BEŞ YAPRAKLI YONCA

By llaavinyaa

2.8K 434 1.8K

Daha ufacık yaşında ailesi elinden alınmış, beş küçük çocuktuk. Yaşlarımız otuzdan fazla değildi ama biz hepi... More

1. Bölüm: Birinci Yaprak
2. Bölüm: Kabuk Bağlamayan Yaralar
3. Bölüm: Kalabalıklar İçindeki Yalnızlar
4. Bölüm: Yalnızlık Yarası
5. Bölüm: Başaramamak
6. Bölüm: İkinci Yaprak
7. Bölüm: Bir İtiraf
8. Bölüm: Aşkın En Büyük Özelliği
10. Bölüm: Tehlike
11. Bölüm: Şüphe
12. Bölüm: Sarhoş
13. Bölüm: Arkadaş
14. Bölüm: Üçüncü Yaprak
15. Bölüm: En Güzel Çiçek
16. Bölüm: Aşk Gibi
17. Bölüm: Tuzak
18. Bölüm: Dördüncü Yaprak
19. Bölüm: Mutlu İnsanlar
20. Bölüm: Birbiri İçin Atan Kalpler
21. Bölüm: Bir İnsanı Sevmek
22. Bölüm: Nikah
23. Bölüm: Beşinci Yaprak
24. Bölüm: Aile
25. Bölüm: İntikam
26. Bölüm: Kazanan Ve Kaybeden
27. Bölüm: Yüzleşme
28. Bölüm: İhanet
29. Bölüm: İkilem
30. Bölüm: Acı Veren Aşklar
31. Bölüm: Sır
32. Bölüm: Beklenmedik
33. Bölüm: Kurşun
34. Bölüm: Gidenler Bir Gün Geri Döner Mi?
35. Bölüm: Yarım Bir Hikaye
36. Bölüm: Geride Kalanlar
37. Bölüm: İyi İnsanlar ve Kötü Kaderler
38. Bölüm: Beş Kırık Çocuk
39. Bölüm: Gitmek Ve Kalmak
40. Bölüm: Aşk
41. Bölüm: Karar
42. Bölüm: Dost Ve Düşman
43. Bölüm: Hesaplaşma
44. Bölüm: Güven
45. Bölüm: Hata
46. Bölüm: Yanlış İnsan
47. Bölüm: Pişmanlık
48. Bölüm: Yıkım
49. Bölüm: Özlem
50. Bölüm: Ev
51. Bölüm: Değişen Hayatlar
52. Bölüm: Zaaf
53. Bölüm: Ait Hissetmek
54. Bölüm: İyi Ve Kötünün Tarafı
55. Bölüm: Karmakarışık
56. Bölüm: Feda
57. Bölüm: Büyük Gün
58. Bölüm: Vicdan
59. Bölüm: Bazı Gidişler
|FİNAL| 60. Bölüm: Beş Kırık Çocuk

9. Bölüm: Acı Gerçek

49 12 3
By llaavinyaa

Yarım kalmak.

Bu ne demek biliyor musunuz?

Eğer bilmiyorsanız, umarım hiçbir zaman da öğrenmezsiniz.

Olmuyor çünkü sonrası.

Bir kere olur, sadece olduğunda üzülürüm diyorsunuz ama bu hayatınızın tamamına yansıyor.

Benim öyle oldu.

Annemi babamı kaybettim ben, yıllar önce. Ama sanki daha dün verdim onları toprağa. Öyle acıyordu içim. Öyle keskin bir sancı vardı kalbimde. Bunun geçebileceği herhangi bir an var mı, sahiden bilmiyorum. Hayatımın herhangi bir döneminde, bunun azalabileceği bir an olacak mı bilmiyorum. Yalnızca, şu an hâlâ çok taze.

On yıllık taze bir yara.

Elimde tuttuğum fotoğrafa bir süre daha baktım.

7 yaşındaydım fotoğrafta. İlkokula başlayacaktım. O günün öneminden dolayı beraber bir fotoğraf çekinmiştik. Onlarla olan nadir fotoğraflarımdan biriydi.

Fotoğrafı bir kenara bıraktım sonra. Okuduğum kitaplardan birisinin arasına sıkıştırdım. Diğerlerinden birisinin görmesini istemiyordum. Yoksa sonra Teoman gibi olabilirdim.

Gerçi öyle olur muydum bilmiyordum.

Derin bir nefes aldım odamda ki koltuktan kalkmadan önce.

Semih gideli birkaç saat oluyordu. Bizimle konuştuğu konunun şu an olayla ne alakası olduğunu bilmiyordum. Ama yakında anlarsınız demişti. Onun yakındaları bize ne zaman ulaşacaktı bilmiyordum ama en azından artık onun Sadi Sancaktar'a olan öfkesinin bir kısmını bildiğimiz için, eskisi gibi değildik hiçbirimiz.

Ona yine güvenmiyorduk elbette ama hepimizin içinde az da olsa bir şey kırılmış gibiydi.

Evet bu koca gökdelenlerden ufak bir taş düşmesi gibi bir şeydi ama bu bile şu an için bir şey sayılırdı.

Odamdan çıkıp birkaç ses gelen salona doğru adımladım. Evde kim var kim yok bilmiyordum ama açıkçası şu an pek de umursadığım söylenemezdi.

"Biliyorum tabi ki," dedi salondan gelen ses. Bir süre bekledi. Galiba telefonla konuşuyordu. Ben salona girdikten sonra onunla göz göze geldim.

Yavuz Ali de benim gözlerime baktı birkaç saniye öylece.

Kiminle konuşuyordu?

"O zaman da söyledik sana, önemli değil."

Yüzüne bakmaya devam ettim ve ardından ilerleyip yan taraftaki koltuklardan birine oturdum. Hâlâ ona bakıyordum. "Biliyorum Ecem," dedi sonra. Benim anında kaşlarım çatılırken gözlerimi ondan çekip dışarıya çevirdim. Acaba o mu aramıştı Ecem mi? Eğer Ecem aramışsa babasının bizimle alakalı bir şüphesi kalmamış demekti. Gerçi ondan habersiz de arıyor olabilirdi ama babası bizde bir tehlike olduğunu kanıtlarıyla ortaya çıkarmış olsaydı, bunu Ecem'e de söylemez miydi? Bizden uzak durmasını elbette söylerdi.

Sadi Sancaktar'ın bizimle alakalı bir şüphesi kalmamış mıydı yani?

Derince bir nefes alıp düşünmeye devam ettim.

Artık Yavuz Ali'ye bakmıyordum ama onun gözünün ara ara bana değdiğini hissediyordum. O hâlâ Ecem denilen kızılla konuşurken huzursuzca yerimde kıpırdandım. Tamam, gerek var mıydı saatlerce konuşmaya?

