, kalbinde bir yerlerde sızlayış hissediyordu. Yutkundu, tam gidecekken durdu ve yere çömelerek genç kadına baktı. "Bayan Tomlinson, adınız nedir?"

"Johannah," dedi, polisin âni ilgisine şaşırarak.

"Johannah... Siz... Sadece ikiniz bu ormanlık alandaki evde yaşıyorsunuz anladığım kadarıyla?"

Johannah etrafı seyrederken başıyla onayladı polis memurunu. Şehirden uzakta olan ormanlık alanda yaşamak omegalar için normalde çok tehlikeli olurdu. Ayrıca buradaki evler birbirine yakın olsa da ormanlık bir alan olduğu için elbette ıssızdı. Buraya taşındığı zamanları ve ne kadar mutlu olduğunu hatırladığında gözleri doldu genç kadının. Artık o güzel anılardan geriye pek bir şey kalmamıştı oğlu dışında.

"Çalışıyor musun?"

"Hayır... Omega olduğum için çevremde iş veren bulmak çok zor."

"Nasıl geçiniyorsunuz?"

"Eşimin aylığıyla."

"Eşin nerede o zaman?"

"Betaydı. Kaybedeli iki ay oluyor."

"Tahmin etmiştim. Bu çeteler yalnız ve bağsız omegaları asla rahat bırakmaz."

"Keşke omega olmasaydım, efendim, ama oldum," diye acı bir gülümseme geçti dudaklarından. Louis annesinin bu lafı üzerine ona baktı, kalbine ve beynine, omega olmanın acı verici bir şey olduğu daha da kazındı.

"Böyle söyleme," dedi alfa polis. "Seni ve oğlunu bu hâlde, burada bırakamam. Bunu istemiyorum, burada başınıza daha korkunç şeyler gelir diye düşünmek istemiyorum."

"Ah?" Johannah kaşlarını çattı. "Ne söylemeye çalışıyorsunuz?"

"Eşin betaydı, şu an eşini kaybettiğinden ve ailenin de yanında olmaması sebebiyle bir bağın olmadığı çok belli. Ne yazık ki, böyle bir dünyada omegaların yalnız ve başıboş bırakılması, onlar için çok tehlikeli oluyor. Bu çete de seni bir şekilde takip etmiş olmalı. Sana bir iş bulmak en iyisi olacaktır."

"Kimse bana iş vermez ki... Özellikle benim gibi bağsız bir omegaya. Hem, işim olsa bile daha çok dikkat çekerim."

"Bir aile biliyorum. Standart Oil'in alt kollarındaki şirketlerden birinin işletmesini yapan bir ailedir. Petrol zenginidirler, diyebilirim. Eyaletin tüm para kaynağı onlardan sorulur. Evleri için hizmetli arıyorlardı. Bunun için kalacak bir yer bile ayarlayacaklar. Hem zengin hem de güçlü bir ailedir. Onlarla görüşmeni isterim."

Johannah düşünceyle etrafa bakındı. Mühürlenmiş hiçbir kurt insan, başka biriyle asla ilişki yaşayamaz, yani eşini aldatamazdı. Dolayısıyla bir alfa ailesinin yanında bulunmak fazlasıyla güvenli bir davranış olurdu. Sonunda ona dönüp, "Çok iyi olur." dedi.

"O hâlde bana iletişim bilgilerini ver, sonra da prosedür gereği merkeze geçeriz."

O gece yorgun argın eve geldiklerinde, Johannah yatağında uzanırken, oğlu da ona sarılmıştı. Kapı ve pencereleri sıkıca kilitlemişti yatmadan önce. Eh, bir alfa karşısında pek dayanmaz olsa da hiçbir önlem almamaktan daha iyiydi elbette. Yaşadıkları o kadar sıra dışıydı ki, bu gece uyuyamayacağını biliyordu.

Johannah bir omega, eşi ise bir betaydı. Ormandaki evlerinde aslında huzurla yaşıyorlardı ancak eşini, iki ay önce çalıştığı işte yaşadığı bir kaza sonucu kaybetmişti. Johannah'nın ailesinden sadece annesi kalmıştı, o da evine çok yakın bir yerde oturuyordu. Aslında şimdi de annesinin evindeydi. Bu olanlara annesi Jen de çok şaşırmış ve korkmuştu. Jen de bir omegaydı.

