ATEŞPARE (+18)

By cerennmelek

43.9M 2M 6M

Korkmuyordum, ne karanlıktan, ne gürleyen gök gürültüsünden, ne de bana zarar verebilecek bir insandan. Çünk... More

ATEŞPARE
1.Bölüm: V
2.Bölüm: KAOS
3.Bölüm: O PİTİ PİTİ
4.Bölüm: KANLI YÜZLER
5.Bölüm: ATEŞ PARÇASI
6.Bölüm: SOĞUK SAVAŞ
7.Bölüm: ŞEKİL DEĞİŞTİREN
8.Bölüm: KAYBEDİŞ
9.Bölüm: ESARET
10.Bölüm: KABULLENİŞ
11.Bölüm: TUTKULAR VE SAVAŞLAR
12.Bölüm: SAHTEKAR CİNAYETLER
13.Bölüm: MELEK YÜZLÜ ŞEYTAN
14.Bölüm: KARANLIK SIRLAR
15.Bölüm: OYUNBAZ UYKULAR
16.Bölüm: KURT MU KUZU MU
17.Bölüm: VEDALAR VE BAŞLANGIÇLAR
18.Bölüm: TANRININ CİLVESİ
19.Bölüm: YANGINDAN TAŞAN ATEŞ PARÇASI
20.Bölüm: KURTLAR SOFRASI
21.Bölüm: HİLEKAR DOKUNUŞLAR
22.Bölüm: KANLI PİYON
23.Bölüm: KANIŞLAR VE KAZANIŞLAR
24.Bölüm: SAHTE SEVGİLİLER
25.Bölüm: ALANGUVALARIN MUCİZELERİ
26.Bölüm: KÜÇÜK KIYAMET
27.Bölüm: ŞEHVETİN TEHDİTKAR CAZİBESİ
28.Bölüm: GEÇMİŞİN ESİNTİSİ
29.Bölüm: KIVILCIM
30.Bölüm: PERDELENEN KUŞKULAR
31.Bölüm: TEHLİKELİ SULAR
32.Bölüm: ATEŞ ÇIKMAZI
33.Bölüm: BÜYÜK PATLAMA
34.Bölüm: AZRAİL'İN PENÇESİ
35.Bölüm: YER ALTI
36.Bölüm: DOLAMBAÇLI HAYATLAR VE ÇARPIK OYUNLAR
37.Bölüm: KANLI MAKAS
38.Bölüm: SAHİPSİZ KİMLİKLER
39.Bölüm: MELEKLER VE ŞEYTANLAR
40.Bölüm: CANAVAR
41.Bölüm: MADALYONUN İKİ YÜZÜ
42.Bölüm: AŞKLAR VE ZAAFLAR
ÖZEL BÖLÜM
43.Bölüm: YALAN SANATI
44.Bölüm: DOMİNO TAŞLARI
45.Bölüm: TUTUKLU ZİHİNLER ZİNDANI
46.Bölüm: ACI KAN
47.BÖLÜM: LANETLİ MASKELER
48.Bölüm: VAHŞETİN ÇAĞRISI
49.Bölüm: AŞKA YENİLİŞ
50.Bölüm: GEÇMİŞİN KANLI SAHNELERİ
51.Bölüm: YANGINA DÜŞMÜŞ ATEŞ PARÇASI
52.Bölüm: ÜÇÜNCÜ İHTİMAL
53.Bölüm: İNSAN AVI
54.Bölüm: KOBRA'NIN ZEHRİ
55.Bölüm: ATEŞ HATTI
57.Bölüm: SANAT ESERİ
58.Bölüm: KATİL AVCISI
59.Bölüm: ALEV BEDENLERDEN KÜL RUHLARA
60. Bölüm: KAYBEDİLMİŞ ZAFER
61.Bölüm: RESİM HIRSIZI
62.Bölüm: HEZARPARE
ÖZEL BÖLÜM: ATEŞ ALANGUVA
63.Bölüm: İNTİKAM TİMİ
64.Bölüm: KIRIK YOK OLUŞLAR
65.Bölüm: İKİNCİ PERDE
66.Bölüm: CANAVARIN ÖTESİNDE
67.Bölüm: KÖTÜLÜĞÜN TOHUMU
68.Bölüm: GÜÇLÜ ADIMLAR VE KURNAZ SAVAŞLAR
69.Bölüm: GÜNAHKARLARIN SON GÜNAHLARI
ALINTI VE DUYURU
70.Bölüm: PANZEHİR
71.Bölüm: İSYAN
72.Bölüm: EN GÜZEL ZARAR
ÖZEL BÖLÜM: PUSAT
ÖZEL BÖLÜM: AYLİN
73.Bölüm: EFSANELER UNUTULMAZ
74.Bölüm: CANAVARI ANLAMAK VE ADALETİ ARAMAK
75.Bölüm: EN ZOR SAVAŞ
ÖZEL BÖLÜM: PUSAT
76.Bölüm: YIKIM VE KIYIM

56.Bölüm: KAPANMAYAN DAVALAR

385K 20.2K 73.8K
By cerennmelek




Bol bol yorum yapmayı ve beğenmeyi unutmayın ateş parçaları 🔥


Easing The Pain - Sabhankra

Çoban Yıldızı - Teoman

Rüya - Sertap Erener

Sometimes - Reamoon

56.Bölüm: KAPANMAYAN DAVALAR

ERİZGİ KARDEŞLERDEN...

Küçük kız iri gözleriyle, dışarıdaki fırtınayı seyrediyordu. Sertçe savrulan ağaç yaprakları ve kapalı camın altından sızan soğuk evin soğukluğunu arttırıyordu. Camın pervazında duran küçük bez bebeğinin sökülen iplerini içeri sokmaya çalışıyordu.

"Aşkın, üşüteceksin orada." Ablasının sesiyle camın kenarından ayrıldı. "Hadi gel, saçlarını tarayalım." Aşkın, ablasının oturduğu koltuğa oturdu.

Bir an ablasının yaralarla kaplı yüzüne bakarken küçük bedeninin hiç bilmemesi gereken bir duyguyu çok net biliyordu; nefreti.

"Okula gidecek misin tekrar?" dedi Aşkın, ablası onun saçlarını tararken.

Aylin okumak için çok çabalamıştı ama her seferinde bedelini ağır ödemişti. En azından kardeşini okutmak istiyordu ve bunun için her şeyi yapacaktı. Aylin mahvolduğu bu pis dünyada kardeşinin de mahvolmasına izin vermeyecekti.

"Gerek yok, hem istemiyorum zaten." dese de Aşkın onun ne kadar istediğini iyi biliyordu.

Aylin, Aşkın'ın saçlarını o kadar yumuşak tarıyordu ki Aşkın saçlarının tarandığını bile hissetmiyordu.

"Abla, yaraların acıyor mu?"

"Hangi yaralar ki? Hiçbir şeyim yok benim." dedi Aylin, Aşkın'ı neşelendirmek ister gibi. Aşkın yaşıtlarına göre çok durgundu, Aylin bunu onun yaşadığı hayata yoruyordu.

Taraması bittiğinde saçlarını iki yandan örmeye başlamıştı. "Bugün matematik hocanın hatasını düzelttim." dedi Aşkın gündelik bir şey anlatırmış gibi. "Aslında çok basit bir problemdi ama yanlış yönden gidiyordu. Gerçi düzelttiğime de sinirlendi, çok biliyorsan sen anlat dedi ki bence çok biliyorum." Aylin güldü, kardeşinin ne kadar zeki olduğunun farkındaydı ve bazen bu zeka Aylin'i ürkütmüyor değildi. Çünkü sadece üstün gelmiyordu kardeşinin zekası, bazen ürkütücü olabiliyordu.

"Kaküllerim uzamış mı?" dedi ablasına dönerek.

"Yok, daha yeni kestik ya."

"Artık kesmeyelim bence, gözüme girip duruyor."

"Ama sana çok yakışıyor." dedi Aylin, kardeşinin kaküllerinin arasına bir öpücük bırakırken.

"Çok seviyorsan sen kes." dedi Aşkın huysuzca.

"Bana senin kadar yakışsa keserim zaten kuzum."

"Bana kuzu deme, ben hayvan değilim." dedi Aşkın çatık kaşlarıyla. "Çocuk da değilim."

"Çocuk değilsin ama hala bez bebeğini bırakamıyorsun."

"Çünkü anneme benziyor," dedi Aşkın elindeki bebeği incelerken.

Aylin nefes almakta zorlandı, kendi aksine kardeşi anneleriyle hiç tanışamamıştı. Onun sadece fotoğraflarını biliyordu.

O bebeği anneleri, Aylin küçükken örmüştü.

Aylin yutkundu, gözleri saate takıldığında hızla yerinden kalktı. "Hadi uyu kuzum, yarın okula gideceksin."

"Uyum yok ki," diye söylendi Aşkın yaşına göre uzun olan bacaklarını sarkıtarak kalktı koltuktan. Aylin, Aşkın'ı yatağa yatırdı. Aşkın ballı sütünü yine bitirmemişsin.

"Aşkın, niye bitmemiş bu?"

"Sevmiyorum,"

"Büyüdüğünde güçlü kemiklere sahip uzun boylu güzel bir genç kadın olduğunda bana teşekkür edeceksin." Aşkın ablasını kırmadı, bardakta kalan sütü tek dikişte içti.

Aşkın gözlerini kapatmak yerine, ela ve yeşil arasında sıkışmış alacalı gözlerini ablasına dikti.

Aylin onun ne istediğini biliyordu, gülümsedi. Aşkın, Aylin'in sesiyle uyumaya bayılıyordu. Küçüklüğünden beri ona ninni söylemediğinde uyuyamıyordu.

"Dam üstüne çul serer," Aylin başlar başlamaz Aşkın gözlerini yummuştu.

Ve Türkü'nün son cümlelerinde de uyuya kalmıştı.

Ancak bu uyku çok uzun sürmedi, birkaç saat sonra Aşkın ablasının acı haykırışlarıyla uyanmıştı. Kalbi küçük bedeninin içinde bir kuşun kanat çırpışı kadar aceleci atıyordu. Hızla yataktan kalktı, kapıya koştu Aşkın. Ablasına yardım etmek istedi ama ablası olacakları bildiği için kapıyı kilitlemişti.

Babasının küfürlerini duyuyordu, bir şeylerin çarpma sesi geliyordu. Aşkın onun yine neye sinirlendiğini bilmiyordu ama onun her gece sinirlenecek bir şey bulduğunu biliyordu.

Sürekli pis kokulu şeyler içip, ablasını dövüyordu. Aşkın da şiddete maruz kalıyordu ama Aylin kardeşine zara gelmesin diye sürekli kendini babasının önüne atıyordu.

Aşkın bir süre kapıyı açmak için çabaladı, bağırdı kapıya vurdu ama ablasının acı bağırışları tüm sesleri bastırıyordu. En sonunda babasının küfürleri durduğunda geriye sadece Aylin'in acı iç çekişleri kalmıştı.

Aylin kapının diğer tarafında koridorun ortasında acıyla yerde yatıyordu, acıdan bilincini kaybederken kardeşinin odasının anahtarının güvende olduğundan emindi.

Aşkın sırtını kapıya yasladı, omuzları sarsılırken vücudu titriyordu.

Ablasının acı çekmesi onun canını daha çok yakıyordu. Yumruklarını sıkmışken istediği tek bir şey vardı, babası yok olsun istiyordu.

Yok olsun ve bir daha hiç onlara zarar vermesin istiyordu.

Aşkın tüm babaların böyle olmadığını biliyordu, okulda sınıftakilerin babalarını görüyordu ve Aşkın diğer babaların evlatlarına sevgisini gördüğünde çok şaşırmıştı. Tüm babaları kendi babası gibi sanıyordu.

Aşkın anlam veremiyordu, babasının neden bu kadar sert olduğunu, neden sürekli bağırdığını anlayamıyordu. Halbuki ablası da kendisi de çok sevgi dolulardı. Aşkın hayatın ne kadar adaletsiz olduğunu, yolda çocuğunun başını okşayan bir babayı gördüğünde anlamıştı. Onun babası hiç saçını okşamamıştı.

Ancak anlamaya başlıyordu, bazı insanlar kötüydü ve ne yazık ki babası da o kötülerden biriydi.

