Naperva

By xelpiss

11.2K 1.7K 3.2K

Bize gereken ışık değil, ateş. Gözlerini kırpmadan önünden geçen küçük kızı izlerken her şeyin bittiğinin çok... More

1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
28
29
30
31
32
33
34
FİNAL

27

127 7 0
By xelpiss

                    *Ligths are On*

Arkadaşlar merhaba bölümün geciktiğinin farkındayım ve öncelikle bunun için özür diliyorum fakat uzun bir süredir kalemi elime alma isteği içimden asla gelmiyor ve zorla bir şeyler yazmak çok büyük bir işkence o yüzden bir haftalık böyle bir gecikme oldu. Bölümü yazabilmek ve sizi daha fazla bekletmemek için gerçek anlamda kendimi parçaladım diyebilirim. Bölümü burada bitirmeyecektim aslında daha uzun yazacaktım ama baktım ki olmuyor sizi daha fazla habersiz ve bölümsüz bırakmamak için burada sonlandırdım. Umarım bu isteksizliğim daha fazla sürmez ve eski düzenimize geri döneriz. Sabrınız için teşekkür ediyor ve böyle bir ara için tekrar üzgün olduğumu dile getiriyorum.

Keyifli okumalar 💐

****

En sonunda küle döndüm.

*Lina'dan*

Ağır demir kokusu burnumu kaşındırmaya başlarken bilincimin yavaşça açıldığını hissediyordum. Midem, kokunun etkisiyle çalkalanıyordu. Gözlerim algılarımla eş zamanlı bir şekilde açıldığında bir an önümdeki manzarayı kavramakta güçlük çektim.

Gözüme çarpan ilk şey önümde birikinti oluşturmuş kırmızı sıvıydı.

Elimi hızla ağzımın üstüne bastırırken kırmızı sıvının ne olduğunu çok geçmeden çözebilmiştim. Bu demir kokusunu da açıklıyordu. Kandı. Neden önümde kan vardı?

Gözlerimi kırpıştırıp etrafıma göz gezdirdim.

Odamdaydım. Yatağım önünde dizlerimin üstüne çökmüştüm. Bir kez daha gözlerimi kırpıştırdım. Etrafım cesetlerle sarmalanmıştı.

Anlamıyordum.

Mide bulantımın artmasıyla ağzımdan tutamadığım bir inleme kaçtı. Gözlerim sulanmaya başladı.

Neler olduğunu anlamıyordum. Neden etrafımda kanlı bedenler vardı?

Kaşlarımı çatıp sinirle sağ elimi yumruk yaptığım zaman hissettim elimde tuttuğum şeyin ağırlığını.

Gözlerim avucuma kaydı.

Bir bıçaktı. Herhangi bir tanesi değil, sürekli kullandığım hançerlerden biriydi. Ve kanla kaplıydı.

"Aman Tanrım." diye fısıldadım kafamı kaldırıp cesetlere bir kez daha bakarken. Bunu ben mi yapmıştım? Neden?

Ayağa kalkmaya çalıştım ama ayaklarım uyuşmuş da tutmuyor gibiydi. Bu yüzden gözlerimle etrafı taramaya devam ettim.

Hâlâ hava karanlıktı. Uykuya dalmamın üstünden çok geçmemiş olması gerekiyordu.

Hâlâ anlamıyordum? Neden bu kadar sakindim? Sakin miydim?

Birilerine seslenmeye çalıştım ama kime sesleneceğimi bilemedim.

Sessizlikle ağzımı kapattım ve gözlerim yeniden etrafımda çember oluşturmuş kanlı bedenleri buldu. Ve o andan sonra bedenlerin yüzlerini görebildim. Kim olduklarını.

"Hayır, hayır..." diye mırıldanırken avucumdaki hançerin keskin kısmını sımsıkı elimin içine hapsettim. Kalbim kendini kaybedercesine atmaya başladı. "Bunu ben yapmadım. Hayır."

Herkes ölmüştü. Evdeki herkes.

"Poyraz..?" diye fısıldadım hemen önümdeki bedene belki kalkar da bana cevap verir diye. "Poyraz?!"

Cevap vermedi.

Derin derin nefesler almaya başladım. Hâlâ yerimden kıpırdayamıyordum. Gözlerim sulanmaya başladı.

"Serin?"

