Balın

By eflalhatun

1.2M 73.1K 14.4K

●abi kurgusudur● Dimòniu ismi ilk olarak bu kitapta kullanılmıştır! İblis anlamına gelir. Senelerce kız çocu... More

⋆tanıtım⋆
0.1
0.2
0.3
0.4
0.5
0.6
0.7
0.8
0.9
ÖZEL BÖLÜM - 1
ÖZEL BÖLÜM - 2
1.2
1.3
1.4
1.5
1.6
1.7
1.8
1.9
100K !!
2.0
2.1
2.2
2.3
2.4
2.5
ÖZEL BÖLÜM - 3
2.6
2.7
2.9
3.0
3.1

2.8

25.2K 2.2K 233
By eflalhatun

Medya: Balın

Merhaba... 🥺🤎

Yazar

"O, iyi olacak mı?" yaslı sesi doktorun kulaklarına doluşurken, Eray bey karısını kollarının arasına aldı. Oda; ağır bir hüzün sisiyle kaplanmıştı bir süredir. Deli bir ritimle bacağını sallayıp duran Cihan, hemen karşısında duran doktora baktı. "Fiziksel olarak, vücuduna almış olduğu yaralar kısa sürede kapanıp yok olacak. Fakat..." dedi dudaklarını yalayarak. Ciğerlerini havayla doldurup başını sağa sola salladı. "Fakat ne?" Titrek sesi bir kez daha duyulan Bade hanım, doktorun ağzından çıkacak kelimeyi duyar duymaz ağlayacak gibiydi.

"Fakat ruhuna aldığı yaralar fazla derin. Küçük yaşında böyle bir şey yaşamış olması, ileride büyük travma olacaktır. Ve bilirsiniz, ruha açılan yaraların kapanması uzun sürdüğü gibi izlerinin geçmeside imkansızdır. Bu yüzden size tavsiyem, hastaneden çıkar çıkmaz bir psikologla görüşmeniz." doktor söylediklerini bitirerek üstünde fazlaca yazı olan kağıdı masaya bırakıp arkasına yaslandı. Gözü yaşlı aileye acıyarak bakıyordu şimdi.

Kim bilir neler yaşamışlardı. Kendisinin bu duydukları buz dağının görünen kısmı olabilirdi. Çok şey söylemek istiyor, hepsini teselli edip rahatlatmak istiyordu ama yine de sustu. Bir doktor olarak elinden geleni yapmıştı zaten, daha fazlası boş laf olurdu. Gözleri dolan kadına baktı bir süre, evlatlık kızını fazlasıyla seviyordu belli. Lakin onun için elinden bir şey gelmiyor olmasına yanıyordu içi, hissetmişti.

"Peki..." dedi. Eray bey yutkunarak. Kuru kuru bir peki, hepsinin içine oturdu. Söylenecek başka bir şey yoktu zaten, ne söyleyebilirdi ki? Kızı kollarının arasından alınmıştı resmen. Onu ilk geldiği andan itibaren sonsuza dek koruyacağına yemin etmişti ama bir asker olmasına rağmen yine de koruyamamıştı.

Cihan daha fazla dayanamadı ağır havaya. İyi günler dileyerek çıktığı odada kalan enkazlar, toparlanacaktı elbet ama zaman alacaktı çokça. Belki çok kırılacaklardı ama kırıldıkları yerlerinde çiçekler açacaktı hepsini. "Bizde artık kızımızın yanına gidelim güzelim, hadi Bade." karısının kollarından, incitmekten korkarcasına tutup kaldırdı. Belinden tutup kendine yaslayarak onlarla beraber ayağa kalkan doktora döndü. Elini uzatarak karşılık bekledi. Çok değil birkaç saniye sonra doktor da elini uzatmıştı.

"Her şey için çok teşekkürler." dedi nazikçe. Dili konuştukça yanıyordu sanki, bu yüzden konuşmayı kısa tutmak istedi. Belkide yüreğindeki acı kavruk bir his diline değmişti. "Ne demek albayım, bu benim görevim. Umarım küçük hanım kısa sürede tekrar eski sağlığına kavuşur." dedi gülümseyerek doktor. Baş selamı vererek ayırdılar ellerini. Bade hanımı yavaşça çıkarttı odadan.

