asleep | sandman

By kissmytears

705 99 87

"Uyuyakaldığımda hissettiğim gibi hissetmek istiyorum hep." More

prolog
02/everloving
03/it's happening again
04/earnestly yours
05/path 5
06/wait for me
07/brooklyn faces
08/ghosts with heartbeats
09/notes to you
10/shot in the back of the head
11/time is the enemy
12/humanity gone
13/lullaby
14/serenade for strings

01

110 11 1
By kissmytears

  "Biliyor musun Kozmos, her şey rüya görür. Ağaçlar, hayvanlar, böcekler, gezegenler ve çoğu zaman yıldızlar bile. Rüya'nın kendisi bile rüyalar görür bazen, vakti geldiğinde."

  "Vaktin geldiğini nasıl anlıyor peki rüya?"

  Hafifçe güldü yaşlı kadın ve başını hafifçe altlarındaki galaksi dolu çukura uzattı. Renkleri solmuş irisleri, noktalardan daha büyük olmayan gezegenleri ve içindeki toz zerrelerini dahi görüyordu sanki.

  "Çok basit Kozmos. Ona vaktin geldiğini söylüyorlar."

------

/2022

  Dipsiz kuyuları andıran boş uykularından uyandı. San-doğum adıyla Meredith Dolores- tam yüz yedi senedir ne bir düş ne de bir kabus görüyordu. Geceler ya da gündüzler, akşam üstleri yahut kızılca tanlar, gözlerini hangi vakit yumarsa yumsun, titrek göz kapaklarının ardında hiçlikten başka bir şey belirmiyordu. Gözlerini yumuyor ve içi boş bir posayı andıran uykularla yetiniyordu. Tad yoktu, neşe yoktu, heyecan ya da umut. Hepsi hep beraber, tam yüz yedi sene önce terk etmişti onu. Ölüm de öyle. Yüz yedi sene öncesindeki bedenini kullanıyordu hala, saçları beyazlamıyor, elleri kırışmıyor ya da beli bükülmüyordu senelerle. Hep dik ve hep gençti bu beden, içten içe çürüse de çınarı andıran yaşamı, dıştan hala gıpta edilen bir manzarası vardı.

  Yatağında doğrulup etrafı dinledi bir süre boş bakışlarını kırışmış çarşaflarından çekmeden. En son ne zaman rüya gördüğünü anımsamaya çalışıyordu, ne zaman hayal kurduğunu. Birden onu terk ettiklerine emindi, kederinin ve durdurulamaz açlığının geldiği vakitlerde gitmişlerdi. Sanıyordu ki bu iki koca dürtü öylesine büyüktü ki bedenine, onlara yer açılsın diye diğer tüm olumlu şeyler yitip gitmişti, anıları da öyle. Maalesef, değil son gördüğü rüyayı, doğduğu günden bu yana onu o yapan ne varsa unutuyordu kız. Annesi ya da babası var mıydı, hiç olmuşlar mıydı? Bir kardeş ya da amca, belki sevilmeyen bir kuzen ya da ona bakmış bir dadı. Bunların hiçbiri yoktu zihninde, birinin çocuğu olmak ya da bir evladın annesi, bunları düşündüğünde hiçbir his ya da anı tezahür etmiyordu zihninde. Keder ve İhtiras sanki bir sabah ansızın fırlatıvermişlerdi onu yer küreye. Oysa anımsamasa da hiçbir şeyi, bir zamanlar rüya görmüş olduğuna emindi. Rüya görmeyi düşününce içinde kıpırdanan harfler oluyordu her ne kadar işe yaramasalar da.

  Uzunca gerindi ve kalktı yatağından, odasından çıkarıp mutfağa sürükledi bedenini. Kahve makinesi, masadaki sigara paketi ve müzik çalarının arasında birkaç tur attı ve bir asırdır değişmeyen rutinini yineledi. Fincanını kapmış ve bir sigara yakmışken çalan şarkının tonundan girdi kapı zili de. Üçünce kez çaldığında davetsiz misafirini görmek için açabilmişti kapıyı.

  Apartman görevlisi hızlı bir gülümsemeyle birkaç zarf bıraktı avucuna ve koridorda kayboldu hızlıca. San tebessümünü yüzüne çekene kadar gitmişti genç çocuk. Arkasından bakakaldı bir süre. Sonra gerisin geri içeri girdi ve kapattı kapıyı. Yine aynı şey olmuştu.

