Kod Adı: Bela •chanbaek•

נכתב על ידי meliicornie

66.5K 7.2K 29.3K

"Bir şey olur diye korktum, askerliğim yanar diye korktum komutanım." Ağzımdan bir hıçkırık çıktığında beni k... עוד

1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11🐣
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29🐥
30
31 🐥
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
44
45 🐤
46
47
49
50
51
52
53
54
55 (FİNAL)
56 (İNCE SATIRLAR...)

48

806 76 731
נכתב על ידי meliicornie

• Eğik kısımlar Chanyeol'ün geçmişini anlatıyor.

Güneşin tüm yeryüzünü kasıp kavurduğu bir günün son saatlerinde ormanlık alandan dönüyordum. Birkaç komutanla beraber sınıra doğru gidip ufak bir gözlem yapmış ve devletin geçici olarak bizim için ayarladığı binaların yanına dönmeye karar vermiştik.

Binalar görüş açımıza girdiğinde askerlerin telaşlı seslerini duymamla bir terslik olduğunu anlamıştım. Gökyüzüne doğru çıkan ve kendini hafiften belli eden gri dumanla gözlerimi kocaman açtım. Koşarak binaları daha net görebileceğim kadar yaklaştım ve askeri işlerin halledildiği küçük binanın alevler arasında olduğunu fark ettim. Neyse ki saat geçti ve çoğu asker evlerde olmalıydı...

Korkuyla en yakınımdaki askere seslendim. "İçeride biri var mıydı?"

Asker alt dudağını ısırıp bana baktığında huzursuzca yakasına yapıştım. "Birileri mi var?"

"İtfaiye geli-"

Soruma cevap vermeyişi kalp atışımı anında hızlandırırken "Kim var içeride?!" diye bağırdım. En büyük korkum her bir hücremi ele geçirdiğinde neredeyse ağlayacak gibi olmuştum. Askerden bir cevap aldığımda ise böyle bir cevap alacağıma hiç almamış olmayı diledim.

"Yarbay Jun-"

Bedenim saniyesinde zangır zangır titrerken gözlerim kocaman açıldı, alevler arasındaki ana binaya doğru koştum, ağlamak üzereydim. Nefesimin daraldığını hissettim, boğazıma çöken ağırlık yetmiyormuş gibi anında sıcaklamaya başladım.

Karşımda yanan evimi görünce elimdeki market poşetleri birden yerle buluştu, ağlayarak koşmaya başladım. Başımdan aşağı kaynar sular dökülmüştü. Evim yanıyordu, benim ailem yanıyordu.

"Komutanım! Komutanım! Yaklaşmayın!" Beni durdurmaya çalışan askeri tek elimle itmiş ve bir saniye bile düşünmeden cayır cayır yanan binanın içine girmiştim. Ateş gözlerimi alırken korkuyla etrafa bakındım. Çevremi saran dumanı engellemek amacıyla elimi hareket ettirirken yerde yatan Junmyeon'u gördüm ve korkarak yanına çöktüm.

Ellerim omuzlarına gitti, onu sertçe sarstım.

"Baba! Kalk!"

Alevler arasında çaresizce bağırıyordum. Babamın yanaklarına vurup kendine gelmesini istedim. "Baba! Uyan lütfen!"

"Bunu bana yapamazsın! Kalk!" Junmyeon'un başında ağlayarak hâlâ vücudunu sarsıyordum. "Baba!" Çığlık çığlığa bağırdım. Başımı iki yana salladım. "Komutanım!"

"Gidemezsiniz! Lütfen uyan baba!" Sert bir insandım, genellikle hiçbir şeyi umursamadığımı söylerlerdi ama ailem karşımda ölürken küçük bir çocuk gibi ağladım ben!

Junmyeon'un sesini duydum, çok kısıktı, yorgun geliyordu. Son sözlerini işitecek olmak mahvetti beni, ilk defa sesini duymak istemedim. "Yaşasın..." dedi, öksürdü.

"Söyleme!" dedim ağlayarak. Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamıştım, kendime hakim olamadan bağırıyordum. Söylememesi için başımı deli gibi sağa sola sallamaya başladım. Çünkü biliyordum, söylerse gidecekti. Gitmesine dayanamazdım. Benim zaten babam yoktu, babam yerine koyduğum adam da gözlerimin önünde giderse ne yapardım?!

"Anne! Baba!" diye bağırdım çaresizce. Ben ailem olmadan nasıl dayanırdım? Başka bir annem veya babam yoktu ki! Ben bu acıya nasılsın katlanabilirdim?!

"Yaşasın Kore Cumhuriyeti." Fısıltı şeklinde söyledi, başı yana düştü.

"Baba! Lütfen ölme! Özür dilerim! Lütfen beni bırakma! Özür dilerim! Lütfen beni bırakma! Ölme... Lütfen..."

