MÜZMİN JÖNLER KONSEYİ 1: Leno...

Per iremneydi

2.9K 456 96

Müzmin Jönler Konseyi Serisi ilk kitabıdır. "Kahinden bir uyarı aldı. Korkunç bir gücün uyarısını. Dediğine g... Més

1- KAVGA
2- GİZEMLİ ASİL
3- ELDİVEN
4- CEZA
5- MENDAX
6- BESTİA
7- SAFHALAR OLUŞUYOR
8- HİLE VE PUSU
9- VENÜS LAKER
10- HAFIZA TAŞI
11- ÇAĞRILAR
12- 12 EYLÜL GECESİ
13- MÜZMİN JÖNLER KONSEYİ
14- MAÇ GÜNÜ
15- GANELLE SONRASI BİR KONSEY AKŞAMI
16- ALİCE TURNER
17- DENGELER BOZULUYOR
18- DÜĞÜM
19- ÇÖZÜM
20- REED'LER
21- İKİZLER'İN HİKAYESİ
22- EARL VE ALLİE
23- ÜÇ HALLER
24- SPİRİTUS TAŞI
25- MÜZMİN JÖNLERLE KREMA SAVAŞI
26- ŞİMDİLİK HOŞÇA KAL
27- HATA
28- PUSU
29- İYİ Kİ DOĞDUN KAY
30- HIRSIZLAR
31- HİÇBİRİMİZ MASUM DEĞİLİZ
32- YASALAR
34- İLK KAN
35- DÜELLO
36- YENİ YIL
37- SACRUM DAĞIN'DA ÖLÜMLE DANS
38- YARIM BİR VEDA
MÜZMİN JÖNLER KONSEYİ 2: STARZİNG AKADEMİ (TANITIM BÖLÜMÜ)

33- HER ŞEY GÜZEL OLACAKTI

48 8 0
Per iremneydi

24 Kasım Cuma

İstemsizce defalarca okudu karşısında dizili kelimeleri. Her okuduğunda aynı etkiyi tekrar tekrar hisseti bedeninde. Tiksintiyle bulandı midesi. Biz buyuz işte, diye geçirdi aklından. İçinde bulunduğu toplum, onca insanın kabul ettiği görüş bu çarptırılmış sözcüklerden ibaretti işte. Daha da çarptırmak gerekirse ayrımcılık, adaletsizlik, kayırma. Annesinin gururla öğretip, zorla beynine tıkmaya çalıştığı şeyleri ne de güzel özetlemişlerdi. Harlandı öfkesi. Bu sistemin için nerede durduğu umurumda dahi değildi. En tepede olabilirdi, evet. Ancak Kay'in tek istediği şey, tek derdi, bu sistemin hiçbir yerinde olmamaktı. İyi bir hatırlatma oldu bu ona. Neye karşı geldiklerini, neye karşı toplandıklarını hatırladı. O sahneden neden iki hafta boyunca bulunduklarını hatırladı. Müzmin Jönler Konseyi ne, onu hatırladı. 

İçindeki ateş bastırdı tüm tiksintisini ve kendi kendine dedi ki, "Geri çekilmiyorum," Çekilmiyordu. Eğer karşı oldukları şey buysa, direndikleri, savaştıkları, uğruna riskler aldıkları şey buysa çekilmiyordu. Son ana kadar devam ediyordu. Risk aldıktan sonra içinde oluşan berbat vicdan azabını anımsadı. Kül olup uçtu ama isyanının yanında. Buydu Müzmin Jönler. Karşı koyma, başkaldırı, risk. En önemli özelliğiyse bunların hepsini birlikte yapmaktı. Irk demeden, insan diyerek birleşmekti.

Kendi gözlerindeki kıvılcımı, arkadaşlarının derinliklerinde de gördü. Onunki kadar cesurca ve kendinden emin bir şekilde parlamıyordu ama vardı. Hala devam edebilecek güçleri vardı.

Alice'le okul yolundayken karşılaştılar. Handakileri kurtardıktan sonra ekibin kalanını okula bırakmış. Ardından durup Benedict'e olanları anlamış. Kay lanet okudu. Altında kaldığı yükün bir de Benedict tarafında suratına vurulmasını istemiyordu.

Onlar da aynı şekilde nasıl kaçtıklarını Alice'e anlattılar. Birer birer sarıldı onlara kadın. Okula kadar eşlik etti.

Müzmin Jönler uyumadı. İlk defa ciddi bir konsey toplantısı yaptılar. Kay'in içindeki hırsı dışarı yansıtmasıyla yandı ilk kıvılcım. Ardından ortaya eklenen cümlelerle artı da arttı. Yangına döndü. Endişeleri vardı. Tıpkı her on altı yaşındaki çocuğun olacağı gibi. Ancak cesaretleri ve sebepleri daha çoktu. Ortaya koydukları şey buydu. Güvendikleri şeyse birbirleriydi. Kay, Louis'in bakışlarında suçlayıcı bir ton görmüyordu. Her ne kadar bu konuda onları en çok uyaran kişi olmuş olsa da, o da konseyin anlamını hatırlamış olmalıydı ki şu anki konuşmaları o denli cesurdu. Geri çekilmeyi düşünen de, isteyen de yoktu. Lakin, ortada ortak bir fikir vardı. Ağırdan alacaklardı. Örneğin insanların hayatlarına mahal olacak ciddi risklere girmeyeceklerdi. Tavırlarını da belli edeceklerdi ama. Bu ikisini aynı anda nasıl yürütebilecekleri konusu tartışıldı bir süre.

Ellerinde olan çok önemli bir kozu fark ettiler ardından. Onlar sadece gençti. Daha çarpıcı haliyle ergen. Yetişkinler, yaptıkları her aptalca şeyin sebebi olarak bu "ergen" etiketini yapıştırırlardı. Şu zamana kadar bu eylem, hayatlarının hoş bir parçası ya da gurur duydukları bir şey olmamıştı. Fakat şimdi bunu kullanabilme şansları vardı.

"Neden politik işlere girip yasaklanmış bir oyunu sahneliyoruz ki?" Diye isyan etmişti fikrin sahibi Leo "Biz neyiz? Müzmin Jönler. Jönler. Genç yani. Adımız bile bu! Neden sadece genç olmuyoruz o zaman? Onların anlayacağı dilden konuşmamalıyız. Yoksa onlar da öyle karşılık verir. Bence biraz ergen olmalıyız." Beşliyi komple canlandırdı bu fikir. Dirilmişlerdi adeta. Ardı arkası gelmedi sonra.

"Ergenler ne yapar? İnceden inceden, sadece davranışlarıyla bile yetişkinlerin siniri bozar. Sinir bozalım o zaman!"

"Tıpkı Bayan Cox'a yaptığımız gibi. Bize hakaret ettiği için gidip onu yetişkinlerin yapacağı gibi şikayet etmedik. Ergence cevap verdik ve karşılık veremedi bile!"

Böylece Müzmin Jönler hedefinden sapmadan kimsenin zarar görmemesinin yolunu buldu.

25 Kasım Cumartesi

Ekibin kalanı, sabah uyanır uyanmaz bizim beşlinin dibinde bitmişti. Dün gece nasıl kaçtıklarını, neler olduğunu ve daha önemlisi ne olacağını sordular. Kaçışlarını ve meclisin astığı iğrenç yazılardan bahsettiler. Ne olacak sorusuna cevapları ise, olaylara karşı daha ergence tavırlar almak dışında bir cevapları yoktu.

Kay, Benedict'le karşılaştı. Titanlara şükür ki konuşma, "Başına bir şey geldi diye çok korktum." un ötesine geçmemişti. Kay buna fırsat vermeden uzaklaşmıştı. Öğüt dinlemek istemiyordu.

Okul çıkışında, yanlarında boyalarla, sanki daha dün yaşananlar yüzünden korkudan hayalete dönmüş o gençler değillermiş gibi Üç Hallere gitmişlerdi. Hepsi yüzlerinde kocaman bir sırıtışla işe koyuldular. Konsey olarak takındıkları bu yeni tavırla beraber yaptıkları ilk şey, yazıları biraz düzeltmek oldu. Alt alta yazılmış ırk isimlerini tamamen siyahla kapadılar önce. Küçük rötuşlara geçtiler sonra da.

BİRLEŞTİRİCİ YASA (...) VARDIR!

İNSAN HAKLARINI BÖLEN, İNSANLIĞI ÜÇ IRK OLARAK AYIRIP YÖNETEN SÖZDE SİSTEM YIKICI EYLEMLER CEZALANDIRILIR!

İNSANLAR (...)TEK IRKTAN OLUŞUR!

BURAYA SADECE (...) İNSANLAR GİREBİLİR!!!

Şaheserinin son haline bakarlarken, yüzlerinde kocaman, hınzırca bir sırıtış vardı. Louis, boyalara kalıcı olması için büyü yapan White'a kısaca göz atarken sırıtışı iyice büyüdü "İşte bu şamata yaratacak."

İşlerini bitirdikten sonra konsey toplantısı için çarşının girişinde, konseyin diğer üyeleriyle buluştular. Doğal olarak bir sürü soruları vardı.

"Artık konsey nerde toplanacak?"

"Bir daha sahne almayacak mıyız?"

"Dean dışında hiçbirimiz gerçekten Üç Haller'e giremeyecek mi?"

"Konsey olarak ne yapacağız?"

