İTAAT (Değişim #1)

By CalantheRoss

4.2K 210 319

*Elmaslar Gibi adlı hikayenin güncellenmiş hali* Los Angeles'taki normal hayatını üniversite için geride bıra... More

GİRİŞ
1. BÖLÜM
2. BÖLÜM
3. BÖLÜM
4. BÖLÜM
YENİ BÖLÜMLER HAKKINDA ÖNEMLİ BİLGİLENDİRME!
5. BÖLÜM
6. BÖLÜM
7. BÖLÜM
8. BÖLÜM
9. BÖLÜM
10. BÖLÜM
11. BÖLÜM
12. BÖLÜM*
14. BÖLÜM
15. BÖLÜM*
16. BÖLÜM
17. BÖLÜM*
18. BÖLÜM
19. BÖLÜM
20. BÖLÜM*
21. BÖLÜM
22. BÖLÜM
23. BÖLÜM
24. BÖLÜM
25. BÖLÜM
26. BÖLÜM
27. BÖLÜM*
28. BÖLÜM
29. BÖLÜM
30. BÖLÜM | FİNAL
BONUS BÖLÜM

13. BÖLÜM

105 6 7
By CalantheRoss

Büyükannemi arayıp anma töreni ile ilgili bilgi alıp perşembe gününe kadar Ryan'da kalmıştım. Graceffa evindeki o matem bana iyi gelmiyordu. Bu sırada Ryan'a törende izletmek istediğim büyükbabamla olan görüntülerimizin olduğu şarkısız bir video yapmasını istemiştim. Çok güzel bir video hazırlayıp vermişti bana. Ayrıca büyükannemin büyükbabamın beş yıldır sakladığı eşyalarını Claire Cooper'ın vakfına bağışlayacağını öğrendikten sonra ben de Claire Cooper'la iletişime geçerek anma töreninde giyeceğim kıyafetleri onun vakfına bağışlama kararı almıştım. Bir kere giyeceğim kıyafetlerdi nasıl olsa. En azından büyükbabamın anısına iyi bir amaca hizmet etmeliydi her şey.

Törenden önce de yapmak istediğim başka bir şey vardı. Bu yüzden Hamptons yolunda ben Graceffa evinde inip Ryan, Emilie ve Andrew'ı yolcu ettim. Graceffa evinde hâlâ birkaç çalışan büyükannemin talimatıyla son toparlamaları yapıyordu. Hızlı adımlarla giysi odama çıkıp aklımdaki kıyafetleri ve ayakkabıları Hamptons'a yollamak için hazırladım. Çalışanlara kıyafetlerimi de Hamptons evindeki odama yerleştirmelerini söyledim.

Giysi odamda üstümdeki kıyafetleri siyah opak çorap, uzun kollu diz üstünde bir siyah elbise ve kaşe paltoyla değiştirdim. Ayakkabı olarak siyah babet giyip evden çıktım. Her ne kadar araba kullanmak istemiyor olsam da başka çarem olmadığı için G63'ümle beş sene önceki yere gittim.

Beş senedir New York'ta olmama rağmen buradan kaçıyordum. Büyükbabamın yokluğu onun mezarına geldiğimde sanki daha gerçek olacak gibiydi. Gerçeklerden kaçıp duramıyordum artık. Büyükbabamın anısına yaptığım bu saygısızlığı telafi etmek istiyordum.

Mezarlığa doğru paltoma daha sıkı sarınarak ilerledim. Beş sene önce yaşadığım kederin içime dolmasına izin vermedim. Beş sene önce haberini aldığımda yıkılmıştım. Kaybolmuş hissetmiştim. En sevdiğim insanlardan birini zamansız kaybettiğimi düşünmüştüm. Onunla bir sürü hayalimiz vardı. Ben üniversiteyi okuyacaktım, mezuniyetime gelecekti, beni avukat olarak görecekti... Hiçbirini göremedi. Şu an ne yaptığımı biliyor mu, beni gittiği yerden izliyor mu, diye düşünmeden edemiyordum. Çok özlüyordum onu. Vefatından sonra bile güçlü olan varlığı artık gittikçe soluyordu sanki. Büyüdükçe içimdeki kedere de alışıyordum. Azalarak gidiyordu her şey. Ben de azalarak bitiyor muydum?