"Baba! Beni bırakma lütfen! Ölemezsin, gitme baba!"

Nefesim kesildi, yutkunamadım. Yaşlar gözlerimden kesintisiz akarken bağırmak istedim ama hiçbir ses çıkaramadım. Tek yaptığım aptalca ağlamak ve vücudunu sarsmaktı. "Lüt..." Dudaklarım kapandı, kendimi kontrol edemedim. "Lütfen beni bırakma! Yalvarırım komutanım!"

Dudaklarım titreye titreye suratının renginin yavaşça gitmesini izledim. Midem bulandı, nefes alamamam yetmiyormuş gibi dumanlar öksürmeme sebep oluyordu ve zaten kıpırdayamadığım için canım çok yanıyordu.

Önümde can veren adamın vücudunu sarsmaya devam ederken gözlerim sol çaprazımda elini uzatmaya çalışan askere takıldı.

"Hyung..."

Bu, benim biricik kardeşimdi.

Bu, Jongdae'ydi.

Bu, benim abimdi.

Bu, Jongdae'ydi. Ve onu bu hâlde görmek koca bir çığlık atmama sebep olmuştu. Hayatımda en çok korktuğum şey başıma gelmişti ve ben buna kendi gözlerimle şahit olmuştum. Ağlamam şiddetlenirken acı içindeydim, çığlık ata ata ağlarken Jongdae'nin ağzından kan geldiğini gördüm. Güzel gözlerinden boncuk boncuk damlalar akıyordu. Ağlıyordu. Sessizce.

Bir ellerim arasında can veren Junmyeon'a baktım, bir de karşımda can çekişen Jongdae'ye. Başımı eğdim ve olduğum durumdan nefret ettim. Kendimden nefret ettim. Askerlikten nefret ettim. Kuzey'den ve Güney'den, hatta tüm dünyadan nefret ettim!

Junmyeon'un bedenini en azından dışarı çıkarmam gerekirdi ama Jongdae hâlâ nefes alırken bununla vakit kaybedemezdim. Evet, öyle bir durumdaydım ki Yarbay Kim Junmyeon kısa süre öncesine kadar hayatımı yönlendiren ve beni huzura kovuşturmaya çalışan biriyken şu an sadece vakit kaybı haline düşmüştü.

Junmyeon'un yüzüne baktım, dudaklarındaki renk çoktan gitmişti. "Özür dilerim baba." dedim sessizce. Ağlayarak başımı iki yana salladım -bu yaptığım için kendimi asla affetmeyecektim- ve hemen Jongdae'nin yanına gittim onu çıkarmak amacıyla.

Dumanlar öksürmeme sebep olurken gördüğüm şeyle korkuyla geriledim. Bacaklarının üstüne duvar yıkılmıştı, bunu görür görmez korkuyla birkaç adım geriledim. Sokağı inletecek kadar sesli şekilde ağlayıp herkesi irite eden küçük çocuklar gibi bağıra bağıra ağlarken bir elimi istemsizce bulanan mideme attım ve öğürdüm. Kusmak istiyordum ama hiçbir şey çıkmıyordu.

Jongdae ölümü bekler gibi bana bakıyordu ve parmaklarımı bile kıpırdatamıyordum. Kardeşimin ölüm anı sürekli zihnimin içinde dolaşıyor, hareket etmemi engelliyordu. Ellerimle sıkıca kafamı tuttum, dişlerim birbirine yapışırken saçlarımı çekmeye başladım.

Ölmedi, ölmeyecek. Junmyeon ölmedi ve Jomgdae'ye de hiçbir şey olmadı. Hayal görüyordum, kafama sert yumruklar indirmeye başladım ama herhangi bir değişiklik yoktu. Bu yaşananlar gerçekti ve ben bir daha toparlanamayacağımı çok iyi biliyordum. Çünkü en büyük korkum, en korkunç haliyle karşıma çıkmış ve beni saniyeler içinde öldürecek hale getirmişti.

Nefes darlığım gözlerimi kapamamı istese de ona yenilmemiş ve zorla da olsa Jongdae'nin kollarından tutup çekiştirmeye çalışmıştım. Fakat bununla beraber o, acıyla bağırdı ve bu daha çok ağlamama sebep oldu. Belki binlerce kez özür diledim başında, ama o gün yaptığım hiçbir şey bir işe yaramadı.

Kardeşimi çıkarmaya çalıştım ama üzerine yığılan betonlar bana engel oluyordu. Onu çekip alamıyordum, betonları kaldıramıyordum. Tek yapabildiğim salak gibi ağlayarak alevlerin arasında can çekişen ailemi izlemekti.

"Hyung..." Gözünden yaşlar akmaya devam ediyordu. "Suryeon..." dedi. "Me-mesaj atmış. Oku... Okuyamadım."