  Lanet kapı her çaldığında, her yeni bir yere gittiğinde, yolda yahut bulunduğu yerde öylece dikilirken bile bir şeyi arıyordu gözleri, bir şeyi bekliyordu ve hep aynı küllenen heyecandı içindeki, yıllardır hiç kuvvetlenmemiş olsa da. Tüm benliği bir şeyi bekliyordu kızdan habersiz ve az önce zil çalınca da bekleyişinin sona ermesi umuduyla açmıştı kapıyı.

  Zarfları tek tek karıştırıp önemsizleri masaya atarken güldü kendi kendine, biraz acır biraz da onaylamaz bir gülüştü bu. Hiç umudu ve heyecanı kalmadığını söyleyip duruyordu ama belki de yanılıyordu. Hala içinde bir yerde, kavanozun dibinde birazcık kalan kahve gibi, onlar da son kez görevlerini yerine getirmeyi bekliyorlardı ve bekledikleri şey de ölüm gibi duruyordu. San'ın tüm anlamsız ihtirasları ve tutkuları arasında ölüm hala en saf ve en güçlüsüydü.

  Birkaç fatura ve reklam broşürünü ayıkladıktan sonra buldu davetiyeyi. Bir süre izleme ihtiyacı bulmuştu bu büyük zarfı, üzerinde yalnızca bir kalp ve bir de çengelli yüzük simgesi vardı. Suretlerden, San'a...

  Hafifçe yırttı zarfı ve içindekileri döktü mutfak masasına. Pembe bitki yapraklarıyla dolu ufak bir paket, San'ın en sevmediği büyünün yazılı olduğu taş bir kağıt ve ufak bir not serilmişti tahtanın üzerinde. Önce kartviziti okudu.

  "İlk göz ağrımız, biricik Suretimiz San, bizim aramıza katılışının yüz yedinci yılı kutlu olsun. Bu bitkiyi senin için kendi krallığımda yetiştirdim, büyü de sevgili kız kardeşimden, senin favorin. Birlikte daha nice asırlara şekerim, seni sevip kollayan Tutku ve Keder xoxo"

  İç çekti ve masadaki ikiliye baktı bir süre daha. Sonra kartviziti alıp odasındaki büyük teneke kutuya koymuştu, yüz altı eşinin yanına, düzgün bir sırayla. Sonra geri döndü masanın başına ve sırtsız sandalyesine oturup dönmeye başladı. Elinde de şeker pembe bitkinin olduğu torbayı tutuyordu. Esrara benzetebilirdi şeklini ama kesinlikle kokusu da rengi de benzemiyordu.

  Sonra büyünün yazılı olduğu kağıdı alıp penceresinden süzülen güneş ışığına doğru tuttu ve okudu üzerindeki ezbere bildiği rünleri. Keder hediye verme konusunda hiç iyi değildi.

———————-

  "Rüya'nın rüyasına ne kadar vakit kaldı peki Gece?"

  Aynı merak ama ondan daha az şey bilerek o da çukura ve gezegenlere bakıyordu kadın gibi. Bir çok ışıltılı plazma ve gazdan oluşan çukuru izlemesi her zaman keyifliydi onlar için. Hiçliğin biraz arkasında, anti-yaşamın yolunun sonunda beklerken-kader onlar için de yazılmıştı çoktan- fanileri ve yüceleri izlemek keyifli geliyordu onlara.

  Kadın başını kaldırdı ve lacivert saçlarını omuzlarında toplayıp katmerlendirdi onları geniş göğüslerine uzanacak şekilde. "Bizim için gerçekleşti bile. Onlar içinse az, çok ama çok az kaldı."

——————————-

  Ayaklarını sallarken dikkatle uzun uzun bakıyordu sardığı sigaraya. İnce yağlı kağıdın ardında pembe tomurcuklar görülebiliyordu ve yanarken hayatında duyduğu en güzel koku yayılıyordu etrafa. Bir nefes daha çekti sigaradan ağır çekimdeymiş gibi bir huşuyla. Kesinlikle bu şu ana kadar içtiği en güzel şeydi aynı zamanda.