"Ne yapacağımı bilmiyorum Eray, çok çaresiz hissediyorum." dedi yakınarak. Daha fazla dik duracak gücü bulamıyordu kendinde. Kızını o sedyenin üstüne savunmasızca yatarken görünce aklını kaybedecek gibi olmuştu. Kaçırılmasıyla bulunmasını, hastaneye getirilip de tedavi edilmesini aynı saat dilimi içerisinde öğrenmişti. Yanında olamadığı, ona sıkı sıkı sarılıp her şey geçecek diyemediği için kendini yıpratıyordu saatlerdir.

"Sakin ol güzelim, iyi olacak. Bizimle beraber iyi olacak, söz veriyorum bir daha böyle bir şey asla yaşanmayacak." kendinden emin sesi, kırgın çıkıyordu. Tıpkı kırgın bakan gözleri gibi... "İyi olacak mı sahiden?" dedi hevesle karısı. Onu üzmemek adına, aslında kendisine de inandırmak isteyerek gülümsedi. "Evet güzelim, iyi olacak söz veriyorum. Bizimle beraber iyi olacak..." koridorun ortasında kimseye aldırış etmeden daha da sıkı sardı eşini. Kızlarının kaldığı toz pembe, ayıcıklarla donatılmış odasının önüne gidene kadar öylece yürüdüler. Aralarında sessizlik yemini etmiş gibi ikiside konuşmadı.

Kapının önünde durduklarında içeriden gelen sahte kahkahalar, yüzlerindeki hüznü bir nebzede olsa sildi. Tıpkı o sahte gülümsemeler gibi gülümsediler, bir doktorun ameliyathaneye girmeden önce taktığı maskelerden birini takıyorlarmış gibi.

Kapı açıldığında içeriye ilk giren Bade hanım oldu. Elinde kocaman bir ayıcıkla sohbet eden kızının gözlerine değdi puslu bakışları. İkisinin gözleri çakışır çakışmaz, gökyüzü gözleri doldu Balının. Sabahtan beri kahkahalarla gülen minik kız, annesini görür görmez ağlamaya başladı aniden. Tıpkı çalıkuşu gibi...

"Anneyy!" çığlığı tüm herkesi sarsarken, Bade hanım ağlamaklı haliyle yatağın üstünde hastane kıyafetleriyle ayağa kalkan kızına koştu. Kolunda bitmesine yarım saat kalmış bir serum, alnında ve bacaklarının açık kısımlarında görünen bandajlar ve morluklar hiç yakışmamıştı ona. Titreyen ellerini kızına doğru uzattı. Odada bulunan hiç kimseyi gözü görmüyordu. İki kolu sıkı sıkı kızını sarmalarken, ikisinin gözlerinde bitmek bilmeyen gözyaşları tekrar can bulmuştu.

"Annen geldi çiçeğim, daha önce gelemediğim için özür dilerim, binlerce kez özür dilerim..." hıçkırarak burnunu, minik kızının sapsarı saçlarına gömdü. Öpüp kokluyor, arada özür dileyerek ağlıyordu. Dakikalar sonra, hızlı ama zarar vermeden ayrıldı kızından.

"Bak annen sana ne aldı." Sahici bir gülümsemeyle, büyük çantasına attığı iki pamuk şekeri çıkarttı. Biri pembe biri maviydi. Tıpkı annesini son kez gördüğü günkiler gibiydi. Kaşları çatıldı, minik avuçları yumruk yumruk olurken duran ağlaması tekrar başlamıştı. Aklına doluşan sesler, etrafının kararmasına sebep oluyordu.

"Annemi iştiyolum! Anneey!" çığlık çığlığa bağırdı küçük kız, demir kapılı oda soğuk, rutubetli izbe bir yerdi. Yerde kirli bir kilim, tavandan damlayan kirli su, arada bir kulağına gelen fare sesleri midesini bulandırıyor, bayılacak gibi yapıyordu onu. Yanıp sönen, soluk renkli beyaz bir lamba korku filmlerini andıran bir ürkütücülükle etrafı aydınlatmaya çalışıyordu.

Sindiği duvar köşesinden hiç ayrılmadan bir saat öylece beklemişti. Minik karnı açıkmıştı ve böbrekleri susuzluktan neredeyse çatlayacaktı. "Baba!" dedi bu kez bağırarak. Ne demişti babası ona, seni hep koruyacağım... Korurdu onu şimdi bu kötü adamlardan değil mi?

"Yilit lüften gel! Çok koykuyorum" dudakları titrerken, kelimeler çatlamış dudaklarından zar zor dökülüyordu. Daha ne kadar bu iğrenç yerde beklemek zorundaydı? Daha doğrusu neden buradaydı?