Bina içindeki dumanlar daha fazla öksürmeme sebep olurken elimle sıkıca onun elini tuttum. "Sus Jongdae. Kurtaracağım seni."

"Mesajına bak. Hyung..." Ağzından tekrar kan geldi. "Kızımı babasız bırakma." Dudakları titredi ve elini elimden çekti. Enseme atıp gülümsedi. "Kızımı," dedi tekrardan. "Sakın..." Son nefesini verir gibi derin bir soluk verdi. "Babasız bırakma."

Sadece birkaç basit cümle kurdu ama hayatım boyunca unutamadığım şeylerdi bunlar. Ölene dek unutamayacağım, her gün hatırlayıp kahrolacağım sözlerdi.

"Jongdae, ölme lütfen!" diye saçma bir şey söyledim. Ölme dediğimde insanlar ölmeseydi dünyanın en mutlu insanı olurdum zaten. Ama ben o lanet cehennemi daha görmeden bu dünyada yaşamaya başlamış ve sevdiğim herkesi kaybederek en büyük cezayı almıştım.

"Jongdae!" Baygın gözlerle bana bakan kardeşime seslendim tekrar. "Lütfen... Ölme..."

"Hyung, ölme lütfen!"

"Yaşasın... Kore... Cumhuriyeti..." Derin bir nefes verdikten sonra ensemdeki eli kaydı ve yeri buldu. Onun başında ne kadar ağlayıp bağırsam da bir tepki vermedi.

Abim bana bakıp gülümsedi, saçlarımı son kez okşadı ve hemen sonra da gözleri kapandı.

Ellerimi başımın iki yanına koyup zihnimde dolaşan sahneleri ve sesleri yok etmeye çalıştım. Sinirle bağırıyordum, Jongdae ve Junmyeon'un bu şekilde gitmesi beni mahvediyordu ve farkındaydım.

Neden? Neden asla mutlu olamıyordum? Neden sevdiğim kimse yanımda kalıp hayatımın iyi geçmesine yardım etmiyordu?

Jongdae'nin ellerinden tuttum sıkıca. Acı dolu bağırışlarım öyle güçlüydü ki bir an ölmelerine rağmen beni duyabildiklerini sandım.

Hıçkırıklarım zaten zor aldığım nefesleri engelliyordu. Hoş, şu an burada nefes alabilmem bile mucizeydi. Çünkü büyük bir travmayla karşı karşıyaydım ve her an nöbet geçirip yere yığılabilirdim. Hafiften dönmeye başlayan başım, titreyen ellerim, kuruyan boğazım bunu destekliyordu.

"Chanyeol..."

Kyungsoo'nun sesini duymamla delirecekmiş gibi arkamı döndüm. Doğrulmaya çalıştığını görünce yanına doğru koştum, kolunun altına girdim ve onu çıkışa doğru götürmeye başladım.

Öyle iğrenç bir hayatım vardı ki en sevdiğim iki kişinin gözlerim önünde ölmesine rağmen biri hayatta olduğu için mutlu olmuştum. Bu yüzden de kendime aylarca lanet ettim. Junmyeon ve Jongdae'yi kaybettiğim gün birkaç saniye de olsa mutluluk duygusunu tattığım için kendime ciddi anlamda lanet ettim.

Sakinleşebilmek için derin nefesler alıp vermeye çalışıyordum ama binanın içini saran yoğun duman buna hiç yardımcı olmuyordu. Kyungsoo'yu dışarı çıkardığım gibi yakındaki askerler başıma doluştu.

Her birinden ayrı bir ses çıkarken tek kavrayabildiğim şey başımın çok fena döndüğü ve hiçbir mantıklı karar veremediğimdi.

Soo'yu askerlere emanet ettikten sonra hızla tekrar içeri girmiş ve yerde yatan askerler arasında Minseok'u görünce panikle yanına koşmuştum. Gülerek bana baktı.

"Git." dedi yarı baygın bir hâlde. "Yangından korkarsın sen, git..." Yorgun bir nefes verdi.

"Oğlum, çık. Çık da kurtar kendini." diyen annemi kurtarmak için çok uğraştım ama gözlerim önünde ölmesini izlemekten başka hiçbir şey yapamadım.

Minseok'un ellerinden tutup sürükleyerek çıkarmaya başladım. O ise hâlâ çıkmamı söylüyordu. Ne kadar kötü ve dumanda boğulacak gibi hissetsem de umursamadan onu kurtarmaya odaklandım. Eğer bugün bir kişiyi bile kurtarabilirsem dünyanın en iyi şeyini yapmış olurdum.

Minseok durdu, dizlerinin üstünde doğrulmaya çalıştı. Birden gelen sesle yukarı baktık, binanın tepesinden bir şeyler ateşle beraber hareket etmeye başlamıştı.