Cevap yoktu.

Çığlık atmaya çalıştım ama sesim çıkmadı. Sesimi duyamadım.

Ve sonra onu gördüm.

Henüz dilimin baba demeye hiç varmadığı ama belki de diyebilmek için kendimi öldürebileceğim o adamı. O da diğerleri gibi kanlar içindeydi. Gözleri bile kapanmamıştı.

"Uraz..?" diye fısıldadım yine. Neden fısıldıyordum bilmiyorum ama sanki etraf çok gürültülüydü de benim sadece fısıldamam gerekiyordu.

Birer damla yaşın yanaklarımdan aşağı intihar eder gibi kaydığını hissettim.

"Baba?" diye tekrar seslendim titrek bir sesle.

Midem bulanıyordu. Derin derin nefesler alıyordum ama nefes alamıyordum.

"Lina?" diyen bir ses duydum. Bu benim oksijenimdi sanki. Derin bir nefes çektim içime.

"Lina?"

Tüm bedenlerde gözlerimi gezdirdim ama konuşan onlardan biri değildi. Sanki... sanki kafamın içindeydi gelen ses.

Bir bağırış duydum ve bu aynı zamanda irkilerek önüme bakmama neden oldu.

"Mert?" diye sordum şaşkınlıkla önümde birden bire değişen görüntüye. Mert'in endişeli yüzü aniden önümde belirmişti. Mavilerini yüzüme dikmiş omuzlarımızdan sımsıkı tutuyordu. Kendime geldiğimi görünce hafifçe geri çekildi.

Gözlerimi etrafta gezdirdiğimde hâlâ yatağımın önünde oturduğumu fark ettim ama bu defa etrafta ne kan vardı ne de cesetler. Fakat elimdeki hançer hâlâ yerinde duruyordu. Avucumun içinde sımsıkı hapsolmuş ve ufak bir sızı içinde kanıyordu.

Mert bir şeyler dedi ama ne dediğine anlam veremedim çok fazla.

Kaşlarımı çattım.

"Affedersin ben..." dedim kendimin bile anlamadığı bir şekilde. Etrafa bir kez daha göz gezdirdim. Sadece önümde duran Mert ve ayakta bekleyen Chris ile Poyraz vardı. Odamda başka hiçbir şey yoktu. Ne bir koku, ne bir görüntü ne de başka bir şey. Her şey olması gerektiği gibi duruyordu. "Sanırım uyuyakalmışım."

Mert endişe dolu bakışlarını kaldırıp Chris'e baktı hemen. Aynı bakışlar kendisine karşılık vermişti.

"Ama Lina..." dedi Poyraz bana doğru birkaç adım atıp ardından Mert gibi önümde eğilerek. Abisine kararsız bir bakış atsa da eli kolumu buldu ve sakinleştirmek ister gibi birkaç defa okşadı. O an hâlâ derin derin nefesler alıp ağladığımı fark etmiştim. "Sen uyumuyordun."

Öne doğru hafifçe ve istemsizce eğildiğimde iki kardeş hızla kollarımı tutarak bana destek verdiler.  Nefes alış verişim sıklaştığında bunu kontrol edemedim. Bayılacak gibi hissediyordum. Sanki içimde bir baskı vardı ve odanın ısısı birden derecelerce artmıştı.

"Ne?" diye sorabildim ama son bir güçle.

"Çığlıklarını duyunca geldik Rose." dedi Chris endişeyle. "Kabus görüyorsun sandık yine ama sen yatağın önündeydin ve uyumuyordun. Gözlerin açıktı. Sana seslendik defalarca ama bizi duymuyordun."

Endişe dolu ifademle yüzümü buruşturarak önce Chris'e ardından kardeşlerime baktım.

Bana ne haltlar oluyordu böyle?

***

*35 saat önce*

Kendinden emin adımlarım adeta Birimin koridorunu inleterek yere basarken başım dikti. Uzun bir zamandan beridir ilk defa kendimden ve yapacaklarımdan emindim. Her şeyi kafamda bir sıraya koymuştum.

Önceliğim Amelie'nin yanına gitmek olacaktı. Lucas'ın ölümünden hâlâ haberi yoktu ve bu zor haberi vermek ne yazık ki bana düşüyordu. Bu haberi öğrenirken kız kardeşimin yanında olması gereken kişi kardeşi olarak bendim elbette.