Kolay sorulardan başladılar cevaplamaya. Takındıkları yeni tavrı ve bu tavra göre bir yol izleyeceklerinden bahsettiler. Hatta az önce attıkları ilk adımı da anlattılar. Ardından zorlu soruları cevaplamaya geçtiler. İronik yanıysa, cevapları onların da bilmemesiydi. Üç Hallere gidip gidemeyeceklerini zamanın belirleyeceğini ve Bay Keith'den haber beklediklerini söylediler. Yeni bir toplanma alanı düşüneceklerini ancak bu sırada konseyin kopmayacağını açıkladılar. Yasaklı oyunları sahnelemek gibi riskli işlerden de kaçınacaklarından bahsettiler. Büyük bir belirsizlik vardı tabii. Bu sorun yaratmıyordu çünkü yaptıkları şeyin üstüne meclisten gelen bu sert tepki, onların hırsını daha da bilemişti.

Önlerindeki haftanın sakin geçeceğine dair öngörüleri vardı. İstemeden de olsa konsey işlerinden uzaklaşmışlardı. Sınavlar ve Heather'ın özel dersleri vardı. Herkes bazı şeyleri kendi içinde yaşamak istediğinden, rahat geçecekti bu hafta.

Benedict'e baş başa konuştuğu sırada özellikle Heather'a değindi. O beklenilen dönüm noktasının çok yakında geleceğini söyledi. Çok yakında kolay kısım bitecek, zor kısım başlayacaktı. Heather iki elementi birden resmen kontrol edebiliyor olacaktı. Bu yumuşatılmış haliydi aslında. Kız içinde ateş ve toprak bulunduruyordu. İki güçlü element. Benedict, ikinci gücünü ortaya çıkardıkça kontrol konusunda zorlandığını belirtti. Dediğine göre, iki element bir bedende, zar zor da olsa denge kurmaya çalışıyormuş. Ancak çok güçlü oldukları için bir bedene hapis kalamıyorlarmış. Dengeler eşitlendiği anda, Heather'ın güç patlaması yaşayacağını söyledi.

"Nasıl önleriz bunu?"

Kızın sorusu üstüne hafifçe döndürdü sandalyesini "Önleyemeyiz."

"Ne yapacağız o zaman?"

"Merak etme, aklımda bir yol var." Kay'e teminat vermek istermişcesine masaya doğru yaklaşıp dikleşti "Onun Bestia gibi olmasına izin vermeyeceğim." Ses tonu, buna güvenmesi için kapıları açıyordu. Kay'in içinde kıpırdanan korku ise güven duygusunun kollarında rahatlamasına mani oluyordu.

1 Aralık Perşembe

Ay başıyla beraber yalnızca soğuk ve kar bulutları değil, iyi haber de gelmişti. Hiç tahmin etmediği bir şekilde Asil Ganelle takımı, Riley'in bitmek bilmeyen sabrı, hırsı ve azminin sonucunda kuruluyordu! 2000 yılından beri okullarında bir Ganelle takımı yoktu. On yıl sonra bunun tekrar gerçekleşmesini sağlayan kişi Riley'di. Kay kendi adına mı sevinse, onun başarısını mı kutlasa bilemiyordu ama soğuğa rağmen içindeki heyecan kanını kaynatıyordu.

Takım kaptanı olmayı kabul eden Riley, bu gün seçme yapacaktı. Kay kendini çoktan takımdan sayıyordu tabii. Louis ise sinir bozmak için durmadan "Çalış Snyder, bu şekilde asla takıma giremezsin." Gibisinden şeyler söylüyordu.

Takımın ilk üyesi Kay oldu. Bir Ganelle hocaları olmadığından, Olgunların hocası iki takımla da ilgileniyordu. Riley seçmeleri yaparken başında durdu.

Doğrusu durum vahimdi. Dört yüz kişilik öğrenci kadrosundan sadece on beş kişi seçmelere gelmişti. Yarısı ise Ganelle'in tinle oynandığı dışında hiçbir şey bilmiyordu. Yarısını öylece eleyemedi Riley. Takım kurmak için dokuz kişi gerektiğinden, dokuz tane kötünün iyisi seçmek zorunda kaldı. Geri kalanlar sadece kurs için gelecek, antrenman vs. yapıp gidecekti. Maç yapıp çalışacak olan asıl grup, ana kadroydu.

White ve Leo sınava çalışırken, Heather ve Louis seçimlerde Kay'i izlemeye geldi. Seçimlerden sonra da antrenman yaptılar. Antrenman çıkışında, Louis takımın ne kadar kötü olduğuyla dalga geçip duruyordu. O dalga geçsin, sonuçta bir başlangıçtı.

Sınavla sonuçları bu sene de değişmemişti. Yazılılarda zar zor geçer not almıştı veya alamamıştı, uygulamada ise çoğundan tam puan alarak geçmişti. Görünen bir sorun yoktu. Ancak Heather için durum çok kritikti. Benedict onu yanlışlıkla iki gücünü de açık eder, dengeyi kuramaz, kontrolden çıkar gibi tonlarca nedenden uygulamalı sınavlara göndermek istemiyordu. Kay her sınava girerken kızla endişeli bir şekilde bakışıyordu. Benedict sırf şu sınavlar yüzünden Heather'ın eğitimine ara vermişti.

Heather üstünde baskı hissediyordu tabii ki. Bir de gücünü gizlemek, artık daha da çaba gerektiriyordu. Önceden, ateş dışında bir gücün içinde dolaştığından haberdar değildi. Ancak şimdi, her sınavda damarlarında gezen ve çıkmak için çabalayan gücü bastırmaya çalışırken yoğun bir konsantrasyon harcıyordu. Benedict ona "Eğer olur da kontrolü kaçırdığını hissedersen kendine zorlama. Dur. Sınava devam etme." Demişti. Heather bu taktiği kullanmak zorunda kalmak istemiyordu lakin bir iki sınava devam edememişti.

Akıllardaki bir başka soru ise hafıza taşında görülecek başka ne olduğunu? Aradan hayli uzun zaman geçmişti. Son gördüğü sanrı, herkesi sarsan o gerçeği öğrenişiydi. Bir daha rahatsız etmemişti onu Lenobia. Yalnızca geceleri, eski sanrıları görüp duruyordu rüyasında. Yeni bir şey yoktu. Heather'ın içinde bir umut vardı. Belki de göreceği şey onu kurtarmanın bir yolu olur. Bu umuda tutunarak geçiriyordu her gününü.

4 Aralık Pazar

"Kay! Kay!" Bu neşeli sesle uyanmaya pek alışık değildi. Gözlerin ovuştururken, cıvıl cıvıl sesin sahibi olan Heather'ın görüntüsü yavaşça netleşti. Ağzı kulaklarında sırıtıyordu. Yanın tarafından gelen pof sesinin ardından, Leo'nun yumuşak, mutlu sesi çarptı kulağına "Uyanmadı mı hala?"

Heather başını iki yana salladı. Ardı ardına iki pof sesi daha duyuldu. Yatağının başı, dört arkadaşıyla dolmuştu. Louis sırıtıp "Hadi uyandıralım," dedi. Kay bir şeyler mırıldanmaya çalıştıysa da işe yaramadı. Leo'yla beraber bileklerinden tutup hızla çektiler. "Hey!" Dedi yerinden doğrulurken. Gülüyorlardı. Kafası karışmış bir şekilde dörtlüye baktı "İkinci bir doğum günüm yok." Diye mırıldandı.

"Senin için toplanmadık Snyder. Bir de bana egolu dersin." Louis tutup yorganı üstünden çekti ve soğuk hava doğruca kızın tenini ürpertti. Kay'in dağınık saçları sırtını ve kollarını kaplayarak, soğukla teması önlüyordu. Merakla kırpıştı yeşil gözleri "Ne var o zaman?"

Heather güneşin ilk ışıklarının içeri süzüldüğü camı işaret etti "Yılın ilk karı!"

Kar. Kay yataktan fırlayıp cama yapıştı. Turuncu ışıkların çarpmasıyla yıldız gibi parıldayan minik tanelerin süzülerek yere düşüşünü izledi. Berrak havayı kar bulutları kaplıyordu ama hep olduğunu gibi Kuzey krallığı hala güneş ışıklarıyla doğrudan buluşabiliyordu. Kay'in göz rengiyle uyumlu çimenler, neredeyse tamamen karla kaplamıştı. Pencerenin önündeki çıkıntıya düşen narin taneleri izledi. Soğuk cama vuran sıcak nefesi buğuya yol açarken, bu manzarayı ne kadar özlediği düşündü.

Arkasını döner dönmez Louis'in fırlattığı etek ve gömlek suratına çarptı "Hadi, hadi giyin. Senin karla merhabalaşmanı bekleyemeyiz."

Kay laf yetiştirmeden ince pijamalarının üstüne geçirdiği yeşil kazağı çıkardı. Leo ona atkı ve bere verdi "Şunları da giy." İkisi de beyaz şeritlerin geçtiği yeşil rengindeydi. Oğlanlar ve zaten giyinmiş olan White çıktı. Kız, siyah eteğinin altında simsiyah, kalın çoraplar ve siyah botlar giyinmişti. Üstünde siyah dolunay olan beyaz kazağı dışında baştan aşağı simsiyahtı. Saçları, siyah pelerinin üstüne bukleler halinde düşüyordu.

Kay elindeki en kalın beyaz külotlu çorabı giyerek üstüne her zamanki yeşil pileli eteğini geçirdi. Pamuklu, kalın topuklu ve vanilya rengindeki botlarını giydikten sonra, dizine kadar gelen tozluklarını da giymeyi ihmal etmedi. Beyaz gömleğinin üstüne koyu yeşil kazağını geçirip yakalarını dışarı çıkarttı. Leo'nun verdiği bereyi taktı ama atkı takmayı sevmediği için Heather'a verdi. O da naylon bir kış pantolonu üstüne toz pembe bir kazak geçirmiş, kafasına da gümüş bere takmıştı. Sarı saçları omzundan aşağı salınıyordu.