Beş senedir kaçtığım bu mezarın aslında çok da korkunç olmadığını anladım. Kafamda bazı şeyleri büyük bir olay gibi büyütmemem gerekiyordu. Hayatın işleyişiydi bu sadece. Her doğum bir ölümle sonuçlanacaktı. Ruhumuzun ise ölümsüz olduğuna inanıyordum ben. Başlangıçla bitiş arasında yaşadıklarımız ruhumuzu önemli kılacak olanlardı. Fakat bazen bazı ruhlar yaşarken de ölebilirdi. Burada, bu şehirde oldukça ruhumu tüketiyor gibi hissetmekten alıkoyamıyordum kendimi şimdi. Tanrım bana yardım et.

Mezar taşına bakarken bir süre sonra düşüncelerim de sustu. Düşünecek bir şeyim kalmamıştı. Kayıp yaşanmıştı. Ben acımla yaşamayı öğrenmiştim. Her geçen gün acı ve bulunduğum yer beni bambaşka bir insana dönüştürmüştü.

Üzgünüm büyükbaba. Beni yetiştirdiğin Elizabeth gibi kalamadım.

Mezarın başında bir şey düşünmeden bir süredir duruyordum. Yalnız başıma olmadığımı anladım birden. Buradaydı. Kafamı tereddüt etmeden mezardan kaldırdım. Tam da onu hissettiğim yerdeydi. İlerde çaprazımdaki bir ağacın dibinde. Başında olması gereken şapkası mezarlıkta olduğumuz için saygı göstergesi olarak eldivenli elindeydi. O da benim gibi simsiyah giyinmişti. Bakışlarımız buluştuğunda içimde bir şeyler yerine oturdu.

Ne için bekliyordum ki? Yapmak istediğim şey çok basitti. Onu her hücremde hissetmek istiyordum. Yeni ve bu hayatta asla düşünmek istemediğim, yıllardır hazır hissedemediğim şeydi bu. Görmezden geldiğim şeyleri artık saklayamıyordum içimde. Nicholas Cooper'ı istiyordum işte. İlk deneyimimi yaşayabileceğim kadar güveniyordum ona, buna emindim. Geçmişin bende yarattığı korkuları silecektim.

Bana baktığında hissettiklerimi onun da hissettiğini biliyordum. Bu yüzden başımı yere eğip arabama doğru yürüdüm. G63'ün arkasında onun Maserati Levante'si duruyordu. Onu beklemeden beni takip ettiğinden emin bir şekilde Graceffa evine geri döndüm. Peşimdeyken mesafesini oldukça koruyordu. Eve gelince acele etmeden giriş kapısını açık bırakarak odama çıktım. Ev artık çok sessizdi çünkü çalışanlar da çoktan Hamptons evine gitmişti. Banyomdaki dolaptan bir tane prezervatif aldım. Ryan'ın zorla her ihtimale karşı aldırdığı şeylere hiç ihtiyaç duyacağım aklıma gelmezdi. Ama işte bugün senelerdir bana ait olan odamda ilklerim yaşanacaktı. Odaya girdiğini duyunca inanılmaz bir rahatlıkla banyodan çıktım.

"Uzaktan izlemek yetiyor mu sana?" diye sordum.

"Hiçbir zaman yetmedi." İçinde hissettiği tutkuyu artık saklamıyor olduğunu o an anlamıştım. Bu zamana kadar kendini gerçekten çok tutmuştu belli ki. İkimizin de bu kontrole son vermesi gerekiyordu. Bu yüzden elimdeki prezervatifi ona doğru attım. İyi bir refleksle tek eliyle yakaladı. Sonra yakaladığı şeye baktı ve arzu dolu bakışlarını bana çevirdi. Bir şey dememize gerek yoktu. O bana doğru gelmeye başladığında ben de onunla ortada buluştum.

Elindeki prezervatifi yatağa doğru bıraktı. Yüzümü ellerinin arasına aldı. Ben hevesle beni öpmesini beklerken o sadece gözlerimin içine baktı.

"Neden kaçtık?" diye sordu. Günlerdir sahip olduğum kafa karışıklığımı, uçlardaki duygularımı anlayamıyor gibi bir hali vardı. Onun için daha basit olmalıydı her şey. Birbirimizi istiyorduk, o zaman neden bu an daha önce yaşanmamıştı ve ben kaçıp durmuştum? Bunu kafasında yanıtlayamıyordu sanırım.

"Ben hep kaçarım," diye fısıldadım. Konuşmak istemediğimi anlaması için yalvaran gözlerle baktım ona. Ne istediğimi anladı ve bir şey söylemedi.

