İTAAT (Değişim #1)

By CalantheRoss

4.2K 210 319

*Elmaslar Gibi adlı hikayenin güncellenmiş hali* Los Angeles'taki normal hayatını üniversite için geride bıra... More

GİRİŞ
1. BÖLÜM
2. BÖLÜM
3. BÖLÜM
4. BÖLÜM
YENİ BÖLÜMLER HAKKINDA ÖNEMLİ BİLGİLENDİRME!
5. BÖLÜM
7. BÖLÜM
8. BÖLÜM
9. BÖLÜM
10. BÖLÜM
11. BÖLÜM
12. BÖLÜM*
13. BÖLÜM
14. BÖLÜM
15. BÖLÜM*
16. BÖLÜM
17. BÖLÜM*
18. BÖLÜM
19. BÖLÜM
20. BÖLÜM*
21. BÖLÜM
22. BÖLÜM
23. BÖLÜM
24. BÖLÜM
25. BÖLÜM
26. BÖLÜM
27. BÖLÜM*
28. BÖLÜM
29. BÖLÜM
30. BÖLÜM | FİNAL
BONUS BÖLÜM

6. BÖLÜM

116 12 16
By CalantheRoss

Bugün okul çıkışı Cyper Holding'de Nicholas Cooper'la bir toplantım vardı. O sebeple profesyonel gözükebileceğim bir kombin oluşturmaya çalıştım. Özellikle dün geceden sonra profesyonel gözükmek zorunda hissediyordum kendimi. Yine de çok iş kadını gibi olmayacaktım. Bu sebeple buz mavisi ipek bir gömlek ve onunla aynı renkte yüksek belli dökümlü bir pantolon tercih ettim. Gömleğin boyun kısmındaki kuşağı kurdele yaptım. Ayakkabı olarak ten rengi Louboutin So Kate seçtim. Pantolonun paçası ayakkabımın sadece ucunu gösterecek kadar uzundu çünkü. Hafif bir makyajdan sonra saçımı da çok sıkı olmayan bir at kuyruğu yapmıştım çoktan. Bu yüzden üstüme krem rengi kaşe palto, çanta olarak da içinde kıyafetimin tonlarının bulunduğu tüvit Chanel çanta aldım. Son bir kez aynaya bakınca görüntümden oldukça memnundum.

Derslerimle ilgili birkaç tane kâğıt ve bütçe planlaması için gerekli olan bütün evrakları yanıma alıp evden çıktım. Büyükannem evde değildi çünkü büyükbabamın vefatının beşinci yıldönümünde gerçekleşecek olan tören için ne olduğuyla asla ilgilenmediğim işleri vardı. Hazırlanırken stresimi kıyafetleri yorumlayarak atmıştım. Şimdi ise beni çok üzen olayları düşünerek azalttığım stresimi geri istemiyordum. Bu yüzden arabama bindim ve güzel bir müzik açarak okula doğru yola koyuldum.

Yolda hoşuma gitmeyen bir şarkı olduğunda ne kadar sürüşümün bile aksadığını ve küçük hatalar yaptığımı fark etmiştim. Bazen radyo bile dinleyemiyordum sırf bu sebeple. Kulağıma güzel gelen şeyler dinlemek istiyordum. Bir sonraki şarkıyı bilmediğim belirsiz bir müzik listesi bazen beni gerçekten çileden çıkarıyordu. Acaba kontrol manyağı yapar mıydı bu beni? Her zaman böyle değildim çünkü. Bazen belirsizlik beni heyecanlandırabiliyordu.

Kontrol manyağı olabilmek sadece müzik konusuna bağlı değildi muhtemelen. Bu yüzden hayatıma biraz geniş bir açıdan bakmaya çalıştım. Giysi dolabım, odam, arabam her zaman temiz ve düzenliydi. Bu durum yardımcı birileri olmadığında da böyleydi. Çevremdeki herhangi bir kişi benim oluşturduğum düzene karıştığında çok tepki göstermeyi tercih etmesem de beni çok rahatsız ediyordu. Topluluk işlerinde tuttuğum muhasebe evraklarına bakıldığında bile oldukça muazzam bir düzenim vardı. Evet, sanırım kontrol manyağıydım. Fakat Nicholas Cooper kadar kontrol manyağı mıydım? İnsanlara karşı olan davranışlarımı düşündüm. Ryan. En yakın arkadaşıma zorla üniversite okutmuyor muydum? Belli ki içimde Nicholas Cooper'la beni birbirimize bağlayan çok da sağlıklı olmayan yönler vardı.