Birden bire bir "Tık" sesi kapladı etrafı. Demir kapının ardından gelen homurtularla, iri yarı bir adam kapıyı açıyordu. En sonunda açmayı başarınca içeriye açılan kapıdan vuran ışık gözlerini kamaştırdı. Hızla ayağa kalkarak ovuşturdu gözlerini. Sonunda onu buradan çıkaracaklardı. Koşarak adama yaklaşınca, adamın eğilerek kollarından sıkı sıkı tutması bir oldu.

İğrenç gözleri küçük kızın tüm vücudunda gezindi bir süre. "Bana bak ufaklık, eğer biraz daha bağırır ve beni rahatsız edersen patronu dinlemem seni burada gebertirim. Duydun mu!? Annen gibi öldürürüm seni!" minik kızın dudakları titredi, söylemek istediği tüm kelimeler tek tek dizildi boğazına. Ölüm kelimesi, annesinden kalan korkunç yegane hatıraydı. Birinin bir daha hiç gelmeyecek olması onun için ölüm demekti.

Adamın parmakları arasından zorla kurtularak minik ayağını, adamın siyah kumaş pantolonuna vurdu. "Yalancı! Gelecek! Ölmedi!" tane tane ama hıçkırarak haykırdı karşısındaki adama. Kendisini gülerek izleyen adam, omuzlarını silkti. "Büyükler yalan söylemez, şaka da yapmaz. Annen öldü, bir daha hiç gelmeyecek. Şimdi burada uslu uslu dur, patron gelince seni de onun yanına göndeririz." Göz kırpıp kahkaha atarak geldiği gibi çıktı odadan. Balın hızla arkasından koşup kapıya tekmeler savurdu hırçınca. Kapının kilit sesi tekrar odada yankılanınca dahada hırslandı. Yorulana dek inkar etti adamın dediklerini, ardından olduğu yere yığılarak uzandı pis zeminde. Pis, ıslak ve soğuktu. Tıpkı giden adamın yüreği gibi...

"Balın? Annecim kendine gel! Balın!" edişeyle kilitlenip kalan kızı sarstı Bade hanım. Asla tepki vermiyor, konuşmuyor ve karşısındaki beyaz duvara bakıyordu. "Ege! Koş doktoru çağır!" Cihan hızla bağırarak kız kardeşine doğru koşar adımlarla geldi. Odada bir tek Arat ve Göktuğ eksikti. Balının dedesini öldüresiye dövmüşler ardından özel kuvvetlere teslim etmişlerdi. Göktuğ kardeşinin yanına çıkmaya korkuyordu, göreceği görüntü titremesine sebep oluyordu. Aratta kardeşi yerine koyduğu küçük kızı ne kadar merak etsede en yakın arkadaşını tek bırakmaya gönlü razı olmuyordu.

"Bade sakin ol canım, doktor söyledi ya travmalardan kaynaklı bunlar." Birsu hanım endişeli sesiyle Badeyi ne kadar yatıştırmaya çalışsada nafileydi. Kendisi korkudan ölüyorken eltisini nasıl sakinleştirebilirdi? Elini omuzuna koyarak, destek verircesine sıvazladı.

Yiğit bir köşede dolu gözlerini gizlemeden olanı biteni izlerken, Cihan çıkıp bir turda kendisi adamı dövmemek için zor duruyordu. Şahin kollarından sıkı sıkı tutarak kaçmasına engel oluyordu uzun süredir. "Anne, geriye çekil doktor hanım baksın Balına." Atakan Bade hanımı kollarının arasına alarak geriye çekti. Odaya giren doktor, gördüğü kalabalıkla kendisinin bile kriz geçirebileceğini düşündüğünden hepsini tek tek çıkardı dışarıya. Hatta eliyle bile kış kışlıyordu çıkmayanları. Neysek Eray beyin yardımıyla Selim bey ve Erdal bey ailesini alıp çıkmıştı.

Odada bir annesine sıkı sıkı sarılan Atakan, Eray bey ve Bade hanım vardı şimdi. "Canım benim, beni duyabiliyor musun? Balıncım?" küçük kızdan ses alamadı. Yavaşça sırtına destek vererek uzandırdı kocaman yatağa. Balının yorgun ve kızarmış mavi gözlerine, elindeki beyaz ışığı tutunca, bu kez ışıktan kaçmaya çalıştı. Nefret ediyordu beyaz renkten, nefret ediyordu yanıp sönen ışıklardan.