Dudaklarımız birleşti. Her seferinde bunu düşünüyordum ama önceki öpüşmelerimizden daha fazlası vardı sanki şu an. İleri gidecek bir öpüşmeydi bu artık. Ama boş bir şehvet değildi. Kafamın iyi olduğundaki azgınlık da değildi. Çok doğal geliyordu her şey.

Dudaklarımızı ayırmadan üstümdeki paltoyu omuzlarımdan yere düşürdü. Bu zamana kadar hep o kontrol etmişti her şeyi. Şu an ise benim yönlendirmemle gitsin istiyordum. Evet daha önce hiç seks yapmadığım halde seks yönlendirmek istiyordum. Bu geçmişte yaşadığım şeylerin şu anıma etkisini azaltacaktı bence. Bu yüzden geri çekildim. Kafası karışmıştı. Önce üstündeki paltoyu, sonra üç parçalık takımının ceketini ve yeleğini hep hayalini kurduğumu gerçekleştirerek çıkardım üstünden.

İlk seksimin nasıl olacağını düşünmüştüm bazen. Bu düşündüğümün aksine bir gerçeklikti. Kontrolün bende olduğunu hissedebiliyordum. O ise acemiliğimi asla göremiyordu inanılmaz bir şekilde. Aramızdaki cinsel gerilim çok yoğun olmalıydı ki sakladığım en önemli şeyi fark edememişti. Gözlerinin içine baktığımda birlikte olacağımız için onun da heyecanlı olduğunu görebiliyordum. Başka bir şey yoktu. Belki de tanıştığımızdan beri ilk defa ondan bir şeyler saklayabiliyordum. Bu kendimi çok güçlü hissetmeme neden olmuştu o an. Daha büyük bir özgüvenle gömleğinin düğmelerini yavaş yavaş açtıktan sonra kemerini çıkarmadan parmaklarımı teniyle arasına sokup vücudunu kendime çektim. Onun tenine temas etmiş olmak aniden sabırsızlaştırdı beni. Neden bir an önce onu içimde hissetmiyordum ki? Evet, bir an önce gerçekleşmeliydi bu. Aceleyle altımdaki külotlu çorabı çıkardım. Onun kemerini çözdükten sonra yatağa doğru itekledim.

İlk seferimin daha acılı geçeceğini düşünüyordum. Bu kadar kolay ve güzel olmamalıydı bana anlatılanlar kadarıyla. O bana aşırı keyif vermişti. İlk defa deneyimlediğim için içimde bir şeyin olması çok garip hissettirmişti. Ayrıca seksle birlikte vajinamın pH değerini bozmuş olmalıydım ve bir doktora gitmem gerekiyordu artık fakat umurumda bile değildi. Çok düşünmediğim, stres yapmadığım güzel bir deneyimdi benim için. Rahatlamıştım.

"İlk seferin böyle olacağını hayal etmemiştim," dediğinde göğsünden aceleyle kalktım. Gözlerine baktım. Hayır, benim ilk seferimden bahsetmiyordu. Bundan hâlâ haberi bile yoktu. Bizim ilk seferimizden bahsediyordu. Bir rahatlamayla ayağa kalktım.

"Bu konuda hayal mi kuruyordun?" dedim kaşlarımı kaldırarak. Yerden çorabımı bulup giydim hemen.

Banyoya prezervatifi atmaya giderken "Bizi hiç bu halde düşünmediğini söyleyemezsin bana," dedi. Güldüm. Elbette söyleyemezdim. Çünkü düşünmüştüm. Özellikle kulüpteki o halimiz...

"Hayallerindeki beklentinin altındaydı galiba gerçekler." Söylediğime inanamıyormuş gibi baktı.

"Böyle mi hissettirdim sana?" Bir cevap vermedim. Böyle hissetmediğimi ikimiz de çok iyi biliyorduk çünkü.

"Hamptons'a gidip hazırlanmam lazım." Hâlâ yeterince çıplakken yatağa oturdu. Gitmemi istemiyordu. Hissedebiliyordum. Gitme dese gitmeyecek bir duruma ilerliyordum zaten. Bu düşünce beni tedirgin etmeye başlıyordu. Elini bana doğru uzattı. Ne istediğini anlayarak ona yaklaştım ve elini tuttum. Elimden çekip beni tek bacağına oturttu. Belimden sarılarak bana güzel bir öpücük verdi.

"Seninle geniş zamanlarımız olsun istiyorum," diye fısıldadı geri çekilip dudaklarıma doğru. "Az önce olanlar birbirimize uzun süre karşı koymamızın sonuçlarıydı. Aceleciydik. Bunu telafi etmek istiyorum. Seninle ilgilenmek istiyorum." Söyledikleri kalbimi sıcacık yaptı. Yüzüne dokunarak gülümsedim. Hiçbir şey demeden kucağından kalktım. Eşyalarımı toparlayıp odadan çıktım.