İçimi saran büyük korkuyla hızlandım, Minseok'un koluna girip onu kaldırdım. Tepemizde sallanan şey tam üstümüze düşecekken Minseok son gücüyle beni itip ateşlerin hedefi olmuştu. Ben bir köşede aptal gibi dururken o acı içinde bana bakarken gülümsedi.

Yine de, hayatımda gördüğüm en güzel ve en saf gülümsemelerden biriydi.

"Yaşasın..." dediğinde hayatımdaki en güçlü acı çığlığını atmış ve haykırarak ağlamaya başlamıştım. "Yaşasın Kore Cumhuriyeti."

O da söylemişti... Hepsi gibi o da gözlerimin içine baka baka siktiğimin cümlesini söylemiş ve gözlerini yummuştu.

"Ha?" Hiçbir şeye anlam veremeden kendi kendime sordum. Sonra kahkaha attım, ellerimle kafama sertçe vurdum. Durmadan akan gözyaşlarıma  ter damlaları da karışmıştı. "Öldüler mi? Hepsi gitti mi?"

Junmyeon'un bedenine bakıp gülmeye başladım, canım çıkana hatta gülmekten ağlayacak hâle gelene kadar güldüm. Kendi kendiliğinden ileri geri olan kafamı tutmaya çalıştım. Başım dönüyordu ve ölmek istiyordum.

Zaten; sevdiğim herkesi böyle kaybetmem, ölmemden farklı değildi. Kalmasını istediğim kim varsa hepsini kaybetmiştim.

Düşüncelerim bedenimi ele geçiriyordu ve beynim şu an kendimi alevlerin arasına atmamı söylüyordu. Kocaman alevlerin yanına ilerledim, korkuyla etrafıma bakarken delirdiğimi düşündüm. Elimle sıkı bir yumruk yapıp kafama çokça vurmuş ve kendimden kurtulmak istercesine saçlarımı çekiştirmeye başlamıştım.

Zihnim ölmemi söylüyordu. Sadece aklımın içindeyken tamamen yalnızdım ama aynı zamanda aklımın içinde kalmış gibi hissetmekten yorulmuştum. Tek istediğim, hayatımda yalnız kalmaktansa onlarla beraber ölüp gitmekti.

Düşüncelerim beni büyük bir etki altına alırken felaket derecede bir öksürük ve ısı bedenimi ele geçirdi aniden, soğuk soğuk akan ter damlalarını hissettim. Başımı iki yana sallıyordum kendime hakim olamayarak.

Junmyeon'un renksiz suratını, Jongdae'nin beton altında kalan beli ve bacaklarını, Minseok'un üstündeki parçanın alevler arasında kalıp yanmasını ve küle dönmesini izlerken gözlerimin kapanmaya başladığını fark ettim.

"Chanyeol! Neredesin?!" Bir ses duydum ama kimin olduğunu algılayamadım. Saniyeler sonra ise bir şeyler diyerek beni almaya gelen Baekhyun'u fark ettim. Beni hızla çekiştirmeye başladı. Ardından olanları çok hatırlayamıyorum, kendimde değildim.

Baekhyun beni zar zor dışarı çıkardığında Kyungsoo'yu siyah ceset torbasına koyup fermuarı kapadıklarını gördüm. Tüm dünyam bir kez daha başıma yıkılırken bedenimi yere attım. Zemine vurmaya, deli gibi bağırmaya, hiç durmadan ağlamaya başladım.

"Neden gidiyorsunuz?! Beni neden terk ediyorsunuz?!" Cevabını alamayacağım sorular sormak, beni daha fazla yaralamaktan başka bir şey yapmıyordu.

"Anne! Beni neden yalnız bıraktınız?"

"Erken değil mi? Çok erken değil mi?!" Hıçkırarak ağlıyordum ve boğazımı acıtacak kadar bağırdım. "Herkes böyle gidecek mi?!"

Baekhyun, muhtemelen perişan olmuş halime bakıp hüzünle yanıma çöktü ve kollarını boynuma doladı. Ellerini sırtımda gezdirip beni sakinleştirmeye çalıştı ama o bile başarılı olamadı bu sefer. Sakinleşemedim. Ne durumda olursam olayım, kollarında iyileşirim dediğim çocuk bile saramadı bu sefer yaralarımı.

Herkes gidiyordu, değer verdiğim herkes teker teker benden ayrılıyordu. Ben birilerini sevdikçe onlar yok oluyordu. Ben kimi kalbime yerleştirsem Tanrı onları benden çalıyordu. Lanet hayatım boyunca başımı yaslayabileceğim "kalıcı" bir omuz bulabilecekmişim gibi görünmüyordu.

Annem, babam ve kardeşim yoktu. Annem, babam ve kardeşim yerine koyduğum kişiler de yoktu.

Karşımdan geçen siyah ceset torbasıyla Baekhyun'un kollarından kurtulmaya çalıştım. Deli gibi bağırırken etraftaki askerlerin bana acıyarak bakmalarını sağlayacak kadar ağlıyordum.