Türleri açıklamak gerekirse, hepsi şöyle bir hiyerarşiden oluşurdu:

Betalar, omegaların bir üstüydü. Omegalara göre yaşamları daha rahattı. Anlayışlı bir topluluktu ama yine de elbette tür farklılığı olduğundan, onların gözlerinde birer alt tabaka veya taşralı muamelesi görüyorlardı. Hatta çoğunlukla omegaların çekici yapılarını kıskanırlardı. Bir hiyerarşik düzen vardı ve kurt insanlar da içgüdüsel olarak hiyerarşik düzenin getirdiği kendi türlerine ait mizaçlarda davranıyorlardı.

Yaşanılan dünyada ise omega olmanın zorluğu çoktu. Omegalar içgüdüsel olarak nahif ve kırılgan yapılara sahipti. Fiziksel güçleri zayıftı. Çoğu zaman, eğer karşılarına çok da merhametli biri çıkmamışsa, fizikî güçlerinin düşüklüğü, kötü koşullar için kullanılabilirdi. Rahat edebilmek için ya bir aileye, ya bir eşe ya da bir sürüye üye olmalıydın. Aksi takdirde bu tür çeteler ve iyi niyetli olmayan kurt insanlar tarafından taciz edilip zora sokulabilirdin.

Elbette omega olmanın da fazlasıyla artıları vardı. Kokuları çok güzel olurdu, omegaların dudaklarını öpenler şerbet tadı aldıklarını iddia ederlerdi. Zeki de olurlardı; hele bir de sürü alfalarından biriyle evlenmişlerse, çoğunlukla alfaları omega eşlerinin yönettiği söylenirdi.

Dişi omegalar çok az olan bir türdü ama erkek omegalar çok daha nadirdi; bir milyonda bir görülürlerdi. Erkek ve kadın omegalar fark etmez, doğurgan özellikleri bulunurdu. Erkek omegalar daha azınlıkta olsa da, bu gerçek böyleydi.

Ancak elbette işverenler omegalardan biraz uzak kalırdı, çünkü çekicilikleri betalarda kıskançlık, kendini kontrol edemeyen asalak alfalarda cazibe merkezi haline gelirdi. İş verenler, kim iş yerinin huzurunu bozan biri isterdi ki, mantığında hareket etmek zorunda kalıyorlardı.

Tabi hangi kesimin iş huzurunu bozduğu tartışılırdı.

Alfalar, özellikle safkan alfalar için bir omega; güç, aşk ve tutku demekti. Çok nadir görülen safkan bir alfa, bir omegayla eşleştiğinde, o omega, dünya üzerinde safkan alfalar gibi dokunulmazlık hakkı kazanan bir kurt insan olurdu. Ama işte, omegalar yine de bundan nefret ediyordu, çünkü- hadi ama... Yine birinin himayesi altında oluyordun, değil mi? Bu yüzden omegalar arasında bir tür safkan alfa rekabeti de oluyordu. Herkesten daha güzel olan kokularını, eğer ortamda bir safkan alfa varsa, onları baştan çıkarmak ve mühürlenmek için kullanabilirlerdi. Böylece güç elde edeceklerini biliyorlardı.

Ama safkan alfalar, alfalara göre kendi iradelerini kontrol etmede daha üstündü. Böylelikle, böyle bir tongaya düşmezlerdi.

Alfalar elbette hiyerarşik düzenin en üstünde sayılırdı. Peki şu söz konusu safkan alfalar kimdi?

En az bir milyonda bir görülen erkek omegalar kadar nadir olurlardı. Bir alfa kadın ve bir alfa erkeğin çocuğu doğduğunda eğer çocuk alfa ise, anne ve babası alfa olduğu için ona safkan alfa denirdi. Çoğunlukla alfalar birbiriyle anlaşamazdı, çünkü her ikisi de fazla baskın ve otoriter olurdu. Ancak bu imkânsız bir birleşme değildi. Ve bu safkan alfalar, kanları kaynayan bir ejderha kadar güçlü, hiyerarşik düzenin en üstünde olurdu. Çoğunlukla sürülerin yönetiminde bulunurlardı. Yani bu, eyalet yönetimi liderliği demekti. Tüm sürü alfaları, sonunda eyalet yönetiminin başındaki safkan alfaya gider, rapor verirlerdi. Safkan Alfa liderler de, eyaletleri bu raporlar doğrultusunda yönetirdi.