  Tutku'yu seviyordu. Kıza mutlu olabileceği, keyif alabileceği şeyler veriyordu her sene. Kızın kalbine de kendisinden biraz serpmişti, San saf mutluluğu bulamasa da onun sayesinde acıdan tatmin olmayı ya da başka şeylerle artık katlanılmaz boyutlara gelebilen hüznü bastırabiliyordu. Bu bazen böyle sahilde ot içmek oluyordu, bazen birisiyle sevişmek, bazen de dikenli çalılara baldırlarını sürterek yürümek. Tutkuyu hissettiği anda her şey biraz daha katlanılabilir oluyordu.

  Gerçi katlanamasa ne değişirdi ki, San ölemiyordu.

  Biliyordu çünkü denemişti, ilk zamanlarında defalarca. Keder ona ne kadar yüklenmesi gerektiğini kestirememiş, kaldırabileceğinden daha fazlasıyla sarmıştı bedenini, San kendini her gün bir yerden atmaya çalışınca da dozajını düşürmüştü günden güne. Ama ne zaman karşılaşsalar San'a bakışlarındaki acıma ve nefreti görebiliyordu kız. Bu kadarcık bile kederi kaldıramadığı için ne kadar zavallı olduğunu düşünüyordu Sonsuz, bir gün kızı delirtecek kadar ona yüklenmeyi düşlüyordu.

  Ensesinde yükselmeye devam eden karıncalanmayla saç diplerini ovmaya başladı. Londra'daki nadir güneşli günlerdendi, sahil havası almak iyi olur diye düşünmüştü, buradan da bir yerlere geçebilirdi. Bilmiyordu, bir Suret olarak görevini tam anlamış gibi hissetmiyordu çoğu zaman. Eğer işi anladığı şeyse de şayet, öyle aman aman her gün iş çıkmıyordu bu meslekte o zaman, bunu söyleyebilirdi rahatça.

  Keder ve Tutku ona konuşmasını söylemişlerdi, insanlara hikayeler anlatmasını, tek şartları buydu kıza onun aslında hiç istemediği ölümsüzlüğünü verirken. Galiba bunun bir anlaşma gibi görünmesi daha iyi okur diye düşünmüşlerdi çünkü işin özünde anlamsız bir kölelik işi yapıyordu San. Aldığı ödüllere nazaran yaptığı iş hiçbir şeydi ama sorun şu ki ödül falan da istememişti kimseden. Normal bir biçimde yaşayıp ölmek kıza yetecekti zaten.

  Saçlarında hissettiği elle beraber başını geriye attı yavaşça ve tepesinde dikilen adamı gördü güneşin izin verdiği kadar. Suratı pancar gibi kızarmış, gergin ve uzun bedeni hareketliydi. "Doğum günün kutlu olsun." dedi kıza ve yanına çöktü hemen.

  San sadece ağır ağır başını salladı. Bu ot çok fena yapmıştı onu. Adama uzattı parmakları arasındaki tombul dalı. Von dudaklarını uzatıp derin bir nefes çekti sigaradan ama öksürerek kalkmıştı. "Bu seneki çok ağırmış." Göğsüne vurdu yumruğuyla birkaç kez, içeride kalan son dumanları da kovmaya çalışır gibi.

  "Değil mi?" Hayret eder gibi başını sallayarak güldü. "Tutku bu işi öğreniyor cidden."

  "Keder ne yollamış?"

  Bayık bir şekilde adama baktığında Von kafa salladı gülerek ve bir taş kapıp fırlattı denize oyuncu bir havayla. "Yine aynı sikik büyü mü?"

  "Evet. O büyüler beni etkilemiyor bile, görev listesine girebilecek şeylerden. Neden her yıl ısrarla bana hediyeymiş gibi yolluyor anlamıyorum."

  "Belki de senin de artık hüznü sevmeni istiyordur?"

  "Hüznü sevmek? Başka şansım var mı ki, tek hissettiğim oyken?"

  Von sadece kızın elindeki sigaradan bir nefes daha çekti. Bu soruya yanıt vermeyecekti çünkü ikisi de biliyordu cevabı. San hüzünle yaşıyordu Von da öfkeyle. İçten içe zehirleniyor olsalar da bununla yaşamayı öğrenmişlerdi çünkü başka nasıl yaşanacağını bilmiyorlardı artık. İçlerinden bu duygular alınırsa geride bıraktıkları tahribatlar daha büyük olurdu.

————————

/1915

  "Bize bir hikaye anlat Dolores." Yere eğilip bir karahindibayı sapından yakaladı ve güçlü parmaklarıyla ezerek kopardı onu. Kaldırıp kıza doğru uzattığında Dolores çoktan tepeden aşağı koşmuş ve yanına varmıştı.