Aşkın sabaha kadar uyumazken, okul saati gelmeden Aylin ayılmış ve kapıyı açmıştı. Ablasının yüzünün her tarafı şiş, her tarafı kan içindeydi. Sırtına yediği kemer darbeleri yüzünden siyah tişörtü yırtılmıştı.

"Kahvaltını yap da okula geç kalacaksın." dedi ama Aşkın kahvaltı yapmadı. Ablasına sıkıca sarıldı, Aylin güçlü durmaya çalışsa da gözyaşlarını tutamadı.

"Gidelim abla, ne olur gidelim." dedi Aşkın ağlamaktan kısılmış sesiyle.

"Gidemeyiz ki,"

"Neden?"

"Sen çok küçüksün, alır seni benden. On sekizini doldurduğun gün gideceğiz."

"Sen git o zaman." dedi Aşkın umutla. Aylin bunu asla yapmazdı, asla kardeşini bırakmazdı. Aylin onun sarılışına sıkıca karşılık verdi. Bu sırada gece üstünde sigara söndürülen teni acıyla kavrulurken bunu belli etmemeye çalıştı.

"Emrah abi seni götürmek istiyordu ya abla, git onunla işte." dedi Aşkın tekrar.

Aylin'i seven genç bir adamdı Emrah, Aylin de ona çok değer veriyordu. Ancak Aylin kendini öylesine yorgun ve bitik hissediyordu ki kardeşinden başka kimseyi kolay kolay sevebileceğini sanmıyordu. Hem sevmeye hakkı da yoktu zaten, Aşkın'ı düşünmek zorundaydı. Eğer onun hislerine karşılık verdiği biraz belli olursa babaları hiçbirini yaşatmazdı.

"Hadi hazırlan, geç kalacaksın." Aşkın onu daha fazla zorlamadı, zaten canının fazlasıyla yandığını biliyordu. Gözyaşlarını silerek ablasının yanından kalktı, ablasının dün özenle ütülediği üniformasını dolabından çıkardı.

Beyaz gömleğini ve pileli gri eteğini giyindi. İçindeki kalın beyaz kilotlu çoraplarını ve dışarıda ıslanmasın diye içeri aldığı botlarını dolabından çıkardı. Hava çok soğuktu dışarıda, gerçi içerisi de çok sıcak değildi. Aylin sürekli Aşkın'ın güçlü bir bağışıklık sistemine sahip olduğu için Allah'a şükrediyordu.

Aşkın kahvaltısını yapıp kalın montunu, botunu giyindi. Okula gitmek için kapıya uzandı. "Dur, ben de giyineyim üstümü hemen." dedi Aylin ama yürümekte zorlandığı belliydi.

"Gerek yok ki abla, iki sokak yukarısı zaten. Giderim ben, almaya da gelme."

"Olur mu hiç öyle şey?" dedi ama yürüyecek takati yoktu.

"Abla lütfen,"

"Tamam ama dikkatli git gel." dedi Aylin yorgunca. Aşkın kafasını olumluca salladı ve evin demir kapısını açarak dışarı çıktı.

Daha tam kışa girmeden hava aşırı soğumuştu ama Aşkın çok üşümüyordu. Nemli kaldırımlarda yürürken, hava daha yeni yeni aydınlanıyordu.

Okula varıp sırasına geçtiğinde soğuktan çıkıp sıcağa geçince yorgunluğunu daha keskin hissetti. Kafasını yorgunca sıraya koydu, gözlerini yumdu.

Aşkın farkına bile varmadan iki ders uyumuştu. Etraftaki seslerle uyandığında teneffüs olduğunu anlamıştı.

"Şuna bak, erkek gibi bir şey." diyordu Şeyda. Şeyda sapsarı saçları, renkli gözleri ve her gün özenle ördüğü saçlarına taktığı renkli kurdelelerle hep gözdeydi.

Aşkın kısık bakışlarını ona diktiğinde Şeyda gülmekle yetindi.

"Senin uyuduğunu gören Fatma öğretmen çok sinirlendi, annenle görüşecekmiş. Gerçi senin annen yoktu, değil mi?" Aşkın geceden kalan öfkesi katlanarak arttı. Hızla yerinden kalkıp, bir elini Şeyda'nın örülü saçlarına doladı.

Şeyda çığlık atarken Aşkın onu duvara yaslamıştı. "Özür dile!"

"Bırak beni,"

"Özür dile."

"Özür, özür dilerim." Şeyda'nın sözleriyle Aşkın onu iterek bıraktı. Onun elinden kurtulan Şeyda ağlayarak öğretmene şikayetçi olmaya gitti.

Bir saat sürmeden müdürün odasına çıkmışlardı, Şeyda'nın annesi sınıf annesiydi ve olayı hızla öğrenmişti. Annesi Şeyda'nın saçlarını okşarken Aşkın bir köşede onları seyrediyordu.

"Aşkın, veline ulaşamıyorum." dedi okul müdürü.

"Başında velisi olmadığı belli zaten, kızımın saçının haline bakın!" dedi Şeyda'nın annesi. Kızını sakinleştirmek için saçlarına bir öpücük bıraktığında Aşkın bakışlarını kaçırdı.

"Durup dururken saldırmadım, benimle dalga geçti." dedi Aşkın sesini yükselterek. Dayanamadığı tek şey haksızlıktı.

"Ne dedi sana?" dedi okul müdürü.

"Annen yok dedi ama normal demedi. Bununla dalga geçti, daha da kötüsünü hak ediyor, o kötü kalpli."

"Serseri!" dedi Şeyda'nın annesi. Aşkın ona dil çıkardı, müdür bu hareketine beklenmedik şekilde tepki vermedi.

"Siz dışarı çıkın, ben halledeceğim." dedi müdür sabırla.

"Uzaklaştırma alması lazım." dedi kadın inatla.

"Tamamen haksız değil, çıkın lütfen." dedi müdür sert ifadesini bozmadan. Şeyda ve annesi çıkarken Aşkın hala yerinde oturuyordu.

"Rehber öğretmenine gidiyor musun?" dedi müdür yumuşayan sesiyle.

"Gidiyorum."

"Bu kaçıncı buraya gelişin Aşkın? Sürekli şiddet gösteriyorsun."

"Ama onlar hak ediyorlar, durup dururken yapmıyorum ki."

"Hak edip etmediklerine sen karar veremezsin. Seninle dalga geçtiklerinde gel bana söyle,"

"Siz de bir halt yapmıyorsunuz."

"Düzgün konuş Aşkın." Kerim Bey yıllardır okul müdürüydü, Aşkın'ın zeki ve özel bir çocuk olduğunun farkındaydı ama ailesinde yaşadığı sıkıntıların onun geleceğini karartacağının da farkındaydı.

Aşkın evinde yaşadığı haksızlıklara da sessiz kalmamıştı. Şiddet gördüklerini söyleyerek yardım istemişti, Kerim Bey hemen polis giderek harekete geçmişti ama bu bir işe yaramamıştı. Aşkın'ın babası Seyfi Erizgi işinde başarılı bir polisti.

"Bir halta yaramıyorsunuz! İlla ölmemiz mi lazım? Hepinizden nefret ediyorum."

Kerim Bey, taktığı kravatın onu boğduğunu hissetti. Karşısında gözleri alev alev olan küçük kızın gözlerine baktığında her şeyi görüyordu. Onu boğan kravat değildi, onu boğan karşısındaki küçük kızın çaresizliği ve hayatta kalma çabasıydı.

Kerim Bey yerinden kalktı, Aşkın'ın karşısındaki koltuğa oturdu. "Sen çok güçlü bir kızsın Aşkın."

"Ben güçlü olmak değil, mutlu olmak istiyorum."

"Sana yardım etmek istiyorum, lütfen bunu zorlaştırma." Aşkın daha fazla konuşmadı, kimsenin onlara yardım edemeyeceğinin farkındaydı.

Aşkın yardım istediğinde bunun diyeti ağır olmuştu, kendisi de şiddet görmüştü ama ablası bir hafta kendine gelememişti.

Aşkın sınıfına geri döndü ve derslerin bitmesini bekledi.

Dersler bittiğinde eve döndü, kapıyı çaldığında ablasını kötü görmeyi bekledi. Ancak Aylin kapıyı açtığında yüzünde güller açıyordu.

"Hoş geldin kuzum, acıkmışsındır. En sevdiğin yemekleri yaptım." Aşkın buna mutlu olamıyordu. Babası Aşkın'ın sevdiği yemekleri yaptığında Aylin'e zarar veriyordu.

Aşkın odasına geçip üzerini değiştirdi, bir süre ders çalıştı. Hava kararırken ablasının çağırışıyla ders kitabını kapattı. Yataktan çıkıp salona geçtiğinde ışıklar kapanmıştı ama mum yanıyordu.

"İyi ki doğdun benim meleğim." Aşkın ablasına sıkıca sarıldı. Bu bisküvili pastayı da çok seviyordu.

"Çok teşekkür ederim abla." dedi Aşkın parlayan gözleriyle.

"Hadi otur, televizyon izleyip hepsini yiyelim!" Aşkın ablasının yaralı halde ona bu kadar hazırlık yapmasına üzülse de içindeki mutlulukla gülümsedi.

Bu sırada salonun arka tarafının, yan bahçenin camı tıklatıldı. Aşkın bu çalışın kime ait olduğunu biliyordu. Hızla kalkıp camı açtığında Emrah'ı görmesiyle gülümsedi ama hemen etrafı kontrol ederek babasının gelip gelmediğini kontrol etti.

"Aşkın, bak sana ne getirdim." diyerek klasik bir kitap uzattı Emrah ona. "Doğum günün kutlu olsun, ablanı çağırır mısın?"

"Teşekkür ederim," dediğinde Aylin de onları fark ederek aceleyle cam kenarına geçti. Aşkın elindeki kitabı inceleyerek içeri geçti.

"Emrah, ne arıyorsun burada?" Emrah, Aylin'in yüzünü gördüğünde acıyla gözlerini yumdu.

"Gidiyorum ben," Aylin ona nereye diye bile sormadı ama Emrah devam etti. "Gel, yalvarırım gel."

"Gelemem," dedi Aylin acı içinde.

"Kendini mahvediyorsun Aylin." Kısık sesle konuşsalar da Aşkın onları duyuyordu.

"Git Emrah."

"Kendi hayatını bitirdin. Anlıyorum seni ama böyle ne kadar dayanacaksın? Kendi hayatını bitirdin Aylin! Kardeşin için."

"Düzgün konuş! Ben onun için ölürüm bile."

"Bu gidişle öyle olacak zaten." dedi artık sesini ayarlayamayan Emrah. Aşkın göğsündeki ağrıyla nefes almakta zorlandı.

"Git buradan! Bir daha yüzünü görmek istemiyorum." dedi Aylin ve camı sertçe kapattı. Emrah da sessizce gitti. Aylin camı kapattığında bir süre kendine gelmeye çalıştı, Aşkın'a gülümsedi.

Bir süre içeri gidip kendine gelmeye çalıştı ve Aşkın da bu sırada hiç yerinden kalkmadı.

Aylin yüzünü yıkayıp odaya geri döndüğünde yine 'her şey yolunda' dermiş gibi Aşkın'a gülümsedi.

Ancak bu sırada evin kapısı açıldı. Babaları içeri girerken ikisinin de yüzü çökmüştü. Bugün çok erken gelmişti ve üstelik tek de değildi. Yanında daha önce görmedikleri bir adam vardı.

Babalarının elinde siyah poşetin içinden gelen camların birbirine çarpma sesiyle Aşkın gözlerini yumdu. Bu sesten nefret ediyordu. Aşkın oturduğu yerden ayaklandı hızla.

Babaları üstünde mum olan pastayı gördüğünde daha da sinirlendi. "Bir de bu piçin doğduğu gününü mü kutluyorsun? Anneni öldürdü lan bu!" derken Aşkın'ı sertçe yere itmişti. Aylin hızla atılmaya çalışsa da kardeşinin düşmesini engelleyememişti.

"Hazırlan sen," dedi Aylin'e. Bu sırada belindeki ağır silahını çıkarıp, hep bıraktığı yere masanın üstüne bırakmıştı. Montunu da çıkarıp sigarasını yakarken gözlerinde hiç merhamet olmayacak tek insan olduğunu düşündü Aşkın.

"Ne? Neden?" dedi Aylin.