Bir de Lucas'ın, Martin'in Bahçesi hakkında topladığı dosyalara erişmem gerekiyordu. Lucas, dosyaları en güvenli yere bıraktığını söylemişti. Bu elbette ki Amelie'nin yanında demek oluyordu. Oraya gidecek ve belgeleri alacaktım. Lucas'ın o belgelerde her şeyi en ince detayına kadar yazdığına adımdan emin olduğumdan daha çok emindim. O yüzden Bahçeyi bulduğumuzu varsayıyordum. Bu da Martin'i bitirmek için yapılması gereken tek bir şeyin kaldığını gösteriyordu. Smeraldo'nun, Martin'den çalacağı gizli dosyalara ulaşmak. Onlara da ulaştıktan sonra sonunda yıllardır uğraştığımız, uğruna kanlar döküp kayıplar verdiğimiz o zafere ulaşacaktık.

Söylenişte ne kadar kolay bir plan gibi gözükse de elbette bunun bu kadar kolay hallolmayacağının farkındayım. Smeraldo'dan belgeleri almak için öncelikle iki kez kafese girmem ve ikisinde de canlı çıkmam gerekiyordu. Ki bu, umudumu bazen yitirecek gibi olmama neden olan bir durumdu.

Chris ile kafese katılacağımı öğrendiğimiz günden beri çalışıyorduk. Üstelik Lucas'ın ölümünden sonra varımı yoğumu çalışmalarımıza vermiştim. Hiç durmadan beni dövüşlere hazırlıyordu.

Bu durum arada sırada evdekileri işkillendirse de, sonuçta hiç kimsenin hiçbir şeyden haberi yoktu, Lucas'ın ölümünden sonra kederimi böyle dışarı vurduğumu düşünerek sorgulamayı bırakmışlardı.

Smeraldo'nun beni dövüşlere ne zaman sokacağını bilmesem ve ne kadar hazır hissetmesem de içimdeki acıdan birikmiş bu öfkeyle ne zaman katılırsam katılayım önüme çıkan her kimse onu paramparça edebilecekmişim gibi hissediyordum. Elbette böyle hissettiğimi kimseye söylemedim çünkü herkesin bunun ne kadar sağlıksız bir düşünce olduğu konusunda hemfikir olup endişeleneceklerinin farkındaydım. Ve bu kesinlikle oluşmasını istediğim bir durum değildi.

Adımlarımı Uraz'ın odasına yönlendirdim  ve kapısını çalıp cevabını beklemeden içeri girdim.

Kaşlarını çatarak kapıya döndüğünde beni görmüş olması yüzündeki ifadenin gevşemesine ve gülümsemesine neden olmuştu.

Uraz da Savaş da üstelik Yaren de konu işlerine gelince çok fazla ciddiyete bürünüyorlardı. Odalarına öylece birilerinin dalmasına katlanacak insan değillerdi fakat bunu yapan kişi ben olunca bana ayrıcalık tanıdıklarını fark etmiştim. Bana kıyamadıklarını fark etmek ilginç bir deneyimdi fakat güzeldi ve bu, içimde bir yerlerde hayatı boyunca hep tutsak kalmış şımarık küçük bir kız çocuğunun yeşil elbisesiyle tutsak edildiği yerden kefiyle dışarı kaçıp etrafta koşturmasına neden oluyordu. Benim için yeni ve güzel bir deneyimdi.

"Selam." dedim içeri girip kapıyı ardımdan kapatırken. "Hazır mısın?"

Oturduğu yerden kalktı ve yanıma gelerek kollarını etrafıma sardı. Saçlarımın arasına birkaç öpücük kondurduğunda içimdeki şımarık kız tekrar etrafta koşturmaya başlamıştı kahkahalarla.

"Hazırım tabii." dedi hafifçe geri çekilip. "Senin gelmeni bekliyordum."

"Gördüğün gibi buradayım." dedim kirpiklerimin arasından ona bakarak. "Gidebiliriz."

Beni onayladı ve odasında birkaç tur atarak anlamadığım belgelerle anlamadığım işler yaptı ve kısa sürede odadan çıktığında onun peşine takıldım.

