Mayıs Çiçeği

By civcivindunyasi

773K 35.1K 9.1K

Karışan hayatlar ve abiler klişesidir. More

1 | Karışan Hayatlar
2 | Zaten Kırılmış Bir Kız
3 | Sevgisiz ve İlgisiz
4 | Kabul Görmeyen Kız Çocuğu
5 | Bazı Prensesler Sevilmez
6| Küçüğüm, Affet
7 | Defne Yaprakları Güzel Kokar
8 | Kardeşliğin İlk Adımları
9 | Bu Gece Karakolluk Olabilirim
10 | Deva Bana Gidişler
11 | Eski Baba Sıcaklığı
Caner - Defne
12 | Unutma Beni Çiçekleri
Karakterler
13 | Kanlı Çiçek Yaprakları
14 | Acının Tekerrürü
15 | Korkak ve Korkmak
16 | Mayıs Çiçeği
17 | Kapıdaki Yabancı
18 | Ailesel Faktörler
20 | Mutlu Aile Tablosu
21 | Fırtına Koptu, Kız Çocuğu Öldü
22 | Beklenmedik Bekleyiş
Final
Özel Bölüm | Bir Demet Lale, Biraz Mayıs Hüznü
Özel Bölüm | Yekta Yüksel
Duyuru
Duyuru ²

19 | Fırtına Öncesi Fısıltı

16.7K 950 158
By civcivindunyasi


25 Temmuz 2022 / 01.18

güzel SHINee'me ♥︎  love u,

ay öyle bi içimden geldi, SHINee sevgimi dağlara taşlara yazayım dedim.

bölüme geçebilirsiniz, iyi okumalar^^

#çağan sengül & yasir miy - seni kaybettim

**

Kolonya, içinde bulunan etil alkol sayesinde uçucu bir yapıya sahiptir. Buharlaşan alkol moleküllerinin çevrelerinden ısı çekmesi, kişiye serinlik verir ve ferahlamak için kullanılır. Bunların yanı sıra, keskin kokusu sebebiyle de ayıltıcı özelliği vardır. 

Bu sebeple, bir süre önce bayılmış olan dedemi salondaki koltuğa yatırmış, kolonyayla ayıltmaya çalışıyorduk. 

Fakat hala kendine gelmemişti.

"Babam," dedi Deran amcam içli içli. "Babam, sen kalk da ben yatam."

Annem endişeyle Kenan beye döndü, "Kenan bir hastaneye götürelim olmaz böyle."

Bu sırada Emir abim dedemin koluna taktığı tansiyon aletini çıkarırken annemi rahatlatmak adına kolunu sıvazladı, "Tansiyonu düşmüş sadece, kendine gelir birazdan."

"Hala aklım almıyor. Ne demek Yaren kocaya kaçmış? Barış sen emin misin abim doğru anladığına?" 

Yekta yüzündeki afallamış ifadeyi hala silemezken, Barış düz bir sesle yanıtladı onu. "Fatih öyle söyledi abi. Sonra da açmadı zaten aramaları biliyorsunuz."

"Oy benim yavrum gencecik yaşında kimlerin eline düşmüş, torunum yaban ellere gelin gitmiş ben nerelere gideyim..."

Babaannem bir köşede oturmuş ağıt yakarken, ben Caner abimin kolları arasında hala olanları idrak etmeye çalışıyordum. 

Henüz tanışmadığım, reşit bile olmayan kuzenim kocaya kaçmıştı ve bunu duyan dedem baygınlık geçirmişti.

"Abim hala açmıyor, kafayı yiyeceğim şimdi."

Kenan bey stresle oradan oraya yürürken telefonu kulağından düşürmüyor, sürekli onları arıyordu.

"Yok," dedi Deran amcama dönerek. "Bu böyle olmayacak. Kalk gidelim abimlere."

Deran amcam onu onaylayıp dedemin yanından kalktığında, Kenan beyin telefonu çaldı.

Hızlıca aramayı yanıtladığında ve, "Abi," dediğinde kim olduğunu anlamıştık.

"Neredesiniz? Fatih'in söyledikleri doğru mu?" Bir süre karşı tarafı dinledikten sonra, bizim meraklı bakışlarımıza daha fazla kayıtsız kalamadı ve aramayı hoparlöre aldı.

"Hoparlöre aldım abi, şimdi konuş."

"Beran'ım!" diye seslendi babaannem metrelerce ötesindeki telefona doğru. "Kaçtı mı Yaren? Duyduklarım doğru mu?"