"Gidiyorsun sen," Aylin babasının birkaç adım arkasında duran orta yaşlı adama bakarken ürktü.

"Nereye?"

"Hadi lan!"

"Gitmem ben hiçbir yere." dedi Aylin ama sesi çok kısık çıkıyordu.

"Beni ikiletme Aylin! Evlenip gideceksin artık." Aylin daha yeni on sekiz yaşına girmişti, sürekli kardeşine annelik yapsa da Aylin de büyük değildi. Bazı çocuklar çocukluklarını yaşayamazlardı, büyümek zorunda kalırlardı, Aylin de onlardandı.

"Rızası yok mu Seyfi?" dedi adam ama pek takılmadı. Bir süre daha onları seyredip, kafasını iki yana salladı sıkıntıyla. "Ben gidiyorum, başıma iş açacaksınız." diye bağırdı babasının arkasındaki adam. Bu babalarını daha da sinirlendirdi.

Aylin'e döndü, ellini saçlarına sertçe doladığında Aşkın nefesinin kesildiğini hissetti. Ablasının vücudu zaten çok zarar görmüştü, daha fazla dayanamayacağını biliyordu.

"Kurtulacağım lan sizden! Kırılmadık kemiğini bırakmayacağım senin! Birinizi öldüreceğim birinizi satacağım!" Ablasına öyle kötü vuruyordu ki ablasını bilincini yitirmek üzereydi. "Bir de bu küçük şeytanın doğum gününü kutluyorsun!" Aylin'in yaptığı pasta çoktan yere düşmüştü.

Aşkın masanın üstünde duran babasının silahına baktı. Bunu yapabilirdi, abasını kurtarabilirdi, ondan kurtulabilirlerdi.

Ablasının kapanan gözlerine baktığında, akan kanları gördüğünde daha da öfkeyle doldu. Küçük bedeninin katlarca fazlası bir öfkeyle masaya yürüdü silahla. Bunu nasıl yapacağını biliyordu, babası birkaç kez tehdit etmek için yukarıdaki bir şeyi aşağı doğru indirmişti.

Filmlerde de nasıl ateş ettiklerini görmüştü.

Silahı babasına doğrulttu, yukarıdaki şeyi zorlukla indirdi ve iki eliyle tuttuğu silahta iki parmağıyla baskı yaptı. Hemen ardından kulakları çınlatacak bir ses yankılandı salonda.

Babasını sırtından vurmuştu. Aylin baygınlık geçirirken duyduğu sesle bilincini yeniden kazanmıştı. Babası ona doğru döndü. Karnından vurulmuştu, küfür ederek Aşkın'a yakınlaşmaya çalıştı ama Aşkın durmadı.

Bir kez daha vurdu, bu sefer göğsünden vurmuştu. Ama bu da Aşkın'ın içini soğutmadı. Defalarca ateş ederken en sonunda şarjörde mermi kalmamıştı. Babasının bedeni kanlar içinde yere düşerken, Aşkın ona yakınlaştı. Bedenindeki deliklerden akan kan ahşap zemine düşüyor ve pastaya kadar uzanıyordu. Artık göğsü hareket etmiyordu. Babaları gözleri açık ölmüştü.

Aylin şok geçiriyordu.

"Artık kurtulduk ondan." dedi Aşkın buz gibi bir sesle.

"Sen ne yaptın?" dedi Aylin yerinden sürünerek kalkmaya çalışarak.

Aylin hıçkırıklarla ağlarken Aşkın'a ulaşmıştı. Elindeki silahı elinden aldı ve silahın her tarafını sertçe elledi. Hemen ardından babasının cesedinin yanına attı. Aşkın'ın yüzünü elleri arasına aldı.

"Bana bak, sen yapmadın."

"Ben yaptım." dedi Aşkın ama o daha çok ağladı.

Aylin ağlıyordu korkuyla, Aşkın titriyordu. "Sen yapmadın! Ben yaptım. Tamam mı?" diyordu Aylin. "Senin hayatın da mahvolmayacak ablacığım."

Çok geçmeden siren sesleri duyulmaya başlamıştı. Aylin, Aşkın'a sıkıca sarıldı. İkisi de ağlıyordu, Aşkın ablasını bırakmak istemiyordu.

"Ne olursa olsun güçlü duracaksın! Yaşayacaksın! Okuyacak, çok güçlü bir kadın olacaksın. Söz ver bana,"

"Söz,"

Bu sırada kapı polisler tarafından kırılmıştı. İçeri girdikleri an Aylin son kez öptü kardeşini. Dizleri üstüne çöktü, iki elini havaya kaldırdı.

Onu hızla alıp götürürlerken Aşkın da peşlerinden koştu. "Abla, gitme!" diye yalvarıyordu. Aylin daha çok ağlıyordu.

İçeriden siyah uzun bir torbada babalarını çıkardılar.

Aylin'i ışıkları yanan bir polis arabasına bindirdiler. Araba çalıştığında Aşkın peşinden koşuyordu tüm gücüyle. Aylin dönüp polis arabasının arka camından ona bakarken gözleriyle ona durması gerektiğini söylüyordu. Aylin hep yaptığını yaptı, kardeşine her şey yolunda dermiş gibi gülümsedi ama Aşkın yine hiçbir şeyin yolunda olmadığını biliyordu.

Ve bu sefer bunu tamamen kendi yapmıştı.

Bu gece bu evden bir ceset çıkmamıştı, aslında o gece hepsi ölmüştü. Sadece bazı ölümler daha sancılı olurdu, bazı ölümler geç fark edilirdi.

Aşkın çıplak ayaklarıyla, gürültülü sokağın ortasında tek başına dururken şimdi daha iyi anlamıştı. Onun davası şimdi başlıyordu ama hâkimi de avukatı da kendisiydi. Ve o kendinden nefret ediyordu. O bu davayı en başında kaybetmiş, kendini de müebbet hapse mahkûm etmişti.


GÜNÜMÜZ

Ablam bana sevgiyle bakardı, ablam bana umutla bakardı ama ablam bana hiç nefretle bakmazdı.

Ona doğru bir adım attım, o ise bir adım geriye gitti. "Abla," dedim sayıklarcasına.

Eli göğsüne gitti, kalbini tutuyordu. Nefes almakta zorlanıyordu. "Abla,"

"Nasıl?" dedi yüzündeki nefret ifadesi hiç gitmeden.

"Abla," Tüm dünyayı iki dudağımın arasında oynatıp herkesi kandıran ben şu an bir cümle kuramıyordum.

"Ben senin için hayatımı mahvettim! Ben sen güzel bir hayat yaşa diye on iki yıl yattım o cehennemde!"

"Özür dilerim, başka şansım yoktu." dedim ama o kadar kısık çıkmıştı ki sesim ben bile kendime inanamadım.

"Başka şansın yok muydu?! Tek istediğim senin güzel bir hayat yaşamandı, sense," devam edemedi, gözlerinden akan yaşlarla bana iğrenerek bakıyordu.

"Bana öyle bakma, lütfen." dedim konuşurken zorlanırken.

"Ne kadar da safmışım, nasıl da kandırmışsın beni." Akan yaşları makyajını dağıtıyordu ama ağlaması sadece acı yüklü değildi, ağlayışı acı vermek istiyordu.

Konuşamadım, ona bir adım atmaya çalıştım ama o benden korkarak bir adım geri gitti.

"Tek istediğim neydi biliyor musun Aşkın? Tek istediğim senin de hayatının benimki gibi kararmamasıydı. Orada yattığım her gün ne için şükrettim ben biliyor musun? Hayatta, mutlu ve güçlü olduğun için şükrettim ben. Ben bir yalana şükretmişim, gözlerimin içine baka baka kandırmışsın beni."

Artık ona doğru adım atmıyordum, o kadar acıtıyordu ki nefes bile alamazken bir adım gerileyen ben oldum bu sefer. Sanki ondan uzaklaştığımda acısından da uzaklaşabilecekmişim gibi.

"Ben en büyük hatayı o gece yapmışım aslında, senin normal olmadığını anlamam gerekiyordu o gece. Senin gibi birinin dışarıda olmaması gerekiyormuş meğer, kendi hayatımı mahvederken bir kiralık katil yaratmışım meğer. Para için mi başladın? Yoksa zevk aldığın için mi?" Soruyordu ama cevap istemiyordu, o bu gece tek bir şey istiyordu. Benim canımı yakmak istiyordu. Hayatının bir hiç için mahvoluşunun intikamını almak istiyordu benden.

Ve başarıyordu da.

"Anlatmama izin ver. Her şeyi anlatacağım sana." dedim ama sanki benden duyacağı bir cümleye bile tahammülü yok gibiydi artık.

"Yine hangi yalanlarınla masal anlatacaksın bana? Yine nasıl kandıracaksın beni?" Bir adım yakınlaştı. "Tek isteğim senin masum kalmandı, her şeyi onun için yaptım. Sense masumluğu katleden şeytanmışsın meğer."

Duyduklarımı idrak edemiyordum, anlamak istemiyordum.

"Ben içerideyken, sen insanları rahat rahat öldürürken için rahat mıydı? Ne de olsa salak ablam benim için o cehennemde diyor muydun? Cehennemdi orası Aşkın! Sen her yanıma geldiğinde, hiçbir şey yokmuş gibi sana gülümserken nasıl acı çektiğimi hiç anlayamayacaksın. O cehennemde sadece özgürlüğüm çalınmadı benim! Kimliğim çalındı! Masumluğum çalındı! Şişlenip kan içinde ölümün köşesinde dönerken seninle mutlu olacağım günleri hayal ediyordum ben! Öldüresiye dayak yedikten sonra kendimi korumak için karşılık verip buz gibi bir hücreye atıldığımda olsun diyordum, kardeşim için diyordum. Günlerce güneşi göremediğimde, olsun kardeşim görüyor diyordum." Tüm yüzü yaşla kaplanmıştı, benim gözlerim kuruydu ama içim yangın yeriydi.

Bacaklarım üstünde durmak uzun zamandır ilk defa bu kadar zor olmuştu.

Ablam bana biraz daha yakınlaştı. "Ama değmezmiş, ben bir hiç için yaşamışım bunları. Sen hiçbir şeye değmezmişsin."

Devam etti, keşke şu dakika bedenim canımdan çıksaydı da o konuşmaya devam etmeseydi. "Sen babanın kızısın! Onun gibi vahşisin, onun gibi canisin. Onun gibi elinden sigara düşürmüyorsun, onun gibi her dakika alkol kokuyorsun. Aynı ona benziyormuşsun. Senin yerine o cehenneme girdiğim güne lanet olsun! Kendi ellerimle bir canavar yaratmışım da haberim yokmuş. Keşke o gün babam beni döverken öldürseydi de bugünü görmeseydim."

Son cümleleri bunlar oldu, yüzüme iğrenerek bakarken daha fazla bakarsa kusacakmış gibi arkasını dönüp çıktı.

Ayakta duramıyordum, omuzlarımı dik tutamıyordum. Birkaç adım arkamda duran Kaptan'a baktım. Çok şey yapabilirdim, bağırıp çağırabilirdim ya da silahımı çıkarıp onu burada öldürebilirdi. Ama ben hiçbir şey yapamadım, sadece gözlerine baktım.

Kaptan ilk defa utançla kaçırdı gözlerini benden. 'Neden?' bile diyemedim.

"Kendine gelmen için bu gerekiyordu, kim olduğunu hatırlaman için. Seni gerçek yüzünle kimse sevmeyecek, bir ben varım çocuk. Alanguva seni tanıdığını, sevdiğini sanıyor ya Tarık da öyle gerçi ama onların hiçbiri seni aslında tanımıyorlar. O yüzden sevdiklerini sanıyorlar. Sen busun! Sen V'sin! Ne olacak sanıyordun? Evlenip çocuklu mutlu bir hayat kurabileceğini mi? Sen yaşamıyorsun ki Aşkın. Sen cinayet işlerken zevk alıyorsun, o kanlı ellerinle anne mi olacaksın bir de? Özür dilerim çocuk ama birinin sana gerçeği göstermesi gerekiyordu."

Kaptan yine yapmıştı, yine en acı şekilde eğitmişti beni. Ancak ben insan olmadığım gibi bir canavar gibi bile hissedemiyordum. Bir hiç gibi hissediyordum.