Amelie'nin yanına elbette açıkça gidemezdim, her türlü tehlikeden - tehlike derken açıkça görülüyor ki Martin'den bahsediyorum.- kaçınarak ve saklanarak gitmeliydim. Bu yüzden bu konuyu Uraz'a açtığımda beni Birimin helikopteriyle götürebileceğini söylemişti. Elbette önce uzunca bir süre kız kardeşimin bunca zamandır Türkiye'de, bizim burnumuzun dibinde olduğunun şaşkınlığını yaşamıştı. Fakat sonra beni kimsenin haberi olmadan güvenli bir şekilde oraya götürebileceğini söylemişti ve böylece ben de ona Amelie'yi sakladığımız yerin koordinatlarını vermiştim. Şimdiyse beni ona götürmek üzere yola çıkmıştık.

Önce Birimin en alt katına indik. Ki buraya hiç inmediğim için ve helikoptere gitmek için çatıya çıkmamız gerektiğini düşündüğümden onu takip edişim oldukça kararsız adımların varlığı üzerineydi fakat indiğimiz uzun, karışık ve her yöne çıkan labirent gibi koridorun içinde Uraz'ın kendinden emin yönlendirmeleriyle ilerlerken birden tahmin edemediğim bir şekilde dışarı çıktık.

Helikopterlerin, evet birden fazla, park edildiği koskocaman bir alandı burası. Onlarca kat aşağı inmişken bir anda adeta yerin en yüksek tepesine çıkmışız gibi hissettirmişti.

"Birimin böyle bir etkisi var." dedi Uraz yüzümdeki şaşkın ifadeye gülümseyerek bir bakış atıp. "Her zaman karışık bir şekilde belli bir düzen oturtmuştur. Sen aşağı indim sanarken burada birden kendini yapının en yüksek noktasında bulursun." Kafasını çevirip etrafa uzun bir göz gezdirdi. Yüzünde anlamadığım bir şekilde gururlu bir ifade vardı. "Bu yeri sevmemin nedenlerinden biri de bu karmaşık yapısı işte."

"Hadi, gidelim." diyerek en öndeki helikoptere ilerledi.

Kısa bir süre içinde helikoptere binmiş ve Uraz'ın kaptanlığı eşliğinde havalanmıştık.
Yolculuğumuzun yarısı sessizlik içinde geçti. Uraz'ın ara ara attığı bakışları görüyordum fakat görmüyormuş gibi yapıyordum.

Aniden sağımda beliren şeyle irkildiğimde Uraz'ın bakışları daha uzun süreli üzerimde durmak üzere bana döndü.

"Bir sorun mu var?" diye sorduğunu duydum. Gözlerim karşıya dikmiş ne günlerdir sürekli bu şekilde yanımda beliren altı yaşındaki halime bakıyordum ne de hareket ediyordum. Bu çok korkutucuydu. Kendimin hayaletini görüyor gibiydim adeta.

"Hayır." dedim düz bir sesle. "Hiç sorun yok."

Yanımda durup öylece beni izleyen hayalet dışında.

Gözlerimi yumdum. Tanrım. Bana ne olduğunu anlamıyordum. Tıpkı Martin'in bana ilaç verirken yaşadıklarımı yaşıyordum. Onun ilaçlarının etkisi de bu şekildeydi. Vücuttaki dopamin salgısını arttıran bir ilaç enjekte ediyordu vücuduma ve bu dopaminin artışı kişide şizofreniye, gerçeklikten kopmaya neden oluyordu. Yani şu an gördüğüm hayaletlerimin var oluşuna neden oluyordu. Fakat ben bu maddeden kendimi kurtaralı çok uzun zaman olmuştu. Ve o zamandan beridir de ağzıma bile sürmemiştim. O yüzden şu an yaşadıklarıma bir anlam veremiyordum. Nasıl oluyor da hayatim boyunca ölmüş tüm kişileri yanımda görüyordum?

Dediğim gibi bu çok korkutucuydu. Bazen nefesimi kesiyordu.

Hayatım boyunca ölmüş olan ve öldürdüğüm herkes günlerdir bir yerlerden aniden önümde, yanımda beliriyorlardı. Deliriyormuş gibiydim. Hatta sanırım bence en sonunda delirmeye başladım.