Hattın diğer ucundaki amcam derin bir nefes aldı. "Kaçmak falan yok anne, bu Fatih denen zibidi her şeyi o kadar yanlış yerlere çekmiş ki."

"Amca doğru düzgün anlatır mısın şunu!"

Tamay'ın isyanlı söyleyişine hak vermeden edemedim.

"Tamam anlatıyorum durun bir," dedi ve bir kaç patırtı sesi geldi.

"Baba! Kulağımı niye çekiyorsun? Ah! Vurma kafama! İmdat! Amca, amcalarım yetişin!"

"Kes sesini Fatih!"

"Deran, yetiş Deran!"

Telefondan sesler yükselirken, "Abi hadisene lan. Sonra döversin, bekliyoruz burada," dedi Deran amcam. Birazcık haklıydı.

Beran amcam ofladı ve sonunda konuşmaya başladı.

Şükür rabbime...

"Yaren ne zamandır giyinme odasını değiştirmek istiyordu, bu yüzden de dün akşam tüm kıyafetlerini toplayıp valizlere koymuş çünkü bugün biz evde yokken ölçü almak için ustalar gelecekti ve odadaki dolaplar sökülecekti."

Zenginlik böyle bir şey işte...

Biz pür dikkat onu dinlerken, sözlerine devam etti.

"İhtiyaç sahiplerine vermek için de birkaç parça ayırıp ayrı valize koymuş. Yaren'i biliyorsunuz, bir şeyi hemen yapmak ister. Sabah erkenden kalkmış valizi almış, bizim korumalardan Doğan'la çıkmış evden. Biz de uyanıp onu bulamayınca yürüyüşe falan çıkmıştır dedik ama telefonlarımızı açmadı. Benim bu salak oğlum," tekrar bir patırtı ve inleme sesi duyuldu.

"Baba kafama niye vuruyorsun ama ya?"

Beran amcam umursamadan devam etti, "Gitmiş korumalara sormuş. Korumalar da Yaren'in Doğan'la birlikte çıktığını, elinde de valiz olduğunu söylemiş. Benim bu kendini Türk dizisinde sana oğlum da, kız kardeşinin korumamızla birlikte kaçtığını düşünüp ortalığı ayağa kaldırdı. Olay böyle gelişti."

Hepimiz derin bir nefes alıp rahatlarken, Yekta sinirle konuştu. "Amca o Fatih iblisi gözüme gözükmesin! Dedem hala baygın onun yüzünden."

"Ne?" Sesine yansıyan telaş telefonun diğer ucundan belli oluyordu. "Babam mı bayıldı? Nasıl şimdi, iyi mi? Niye bayıldı?"

"Tansiyonu düşmüş amca merak etme, önemli bir şey olduğunu sanmıyoruz kendine gelir birazdan. Ama abim haklı, o Fatih şerefsizi çıkmasın karşımıza."

"Barış, balım kalbimi kırıyorsun ama. Yaren'in yakışıklı korumamız Doğan'la sabahın köründe ortadan kaybolması sebebiyle benim onları kaçtı sanmamdan doğal ne olabilir ki... Masumum ben."

"Fatih!"

"Peki babacığım, sustum."

Barış Fatih'in sözleri üzerine sakin olmak istermiş gibi gözlerini yumdu. "Fatih," dedi ekstra sakin tutmaya çalıştığı sesiyle. "Siktir git!"

"Hiih! Ahlaksız! Baba duydun mu, ne dedi bana? Amca ağzına biber sürün şu herifin hiç utanma arlanma kalmamış."

"Fatih odana çık oğlum."

"Ne yani? Beni ceza olarak Londra'ya göndermeyecek misin?"

"Fatih!"

"Peki babacığım."

Kenan bey gömleğinin bir kaç düğmesini açtı ve rahat bir nefes çekti içine koltuğa otururken. "Ne zaman geleceksiniz abi?"

"Yaren Fatih'le kavga etti, odasından çıkmıyor. İkna edebilirsek akşama doğru gelmeye çalışacağız, ama bugün olmazsa da yarın mutlaka geleceğiz. Yeğenimizle artık tanışmak istiyoruz."

"Tamamdır, haberleşiriz."

Onlar vedalaşarak telefonu kapattıklarında, dedem yattığı yerde kıpırdanmaya başladı. Emir abim hızlıca yanına gittiğinde yavaşça gözlerini araladı.

"Silahım," diye mırıldandı kısık bir ses tonuyla. "Silahımı getirin."

"Yusuf'um uyandın sonunda!" Babaannem elini sıkıca tuttuğunda dedem yattığı yerden doğruldu aceleyle. Emir abim onu tutmaya çalışsa da umursamadı.