Kafamı hafifçe yan tarafa çevirdiğimde koltuğun kenarında duran Yavuz Ali'nin elini gördüm. Yaraları neredeyse dün ki gibi öylece duruyordu. Evet ellerini falan yıkamış olduğu için kanlar gitmişti ama yine de yaralar açık bir şekilde oradaydı. Mikrop kapmaz mıydı bu şekilde?

Salak mıydı bu çocuk? Neden kendini düşünmüyordu? Ellerinin haline ben sebep olmamıştım, bunu biliyordum. Neticede oraya gel de benim için kavga et diye ben dememiştim ama o da sonuçta beni düşündüğü için gelmişti oraya.

Kaldığım ikilem benim sinirlerimi bozdu ama yine de koltukta oturmaya devam ettim.

"Buluşuruz tabi," dedi sonra Yavuz Ali koltukta geriye doğru yaslanırken. Sonra uzandı ve televizyon kumandasını eline aldı. Televizyonu açtı bir düğmeye basıp ama yaptığı bu anlamsız harekete yandan bakmaya devam ettim. Şu an galiba dalgınlıktan açıyordu televizyonu çünkü bu evde Su dışında hiç kimse televizyon izlemiyordu. O da Yağmur'un izin verdiği kısa aralıklarla çizgi film izliyordu. Bu yüzden televizyonu açması beni şaşırtmıştı.

Su'nun bıraktığı kanalda kalan televizyonda bir çizgi film oynuyordu ama ne olduğuna dair de bir fikrim yoktu.

"Olur Ecem," dedi sonra Yavuz Ali sıkkınca. Kız her ne diyorsa bundan çok sıkıldığı belliydi. "Görüşürüz."

Nihayet telefon kapandığında ona dönmedim, bir şey de söylemedim.

Belki bir buluşma ayarlamışlardı, bilemezdim. Aynı rahatsız tavırlarla koltukta dönüp durdum ve televizyonda ki bilmediğim çizgi filmi izlemeye devam ettim.

Ben konuşup ne olduğunu sormayınca, "Ecem buluşmak istiyor," dedi Yavuz Ali. Belli belirsiz kafamı salladım.

"Buluş o zaman."

Yavuz Ali derin bir nefes aldı. "Hep beraber gideceğiz," diye mırıldandı sonra. Bana baktığını görüyordum ama ona karşı sebepsizce bir tık sinirim bozulduğu için ben o tarafa dönmemeyi tercih ediyordum. "O benimle buluşmak istedi ama ben sizi de dahil ettim."

Gülesim geldi ama tuttum kendimi. "Zahmet olmuş," diye mırıldandım belli belirsiz bir ses tonuyla. Yavuz Ali bende ki bu bozukluğu iyiden iyiye fark edince bu defa kaşlarını çatıp da baktı bana.

"Ne oluyor Leyla?"

"Bir şey olduğu yok," dedim ona birkaç saniyeliğine bakarken. Dalgalı saçları alnına doğru dağılmıştı. Birkaç günlük sakalı yüzüne çok yakışmıştı ama bununla daha fazla ilgilenmeden önüme döndüm.

"Var bir şey belli," diye mırıldandı. "Söyle bana."

Bu konu hakkında konuşmak istemiyordum. Ama o uzattıkça uzatıyordu. "Bir şey yok diyorum Yavuz Ali," dedim bu defa ona daha uzun süre bakıp. Sonra gözlerim tekrar ellerine takıldı. "Sen gidip şu ellerine bir pansuman falan yapsana. Mikrop mu kapsın istiyorsun?"

Ben konuyu değiştirince Yavuz Ali daha da şüphelendi. Yüzüme birkaç saniye baktı ama daha sonra yan tarafına doğru dönüp ufak bir çantayı benim görebileceğim bir yere koydu. "Tam yapacaktım, Ecem aradı."

İyi bok yemiş.

En azından babasının bize dair şüphelerinin azaldığına dair ufak da olsa bir ihtimal vardı.

"İyi, şimdi yap o zaman."

"Leyla," dedi sonra sakin bir sesle. O ismimi söyleyince kafamı koltuğa yaslayıp, gözlerimi de kapatmak istedim. Öylece dursam yeterdi ama bunu yapmadım. Çantayı bana doğru uzattı. "Ben pek anlamam," dedi sonra ellerindeki derin yaralara bakıp. "Sen yapar mısın?"

"Ben cerrahım sanki," diye mırıldandım ama sesim ciddi değildi. Şaka yaptığımı anlamıştı. Her ne olursa olsun, eli dün beni korumak istediği için bu hâle geldiğinden, içimde tereddüt de olsa ona doğru uzattım elimi. "Ver elini bana."

Dün akşam elinde ki yaraya bakmak isterken bir süre tutmuş bulunmuştum elini.

Şu an yine oluyordu bu ve ben inanılmaz garip bir hâle düşüyordum.

Elini elimin içine alınca, Yavuz Ali bir süre gözlerini hiç ayırmadan öylece gözlerimin içine baktı. İçim çok garipti ama bunu ona belli etmedim. "Çok kötü olmuş elinde ki yaralar, neden bekledim şimdiye kadar?"

Diğer elini kaldırıp saçlarını karıştırdı birkaç saniye. "Dün çok farklı bir gündü," diye açıkladı bana. Ben de elime  bir pamuk aldım ve yavaşça elindeki yarayı temizlemeye başladım. Pamuğu ilk batırınca yarası yanmış olacak ki, ufak bir sızlanmayla elini çekecek gibi oldu ama ben bir salaklık yapıp o an refleksle elini daha sıkı tuttum.

İşte bu daha garipti. Baya el ele tutuşuyormuşuz gibi olmuştu çünkü. Onun elini sıkıca tutunca Yavuz Ali'yle göz göze geldik. "Çekme elini," diye açıklamaya çalıştım bu halimizi.

Kafasını salladı usul usul.

Ben elimi gevşettim ve yarayı temizlemeye devam ettim. Yavuz Ali birkaç saniye bana baktı ve az önceki anlattığı şeye devam etti. "Öylece uyumuşum dün. Sabah da Semih geldi, vaktim olmadı."

"Bir daha zamanında yap," diye söylendim. Sesim de hafif eğlenen bir ton vardı. Yarasını temizlerken gözlerimi kaldırdım ve birkaç saniyeliğine yüzüne baktım. "Leyla'yı korumaya çalışırken öldü demesinler."

Gözlerini kıstı bana bakarken. Sonra yüzü gevşedi ve çok hafif bir gülümseme belirdi yüzünde. Ben tekrar önüme döndüm ve yarayı temizlemeye devam ettim. "Ölmem," diye mırıldandı yavaşça. "Yani en azından bir seneye kadar falan ölmemem gerekiyor, yanında olmam gereken bir doğum günü kızı var da..."