Baekhyun beni ne kadar sıkı tutsa da onu ittim ve Kyungsoo'ya doğru koştum. "Götürmeyin! Onu götüremezsiniz!" Birkaç asker kollarımdan tutup beni durdurmaya çalıştı. Onlardan kurtulmayı denedim ama daha fazla gücüm kalmamıştı.

Büyük siyah torbaya bakarak çığlık atmaya, bağırmaya, ağlamaya devam ettim. Elimi uzattım ona son kez dokunma amacıyla. "Götürmeyin!" diye bağırdım son kez.

Yarbay Heechul korku dolu bakışlarla karşıma geldi ve hemen ellerini suratıma yaklaştırıp gözlerimi kapadı. Sonra da "Çabuk olun!" diye sinirle emretti. Sanırım bu vahşi sahneye daha fazla tanıklık etmemem için cesedi götürmeleri konusunda acele etmelerini söylemişti.

Bir eliyle gözlerimi kapatırken diğer eliyle beni sıkıca kendine bastırıyor ve sarılıyordu. Sırtına çıkardığım ellerimle ona sertçe vurmaya başladım.

"Hepsi gitti," dedim sessizce. "Hepsi gözümün içine baka baka gitti!"

Benim yüzümden oldu. Hızlı olamadım, yetersizdim. Onları o hâlde görünce hareket edemedim ve geçmişim yüzünden soğukkanlı davranamadım. Hiçbirini kurtaramadım. Hayır, hepsini ben öldürdüm.

Ben... Ben, ailemi ve alem yerine koyduğum herkesi kendi ellerimle öldürdüm.

Düşüncelerim bedenime adeta işkence ederken gözlerim karardı. Heechul'un kolları arasından yavaşça ayrıldım ve daha fazla ayakta kalamadan yere çöktüm. Baekhyun ağlayarak yanıma geldi, yüzümü avuçları arasına alıp gözyaşlarımı silmeye çalıştı.

Masumca karşıma oturup bunu yapması daha fazla ağlamama sebep olmuştu. Artık tek kişi Baekhyun'du, gözlerimi silip bana sarılabilecek tek kişi Baekhyun'du. Peki o da yanan binanın içinde olsa ne yapacaktım? O da diğer herkes beni bıraksaydı yanımda kim kalacaktı?

Yerdeki bakışlarımı suratına çıkardım, hıçkıra hıçkıra ağlarken zar zor konuştum. "Baekhyun... Sa-sana yalvarıyorum, benden önce ölme. Tam...tamam mı?"

Baekhyun başını geriye atıp derin bir nefes verdi, tekrar bana baktı ve kuruyan dudaklarını yaladı. İki eliyle yüzünü kapatıp titreye titreye ağlamaya başladı.

Bazı askerler binadaki yangını söndürmeye çalışırken bazıları bizim gibi durmuş ağlıyordu. Yarbaylar telsizle telaş içinde önemli kurumlara haber verirken bazı askerler de aceleyle bir şeyler taşıyordu.

Ben, o geceyi nasıl atlattığımı bilmiyorum. Hatırlayabildiğim en doğru şey durmadan ağladığım ve acilen askeri helikopter çağırıp askeriyeye dönmek için toparlandığımdı.

Gece üç gibi askeriyeye gelmiş ve kötü haberi oradaki komutanlara vermiştik. Sınırda kalma görevimiz bir süreliğine iptal edilmişti. Şu anda herkesin ilgilendiği şey ana binanın bir düşman bombasıyla patlatılması ve kaybettiğimiz şehitlerimizdi.

Ölen yoldaşlarım tarafından bana yazılan mektupları, görevli askerler çoktan toplamış ve bana getirmişlerdi. Ağlamamı hâlâ durduramamışken daha fazla gözyaşı akıtmaya başladım.

Odamda yalnızdım, titreyen ellerimle Jongdae'nin mektubunu açtım ve daha ilk cümleden mahvoldum.

Sevgili Chanyeol Hyungum,

Umarım bu mektubu aldığında Ji Eun en azından okul hayatının yarısını bitirmiş olur, çünkü babasız bir hayat geçirmesini hiç istemiyorum. Ama olmuş da erkenden uçup gitmişsem buradan, lütfen Suryeon'a yeni bir bul.

Bilirim, o beni çok sever ve buna kesinlikle karşı çıkar ama kızımın tek ebeveynli bir ailede büyümesindense başka bir adama baba demesini tercih ederim. Bu yüzden lütfen Suryeon'a yeni bir bul.

Ji Eun seni çok seviyor, lütfen ona eksikliğimi hiç belli etme. Eğer onun yüzündeki gülümsemeyi koruyabilirsen bana bu dünyadaki en güzel hediyeyi vermiş olursun.