Yatakhaneden çıkarken Kay, henüz kimsenin uyanmadığını fark etti. Saat daha yediydi, karla oynamalı için koca bir saatleri vardı. Üçlüyü Gök Çukurunun yanında buldular. White boynuna Leo'nun kahverengi atkısını sarmıştı, kuvvetle muhtemel Leo'nun zoruyla.

Kay eğilip eline kar aldı. Soğuktan sızladı iki eli de. Sağ eli kıpkırmızıydı. Sol tarafı ise siyahlığını koruyordu. Avcundaki kardan bir ısırık alıp havaya fırlattı "Hey, o ne kadar mikroplu haberin var mı?" Diye uyardı Leo. Kay gözlerini kocaman açtı "Hiç kar yemedin mi?"

Çoktan kara boylu boyunca uzanmış olan Heather başını kaldırdı "Yememiş mi?" Diye sordu şaşkınlıkla. Burnu hemencecik kızarmıştı ve sarı saçlarının arasında beyaz karlar geziniyordu. Heather yerinden doğrulup oğlana bir kar topu attı "Ye o zaman," kıkırdarken Kay boyuna çarpan soğuk darbeyle kafasını çevirdi. Louis'di tabii ki. Sırıtışını yok etmek için eline kar topu aldı. Louis değneğini çıkarırken tatlı bir tehdit savurdu "Bence tarafını iyi geç Snyder. Üç büyüce nasıl karşı geleceksiniz?"

Leo da ona uyup değneğini çıkardı. White bile sinsi bir sırıtışla oyuna katılmıştı. Karlar yerden havalandı. Onlarca kar topu vardı. Aynı anda hepsini iki kızın üstüne yönlendirdiler. Kay reflekse gözlerini kapatırken Heather bir alev dalgası gönderdi. Tüm kar, havadayken eridi gitti. Kızlar gülmeye başlarken Leo'nun yüzünde bir hayal kırıklığı ifadesi belirdi "E böyle kar topu savaşı olmaz ki."

"Değnekler içeri o zaman." Dedi Heather meydan okuma ifadesiyle. "Büyü yok."

"Ateş de yok."

Başlarını hafifçe salladılar ve başlayan kar topu savaşı, tüm bahçeden duyulabilecek nidaları getirdi. Kar üstünde koşuyor, gelen darbelerden kaçıp birbirlerine kar topu fırlatırken kahkahalar renkli bir melodiyle etrafa saçılıyordu.

Üstü, başı tamamen beyaza kaplandı. Soğuk bedenlerini etkilemiyordu bile. Her kahkaha, yedikleri darbelerle kısa süreliğine kesiliyordu. Kay yere düşen beresinin peşinden koşarken White bir kar topu fırlatıp kahkaha patlattı. Bunun üstüne Heather'ın ona karşılık vermesiyle Kay koşmaya devam etti. Leo beresine ondan önce ulaştı. Kay kahkahayla karışık isyan etti "Ver!" Leo tutup Louis'e fırlattı doğruca. Kay ona doğru koştu. Louis dur işareti yapıp bereyi takmak için kıza uzandığında, berenin içinde tüm karı başından aşağı döktü. Kay boynundan aşağı akan soğuk karla kıvranırken hem kıkırdadı hem de yerden kar topu toplayıp koşan oğlanlara atmaya başladı. O sırada Leo yere, hemen White'in yanına düştü. Heather onlara bakıp karnını tuta tuta gülüyordu. Pelerinlerine bastıkları için bir türlü kalkamadılar. Onu arkasından ittiren Louis kızın da düşmesini sağlarken Kay, onun pelerine takıldı ve beraber yere yığıldılar. Ağzına giren karı tükürürken birbirleriyle iç içe karın üstünde boğuşan beşli gülme krizlerine girmişti.

Leo'nun White'ı ittirmesiyle kız Gök Çukurunda buldu kendini. Kara tekrardan çıkmak için ayağa kalktığında tamamen buz tutmuş zeminin üstünde kayarak dizlerinin üstüne düştü. Onu izleyen arkadaşlarının kahkahaları artarken kaşlarını çatmaya çalıştı ama o kadar tatlı bir manzaraydı ki, kendi de güldü. Sonra teker teker, birbirlerini ittire ittire buz tutmuş zemine çıktılar. Sadece ayakta durmaya çalıştıkları dakikalar, itiş kakış ve gülme nidalarıyla geçti. Kay tam dengesini kursa, biri arkadan çarpıyor, ittiriyor ya da tutunuyordu.

"Pardon!" Dedi Leo. Daha ona cevap vermeden o White'ın pelerinine bastı ve aynı anda özür dilediler "Pardon!"

Louis'in Heather'ı ittirmesiyle kız yere kapaklanmıştı ama Louis gayet iyiydi. Hatta sadece durmuyor, yarım yamalak da olsa buzda ilerleyebiliyordu. "Prens!" Diye bağırdı Heather. Louis güldü "Kusura bakma Hell."

Onunla beraber hepsi gaza gelerek durmayı ve az da olsa ilerlemeyi başardılar. Heather hariç, onun dengesi berbattı. O da kendine başka bir çözüm yolu bulmuştu. Epey başarılı bir şekilde kayan White'in pelerinine tutunmuş, onun arkasından sürüklenirken bağırıyordu. "YEEYYY!"

Kay sırıtırken "Bu haksızlık!" Diye seslendi. Heather umursuyor gibi değildi. White göz ucuyla arkasında sevinç nidaları atan kıza baktı ve kendi kendine gülümsedi. Denge konusunda en az Heather kadar kötü olan Leo, aynı taktikle Louis'e tutunuyordu. "Hadi!" Diyordu beklendi içinde. Louis ofladı "Çok ağırsın Mcfly."

"Ama ben de kaymak istiyorum!"

Kay gülerek tartışan ikilinin yanına yaklaştı. "Pelerini bana ver Leo."

Leo ne olduğunu anlamasa da Kay'in pelerini takmasına izin verdi. Bu şekilde Kay Louis'e, Leo da Kay'e tutunabiliyordu. Bir çeşit tren oluşturmuşlardı ve gayet mutlulardı. O sırada White'in ani duruşu yüzünden üst üste düşmüş olan kızlar ayaklanmış yanlarına geliyordu. "Yarış!" Dedi önce Heather. Ardından bunun adil olmayacağına karar verip arkalarına eklendiler. White, Leo'nun kazağından tutuyordu. Heather da her zaman olduğu yerdeydi.

Peş peşe kayarlarken dönüşlerde sarsılınca, heyecanlı minik nidalar kopuyordu. Her şey, piste bir sincap gelene kadar iyiydi. "Sincap!" Diye bağırdı Kay. Louis hızla dönüş almaya çalışırken dengeleri kayboldu ve hepsi birbirini tuttuğundan üst üste yere paklandılar.

Bazı acı inlemeler, kahkahaların altında yok oldu. "Çok eğlenceliydi!" Diye bağırdı Heather.

"Evet!" Kay hala yerdeyken cevap verdi. En altta kalan Louis'i düşünüp güldü "Peki biri Prens'in ölüp ölmediğini kontrol edebilir mi?"

Louis homurdandı "Sağ ol aklına geldiği için. Kalkarsan yaşayabilirim."

Kay gülüşünü bastırana kadar cevap veremedi "Önce Leo kalkmalı."

"Biliyorum ama White kalkmıyor."

"Biri pelerinimin üstüne düştü çünkü."

"Ah, pardon." Heather sırıtıp geri çekildi.

Kıpkırmızı olmuş yüzleriyle çıktılar pistten. Ganelle sahasına doğru yürümeye başladılar. Kocaman alan, tamamen kar altındaydı. Kay ayak basılmamış yerleri bozmakla uğraşırken bir anda aklına gelen fikirle durdu. Titan alanını işaret etti heyecanla. Yokuş, kar kaplıydı.

"Ah, aklından geçireyim deme." Dedi Leo.

"Geçirdim bile," dedi ağzı kulaklarında "Kızağı olan?"

Louis ve White bakışlarını Leo'nun üstünde birleştirdi. "Hayır," dedi cevap olarak Leo "Ah, hayır."

Ancak çok geçmeden Leo babasının dükkanından çocukken aldığı ve her kar yağdığında kullandıklarını söyledikleri ahşap kızağı getirdi.

Kay kızağı kapıp tırmandı. Tıpkı kaykay gibiydi. Sadece çok fazla kar vardı ve oturuyordu. Yaşattığı hisler aynıydı.

Bu kızağa sığsa sığsa üç kişi sığardı. Çok zorlarsan dört. Fakat beş? Sığdı. Aslında bakarsanız sığmasa da sığdı.

Ağırlığa dayanmayı beceren kızakla tepedeydiler. Leo gözlerini yumdu "Bundan nefret ediyorum, bundan nefret ediyorum."

"Hadi!" Diye bağırdı Heather en öndeki Kay'e. Kay dudağını dişlerken sırıttı ve tüm gücüyle ittirdi kızağı. Beşinin birden ağırlıklarını öne vermesiyle kızak normalden çok daha hızlı bir şekilde iniyordu. Heyecanı arttırmak için attıkları çığlıklar arasında Leo'nun gerçek bağırışı fark edilebiliyordu. Yokuş bittiğinde hala durmadıklarını fark etti. "Neden durmuyor?" Diye bağırdı.

Kay gülüyordu "Bilmiyorum!" Yağan kar taneleri yüzüne çarparken bir kaçını yakalamak için dilini çıkarttı. Sonunda durduğunda ağırlığa dayanamayan kızak yana çöktü ve sağa doğru düştüler.

"Mükemmeldi!"