Elini temizliyordum.

Ama eli elimin içindeyken, diğer elim de tam yaraya değecekken öylece kaldı bir an.

Duraksadım.

Bunu hâlâ hatırlıyorum muydu? Belki o zaman öylesine verilmiş bir söz gibi gelmişti bana ama şu an yeniden aynı şeyi söylüyordu.

Gözlerimin kaldırıp onun yeşil gözlerine diktim. Yüzünde ki hafif gülümseme gitmişti. Aksine, ciddi bakıyordu bana. Ciddi bakıyordu ve samimiydi.

"Önemli bir göreve benziyor," diye mırıldandım sakin bir tonda. Sesim de ki dalga geçer ifadeyi duyunca kafasını salladı hafiften.

"Öyle."

Birkaç saniye öylece baktık birbirimize ama salonun içini birden başka bir ses doldurdu.

"Kafamın içinde kolbastı oynuyorlar ya. Bu nasıl bir ağrı?"

Teoman söylenerek salona girince gözleri bize takıldı. Yavuz Ali ve beni o şekilde görünce bir an kaşlarını çatar gibi oldu. Yanlış anlaşılmamak için, hemde zaten elindeki yarayı temizlediğim için Yavuz Ali'nin elini sakince bıraktım. Teoman'dan bir korkum ya da bir çekincem yoktu ama genel olarak yanlış anlaşılmak istemiyordum.

"Napıyorsunuz siz?" diye sordu kendini yandaki koltuğa atarken. Gözlerim yeniden birkaç saniyeliğine onunla buluştu.

"Halay çekiyoruz," diye konuştum Yavuz Ali'nin verdiği küçük çantanın ağzını kapatıp yan tarafa doğru koyarken. "Belli olmuyor mu?"

"Ha oluyor," dedi Teoman geriye doğru yaslanıp. Sonra eli kaşındaki yara bandına gitti ve birkaç saniye orasıyla oynadı. "Ben emin olmak için sordum zaten."

Belli belirsiz sırıtır gibi oldum.

O sırada salona Fikret de girince, tek eksik Yağmur kalmıştı ama onun evde olup olmadığını bilmiyordum. Fikret gömleğinin yakasını düzeltirken birden gördüğüm şeyle kısa bir şok yaşadım.

Fikret'in boynunda bir ısırık izi vardı.

Kaşlarımı çattım bir an. "Fikret?" dedim sorar gibi. Gözleri beni buldu. "Senin boynunda ısırık izi mi var, ben mi öyle öyle görüyorum?"

Ne alakaydı?

Fikret ben konuşunca sıkıntılı bir şekilde elini boynuna attı. "Dün ki şerefsiz ısırdı. Yani o hengamede fark etmemişim."

Şaka mıydı?

Hayır, gayet ciddiydi.

Birden gülmeye başladığımda Fikret yine sıkıntılı bir nefes  verdi.

"Nasıl lan?" dedi şaşıran Teoman. "Isırdı mı adam seni?"

O da gülüyordu ama şaşkındı da. Fikret oflayarak kafasını sallayınca biz gülmeye devam ettik. Buna sahiden ansızın yakalanmıştık. Dün zaten epey bir gülmüştük ama o adamlardan birinin Fikret'i ısırdığını fark etmiş olsaydık, çok daha fazla gülerdik. Bu seferlik şansımıza küsecektik. "Daha saçma çok az şey gördüm," diye mırıldandım gülmeye devam ederken.

Gözüm birkaç saniyeliğine Yavuz Ali'ye değdiğinde onun da yüzünde eğlenen bir ifade gördüm ama bir şey demeden önüme döndüm. Fikret hâlâ adamın ısırdığı yeri ovuşturuyordu.

Odak nokta tamamen o olduğu için, Fikret konuyu dağıtmak istedi galiba ve sonra birkaç saniye evde gezdirdi gözlerini. "Yağmur dışarıda mı?"

"Kızını almaya gitti," diye cevapladı Teoman onu. Nereye gittiğini biliyor olmasına şaşkınlıkla bakarken, diğerlerinin de gözü ona döndü ve bu Teoman'ı garip bakışlara maruz bıraktı. "Ne bakıyorsunuz ya?" dedi hayretle. "Dışarıya çıkıyordu, bende nereye gittiğini sordum. Önce bir asıp kesmekle tehdit etti ama sonra söyledi işte."

Asıp kesmekle tehdit etmek tam Yağmur'a göre bir iş olduğu için, bu hikaye bana çok doğru geldi.

Daha fazla soru sormadan ayağa kalktım. Gidip bir duş almam gerekiyordu. Sonra da boş boş oturup biraz düşünürdüm herhalde.

Salondan çıkıp odama ilerledim ve daha sonra bir duş aldım. Sonrasında yatağıma oturmuş biraz kitap okumuştum ve sonra da öyle düşünmüştüm biraz. Başka yapacak bir şeyim yoktu.

Ekin arada bir mesaj atıyordu ama onun da çoğuna cevap vermiyordum zaten.

Birkaç saatin ardından ayaklandım ve biraz yemek yemek için mutfağa doğru ilerledim. Dolapta ne vardı bilmiyordum ama yoksa da zaten yemek söylerdim.

Dipleri hala nemli olan saçlarımı karıştırdım ve ardından mutfağa girdim.

Mutfağa girdiğimde kısa bir an duraksadım ama daha sonra beklemeden dolaba doğru ilerledim.

Yağmur ve Su mutfaktaydı. Su masada oturmuş yemeğini yerken, Yağmur da bir elindeki telefona bir kızına bakıyordu. Benim içeri girdiğimi görünce birkaç saniye bana baktı ama sonra önüne döndü tekrar.

Onların geldiğini duymamıştım. Ne zaman geldiklerini de bilmiyordum.

Dolabı açıp içinden yiyecek bir şeyler çıkardım ve ardından Yağmur'a bakmadan masanın en uzak tarafına oturdum.

Yemeğimi yemeye başladığımda gözüm ara ara Su ve Yağmur'a takılıyordu. Onunla ilgili merak ettiğim şeyler vardı elbette ama Yağmur biraz ters bir insandı. Ondan çekindiğim yoktu ama durduk yere kavga çıkartmak gibi bir derdim de yoktu.

Ya da vardı.

"Yağmur," diye mırıldandım sakin bir tonda. Ne yapayım, merak ediyordum. Sesimi duyunca kafasını telefondan hafifçe kaldırır gibi oldu. "Hı?"

Ağzımdaki lokmayı birkaç kere daha çiğnedim ve yutkundum. "Su'nun babasına ne oldu?"