"Silahım nerede benim Deran? Torunumu kaçırmak ne demek gösteririm ben o şerefsize."

"Baba bir dur Allah aşkına, iyi misin?"

"Silahımı getirirseniz çok iyi olacağım Kenan! Mardin'e haber salın hemen, Yusuf Ağa'nın torununu kaçıran o herif her kimse yaktım çırasını!"

"Baba yok kaçmak, kaçırmak falan bir dur yav." Deran amcamın çıkışı üzerine bir süre duraksadı dedem. "Ne demek bu? Kaçmamış mı Yaren?"

"Dedem sen bir otur şöyle, anlatalım sana." Caner abimin yumuşak ses tonu üzerine dedem isteksizce kalktığı yere geri oturdu.

Kenan bey ona olayların aslını anlattığında ise, yüzünde bariz bir rahatlama ifadesi belirdi.

"Oh, çok şükür," dedi sakallarını sıvazlarken. "Aklım çıkmıştı. Ama ben o Fatih'e yapacağımı biliyorum, hergele."

Sadece telefondan duyduğumuz birkaç cümleyle bile, Fatih'in nasıl biri olduğunu az çok tahmin edebiliyordum. Umarım ikisi de bana karşı önyargılı olmazdı, kuzenlerimle iyi geçinmek istiyordum.

"Kahvaltıya geçelim mi o zaman? Mayıs'ın da ilaçlarını içmesi lazım."

Bir de bu konu vardı. 

İki gündür bana vitamin ilacı adı altında, hastalığım için muhtemelen doktorun yazmış olduğu ilaçlardan veriyorlardı. Bana ne zaman söylemeyi düşünüyorlardı bilmiyordum fakat çok da uzatmamalarını umuyordum.

İyiliğimi istediklerini elbette biliyordum fakat benimle ilgili bir şeyi benden uzun süre gizlemeleri de pek hoşuma gitmezdi.

Annemin sözleriyle birlikte hepimiz ayaklanıp masaya doğru ilerledik ve sandalyelere yerleştik.

"Naz nerede?" diye fısıldadım yanımda oturan Caner abime doğru.

"Çekiniyor gelmeye, mutfakta."

Kaşlarım istemsizce çatılırken ona inanamazca baktım. "Kızı niye tek bıraktın ki? Git ısrar et, çekinmekten çok utanıyordur ama yalnız kalınca da kötü hisseder kendini."

"Öyle mi dersin," dedi düşünceli bir sesle.

"Evet. Kalk çabuk." Sesimi sert tutmaya çalıştığımda kıkırdayarak sandalyesinden kalktı. 

"Oğlum nereye?"

"Geliyorum hemen dedem," dedi ve mutfağa doğru ilerledi. Saniyeler sonra geri döndüğünde, yalnız değildi. 

"Bende tam seni soracaktım Naz," dedi Kenan bey.

Hafifçe gülümsedi ve yüzüne gelen sarı saçlarını geriye attı. "Aile kahvaltınızı bozmak istemedim ama Caner çok ısrar edince..."

Sonlara doğru sesi kısıldı ve yanakları kızardı.

"Oğlum," dedi babaannem Kenan beye hitaben. "Bu güzel kızımız kim?"

"Naz bir süre bizim misafirimiz olacak anne."

Babaannem anlayışla kafasını salladı ve üstelemedi.

"Merhaba efendim, hoş geldiniz." Naz çekingen bir sesle konuştuğunda, dedem ona içten bir gülümseme yolladı.

"Hoş bulduk kızım, sen de hoş geldin. Ben Yusuf Yüksel, bu iki haytanın babası, Mayıs'ımın ve diğer öküzlerin de dedesi oluyorum."

"Ben de Naz, Naz Aslanoğlu."

Babaannem hayranlıkla Naz'ı incelerken, "Maşallah," dedi ağız dolusu. "Güneş gibi parlıyorsun kızım. Meryem benim adım da, Meryem teyze diyebilirsin."

O utanarak bakışlarını kaçırdığında, gözlerim tesadüfen Deran amcama kaydı. Bakışları Naz'ın üzerindeydi ve yüzündeki beğeni dolu ifadeyi fark etmemek imkansızdı.

Ona baktığımı hissetmiş gibi kafasını bana çevirdiğinde, ona muzip bir gülümseme yolladım.

"Teşekkür ederim Meryem teyze," dedi Naz babaannemi tatmin ederek ve yanımdaki boş sandalyeye oturdu.

"Amca," dedim masaya sessizlik çöktüğünde. "Sen de tanıtsana kendini."