Bu sağlıksız tarafımı biraz köreltebilmek için yöntemler düşünürken çoktan okula varmıştım bile.

İki dersin arasında yemek yiyecek vaktim bile olmamıştı bugün. Yavaş yavaş sunumlar yapılmaya başlamıştı. Normalde kendimi verdiğim, düşündüğüm tek şey derslerim ve Harvard olurken şimdi sanki başka düşüncelerimden kaçmak için derslerimle ilgileniyor gibiydim. Bunun okul performansımı ve bölüm içindeki başarımı düşürmesini istemiyordum aslında. Bu konuda ise ne yapabileceğimi bilmiyordum. Bir şeyi düşünmemek için uğraştığında aslında ona enerjini daha fazla harcamış oluyordun. Bir şeyden kaçtığında insan kendini kandırıyordu sadece. Benim de içinde bulunduğum durumu ancak böyle açıklayabilirdim.

Ayrıca düşüncelerimden kaçabilsem de şu an okulun çıkışa doğru giden yolunda bana doğru gelen Ryan'dan kaçamazdım.

"Neden mesajlarıma cevap vermiyorsun sen?" diye suratıma bağırdı neredeyse. Derin bir nefes alıp sakin olmaya çalıştım.

"Gerçekten yoğun iki dersten çıktım Ryan. Şimdi izin verirsen topluluk ile ilgili işlerim var." Onu geçip yürümeye devam ettim. Telefonumdan saate baktığımda saatin neredeyse beş buçuğa geldiğini gördüm. Trafik durumunu ve arabayı kullananın ben olduğumu göz önüne alırsak anca yetişecektim toplantıya.

"Bunlar hep bahane! Bana neler döndüğünü anlatacaksın! Hey!" Kolumdan tutup beni durdurdu.

"İlk önce çok gizli işler çeviriyormuşum gibi olan tavrından vazgeç! Beni zorlaman da bir işe yaramaz," dedim buz gibi bir sesle.

"Nicholas Cooper'la neler olduğunu anlatırsan zorlamama gerek kalmaz." Kolumu bırakıp meydan okurcasına kollarını göğsünde birleştirdi. Yeşil gözlerine dümdüz baktım.

"Ne olmasını bekliyorsun? Beklentilerini söyle ben de sana ona göre bir hikâye uydurayım." Söylediklerime karşılık gözlerini devirdi. Bana asla inanmıyordu.

"Hikâye değil, gerçekleri istiyorum. İkinizi yan yana gördüm. Beni kandıramazsın. Hiçbir şey olmamış olamaz!" Ona herhangi bir şey anlatmıyor oluşum onu öfkelendirmiş ve dışlanmış hissettirmişti. Bunu can dostumun gözlerinde görebiliyordum. Tavrının asıl nedenini anladığımda kalbim ısındı ve ona karşı şefkatle doldum.

"Kevin'ın beni eve bırakması kadar sıradandı. Seni anlıyorum. Ama sen de beni anlamalısın. Hiçbir şey olmasa bile kendime ait alana ihtiyaç duyuyorum artık. Lütfen." Yumuşak bir sesle konuştuğumda bir küfür savurarak omuzlarını düşürdü.

"Katheryn'in yeni bir etkisi sandım. Benden uzaklaşıyorsun sandım. Özellikle seni o gün üniversite için suçluyor gibi olduktan sonra," dedi boğuk bir sesle. Suratını avcumun içine alıp bana bakmasını sağladım ve hafifçe dudaklarını büzüştürmek için yanaklarını sıkıştırdım. "Girdiğim ortamların hiçbir önemi yok. Sen ve Emilie benim her şeyimsiniz. Lütfen kopmayın benden."