Yağmur sorumu duyunca bir an irkilir gibi oldu. Gözleri birkaç saniye karşıya doğru döndü ama sonrasında sertçe bana çevirdi bakışlarını. Yağmur'un gözlerinde görmeyi beklediğim şey öfkeydi ama bana bakışlarında yalnızca öfke yoktu. Bu soruyu sorduğum için öfkeliydi evet ama bunun yanında da kırgınlık da vardı. Bana değildi elbette kırgınlığı. Olanlaraydı.

"Ne yapacaksın?" diye sordu sertçe bana bakarken. Gözleri kızını kontrol etmek için birkaç saniye ona doğru döndü ama Su'nun bizimle ilgilenmediğini görünce tekrardan bana baktı. "Kurcalama Leyla."

O kadar garip geliyordu ki. Yağmur sahiden acı çekiyordu. Bu olaydan yalnızca bahsedince bile, o adamı tekrardan kaybediyordu sanki. O kadar aşık mıydı sahiden?

Yağmur aşık olduğu kaybetmişti.

Bu benim içimi acıttı bir an.

Ben bir şey söylemeyince önüne döndü ama sonra bir şey söyleyecekmiş gibi açtı ağzını. Durdu, geri vazgeçti.

Ben önümdeki yemeğe döndüm.

Su da yemeğini bitirdi ve ardından koşarak mutfaktan çıkınca, sadece Yağmur ve ben kaldım.

Ama başka soru sormadım ona. Eğer anlatmak istemiyorsa ya da bu onu öfkelendiriyorsa, hatta gördüğüm kadarıyla bu ona yine aynı acıları çektiriyorsa benim bu meseleyi kurcalamaya zaten hakkım yoktu. Önümde yarısını yediğim yemek dururken, Yağmur'un tekrardan titrek bir nefes aldığını duydum.

"Su bir yaşındaydı," dedi aniden. Soğuk pizzaya uzanan elim dondu aniden. Ne dediğini ilk başta anlayamadım. Bana dönükte değildi zaten yüzü. "Babası öldüğünde, benim kızım sadece bir yaşındaydı."

O kadar garip bir cümleydi ki, ağzımdaki lokma bir ateşti sanki. Yaktı geçti boğazımı. Yemeğe uzanan elimi aşağıya indirdim ve masanın üzerine koydum. Yağmur konuşurken bana bakmıyordu ama sanki o gözlerini dikip bana bakmış gibi, bende gözlerimi ona çevirmiyordum. Sessizdim ama o da zaten konuşmamı bekliyormuş gibi değildi.

"Bir akşam, ailesiyle kavga etmiş yine. Zaten pek anlaşamıyorlardı ama o akşam daha büyük şeyler olmuş."

Derin bir nefes aldı. Ben öylece karşıma bakıyordum. Nasıl durulur, ne söylenir bilemiyordum.

"Sinirle eve geliyordu, biz kızımla onu evde bekliyorduk. Dedi ki Leyla, eğer siz olmasaydınız bu hayat yaşanmazmış."

Yutkundum.

Yağmur öyle bir konuşuyordu ki, sanki duyduğum her şey yangınla kulağıma geliyordu. Yağmur orada bana aşık olduğu adamın nasıl öldüğünü anlatırken, ben daha birkaç haftadır tanıdığım bu kıza sarılıp hüngür hüngür ağlamak istiyordum. Titrek bir nefes aldım yeniden.

"Sonra..."

Nefesi kesildi bir an.

Ama durmadı.

Önce vazgeçip neden anlatıyordu şimdi bilmiyordum ama kararlı gibiydi.

"Kaza geçirmiş. Sinirden herhalde, kafası dağınık olduğu için kırmızı ışığa bakmadan yola çıkmış."

Yağmur sus, demek istedim.

Ne olur anlatma daha fazla.

Ama Yağmur sanki yıllardır susuyordu ve o yılların suskunluğunu şimdi böyle çıkarıyordu. Acımasız mıydı, sadece gerçekleri mi söylüyordu?

Evet, gerçekler acımasızdı.

"Onu kaybettim o gün," dedi ve sonra gözleri dakikalar sonra bana döndü. Gözleri dolu doluydu. Benim ki de öyleydi biliyordum. Yağmur bunu görünce daha da kötü oldu sanki. "Leyla," dedi sonra yutkunup. Ağlayacak zannettim. Ama o engel oldu kendine. "Ben kaybettim onu. Ben aşık olduğum adamı kaybettim, ben kocamı kaybettim. Hayat ışığımı kaybettim ben, çocuğumun babasını kaybettim."

Ellerimi sıktım.

Uzanıp da artık konuşmaması için ağzını kapatmayayım diye.

O kadar üzülüyordum ki, sanki biri canlı canlı kalbimi deşiyordu.

Yağmur'un yaşadığı bir olaya bu kadar üzüleceksin, deseydi biri, ona sadece gülerdim ama şimdi öyle değildi işte.

Kocamı kaybettim diyordu, hayatımın ışığını kaybettim diyordu! Bunlar ne demekti şimdi? İkimizde sustuk bir süre. Ama sanki uğultu başımı ağrıttı.

"Evli miydiniz?" diye sordum dakikalar sonra. İlk sormam gereken bu muydu bilmiyordum ama ne diyeceğimi bilmiyordum ki. Bana bakmadan kafasını salladı Yağmur.

"Evliydik."

Kafamı salladım bende.

Yağmur evliydi bir zamanlar.

Hayatının aşkını kaybetmeden önce, Yağmur evliydi.

Her nedense, bir çocuğu olduğunu öğrendiğimde ki gibi şok etmedi bu beni. Sanki artık Yağmur'u tanıyor gibiydim. Ya da belki de hiç tanımıyordum onu, o hala bir yabancıydı bana ama şimdi o yabancıya sarılmak istiyordum. Yine de yapmadım bunu.

Diyorum ya en başından beri. Yapsak ya da konuşsak belki çözülecekti birçok şey ama biz yapmadık.

"Ailesi hiç istemedi beni," dedi sonra Yağmur. "Beni layık görmediler ona hiç."

Hiç tanımadığım o insanlara deli bir sinir duydum o anda. Ama bu konu hakkında bir şey söylemedim.

"Torunlarıyla görüşmek istemiyorlar ?" diye sordum bu defa merak ederek. Yağmur'u kabul etmemişlerdi. Ama ya Su? Onların torunuydu o. Kendi çocuklarının da bir parçasıydı. Ben öyle sorunca Yağmur hiddetle bana döndü.