"Tebrik ederim," dedim kısık sesimle, başımı dik tutmaya çalışırken. "Çok güzel gösterdin." Zorlukla yürürken, sanki çivilerin üstünde yürüyormuş gibi zorlanıyordum.

Üst kata çıktığımda etraf sessizdi, ayağımdaki topukluları çıkarıp bir kenara fırlattım. Parıltılı elbisenin taşları bıçak olmuştu da bedenimi delik deşik ediyordu sanki. Kulübeden tamamen çıktım.

Taşlı yolda yürürken ayaklarıma batan şeyleri hissediyordum ama acıyı bile hissedemiyordum. Rüzgâr rıhtımın kenarında o kadar şiddetli esiyordu ki sanki bu hiçliği de alıp kendisiyle birlikte götürecekmiş gibiydi.

Yürümeye devam ederken nereye gittiğimi bilmiyordum, sonsuzluğa kadar sadece yürümek istiyordum. Ablamın sözleri zihnimde tekrar tekrar dönerken, gözlerim de yolu değil hala onun iğrenerek bakan gözlerini görüyordu sanki.

Artık takatim kalmadığında, olduğum yere oturdum. Başımı kaldırıp baktığımda, bir ormana yakın olduğumu fark ettim ama beynim o kadar bulanıktı ki tam olarak neresi olduğunu bilmiyordum.

Bacaklarımı kendime çektiğimde yüzüme vuran bir ışık hissettim. Kısılan gözlerimle ışığa doğru baktığımda Ateş karşımda duruyordu.

"Aşkın, ne yapıyorsun burada?" Gözlerimi kırpıştırdım, cevap veremedim. Ateş halimi fark ettiğinde afalladı ama dik duruşunu bozmadı. Birkaç adımda yanıma ulaşıp beni kucağına aldığında hiç sesim çıkmıyordu.

Benim kucağından hiç indirmeden arabanın arka koltuğuna bindirdiğinde başım yorgunca göğsüne düştü.

"Eve sür," dedi Ateş birine ama kime dediğine bakmadım. "Aşkın," dedi eli enseme giderken. Yine beynime çip takılıp takılmadığını kontrol ettiğini biliyordum.

"Kim ne yaptı sana?" derken sesi kısıktı.

"Ben yaptım," Ne yaptıysam ben yaptım.

"Ayakların mahvolmuş Aşkın," dedi acı içinde. Arabaya bindiğimden beri ilk defa ona baktım. Saçları dağılmış, alnına düşmüş, gömleği buruşmuştu. Gözlerinde korku vardı, beni öyle sıkı tutuyordu ki sanki bıraktığında ortadan yok olacakmışım gibi sarmalıyordu bedenimi.

Eğilip saçım, kaküllerim arasına bir öpücük bıraktı, bir eli kolumu okşuyordu sakinleştirmeye çalışırcasına. "Geçti," diye fısıldıyordu. Ne olduğunu bile bilmiyordu, sadece bana destek olmaya çalışıyordu.

Başımı tekrar göğsüne gömdü, sıkıca sarmaladı. Saçlarımın üstüne öpücükler bıraktı. "Buna kim neden olduysa onu," Konuşmasına devam edemedi.

"Ben," dedim sadece.

Eve vardığımızda ne arabadan inip ne ara Ateş'in kucağında ilerlemeye başlamıştım hatırlamıyordum bile. Sadece Pusat'ın yanımıza gelip endişeyle bir şeyler söylediğini fark etmiştim.

"Nerede buldun onu?" derken endişeliydi.

"Yürüyordu," Malikanenin içinde, deniz kıyısındaydık. Küçük adadaki evimizin ışıkları denize vuruyordu.

"Ne olmuş?" dedi Pusat eli omzuma giderken.

"Bilmiyorum, konuşmuyor."

"Yine çip," Pusat, Ateş'in sert bakışlarıyla hızla sustu.

"Pusat," dedim ilk defa konuşurken. "Ben çok mu iğrencim?" Pusat o kadar şaşırdı ki ne diyeceğini bilemedi, Ateş'in beni tutan ellerinin buz kestiğini hissettim. "Ben gerçekten şeytan mıyım?"

"A-Aşkın ben onu şakasına diyordum vallahi, sen meleksin. Şamlı da şeytan da değilsin. Hay Allah benim belamı versin. Amına koyayım ya." Pusat kendine saydırırken Ateş beni biraz daha kendisine bastırdı.

"Kendinde değil görmüyor musun?"

"Ne olmuş ki?" dedi Pusat incelen sesiyle.

"Bilmiyorum, öğreneceğim, halledeceğim." Nasıl göründüğümü bilmiyordum ama Ateş'in de konuşurken zorlandığını biliyordum.

Tekneye binip karşıya geçtiğimizde, evimize girdik. Ateş beni kucağında sıkıca tutarken, parmağındaki alyansı artık tenimin sıcaklığını almıştı.

Üst kata çıktığımızda beni yatağın üstüne bıraktı, ayağıma pansuman yapmak için hızla banyoya girip elinde çantayla döndüğünde onu durdurdum.

"Duş alacağım." Bana itiraz etmedi ama tek de bırakmadı.

Eli sırtıma gitti, elbisenin eteğini aşağı indirdi. Elbiseyi üstümden yavaşça çıkardı, iç çamaşırlarıma kadar çıkarıp beni küvete sokup hızla suyu ayarladı. Küvet dolarken eğildi, ayağımı parmakları arasına aldı. Ne ara eline aldığını görmediğim cımbızla, ayağıma batan şeyleri çıkartırken yavaş yavaş üflüyordu canım acımasın diye. Ama acıyacak canım kalmamıştı.

"Ben çok mu iğrencim Ateş?" dediğimde Ateş bugün bir kez daha dondu.

"Sen benim başıma gelen en güzel şeysin, ne iğrenci?"

"Benden iğreniyormuş." dediğimde durdu aniden, kafasını ağır ağır kaldırırken her şeyi anlamıştı.

Yutkundu, bakışları uzunca yüzümde gezindi. "Ben seni sadece iki kez böyle gördüm, biri bu gece, diğeri de bilekliği bulduğun gece. Acını görüyorum, duyuyorum, acını her tarafımda hissediyorum. Ve bir şey yapamıyorum, işte bu beni çıldırtıyor. Keşke geçmişine gidip o küçük kız çocuğunu her şeyin ortasından çekip alsam da sen bana böyle acılı bakmasan."

"Keşke ölseydim Ateş, keşke duyduklarım yerine ölseydim." Ateş gözlerini kırpıştırdı, bakışlarını kaçırdı nefes alması zorlaşırken.

"Deme öyle," derken ki çaresizliği, az önce ablamın karşısındaki çaresizliğime benziyordu.

"Göğsümü yarıp, kalbimi elime verseler daha az acırdı canım. Ben bitti sanmıştım, dünyadaki en büyük acıları tattım sandım, daha ne olacak ki dedim. Dahası varmış Ateş. Ben ona benziyormuşum." Ve ona benzediğimi ilk defa bu gece fark etmiştim. Öfkelendiğimde can yakıyordum, insanlara zarar vermekten zevk alıyordum, alkoliğin tekiydim, sigarasız nefes almıyordum.

"Ah bir kere ağlasan, akıtsan içindeki şu zehri, belki rahat bir nefes alacaksın." dedi yanağımı okşarken. Yüzümü yanağına yaslarken gözlerimi yummuştum, baş parmağı yanağımı hafif hafif okşuyordu. Akmayan yaşlarımı siliyor gibiydi.

"Sen en son ne zaman ağladın?" dediğimde okşayışı durdu. Gözlerini kaçırdı benden ama yine de konuşmaya devam etti.

"Çok olmadı," dediğinde yüzümü elinden ayırdım.

"Ben fark etmedim. Neden ağladın?"

"Çok sevdiğim biri acı çekiyordu."

"Ferda kaçırıldığı zaman mı?" dediğimde gözlerini sıkıca yumdu.

"Kendini neden hiçbir zaman sevgiye değer görmüyorsun sen?" dedi azarlarcasına. Eğilip alnıma bir öpücük bıraktı, su gömleğinin kollarını ıslatmıştı.

Yanağıma da sert ve uzun bir öpücük bıraktı, beni rahatlatmak ister gibi. "Öz sevgin yok ama özgüvenin var. Çünkü kendini hiç sevmemişsin ama kendini hep korumak zorunda kalmışsın." Kendi söyledikleri kendi canını sıkıyordu.

Beni yumuşacık hareketlerle yıkadı, arada tenimi rahatlatmak istermiş gibi okşayıp öpüyor ve sarmalıyordu. Dokunuşlarındaki yumuşaklık sevgiden de öteydi ve bu gece beni biraz da olsa kendime getirebilecek tek şeydi belki de.

Banyodan çıktığında saçlarımı kurutup üstümü giyindirdiğinde, bunu bana ne kadar çok yaptığını düşündüm. Her anımda yanımdaydı ve ne olursa olsun bana iyi gelmeye çalışıyordu. Ayaklarımdaki yaraları sargıya sardığında yatağın üstünde öylece oturuyordum.

"Uyuyalım mı?" dedi bir eliyle saçımı geriye doğru iterken.

Kafamı iki yana salladım. "Konuşmak ister misin?" dediğinde yine onu reddettim.

"Hep yaptığım şeyi yapmak istiyorum, canım acırken herkesi yanımdan uzaklaştırmak istiyorum. Kırıp dökmek istiyorum, iğrenç davranıp yine herkesin nefretini kazanmak istiyorum!"

"Peki neden duruyorsun?"

"Bilmiyorum, takatim kalmadı hiçbir şeye."

"Canın acıdığında daha çok acıttığını bilmiyor muyum sanıyorsun?"

"Evet, sorun da bu. Bunu hak etmiyorum, bana böyle sevgiyle bakıp tüm iğrençliklerimi çekmeni hak etmiyorum! Sen de herkesin yaptığını yapsana, siktir et beni. O zaman senin canını yakabilirim, seni kendimden uzak tutabilirim ama sen öyle davranıyorsun ki! Beni öyle seviyorsun ki bir halt yapamıyorum."

"Bir şeyleri kıracak halin varsa, istediğin şeyi kırabilirsin. Ve Aşkın sen ne kadar kötü davranırsan davran ben ne zaman sana kıyamadığımı anladım biliyor musun?" Biliyordum. "O gece canımı o kadar yakmıştın ki, seni sildiğime ikna etmiştim kendime. Sonra çıka geldin, aynı bu geceki gibiydin. Acılı, öfkeli, boşluğun ortasında ve en çok da yorgun... Seni sudan çıkardığımda korkudan öleceğim sandım, sana bir şey olursa nasıl nefes alacağımı düşündüm."

Nefesini verdi, her tarafı ıslanan takım elbisesini çıkarmak için kısa bir an yanımdan uzaklaştı. Kendimi yatağa bıraktım, gözlerim tavanda gezinirken gözlerimi yumdum. Ateş sanki o yokken ortadan kaybolacakmışım gibi aceleci şekilde yanıma geri dönmüştü.

"Hepsi geçecek." diye fısıldadı yanıma uzanan Ateş. "Mutlu olacaksın Aşkın." dediğinde dudaklarımda buruk bir gülüş oluştu.

"Ben mutlu olmak değil, güçlü olmak istiyorum."

"Sen zaten çok güçlüsün. İnsanları öldürüp, küfür edip asi davrandığın için güçlüsün demiyorum. Her şeye rağmen böyle sapasağlam duruyorsun ya, tüm geçmişine karşı, tüm adaletsizliklere karşı doğduğundan beri savaşıyorsun ya..."

"Ateş, iyi ki varsın." dediğimde eli elimi okşuyordu.

"Seninle varım ateş parçası, yanında olmama hep izin ver yoksa..." Devamını getirmedi, ben de sormadım.

"Ben onu orada koruduğumu sanıyordum. Tamam orasının iyi bir yer olmadığını biliyordum ama ne acılar çektiğini bilmiyordum. Şişlemişler, ölümden dönmüş, dayak yemiş... Ben hiçbirini anlamadım Ateş, bir de zekiyim diye geçiniyorum. Hücreye de atmışlar onu, güneşini çalmışlar." Ateş elimi sıkana kadar ellerimin titrediğinin farkında değildim.

"Hiçbirine değmezmişim, ona benziyormuşum ben." Ateş daha sıkı tuttu elimi.