Odayı terk ettiğim andan itibaren vücudumu yeniden bir korku kapladı. Nicholas duvarlarımı henüz aşmış sayılmazdı. Aşmasını gerçekten istiyor muydum? Duvarlarımın ardına yabancı birisini alacak kadar hazır mıydım? İçimdeki bu korku belki de bana cevabı veriyordu zaten.

Bu düşüncelere kapılmamak için büyük bir irade göstererek Hamptons evine vardım. Oldukça kalabalık bir anma töreni olacaktı. Tanıdık kimseyle karşılaşmamak için başım öne eğik bir şekilde hızlı adımlarla odama çıktım. Çalışanlarla gönderdiğim kıyafetlerim çoktan odama yerleştirilmişti. Dress codea tamamen karşı gelecektim. Büyükbabamın anısı için yaptığım eski Elizabeth isyanı olacaktı bu.

Vakit kaybetmeden üstümdekileri çıkarıp bir sabahlıkla odama çağırdığım saç ve makyajımı yapacak kişileri bekledim. Saçımı ortadan ayrık ensemde sıkı dümdüz bir topuz istedim. Makyajım ise günlük yaptığımdan daha yoğundu haliyle. Bir buçuk saat sonucunda kıyafetimi giymeden bile oldukça dikkat çekiciydim. İlk giyeceğim elbiseyi torbasından çıkardım. Büyükbabam bana kırmızıyı çok yakıştırırdı. Ama ben daha fazla dikkat çekmekten çok korktuğum için zorunluluk yoksa hiç kırmızı giymezdim. Şimdi bu tamamen tüllerden yapılmış kırmızı Marchesa elbiseme bakarken içimden büyükbabama hediye verdiğimi düşünüyordum sadece. Elbisenin boynunda ve bel kısmında büyük çiçekler vardı. Alt kısmındaki tüller kat kat olduğu için elbiseye kabarık bir A formu vermişti. Sırtı açık olan bu elbise her açıdan bir baş kaldırış sayılırdı.

Elbiseyi ve elbiseyi taşırken düşmemem için seçtiğim Jimmy Choo burnu açık platformlu bilekten bağlamalı ayakkabımı yardımla giydikten sonra pırlanta bilekliğim ve pırlanta küpemi de takıp odamdan çıktım.

"Ah, Bayan Landers!" Graceffa avukatı emektar Roman Hamilton koridorda odama doğru geliyordu. Arkasından gelen Ryan ve Emilie kafamı karıştırmıştı. "Çok güzel görünüyorsunuz!"

"Teşekkürler Roman. Bir problem mi var?" diye sordum.

"Siz ve arkadaşlarınızla konuşmam gerekiyor," dediğinde başımla onaylayıp kapımın önünden çekildim.

"Bebeğim!" Ryan bana sıkıca sarıldı. "Nefes kesici görünüyorsun. Sikeyim dress codeu!"

"Sende bir farklılık var," dedi Emilie biz sarılırken. Buraya gelmeden önce kimlerle neler yaptığımı anlamalarına imkân yoktu. Bu yüzden suçlu gözükmek yerine anlamazlıktan geldim söylediğini. Andrew merdivenlerden hızlı adımlarla çıktığında şaşırdım.

"Ben niye çağırıldım?" diye sordu hemen. Omuz silktim. Kimse bilmiyordu.

İçeri geçtiğimizde saç ve makyajımı yapanlar odadan çıktılar. Üçümüz yatağa oturduk. Avukat ve Andrew ise ayakta kalmayı tercih etti. Dördümüze birer zarf verdi.

"Carlos Graceffa'nın özel talimatıyla beşinci yıl ve son vasiyeti." Kelimeleri algılamam biraz vaktimi almıştı.

"Büyükbabamın vasiyeti beş yıl önce açıklandı," diye mırıldandım.

"O kamuya da duyurulan vasiyetiydi. Vefatından kısa süre önce Bay Graceffa sizlere özel bir mektup bıraktı. Bu mektup ve mektubun içinde yazanlardan bu odadaki kişilerin dışında kimsenin haberi yok. Bay Graceffa bu durumun böyle kalmasını diliyor. Lütfen mektuplarınızı açın." Mektubu ellerimin titremesine engel olmaya çalışarak açtım.