Dünyanın sadece yüzlerce eyalete sahip olduğunu düşünürsek, safkan alfaların oldukça nadir bir tür olduğu kabul edilebilirdi.

Safkan alfalar sert, korkusuz, özgür ruhlu ve fiziksel güce sahip kurt insanlardı. Ayrıca bazı gizil kurt özellikleri de vardı. Zihin okumak, ölünün birkaç saniye önce ne yaşadığını görmek, hiç öğrenmedikleri yabancı dilleri anlamak gibi. Ancak bu gücü kendi eşine, anne ve babasına karşı kullanmak mümkün değildi.

İşte Johannah, bu yüzden himayesi altında olabileceği bir alfa ailenin hizmetlisi olarak çalışmayı doğru buluyordu. Ona iş verilmezken, alfaların bu imkânı sağlaması değerli ve iyi bir şeydi. Aslında mesele iş de değildi. Başını sokacağı güvenli bir evi olur, oğlunun da okumasına destek olunurdu.

"Anne," dedi o sırada Louis. "Sen omega mısın şimdi?"

Gülümsedi. "Evet annecim, öyle."

"Anaokulunda arkadaşlarımız bunun kötü olduğunu söylüyor."

"Her zaman değil, canım. Aslında omega olmak... Omega olmak, sana değer veriliyorsa çok güzel bir türdür. Eğer değeri bilinirse, ondan özeli yoktur."

Düşünceyle annesinin kolyesiyle oynadı. Anaokulunda elbette alfa, beta, omega türleri çok ayrıntıya girmeden öğretiliyordu. Sadece Louis bugünkü olaydan fazlasıyla etkilenmişti ve içgüdüsel bir güvensizlik hissiyle, bunu gerçek anlamda sorgulamaya başlamıştı. Bugün olan bitenden itibaren, onun için ileride hangi türde olacağı büyük önem taşıyordu.

"Ben alfa olmak istiyorum."

Johannah anlayışla gülümsedi. Beta ve omeganın çocuğu olduğu için Louis'nin alfa olması imkânsız değildi ama olması çok, çok, çok zordu. Johannah, oğlunun en azından bir beta olacağını biliyordu. Hatta buna fazlasıyla emindi, sonuçta omega erkekler o kadar nadir görülürdü ki, bunun olması imkânsızdı ona göre, aklından bile geçmiyordu.

"O hâlde bunu dilemeyi bırakma, ama ne olursa olsun, annen hep senin yanında olacak."

"Alfa olursam seni korurum annecim."

Oğluna sıkıca sarılıp, onun yanaklarını öperek kıkır kıkır gülmesini sağladı. "Benim oğlum annesini mi koruyacakmış! Yerim seni ben, ummah!" Son kez öpüp gülerek geri çekildi. Sonra da onu göğsüne çekip sıkıca sarıldı. "Seni çok seviyorum canım oğlum, ne olursan ol ben yanında olacağım."

"Oli de böyle söylüyor," dedi Louis. Oli, en yakın arkadaşıydı. "Alfa veya beta veya omega olmak önemli değilmiş."

"Elbette!"

"Ama olsun, ben yine de alfa olmak istiyorum. Güçlü olmak için!"

Johannah gülerek oğlunun saçlarını okşadı. Ne duyarsa duysun inatçılığı hep kendi bildiği doğrultusunda gitmesine neden olurdu. "Tamam bir tanem."

"İyi geceler annecim, benim alfa olmamı dilemeyi unutma."

Burnundan çıkan bir nefes gibi güldü sakince. "Tamam ballı kekim, iyi geceler."

O geceden iki gün sonra Johannah, malikânenin demir parmaklı kapısının önünde duruyordu. Evin devasa boyutu, genç kadında şaşkınlık uyandırmaktan öteye gitmiyordu. Eşiyle ormandaki evler hem güzel hem de maliyeti düşük diye oraları seçmişti, şimdi karşılaştığı bu mekân, çok göz alıcı ve şaşaalıydı. Koskoca dağın eteklerinde olan bir tür kale gibiydi. Birkaç asır öncesinde yapılmış olduğu çok belliydi.

"Merhaba, hanımefendi." Güvenlik görevlisi güler yüzle Johannah'ya baktı. "Buyurun?"

"Ah... Ben... Bayan-" Elindeki kâğıda bakıp tekrar güvenlik görevlisine döndü. "Bayan Sephora Styles ile görüşeceğim."