"Bebeğim," dedim gülümseyerek. Birbirimize hep bebeğim derdik Los Angeles'tayken. Buraya geldiğimizde benim ağzımdan çıkan kelimeler gibi bu da azalmıştı. Ancak o hiç demeyi kesmemişti. Ben böyle bastırarak söylediğimde gözleri dolmuştu çoktan. Sıkıca sarıldım arkadaşıma. "Yaşamak istiyorum. Yaşamama izin verin." Fısıltıma karşılık nefessiz kalmış gibi derin bir nefes aldı.

"Tamam. Her neyse. Bu hafta bir pijama partisi yapalım. Ama benim evimde." Geri çekildiğinde ihtiyacı olmamasına rağmen saçlarını düzeltti.

"Çok kalabalık olur mu?" diye sordum cevabını bilerek.

"Çok kalabalık. Sadece sen ve ben," dedi göz kırparak. Ben de yanağına bir öpücük kondurup ona veda ettim.

Hızlı adımlarla arabama doğru ilerlerken Connell ve grubumuzdan olan adlarını unuttuğum iki kızla karşılaştım.

"Elizabeth! Biz de bir kahve içecektik. Bir işin yoksa sen de gelsene," dedi Connell bütün sevecenliğiyle. Yanındaki iki kızın suratları belli etmemeye çalışsalar da çoktan düşmüştü.

"Çok isterdim ancak bir toplantıya yetişmem gerekiyor," dedim arabamı işaret ederek. O kızlara rağmen evet, bir kahveyi kabul ederdim eğer toplantı olmasaydı. Kızların rahatladığını gördüğümde gülümsemeden edemedim. Yaydıkları enerji benim bir duvar ustası olmamdan yani kendimi arkasına sakladığım duvarlarımdan kaynaklanmıyordu. Kıskançlık kokusu seziyordum. Bunu bile düşünecek vaktim yoktu şu an.

"Başka bir zamana ayarlarız o zaman." Onu başımla onayladım. O da acelemi gerçekten fark etmiş olmalıydı ki kısa kestik sohbeti.

Topuklularımın el verdiği kadar koşuşturdum. Cyper Holding'e doğru yola çıktığımda trafiğe yakalanmıştım bile. Geç kaldığım tescillenmişti. Saate bakmamaya özen gösteriyordum. Ne kadar geç kaldığımı görmezsem bana yapılmasından hiç hoşlanmadığım bu hareketi başkasına yaptığım için kendime sinirlenmeyi bırakırdım belki. Saate bakmayarak acınası bir şekilde bunu umuyordum ne yazık ki.

Yoldaki park yerinde boş bir yer bulduğumda altıyı yirmi dakika geçmişti bile. Altı civarı diye sözleşmiştik aslında. Altı buçuk da altı civarı sayılırdı bence. Kendimi kandırmaya devam ederken turnikelerin açık olan ziyaretçi girişinden koşuşturdum. Son anda kapanmak üzere olan orta doluluk derecesindeki asansöre yetiştim. İyi yönünden bakmak lazım, spor olmuştu bana da.

Asansör en üst kata kadar yolcularını bırakarak ilerledi. En son ben indiğimde burada da bir danışma kısmının olduğunu görerek rahatladım. Çünkü geçen geldiğimde sol taraftaki tek asansöre binmiştim ve o asansör direkt olarak Nicholas Cooper'ın odasına açılmıştı.

"Merhaba. Elizabeth Landers. Nicholas Cooper'la toplantım vardı," dedim danışma tezgâhının ardındaki iki kadın çalışana. İkisi de çok bakımlı görünüyordu ancak bir tanesinin diğerinden daha kıdemli olduğu belliydi.