"Güzel kızım,

Bunu okuduğuna göre ben öleli tam beş yıl geçmiş. Beş yıldır bensiz ne yapıyorsun bilmiyorum fakat umarım seni büyüttüğüm gibi güçlü ve cesursundur. New York'ta olduğunu tahmin ediyorum. Umarım hâlâ eskisi gibi seviyorsundur orayı. Ben yokum diye kedere boğulma. Anılarımız var orada. O şehri daha güzel yapar onlar. Belki de yeni birileri çıkar karşına her şehri sevdirir sana. Seni olduğun halinle görüp, o doğal güzelliğini sever belki birileri. Belki de çoktan gerçekleşmiştir bunlar.

Harvard hedefinde seni her zaman destekledim. Lakin bu dünyaya adaleti sen getiremezsin. Dünyayla savaşıp yok etme kendini. Yaşa benim adıma da. Benim gibi güzel bir hayat yaşa.

Seni ben yokken de güvende tutacaklarına emin olduğum dostların var yanında. Aklım sende kalmayacak. Seni o gün güvende tuttular. Hayat boyu da güvende tutacaklar. Sakın korkma güzel kızım. Seni bu kadar sevdikleri için çok mutluyum. Onlara teşekkür hediyesi olarak onlara özel açtığım hesaplarda 1 milyon dolar bırakıyorum. Sana ise ömrüm boyunca her gün biriktirdiğim özel bir banka hesabı bırakıyorum. Hesaptaki para bugüne kadar otomatik olarak birikmeye devam etti. Bugün ise sondu. Hayat boyu zorluk çekmeden, çalışmasan bile yaşamını rahatça sürdürebileceğin bir servetin var artık.

Büyükbabacığın seni çok seviyor. Büyükbabacığın hep senin yanında olacak."


Mektubu okumayı bitirdim. Okuduklarıma inanmakta zorlanıyordum. Ama hepsi gerçekti. Bu onun el yazısıydı. Sayfanın sonuna attığı imza onundu. Her şeyi düşünmüştü. Beş sene önceki vasiyetinde de ailede bazı sorunlara neden olacak derecede yüklü bir servet bırakmıştı. Şimdi bu banka hesabı... Hüngür hüngür ağlamak istedim. Ama ağlayamadım. Gözyaşlarım da onun ölümüyle gitmişlerdi.

"Carlos Graceffa bize 1 milyon dolar mı bıraktı?" dedi Ryan şaşkınlıkla. "Daha önce teşekkür etme fırsatı olmadı diye bize 1 milyon dolar mı bıraktı?" Ryan kahkaha atarak ayaklandı. Yukarı baktığında eli kalbindeydi. "Seni seviyorum koca adam!"

"Bu gerçek mi?" diye sordu Andrew.

"Evet. Hesap bilgileriniz." Roman bize birer zarf daha verdi. Zarfı açmadan ayaklanıp mektupla birlikte çantama koydum. "Bay Graceffa bunların gizli kalmasını istedi. Lütfen isteğine saygı duyalım."

"Teşekkürler Roman," dedim duygusuz bir sesle.

"Herhangi bir ihtiyacınız veya sorunuz olursa benimle irtibata geçmekten çekinmeyin. Görüşmek üzere." Roman odadan çıkınca arkadaşlarımla göz göze gelmekten kaçındım.

"İyi misin?" diyerek yanıma geldi Emilie.

"Evet. Aşağı inelim." Onların cevabını beklemeden odadan çıktım.

Bu mektup üzerinde kafa yoracak bir şey yoktu. Büyükbabamın kocaman bir kalbi vardı hep. Çocukluğunda çektiği birtakım acılar yüzünden sevdiklerinin herhangi bir zorlukla karşılaşmasını istemiyordu. Bu dünya düzeninde ise para her şey demekti. Paramız olursa zorluklar en aza iner diye düşündüğünü biliyordum.

Ben milyonerliğimi sindirmek için uğraşırken kıyafetimi gören herkes çok şaşırıyordu. Büyükannem dahil olmak üzere anma törenindeki yaşlı kesim kıyafetime onaylamayan bakışlarla bakıyordu. Kuralların dışına çıkmak yeni Elizabeth'den beklenmeyecek bir davranıştı. En azından iyi bir amaç için kuralların dışındaydım.

"Bu doğru bir renk değil Elizabeth," dedi büyükannem en sonunda beni yalnız yakaladığında.

"Büyükbabam bana kırmızıyı çok yakıştırırdı. Onun anısına giyiyorum," dedim buz gibi bir sesle. Büyükannem alışık olmadığı bu tavrım karşısında şaşırarak başka bir şey söylemeden arkasını dönüp gitti.