"Randevunuz var mıydı?"

"Şey... Beni Polis Memuru Bay Sigmund gönderdi. Eğer Bayan Styles'a söylerseniz anlayacaktır."

Güvenlik görevlisi kulübesine geçti. Telefonla görüşme yaptı ve ardından kapıyı açıp yine güler yüzle, "Geçin," dedi. "Bayan Styles sizi bekliyor."

Johannah fildişi rengindeki taşla döşenmiş, yanları tamamen çimden olan malikâne kapısına doğru uzanan yolda yürürken etrafa bakınmayı ihmal etmedi. Ortada minik bir dönel ada vardı. Bu ada üzerinde deniz erkeği heykeli olan bir bahçe havuzu bulunuyordu. İki katlı, enine uzun olan bu gösterişli bina, ayrıca gri rengindeydi. Arka bahçesini elbette buradan göremiyordu ama evin her iki yanından arka bahçeye doğru giden girişler uzanıyordu.

Üç basamak çıkarak verandaya ulaştı. Koyu renkli kapının hemen yanında zil vardı, bastığında tok sesli çan diiing-dooong tınısıyla geldiğini belli etti. Saniyeler sonunda elli yaşlarındaki bir adam- muhtemelen evin kâhyası kapıyı açtığında, "Hoş geldiniz," dedi. Yüzünde, yılların kâhyalığını yaptığını belli eden yumuşak ve sakin bir ifade vardı. Ona baktığında hiç dert ve tasa yokmuş gibi bir his alıyordu Johannah.

"Hoş buldum, efendim."

"Lütfen içeri gelin, Bayan Styles sizi bekliyor."

İkisi de içeriye girdiğinde, Johannah şaşkınca parlak krem rengi mermerli antreye bakındı. İki basamak inerek salona ulaştıktan sonra kendisini bordo kıyafetli, inci kolyeli, siyah topukluları ve saldığı simsiyah saçları eşliğinde gülümseyen bir kadın karşıladı.

"Hoş geldin, Johannah. Ben de seni bekliyordum." Gözlerini kâhyasına çevirdi. "Magnus, sen çekilebilirsin."

İki kadın arka bahçe verandasına çıkıp karşılıklı beyaz bir masanın etrafına oturduğunda, Johannah neredeyse vay canına diye fısıldayacaktı. O kadar büyük bir araziydi ki, veranda bitiminden metrelerce uzaktaki koruluğa doğru çimlik alan uzanıyor, koruluktaki ağaçlar hafif esen meltemle sallanıyordu.

"Sevdin mi?" diye sordu Bayan Styles, Johannah'nın ilgisini gördüğünde.

"Evet. Çok güzelmiş."

Gülümsedi. "Teşekkür ederim. Öncelikle bir şeyler içmek ister misin? Limonata? Çay? Su?"

Hava çok güzel ve sıcaktı. Johannah bu güzel bahçenin keyfini de çıkarmak için, "Buzlu limonata alabilirim," dedi.

Sephora başını sallayıp, "Kesinlikle harika olur," dedi, sonra da bahçe kapısı önündeki hizmetli kadına döndü. "Ashleycim, bize iki buzlu limonata lütfen." Yine Johannah'ya döndü. "Bana biraz kendinden bahsetmeni isterim, Johannah."

Kısaca kendinden bahsederken limonatalar gelmişti. İkisi de hem içiyor hem de konuşuyorlardı. Ayrıca Johannah, kadındaki alfa asaletini görebiliyordu. Dik duruşu, keskin bakışları, gülümserkenki içtenliği, sorduğu soru ve cevaplarıyla oldukça dürüst görünüyordu. Keskin ela gözleri düşünceyle etrafa bakınırken tedirgin hissedebilirdiniz, çünkü yüzü ne düşündüğünü asla belli etmiyordu. Her an size olumsuz bir yanıt verebilir gibi sert bir havası vardı. Ama bu kötü mânâda değildi, kadının mizacı böyleydi. Dolayısıyla karşısında hazır olda beklemek hissine kapılıyordu.

"Demek yirmi altı yaşındasın ve altı yaşında bir oğlun var Johannah... Çok gençsin. Hayatının baharında böyle bir ayrılık yaşamana gerçekten çok üzüldüm. Başınız sağ olsun."