"Ben yaşadığım sürece göremeyecekler onu," dedi sinirle. Ses tonu ve bakışları onlara ne kadar öfkeli olduğunu açıklıyordu. "Ben tek başıma büyüttüm çocuğumu Leyla," dedi sonra bana bir derdini anlatmak ister gibi. Kafamı salladım onu onaylamak ister gibi. "Kimseye muhtaç olmamak için, gece gündüz demeden çalıştım ben. Bugüne kendi başıma geldim. Kimse yoktu yanımda. Tek başınaydım, anlıyor musun? Şimdi onlardan biri gelip de çocuğumla görüşmek isterse sence ben yapar mıyım bunu? Her seferinde reddettim, bundan sonra olmayacak. Su'nun yüzünü bile göremeyecekler."

Onun uzun cümlelerinden sonra gözlerine birkaç saniye baktım.

Yağmur güçlü bir insandı.

Yağmur güçlü bir kadındı.

"İstemediğin hiçbir şeyi yapmak zorunda değilsin," diyerek destek verdim ona. Laf olsun diye söylemiyordum. Çok samimiydim. "O senin kızın."

"Benim kızım," diye tekrarladı beni. Yakın bir zamanda yine görüşmek falan mı istemişlerdi de Yağmur bu kadar sinirlenmişti bilmiyordum ama bunu da sormadım. Bence bu kadarını anlatması bile onun için önemli bir şeydi.

Ben bir şey söylemeden ayaklandı sonra Yağmur. Direkt çıkıp gidecek ya da konuşursa da bunları kimseye söylememem için beni uyarır zannettim ama o birkaç saniye ela gözlerime baktı. "Ben gideyim, Su odayı karıştırıyordur şimdi. Bazen rujlarımı ısırıyor kökünden, yine yapmasın aynı şeyleri."

Onun söylediği şeye ruhsuzca güldüm.

Sonra bana bakmaya devam etti.

Gözlerinde ki ifade beni bozguna uğrattı bir an.

Sanki yıllardır kimse sormamıştı ne olduğunu, kimse nasılsın dememişti ona.

Bu yüzden galiba gözlerinde o garip ifade vardı. Ne olduğunu hiç anlamadım. Ama Yağmur'la aramızda olan binlerce metre yükseklikte ki duvarlardan ilk taşın düştüğü andı o an. Ve sanki ikimizde biliyorduk bunu.

Yağmur bir şey söylemedi. Arkasını döndü ve mutfağı terk etti ama o çıkarken benim aklıma başka bir şey geldi.

Daha bugün ne demişti Yağmur, Semih'e?

Aşk daha iyi biri yapıyor insanı, demişti.

Aklıma yavaş yavaş düşünceler doluşur gibi oldu. Yağmur öfkeliydi. Hayata karşı öfkeliydi. İnsanlara karşı öfkeliydi. Aşk iyi gelmişti ona, ama o aşkını kaybetmişti. Belki de öfkesi zaten bu yüzdendi.

Yağmur'un acı gerçeği de buydu.

Bazen hala şaşırıyorum Yağmur'un bana orada eşini, sevgilisini nasıl kaybettiğini açıklamasına ama bazen insanlar bu kadar doluyor işte. O kadar doluyor ki, yolda hiç görmediğiniz yedi kat yabancıya bile bağıra çağıra derdinizi anlatmak istiyorsunuz. Yağmur'un ki öyle bir şeydi galiba. Ya da birbirimize alışmaya başlıyorduk, tam emin değildim.

Yağmur'un anlattıklarından sonra fena halde iştahım kaçınca, önümdekileri yemeden bir kenara ittim ve ayağa kalkıp tekrar dolaba koydum. Sonra acıkırsam yerdim.

Mutfaktan kafam dağınık bir şekilde çıktım ve tekrar odama doğru ilerledim. Salondan ya da evin herhangi bir yerinden ses gelmiyordu. Saat biraz geç olmuştu o da vardı ama herkes genel olarak sessizdi işte.

Odamdan üzerime bir kapşonlu aldım ve telefonumu da cebime sıkıştırıp balkona doğru ilerledim. Biraz nefes almak iyi gelecekti. Balkonun gerçekten farklı bir havası vardı.

Balkona doğru ilerlediğimde ışığın kapalı olduğunu gördüm. Kapıyı yavaşça açtım ve ardından adımımı içeriye doğru attım.

Yavuz Ali içerdeydi.

Ve bu beni hiç şaşırtmadı sanki.

Ben içeriye girerken dönüp bana baktı. Ellerini göğsünde birleştirmiş, kafasını da geriye yaslamıştı. Ben içeriye girince hiç konuşmadan yürüdüm ve yan taraftaki sandalyeye oturup bende etrafı seyretmeye başladım.

Bu saatte burada ne yapıyordu bilmiyordum ama bunu da sormadım. Neticede bende buradayım ama o daha uzun süredir burada gibiydi. Masanın üzerinde boş bir kahve bardağı duruyordu.

Uçuşan saçlarımı elimle geriye doğru savurdum etrafa bakmaya devam ederken.

"Neydi şu filmin adı?" diye mırıldandı Yavuz Ali bir an.

İlk başta ne dediğini anlamasam da sonra gözlerim istemsiz olarak karşı evdeki adamın yerine doğru döndü. Adam yine film izliyordu.

Adamın izlediği filme birkaç saniye baktıktan sonra yüzümde bir gülümseme belirdi. "Kill Bill," diye mırıldandım hevesle adamın izlediği büyük ekrana bakarken. "Çok severim."

Kafasını iki yana salladı ve birkaç saniyeliğine bana baktı. "İzlemedim."

"Büyük kayıp," diye mırıldandım derin bir nefes verirken. Geriye doğru iyice yaslanırken gözlerim ona doğru döndü ve ardından birkaç saniyeliğine masadaki bardağı gösterdim. "Ne kadardır burada oturuyorsun?"

Omzunu silkti yavaş bir şekilde. "Oldu biraz."

Masanın üzerinde, kahve bardağının yan tarafındaki bir de telefonu duruyordu ve ben kendime hakim olmak istesem de, buna fırsat bulamadan konuştum. "O kız aradı mı başka?"

Bu defa gözleri bana döndü. "Ecem mi?"

Gözlerimi devirmemek için kendimi zor tutmuştum. Kızın isminde bile bir sahiplenme olayı vardı ve bu benim sinirlerimi bozuyordu. Hayır yani Ece falan koysalardı olmuyor muydu? Bunu düşünmemem gerekiyordu şu an. Kafamı salladım yavaşça.

"Hayır."

Demek aramamıştı.

Daha fazla konuşmadım. Bu konu da fazla soru sorup yanlış anlaşılmak istemiyordum. O kız o katilin kızıydı ve hepimiz de normal olarak ondan nefret ediyorduk. Eve, bende bu yüzden sevmiyordum.