Törende sahne kısmında canlı müzik olacağı için dün gece verdiğim ani bir kararla oradaki görevliye söylemek istediğim şarkıları ilettim. Son şarkımda arkada büyükbabamla olan görüntülerim olacaktı.

Bir süre ailem de dahil olmak üzere yakından tanıdığım çoğu kişiyi diğer davetlilerle sohbet ederek görmezden geldim. Cooper eve geldiğinden beri bunu yaparak kendimi meşgul tutmaya çalışıyordum. Normalde belki beni davetlilerin yanından çekip alma cüretini gösterebilirdi. Bugün bunun için uygun bir gün olmadığına şükrettim. Ayrıca tüm Cooper ailesi de Claire Cooper ve büyükannemin bu iş birliğini bildikleri için buradaydı. Onlarla da biraz sohbet ettikten sonra Emilie, Ryan ve benim için çok özel olan polaroid fotoğrafımızı Andrew'a çektirdik. Farklı pozlarda iki tane daha çektirip üçümüzde de bugünden bir kopya olmasını sağladık.

Anma töreni büyükannemin konuşmasıyla resmen başladıktan bir süre sonra odama çıkıp üstümü bir başka Marchesa elbiseyle değiştirdim. Bu elbise ışıkta renk değiştiren pilili uzun bir elbiseydi. Ön tarafındaki çiçeklerle garip bir denizkızı kostümü gibi geliyordu bana.

İlk şarkım bu elbiseyle Lana Del Rey'den The Blackest Day oldu. Sahnedeki uzanma koltuğunda yatarak söylediğim bu şarkı karşısında beni dinleyen herkesin içimdeki kederi gördüğüne emindim. Beni kimsenin yakalayıp muhabbet etmesine izin vermeden tekrar odama çıktım. Ben üstümü değiştirirken canlı müzik devam ediyordu. Odamda son kıyafetim olan göğüs kısmında kelebeklerin olduğu Valentino tül elbisemi giydiğimde derin bir nefes aldım. Büyükbabamın vefatından beri ilk kez piyanonun başına geçecektim. Ağlamak gibi piyanoyu da büyükbabamla mezara gömmüştüm. En azından piyanoyu mezardan çıkarma vaktim gelmişti.

Kendimi hazır hissettiğimde aşağı inip davetliler karşısında onunla çalışmayı en çok sevdiğimiz şarkı Adele'den Hometown Glory'yi sahneledim. Son şarkım ise Beyonce'den Heaven olmuştu. Bu şarkıda büyükbabamla olan görüntülerimiz salona gösterildi. Şarkı bittikten sonra ilk adımlarımın olduğu video vardı. Los Angeles'taki eski evimizde koltukta ayaktaydım, camdan büyükbabamın gelmesini bekliyordum. Onun geldiğini gördüğümde heyecanla koltuktan kendi çapımda iniyor ve emekliyordum. Annem büyükbabama ilk adımlarımı göstermemi söyleyince kapı açıldıktan sonra ayağa kalkıyordum ve büyükbabama doğru yürüyordum. Büyükbabam ise sevinçle beni kucağına alıyordu. Benim hatırlayamadığım ama izleyince çok duygulandıran harika bir anıydı.

Cooper beni yalnız yakalama çabalarından vazgeçmemişti. Ama ben anma töreninin geri kalanı boyunca duvarlarımı sağlamlaştırmıştım. İstediğimi aldığımı düşünüyordum artık. Nicholas Cooper'la birlikte olmuştum. Daha fazlasını isteyen vücuduma rağmen büyük bir irade gösteriyordum kesinlikle. Daha fazlasını sadece vücudun mu istiyor? Sürekli bu soru beynimde yankılanırken davet çoktan bitmişti.

Emilie ve Andrew bu gece Los Angeles'a döndükleri için onlarla vedalaştıktan sonra başka kimseyi beklemeden eşyalarımı Claire Cooper'ın çalışanlarına bırakıp Graceffa evine dönmüştüm. Herkes Hamptons'ta kalacaktı. Bu yüzden koca evde yalnızdım. Bu fırsattan faydalanarak güzel bir banyo sonrası huzurlu bir uykuya bıraktım kendimi.

Ertesi gün öğleden sonra için jinekoloğumdan bir randevu aldım uyanır uyanmaz. Cooper'la korunmuş olsak da ilk seksim olduğu için vajina sağlığımı merak ediyordum. Herhangi bir yanma, acı hissetmiyordum şu an fakat riske atıp umursamazlık yapacağım bir durum değildi.