"Hoş geldiniz, Bayan Landers. Ben Tiffany, Bay Cooper'ın asistanıyım. Bay Cooper sizi odasında bekliyor. Lütfen beni takip edin." Kıdemli olması patronun asistanı olmasından kaynaklanıyormuş. Diğer kıza söz hakkı bile verilmesine gerek kalmamıştı böylece. Tiffany önümden binanın sol tarafına doğru ilerlemeye başladı. Üstünde vücuduna yapışan bir elbise vardı. Hatları bir kum saati gibiydi. Poposu da harikaydı. İyi ki bol kıyafetler seçiyordum. Yoksa böyle kadınlar yüzünden bir gün canıma kıyabilirdim.

Ben Nicholas Cooper'ın neden özellikle böyle güzel kadınları işe aldığını düşünürken birkaç tane cam kapılı çalışan odacığını geçtik. Odaların kapılarında yazan isimleri okumak aklıma bile gelmemişken hedefe ulaşmıştık. Tiffany bana yol verdiğinde kapıyı çalıp davet edilmeyi beklemeden içeri girdim.

Dakikalardır üzerimde olan stresin neden olduğu nefessizliğe bir de onu öylece büyük camların önünde harika bir New York manzarası izlerken bulunca bayılacak gibi oldum. Kapının kulpuna biraz fazla yapışmak zorunda kaldım. Kendimi toparlamalıyım, diye düşünürken elleri koyu lacivert takım elbisesinin pantolon cebindeyken bana doğru döndü.

"Hoş geldin," dedi bana doğru yürürken. Ona bakamıyordum bile çünkü başım dönmeye başlamıştı. Bunun sebebini ona bağlamıyordum tabii ki de. En son kahvaltı yapmıştım. Bu da yaklaşık sekiz saatten fazladır yemek yemediğim anlamına gelirdi. Hızlanan adımları önümde durduğunda beni nazikçe kolumdan tuttu. "İyi misin?"

"Evet, tabii," dedim güçsüz hissetmeye dayanamayarak. Başımı kaldırmaya zorladım. Birden neden böyle hasta hissettiğime anlam veremiyordum. Gerçekten sırası değildi bayılmamın. Tamamlamamız gereken bir topluluk bütçesi vardı.

"Bütün gün yemek yemediğine eminim. Gel hadi." Kolumu tuttuğu elini bırakıp belime doladı. Elimdeki dosyayı alıp ağırlığımı ona vermemi sağladı. Şu an algılarım tamamen açılmıştı ve artık daha az hasta hissediyordum kendimi. Lanet olsun, eli kritik bir noktada olmayı da geçmişti! Ben bir şey diyemeden ortadaki oturma bölümündeki koltuğa bırakılmıştım bile. Benden aldığı dosyayı toplantı masasına bıraktı ve sonra kapıya gitti. Bir hareketini bile kaçırmak istemediğim için onu takip etti gözlerim. "Tiffany, Çin restoranından iki kişilik doyurucu bir paket yapmalarını söyle. Hızlı olsun," dedi ve kapıyı kapattı. Sonra masasına doğru gidip bir düğmeye bastı ve cam olduğunu bile fark etmediğim kapı ve duvar bir anda buzlandı. Gerçekten teknolojiyi çok iyi kullanıyordu. Ayrıca duvar ve kapının cam olduğunu nasıl fark edemezdim? Kafam gerçekten allak bullaktı.

"Paltonu çıkarabilirsin istersen, odanın ısısını da yükselttim çünkü," diyerek yanıma oturdu.

"Niye, üşüyor musun?" diye aptalca bir soru sordum.

"Hayır." Kafasını sallayarak içten bir şekilde güldü. Kalbim çok hızlı atmaya başlamıştı bile. Gözlerine baktığımda kalbimin atışlarını hissettiğine emindim. "Sen üşüme diye."

"Ben üşümüyorum. Toplantıya başlasak iyi olur ayrıca," dedim kalkmaya yeltenerek. Ben geç kalmamaya çalışırken onun bu rahat tavrı karşısında öfkelenmeden duramıyordum. Ve bir de vücudumun ona karşı verdiği tepkiler de öfkemi daha fazla körüklüyordu.

"Lütfen. Önce bir şeyler yiyelim," dediğinde koltukta ondan biraz uzaklaştım kaşlarımı çatarak.