Bugüne kadar yaptığın her şey için diyeceğim basitçe, çünkü saysam da bitmez, her şey için çok teşekkür ederim abiciğim.

Seni çok çok seviyorum.

Kardeşin,
Kim Jongdae

Mektup kağıdını ikiye katlayıp masama bırakırken bir elimi ağzıma götürdüm ve daha fazla ağlamamak için kendimi zor tuttum.

Ben ona şakadan bile olsa küfür etmeye kıyamıyordum, şimdi ondan kalan mektuba nasıl da küfürler yağdırıyordum... Ben ona kırılsam bile asla belli etmiyordum, şimdi kalbimdeki ağırlığı onun ismini haykırarak nasıl hafifletmeye çalışıyordum, ah bir bilse...

Kuruyan dudaklarımı yalayıp Kyungsoo'nun mektubunu açtım.

Deli Chanyeol,

Eğer ağlıyorsan o aptal gözlerini hemen sil. Geri zekalı. Silmedin, değil mi? Sıkı bir yumruğu hak ediyorsun.

Tekrar ıslanacağını bildiğim hâlde, Soo'yu "son kez" memnun etmek için sildim gözlerimi. Ağlamamak için dudaklarımı sıkıca birbirine bastırdım.

Sen, benim kardeşim dediğim ve o derece sevdiğim tek insansın. Bu yüzden de askeriyede şehitlik için kişisel olarak mektup yazdığım tek insan sensin.

Seninle olan bağımı burada anlatamam. Anlatmaya da üşenirim zaten, bilirsin beni. Ne diyeceğimi de pek bilmiyorum...

Sadece, sana ne kadar yardımcı olsam veya iyi davransam da daha önce herhangi bir sevgi sözcüğü söyleyip söylemediğimi hatırlamıyorum.

Seni seviyorum Komutan Park Chanyeol.

Neyse, çok şımarma. O kadar da sevmiyorum!

Chanyeol, sakın ağlama. Aptal. Ağlayan insanlardan nefret ederim. Ağlama, tamam mı? Ağlıyorsan sonraki hayatımızda seni bulup döverim.

Canım benim, umarım senin mektubun bana ulaşmadan benimki sana gelir. Çünkü ben senin ölümüne dayanamam ama sen güçlüsün, benim ölümümü atlatabilirsin.

En kısa sürede beni unutman dileğiyle,
EN SEVDİĞİN dostun,
Doh Kyungsoo

Titreyen dudaklarımı görmezden gelsem de kısılan gözlerim bana ihanet ediyordu. Ağlamak istemiyordum, çünkü Kyungsoo ağlamamamı söylemişti.

O, benim dediğim her şeyi yapan biriydi. Bense mektubundaki dileği bile yerine getirmeyi beceremeyen yeteneksiz, aptal bir puşttum.

Gözyaşlarım akmasın diye başımı havaya kaldırdım ama akmaya öyle razılardı ki daha fazla orada kalamayıp yüzümde süzülmeye başladılar.

Elimdeki kağıdı sıktım ve boğazımı acıtacak bir yutkunma gerçekleştirdim. Kyungsoo'nun mektubunu masama bırakıp gözlerimi sildim, hemen yeniden doldular. Tekrar sildim ama yine doldular. Hepsinden nefret ettim. Gözlerimi bir bıçakla oyup yerinden sökmeyi istedim.

Kyungsoo ağlamamamı söylemişti ve bu aptal yaşlar durmadan akıyordu! Ellerimle gözlerimi bir kez daha sildim ve sıkıca bastırdım. İçimdeki tüm öfkeyle gözlerime öyle bastırmıştım ki bundan acı çektim.

Ellerimi yüzümden ayırdım, Minseok'a ait olan zarfı açtım ve mektubunu okumaya başladım. Sadece kendisi gibi güzel olan yazısını görmek bile hıçkırıklara boğulmama sebep oldu.

Chanyeeeooool-aaaahh

Eminim şu an çok üzgünsündür ama bu, o kadar da kötü bir şey değil! Vatanım için öldüğüm için kendimle gurur duyuyorum ve bu aptal dünyadan kurtulduğum için de çok mutluyum!

Üzüldüğüm tek şey sizi bir daha göremeyecek olmam. Senin tatlı kulaklarına bir daha dokunamayacak ve yanaklarını sıkamayacak olmak. Kyungsoo'yu sinir edecek sözler söyleyemeyecek, Jongdae'nin minik kızını sevemeyecek olmak. Yine de, Chanyeol, sizi tanıdığım için dünyanın en şanslı insanı olabilirim.

Bana kolay kolay bulamayacağım bir dostluk verdin, bunun için sana çok şey borçluyum. Umarım seni kurtararak ölmüşümdür de bu borcumu ödeyebilmişimdir.