"Değildi!"

"Ağlama Mcfly." Louis yarım ağız sırttı. Kay hayatında yalnızca bir kez kızakla kaymıştı. O da tam anlamıyla kaymak sayılmazdı. Heather'ın annesinin kızın kızağını okula getirmesine izin verdiği bir gün, birbirlerini kar üstüne çekmişlerdi. Kay o zamandan beri kaymak istiyordu.

O yokuşu o kadar defa çıktı ki, bacaklarında derman kalmadı. Üstü sırılsıklam olmuştu. Kızağın üstünde yatan Heather "Çek beni." Diyordu Kay'e. Daha boş kızağı tepeye taşıyamayan Kay omuzlarını çökertti "Mümkün değil."

Onları gören oğlanlar hallerine acıyıp, sırıtarak yanlarına geldiler. "Yardım mı lazım?"

Kay kızağa, Heather'ın önüne çöktü "Eh işte."

Leo ve Louis ipi tuttular. "Bir, iki, üç!" Kızak kıpırdamadı. Kay ve Heather hayal kırıklığı içinde bakıştılar. Oluşan sessizliğe aldırmayan oğlanlar bir daha denedi. Yine hiçbir şey. Üç ve dört kez denediler. Beşincide hafifçe hareket etti sadece. "Aha!" Dedi Kay sahte bir sevinç ifadesiyle "Minik bir kıpırtı. Başardınız!" Alaycı bir gülümseme yerleştir dudaklarına sonra. Arkasındaki Heather tezahürat yapar gibi "Hadi çocuklar! Bu hızla giderseniz yarına tepedeyiz! Yaşasın!"

Leo burnunu kırıştırırken Louis göz devirdi. Garip bir şekilde bu göz devirişi normalde yaptığından daha tatlı gelmişti. Kızağa yaslanıp güldü Kay. Yanlarına gelen White değneğini kavramıştı "Bence sizin yardımınıza ihtiyaç yok beyler."

Havaya çizdiği büyülü sembolle kızak hareketlendi. Kay ve Heather dikleşti. Şaşkınla açıldı gözleri. White'ın zarif bir el hareketiyle hızlandı kızak. "VAAOV!"

Yokuşu üç saniyede çıktılar "Titanlar aşkına, bu mükemmel!" White ağzı kapalı şekilde sırıtırken değneği yere vurdu ve kızak son hız aşağı inmeye başladı. Çok, çok daha hızlıydı şimdi. Kay ihtiyacı olan adrenalini bulmuş gibi bağırdı sevinçle. Yokuş bitse de White'ın sihri bitmedi. Sahanın ortasına kadar gittiler. Sonra keskin bir viraj alıp sekiz çizerek ilerlediler. Kar taneleri ve soğuk hava acımasızca vuruyordu yüzüne. Yokuşun başına geri geldiklerinde "OFF! Vay anası be! Harikaydın White, harika!" Kay kızağın üstüne ayağa kalkmış bağırıyordu.

"Evet!" Diye sarstı onu Heather "Acayipti!"

Louis etkilenmiş görünmemeye çalışsa da binmek istediği belliydi. Onun rolünü çalıp sırttı Kay "Binmek istiyor gibisin Turner." Derken tıpkı onun gibi vurgu yaptı. Louis omuz silkip kızağa oturdu "Beni suçlayamazsın." Derken kızın gülümsemesine karşılık verdi.

"Sen de ister miydin Leo?"

"Hayır," dedi hemencecik Leo "İzlemek dahi istemiyorum. Hatta ne yapacağım, biliyor musunuz? Daha da geri çekilip gözlerimi yumacağım, şu çılgınlık bitesiye dek ölmemenizi umarak gözlerimi kapalı tutacağım. Bir yandan da White'a bunu başlattığı için kızıp durmasını ya da en azından öldürücü derecede hızlı sürmesini kesmesini isteyeceğim."

"Hayır!" Kızaktaki üçlü net bir şekilde bağırdı aynı anda. White sırıtıp omuz silkti ve kızak yavaşça hareketlenmeye başladı. "Oh, Yüce Titanlar." Diye mırıldandı Leo.

"Merak etme Mcfly," dedi ona hızlanmadan önce Louis "Ölmeyeceğiz."

Uzaklaşmaya başladıklarında bağırdı Heather "Ama söz veremeyiz!"

Leo dışında hepsi gülerken o kusacakmış gibi bir ifadeyle "Ölmeseniz iyi edersiniz!" Dedi kızgın çıkmasını sağlamaya çalıştığı sesiyle. Onlar tüm sahayı dolaşırken güneş tepelerinden vuruyordu. Hiçbir etkisi yoktu tabii. Karlar sağdan soldan, kızağın etkisiyle püskürüyordu. White kızağı hızlandırdıkça bağrışları artıyordu. Sahanın en ucuna geldiklerinde durdu kızak. İnmeden karşı taraftaki White'ın ne yaptığını anlamaya çalıştılar. "Neden durdu?"

Heather cevapsız kaldı çünkü kızak bir anda hareketlendi. Düz gitmiyordu, dönmüyordu. Garip bir şekilde aşağı yukarı, sağa sola anlamsızca ve hızla hareket ediyordu. Yine de eğlenceliydi. Çok sorgulamadan sadece eğlenmelerine baktılar. Tekrar oldukları yere geldiklerinde kayarak durdular.

"Ne yaptın öyle?" Diye sordu Louis. White kendinden emin bir şekilde sırıtıyordu. "Gelin." Leo da merakına yenilerek kıpırdandı "Ah, tabii. Gidip bakalım neymiş bu ölümcül şeyin amacı."

Tribünlere çıkardı White onu. "Eee şey, burada ne yapıyoruz?" White gözüyle kar içindeki sahayı işaret etti. Kızakla geçtikleri yerlerin izi vardı ve bu izleri biraz inceleyince, çok güzel bir şey vardı. Kırpıştırdı Kay gözlerini ve inanamayarak öne çıktı "Az önce mi yaptın bunu?"

Başını salladı White. Heather'ın ağzı tam anlamıyla açık kalmıştı "Sen," dedi yavaşça "Büyünün en güzel halisin."

White kulaklarına kadar kızarırken bakışlarını kaçırdı.

Louis bile etkilendiğini gizleme çabasına girmemişti. Tüm bu kızak olayından şikayetçi olan Leo dahi sadece ne kadar güzel olduğundan bahsetti.

Koskoca Ganelle sahasının üzerinde, boylu boyunca şöyle yazıyordu.

MÜZMİN JÖNLER KONSEYİ

"Keşke hep burada kalabilse." Mırıldandı Kay.

Yeni uyanmış ve ilk işi sahaya gelmek olan öğrencileri işaret ederken sırıttı "Merak etme, hatırı sayıda kişinin hatırlayacağı kadar kalacak." Bunlar Ganelle takımıydı. Antrenman için hep erken kalkarlardı. Öğrencileri gören beşli, eğilerek saklandılar. Bir kaç öğrencinin tepkisini izleyip tatmin olunca kimse onları görmeden çıktılar sahadan.

Son yirmi dakikalarını, kardan adam yaparak harcadılar. Öyle sıradan kardan adam değildi ama. Her şey, Louis'in Leo'yla dalga geçmek için büyü kullanarak Leo'ya benzeyen bir kardan adam yapmasıyla başlamıştı. Bunu çok beğenen Heather kendini de yapmasını istemişti. Böylece ortaya atılan bu fikirle, büyüyle karışık kardan adamlar çıktı.

Üçlü kendilerini vermiş bir şekilde beşini de sırayla yapmakla uğraşırken Heather ve Kay arada yardım ediyor, genelde kendi aralarında kar topu savaşı yapıyor, kardan adamlarla konuşup ayak bağı oluyorlardı. Bunu yaparken çok eğleniyorlardı tabii.

İşleri bittiğinde, kendi kardan adam hallerine baktılar. Gerçekten Kay'in hayatında gördüğü en güzel kardan adam olabilirdi. Üçlünün bunlarla uğraştığı sırada sıkılıp Heather'la yaptığı kardan adama baktı ve aralarında farka güldü.

Tam anlamıyla bir başyapıttı. Kay kendini inceledi. Perçemleri ve eteğiyle kahkaha atarken aynen böyle göründüğüne emindi. Louis kamerayı çıkardı. "O Alice'in mi?" Dedi heyecanla Kay.

Başını salladı "Kendi bütün gün evde bir şey çekemiyor. Artık anı biriktirme sırasının bende olduğunu söyledi."

Önce, omuz omuza girmiş, kahkaha atarak yürüyen kardan adamları çektiler. Ardından hemen yanına geçip aynı pozu verdiler ve büyüyle makinenin onları çekmesini sağladılar.

Kahvaltı vakti geldiğinde hepsi çok açtı ve bir o kadar yorgundu. "Öyle mi bırakacağız?" Dedi kardan adamlara bakan Leo. Kimse bir şey demedi. Bu öğretmenleri rahatsız ederdi muhtemelen ama bozmak isten yoktu. Omuz silkti Kay. Ondan güç alarak hiçbir şey yapmadan okula ilerlediler.

Önce yatakhaneye uğramak zorunda kaldılar tabii. Islak giysilerini çıkarıp aynılarının yedeğini giydi. Sırılsıklam olan saçlarını Heather sayesinde kurutmayı başardı. Güne daha yeni başlamışlardı ve şimdiden yorgundu.

Kay ellerini ısıtmaya çalışırken "Ellerin üşümüyor mu?" Diye sordu Heather'a. Kendisi bir süre sonra yün eldivenlerini takmıştı ama Heather bunca zaman öylece kalabilmişti. Omuz silkti "Yoo," saçlarını dağınık bir topuz yaptı "Aslında bakarsa üşümedim bile. Sımsıcağım."