Hafif titreyen bir sesle teşekkür ederek, boğazındaki düğümün kaybolması için büyük bir yudum aldı. Eşinin acısı henüz çok taze olduğu için olmadık yerde ağlayası gelirdi.

"Bak Jay... Ah, sana böyle dememde bir sakınca var mı?"

"Hayır, söyleyebilirsiniz."

"Jay, aslında iş tecrüben benim istediğim türde değil. Aşçımın yanına bir yardımcı almayı düşünüyorum. Yine de açıkçası, bazen tecrübe benim için gereksiz bir şeydir."

"Tam olarak anlayamadım."

"Aslında oldukça açık. Bay Sigmund çok yakından tanıdığımız bir polis memurudur. Eşimle dost gibidir. Onun güvendiği ve önerdiği birini geri çevirecek hâlim yok."

Johannah biraz torpil yapılıyormuş gibi hissettiğinde rahatsızca kıpırdandı. "Ama... Eğer benden daha tecrübeli insanlar varsa onları almanız doğru olmaz mı?"

Sephora şaşırmış görünüyordu. Sonra da, Johannah'nın anlam veremediği alaylı bir süzüşle onu süzerek kendini toparladı ve anlayışlı bir şekilde gülümsedi. Aslında Johannah onun alaylı bakış attığını düşündüğünü fark ederek rahatladı.

"Dürüstlüğün karşısında şapka çıkarabilirim, Jay. Ama hayır, benim için tecrübe gerekmez. Çünkü her insana öylesine güvenilmez bir dönemde yaşıyoruz, doğru ve güvenilir bir insan bulmak, CV'de yazdığı gibi tecrübeye dayanmıyor bana göre. Elbette CV önemsizdir diyemem, ancak aile dostumuzun güvendiği ve önerdiği birini işe almak beni üzmeyecek. İki haftalık bir deneme yaparız. Bu sırada evin ve mutfağın kurallarını öğrenirsin diye düşünüyorum. İki hafta sonunda bu konuda ikimiz de görüşürüz, ne dersin?"

"Ben... Aslında güzel olurdu. Ama ya oğlum?"

"Bay Sigmund söylemiştir, burada kalacaksınız. Dolayısıyla elbette oğlun bir sorun olmayacak. Aylık üç bin beş yüz dolar ve sigorta da teklif ediyorum. Eğer düşünmene yardım edecekse evi de gezebiliriz."

"Aslına bakarsanız Bay Sigmund'la çok tanışmıyoruz, şey-" Biraz tereddüt etse de ona dünkü olayı anlattı. Sephora biraz düşündü ve dilini damağında şıklatıp, keskin bakan elâ gözlerini ona çevirdi.

"O hâlde sana şunu sormak istiyorum, Jay: Arkasında sürü liderlerinin, güvenlik kollarının bulunduğu bir ailenin evinde, güvenilmez ve yasa dışı davranışlarda bulunabilecek biri misin?"

Yutkundu. Psikolojik baskı uygulayarak sorulmuş kusursuz bir soru diye düşündü. Bu soruda benim evimde olacaksan, ayağını denk alacaksın mânâsı yatıyordu.

"Hayır," diye fısıldadı. "Elbette öyle biri değilim."

Gülümsedi. "Güzel. Eşim Rupert her şeyi benim kararıma bıraktı ve şimdi seni görüyorum da, bence isteyip istemediğini anlamak için evi gezebiliriz."

Continue Reading

You'll Also Like

319K 12K 27
‘’Kendimi böylesine erkeksi bulurken,bir başka erkeğin altında ‘Yeniden’ diye inleyeceğim aklımın ucundan bile geçmezdi.’’ * Bir dolandırıcıydı ikimi...
4.4K 313 16
Gözlerimizin buluştuğu o an, bir çok kelimenin dudaklarımızdan çıktığı andı. Kimsenin anlayamadığı, sadece ikimizin konuştuğu bir dille konuştuk sani...
27.6K 2.1K 21
(Devam Etmiyor) Alican aylarca işsizlikle uğraştıktan sonra karşısına en büyük şansı çıkar. Danilo şefin dünyaca ünlü restorantı.
25.7K 1.2K 16
"Kim olduğumu bilmiyorum ama sen burada benimle olduğun sürece iyi olduğumu biliyorum. " Mew sadece bunu ona söylemek istemişti ama karşılık alamayac...