Ateşpare yanıyordu, Ateş onu söndüremez anca harlardı ama Ateş, Ateşpare'yi söndürmek için bu gece sönmeye hazırdı.

🔥

Acıdan uyuyamadığım geceler çok olmuştu ama acıdan uyuduğum geceler çok olmamıştı. Uyku, kısa bir ölüm gibiydi.

Uyandığın ilk an bir şey düşünmezdin, ancak bir saniyeyi geçtikten sonra olanlar aklına gelmeye başlardı.

Keşke bugün hiç uyanmasaydım.

Ateş yatağın kenarında oturuyordu, üstünü giyinmişti. Parmağında nişan yüzüğümüz duruyordu. Sanki nişan dün değil de haftalar önce yaşanmış gibi hissediyordum.

"Günaydın," dedi yumuşacık sesiyle.

Derin bir nefes alarak yataktan doğruldum, boğazım o kadar kuruydu ki yutkunmakta zorlandım. Yatak başlığına sırtımı yaslayıp, ruhsuz gözlerimi ona diktiğimde o benim aksime tüm duygularıyla bakıyordu.

"Sabah sabah niye buradasın?"

"Burası bizim yatak odamız ya, burası bizim yatağımız ya, he bir de nişanlıydık biz." Sözleriyle parmağımdaki yüzükleri hatırladım. Alyansı hızla çıkardım, diğer yüzüğü de çıkaracaktım ama parmağımdan bir türlü çıkmıyordu. Ateş nefesini sabırla verirken, hiçbir şey söylemeden beni izliyordu.

"Bozuyorum nişanı, istemiyorum seni."

"Kendine daha fazla acı çektirmek için yapıyorsun Aşkın, yapma."

"Hayır! İstemiyorum seni, kimseyi istemiyorum ben. Yalnız kalmaya mahkumum ben! Beni tanıdığını, sevdiğini sanıyorsun ama beni hiç tanımıyorsun. Ben buyum! Ben V'yim! Ne olacak sanıyorsun? Evlenip çocuklu mutlu bir hayat kurabileceğimizi mi? Ben yaşamıyorum ki! Ben cinayet işlerken zevk alıyorum, bu kanlı ellerimle anne mi olacağım bir de?"

Ateş yüzüme derin derin bir şey bakarken, gözleri hafifçe irileşti. Bir şey fark etmişti ama bunu söylemedi.

"Cevap ver bana!" İfadesini toparladı, nefesini verdi ve beni sakinleştirmek isteyerek o sarı gözleriyle yüzümü inceledi.

"Sürekli öldürmekten zevk aldığını, cani bir katil olduğunu söylüyorsun. Belki de gerçekten zevk alıyorsun, bilemem ama bundan nefret ediyorsun. Bunun yüzünden kendinden tiksiniyorsun, kurtulmak istiyorsun ama yine tüm kapıları kendine kapatıyorsun."

"Seni de sevmiyorum zaten! Beni bu evin bodrumuna hapsettin, beni kullandın, tehdit edip durdun! Şimdi de aşığım diye geziniyorsun. Sevmiyorum ki seni de." Sakin sakin bana bakmaya devam etti.

Yataktan kalktım, karşısında dikildiğimde o da ayaklanmıştı. Göğsünden ittim, "Nefret ediyorum!" Sert itsem de yerinden kıpırdamamıştı, yumruk yaptığım iki elim göğsüne vururken de hareket etmiyordu.

"Nefret ediyorum!" Sayıklıyordum.

"Ona benzemekten nefret ediyorum." Tekrar sayıkladım.

Yumruğum tam sol göğsüne vurduğunda durdum, bıçakla yaraladığım yerin üstündeydi tam elim. Ateş bir eliyle saçlarımı okşarken, diğer eliyle belimden kendine çekti sıkıca. Başım göğsüne düşerken, o yavaşça okşuyordu saçlarımı. Bıraktığı öpücük başımı döndürürken biraz da olsa sakinleştiğimi hissediyordum.

"Hadi kahvaltıya inelim," dedi o yumuşacık ses tonuyla.

"Canım istemiyor."

İki eliyle elimi tuttu yavaşa. "Yüzüğü çıkarmana yardım edeyim," dedi benden ayrıldığında ama elimi elinden hızla çektim. Alyansı da geri takarken Ateş beni seyrediyordu sessizce.

"Kalsın, taktık bir kere." Sözlerimle tüm dişlerini göstererek güldü.

"Bana mafya babası diyorsun da, burnundan kıl aldırmıyorsun."

"Ben de seri katilim sonuçta." dedim ve yatağa geri yattım. İnce pikeyi boynuma kadar çektiğimde Ateş de yatağa geri oturdu.

"Ben de çok acıkmıştım." dedi beni süzerken.

"Git ye o zaman."

"Yok, sen yemezsen ben de yemiyorum." dedi küçük bir çocuk gibi omuz silkerek.

"Niye amına koyayım?" Sorumla sadece omuz silkti. Biraz daha küfür ederek pikeyi üstümden attığımda Ateş kenarda duran sabahlığımı uzattı. Halimi nasıl görmüştü bilmiyordum ama kıyafet giydirmeyi bile düşünmemişti. Geceliğin üstüne beyaz saten sabahlığı giyindirdi bana, öndeki bağcığını da dikkatle bağladı. Bağlarken beni yavaş ama sert hareketlerle kendisine doğru çekmişti.

Bedenim bedenine çarptı, eli yüzüme gitti, yavaşça okşadı. "Çok seviyorum seni."

"Yalancı." dedim oyunbozan küçük bir çocuk gibi.

"Allah belamı versin ki." dediğinde eğer birazcık halim olsa gülebilirdim.

"Çok mu seviyorsun?" dedim alttan alttan, irileşen gözlerimle ona bakarken.

"Çok seviyorum."

"Ne kadar çok?" dedim elini göğsüne koyarken.

"Canın acıdığında dönüştüğün çocuğu alıp göğsüme saklamak isteyecek kadar."

"Hiç alakası yok."

"Tabii canım ben de mafya babasıyım zaten." dediğinde bu sefer yarım da olsa bir gülüş oluşmuştu dudağımda.

"Mafya babasısın zaten."

"Çok istiyorsan olurum."

"Hani beni çok seviyorsun ya, istediğim her şeyi yapar mısın?" dediğimde kaşlarını havaya kaldırdı.

"Aşığım Aşkın, deli değil. Senin gibi kurnaza kendimi bırakır mıyım?" derken beni eğlendirmeye çalışıyordu.

"Aşk da delilik zaten, değil mi? Hiçbir mantıklı tarafı yok." Sözlerimle dudaklarıma uzun ve yumuşacık bir öpücük bıraktı. Bana bir kez daha sarıldı ve elimden tutarak odadan çıkardı.

"Bu kadar romantik şeyleri hiç sevmem! Seni de sevmiyorum zaten, boşu boşuna nişanlanmışım." dedim elini bırakmaya çalışarak ama o elimi daha çok sıkarak bunu engelledi.

"He Aşkın,"

"Çok ciddiyim, bu kadar romantik olman midemi bulandırıyor."

"Belki de karnında kelebekler uçuşuyordur," dedi yandan bir bakışla göz kırparak.

"Hiç de bile, eskiden böyle değildin. Şimdi pamuk şeker gibi bir adamsın bana." dedim yüzümü buruşturarak.

"Çünkü o zaman nişanlım değildin, ayrıca düşmandık." dedi duraklayarak.

"Şimdi değil miyiz?" dediğimde bana döndü,

"Birbirlerini delicesine seven iki insan düşman olur mu hiç?" dedi sarı gözleriyle gözlerimin içine dikkatlice bakarak.

"İşte o zaman kıyamet olur," dedim ben de kısık sesimle.

Aşağıdan gelen sesler ikimizin konuşmasını böldüğünde elimi bırakmadan yola devam etti, merdivenleri inmeye başlamıştık. "Kim var evde? Kimsenin yüzünü görmek istemiyorum ben. Herkesin Allah belasını versin!" Ateş güldü sözlerimle.

"İnsan sevgin gözlerimi yaşartıyor bebeğim."

"Ben insanları öldürüyorum bebeğim." Bana laf yetiştiremeyeceğini anladığında pes etti.

Aşağı indiğimizde, evde tahammül edebileceğimden çok daha fazla insan olduğunu gördüm. "Ateş, gönder herkesi."

"Pusat senin dün kötü olduğunu görünce herkesi eve doldurmuş, sadece Bahar'la o olacak sanıyordum." dedi Ateş de gergince Pusat'a bakarken.

Kocaman bir kahvaltı masası kurulmuştu bahçeye; Tarık, Ferda, Baybora, Bahar, Pusat ve hatta Arhan... Hepsi buradaydı.

Ateş elimi bırakmadı, bahçeye çıktığımızda bizi fark etmişlerdi. "Ne yapıyorsunuz hepiniz burada?" Ateş'in sert ve asla misafirperver olmayan sorusuyla birbirlerine baktılar.

"Ay abi ev misafir kaynıyor, tahammül seviyemin çok fazla üstünde akraba var evde. O değil hiçbirinin de gidesi yok, onlar gidene kadar buralardayım ben." dedi Ferda hemen.

"Ben de Aşkın'ı merak ettim, Aylin kötüydü gece bayağı." dedi Tarık sıkıntıyla. Biliyordu ya da anlamıştı, yüzüme böyle bakmasının başka nedeni olamazdı.

Ateş bana uzunca baktı, ardından onlara döndü. "Çıkın, biz yalnız kahvaltı yapacağız."

"Gerek yok," dedim kısık çıkan sesimle, elini sıkarak. Masada kalan boş yerlere yan yana oturduğumuzda Baybora'yla bakışlarım kesişti. O biliyordu, ablamla konuşmuştu.

"Yeni nişanlı çiftimiz baş başa mı kalmak istiyor?" dedi Arhan keyifle.

"Boş boş konuşma." dedi Tarık sertçe. Bunu Ferda'yı kıskandığı için değil, benim için gerçekten üzüldüğü için yapmıştı.

"Sana mı soracağım nasıl konuşacağımı?" dedi Arhan da gerilerek.

"Yeter!" Ateş'in sert sesiyle sessizleştiler.

Bahar'a baktım, o da benim halimi fark etmişti ve eliyle oynuyordu. "Sen eve gittin mi?" dediğimde kafasını iki yana salladı.

"Yok gece burada kalmıştım." dedi Bahar kısık sesiyle. Üstünde Pusat'ın olduğu belli olan kocaman bir tişört vardı, tişörtü içine bükse de yine de neredeyse bir elbise gibi duruyordu, altında da tayt vardı.

"Sabah Bahar'la tek gelecektim kahvaltıya, sonra bir baktım hepsi peşimize takılmış." dedi Pusat hoşnutsuz şekilde. Onun da gözeri üstümde endişeyle geziniyordu.

Ateş tabağıma bir şeyler dolduruyordu, Tarık'a bakarak içeriyi işaret ettiğimde hemen kalktı. Ben de kalktığımda Ateş sabırla nefesini verdi. Hiç kimseye bir şey söylemeden içeri geçtik, camı kapattım sesimizi duymasınlar diye.

"O, o..." Konuşamadım.

"Öğrendi değil mi?" dedi Tarık dolan gözlerini kaçırmadan. Başımı olumluca salladım. "Nasıl?"

"Kaptan, o yaptı." Sözlerimle gözleri irileşti.

"Nasıl ya? Kaptan yapmaz öyle bir şey! Neden böyle bir şey yapsın ki?" derken o benden daha çok ihanete uğramış gibi hissediyordu.

Omuz silktim, "Ablam sana bir şey dedi mi?"

"Bilip bilmediğimi sordu, evde başka kimsenin bilmediğini söyledim. Kaptan'la tartıştı bir ara, Kaptan'ın yakasına yapıştı. 'Benim kardeşime nasıl kıydın?' diye ortalığı yıktı. Naz'la Deniz yoktu şansımıza. Ortalığı ayağa kaldırdı, ardından her şeyini toplayıp çıktı gitti."

"Ne? Nereye gitti?"

"Baybora'nın yanına gitti, hiç bırakır mıyım onu o halde! Onun arabasına bindiğini gördüğümde gitmedim peşinden." Bakışlarım camın arka tarafında oturan Baybora'ya kaydı. O da bize bakıyordu.