"Ha?" Dalgın bakışları tekrar beni bulduğunda, "Ben mi? Doğru. Deran," boğazını temizledi hafifçe. 

"Deran Yüksel."

"Memnun oldum."

Amcamın da çok, çok memnun olduğunu hissedebiliyordum.

**

Güzel geçen kahvaltı faslının ardından dedem ve Kenan bey kahvelerini alarak çalışma odasına çıkmıştı. Annem ise babaannemi bahçedeki çardağa çekmiş, onunla konuşması gereken bir şey olduğunu söylemişti.

Yekta'yı emniyetten çağırmışlardı ve Emir abim de hastaneye gitmişti. 

Biz ise salondaki koltuklara yerleşmiş öylece oturuyorduk. 

Amcam, arada kaçamak bakışlarla Naz'a bakıyordu fakat hemen önüne dönüyordu sonrasında. Barış hemen karşımdaki koltuktaydı, gözlerini önündeki bir noktaya sabitlemişti ve düşünceli görünüyordu.

"Çok sıkıldım ya," dedi Tamay oflayarak. "Abi gitar falan çal bari bize."

Caner abim belimdeki kolunu iyice sıkılaştırdı ve başını iki yana salladı. "Başka zaman çalayım Tamay."

"Abi hadi ya, sıkıntıdan geberdik."

Çok istekli görünüyordu, bu yüzden kendime engel olamayarak dahil oldum konuşmaya.

"Azıcık çalsan?" dedim kirpiklerimin altından abime masumane bakışlar atarak. Bir kaç saniye yüzüme baktığında, pes edercesine başını salladı.

"Tamam. Getir gitarımı Tamay."

Tamay koşarak merdivenlere yöneldiğinde arkasından gülmeden edemedim. Yalnızca saniyeler sonra elinde gitarla geldiğinde, gitarı abimin kucağına bıraktı ve yerine oturdu.

Abim gitarını kılıfından çıkarırken koltukta biraz yana kaydım ve ona yer açtım. 

"Ne çalayım?" Bir taraftan da gitarın akordunu ayarlamaya çalışıyordu.

"Takıl kafana göre," dedi Deran amcam.

Abim bir kaç saniye düşündükten sonra başını salladı ve rahat bir pozisyon buldu kendine. Boğazını temizlediğinde, zarif parmaklarını gitarın tellerinde gezdirmeye başladı.

"Uzun gecelerde, yazdığım hecelerde

Sesinde duyduğum hayalin peşinde"

Bu, onu üçüncü kez şarkı söylerken görüşümdü. Gözlerini kapatıyor, kendini şarkının akışına bırakıyordu.

"Onun etkisinde kalbim ekseninde

Bir çare gördüğüm o rüyanın içinde 

Seni, kaybettim"

Sesi, öylesine güzeldi ki bunu kelimelere dökemezdim. Müzik, en çok Caner'in ruhuna yakışıyordu.

"Yollar var ki gözle benimle 

Yüreğim boş ellerimle 

Ah bu kalbim senin elinde

 Ama bende yüreğin yok"

Şarkının kime ait olduğunu, belki de hepimiz biliyorduk. Defne'yeydi. Caner'in söylediği tüm şarkılar Defne içindi.

Kalbimde hissettiğim sızıya engel olamazken bakışlarım tam karşımda oturan Barış'ı buldu. Başı hala yerdeydi, fakat gözlerini sıkıca yumduğunu görebiliyordum.

Ademelması hareket ettiğinde yutkunduğunu anladım. Ellerini yumruk haline getirmişti, sanki kendini sıkıyor gibiydi.

"Yollar var ki gözle benimle 

Yüreğim boş ellerimde 

Ahh bu kalbim senin elinde 

Ama bende yüreğin yok"

Abim parmaklarını tellere vurdukça Barış oturduğu yerde küçüldü sanki. Neyeydi bu tavrı, kimeydi, hiçbir fikrim yoktu fakat şarkı onu etkilemiş görünüyordu.

Aniden oturduğu yerden kalktığında, herkesin bakışları ona döndü. Sımsıkı yumduğu gözlerini araladığında, pınarlarında biriken gözyaşları içimi sızlattı.

Hepimize tek tek baktı, bu sırada abim çalmayı bırakmıştı.

Biz ne olduğunu anlamadan salondan çıkıp üst kata yöneldiğinde kendime engel olamayarak oturduğum yerden kalktım.

"Ne oldu şimdi?" dedi Tamay anlam veremezcesine. 

"Ben bir bakayım."