Sınavlar bir kaç güne bitecekti. Oğlanlar ders çalışmayı tamamen bırakmıştı. White ise gözlerindeki yorgunluk izlerini örten azmiyle çalışmaya devam ediyordu. "Kara Leydi olmak için her şeyde en iyi olmak gerekir" felsefesine sahipti. Leo'nun pek de hoşuna gitmeyen bir felsefe. Endişelenmekte haklı olabilirdi. White dehşet derecede yetenekliydi çünkü. Zayıf not aldığını görmemişti şu zamana kadar. Seneye de Kara Leydi eğitimine başlayabilecek yaşa geliyordu ki, eğitime kabul edilmesi işten bile değildi.

Benedict, uygulamalı sınavlardan sonra Heather'ın gücünün daha da baskın hale geldiğini belirtti. Kay artık farklı bir hamle yapmalarını düşünüyordu. Bir yandan da, çok saçma olduğunu bilse de, Heather ve Benedict'in ilişkisini merak ediyordu. Anlaşıyorlar mıydı? Aralarında Kay'inki gibi bağ oluşmuş muydu? Benedict ders verdiği herkese öyle mi yaklaşıyordu? Kay aralarında bir bağ olduğunu dile getirmese de düşünüyordu. Ancak şimdi Heather'la daha çok vakit geçirip, onu eğitmeye başlamıştı. Kıskanmıyordu. Ya da kıskanmak istemiyordu ama içindeki duyguya bir isim koymaktan korkuyordu. Kıskançlık denilebilirdi çünkü. Kötü bir şekilde değildi ama. Sadece, bunun sadece ona özel olduğunu sanıyordu. Peki öyle miydi?

7 Aralık Çarşamba

Kış hüküm sürer, kar taneleri salınırken, hırçın bir serinliğin olduğu o günlerde, soğuğun temas ettiği camın ardında, şöminenin ısıttığı sıcacık alanda oturup, sınavların bitişini peri şerbeti içerek kutluyor, günlerini geçiriyorlardı. Bu günlerde yapılabilecek en iyi şeydi; Birleşme Noktasında, şöminenin başındaki dev minderlere oturup, peri yuvalarındaki şekerlerden yapılmış karamelli, sıcak içeceği yudumlayıp, Müzmin Jönler tarzında şeyler konuşmak.

Ganelle sahası karla kaplıydı, Louis ve Kay'in antrenman yapamamalarının etkileri suratlarına yansıyordu. Karla yapılacak tüm etkinleri yapmışlardı. Daha ilk günden yapmışlardı hatta, ki bundan pişmanlık duyuyorlardı. Çünkü şu anda hiçbir kar etkinliği yeterince çekici gelmiyordu. White'ın sahaya yazdığı "Müzmin Jönler Konseyi" yazısı ise tahmin ettiklerinden çok ses getirmişti.

Bir anda tüm okula yayılmıştı ve iki gün boyunca öğretmen, öğrenci "Müzmin Jönler Konseyi de ne halt oluyor?" Diye konuşarak dolaşmıştı. Koridorda öylesine yürürken bu fısıldaşmalara denk gelen beşli, büyük bir tatmin duygusuyla dolup kıkırdamaya başlıyorlardı. Yarattıkları gizem, herkesin dilinde olmaları ve kimsenin hiçbir şeyden haberi olmaması çok hoşlarına gidiyordu.

Bayan Cox'un bu olaya yemekhanede getirdiği yorum hala hatırlanıyordu ve hatırlanacaktı da. Minik dudaklarını memnuniyetsiz bir ifadeyle kilitleyip, incecik kaşlarını çatarak "Bir grup serseri olsa gerek. Hergeleler." Demişti tükürürcesine. O günden beri çok iyi bir şaka malzemesi olmuştu bu. Aralarında sürekli kullanıyorlardı bu lafı.

Bir yandan da boş durmuyorlardı tabii. İçerde kalmak zorunda oldukları her anda sıkılıyor, akılları "şamata yaratma" ya kayıyordu. Müzmin Jönlerin yeni politikasını uygulamaya başlamışlardı bile. Binaların önünde Asil, Olgun ve Ordi bayraklarını büyüyle aynı renge boyayıp, aynı büyüklüğe getirmişlerdi. Ertesi günün sabahında herkesin kafasında bunu kimin, neden yaptığı sorusu vardı. Tam o anda Chase, Leo'yu ona daha da aşık eden bir cesaret hareketiyle "Birlik!" Diye bağırıp eylemin altındaki mesajı açığa çıkarmıştı. Sonrasında idareyle başı derde girmişti ama hiç takmadığı belliydi.

Geçen gün de, yemekhanedeki yemekleri karıştırmışlardı. Ordi'ler Asil, Asiller Olgun, Olgunlar da Ordilerin yemeklerini yemişti. Bir değişik olduğunu anlamalarını bekledikleri dakikalarda yerlerinde duramıyorlardı. Asil öğretmenlerden biri bir sorun olduğunu anlayınca ve herkes yerinden kalkınca Müzmin Jönler bir köşeye sıvışarak kahkahalar içinde olan biteni izlemişti. Leo işe biraz daha gizem katmak istediğinden olsa gerek, kendine ses değiştirme büyüsü uygulayıp "Müzmin Jönler!" Diye bağırmıştı. Tüm salon susuvermişti. Hepsinin aklında ise tek bir soru vardı, neyin nesiydi bu Müzmin Jönler?

Sadece eğlenip şamata yaratmak isteyen bir grup hergele mi, gizli amaçları olan esaslı bir grup muydu? Eh, cevabını kendi içlerinde şöyle verdiler; "Gizli amaçlarını şamata yaratarak mesajlar veren bir grup hergele." İşte bu, Müzmin Jönler'in hiç eksiksiz tanımıydı.

Kay boş zamanlarını okuyarak, Benedict'in doğum günü hediyesini inceleyerek ve Louis'le birlikle waWe dinleyerek geçiriyorlardı. Aldıkları tişörtleri kazaklarının içlerine giyiyorlardı. Birleşme Noktası'nın boş olduğu zamanlarda dans bile ediyorlardı. Onun dışında geceleri, kısık sesle yatakhanede oturup mırıldanarak eşlik ediyorlardı. Geçirdiği en huzurlu kış olabilirdi. Eğer olaylar olmasaydı.

Kimse takmıyor gibi görünüyordu. Açıkçası, Kay her zaman, her şeyi boş vermekte mükemmel bir iş çıkarırdı. Ancak bu, boş verebileceği tarzdan bir şey değildi. Sürekli kafasını kurcalıyor, geceleri olup olmadık anlarda huzurunu bozuyordu. Doğrusu, Heather'la beraber onlar da Heather'ın durumunu epey bir kabullenmişti. Kızın kendine olan tavrı geri gelmişti, onda eski samimiyeti ve sıcaklığını hisseden arkadaşları da hiç tereddütsüz destek olmuşlardı. Şu anda kabullenmiş durumdalardı. Heather'ın iki gücü vardı, evet. Artık eskisi kadar korkutucu değildi.

Lakin Kay'in kafasını kurcalayan başka sorun vardı. Heather'ın olayından beri kimsenim ağzına dahi almadığı o olay. İkizler. Kay'in huzursuzluğu devam ediyordu. Sınav haftasında sözünü etmemişti ama artık konusunu açmamak için zor duruyordu. Genelde White yokken arkadaşlarına zarf atıyor, geri dönüş alamıyordu. Bu onu deli ediyordu. Artık patlayacak duruma gelmişti. Bu denli umursamaz olmak sağlıklı değildi. Ruhlardan bahsediyoruz burada.

White'ın yanında konuyu açtığı ilk an, zamanı tersine çevirmek istedi. Kızın dümdüz kalan kaşlarının altındaki bakışlar yere dikilmişti. Leo arayı bulmak adına "Kay, belki de bu kadar endişelenmemize neden olacak bir şey yoktur. Belki de tılsımları birleştirmeyi asla başaramazlar." Demişti.

"Orman ölüyor ama." Dedi sert bir vurguyla "İçindeki muhafızlarla beraber." Derken Ocie'ye gönderme yaptı. Yutkundu. Ocie, orman. Hepsi bir daha asla göremeyeceği rüyadan ibaretti sanki. Acı dışında hiçbiri gerçek gelmiyordu.

Kay her bulduğu fırsatta endişesini belirtmekten kaçınmıyordu. Yalnız White varken susuyordu. Yine de kızın anladığına emindi. Kimse dinlemiyorken konuşmanın önemi yoktu gerçi.

9 Aralık Cuma

Benedict'in ofisine toplanmışlardı. Yerde oturan ve hafifçe içini çeken kıza göz ucuyla bakıyorlardı. Başlamıştı. Geri dönüşü olmayan bir yoldu işte. Benedict bu günün geleceğini bilmesine rağmen sıkıntılı gibiydi. Şimdiyse izleyecekleri yolun ne olduğunu anlatmak için toplamıştı hepsini.

O sabah, dışarı çıkma kararı aldılar. "Günlerdir şöminenin başında ihtiyarlar gibi oturuyoruz." Demişti haklı olan Louis. Kar yağmıyorken ve hava durgunken bahçeye çıkalım, dediler bunun üzerine. Heather, eldivensiz kar topu oynamaya başladı. Tıpkı o günkü gibi. Hiç üşümediğini söylüyordu.

Kardan adam yaparken de bir şey değişmedi. Eldiven giymedi, yokluğunu da hissetmedi. Dördü de farkında dahi değildi. Kar topu savaşına başladıklarında, Kay üstündeki giysilere rağmen titrerken Heather çıplak ellerle hiç titremeden çok iyi iş çıkarıyordu.