Hırçınca kadının ışık tutan eline vurdu, ışık doktorun elinden kayarak yere düşünce, gelişi güzel gülümsedi kadın. Bir tepki veriyor olması bile çok iyiydi şimdilik. "Tamam, bak ışık yok artık. Şimdi yaralarına bakabilir miyim? Söz canını yakmayacağım." dedi güven verircesine. İnkar etmek istedi, cephede tek başına kalmış bir asker gibi direndi hatta ama gözleri öyle yanıyordu ki, uykusuzluktan ölecekti adeta. Yine o adamlar gelir diye saatlerce uyumamıştı, korkusu nefes almasına engel olabilecek kadar büyüktü.

Şimdilik dedi sadece, şimdilik sarmanıza izin veriyorum yaralarımı...

🛐

İki saat sonra

Ardı ardına kurşun gibi yağan kabuslarından dakika başı uyanıp duruyordu. Sadece beş dakika geçmiş olmasına rağmen yine sıçradı uykusundan. Gözleri kayıyor, loş odanın içinde boğuluyordu. Kayıp bir balıkçı teknesinde bulunmayı bekleyen bir adam gibi sallanıp duruyordu olduğu yerde.

Daha sonra elinde sıcak bir baskı hissetti. İçini ısıtan ama korkusunu arttıran bir baskıydı bu. Başını yatağa yaslayıp elini tutan Yiğit, derin bir uykunun esiriydi on dakikadır. Küçük kız kardeşini kontrol etmek, kendisine zarar vermesini önemlek için bu gece o bekleyecekti başında. Fakat ne yazık ki uykusunun kurbanı olmuştu. Yiğit'i uyandırmamak için elini yavaşça ayırdı elinden. Ardından kollarını kontrol etti, canını acıtan serumu çoktan çıkarmış olmalıydı hemşire adam. Üstündeki ince pikeyi bacaklarının üstünden atarak ters dönüp indi yataktan.

Çıplak ayaklarının soğuk zeminle her temasında yaşadığı o olay geliyordu aklına. Titredi içi, ama soğuktan mı yoksa korkudan mı meçhuldü. Her zamanki yöntemiyle zıplayarak açtı kapı kolunu ama bu kez duvara çarpıp Yiğidi uyandırmasın diye daha dikkatli oldu. Gitmeden önce kapıyı çekmedi sonuna kadar açık kalan kapından içeriye vuran soğuk havayı iliklerine kadar işlemişti. Yalpalayarak duvara tutuna tutuna ilerledi loş koridorda.

Aklı uçmuş gibiydi, ne yaptığını bilmiyordu ki ne yaptığını bilse koşa koşa Yiğidin güvenli kollarına sığınırdı. Hâlâ yorgun bedeni, sönmekte olan bir mum gibiydi. Düştü düşecek vaziyetini görenler küçük kızın kırk yıllık çilesi var sanabilirdi.

Merdivenlere ulaşınca, tek tek inmeye başladı basamakları. Sona ulaşamadan, üstünde kamuflaj kıyafetleriyle yukarıya çıkan Göktuğnun irisleri küçük kıza değdi. Kaşları çatılırken doğru görüp göremediğini düşündü ancak emin olamadı. Adımlarını hızlandırıp hâlâ dalgınca aşağı inen küçük kız kardeşini kucağına aldı. Bu ani gelişen olaydan dolayı çığlık çığlığa bağırmaya hazırlanıyordu ki, eli Balının dudaklarını kapattı ufak bir baskıyla. "Benim abim, Göktuğ. Korkuttum mu seni?" olanlardan haberi yoktu, yoksa kız kardeşini gecenin bu vaktinde kucağına alarak ikinci bir travma yaşamasına sebep olmazdı.

Son saniye asker kıyafetleri içinde gördüğü adamı tanıdı Balın. Kollarını hızla boynuna dolayarak, kafasını boyun olduğuna sakladı. Askerler küçük kızları korurdu.

Göktuğ sıkı sıkı sardı güzel kızını.

Bir annesine, bir de silahına aşık olan adam sıkı sıkı sarıldı küçük kıza. Hayatındaki ikinci kıza...

"Sen abini mi özledin bakayım?" dedi neşelendirmeye çalışarak. Birazcık neşeye kendisininde ihtiyacı vardı yoksa gidip o adamı kurşuna dizecekti. Aklına gelenle gülümsedi. Minik asenası cesurca tekmesini adamın suratına gömmüştü. Ona kesinlikle eğitim vermesi gerekiyordu.