Abim gitarını bırakıp ayağa kalkacağı sırada onu durdurdum. "Sen dur abi, ben bakarım." Yüzüme baktı bir kaç saniye, ciddi olup olmadığımı anlamaya çalışıyordu sanırım. 

"Emin misin?" dedi şaşkınca. Başımı sallayarak onu onayladım ve merdivenlere ilerledim. Onları arkamda bıraktığımda Deran amcamın bir şeyler söylediğini duydum ama tam anlayamamıştım.

Adımlarım beni odasının önüne getirdiğinde, yavaşça kapıyı tıklattım ve cevabını beklemeden içeri girdim.

İlk kez geliyordum odasına ve bu sebeple etrafı incelemekten alıkoyamamıştım kendimi. 

Geniş bir odaydı ve geneline grinin tonları hakimdi. Büyük bir yatak vardı ortada ve her iki yanında birer komodin.

Pencerenin önüne minik bir masa ve sallanan bir sandalye yerleştirilmişti. Duvarlarda çeşitli fotoğraflar ve posterler vardı. Odanın köşesinde ise bir iskelet.

Yatağın hemen karşısında iki kapı vardı. Bunların banyoya ve giyinme odasına ait olduğunu tahmin etmek ise hiç zor değildi.

Barış, yatağın diğer tarafındaydı. Yere çökmüş, sırtını yatağa yaslamıştı. Geldiğimi duymaması imkansızdı fakat buna rağmen başını dizlerinden kaldırmamıştı.

"İyi misin?" dedim yanına doğru adımlarken. Tıpkı onun gibi yere çöktüm ve sırtımı yatağa yasladım.

Hala bir cevap vermediğinde, elimi yavaşça omuzuna koydum.

"Barış."

Eş zamanlı olarak, bir hıçkırık sesi yankılandı odada. Afallayarak ona bakarken, "Barış," dedim bir kez daha endişeyle.

"Baksana bana..."

Omuzları sarsılmaya başladığında ne yapacağımı bilemiyordum.

O kadar alışıktım ki onun o soğuk, buz gibi görüntüsüne. Şimdi karşımda bu şekilde ağlaması beni hem şaşırtıyor hem de endişelendiriyordu.

"Mayıs," dedi ağlayışlarının arasından acıyla. Başını yavaşça dizlerinden kaldırdığında, gözlerim gözleriyle buluştu. Bakışları öylesine acı dolu, öylesine kırıktı ki benim de gözlerim doldu bu hali karşısında. 

"Kalbim çok acıyor, Mayıs. Dayanamıyorum ben..." 

Çaresizlik kokan sesi odanın duvarlarına sindi. 

"Keşke," dedi kısık bir sesle. "Keşke ölsem. Ben iğrenç biriyim."

Sözlerine anlam veremeyerek, fakat bir o kadar da endişeyle ona bakarken, devam etti. "Keşke yok olup gitsem... Kaldıramıyorum, kalbim kanıyor."

Kalbini kanatan, ona böylesine ıstırap veren şeyi delicesine merak ediyorum.

"Böyle konuşma," dedim titremesine engel olamadığım sesimle. "Bu söylediklerini annem duysa çok üzülür."

"Mayıs," sesi titriyordu tıpkı benim gibi. "Bana sarılır mısın?"

Küçücük bir çocuktu sanki karşımdaki. Aramızda dört yaş vardı fakat yine de, ona karşı içimde oluşan şefkat duygusuna engel olamadım.

Kollarımı hızlıca bedenine doladığımda, başını göğsüme yasladı. 

Gözyaşlarını kollarımın arasında akıttı, odanın duvarları biraz daha şahit oldu hıçkırıklarına ve benim de gözlerimden akmaya başlayan yaşlar onun saçlarına bulaştı.

Dakikalar geçti. Ağzından firar eden her hıçkırıkta, ruhunun attığı her çığlıkta daha da sıkı sarıldım ona.

İri bedeni, benim cılız bedenimle bir bütün gibiydi. Elleri süveterimin eteklerini kavramıştı sıkıca ve yumruk halindeydi. Bir kabusun içindeymişçesine titriyor, ara ara iç çekiyordu.

Acı içinde kıvranıyordu. Kalbinden de ziyade, ruhu kanıyordu.

Sonunda hıçkırıkları dindiğinde, geri çekilerek yüzüme baktı. Sessizce devam ediyordu ağlamaya.

"İyi misin?" dedim öyle olmasını umut ederek. 

Alt dudağını dişlerinin arasına sıkıştırırken, sağ elini yüzüme doğru uzattı. Akan yaşlarımı silerken, "Ağlama," dedi pürüzlü sesiyle.