"Ellerin üşümüyor mu?" Diye sordu sadece gözleri görünen Leo. Başını iki yana salladı gülen kız. Görünüşe göre Heather üşümüyordu ya da altında başka bir sebep vardı.

Heather'ın elleri kızardı. Çok kızardı. Şimdiye kaskatı kesilmiş olması gerekiyordu ama gayet iyiydi. Üşümemeye devam ediyordu.

Heather karşılık vermek için kar topladı yerden. Gerinip fırlatacağı zaman, elinde su kaldı sadece. İşte, bir sorun olduğunu sezdikleri ilk andı. Kızın gülüşü solarken bir daha kar topu aldı. O da daha atamadan su oldu elinde.

Kay kaşlarını çatmış yaklaşırken sordu endişeyle "Üşümediğine emin misin?" Çok, çok kırmızıydı elleri. Başını iki yana salladı Heather. Kanıtlamak için arkadaşına doğru uzattı ellerini. Kay uzanıp dokunduğu anda korkunç bir çığlıkla geri sıçradı. Kimseyi korkutmamak için çığlığını yarıda keserek zar zor birleştirmişti dudaklarını. Heather'ın tenine temas eden parmağı, acıyla zonkluyordu. "Ellerin alev gibi!" Diye bağırdı dehşet içinde.

"Ne?" Derken en az Kay kadar korkmuş görünüyordu. Ne olduğunun farkında bile değildi. Çaresiz bir şekilde sordu "Canın mı yandı?"

"Evet, hayır... iyiyim. Boş ver. Sen iyi misin?"

"İyim tabii," derken tereddütlüydü "Anlamıyorum."

Kay'in dibindeydi Louis'in bedeni, eline bakmak için çabalıyordu "Boş ver," diyordu Kay "Heather'da sorun var."

White itinayla kıza yaklaşırken Heather paniğe kapılmıştı "Ben- bilmiyorum ki ne oluyor?"

Leo yerden aldığı karı Kay'in yanık yerine koyarken Kay diğer oğlanı Heather'ın yanına gitmesi için iteledi.

"Kara değer misin Hell?" White'ın sesi öyle uysaldı, öyle panikten uzaktı ki, Heather'a karşı çıkma şansı bırakmıyordu. Yavaşça eğildi yere. Kara temas eder etmez, bir buhar kapladı etrafı. Beyazlık yok oldu ve sadece buhar kaldı. Kendi gücüne çığlık atarak geri kaçtı. Ellerini birbirine kenetledi ve vücuduna yaklaştırdı "Nasıl oluyor bilmiyorum. B-ben yapmıyorum!"

"Biliyoruz Hell, sakinleş." Kay'in rahatlatma amacıyla ettiği cümle daha da kötüleştirdi her şeyi. Kay'in varlığını hatırlamış gibi irkilen kız irileştirdi bir anda gözlerini "Sana zarar verdim."

Kay elindeki karı yere attı "Hayır Hell, hiçbir şey yok. Bak."

"Sana zarar verdim," bunu kendine kabul ettirmeye çalışıyor gibi tekrarladı. İyice anlamak istiyordu sanki. Bak, ona zarar verdin.

"Ciddiyim Heather, bu hiçbir şey. Bir şeyim yok, hiçbir sorun yok." Çığlık attığı için büyük bir pişmanlık yayıldı göğsüne. Kıza doğru yaklaşırken bir daha mırıldandı Heather "Daha şimdiden insanlara zarar veriyorum. Sana zarar veriyorum."

"Heather, hayır..."

"Çekil!" Diye bağırıp geri çekti kendini. "Yaklaşma!" Bin bir türlü fısıltı, beyninin duvarlarına çarpıp sinir bozucu bir şekilde yankı yapıyordu. Kendilerini nasıl koruyacaklar? Daha şimdiden onlara zarar veriyorsun. Güçlenince ne olacak? Nasıl kontrol edeceksin? Kontrol edebilecek misin? Ona dönüşeceksin. Bu kaçınılmaz. Kaderin bu. Durduramazsın. Herkese zarar vereceksin. Bak, başladın bile. Kay'e zarar verdin. Kay'e zarar verdin, Kay'e zarar verdin, Kay'e zarar verdin. KAY'E ZARAR VERDİM!

Nefes alış-verişiyle beraber kalp atışları da hızlandı. Deli gibi çarpıyordu. Tüm o cümleler, kalbini dört bir yandan sıkıştırıyor ve daha da hızlı atmasına sebep oluyordu sanki. Durduramadığı bir gücün bacakların aşağı aktığını hissetti. Toprağa kadar ulaştı.

Heather gözlerini bir noktaya sabitlemiş, kendini dünyadan zihinsel olarak uzaklaştırmışken aynı anda sarsıldılar. Yer sarsıldı. "Heather!" Dedi panikle. Louis gören var mı diye çevresine bakınıyordu. Yerden gelen sarsıntı artarken, kızın adı ağızlarında bir yakarış gibi dolanıyordu.

"Heather! Heather sakinleş. Heather bana bak. Sakin ol."

"İstemeden oluyor!" Diye bağırdı sonunda. Artan tansiyonla ellerini kaplayan alevler artarken, eş zamanlı olarak sarsıntı da artıyordu. Kış olduğuna şükrettiler, dışarda kimse yoktu.

"Benedict..."

Kay'i böldü "Benedict'le derslerimiz iyiydi!" Dedi kendini savunurcasına.

"Hayır Hell. Benedict, gidelim. Şimdi!"

Başını sallayıp koşmaya başladılar. Kızın peşine takılıp sürekli sarsılan zeminin üstünde yalpalaya yalpalaya koşuyorlardı.

Ofise alevler ve sarsıntılar eşliğinde daldılar. Benedict anında onlara döndü. Bir saniye kadar bu dehşet verici görüntüye şaşkınlıkla bakarken, hemen sonra şoku atlatıp müdahale etti. Heather'ı bir kalkana hapsetti. İçten içe bunun ne kadar yanlış olduğunu biliyordu.

"Onunla savaşamam, kendini sakinleştirmesi lazım!"

Bunu duyan Kay öne atıldı. "Konuşayım onunla." Kalkana yaklaştı. Louis'in endişeli sesi kulak doldurdu "Çok yaklaşma." Kay sert bakışlarını ona fırlatırken susmasını diledi. Amacı onu korumak olsa da Heather'ın bunu duymasını istemiyordu. Duymuştu ancak.

"Haklı," dedi kısık sesle "Sana zarar verebilirim, yine."

"Heather sen istemediğin sürece bana zarar vermezsin." Kalkanın dibine girip göz teması kurdu onunla.

"Verdim ama."

İki yana salladı başını "Sen bir şey yapmadın. Sana dokunan bendim. Bunun gücünle alakası yok, aynı şeyi ben de yaptım. Hepimiz yanlışlıkla kontrolden çıkarız." Louis'e zarar verdiği günü düşünüyordu.

"Aynı şey değil. Ben kontrol edemiyorum."

"Edebilirsin."

"Edemem."

"Edersin," dedi sertçe. Ses tonunu arttırmıştı "Bu şekilde kaçarsan edemezsin ama. Her şey senin elinde."

"Öyle hissettirmiyor." Korku içinde bakıyordu ellerine ve sarsılan zemine.

"Korkunun seni ele geçirmesine izin verme."

"Ama..."

Böldü hırçın bir şekilde "O kalkanın içinde yalnızca sen varsın ve ne alevler ne de toprak sana zarar verebilir. Korkmanı gerektirecek hiçbir şey yok. Bak, ben de uzaktayım," derken bir adım daha geriledi "Kendi gücünden korkma. Bu saçmalık, sana zarar veremez zaten."

Heather'ın titrek bakışları elleri ve zemin arasında gidip gelirken nefesleri yavaşladı. Yer şimdi daha az sarsılıyordu sanki. Gözlerini kapadı. Ne düşünüyordu Titanlar bilir ama işe yarıyordu.

Alevlenmeyi bıraktı ateşler. Sakin sakin yanmaya başladı. Heather'ın ayakları da yere daha sağlam basıyordu artık. Sönüyordu alevler yavaş yavaş. Cılız bir mum ışığına dönünceye dek savaştı. Tek bir üflemeyle de söndü. Çatlayan zemin de artık kıpırdanmıyordu. Benedict kalkanı kaldırdı. Heather yere çömüp hıçkırıklarını bastırmaya çalıştı.

Benedict çok yanlış bir yol izlediğinin farkındaydı. Bir daha olayın bu noktaya gelmesine izin vermeyecekti. White, Heather'ın yanına çömelmiş çok iyi bir iş çıkardığını fısıldarken, Benedict kısa sakallarını karıştırdı. Önüne düşen kumral, kıvırcık tutamı umursamadı bile. Saçı hep böyle dağınıktı.

Leo yemekhaneden peri şerbeti getirmiş, Heather'a vermişti. Onu sakinleştirmek için ellerinden gelen her türlü şeyi yapmışlardı. Kendine geldiğinden emin olduğunda, Benedict'i dinlemeye başladılar.

"Gücünü yok etmeye, bastırmaya çalışmayacağız. Ona uyguladıklarından farklı bir yol izleyeceğiz." Başını salladı kız. "Gücünü dışarı vurman gerek." Kaşlarının ortasında bir çizgi oluştu. Benedict yürümeye başlarken devam etti "Temel sorun bedeninin, içindeki iki elementin gücünü kaldıramamasıyla başlıyor. Bu yüzden gücü bedenine hapsetmeye çalışmak aptallık olur. Az önce yaptığımızı da yapamayız. Gücünü durdurarak onu yine hapsetmiş oluyorsun çünkü. Bize gereken şey, onu kullanmayı öğrenmen. Durdurmaktan bahsetmiyorum, kullanmak diyorum."