Bir şeyler atıştırmak için mutfağa inerken evde hâlâ kimsenin olmadığını gördüm. Kalabalıklar arasında da yalnız hissettiğim oluyordu. Fakat bu kadar büyük bir evde fiziken yalnız olmak beni neredeyse sarsmıştı. Bu sarsılmamın dünkü yaşadıklarımdan olduğunu düşünmek istemedim. Onu odamda öylece bırakıp gecenin kalanında görmezden geldiğimden beri üşüyen ruhumu başka bir şeyle sebeplendirmek için çabaladım.

Mutfaktan odama geldiğimde yatağımın bana onu hatırlatmasını umursamayarak giysi odama geçtim. Orada kendime koyu şeftali tonunda kadife pantolon ceket takımı seçtim. Ceketin içine bir şey giymeye gerek yoktu çünkü zaten yeterince kapalıydı ve kemeri de vardı. Saçımı doğal haliyle bırakıp neredeyse sıfır makyaj yaptıktan sonra fazla düşünmeden ten rengi So Kate ve dışarda işlerimi halledebilmek için her şeyi sığdırabileceğim büyük siyah Birkin ile tamamladım görüntümü. Uzun kaşe paltomu da alıp evden çıktım.

İlk önce doktora gittim. Özel bir kliniğe göre oldukça kalabalıktı. Eşleriyle gelen karnı burnunda kadınları görünce kendimi hamile olarak hiç düşünmediğimi fark ettim. Bir an bile annelik duygumu kabartacak bir şey olmamıştı hayatımda. Bazen Emilie şişkinliği olduğunda bize hamile gibi davranarak şakalar yapardı. O anlarda bile hiç aklıma gelmemişti hamile olmak. Gerçekten doğuştan duygusuz muydum yoksa duygularım çevremin de etkisiyle yok mu olmuştu? Etrafımda küçük bir bebek yoktu ve girdiğim ortamda olsa bile üstünde çok fazla düşünmüyordum. Keşke benim kanımdan bir bebeğim olsa ona baksam diye aklımın ucuna bile gelmiyordu. Anaçlık yoktu sanırım bende. Herkes zaten anne olmak zorunda değildi. Anneliği her açıdan tam manasıyla yapamayacak kişiler anne olmamalıydı. Bu dünyada yeterince sahipsiz çocuk vardı. Daha fazla üremeye gerek olduğuna inanmıyordum.

Doktora bu düşüncelerle girip muayeneden sonra bomboş bir zihinle çıktım. Vajina sağlığım gayet yerindeydi. Doktor beni tanımıyor olsa ilk seksim olduğuna inanmayacağını söylemişti. Gerçekten güzel bir seks yaşadığımı bir de ondan duymak garip gelmişti. Artık cinsel olarak aktif olabileceğimi düşünerek doğum kontrole başlamamı önermişti. Benim doğum kontrol hapına yanaşmadığımı gören doktor haftaya reglim başlayacağı için reglimin ilk beş günü içinde bir doğum kontrol iğnesi yapmayı söylemişti. Açıkçası ben aktif olacağım ihtimalinin sıfıra yakın olduğunu tahmin etmeme rağmen yine de bir randevu oluşturmasına izin vermiştim. Öylesine erkeklerle birlikte olmuyordum. Bu deneyimi yaşayacağım kadar güven veren tek bir erkek olmuştu. Ondan da kendimi uzaklaştırmıştım çoktan. En azından yakın bir zamanda ölürsem bakire ölmemiş olacaktım.

Doktor çıkışında topluluk evinde birkaç işimi hallettim. Kendime Indigo'da güzel bir yemek ısmarladıktan sonra ise halledebileceğim evraklarla ilgilenebilirdim. Sabah yaptığım zayıf kahvaltı yüzünden çok acıkmıştım. Indigo'ya gelince arabamı valeye bırakıp içerde bana gösterilen yere geçtim. Karnımı iyice doyurması için güzel bir makarna söyledim. Yanında ise sadece su. Yemeğimi tamamen bitirdikten sonra bir cheesecake eşliğinde hesabı ödeyip yanımda getirdiğim kağıtlarla ilgilenmeye başladım.

"Elizabeth!" Birden duyduğum tanıdık erkek sesi gerilmeme neden olmuştu. Burada tanıdık kimse istemiyordum. Yalnızlığıma ihtiyacım vardı. Başımı kaldırınca Gideon'u gördüm karşımda. "Ne hoş bir tesadüf!" dediğinde gülümsemeye çalışarak ayaklanıp onunla selamlaştım. "Neden tek başınasın?"