"Değmem, ağlama."

Söylediklerini görmezden geldim. "Birazcık uyumak ister misin?"

Onu bu hale getiren şeyi delicesine merak ediyordum fakat sormak da istemiyordum. Onu boğmak, sıkmak daha fazla zarar verirdi ruhuna.

Hem belki, anlatmak  bile istemezdi bana. Kendini hazır hissettiğinde abimlere ya da Yekta'ya anlatırdı belki.

"Uyuyana kadar," boğazını temizledi. "Uyuyana kadar, yanımda bekler misin?"

Gülümsedim, buruk bir gülümsemeydi bu.

"Beklerim."

Yavaşça oturduğu yerden kalktığında, elini bana da uzattı. Tutup ayağa kalktığımda, bir süre bana baktı ve hemen ardından yüzünü buruşturdu.

"Aptal kafam... Bu halde dakikalardır yerde oturuyorsun benim yüzümden."

Beni düşünmesi bedenimde istemsiz bir şaşkınlık hissi yaratsa da, belli etmedim. "İyiyim ben. Hasta değilim, iyileştim ve domuz gibiyim. Lütfen artık bana felç geçirmiş Ali Rıza muamelesi yapmayın!"

Elimde olmaksızın konuştuğumda, dudaklarını ince fakat içten bir gülüş kapladı. Dakikalar önce ağlarken şimdi az da olsa gülümsemesi, rahatlattı içimi.

Ondan önce yatağa oturduğumda, kendimin bile beklemeyeceği bir şey yaptım. Ellerimi hafifçe dizlerime vurdum, "Gel hadi," dedim reddetmemesini umarak.

Yüzüme şaşkınlık dolu bir ifadeyle bakarken, çok fazla beklemeden ayakkabılarını çıkardı. Yatağa çıkıp çekingenlikle bana yaklaştığında, daha rahat bir pozisyon aldım ve sırtımı yatak başlığına dayadım.

Rahatça uzandı ve başını dizlerime koydu.

Güzel, çok kısa olmayan saçları dizlerime dağılırken elim sanki olması gereken buymuşçasına tutamlarını kavradı.

Yavaş, yumuşak hareketlerle saçlarını okşamaya başladım.

Ara ara titrek nefeslerini duyuyordum, bu sebeple konuşmam gerektiğini hissettim fakat bu biraz garipti.

Bu evde yıldızımın asla barışmayacağını düşündüğüm, beni istemediğini şimdi değilse bile önceleri oldukça belli etmiş olan o adam, şimdi dizlerimdeydi. 

Üstelik, beş yaşındaki bir çocuğun masumiyeti vardı üzerinde.

"Sana ilk aşkımı anlatayım mı?" 

Nefes alışverişleri duraksadı kısa bir süre, "Onu dövmemi gerektirecek bir şey yaptı mı sana?"

Hafifçe kafasına vurdum. "Onu sevdiğimden haberi bile yoktu!"

"Hmm," diye mırıldandı. "Anlat o zaman."

Saçlarının arasında duran parmaklarımı tekrar hareket ettirmeye başladım konuşurken. "Dördüncü sınıftaydım. Hani sınıfın popüler kızları vardır ya, ben de onlardandım işte."

"Dördüncü sınıfta ne popülerliği Mayıs?"

Saçını çektiğimde ağzından ufak bir inleme kaçtı. "Popülerdim işte sus. Dört kişilik bir kız arkadaş grubumuz vardı ve sınıfın elebaşları bizdik. Bak isimlerini iyi dinle, bunlar hikayenin devamı için gerekli."

"Hı hım."

"Ben, Sude, Ebru ve Beyza. Diğer kızlarla da yakındık ama en çok birbirimizle. Erkekler sürekli bizimle uğraşırdı, biz de onlara az çektirmezdik gerçi."

"İsim ver," dedi mahmur bir ses tonuyla. "Hepsini aldırırım evden depoya kaldırırım."

"Ya Barış! Ciddi bir konu anlatıyorum, bak sonu çok acıklı."

Küçük bir kıkırdama firar etti dudaklarından ve bu beni daha da mutlu etti. "Peki peki, anlat hadi."

Gözlerimi devirdim.

"Bir gün sınıfa yeni bir çocuk geldi, Oğulcan. Ama görsen nasıl tatlı, nasıl karizmatik."

"Dördüncü sınıfta çocuğun götünde bez vardır, ne karizması," diye mırıldansa da onu umursamadım.