"Böyle bir şeyi birden planladıysan en azından nezaketen bana ne yiyeceğimi sormalısın." İçimde kaynayan öfkemi paltomu üstümden çıkararak sakinleştirmek için uğraştım. Normalde sessiz kalmayı tercih ederdim ancak onun yanındayken konuşma isteğime engel olamıyordum.

"Özür dilerim. Karar verme seçeneğinin ortadan kalkması bazen strese iyi geliyor. Sende böyle bir etkisi olmuyorsa daha dikkatli olurum." Ona baktığımda kontrolcü tavrından taviz veriyor olmasının onun için ne kadar zor olabileceğini gördüm suratında. Uzun senelerdir her şeyi yönetiyor olmalıydı. Onun kontrolü dışında gerçekleşen en küçük şey bile belki de onu da strese sokuyordu. Bu sebeple öfkeli küçük çocuk gibi davranmayı kesip yetişkin bir birey olmak için çabaladım.

Bu sırada etrafımda çantamı aradım kısa bir an. Bulduğumda derin bir nefes alışıma güldüğünü duyunca ona doğru döndüm.

"Bu Chanel!" dedi onunla çarpıştıktan sonra söylediğimi taklit eder gibi.

"Tepkim gayet yerinde," dedim gözlerimi devirerek.

"Elbette. Bakabilir miyim?" Çantamı işaret ettiğinde kafa karışıklığıyla ona uzattım. "Zevkli bir parça. Kıyafetlerini kendin mi seçiyorsun?"

"Bir stilistim yok. Ancak büyükannem piyasaya yeni çıkan her şeyi veya benim tarzım olabilecek vintage parçaları getirtiyor giysi odama. Senede bir özellikle bir sirkülasyon oluşması açısından da giymek istemediklerimi de elden geçirmeyi ihmal etmiyorum," diye açıkladım. Onu gördüğümden beri merak ettiğim şeyi sorma heyecanıyla gözlerimin çoktan parladığını hissedebiliyordum. "Peki sen kendin mi seçiyorsun kıyafetlerini?" Sanki onu baştan aşağı süzmemi istermiş gibi ayaklandı ve odanın sağ tarafındaki küçük bar kısmına yöneldi.

"Benim de bir stilistim yok," dediğinde bana arkası dönük olsa bile gülümsediğini biliyordum. Ben de onun küçük isteğini yerine getirip onu baştan aşağı süzdüm. Koyu lacivert takımı onu ikinci bir deri gibi sarıyordu. Bugün süzdüğüm ikinci poponun da harika olduğunu kabul etmeliydim. Acaba ne sıklıkla spor yapıyordu? Benimle zaman geçirirken iş konusunda çok da meşgul gözükmüyordu ancak meşgul olduğunu tahmin etmek de çok zor değildi. Peki ama nasıl zaman ayırıyordu her şeye? Ben mesela spordan tamamen kopmuştum. Sporu evinde de yapıyor olabilirdi gerçi. Böylece eve gittiğinde haftada üç gün yarım saatlik çalışması bile onu formunda tutardı. Acaba spordayken nasıl giyiniyordu? Yoksa bir şey giymiyor muydu? Onun bir şey giymeme düşüncesi bende var olduğuna bile inanmadığım libidomu yükseltiyordu. "Hoşuna gitti mi?" Düşüncelerimi yarıda kesen sorusuyla afallayarak ona baktım. Elinde bir bardak suyla bana doğru geliyordu.

"Ne?" diye sordum. Düşüncelerimi direkt okuyabiliyor muydu yoksa?

"Tarzım. Hoşuna gitti mi?" Önümde durup elindeki bardağı bana verdiğinde kaçınılmaz olan da gerçekleşmişti. Evet, el temasımızı da yapmıştık.

"Evet, yerine göre giyinmeyi biliyorsun." Suyumdan büyük bir yudum aldım. Bütün gün su içmeye bile vakit bulamamıştım gerçekten. Tekrar yanıma oturduğunda aramızdaki elektriğin ağırlaştığını hissettim. Oldukça yoğundu artık. Nasıl libidomu eski seviyesine düşürebilirdim ki? Bunu onun da hissediyor olduğu düşüncesi yüzünden ona bakamayarak suyu kafama diktim.