"Benden nefret ediyor,"

"Öfkeli, aldatılmış hissediyor ama geçecek. Sana olan sevgisi her şeyin üstünde. Ben sadece İhtiyar'ın nasıl böyle bir şey yaptığını düşünüyorum." Tarık konuşmasını bitirdiğinde, kollarını bana doladı ve sıkıca sarıldı. Neden herkes sarılıp duruyor bilmiyordum ama iyi görünmediğimi tahmin edebiliyordum.

Baybora da içeri girdi, arkasından camı kapattı, Tarık'tan uzaklaştım.

"Ablamı nereye götürdün?"

"Üzülmeyeceği, canının yanmayacağı, kandırılmayacağı bir yere götürdüm." dedi Baybora, ellerini ceplerine sokarak sakince.

"Senin belanı sikerim Baybora."

"Ablan güvende." dedi sadece, sakince.

"Bana yerini söyle."

"Söylemeyeceğim, senden hem korkuyor hem de," İğreniyor diyecekti ki devam etmedi.

"Düzgün konuş!" dedi Tarık sertçe.

"Benden nefret ediyor, çünkü onu kandırdım. Tıpkı senin de şu an yaptığın gibi, öyle değil mi Baybora? Ablam senin gerçeklerini öğrense kim bilir neler hisseder?" dediğimde Baybora'nın ifadesi sertleşti.

Bu sırada dışarıda durmaya dayanamayan Ateş de içeri girdi, arkasından cam kapıyı kapattı.

"Bir tekme de benden yerse kendine gelemez, bunu ablana yapamazsın." dedi Baybora kendinden emin durmaya çalışarak.

"Öyle güzel yaparım ki, hele de sen gelip burada bana insanlık dersi verirsen." 'İnsanlık' derken alayla gülmüştüm. "Madem gerçekleri ortaya döküyoruz, her şeyi öğrensin! Artık hiçbir şekilde kandırılmasın. Şimdi bana onun yerini söyle!"

"Söylemeyeceğim." dedi Baybora dişleri arasından. "Onu biraz daha mahvedemeyeceksin,"

"Abi," dedi Ateş uyarır tonda.

"Kör olmuşsun, bu karşındaki kadın ablasını ne hale getirdi biliyor musun? Onun için hapis yatan ablasını! Canından çok sevdiği ablasına bunu yapan, sana neler yapmaz."

"Sözlerine dikkat et! Nişanlım hakkında düzgün konuşacaksın!" dedi Ateş işaret parmağını tehditkâr şekilde havaya kaldırarak. Baybora güldü.

"Yoksa ne yaparsın? Gerçi doğru, ailen yerine bir caniyi seçecek kadar başını döndürmüş aşk. Uyandığında umarım her şey için geç olmaz."

"Özür dile, ondan hemen özür dile." dedi Ateş kararan sesiyle. Baybora özür dilemedi ama daha fazla durmaya da dayanamadı. Kafasını 'Çok yazık' dermiş gibi sallayıp evi terk etti.

"Ortalık düşündüğümden de çok karışmış." dedi Tarık sıkıntıyla. "Rengin gitmiş senin," Tekrar bahçeye çıkıp yemek masasına oturduğumuzda herkes sessizdi, sesleri duymasalar da hareketlerimizden hararetli bir tartışma yaşadığımızı hepsi anlamıştı.

Hiçbir şey yiyesim yoktu.

Takatim kalmayana kadar cinayet işlemek, sonra da kan kusmak istiyordum, o kanlarda boğulmak istiyordum. Ateş tam sevdiğim gibi sıcacık filtre kahveyi bardağıma doldururken bir şeyler söylemişti ama pek dinlemiyordum.

Ferda gerginliği dağıtmak için Bahar'a bir şeyler sorarken önüme koyulan kaymak ve balla başımı kaldırdım. Pusat koymuştu, göz kırptı.

Ona gülümsemek istedim ama buna da takatim yoktu.

"Harika bir nişandı, tüm sosyete, magazin dün gecenin mükemmelliğini konuşuyor." dedi Ferda beni neşelendirmeye çalışarak. "Tabii nişan Çırağan'da yapıldığı için herkes düğünün nerede olacağını merak ediyor. He bir de bayağı bir dedikodu çıkmış dün gece. Özellikle Didem'in ve Leyla'nın gelmesi çok konuşulmuş bence,"

"Ferda," dedi Ateş uyarır tonda.

"Ne oldu bilmiyorum ama kafasını dağıtmak istedim biraz." dedi Ferda gittikçe kısılan sesiyle.

Kahvaltı boyunca ne yediğimi ya da etrafımdakilerin ne konuştuğunu bilmiyordum.

Kahvaltının ardından Tarık, "Türk kahvesi ister misin?" dediğinde kafamı iki yana salladım. Ateş konuşmuyordu ama o kadar gergindi ki tüm üzüntüsünü hissediyordum.

"Ben şirkete uğrayacağım, gelmek ister misin?" dedi Ferda yerinden kalkarken Arhan'a.

"Olur, gelirim." dedi Arhan da hemen ayaklanırken.

Ferda ve Tarık arasında uzun bir bakışma geçti ama Tarık pek takmayarak kafasını geri bana çevirdi.

Ferda gitmeden önce yanıma yakınlaştı, kulağıma eğildiğinde fısıldıyordu. "Ne oldu bilmiyorum ama senin gibi güçlü birini ne bu kadar sarstıysa eminim çok ağırdır. Abim yanında, biz yanındayız." dedi ve uzaklaştı.

Ateş kardeşinin arkasından bir süre baktı, ardından eli sırtıma gitti.

"Aşkın, seni ilk defa böyle görüyorum." dedi Bahar, gözlerini sürekli kaçırıyordu. Halim nasıldı bilmiyordum ama herkesi şoka soktuğu kesindi, Bahar ağlamamaya çalışıyordu. "Şimdi diyeceksin ki sen önceden görmüyordun. Hissediyordum ve seni daha önce hiç bu kadar sarsılmış hissetmemiştim." Mavi güzelim gözleri gözlerimde gezindi. "Seni çok seviyorum, sen benim meleğimsin. Sen olmasaydın,"

"Değilim Bahar, melek falan değilim ben. Sana iyi davranmam iyi olduğumu göstermez."

"Tanıyorum ben seni, senle büyüdüm ben. Yüreğinin içini biliyorum." Beni tanısa, yüreğimin içini gerçekten bilse ablamdan sonra gidecek ilk kişi de o olurdu.

Kimseyle konuşacak takatim yoktu.

"Eğer sen olmasaydın, Bahar yaşamıyor olurdu. Sen olmasaydın Aşkın, eminim dünya daha kötü bir yer olurdu." dedi Tarık.

"Yani sen olmasaydın, kim benim arkadaşımı benden çalacaktı. Kimin kuması, kimin Shrek'i olacaktım ben?" dedi Pusat, azıcık halim olsa kahkahalarla gülebilirdim.

Ateş hiçbir şey söylemedi ama şakaklarıma öyle bir öpücük bıraktı ki, bin söze bedeldi.

Hepsini tek tek incelerken, ne kadar yorgun olsam da onların gözlerindeki ışıltının tüm yorgunluğuma bir dayanak olduğunu hissettim.

Halsizlik tüm vücudumu uyuşturduğunda hiç konuşmadan kalktım masadan. İçeri girip üst kata çıktığımda Ateş de hemen peşimden geliyordu.

"Kendimdeyim, sürekli peşimden gelmen gerekmiyor." dedim ona dönüp bakmadan. "İşin gücün vardır, sürekli benimle ilgilenmen gerekmiyor." derken merdivenleri bitirmiş ve odamıza yönelmişti.

"İşim de gücüm de sensin, ayrıca nişanlımla vakit geçirmek istemem suç mu?" 'Nişanlım' derken yüzük olan elini havaya kaldırmıştı.

Üstümdeki sabahlığı çıkartıp kendimi yine yatağa attığımda Ateş başıma dikildi. Saçlarımı okşadı yine, eğilip öptü yine...

"Neden herkes üç gün ömrüm kalmış gibi davranıyor?"

"Üç gün değil de üç dakikan kalmış gibi göründüğün için olabilir. Hepsi seni öyle güçlü görmeye alışmış ki, bir insan olduğunu, yorulabileceğini unutmuşlar."

"Sen unutmadın mı?" dediğimde cıkladı.

"Ben öyle bir anladım ki bir daha unutma imkânım yok." Vurulduğum gün...

Gerçi çok vurulduğum gün vardı.

"Tüm gücüm gitti sanki, tüm gücüm ablamdı."

"Seni affedecek."

"Affetmeyecek, ben kendimi hiç affetmedim o nasıl affetsin? Yüzüme tükürse yeridir. Gidip beni polise şikâyet etse, yine dinmez acım. Bir silah alıp öldürse bile dinmez."

"Eğer sen onun yerinde olsan affeder miydin?"

"Affetmezdim. Keşke onun yerinde olsaydım da göğsümün ortasındaki bu azabı yaşamasaydım." Ölüm döşeğinde bir hasta gibi yavaş yavaş konuşuyordum.

Ateş daha fazla dayanamıyormuş gibi zorlukla nefesini verdi, başını havaya kaldırdı tavanı izledi bir süre. Biraz öyle kalarak kendini toparlamaya çalıştı.

Arkama geçti, yatağa uzandı ve sıkıca sarmaladı vücudumu. Sırtım yumuşak göğsüne yaslanırken, kolunu da başımın altına koymuştu.

Sanki tüm gece uyumamış gibi yine yorgunca uyudum onun göğsünde.

🔥

Uyandığımda Ateş yine yataktaydı, hatta pozisyonumuz bile değişmemişti. Kolları arasından çıktım, o uyumuyordu. Kolunun feci şekilde uyuştuğunu tahmin edebiliyordum ama yine de ifadesini bozmadı.

"Saat kaç?"

"Akşama geliyor," dedi. Tam saati o da bilmiyordu.

"Baybora'yı arasana," dediğimde doğruldu o da yataktan. "Ablamın yerini öğrensene Ateş,"

"Hayır, olmaz."

"Neden?" derken başım omzuma doğru düşmüştü.

"Neden öğreneceğim Aşkın? Gidip de daha çok acı çek diye mi? Kendini böyle manyakça cezalandır diye mi?"

"İyi! Ben sanki öğrenemez miyim? O siktiğimin V'siyim ben, her haltı yapıyorum onu da yaparım." dedim tamamen yataktan çıkıp, kendimi giysi odasına atarken.

"Uyurken geliyorlar sana!" dedi Ateş de peşimden gelirken.

"He geliyorlar!" Elime ilk gelen günlük kıyafetleri çıkardım. Hızla soyunup onları giyinirken Ateş de söyleniyordu.

"Aşkın, birlikte aşağı inelim, bahçede oturup dinlenelim biraz. Daha kötü yapacaksın her şeyi." İstediğim de oydu zaten.

"Daha ne kadar kötü olacak ki?" dedim ellerimi iki yana doğru açarak.

"O kadar kendinde değilsin ki, çılgınca bir şey yapmandan endişeleniyorum."

"Sorun yok, kendimi öldürmek gibi bir mükafat vermem kendime. Biliyorsun, acı çekmem gerek."

"Ben de geleyim,"

"Hayır Ateş." Soyunup, tayt ve tişört giyinirken beni zorlamadı.

"Dün de bırakmadın, eğer dün gece orada olsaydım Aylin'in geldiğini fark ederdim. Onu durdururdum!"

"Bu neyi değiştirirdi ki? Her türlü ona benziyorum işte." dedim ve ona arkamı döndüm.

"Neden Kaptan'ı öldürmüyorsun? Seni nasıl eğitti de, bu durumda bile onu öldürmüyorsun?"

"Çünkü ölmek onun için de mükafat." Tekrar Ateş'e döndüm, birkaç adımda yanına ulaştım. "Kendimdeyim, endişelenme, kötü bir şey yapmayacağım. Rıhtıma gideceğim sadece, bir şey yok."

"Bari birilerini göndereyim."

"Tarık gelsin sadece."

"Tamam ben de gelirim ama çok geçmeden." dediğinde onu daha fazla endişelendirmemek için karşı çıkmadım. Dudaklarına uzun bir öpücük bıraktım.

Bu sırada Ateş'in telefonu çaldı, Ayberk arıyordu. Aramayı hızla yanıtladı, Ayberk ona ne anlatıyorsa pek hayırlı olmadığı belliydi.