"Gördüğüm an vuruldum çocuğa ama asla belli etmedim. Hatta gün geçtikçe, ondan nefret ediyormuş gibi yaptım. O sürekli benimle uğraşırdı ve kedi köpek gibi kavga ederdik. İyi geçindiğimiz zamanlar da oluyordu tabi, mesela dönme oyunu oynardık. Bizim öğretmenimiz biraz geç gelirdi, biz de herkes derse girdikten sonra koridora çıkardık. Erkekler kızların ellerini tutar, koridorda döndürürdü. Biz de genelde Oğulcan'la eş olurduk çünkü çok hızlı döndürüyordu. Ben istemiyormuş gibi yapardım, o ısrar ederdi ve bu benim hoşuma giderdi. Ellerini tutuyordum sonuçta!"

Aniden başını dizlerimden kaldırdı ve kızarmış gözlerini yüzüme dikti. "Ne demek elini tutuyordu? Ne bu yavşağın soyadı?"

Kaşlarımı çatarak ona baktım, "Barış!" dedim sinirle. "Anlatmıyorum, tamam!"

Kollarımı göğsümde birleştirip küskünce kafamı başka yere çevirdiğimde, biraz daha yaklaştı ve tıpkı bir kedi gibi kafasını omuzuma sürtmeye başladı.

"Sustum, vallahi sustum. Anlat hadi."

Bir kaç saniye bakakalsam da, derin bir nefes vererek devam ettim.

"Neyse işte, böyleydi yani aramızdaki ilişki. Hoca sürekli onu benim yanıma oturturdu, ben de istemiyormuş gibi yapardım ama bir de içimi gör... İzlediği bir dizi vardı, sırf onunla dizi hakkında konuşabilmek için gidip diziyi izlerdim her hafta. İşte gün geçtikçe ben ondan daha çok hoşlanmaya başladım. Bir keresinde beden eğitimi dersinde onlar futbol oynuyordu, bende salıncakta sallanıyordum. Çok hızlı sallanmış olmalıyım, ayağımdaki ayakkabı birden kafasına uçmuştu. Kızmasını beklemiştim ama sadece gülerek ayakkabımı getirmişti."

Oğulcan gerçekten tatlı bir çocuktu. Ama...

"Sonra bir gün," yüzüne acıların kadını gibi bakmaya çalıştım. "Bir gün öğrendim ki, en yakın arkadaşlarımdan olan Ebru'dan hoşlanıyor."

"Hassiktir," diye bir tepki kaçtı ağzından. "Ne yaptın peki?"

Elimi iki kere sağ göğsüme vurdum. "Aslanlar gibi aşkımı içime gömdüm ve Ebru'yla arasını yaptım. Sevgili oldular."

Yüzüme garip bir ifadeyle baktı. "En yakın arkadaşınla sevdiğin çocuğun arasını yaptın ve bunlar dördüncü sınıfta mı yaşandı?"

"Maalesef..."

"Lan bizim zamanımızda biz kızların saçını çekerdik, onlar da ağlayarak öğretmenlere şikayet ederlerdi. Vay anasını, devir çok değişmiş..." Daha çok kedi kendine mırıldanır gibiydi.

Kaşlarını çattı, "Bak istersen o Oğulcan şerefsizini bulup topuklarına sıktırabiliriz, dedem seve seve yapar."

"Yok yok," dedim hızlıca. Bunların sağı solu belli olmuyordu. "İstemem."

Başının hafifçe salladığında, az önce yaşananları atlatmış gibi görünüyordu. Yüzü gülüyordu, ağlaması dinmişti fakat biliyordum ki içinde fırtınalar kopuyordu.

Tekrar dizlerime koydu başını, bu kez sessizce durmaya karar verdim. Dakikalar geçtikçe o, uykuya adım adım yaklaşıyordu.

"Mayıs," dedi saniyeler sonra uykuya dalacağını belli eden ses tonuyla.

"Hm,"

"Bir gün," Uykuya çekiliyordu, sesi kısılıyordu git gide. "Ben de sana ilk aşkımı anlatacağım."

Fısıltısı duvarlara karıştığında gülümsedim. 

Uykuya daldığına emin olduğumda, başını yavaşça dizlerimden kaldırdım ve altına bir yastık koydum. Sessiz olmaya özen göstererek yataktan kalktım.

Odanın içi sıcaktı fakat yine de üşüyebilirdi. Yatağın köşesinde katlı duran ince pikeyi aldım ve üstüne örttüm.

Onu uyurken ilk kez görüyordum. Ara ara dudaklarını hareket ettiriyor, bir şeyler mırıldanıyormuş gibi yapıyordu. Belki de rüya görüyordu.  