Senden son bir ricam var. Şehitlik maaşımın yarısının aileme, yarısının Jongdae'nin kızına bağlanmasını sağla. Kendi kızım olmadığından, onun en iyi şekilde yaşamasını istiyorum.

Her şey için teşekkür ederim Chanyeol. Seni çok ama çok seviyorum.

Sevimli arkadaşın,
Kim Minseok

Kağıdın üzerine art arda birkaç damla düştüğünde ellerimi ondan çekip yüzümü kapattım. Sakin kalmaya çalıştım ama her hücrem delirmişti ve dünyayı yok etmek istiyordum.

"Evet," dedim sessizce mektuba bakarken. "Tıpkı istediğin gibi, beni kurtarırken öldün Minseok. Ama keşke benim için yaşasaydın."

Titreyen elimi Yarbay Junmyeon'un mektubuna doğru uzattım. Almaya cesaret bile edemiyordum. Dün gelip bana sarıldığında ona karşılık bile vermemiştim. Ona son kez "Seni seviyorum" veya "İyi ki varsın" bile diyememiştim.

Hayat çok saçmaydı. Dün ona karşı yumuşasam da samimi olmak istememiştim, birkaç saat önce ise ölü bedeninden yüzlerce kez özür dilemiştim.

Hiç istemeyerek açtım Junmyeon'un mektubunu.

Canım Oğlum

Bugünün eninde sonunda geleceğini ikimiz de biliyorduk. Umuyorum ki yaşayabileceğin en az üzücü şekilde gerçekleşmiştir bu olay.

Dün rüyamda öleceğimi gördüm, bilirsin, biz askerler gideceğimizi hafiften hissederiz sanki. Rüyam çok gerçekçiydi. Kötü bir şekilde ölmüştüm. Bu yüzden seninle yüzleşmeyi daha fazla ertelemedim ve hemen yanına geldim. Sana son kez sarılmak istedim, sen bana sarılmadın ama olsun. Ben hâlâ çok seviyorum seni. Eskisi gibi değil ama. Biraz buruk, biraz küs, biraz sitemkar seviyorum seni. Yaramaz Binbaşı'm benim.

Babalar bazen çocuklarına sinirlenir, Chanyeol. Ama hiçbir baba çocuğunu sevmekten vazgeçmez, aklı başında olan hiçbir baba çocuğunun kötülüğünü istemez. Bunu anlatmak için yanına çok daha erken gelecektim ama daha kötü bir hatıram olsun istemedim. Çünkü o olaylar olduğunda sen fazla sinirli ve yıpranmıştın. Bu yüzden sürekli erteledim ama rüyamda ölümümü görünce hemen yanına koştum. Bu mektubu yazmak için gecenin bir saatinde ağlayarak oturuyorum masamda.

Oğlum benim, canım... Yanlış yaptığım şeyler olsa da amacım her zaman seni korumaktı. Lütfen bunu hiçbir zaman aklından çıkarma. Seni çok sevdiğimden asla şüphe etme.

Ve Chanyeol, herkesin bir umudu vardır, bir savaşı, bir kaybedişi, bir acısı, bir hüznü, bir yalnızlığı… Çünkü herkesin bir gideni vardır, içinden bir türlü uğurlayamadığı.

Umarım yokluğuma çabuk alışırsın. Bunun için zor ama seni çok daha güçlendirecek bir emir veriyorum sana. Cenaze törenimi sen yönet, Park Chanyeol. Bunu görünce bana çok sinirleneceğini biliyorum ama ne kadar güçlendiğini zamanla fark edeceksin.

Seni seviyorum, en az öz kızım ve öz oğlum kadar.

Baban,
Kim Junmyeon

Mektubu yavaşça masama bıraktım ve ağlayarak ayağa kalktım. Sessiz adımlarla banyoya gidip aynadaki yüzüme baktım. İğrenç görünüyordum.

Annem, babam ve abim ölmüştü. Do Hwan ölmüştü. Junmyeon, Minseok, Jongdae ve Kyungsoo da ölmüştü. Kalbimde yeri olan herkes uzağa giderek içimde kocaman bir boşluk oluşturmuştu.

O hâlde yaşamanın ne anlamı vardı?

Belimdeki tabancayı çıkarıp başıma dayadım ve sinirle güldüm. Junmyeon bana güçleneceğim bir görev mi vermişti? Tam olarak nasıl güçlenecektim? Neden? Kim için? Güçlenmem kime ve neye yarayacaktı? Daha mı duygusuz, mesleğimize göre soğukkanlı(!), olacaktım? Zaten sevdiğim herkes gitmemiş miydi? Soğukkanlı olmam bundan sonra neyi değiştirecekti?

Parmağımı tereddütle tetiğin üstüne yerleştirdim. Gözlerimi sıkıca kapayıp parmağımı bastırmak ve tüm acılarımdan kurtulmak istedim. Ama ben bunu yapamadan kapımdan sesler gelmeye başladı.