"Tamam, geliyorum." dedi ve kapattı telefonu.

"Ne oldu?"

"Cebonayan işleri, her zamanki şeyler." dedi geçiştirircesine. "Birlikte çıkalım." dedi o da üstünü değiştirmeye başlarken.

"Kötü bir şey yok, değil mi?"

"Cebonayan'la ilgili hiçbir zaman iyi bir şey olmaz ki ama dediğim gibi öyle baş edemeyeceğim bir şey yok. Ama seninle olmamı kabul edersen işlerimi sonra da hallederim." dedi hala şansını deneyerek.

"Gerek yok," dedim ve odadan çıktım. Aşağı indiğimde Tarık, Pusat ve Bahar sessizce salonda oturuyorlardı.

"Tarık," dediğimde hızla yerinden kalktı. Pusat da gözlerimin içine bakıyordu bir şey ister miyim diye ama onlara bir şey söylemedim.

Tarık, 'Nereye?' bile demeden peşime takıldı.

Birlikte dışarı çıktığımızda dışarıda iki tekne birkaç tane de jet ski duruyordu. Küçük tekneleri kullanabiliyordum ama jet skiye geçtim.

"Aşkın, buna mı bineceğim ben?" dedi Tarık dehşet içinde.

"Arkama atla."

"Tekneyle geçelim işte insan gibi." dedi jet skiye hayalet görmüş gibi bakarken.

"Sen bilirsin," diyerek motoru çalıştırdığımda söylenerek arkama bindi. Kollarını belime sıkıca sardı, motoru hareket ettirdiğim an bağırmaya başladı.

"Ben çok gencim! Hayatımın baharındayım!" Ağlamaklı bağırışları beni elbette yavaşlatmadı.

Kara tarafına geçene kadar bana sıkı sıkı sarılıp, hızlandığımda çığlık atmaya devam etmişti. Sonunda karaya ulaştığımızda Jet Ski'den inerken dizleri titriyordu.

"Ebemi siktin, nereye yetişiyoruz?" Cevapsız bırakıp, otoparka yürüdüğümde Tarık da peşimde söylenerek geliyordu.

Tam otoparkın kapısına geleceğimde Selma Alanguva ve yanında bir kadını daha gördüm. Yanındaki kadın, Ateş'in halasıydı.

"Aşkın, hiç yanımıza uğramadın. Bir tanışamadık bile." dedi Ateş'in halası. Orta yaşlı ama tüm Alanguvalar gibi güzel bir kadındı. Boyalı sarı saçları, yeşil gözleriyle beni inceliyordu.

"Nişan heyecanı işte," dedim ters cevap vermemeye çalışarak. Bunu yapmamın tek nedeni de Ateş'ti. Ailesine karşı muhtaç duruma düşsün istemiyordum.

"İyi görünmüyorsun." dedi Selma Alanguva, sımsıkı yaptığı topuzu ve her zamanki asil giyinişiyle beni süzerken.

"Rüya gibi bir nişan geçirdiğim için hala kendime gelemiyorum." dedim zoraki bir gülüşle. "Özellikle Kaptan, o kadar mutlu ve üzgündü ki tüm gece beni de üzdü." dedim imayla Selma Alanguva'ya bakarken. 'Kaptan' kelimesini duyduğu an yüz ifadesi değişti.

"Cüneyt evlatlarına çok değer verir." dedi Selma.

"Öyle, çok şaşırdım açıkçası tanışıyor olmanıza. He bir de dün gece gözden uzaklaşıp konuşmanıza da şaşırdım." dediğimde Selma'nın ifadesi biraz daha değişti.

"Cüneyt kim anne?" dedi Ateş'in halası merakla.

"Eski bir tanıdık sadece." dedi Selma Alanguva fazla detay vermeyerek.

"Sonra uzun konuşuruz," dedim daha fazla burada dikilmek istemeyerek.

"Merhaba, bir kızınız var mı acaba? Ama sizin kadar güzel bir Alanguva'ysa tabii." dedi Tarık hemen kadına elini uzatarak. Kadın gülerek Tarık'la el sıkıştı. Onların uzun uzun tanışmasına vakit tanımadan otoparkın içine girdim.

Ateş'in spor arabalarından birinin anahtarını aldım, Tarık da yan koltuğa oturduğunda söyleniyordu. "Kendime zengin seksi bir Alanguva bulmuştum en sonunda."

"Ferda?"

"Onu saymıyorum, onunla aramızda bir şey yoktu zaten. Arkadaşız artık."

"Köpek gibi seviyorsun."

"Olsun, ben çabuk severim." dedi yanağımdan makas alarak. Eline sertçe vurdum. Araziden çıktığımızda aniden hızlandığımda Tarık küfür ederek kemerini taktı.

"Bak canım, sen üzgün olabilirsin ama ben yaşamayı seviyorum." dedi, dehşet içindeki sesiyle. Biraz daha hızlandım. "Nereye gidiyoruz bari onu söyle?" Sorusunu yine yanıtsız bıraktım. Tarık gözlerini kapatarak, bildiği tüm duaları içinden okumaya başladığını sanıyordu ama bir mikrofon alıp bağırmadığı eksikti.

O kadar hızlı sürmüştüm ki çok sürmeden yol bitmişti, bir uçurum kenarıydı burası. Tarık zihnine dolan anılarla sertçe yutkundu ama ben arabadan inince o da hızla peşimden indi.

"Hatırlıyor musun Tarık?" dedim arabanın önüne geçip, uçurumu seyrederken.

"Evet," dedi o da yanıma gelirken.

"Bu uçurumun kenarında ölmek üzereydim, V olmadan önceki son testimdi." O uçurumdan vücudumun sarktığını, yaralı ellerimle bir taş parçasına zorlukla tutunduğumu hatırlıyordum.

Keşke o gün başarısız olsaydım.

"Neden buradayız?" dedi o da hatırladığı anılardan pek mutlu olmazken. Eğer o gün son anda yetişmeseydi ben bu uçurumdan düşüp parçalara ayrılacaktım. Tarık elimi tutmuş, beni kurtarmıştı sonra da bana sarılıp dakikalarca hıçkırarak ağlamıştı.

"Hani diyorsun ya, Kaptan böyle bir şey yapmaz. O Kaptan bana neler yaptı ve sen de gördün. İşin tuhaf tarafı ben de gördüm ama hep ona inandım. Sikeyim Tarık, beni öyle bir eğitmiş ki bu yaptığı şeyde bile onu haklı bulduğum yanlar var. Beni öyle farklı bir şeye dönüştürmüş ki, hiçbir şeyin farkına varmamışım." Arabanın önünden birkaç adım atarak ayrıldım, sırtımı uçuruma dönerek Tarık'la yüz yüze geldim.

"Aşkın, dışarıda aç kurtlar sendelemeni beklerken sen düşemezsin. Güçlü olmalısın."

"Güçlü ol! O kadar güçlü ol ki karşına çıkan herkesi öldür, o kadar güçlü ol ki acıdan ölsen bile belli etme! O kadar güçlü ol ki hislerini belli etme. Çok sıkıldım Tarık, çok yoruldum."

Tarık geriye doğru adımlar attığımı fark ettiğinde hızla bana doğru yürüdü.

Soğuk bir gülüş oluştu dudaklarımda, "Merak etme, öyle kolay ölmem ben. Kötüler ölmez Tarık." En azından kolay...

"Kes şunu!" dedi dehşet içinde. "Canının ne kadar yandığını tahmin bile edemiyorum ama yalvarırım, bunu kendine yapma."

"Ablam beni ihbar edecek." dediğimde Tarık yok artık der gibi kafasını salladı.

"Saçmalama, çok sinirli olabilir ama asla öyle bir şey yapmaz. Seni seviyor."

"Artık değil, artık sevmiyor. Ben hep ablam için dayandım ama dün gece benim tüm dayanağım yıkıldı."

"Yolun sonuna geldiğini düşünüyorsun. Olmaz Aşkın, daha başlamadın bile. Teslim olamazsın." Bana yakınlaştı, elleri omuzlarıma koydu. "Lütfen, biliyorum bu hayatta ilk önceliğin hep ablan oldu ama biz de varız. Ben seninle büyüdüm, Bahar sensiz ne yapar? Naz soğuk diye seni canı kadar sevmediğini mi sanıyorsun? Deniz,"

"Onlar benim kim olduğumu bilmiyorlar."

"Umurumda değil Aşkın, bizi bırakamazsın. Biter mi sanıyorsun? Ömrünün sonuna kadar hapiste kalınca biter mi acın? Hadi ama, sen canın istiyor diye V olmadın, sen bir çağ açmak için V oldun ve bunu başarmak üzeresin. Ateş de var," durakladı. "Bir imkansız gerçekleşti Aşkın! Sen ilk defa âşık oldun ve o Alanguva da seni canından çok seviyor. Her şeyi geçtim, onu bırakabilecek misin?"

Bir kez daha attım ayağımı arkaya ve boşluğa düştüm. Tarık telaşla beni kucaklayıp kendine çekti, "Lütfen Aşkın," diye sayıklıyordu, bana sıkıca sarılırken.

Beni arabanın yanına doğru çekerken, bedeni bu sefer kaybetme korkusundan titriyordu aynı o gün de olduğu gibi.

"Merak etme, gidersem de tek olmam." dedim sadece, Tarık daha sıkı sarıldı.

Ben Aşkın Erizgi'ydim, ben V'ydim, belki de gerçekten babamın kızıydım ama asla kaybeden değildim.

Dönüşte Tarık daha fazla fenalık geçirmesin diye, o sürücü koltuğuna geçmişti. Rıhtıma sürerken beni pek oraya götüresi yoktu.

"Dün, ablam ortalığı ayağa kaldırırken Naz ve Deniz evde yoktu dedin. Deniz sarhoştu, o halde neredelerdi?" Tarık sorumla omuz silkti.

"Hiç bilmiyorum." Durakladı bir an, "Cidden, şu an ben de merak ettim. Bugün de hiç konuşmadım onlarla."

Bu sırada çalan telefonuma baktım, Ateş arıyordu. Aramasını yanıtladım. "Bebeğim, neredesin?" Artık onun sevgi dolu sözcüklerine alışmıştım.

"Tarık'la İstanbul turu atıyorduk, şimdi de rıhtıma geçiyoruz. Sen işlerini hallettin mi?"

"Sayılır, ben de oraya gelirim o zaman."

"Tamam," diyerek telefonu kapattığımda sinirlendiğini tahmin edebiliyordum.

Araba rıhtımda durduğunda, Tarık uzun uzun bana bakarken arabadan indim. Kulübeye geçtim, alt kata indiğimde etrafı inceliyordum. Buraya benim dışımda biri girmişti, dün ablamla Kaptan buradaydı ama sanki farklı biri de gelmiş gibiydi.

Hızla sistemi kontrol ettim ama bir açık yoktu, kamera görüntüleri boştu. Ya da karşımdaki kişi benim izimden gidiyordu.

Bir sigara yakıp, bir viski şişesi açtım kendime. Açık bilgisayarda duran dosyalara baktım, bir sürü vaka vardı. Bir ton öldürülecek kötü vardı. Bacaklarımı masaya uzatırken, dosyalardan birine tıkladım.

İşkenceyle öldürülen bir kadın, serbest gezen katili...

Bunu Kaptan'ın yaptığını biliyordum, bana sahalarda kalmam için motivasyon oluşturmaya çalışıyordu.

Bacaklarımı geri indirdim, deri koltuğumu bilgisayara yakınlaştırdım. Bilgisayarın mavi ekranı gözlerime vururken, kaşınan gözlerimi elimin tersiyle ovuşturdum. Bir dikişte viskinin neredeyse yarısını içtikten hemen sonra sistemime yoğun bir giriş yaptım.

Her ince ayrıntıyı inceledim, her şey normal gözüküyordu ama bir şeyler olduğunu hissediyordum. Sistemdeki korunmayı tekrar ve tekrar gözden geçirirken, en ufak bir noktayı bile kaçırmamaya çalışıyordum.

Ve buldum.

Sistemde normalde belli olması neredeyse imkânsız olan bir dalgalanma vardı. Saat sabaha karşı iki ve üç arasında. Biz çıktıktan sonra yaşanmıştı. Biri sistemimin üstüne geçecek bir saldırı düzenlemişti ve bu kişinin kim olduğunu tahmin etmek çok da zor değildi. Gerçi zordu, her taraf düşman kaynıyordu. Nefesimi verdim, kendimi dik durmaya zorladım.