Bir bebek gibi masum görünüyordu, gerçek hayattan uzak fakat bir o kadar da içinde.

Kendime engel olamadım. Hafifçe eğildim ve dudaklarımı belli belirsiz yumuşak saçlarına bastırdım.

"İyi uykular," dedim fısıldayarak. 

İyi uykular, abi.

Artık ağlama.

**

Saat akşama doğru yaklaşıyordu. 

Barış'ın yanından geldikten sonra, diğerlerine ağız ucuyla bir şeyler uydurmuş ve konunun dağılmasını sağlamıştım. Kendisi isterse, anlatırdı onlara.

Beran amcamlar yaklaşık bir saat önce aramış, akşam yemeğine geleceklerini söylemişlerdi. Bu sebeple annem yine telaşla oradan oraya koşturuyordu fakat bu kez babaannem ve Naz da ona eşlik ediyordu.

Onlara göre, benim de dahil olduğum ilk toplu aile yemeği olduğu için her şey mükemmel olmalıydı.

Yekta ve Emir abim bir süre önce eve gelmişlerdi. Şimdi hanımlar -ben hariç- oradan oraya koştururken, biz de geri kalanlar olarak koltuklar yerleşmiştik.

Emir abim her ne kadar annemlere yardım etmeyi teklif etse de, babaannem onu döverek mutfaktan kovmuştu.

Moralim biraz bozuktu çünkü babam hala telefonlarımı açmıyordu, beni görmeye de gelmemişti ve endişelenmeye başlıyordum.

" Mayıs," dedi Kenan bey, amcamla olan sohbetine ara vererek. Bakışlarım onu bulduğunda, "İyi misin? Yüzün asık gibi sanki güzelim, bir şey mi oldu?"

Ona, babam telefonlarımı açmıyor, diyemezdim. Üzülürdü. Öz babam oyken ve ona baba demezken, bir başkasına baba demem eminim ki üzerdi onu.

Gülümsemeye zorladım kendimi. "Bir sorun yok, iyiyim."

Pek inanmamıştı ve bu bakışlarına da yansıyordu. "Emin misin?"

"Hı hım, eminim."

Gerginlikle oturduğum yerde kıpırdanırken zilin sesi doldurdu evin içini. Konunun dağılmasına içten içe şükrettim.

"Amcamlar geldi," diyen Tamay hızlıca yerinden kalkıp kapıyı açmaya gittiğinde, annem ve babaannem de telaşla salona gelmişti.

Hepimiz ayaklanırken, salonun girişinde Tamay belirdi. Bakışlarımız onu bulduğunda şaşkınlık hepimizin bedenini ele geçirmiş durumdaydı.

Çünkü beklediğimizin aksine gelen Beran amcam ve ailesi değil, Şeyma'ydı.






**

Bugün, yani 25 Temmuz, Mayıs Çiçeği'nin birici yıldönümü. Okuyan, yorum yapan ve beğenen herkese çok teşekkür ederim^^

Bölüm nasıldı?

Naz'ın abilerden biriyle olacağını düşünenlere Deran şoku... Ama belli de olmaz :)

Barış ve Mayıs?

Ben, Barış'ın üzerine çok gidildiğini düşünüyorum bazı yorumlarda. Barış Defne'yi abisinden önce sevdi, ama abisinin ona aşık olduğunu öğrendiğinde ağzını açıp tek kelime etmedi, içine gömdü. Bu, onu suçlu yapmaz. Ya da onun düşündüğünün aksine abisine ihanet etmiş olmaz. 

Şeyma niye gelmiş olabilir sizce, zort?

neys, görüşürüz sonraki bölümde.

oy verin, tşk.

Continue Reading

You'll Also Like

789K 41K 33
Bir ailem olmamıştı benim. Anne,baba,abinin ne olduğunu bilmiyordum. Kendi kendime yetinmeyi öğrenmeyi öğrendim. Ileride her şey güzel olacak diye av...
845K 51.8K 34
"Bunu benden nasıl saklarsın ya? Senelerce hem de. Babamı, abilerimi benden gizleme hakkını kimden aldın sen?" annem yüzüme dahi bakmazken daha çok s...
Gerçek Ailem By Nur

Teen Fiction

763K 46.7K 40
Gerçek ailesini 17 yaşında, büyük bir at çiftliğinde bulan Yeşim'in hikayesi...
601K 32.3K 57
Nasırlı elleri, silah tutmaktan sertleşmiş, gözleri alışagelmiş kurşun, saçlarına karışan barut, hayallerini süsleyen şehadet... Umay'ın hayatı kendi...