Başka bir şey yoktu.

Saat epey geçti ama ben daha yeni gelmiştim. Biraz öylece durmak istiyordum sadece. Bazen bunu istediğim sahiden oluyordu. Hiçbir şey yapmadan, öylece durmak. Saatlerce hemde.

O sırada sokaktan geçen iki kız, saatin geç olmasına rağmen kahkahalarla koşarak ilerlemeye başladılar. Bir yandan gülüyor bir yandan da garip garip dans ederek ilerliyorlardı. Bir süre onlara baktım ama onlar da gözden kaybolunca tekrar önüme döndüm.

"O aptal yüzünden dans bile edemedim," diye söylendim dün aklıma gelince tekrardan.

Yavuz Ali sesimi duyunca bana doğru döndü. Bir şey diyecek gibi oldu ama sonra duraksayıp tekrardan önüne döndü. Benim ona söylediğim hiçbir şey yoktu. Dün olanlar tamamen o dangalak adamın yüzündendi.

Gecemizi mahvetmişti ve dün yapmak istediğimiz hiçbir şeyi yapamamıştık. Bu benim sinirlerimi bozuyordu. Tekrardan sıkıntıyla oflayınca, bu defa tamamen bana döndü Yavuz Ali. O mu üzerine alınıyordu? Gerçekten onunla ilgili bir sıkıntım yoktu. Tam da bunu dillendirecektim ki, Yavuz Ali birden ayağa kalktı.

Gidiyor muydu?

"Leyla," dedi ve birkaç saniye bekleyip bana elini uzattı. Elini mi? Ama neden? Ben ne olduğunu anlamadan ona bakarken, aynı anda kaşlarımı çattım. Ne yapıyordu şu an? "Hadi," dedi sonra bana. Yüzü bu karanlıkta bile ışıl ışıldı. "Dans et benimle."

Bu cümleyi anlamam sanki yıllar sürdü. Öyle ki bir süre öylece yüzüne baktım. Benimle dans et, diyordu değil mi? Ben yanlış duymuyordum. Onunla dans etmek ne demekti? Bu cümleyi saatlerce düşündüm o birkaç dakikada. Onunla dans etmemi istiyordu, ama neden?

"Anlamadım?" dedim aniden. Sahiden anlamamıştım. Aslında cümle çok basitti. Ama anlamıyordum işte. Eli hala havada, bana bakıyordu.

Tam karşımdaydı Yavuz Ali. Üzerinde siyah bir tişört ve bir kot pantolon vardı. Büyük ama zarif elini bana doğru uzatmış bekliyordu ama ben öylece kalmıştım. "Anlamayacak bir şey yok," diye devam etti sonra. Masanın üzerindeki telefonuna uzandı ve birkaç yere bastı ben ona anlamsız bir şekilde bakarken. "Çıkan ilk şarkı ne olursa, dans edeceğiz."

Telefonu bir kenara bıraktı ve ardından ben birkaç saniyeliğine telefona baktım. Ama hâlâ anlamıyordum ya. Aptal olmuştum iyice. "Neden dans edeceğiz?" diye sordum kaşlarımı çatmaya devam ederken.

"Çünkü sen dans etmek istiyorsun," dedi Omzunu silkerken. Bu muydu? Ben dans etmek istedim diye, şimdi benimle dans mı edecekti?

"Yavuz Ali," dedim hafifçe gülerken. "Saatten haberin var mı?"

Ben gülünce yüzünde hafif bir gülümseme belirdi ama sonra ilerleyip telefondan saate baktı. "Artık var ama önemli değil. Gece dans edilemeyeceğini kim söylemiş Leyla?"

Elimle etrafı gösterdim. "Komşular."

Benim uzatıp etrafı gösterdiğim elimi tuttu bu defa Yavuz Ali. Elimi tuttu ve beni aniden kendine çekince, ne olduğunu anlayamadan hızla onun göğsüne yapıştım.

O kadar garip bir andı ki, birden ona çekilince sonra dünya yerinden oynamış gibi geldi. Bir eli hâlâ elimi tutuyordu. "Hadi," dedi sonra yeniden. "Dans et benimle Leyla."

Yüzlerimiz arasında yalnızca birkaç santim vardı ve o tam gözlerimin içine bakıp onunla dans etmemi söylüyordu. "İnsanlar rahatsız olabilir," diye mırıldandım telefondaki müziği kastederek. Ama o anladığı halde başka bir yere çekti konuyu.

"Seni görmek onlar için lütuf olur."

Zaten gözlerine bakıyordum.

Ama sanki cümlesinden sonra, defalarca kez yeniden göz göze geldim onunla. Aklıma kazındı bu cümle ve hiçbir zamanda silemedim aklımdan. Bana ne söylediğinin farkında mıydı?

Birbirlerine yapışık olan vücudumuzdan kalbimin sesini duyuyor muydu? Sahiden duyuyor muydu? Duymasındı.

"İçeridekler de sesten rahatsız olabilir," dedim ama sesim az öncekinin aksine hem daha kısıktı hem de reddetmekten daha da uzaktı. Bunu anlayınca gülümsedi. Derin bir nefes aldım. Kalbim sıkışıyordu.

"Hepsinin odası balkona uzak. Hem, yalnızca bir dans Leyla."

Tek kaşım havaya kalktı. "Tango gibi mi?"

Ona laf vurmamdan rahatsız olarak yerinde kıpırdandı. Bunu özellikle Ecem konusunda olduğu için yaptığını biliyordum ama daha fazla uzatmadım. Kafamı salladım yavaşça. "Peki, seninle dans ederim Yavuz Ali."

Hafif bir gülümsemeyle uzandı ve telefonda bir yere bastı. Masa ve telefon benim arkamda kaldığı için göremiyordum. Durdum ve hangi şarkının çıkacağını merakla bekledim.

Birden balkona ve dışarıya bir şarkı sesi dolduğunda, gözlerim Yavuz Ali'yle kesişti.

O da galiba şarkının ne olduğunu biliyordu. "Bu pek dans edilecek bir şarkı değil," dedim hafifçe gülümserken.

Ama içimde aptal bir üzüntü vardı. Salak mıydım ben? Neden üzülüyordum öyle bir şarkı çıkmadı diye?

"Nasıl dans ettiğine göre değişir," dedi Yavuz Ali aniden ve ardından tuttuğu elimden beni çekip geriye doğru hafifçe savurdu.

Beni birkaç santim uzaklaştırıp kendi etrafımda bir kez çevirdi ve ardından tekrar kendine doğru çekti.

Ah o güzel gözlerin
Döndürüyor başımı, dedi o sırada şarkı.  Ben geri ona doğru dönüp şaşkınlıkla az önceki yerime geri döndüm.