Kay kendinden emin bir sesle "Nasıl yapacağız?" diye sordu. Her türlü şeye hazır, kollarını göğsünde birleştirmişti.

"Okulu biliyorsunuz. Önceden Altın Muhafız yetiştiriliyordu. Okul yapmaya karar verdiklerinde işlerine yarayan yerleri yenilediler. Ancak kalan bazı alanlar var. Arka bahçede, gördüğünüzü sanmıyorum. Yıkık dökük bir yer olduğu için öğrencilerin girmesi yasak. Haftalardır orayı büyüyle yeniledim, sağlamlaştırdım. Yıkılması ve bariyerin aşılması çok, çok, çok zor." Heather'a döndü "Seni oraya koyacağız. Haftada bir, iki günde bir, her gün... bu gücünün yoğunluğuna bağlı. Orda gücünü kullanacaksın. Serbestçe, özgürce. Yoruluncaya dek. Yorul ki içinde birikmesin. Ancak senden istediğim şey gücünü bilinçli kullanmak. Bunu bir düello eğitimi gibi düşünebilirsin. Saldır, teknik geliştir. Hepsini isteyerek yap."

Yapılabilecek en mantıklı şeydi. Kay'in içine sinmişti. Heather da başını salladı. Bir kaç saniye sonra ise gözlerini kırpıştırdı "Tek olacağım, değil mi?"

"Yanında duracağım."

"Hayır, sana zarar veririm."

"Vermezsin," üstüne başka söz söylemesini engelledi "Kendimi korurum. Gücün oradan çıkamaz zaten. Güvenli olacak."

Heather emin olamıyordu. Emin olamadığı şey neydi bilmiyordu aslında. Kendinden mi emin olamıyordu? Gücünden mi? Yöntemden mi? Yoksa daha başka şeylerden mi? Kabul etmesi gerektiğini biliyordu. En mantıklı yol buydu. Benedict çok araştırmıştı ve işe yarardı muhtemelen. Ancak içindeki korku, onu tereddüde sürüklüyordu. O daha cevap veremeden arkadaşları onun yerine yanıtladı. Hepsi kabul etmişti. Görünüşe göre onayına ihtiyaç yoktu zaten. En doğrusu buydu. Onların bu yönteme güvenmesi, onu da rahatlatıyordu.

14 Aralık Çarşamba

Leo, Üç Hallerdeki olaylar ve sınavlar dolayısıyla ara verdiği ejderha eğitimine devam ediyordu. Chase her açıdan mükemmel bir öğretmendi. Heather, Benedict'in götürdüğü kocaman boş alanda gücünü keşfediyor ve yoruluncaya da çalışıyordu. Şimdiye dek sorun çıkmamıştı. Daha yolun çok başındalardı gerçi. Kay ve diğerleri, Heather'ın yanında durma konusunda ısrar ediyorlardı. Benedict zar zor kabul etmişti. Kalkanın ardından, Heather'ın gücüne hayran kalıyorlardı. Biraz korkunçtu doğrusu.

Ganelle takımı kuruldu kurulalı hiçbir şey yapamamışlardı. Sahayı antrenman için temizliyor, günün yarısında kullanıp Olgunlara veriyorlar, ertesi gün yine karla kaplanıyordu. Bu şekilde de çok uğraştırıcı olduğundan Riley bu ayın geçmesinden yanaydı. Louis ve Kay'in huysuzluğu hala sürüyordu.

Son iki gündür Heather aşırı mutlu ve normal olduğundan, Kay'in ilgisi tekrar ikizlere kaymıştı. Kafasından atamıyordu bir türlü. Üstelik ya çok baktığından delirmişti ya da gerçekten öyleydi, Daphne'nin gözlerinin renginin daha çok solduğunu fark etmişti. Tamam, daha önceden de soluktu ancak şimdiki kadar değil. Bir de daha çok ölü gibi gözüküyordu. Nasıl daha çok ölü gibi gözükülür bir fikri yoktu ama öyleydi işte.

Yıkık dökük kalede Benedict'i beklerken, Kay kısık sesle, sanki hiç umurunda değilmiş gibi sordu "Benedict'le anlaşıyor musunuz?"

"Ha?"

"Haftalardır sana eğitim veriyor. Anlaşıyor musunuz?"

Heather omuz silkti "Pff, ne bileyim. Konuşmuyoruz ki."

"Ne?"

"Konuşmuyoruz işte. Eğitim veriyor bir tek." Kay eğitim aldığı zamanları düşündü. Hiçbir zaman sadece eğitim vermemişti. Hep sohbet eklemişti aralara. Bu aralarında gerçekten bir bağ olduğunu kanıtlıyor muydu? Yo, belki de sadece Heather'ın durumu daha önemli olduğundandır. Kendini heveslendirmemeye çalışsa da çoktan yüzüne bir gülümse yerleşmişti. Benedict için özel olduğuna inanmak istiyordu.

Son beş günden farklı bir şey olmadı. Heather yaktı, yıktı. Onlar da yaşanabilecek ters bir duruma karşı tetikte durarak izledi. Bu gün, Üç Hallere Bay Keith'i ziyaret etmeye gideceklerdi. Herkes kaleden çıktı. Louis ve Kay arkada yürüyordu. Doğrusu, Kay bilerek yavaş yürüyordu ve Louis'le diğerlerinden biraz daha uzaklaşmayı planlıyordu. Yeterince geride kaldıklarından emin olunca "Louis," diye fısıldadı.

Tek kaşını havaya kaldırıp eğleniyormuş gibi bir bakış attı "Louis ha? Prens demediysen bir sorun var demektir. Dökül bakalım Snyder, karın ağrın ne?"

Kay ağırlığını bir ayağından diğer ayağına verirken iç çekti "Şey..."

"Dur, dur, dur," susturdu onu. Ellerini saçlarından geçirirken "Sanırım biliyorum," dedi "Heather gayet iyi, Üç Hallere gidiyoruz, sınavlar bitti, Max bu gün hiç sataşmadı, o halde tek derdin olabilir."

Kay anladığını biliyordu. Yanağının içini çiğniyordu hafifçe.

"Reed'ler." Dedi emin bir tavırla Louis.

"Evet," sinir bozucu şekilde iyi tanıyordu işte onu. Hemen savunmaya geçerek "Bak, yine aynı şeyleri söyleyeceksin ama dinle. Ortada böyle bir şey varken biz Üç Hallere gidiyoruz. Tamam, sorun yok ama bir şey yapmalıyız artık. Üstelik dahası da var..."

"Şşşş," gıcık edici bir tavırla susturdu onu. Bazen sadece Kay'le konuştuğunu unutuyordu sanki. Okulda ona zaten hayran olan kızları kendine daha da hayran etmek için girdiği tavırlara giriyordu. Kay'le konuşurken böyle çabalamasına hiçte gerek yoktu. Kay onun ne olduğunu çok iyi biliyordu. "Hepimiz biliyoruz. Ama baksana, hala hiçbir şey olmuyor. Bahse varırım tılsımları nasıl kullanacağını çözememişlerdir bile."

Kaşlarını çattı, nasıl bu kadar hafife alabiliyordu? "Orman ölüyor," dedi sert bir vurguyla "Kim bilir Ocie'den sonra kaç tane daha muhafız ölmüştür. Biz de buna göz yumuyoruz!"

"Daha neler."

"Öyle işte!" Louis şimdi kendi olmuştu işte. Düşürdü omuzlarını "Bak, biz bununla baş edemeyiz."

"Sorsan Bestia'yla da baş edemezdik."

Başını iki yana salladı "Aynı şey değil."

Kay düşünüyormuş gibi gözlerini kıstı "Biliyor musun, biraz aynı şey aslında."

İç çekti "Kay," göz teması kurmaya özen gösterdi "Aynı düşünüyorum. Olanlar beni de rahatsız ediyor. Ancak White..."

"Biliyorum! O yüzden seninle konuşuyorum zaten, konuşması en kolay olanın sen olduğundan falan değil yani. Heather'ın kendi derdi var, Benedict onunla uğraşıyor, White'ın gözlerine bile bakamıyorum bu konuyu açıp ve White yüzünden de Leo'yla konuşamıyorum. Tek sen kalıyorsun."

Kaşlarını havaya kaldıran Louis boğuk bir sesle "Sağ ol," dedi. "Benim ne yapmamı bekliyorsun peki?"

"Ne bileyim, Leo'yla konuşsan?"

Hızla yanıtladı "White'ı benden daha çok seviyor."

"Hiçte bile."

"Eh, şöyle düzelteyim o zaman. White'ı benden daha çok önemsiyor."

Kay buna bir cevap vermedi. Onun yerine konuyu değiştirdi "Daphne'de değişik bir şeyler var."

"Kız ölü, Kay."

Hızlıca salladı başını "O tarz değil! Yani, kendi normalliğine göre değişik. Gözleri çok soluk mesela." Anlamasını umarak göz teması kurmaya çalıştı. Louis bıkkın bir tavırla göz göze geldi onunla ve ağır bir şekilde tekrarladı "Kız ölü, Kay."

Kay kendi kendine garip sesler çıkararak bir taşa oturdu "Anlamıyorsun." Louis hem sıkılarak hem de hafif pişman olarak dürttü onu "Kalk hadi, anlıyorum."

"Asla anlamıyorsun." Kızı kolundan tutup kaldırdı "Kötü bir şey olacak."