O anda kurtarıcım olan yemeklerimiz geldi. Tiffany elindeki poşetleri patronunun işaretiyle toplantı masasına koydu ve içindekileri de tek tek çıkarıp bize servis bile açtı. Elimdeki bardakla birlikte iştahla yerimden kalktım. Geçen gelişimde oturduğum sandalyeye yerleştim. Güzel kokular karşısında karnım da konuşmaya başlayıp sesli bir şekilde guruldadı. Bardağı masada önümden uzaklaştırıp elimi karnıma koydum. Utanarak ona baktım. Karnımın sesli bir şekilde guruldaması beni çok utandırıyordu. Ancak o sanki hiç duymamış gibi uzun toplantı masasının en başındaki sandalyeye oturup paketleri açmaya başlamıştı.

İki tane noodle paketini açtı ve bana çubuklarımı da verdi. Noodleın içinde ne olduğunu sorma gereği bile duymadan kocaman bir lokma ağzıma tıktım. Ben ağzımdakini zorla çiğnerken bir paketten mantı ve bir başka paketten börek çıkınca sevinçle inledim. Bütün sevdiğim Çin yemekleri bir aradaydı!

"Paketten çıkanlar bana da sürpriz oldu. Hepsini seviyor olmana memnun oldum," diye gülümsedi. Yerinden kalkıp bara doğru ilerledi ve duvardaki gizli buzdolabını açıp iki şişe su getirdi.

"Normalde açlığımın farkında bile olmazdım aslında. Ama birkaç gündür açlık beni çok etkiliyor. Bir de kondisyon eksikliğimden az önce gördüğün hale geldim," dedim lokmamı yuttuğumda. Bir peçete alıp ağzımın kenarlarını sildim ve mantının bir tanesini üfürdükten sonra bütün olarak ağzıma attım. Senelerdir sürdürdüğüm hanımefendi halimin kaybolduğu bir andı. Açken artık bambaşka birisiydim belli ki. O da yemeğine başladı ve bir süre sessizlik içinde yemeklerimizi yedik. Hangi Çin restoranıysa burası yediğim en iyi Çin yemeklerini yaptıkları kesindi.

"Spor yapmak ister misin?" Ani karşılaştığım sorusu onun hakkında kıyafetsiz düşüncelerimi hatırlattığı için bir an boğulur gibi oldum. İhtiyaçla getirdiği sudan bir yudum aldım.

"Yani çok kilo almış da sayılmam. Aldım mı yoksa?" Göbeğime baktığımda oturduğumda bile dümdüz gözüküyordu. Son zamanlarda kaybettiğim kiloları birkaç günde almam mümkün değildi zaten.

"Hayır," diyerek güldü. "Kondisyonundan bahsettin. Spor buna da iyi gelir. Ben de kas yapmak için spor yapmıyorum artık. İşimdeki yoğun tempoda daha dinç kalmak ve olan vücudumu korumak için spor yapıyorum." Hayır Sayın Libido, vücudunu düşünme! Çok zordu. Konu direkt düşünmek istemediğim şeyler üstüne olunca düşünmemek daha da zordu zaten.

"Los Angeles'tayken çok spor yapardım. Üniversitenin ilk senesinden sonra tamamen bırakmak zorunda kaldım yeni hayatıma adapte olmamı kolaylaştırmak için. Ama evet, spor yapmak çok isterim. Bu yoğun dönemde nasıl zaman oluşturabilirim bilmiyorum tabii." Kendim hakkında gereksiz bilgiler vermeden dürüst olabilmek için çabaladım. Henüz içimi açmaya hazır değildim. Duvarlarımdan yeterince kopmuştum zaten. Daha fazlası için zamana ihtiyacım vardı.