"Yavuz Ali..."

O bir şey söylemedi, şarkı devam etti.

Lütfen seni izlerken
Hor gör bu telaşımı.

Bir gülme kaçtı dudaklarımdan. Öyle acayip bir andı ki, şaşırıyordum ama yine de kendimi bu anın içinden çekip alamıyordum.

Yavuz Ali kendisiyle beraber beni de hareket ettirdi ve ikimiz de ileri ve geri doğru hareket ederek ufak tefek dans etmeye başladık.

Tut elimden gidelim
Bu şehirde huzur yok, dedi şarkı sonra.

Yavuz Ali'nin omzunda duran elimi istemsiz olarak sıktım. Onunda eli benim belimdeydi ve diğer eli de elimi tutuyordu.

Tüm vücudum ateş almış gibiydi.

Sıcak şarap içelim
Ne de olsa vakit çok.

Yavuz Ali bu defa sağa ve sola doğru hareket ederek beni yeniden çevirdi ve bu defa sırtımı kendi göğsüne yasladı.

Yeniden güldüm.

Hem ben hem de o sağa sola ritimli bir şekilde hareket ediyorduk. Normal dans gibi yavaş değildik. Orta bir hızda sallanıyorduk. Dışarıdan gören insanlar bize ne derdi, hakkımızda ne düşünürdü bilmiyordum ama umrumda bile değildi şu an. Hayatımın en acayip anlarından birini yaşıyordum şu an.

Dayanamıyorum
Hayallerim çok ağır
Bana yardım et
Kime konuşsam sağır.

Yalnızca gülmek değil, bütün sokağı inletecek şekilde deli bir kahkaha atmak istiyordum ama bu zarif halimize o kadar tersti ki bu. Hem Yavuz Ali ne der, onu da bilmiyordum. Bunu bir ara kendi kendime kesinlikle yapmalıydım.

Bana neler yazdırdın
Hiç farkında mısın?
Özelsin benimsin
Bu da en büyük şansım.

Bu defa kendim ona doğru döndüm gülerek. "Dışarıdan görenler bizi deli zannedecek," diye mırıldandım tekrardan elimi omzuna koyduğumda.

Omzunu silkti.

Yüzünde belirgin bir gülümseme vardı. "Zannetsinler."

İnsanlar konuşuyor
Ama hiç duymuyorum

Gözlerimiz kesişti.

Aklım fikrim hep sende
Karşı koyamıyorum.

Gözlerimizi çektik ikimiz de aynı an da.

Dayanamıyorum
Hayallerim çok ağır
Bana yardım et
Kime konuşsam sağır.

Derin bir nefes aldım şarkı biterken.

Elim hala omuzundaydı ama daha fazla bu pozisyonda durmak bana iyi gelmeyeceğinden, yoksa bayılacaktım, elimi indirdim omzundan ve birkaç adım geriye doğru attım.

Onun hali bana göre daha farklıydı.

Sanki bir rüyadaydı, gözleri o kadar inanamazca bakıyordu bana.

Bir süre susup öylece birbimize baktık ama ben sonra derin bir nefes alıp dudaklarımı araladım. "Bitti şarkı."

Yeşil gözleri benim ela gözlerimi buldu.

"Başa alırsak bitmemiş olur."

O kadar kısa bir süre içinde büyüdü ki yüzümde ki gülümseme buna bende inanamadım.

"Başka zaman başa alırız," dedim ve balkon kapısına doğru bir adım attım. "İyi geceler Yavuz Ali."

Burada daha fazla kalabilecek gibi hissetmiyordum. Sanki koca balkon ufacık bir yere sıkıştırmıştı beni. Yavuz Ali'yle o kadar yakın temaslı olarak dans etmiştim ki, şimdi sanki tenime ateş değiyormuş gibi hissediyordum.

Kafasını salladı bana. "İyi geceler."

Kendimi buradan koşarak uzaklaştırmak istesem de, son an da buna dur diyebildim ve normal adımlarla uzaklaştım balkondan.

Aklımda ve kalbimde binlerce düşünce vardı. Hangisini dinlemem ya da hangisini susturmam gerektiğini bilmiyordum. Çünkü aynı an da gözümün önüne az önceki görüntüler doluyordu ve etraf birden kararıyordu sanki.

Daha önce hiç böyle şeyler hissetmemiştim.

Sanki bundan kaçıp gitmek istiyordum ama bir şey tutuyordu beni. Sıkı sıkıya tutuyor ve bir daha da asla bırakmak istemiyordu.

Odaya girdiğim an da üzerimi bile değiştirmeden, hızla yatağıma girip kafama yorganımı çektim.

Dediğim gibi, hayatımda ilk defa böyle bir şey geliyordu başıma ve ben bundan kafamın üzerindeki yorganla kurtulacağımı zannediyordum.

Oysa ne kadar da aptaldım.

Hiçbir şeyin farkında değildim o zaman ama şimdi anlıyorum her şeyi.

Aşk sahiden de engellenemiyordu.

***

"Bak sonra kısacık kalırsın," dedi Semih bilmiş bir ifadeyle.

Omzunu silkti Su. "İçmeyeceğim süt."

Evet, Semih buradaydı ve süt içmek istemeyen Su'yu süt içmeye ikna etmeye çalışıyordu. Yağmur da çok denemişti ama istemiyordu işte.

Onun bu sevimli haline gülümsedim ve önüme doğru döndüm ama dönerken karşımda oturup da bana bakan Yavuz Ali'yle göz göze gelince, istemeden de olsa gözlerimi kaçırıp tabağıma bakmaya devam ettim.

Dünden sonra garip hissediyordum ve sanki onun gözlerine bakmak benim için zorlaşmıştı. Ama şimdi Semih sanki dalga geçer gibi bizimle kahvaltı ediyordu ve Yavuz Ali de tam karşımdaydı. İstemeden de olsa onu görmek zorunda kalıyordum ve bu direkt olarak aklıma dün ki dans ettiğimiz anları getiriyordu.

Evet, haftalardır burada olmamıza rağmen ilk defa arkadaşlarımla hep beraber kahvaltı ediyorduk. Bunu sabah kalktığımızda Semih'in hazırlattığı kahvaltı masasıyla öğrenmiştik.

Garip bir adamdı sahiden.

"Su kahvaltını bitir anneciğim," dedi o sırada Yağmur ama Su dinlemeden masadan hızla kalktı ve koşarak da salonu terk etti. Yine mutfaktaki tencerelerle oynamaya gidiyordu galiba.  Yağmur onun arkasından oflayarak baktı ama sonra bir şey demeden önüne döndü.