"Toplulukla ilgili işlerim vardı. Çalışıyordum biraz."

"Biraz ara vermeye ihtiyacın var. Güzel bir tatil yapmalısın." Gülümsediğinde yorgunluğumu düşünüp ona hak vermek istemedim.

"Gideon!" Mutfak tarafından gelen Abel'a baktık ikimiz de. "Elizabeth! Senin burada olduğunu bilmiyordum. Neden haber vermedin?" dediğinde yanımızda Frank belirdi birden.

"Meşgul etmek istemedim," dedim kısaca.

"Nicholas nerede kaldı?" diye sordu Gideon'a. Duyduğum isimle elektrik çarpmışa döndüm. Bu sefer kim diye sormama fırsat kalmadan "Ah, işte geldi," dedi. Arkama bakma gereği duymadan eşyalarımı çantama koydum.

"Frank, paltom ve arabam," dedim sadece. Frank yanımızdan ayrıldı hemen.

"Nereye? Tatlını bile bitirmedin." Abel'a samimiyetsiz bir şekilde gülümsedim.

Gideon "Evet, hem birlikte biraz sohbet ederdik," dediğinde kafamda ne yapacağıma dair bir plan oluşmuştu bile. New York'ta kalamazdım bir süre.

"Tavsiyene uyuyorum Gideon. Biraz ara veriyorum. İyi akşamlar." Çantamı alıp arkamı döndüğümde neredeyse ona çarpacaktım. Hiçbir şey demeden yanından sıyrılıp gitmek için hamle yaptığımda yine tam önüme geçerek buna engel oldu.

"Nereye gidiyorsun?" dediğinde sesiyle içime dolan bütün güzel duyguların omuzlarımı düşürmesine izin vermeyerek duruşumu dikleştirdim. Bir cevap vermeden yanından geçecekken bu sefer kolumdan yakaladı. Dokunuşuyla öfke doluydum artık. Herkesin içinde bu ne cüret!

Ölümcül bakışlarım önce kolumdaki eline sonra onun gözlerine kaydı. O da öfkeliydi. Buna hakkı yoktu bile! Hiçbir şey demeden çenemi sıkarak bizi şaşkınlıkla izleyen Abel ve Gideon'a baktım. Bizi bu şekilde ilk defa yan yana görüyordu birileri. Onun da kabul ettiği gizlilik talebimi bile ihlal etmişti şu an. Tekrar gözlerine çevirdiğimde bakışlarımı öfkesinin altındaki kırgınlığı gördüm. Çenemdeki gerilmiş kaslar normale döndü. Gözlerimdeki ölümcül bakışlarım yumuşadı. Onun gerçek hislerini gördüğümden emin olunca kolumdaki eli kayarak yanına düştü. Onu kırmıştım. Kaçarak onu paramparça etmiştim. Kalbim ağrıyordu. Onun acısı aramızdaki bağ yüzünden bana geçiyordu. Fakat bununla şu an yüzleşecek cesaretim yoktu.

"Keyifli akşamlar hepinize," diyerek oradan ayrıldım.

Lattingtown'a dönerken arabada David'i aradım. Los Angeles uçaklarının gece yarısından sonra olduğunu öğrendim. Onu çok şaşırtarak benim için de bir bilet almasını söyledim. Burada kalamazdım. Gideon'ın dediği doğruydu. Bir araya ihtiyacım vardı. O tatil fırsatı da uzun süredir görmediğim melekler şehrindeydi.

Continue Reading

You'll Also Like

9.2K 1.1K 83
Hikayeyi daha sonra yazdığım ilk hali ile yayınlayacağım, ben bu hikayeyi yalancı yarim karakterlerini kullanarak yazmıştım. O hali ile buradan payla...
3.2K 284 13
"Dünyayı değiştiremiyorsan,dünyanı değiştirirsin."
110M 4.4M 157
''Birlikte belanın içine batabileceğimiz kadar battık. Ve şimdi, seni bırakmayacağım... Benimle misin?'' --- Zeynep, kendini yeni okuluna başladığı...
48.6K 2.2K 34
Aşk, hayal kırıklığı, ihanet... BU HİKAYE GERÇEK, YAŞANMIŞ BİR HİKAYEDEN İLHAM ALINARAK KURGULANMIŞTIR. KARAKTER İSİMLERİ HAYAL ÜRÜNÜ OLUP, KARAKTERL...