Ne işler çeviriyorsun Kaptan?

Ayağa kalktım, hızla dosyaları yazıcıdan çıkarttım. Boş panomu hızlı hızlı doldururken kırmızı iplerle doldururken, panoda koca bir soru işareti vardı. O da ünlü seri katilimizdi.

Pes etmeyecektim.

Tüm bu sikik sırları çözene kadar, tüm panoyu aydınlatana kadar durmayacaktım. Kaptan'ın bu seri katille ne bağlantısı olduğunu bulacaktım.

Kısık gözlerimle panonun karşısında dururken, panoda duran sarı gözlere takıldı gözlerim. Ateş bu işin neresindeydi bilmiyordum ama bildiğim bir şey vardı. Beni o kadar seviyordu ki, tüm bu kıyamet bittiğinde eğer yaşarsam sebebi o olacaktı.

Panodan bakışlarımı ayırdığımda, dün ablamın durduğu köşeye gözlerim gitti. Sözleri kulaklarımda çınlarken, yine keskin bir acı tüm vücudumu sarmıştı. Acıdan çöken omuzlarımı dikleştirdim, derin bir nefes aldım. Ben adaletsizliklere susmazdım, susmayacaktım da. Gerçi adaletsizlik bu işin neresindeydi bilmiyordum ama tek bir şey istiyordum. Ablama her şeyi anlatacaktım, beni dinlemek zorunda bırakacak ve neden bir canavara dönüştüğümü anlatacaktım.

Sonrası yine ona kalmıştı ama uğruna yaşadığım ablamı kaybedemezdim, kaybedersem... Ben olmazdım, ablam giderse geriye sadece V kalırdı.

Ve kimse bilmese de, asıl canavar oydu. Üstelik onun merhameti de yoktu.

Önce ablamı bulacaktım, sonra Kaptan'ı konuşturacaktım ve Kaptan artık sorulardan kaçamayacaktı. Cevap alana kadar onu bırakmayacaktım.

Üst kata çıkıp kulübeden ayrıldım. Rıhtıma doğru yürürken Naz'ı gördüm, iyi görünmüyordu. Beni gördüğünde nefesini verdi ve hızla koştu. Üstünde siyah spor takımıyla koşarken zorlanmıyordu.

"Aşkın!" Sadece saniyeler içinde yanıma varırken nefes nefese kalmıştı. Ayın ışığı tenine çarparken, yüzü her zamanki soğukluğunda değildi. Yanakları al al olmuştu, gözleri endişeyle açılmıştı.

"Ne oluyor?"

"Hemen kaçmalısın!" dedi ağlamaklı sesiyle.

"Sorun ne?" dedim, kendine gelmesi için sesimi yükselterek.

"Ablan, V olduğunu Deniz'e söyledi. Kriz geçirirken ağzından kaçırdı. Deniz inanmıyor ama kulübeyi de öğrendi. Geliyor Aşkın, lütfen kaç."

"Sen," dedim aptallaşarak. "Sen, biliyor muydun?"

"Elbette biliyordum." dedi başını omzuna doğru yaslarken. "Biz birlikte büyüdük Aşkın, neden büyük bir V fanıyım sanıyorsun?" dedi ağlamaklı yüzündeki yorgun gülüşle.

Nasıl anlamamıştım?

"Lütfen hemen git, hatta ülkeyi terk et."

"Kaçmak istemiyorum." dediğimde etrafına bakındı ne yapacağını şaşırmış gibi.

"Zorundasın!"

"Yolun sonu belki de,"

"Hayır! Sen V'sin! Sen tüm adaletsizliklere baş kaldırısın! Böyle kolay mı pes edeceksin? Sen kimsin biliyor musun Aşkın? Çaresizlikten pes eden kadınların sesisin, sen o kadınların içine V'yi yerleştiren kahramansın. Kimseyi yarı yolda bırakamazsın."

Tam onu da alıp gidecektim ki Deniz'in arabası hızla rıhtıma giriş yaptı. Önümüzde durduğunda, arabadan hızla indi.

"Ne yapıyorsunuz burada?" dedi ilk önce hiçbir şey yokmuş gibi davranarak. Ancak bakışları üstümüzde gezinirken şüphesini gizleyemiyordu.

"Eve geçecektim, kız gecesi yapacağız Naz'ı da almak istedim." dediğimde başını ağır ağır salladı. Bize doğru yürüyordu, arkamız denizdi.

"Ablan, ablan kafayı yemiş vaziyette. Kriz geçirdi ve bu sırada bağırarak bir şeyler söyledi. Sonra da söylediklerini düşündüm, ilk önce çok komik ve imkansız geldi. Sonra parçaları birleştirmeye başladım." Yüzünde tepetaklak bir ifade vardı. "Yolun sonuna geldin." Belinden çıkardığı silahı tam bana doğrulttu.

Naz çığlık atıp kendi ağzını örterken şok içindeydi. "Deniz! Biz aileyiz, nasıl bunu yapabilirsin?"

"Ben görevimi yapıyorum, ayrıca aile olsaydık Aşkın'ın kim olduğunu bilirdik. Oynattı hepimizi, dalga geçti bizimle."

"İndir o silahını!" Bağırışımla daha da sinirlendi.

"Dizlerinin üstüne çök, ellerini havaya kaldır." dedi ama ben hafifçe geriye kaydım. İskeleden denize atlarsam beni yakalayamazdı. Gerçi yakalasa da polise teslim edeceği şüpheliydi, şoka girmişti.

Bu sırada evden çıkan Tarık, halimizi gördüğünde şok geçirdi. Deniz geriye doğru gittiğimi fark ettiğinde bağırdı yine, "Dur dedim sana!"

"Vursana beni Deniz yoksa kaçacağım ve beni asla yakalayamayacaksın." dedim kışkırtıcı tonda.

"Deniz dur!" diye bağırıyordu Tarık.

Deniz, karın boşluğumu hedef aldı. Beni öldürmeden durdurmaya çalışacaktı, Naz'dan uzaklaşmaya çalıştım. Ancak hareketlendiğimi gören Deniz tetiği çekti. Bu sırada Tarık, Deniz'in üstüne atıldı onu durdurmak için. Ve Deniz'in silahı ateşlendiğinde Naz kurşunun bana gelmesini engellemek için tam önüme geçti.

Naz yediği kurşunla sarsılırken, üstüme düştü ve ikimiz de suya düştük. Dalgalı ve buz gibi suyun içinde, Naz'ı hiç bırakmadım. Suyun yüzeyine çıkarken onu da kendimle birlikte çıkardım.

"Naz!" dedim elim karnına giderken, yarasını bulmaya çalışıp aynı anda sudan çıkmaya çalışarak.

Naz'ın gözleri kayıyordu.

Tarık ve Deniz buraya koşuyorlardı. Naz'ı kıyıya yakınlaştırmaya çalışıyordum. "Dayan, Naz dayan."

"Aşkın, sakın vazgeçme." dedi Naz yorgunca.

"Birlikte yapacağız, Naz bana bak!" Bilincini açık tutmaya çalışırken Tarık'a uzattım Naz'ın bedenini.

Karanlık suya yayılan kanı gördüğümde tüm vücudum acıyla uyuştu. Ben de hızla sudan çıkarken Tarık üstündeki tişörtünü çıkarıp hemen Naz'ın karnına baskı uygulamaya başladı. Ancak kan kaybından dudak rengi soluklaşmaya başlamıştı bile.

Deniz, acıyla haykırarak Naz'ın bedenini kucağına aldı. "Özür dilerim! Özür dilerim! Hepsi benim hatam!" Deniz ağlıyordu, arabaya koşacaktı ama Naz'ın yüzüne baktığında o da anladı.

"Sorun değil," dedi Naz acıyla.

"Beni bırakma, yalvarırım beni bırakma. Seni ilk gördüğüm andan beri seviyorum, Naz ben sensiz yaşayamam." Deniz'in ağlayışları şiddetleniyordu.

Zorlukla, kesik kesik konuşmaya başladı. "Birbirinizi hiç bırakmayın, aileyiz biz, hiçbir şey ailemizin önüne geçmesin. Deniz, sakın V'yi ," Konuşmaya devam edemedi. Naz'ın gözleri kayıyordu.

"Naz!" diye acıyla bağırıyordu Deniz.

Tarık şok içinde etrafa bakıyordu.

Naz gözlerini yumdu. Deniz sevdiği kadının katili oldu.

Ellerimdeki kana baktım, kapanmayan kanlı bir davam vardı ve o dava her geçen gün sevdiklerimin kanıyla daha da koyulaşıyordu.

Ellerimde çok kişinin kanı vardı ama bugün Naz'ın da kanı vardı. Naz kendini V için feda etmişti.

Daha kaç masumun kanıyla yıkanacaktı elim?

Daha kaç defa aynı acıyı yaşayacaktım?

Daha kaç gün ruhum ölüyken yaşıyormuş gibi davranacaktım?

Lanetli bir katildim ben, kapanmayan davalarımla masumların üstünü kapatmıştım. Benim lanetim katil olmak değildi, benim lanetim işte tam da buydu.


🔥🔥🔥

Herkese merhaba! Nasılsınız ateş parçaları? Ben bu bölümden sonra pek iyi değilim. Yazması acı veren bir bölümdü benim için ama bu ilk değildi, belli ki son da olmayacak. Umarım yazarken hissettiklerimi sizlere de aynı yoğunlukta geçirebilmişimdir.

Bölüm hakkındaki görüşlerinizi bekliyorum, çok sövmeyin kulaklarım çınlayıp duruyor zaten. 🥺

Ve bölümün acısını bir kenara bırakırsak, biraz da yeni çıkmış kitabımızı düşünerek keyiflenelim. Ateşpare'nin ilk kitabı çıktı ve ilginiz çok güzel, ayrıca ilerleyen zamanlarda Instagram hesabımda sizler için çok güzel çekilişler yapacağım.

Vee bugün İzmir'e geldim. Yarın hem Ateşpare'nin ilk imzası hem de ilk İzmir imzam gerçekleşecek. İzmir'e her gelmek istediğimde bir aksilik yaşamıştım ve o zaman sizlere bir söz vermiştim. Ateşpare çıkar çıkmaz İzmir'e geleceğim demiştim. Yarın saat 14.00'da Serpil Kitapevin'deki imzama hepinizi bekliyorum. Kitabınızın olup olmaması hiç önemli değil, Wattpad'den okuyor olabilirsiniz ya da siparişiniz henüz gelmemiş olabilir bunların hiçbir önemi yok. Ben bir kağıt da imzalarım ya da beğendiğiniz Ateşpare shoplarını da getirip imzalatabilirsiniz. Bunun cidden hiçbir önemi yok, amaç sizlerle olmak ve yarın için sabırsızlanıyorum.

(Küçük bir uyarı: Bölümün hıncını lütfen yarın benden çıkarmayınız.)

Tabii önümüzde uzun bir imza programı da olacak, bir sürü şehre gitmeyi planlıyorum. İmza günlerinden haberdar olmak için, çekiliş, kitap ve bölümlerin tarihini öğrenmek için beni sosyal medya hesaplarımdan takip edebilirsiniz. Kendinize çoook iyi bakın, gelecek bölümde görüşme dileğiyle ateş parçalarım...

Instagram: cerennmelek

Twitter: cerennmeelek / #Ateşpare

Tiktok: cerennmeleek

Continue Reading

You'll Also Like

2.7M 152K 107
Hayat, fırtınanın dinmesini beklemekle ilgili değildir... Yağmurda dans etmeyi öğrenmekle ilgilidir. "Umay?" "Operasyondayız." "Benimle evlenir misin...
4K 56 7
Tarih, yanlış kalemler tarafından yazıldı diye gerçekler değişmez.
160K 6.9K 24
Bir komutana anonim olarak mesaj atarsak en fazla nolur? ‹ ·_· › Başlangıç: 04.03.2024
BİRAY By Ay

ChickLit

148K 7.4K 39
Beş abi, bir ikizim olduğunu öğreniyorum. Bunu 18 yıl sonra öğrenmem kadar saçmaydı her şey. Evlendiğim adam var. Seviyorum onu. Ama yeni bir ailem...