"Ecem aradı bu arada," dedi Yavuz Ali, Semih'e doğru bakarak. Az öncekiler gibi gözlerimi kaçırmadan Yavuz Ali'ye baktım bu defa. Demek aramıştı o kız.
"Babası geçen akşam ki tavrından dolayı üzgün olduğu için, telafi etmek istiyormuş."

Yüzünde bilmiş bir ifadeyle sırıtıyordu Yavuz Ali ve sonra o sırıtış Semih'e de geçti. Demek ki adamın bizimle alakalı bir şüphesi kalmamıştı. Bizi mutlaka araştırmıştı ve bir şey bulamamıştı. Semih haklıydı demek ki bu konuda.

"Bizden şüphelenmiyor mu yani?" dedi Yağmur da kaşlarını çatarak bakarken. "Bundan emin miyiz?"

Semih önündeki fincanı ittirip kolunu oraya koydu ve Yağmur'a baktı. "Hiçbir zaman emin olamayız bundan. Ama sizi o eve bir şey yapmak için çağırmadığından eminim. Bu pek onun tarzı değil."

"Bak emin misin?" diye sordu Teoman tek kaşını kaldırıp. "Bizi böyle telafi falan diye çağırıyor ama oraya gidip Robb Stark gibi kalmayalım? Bak ben bir de Red Wedding falan yaşayamam ha."

Semih kısıkça güldü onun söylediğine. "Game of thrones çekmiyoruz burada Teoman. Bu konuda bana güvenin. Kendi evinde bir şey yapmayacaktır. Özellikle de yanında kızı ve," dedikten sonra derin bir nefes aldı. "Karısı varken."

Garip şeyler dönüyordu burada ama Semih'e dikkatlice bakmayı bırakıp tekrardan tabağıma döndüm. Teoman yeniden konuştu o sırada.

"Umarım öyledir."

Semih, Teoman'ın bu güvensiz tavrına yandan bir bakış attı ve sonrasında olanlar için büyük hata olacak bir cümle kurdu. "Merak etme, intikamını alacaksın annen-"

"Annemden bahsetme sikerim seni."

Gözlerim öyle büyük bir hızla onlara döndü ki, buna inanamadım.

Kaşlarım çatıldı hızla. Teoman elini masaya vurup hızla ayağa kalkarken, sinirli bir şekilde Semih'e bakıyordu. Bu çocuğa ne oluyordu? Annesinden bahsedilmesinden bile nasıl bu kadar büyük bir öfke duyuyordu?

Onun cümlesinden sonra Semih de ortalığı yıkar dağıtır zannettim ama aksine o bir şey söylemeden öylece Teoman'a bakıyordu.

Nasıl olmuştu bu?

"Teoman kötü bir şey söylemiyorum," dedi Semih ama cümlesine devam edemeden Teoman sandalyesini hızla ittirdi.

"İyi ya da kötü, annemden bahsetmeyeceksin Semih. Kimse bahsetmeyecek!"

Yeniden küfürler ederek salonu öfkeyle terketti. Biz hepimiz şokla onun arkasından bakıyorduk.

Bu çocuğa ne oluyordu? Onu da geçtim Semih neden öfkelenmiş gibi değilde, suçlu bir çocuk gibi duruyordu?

Burada kesinlikle bilmediğimiz bir şeyler vardı.

Kaşlarım çatık bir şekilde Semih'e bakmaya devam ettim. "Bu neydi şimdi? Ne oluyor Semih?"

Bana bakmadan derin bir nefes alıp verdi. "Benim hatam," dedi sonra önündeki boş tabağa bakarken.

Hala aynı yüz ifadesiyle ona bakmaya devam ettim. "Ne senin hatan?"

Sonra kafasını kaldırdı ve tek tek kendisine şaşkınlıkla bakan bize baktı. Herkesin gözlerinde aynı soru işaretlerinin dolandığının farkındaydı. "Boşverin çocuklar," dedi sonra ve elini uzatıp tekerlekli sandalyesini tuttu.

Gidecek miydi?

Bizi bu kafa karışıklığıyla bırakıp gidecek miydi?

"Lan nereye gidiyorsun?" dedi Yavuz Ali de aynı şaşkınlıkla ve öfkeyle. "Neler oluyor söylesene."

"Bu sizi ilgilendiren bir şey değil."

"Lan ne demek değil?" dedi bu defa Yavuz Ali. "Aynı evde yaşıyoruz biz bu adamla. Elbette ki ilgilendirir."

Semih'in büyük tereddütünü görebiliyordum. Kaşlarımı olabilmesi mümkünmüş gibi daha da çattım. Neler olduğunu artık söylemesi gerekiyordu.

"Annesiyle ilgili bir şeyler olduğu belli," dedi sonra Fikret de. Uzun zamandır ilk defa konuşuyordu. Gözlerim birkaç saniye ona değdi ama sonra tekrar Semih'e baktım. "Benim boğazıma da annesinin fotoğraflarına baktım diye yakışmıştı. Tabi bakmamıştım ama..."

Semih derin bir nefes daha alıp verdi. "Semih söyle artık."

Yağmur'un öfkeli sesinden sonra Semih bize yeniden baktı ve sonra dudaklarını araladı.

"Bunu bu konu da çok daha dikkatli oldun diye söyleyeceğim size."

Biz hızla kafamızı sallarken, Semih sanki buradaki hava ona az geliyormuş gibi derin bir nefes daha alıp verdi.

"O yangından birkaç sene önce," dedi sonra. Sesi sahiden acı çekiyor gibiydi. "Teoman'ın annesi, tecavüze uğramış."

Bazı gerçekler acıdır arkadaşlar.

Ama bazı gerçekler de öldürür.

***

Merhaba! Umarım severek okumuşsunuzdur. Yeni bölümde görüşmek üzere. Hoşçakalın ♡

Continue Reading

You'll Also Like

2.8K 201 7
Harp okulunda 21 kızdan biriydi Elçin Neva Bilgen. Kara Harp Okulundan dereceyle mezun olmuş, işini her şeyin önünde tutan bir kadın düşünün, hayalle...
306K 11.2K 46
"Oo küçük hanım iki gündür sizin peşinizdeyiz." "Siz de kimsiniz niye peşimdesiniz ne istiyorsunuz?" " sakin küçük kız" "Kimsiniz dedim" " babanın öd...
2K 161 5
Ben Alinda asel ÖZTÜRK nam-ı diğer Anka. Küllerinden yeniden doğan Anka, intikam uğruna yaşayan vatanı için canını bile vermeye hazır bir türk askeri...
1K 82 3
"bir kalbe iki sevda sığar sevgilim biri sen biri vatan:)" alya kılıç vatanına bağlı bir üsteğmenin tayininin Ankara'ya çıkması orda hayatının aşkını...