"Emin misin?" diye üsteledi Uraz. "Korkmuş görünüyorsun." Bir an duraksadı. "Aslında birkaç gündür sürekli bu haldesin. Bir sorun varsa bana söyleyebilirsin biliyorsun değil mi?"

Kafamı çevirip ona gerçek bir gülümseme verdim.

"Biliyorum, teşekkürler." dedim ve sakince önüme döndüm tekrardan. "Ben sadece sanırım yorgun düştüm her şeye karşı. Ama iyi olacağım."

Sessizce kafasını salladı.

Benim için endişelendiğini biliyordum. Bu çok güzel bir histi. Koşulsuz bir şekilde benim için endişelenen, beni düşünen ve seven birinin olması gerçekten güzeldi ve hayatımı hiç olmadığı kadar gerçek yapıyordu. Sırf bu yüzden tüm bu gerçek dışı şeyleri görme mevzumdan ona bahsetmek istemiyordum. Benim için daha çok endişelenecekti. Bu biraz vicdan azabı duymama neden oluyordu. Yine de sessiz kalmayı tercih ediyordum. Bu onun için en iyisiydi.

"Demek bugün Serin ile şehir dışına çıkacaksınız, öyle mi?" diye sordum onu endişeli yüz ifadesinden ve düşüncelerinden kurtarmak amacıyla. Eh, biraz da kesin olarak gidip gitmeyeceklerini öğrenmek için.

"Evet. Serin'in hamilelik süreci biraz zor geçiyor biliyorsun üstelik artık son zamanlarına geldik doğum yaklaştı. Mert de gitmemizin sizin için sorun olmayacağını söyleyince..." yüzünü bana çevirdi. "Sorun olmaz değil mi? Bizsiz iyi olacak mısınız?"

"Tabii ki iyi olacağız." dedim onu inandırmak için biraz abartıyla. "Üç yaşındaki çocuklar değiliz. Başımızın çaresine bakarız."

Gözlerini devirdi.

"Olay sen ve Mert'e gelince bilemiyorum bana üç yaşında gibi görünüyorsunuz."

Bu defa gözlerini deviren ben oldum. Biz üç yaşındaki çocuk gibi davranmıyorduk.

"Merak etme." dedim huysuz bir sesle. "Artık kavga etmiyoruz biliyorsun ki."

Şey, bu aslında koca bir yalandı. Mert ile aramız eskisi gibi kötü olmasa da bulduğumuz her fırsatta kavga ediyorduk. Fakat bu kavgalar o kadar üstüne düşülecek kavgalar olmadığı için evdekiler bunu umursamıyordu. Yani Eylül kesinlikle bu kavgaları büyük bir keyifle izliyordu her zaman o yüzden onun dışında kimse umursamıyor demek daha doğru olacak.

"Evet, evet hiç etmiyorsunuz biliyorum." diyerek benimle alay ettiğinde gözlerimi devirmekle yetindim.

Kısa bir süre daha ben ve Uraz, ve tabii ki altı yaş hayaletim, birlikte yolculuk yaptık. En sonunda varmak istediğim yere vardığımızda fazlasıyla gergindim. Kardeşimi görmeyeli ne kadar olduğunu hatırlamıyorken bir de üstelik öteki kardeşimizin ölüm haberini vermem gerekiyordu.

Yutkundum.

Her seferinde, diye geçirdim içimden. Çığlık atmak istiyordum. Her seferinde işler boka giriyordu işte. Her seferinde.

Continue Reading

You'll Also Like

180K 7.8K 16
NOT: Bu çalışma, sıradan bir mahalle hikayesidir. Camlarda, dedikodu bulmak için çırpınan teyzeler, Kahvehanede, hiç aralıksız mahalle geyiği döndüre...
3.3K 503 62
KAYIP TAÇ TANITIM İnsanlar bereketli toprakları ekip biçmiş , uzun ve bolluk içinde seneler yaşamışlardı . Dünyanın tek hakimiydiler. Peki bir gün dü...
8.3K 798 21
"Sessizlik! Burası bir mahkeme salonu ve siz de bu mahkeme salonunun içinde bulunuyorsunuz..." Ölümden korkulmalı mıdır? Mesleği 'Ağır Ceza Hâkimi' o...
34K 1.3K 19
Tamamlandı✔️ "Herşeye önemli değil demekten bıktım ben Göktürk. Önemli. Yaptığın, söylediğin herşey önemli."