"Yalnız kalmak istediğini söyledi. Giremezsin şu an."

"Çekil." Bir anda odamın kapısı açıldı ve aynada Baekhyun'un yansıması belirdi.

"Ne yapıyorsun?!" diye bağırdı anında gözleri dolarken. Kızarmış burnunu çekti ve elimdeki silahı alıp yere fırlattı. Bedenime sıkıca sarılıp sesli bir şekilde ağlamaya başladı.

Onu kendimden uzaklaştırıp kapıya doğru yürüdüm, kapıyı kapatıp yerdeki silahımı aldım ve Baekhyun'a uzattım. Anlamazca bana baktığında başımı yere eğdim.

"Kendimi öldürecek kadar cesur değilim. Lütfen öldür beni."

"Saçmalamayı bırak Chanyeol, lütfen..." Sakin bir ses tonuyla söylerken bana yaklaştı ve ellerini kollarıma koydu. "Lütfen."

Başımı iki yana salladım. Kollarımı çekip ellerini boşluğa düşürdüm, sonra da tabancamı sağ eline tutuşturdum. "Şu lanet silahla bitir hayatımı. Şu saniye."

Korku dolu gözleri etrafta gezinirken yorgun bir şekilde tabancayı masanın üstüne koydu.

"Baekhyun lütfen!" diye bağırdım. "Dayanamıyorum! Canım çok yanıyor! Bir kişinin daha ölümünü görmek istemiyorum. Sevdiğim herkes gidiyor ve bu sikik gözlerim hepsini görüyor. Lanet kulaklarım bugüne kadar hep son sözleri duydu! Daha fazla katlanamıyorum! Tek bir kişinin daha ölümünü görmeye gücüm yok! Lütfen acımı dindir."

Baekhyun gözlerini kapayıp elleriyle masama tutundu. Derin bir nefes verdi. "Böyle yaparak kendini daha da mahvediyorsun..." dedi sessizce. "Lütfen yapma Chanyeol."

"Ne demek yapma? Baekhyun, beni anlamıyorsun. Bir kişiyi daha göremem, diyorum! Ölüp kendimi kurtarmak istiyorum, yardım et bana."

Bana doğru adımladı, ellerini yanaklarıma koydu ve yavaşça okşadı. Birkaç saniye de olsa sakinleşmiş hissettim ama hemen ardından kötü düşünceler aklımı yine esir almıştı.

Bacaklarım yavaşça titrediğinde yere çöktüm, yaşlarım akmaya devam ederken başımı kaldırıp ona baktım.

"Seni de aynı şekilde kaybedeceğim diye korkuyorum, anlasana!" Çok fazla bağırdığım için sesim değişik ve çatallı çıkmıştı. Artık konuşurken bile boğazım acıyordu.

"Şşş..." diyerek karşımda yere çömeldi Baekhyun. Alnımdan öptükten sonra sıkıca sarıldı bedenime. Sırtımı küçük elleriyle sıvazlarken konuştu. "Söz veriyorum, öyle bir şey olmayacak."

"Ben hayattayken ölme Baekhyun."

"Ölmeyeceğim."

"Söz mü, Baekhyun?" dedim fısıldar gibi. İster istemeden ona doladığım ellerimi sıkmıştım.

Baekhyun'un dudakları arasından bir hıçkırık kaçtı. Benim için güçlü durmaya çalışsa da onun da çok kötü bir durumda olduğunu biliyordum.

"Söz, Chanyeol. Söz."

"Ben senin için ölürüm," dedim biraz geri çekilip gözlerine bakarken. "Sen benim için yaşa."

🐈

Yazarken çok ağladığım bi bölüm oldu

Bu bölümden sonra çok sövdünüz bana, hissettim

Bu sıralar derslerim yoğun ve vizeler yaklaşıyor, bölüm atamazsam şaaapmayın

Sizi sebiom

המשך קריאה

You'll Also Like

98.1K 6.7K 35
Biri aşıktı diğeri kör. Ortaokuldan beri arkadaş olan ikilinin bu güzel arkadaşlığı bir anda nasıl seks arkadaşlığına dönüştü? Smut dışında da +18 s...
21.8K 1.9K 19
"şimdi beni iyi dinle seni küçük pislik, bütün hayatımı senin gibi bir lanet olasıyı arayarak geçirdim, oturup süt banyonu bitirmeni bekleyecek değil...
8.5K 612 13
Jimin İnstagramda seksi fotoğraflarını paylaşıp okuldakilerini kendine aşık etmesini sağlıyordu. Buna okulun zorbası jeon jungkookta dahildi.
861 87 15
"Ben sen mutlu ol diye senden vazgeçmiştim, Baekhyun. Sadece senin için." Byun Baekhyun ve Kim Jongdae Üniversitenin en popüler çiftiydi. Herkesin gö...