"Haftada dört gün spor yapmaya özen gösteriyorum. İhtiyaç duyarsam beş de olabiliyor bu. Pazar günleri için nasıl anlaştıysak spor konusunda da bir şeyler ayarlayabiliriz. Hem benim için de iyi olur çünkü spor için düzenli gittiğim bir zaman dilimi yok. Sadece haftada dört günü tamamlamaya çalışıyorum." Bunu sindirebilmek için gözlerinin içine baktım. Orada gördüğüm şey ise samimiyetiydi. Çok ciddiydi. Daha fazla zaman geçirme teklifi yapıyordu bana. Pazar günleri için bile adapte olmam zor olacakken şimdi bir de haftanın en az üç günü daha görüşmeyi planlıyordu. Tanrım, bu teklif neden beni rahatsız etmiyordu? Neden ben de bu kadar gönüllüydüm?

"Bunu nasıl yapabilirim bilmiyorum," diye mırıldandım. Gönüllü olmama karşılık vücudumda bir tedirginlik vardı. Uzun süredir yapmadığım bir şeyi hayatıma yeniden sokacaktım eğer kabul edersem. Değişim zor geliyordu artık bana. O kendimi alıştırdığım donukluktan aktif bir yaşama geçme düşüncesi neredeyse iştahımı bile kaçıracaktı şimdi. Ona bakmaya devam ederken bendeki bu değişimleri her zamanki gibi gördüğünü fark ettim. Duygularımı her ne kadar mükemmel saklayabildiğimi düşünsem de onunla aramızda olan o ruhani bağ işimi zorlaştırıyordu. Beni açık bir kitap gibi okuyabiliyor olması kendimi kısa sürede alıştırabileceğim bir durum değildi henüz.

"Pekâlâ. Uzun süredir spor yapmadığını söyledin. O zaman yavaş yavaş başlarız. Haftada üç güne ne dersin? Hafta içi Manhattan'da oluyorsun. Bu ikimize de uyan ortak bir saatte anlaşmamızı kolaylaştırır. Hafta sonu da vücudun dinlenmiş olur hem." Gerçekten mantıklı konuşuyordu. Tedirginliğim de onun sesiyle yavaşça vücudumu terk ediyordu. "Yarın saat sekiz gibi senin için uygun olur mu?" diye sordu. Bu planın gerçekten işlemesini istiyor gibiydi.

"Evet, uygun olur. Ancak önce bir denemek isterim kendimi. Bu temponun beni strese soktuğunu hissedersem planı iptal etmem gerekir. Çünkü kendimi Harvard'dan önce çok fazla strese sokmak istemiyorum."

"Anlaştık." Büyük gülümsemesi karşısında ben de gülümsemeden edemedim. Yemeğimizin geri kalanı ise gerçekten keyifli geçmişti. Toplantıya başlamadan önce şans kurabiyeleri de alındığını fark ettim. Ancak onu toplantı sonuna bir eğlence olsun diye bırakmak istedim özellikle.

Toplantımıza başladığımızda ona karşı hayranlık yeşermişti içimde. İşini ciddiye alıyordu ve gerçekten başarılı olduğunu belli ediyordu. Konuya yaklaşım tarzı, hareketleri, konuşması... Paket olarak kendi başına bir imparatorluk kurabildiğinin göstergesiydi. Elbette bu yolda ona yardım edenler olmuştur. Ancak olmasaydı bile vazgeçeceğini zannetmiyordum. Sahip olduğu azim gözlerinden şu an bile okunabiliyordu. Gözlerinden okuyabildiğimi düşündüğüm bir başka şey de azimli olmak dışında bir yol göremiyordu kendinde. Belki de benim Harvard'a tutunduğum gibi o da işine tutunuyordu. Tutunmamasını gerektirecek bir neden de çıkmamıştı karşısına belli ki.

Toplantı bitiminde işin yanı sıra aynı anda aklımdan başka düşünceler de geçiyordu. Mesela yanımda konuşarak beni uyutmasını düşünüyordum. Ne anlattığı veya ne anlatacağı kesinlikle önemli değildi. Sadece konuşsun ve ben kısa sürede mışıl mışıl uyurdum.