  Derin bir nefes toparladı küçük kız ciğerlerinde, sonra hepsini üfledi tozlaşmış karahindibaya. Polenleri dağılmaya başladığı anda binlerce kelebeğe dönüşüp yükselmeye başlamıştı gökyüzünde. Dolores büyük kahkahalar ve kıkırtılarla izledi bu sürüyü. Küçük çocuk da kızı izliyordu hafif bir tebessümle.

  "Hiç bu kadar çok kelebek görmemiştim." Elini havaya uzattı onlardan birine dokunma umuduyla ama hepsi çoktan uzaklaşıp gitmişti yanlarından.

  "Ben de öyle." dedi Griffith. Bir başka karahindibayı daha kopararak kıza uzattı. Dolores yeniden tüm kuvvetiyle üfleyip yeni bir sürüyü yollamıştı gökyüzüne. Bu kez hepsi kaçmadan birine dokunmayı başardı. Parmağı değdiği anda kelebek yeşimden bir çekirgeye dönüşüp zıplamaya başladı, onunla beraber tüm kelebekler de birer birer yere düşüyor, bir çekirge olarak sağda solda zıplamaya başlıyorlardı. Kız kıkırdasa da huysuzlanmıştı.

  "Ne oldu?" Kıza baktı anlamaya çalışarak çocuk. Dolores yüzünü buruşturup kollarını sıvazlamaya başlamıştı telaşla.

  "Çok huylandırıyorlar beni!" Hiçbiri ona temas etmiyor olsa da Dolores sanki hepsi üzerinde geziniyormuş gibi kaşınıp huysuzlanıyordu.

  Griffith bir kez daha gülümsedi ama bunda bilmişliği de hissediliyordu. Hafifçe çenesini kaldırdı ve kıza tekrarladı isteğini. "Bize bir hikaye anlat Dolores Meredith."

  Küçük dudaklarından soluya soluya başladı konuşmaya kız da, gözleri sımsıkı kapalıydı.

  "Aralığın 14'ü, Dolores ve Griffith oyun oynuyorlar karda. Etraf öylesine sessiz ki ,kardan olmalı, diyor Dolores, bahar geldiğinde çekirgeler çıkacak yumurtalarından ve burada bir şenlik başlayacak. Ama şimdi değil, şimdilik her yer sessiz."

  Ayaklarının altındaki kurak toprak önce ıslandı, sonra bir yatak gibi çekti üzerine beyaz, soğuk örtüsünü. Çekirgelerin her biri sustu ve yumurtalarını gömdüler gizli yerlere. Griffith hepsini keyifle izliyordu. Kızın soğuk havaya rağmen çekirgesizliğin güveniyle gevşeyen yüzünü izledi ve açıldıkları zaman buldu hemen kahverengi gözlerini.

  "Bir ceketleri yok muymuş bu ikisinin?" Merakla karışık hınzır bir bakıştı bu. Dolores o vakit havanın gerçekten de ne kadar soğuduğunu anlamıştı. Çekirgeleri katletmeden yollamanın tek yolu bu gibi gelmişti o an, tam kuramamıştı planı. Bu yüzden yeniden gözlerini yumdu ve soğuk rüzgarla kuruyan dudaklarını ıslattı diliyle konuşmadan. Griffith de onu keyifle izlemeye devam etti.

  Üzerlerine uzun kabanlar geldi önce, sonra başlarının üstüne bir çatı ve ayak uçlarında ufak bir ateş. Sıcak çorbalar ve sallanan sandalyeler. Dolores bu geceki diyarlarında onlara kurarken her şeyi sözcükleriyle Griffith sadece gülümsüyordu.

Continue Reading

You'll Also Like

234K 22.2K 24
Jeon Jungkook, 20 yaşına gelen herkesin dolunay gecesi kurt cinsiyetini ôğrenmesi şerefine düzenlenen baloda, kardeşinin kurt cinsiyetini kutlamaya g...
130K 13.5K 28
taehyung kırmızı defterini kaybeder 290423, tk ☁️
22.3K 3.1K 60
Hep aynı yıldıza bakarsan yolunu asla kaybetmezsin...
The 42 By kachow

Fanfiction

51.7K 7.5K 17
"Bizden ne komşu, ne düşman, ne de arkadaş olur." university & dorm au! ! 15.01.2024