"Aç mısın? Abin sana ne alsın istersin?" dedi saçlarını okşayarak. Geriye dönerek biraz önce çıktığı merdivenleri inmeye başladı. "Değilim." dedi yorgunca Balın. Güçlü durmaya çalışan beş yaşında bir çocuğun, henüz çok erkenken olgunlaşması acınasıydı. İçler acısı...

"Abim, sana ne istersen alacağım söz. Hem Atakanda karışmaz sana. Asker sözü." dedi sessizce. Balından cevap alamadı. Hatta zar zor konuşturuyordu kantine girene kadar. Tek tük insanların bulunduğu kantinde, bomboş masalardan birine oturttu kardeşini. Çıplak ayaklarını yeni fark ettiği için kendine kızdı. Onu görene kadar böyle mi yürümüştü? "Sakın ayağa kalkma! Yiyecek bir şeyler alıp geleceğim hemen tamam mı çiçeğim." küçük kızın alınına ufak bir öpücük bırakıp geriye döndü. Balının gözleri adamın sırtındaki uzun silaha değince, gözlerini sımsıkı kapattı. Sargılı başını yavaşça gri masaya bırakarak, derin bir nefes almaya çalıştı. O makineden de nefret ediyordu. Siyahtan da, beyazdan da, her şeyden nefret ediyordu.

Annesinin gitmesine sebep olan ne varsa, hatta kendinden bile nefret ediyordu. Gözünden akan irili ufaklı birkaç damla yaş yavaşça süzüldü masaya doğru. Burnunu çekerek, kafasını tekrar kaldırdı. Bir tek annesinin güzel ismini seviyordu o, güzel gözlerini, sırma saçlarını, beyaz tenini seviyordu.

Göktuğ elindeki tepsiyi sıkıca tutarak Balını bıraktığı masaya ilerledi. Ağlayan kızı görünce eli ayağı boşalmıştı sanki. Serice elindekileri masaya fırlatır gibi bırakıp kardeşini kollarının arasına aldı. Silahı bir hamlede çıkarıp masaya bıraktı ardından kız kardeşi kucağındayken sandalyenin birine çöktü. "Güzel kızım neden ağlıyorsun? Canın mı acıyor?" elbetteki neden ağladığını biliyordu. Kendine lanet ederek yetişmediği yerden dolayı ağlıyordu. Ona bu işkenceyi reva görenler yüzünden ağlıyordu.

Hayır, Balın küçük kalbine açılan yara yüzünden ağlıyordu ve Göktuğ bunu bilmiyordu. Kimse bunu bilmiyordu.

"Çüktu, büyükley yalan şöylemeş mi?" dedi burnunu çekerek. Çüktu dediğini duyunca buruk bir tebessüm belirdi yüzünde. Bu saçma isme bile alışmıştı. O olmazsa ışıkları tek tek sönecek gibiydi. "O nereden çıktı güzelim?" dedi hâlâ buruk tebessümüyle. "Annem geyecek mi?" dedi masumca. Kafasını kaldırarak kızarmış gözlerini, şaşkınlıkla büyüyen gözlerine sabitledi adamın. "Annem öymedi dimi?"

🛐

▪️Sizi nasıl özlemişim bir bilseniz...

▪️Duyuruları instagramdan veya panomdan takip edebilirsiniz. Yeni bölümleri oradan duyuruyorum duyurmadığım zaman elbet ki birileri sormuş oluyor ve ben kesin cevaplamış oluyorum çiçeklerim. Bu arada panom hepimizin hiç çekinmeden istediklerinizi oradan sorabilir veya benimle sohbet edebilirsiniz. Lütfen çekinmeyin 🤎

Continue Reading

You'll Also Like

882K 29.3K 56
alev:OĞUZ BEN ASIK OLDUM!!! oğuz:YİNE KİME AMK????!! alev:acar'a oğuz: siktir!
1.6M 53.3K 24
"Zorla evlendik farkındasın değil mi?" dedim dehşetle. Umursamadı ve gözlerimin en derine bakıp, belimde olan eli belimi okşamaya başladı. "Evet kar...
2.3M 141K 60
pabucumun bayboyu Ayşen: Ama senin gibi tiplerden hoşlanmam. Ayşen: Senin gibi tipler dediğim. Ayşen: Kötü çocuk gibi takılan. Ayşen: Zeki ve çalışk...
207K 7K 44
"Oo küçük hanım iki gündür sizin peşinizdeyiz." "Siz de kimsiniz niye peşimdesiniz ne istiyorsunuz?" " sakin küçük kız" "Kimsiniz dedim" " babanın öd...