Evrakları kenara koyup şans kurabiyelerine yöneldiğimde ona doğru baktım. Önce ben seçecektim ancak fikrimi değiştirip onun karar vermesini istiyordum artık.

"Seç birini," dedim heyecanla. Böyle sürpriz şeyler gerçekten mutlu ediyordu beni. İtiraz etmeden gülümseyerek bir tanesini seçti. Ben de diğerini aldım. Aynı anda kurabiyeleri kırdık. "Önce sen oku."

"Sevginize karşılık verilecek," dedi bakışlarını bana çevirip. Vay canına! Çok anlam yüklenebilecek bir yazıydı bu. Ben kendi şansıma çıkan kâğıda baktım.

"Hayatında köklü bir değişiklik yapma zamanı gelmiş de geçiyor bile." Yazanı sesli bir şekilde okuduğumda kafam karışarak ona baktım. Ne demekti bu? Eğer buna kafayı takarsam kendimi boşuna yormuş olacağımı biliyordum. Bu yüzden bir kurabiyeye fazla anlam yüklemek yerine kâğıdı kenara koyup kurabiyeyi yedim.

Saatin 11'e geldiğini görünce toparlanıp ayaklandım.

"Sonunda bütçe planlaması yapabildiğimize sevindim," dedim gülümseyerek. Dün gece beni eve bıraktığında yapılan konuşmadan sonra sanki onun yanında daha rahat olabildiğimi gözlemlemiştim. O da bana gülümsedi. Odasındaki asansöre paltosunu eline aldıktan sonra bindik. Yanında birazcık rahatladığımı hissediyor olmam hâlâ dar alanlarda gırtlağıma kadar onunla dolduğum gerçeğini değiştirmiyordu. Hâlâ beni sarsıyordu. Bu yaşadıklarımız ne kadar sürerdi bilmiyordum ancak sarsılmalarımın bir sonu gelmeliydi. Ruhsal sağlığımı geçtim fiziksel sağlığım açısından zorlanıyordum.

Arabamın yanına geldiğimizde nefes alışlarımı düzene sokmaya çalışıyordum. Çok acınası gözüküyor muydum acaba? Yoksa bana böyle etki ediyor olması onun hoşuna mı gidiyordu?

"Yarın sana spor için adresi mesaj olarak atarım," dedi kapımı açarak. Çok yakındık. Dün geceki gibi yanağına bir öpücük bırakmalı mıydım? Bir toplantıdan sonra bu hareketim uygunsuz mu kaçardı yoksa?

"Tamam, teşekkürler." Derin bir nefes aldığımda bana doğru yaklaştı ve aklımdaki sorulara o beni yanağımdan öperek yanıt verdi. "İyi geceler," dedim onun yardımıyla arabama binerken.

"Dikkatli git." Gülümsedim. Son cümlesi içimi ısıtmıştı. Eşyalarımı yanımdaki koltuğa koyduktan sonra yola çıktım. Dikiz aynasından baktığımda hâlâ beni izliyor olduğunu görmek çok garip hissettiriyordu kesinlikle. Alışacaktım herhalde.

---

Wattys şartlarını karşılayabilir miyim bilmiyorum ama bu ay her gün bir bölüm gelebilir. Lütfen desteklerinizi esirgemeyin <3 Beni profilimdeki sosyal medya hesaplarımdan takip etmeyi de unutmayın!

Continue Reading

You'll Also Like

9.2K 1.1K 83
Hikayeyi daha sonra yazdığım ilk hali ile yayınlayacağım, ben bu hikayeyi yalancı yarim karakterlerini kullanarak yazmıştım. O hali ile buradan payla...
2.9K 176 10
" bir gün bir yerde yeniden tanışalım... "
94.5K 7.2K 58
"on beşinde mutsuz yorgun ve umutsuz.'' @coolsuicidal
110M 4.4M 157
''Birlikte belanın içine batabileceğimiz kadar battık. Ve şimdi, seni bırakmayacağım... Benimle misin?'' --- Zeynep, kendini yeni okuluna başladığı...