"Neden bu kötü şey olduktan sonra bana suç atacakmışsın gibi hissediyorum?" Louis'in ciddi bakışlarını yakalarken istemsizce sırıttı "Suçlanmak istemiyor musun? Bir şeyler yap."

"Ah, Yüce Titanlar!" Boynunu geriye verdi.

"Değişik bir şey var diyorum, var! Sanki... sanki daha çok ölü gibi."

Louis bir kahkaha patlattı. Topuklarının üstünde döndü ve eğilip Kay'in sinirli bakışlarına dikti gözlerini "Daha mı ölü?"

"Evet ve ciddiyim."

Louis hala onu ciddiye almıyordu "Daha ölü olduğunu nasıl anlayabilirsin ki? Sen..." bir anda soldu sırıtışı "Oh," kısa süre gözlerini boşluğa dikti, olduğu yerde durdu "Sen hissedebiliyordun."

Kolundan tutup yürümeye zorladı onu "Evet seni ahmak. Şimdi yürü."

İçten içe Louis'in de bir şeyler yapmak istediğini ama onu engelleyen gerekçeleri olduğunu biliyordu. Bu yüzden ona kızamıyordu.

Üç Haller ziyaretleri tam gerçekleşmedi. Bay Keith onları içeri alamadı maalesef. Kapının önünde durup biraz sohbet ettiler. Değiştirdikleri yazılar meclisin gözüne çarpmış. Bunu öğrendiklerinde bir zafer ifadesiyle bakıştılar.

"Kimin yaptığını sordular, bir kaç sokak hergelesidir dedim."

Aynı anda kahkahalara boğuldular. Onları bu kadar güldüren şeyin ne olduğunu anlamayan adam yine de katıldı onlara. Kahkahasını zar zor bastıran Leo "Çok uygun bir sıfat olmuş Bay Keith."

"Ah çocuklar, sizden bahsetmiyordum tabii ki de." Heather kıkırdadı "Bizce bir problem yok."

Yarım saat kadar sohbet ettiler, böylece yatma saatini çok geçirmeden geri dönebilmişlerdi. Karanlık göğün altında, okul yolunda ilerledikçe Kay'in de içi gökyüzü gibi karanlıkla kaplanıyordu nedense. Yıldızsız bir gökyüzü gibiydi adeta. Yola odaklanmaya çalıştı. Bu yersiz duygunun kaynağını, gece başını yastığa koyduğunda kurcalayıp bulabilirdi.

Okula her zamanki gibi arkadan girdiler. Dean'ın yaşadığı minik kulübenin penceresinden içeri adımını attığı anda göğsünden bir sıkıntı dalgası tırmandı, başına kadar. Yüreğine dokunduğunda içi titredi. Tüyleri diken diken oldu.

"Ne oldu?"

Konuşamadı. Kullanabileceği bir kelime yoktu çünkü. Başını iki yana salladı. En iyi yaptığı şeyi yapıp bunu da boş vermeye zorladı. Ancak bu sefer hissettiği şeyin ağırlığı diğer tüm şeylerden daha ağırdı. Bunu nasıl boş vereceğini bilemiyordu.

Mahzenden geçip koridora ulaşıncaya dek hava, her zamankinden daha acımasız soğuktu. Sert ve çok gerçekti. Elle tutabilirdi sanki soğuğu. Sadece içini üşütmüyordu, kalbini de üşütüyordu sanki. Deneyimlediği en berbat tattı bu.

Koridora çıktılarında her şey çok daha kötüleşti. Etraf kararıyordu. Gece, yerin üstüne çöküp onu kıstırıyordu sanki. Derin nefesler almaya çalışırken bir sorun olduğunu fark ettiler. Üçlünün diğer koridordan gitmesi gerekiyordu ama ayrılmadılar. Kay nereye baktığını bilmiyordu, gece dolmuştu her yere.

"N'oluyor?" Gibisinden sorular soruluyordu. O ise bilmek istemiyordu ne olduğunu. Sol taraftaki koridora doğru daha da yoğunlaşıyordu acı. Kaçması gerekirdi ama onu çekiyordu sanki. Kalbi küt küt atarken gözlerini koridorda dikti. Hızlı adımlara yürüdü oraya. Boş koridorda sadece temizlik malzemelerinin olduğu minik bir odanın tahta kapısı vardı. Bir dürtüyle hızla sağa tarafa çevirdi başını. Siyah ve beyaz iki pelerin. Dişlerini sıktı. Reed'ler. Az önce burada olduklarını hissedebiliyordu. Peşlerinden gitmeliydi. Ancak karşısındaki odanın, çok güçlü bir çekimi vardı. Öyle ki, peşlerinden gitmemişti.

Tahta kapını hafifçe aralıktı. Arasından da karanlık sızıyordu. Yoğun bir çekim hissediyordu kapıya karşı. Delicesine korkuyordu ama. Kıpırdayamadı. Uzun, çok uzun bir süre boyunca kapıyı inceledi. Görmesi gereken şeyi fark etmesi uzun sürdü. Kapını aralık kısmında bir çift kahverengi ayakkabı vardı. Bu görüntü adım atması için yeterli etkiyi yarattı.

Tahta kapının önüne kadar gitti. Kapını kolunu kavradı. O da soğuktu. Açabileceğinden daha ağırdı sanki kapı. Öyle olmadığını bilse bile öyle hissettiriyordu. Kendine doğru ağır ağır çekti kapıyı. Bakışlarını yere dikti.

O an koptu. Geceyi tutan hiçbir şey kalmadı. Tüm gök, bütün yüküyle beraber üstüne düştü. Titreyen elleriyle ağzını kapatmaya uğraşırken çığlık bile atamadığını fark etti. Nefes gitmiyordu ciğerlerine. Yere, şimdi kapalı olan kahverengi gözlü oğlanın dibine çöktü. Aldığı tüm soluk canını yaktı.

Deli gibi titreyen elleriyle uzanıp kendine çevirdi bedenini. Sarstı hafifçe. Soğuk teni acıttı canını. Göz yaşları tüm yüzünü yakıyordu. "Dean!" Bütün çaresizliğini tek solukta attı ciğerlerinden. Koyu teninde canlılık yoktu.

"Hayır, hayır, Dean!" Teri, boynuna kadar akmış yaşlara karışmaya başladı. Dizinin üstüne koydu başını "Uyan Dean, uyan. Lütfen... lütfen konuş benimle, lütfen!" Dünyadaki tüm isteklerinin üstündeydi şu anda bu. Konuşmasını istiyordu. Kahverengi gözlerini ona dikip konuşmasını istiyordu. Sesini bir kez daha duymak istiyordu en azından.

Olamazdı. Dean. Ölmüş. Olamazdı. Bırakamazdı onu. Koridorda olmalıydı. Her gün ona gülümsemeli, sarılmalı, Heather'a çiçekler getirmeliydi. Gülmeliydi. Ama ölü Dean gülemezdi. Hayal ettiği gibi okula gidemezdi, arkadaş edinemezdi, Kay'e el sallayamazdı, okuldan kaçıp Müzmin Jönlerle eğlenemezdi, mutlu olamazdı. Planladıkları tüm o şeyler, söylediği o sözler uçmuş olamazdı. Bu kadar yakınken gidemezdi. Dean gidemezdi. Hayatı bitemezdi. Burada bitmemeliydi. Daha çok şey yapacaktı. Bu sefil hayattan kurtulup istediği gibi yaşayacaktı. Sıcak bir evi, onu seven birileri olacaktı. Yalnız uyumadığı, istediği yemeğin piştiği bir ev. Tıpkı hayallerindeki gibi.

Sözleri kulaklarında yankılandı "Olur mu dersin? Her şey bu kadar güzel olur mu?"

"Olur. Olacak da. Yakında."

Şimdi ise kollarındaki bu beden ölü olamazdı. Ölü olamazdı Dean. Uyanmalıydı. Ölmemeliydi. O öldüyse Kay neden buradaydı? Nasıl bu kadar acı çekmesine rağmen yaşayabiliyordu? Hıçkırıklara boğulurken elini tuttu. Yedi yaşında içine bakarak kahkaha attığı gözleri düşündü. Hayatından akıp gitmişti. Artık Dean yoktu. Ne onun, ne kendisinin hayatında yoktu. Arkadaşı değildi. O artık kimsenin arkadaşı değildi. Ağlarken içine derin bir soluk çekip onu kendine bastırdı. Yalancının tekiydi. İyi bir hayata sahip olmadan gitmesine izin veren bir yalancıydı.

Hani her şey güzel olacaktı?

Dean ilk yarattığım karakterlerdendi ve kimseye zararı dokunmayan, harika biriydi. Daha çocuktu ve buna rağmen çok çekmişti. Onun için bu sonu yazmak inanın ki çok zordu. Ancak bazı şeylerin yaşanması gerekir...

Continua llegint

You'll Also Like

1.3M 107K 63
ACIMASIZ VE GÜZEL... Sadece nefesinizi kesmekle kalmayacak, aynı zamanda sizi sonuna kadar götürecek bir zaman yolculuğuna kendinizi hazırlayın! An...
68.4K 1.9K 11
➸ GÜCÜN ÖTESİNDE SERİSİ I Sadece zarar verebileceğinizi hissettiğiniz zaman, sevdiklerinizi kaybedersiniz. Sevdiklerinizi kaybettiğiniz zaman, hayat...
9.3K 87 48
Para ve hırs yüzünden hızla kirlenen dünyada, suçlularla giriştiği amansız mücadelelerde büyük başarılar kazanan Ömer Komiser, kız arkadaşı Sibel'le...
5.2K 695 35
Wattys 2023 Yarı Finalisti • Işık tutamları göğe tırmanmaya başladığında güne batanlar kaçardı. • 25.8.22 19.4.23