Lily'nin Ardından

Autorstwa AlwaysFidelius

5K 451 445

İkinci savaş Albus Dumbledore'un zamanından erken gelen ölümüyle kapıya dayandığında Harry yalnız değildir. İ... Więcej

Bölüm Bir: Zümrüdüanka Yeniden Bir Arada
Bölüm İki: Yoldaşlığın İkinci Casusu
Bölüm Üç: İlk Yenilgiyi Hazmetmek
Bölüm Dört: Slytherin'in Madalyonu'nun Peşinde
Bölüm Beş: Cincüce Pazarlığı
Bölüm Altı: Hufflepuff'ın Kupası'nın Bedeli
Bölüm Yedi: Marş ya da Ağıt
Bölüm Sekiz: Bütün Blackler Aynıdır
Bölüm Dokuz: Hogwarts'ın Güvenlik Açıkları
Bölüm On: Lily'nin Ardından
Bölüm On Bir: Ravenclaw'ın Diademi'nin Işığında
Bölüm On İki: Kurt Adam ve Yarasanın Hesaplaşması
Bölüm On Üç: Üç Problem Çıkmazı
Bölüm On Dört: Ölümün Son Efendisi ile Çocuk
Bölüm On Altı: Yalancı ve Hain'in Hikayesi
Bölüm On Yedi : Severus'un Vedası

Bölüm On Beş: St. Mungo'da Bir Anka

139 20 24
Autorstwa AlwaysFidelius

 Sonuç itibariyle büyü dünyasında bile ölümden sonranın nasıl olduğu bilinmiyordu. Muggle'ların hiç bilmediği hayaletler, yaşayan tablolar ve hortkuluklar gibi nesnelere karşın büyücüler ya da cadılar da en az sıradan insanlar kadar öte dünyadan habersizlerdi. Harry, çeşitli sebeplerle oradan dönmüş kişilerle birkaç kez konuşma fırsatı bulan şanslı güruhtan olmasına karşın orada neler olup bittiğini sorma fırsatı bulamamıştı. Belki yalnızca bir tren istasyonuydu, nereye gideceğinize kendiniz karar veriyor ya da istasyonda oturup bekleyebiliyordunuz. Belki pek çok mitte anlatıldığı üzere bu dünyada yaptıklarınızın karşılığı olarak sizin adınıza verilen bir kararın sonucunu yaşıyordunuz. Belki yeniden ve yeniden dünyaya dönüyordunuz ya da sadece kocaman bir boşluktu. Bütün bunların olasılığı dahilinde puslu bir beyazlığın içine gözlerini açtığında sağ kalan adam yaşayıp yaşamadığını anlamakta oldukça zorlandı. Yeni doğan bir bebek gibi belli belirsiz gördüğü bir takım şekillere uzaklardan gelen ve yağmur sesini andıran bazı sesler eşlik ediyordu. Harry çevresinde birilerini görebilmek adına kaskatı kesildiğini düşündüğü boynunu hafifçe oynattı, belki annesi ya da Ron'u görecekti ve böylece nerede olduğunu anlayabilirdi.

Gözlerini kırpıştırırken kabarık saçlarının altında silüetini seçtiği kadın kesinlikle Hermione Granger'dı. Genç cadı yavaşça yüzünü ona yaklaştırdığında Harry biraz daha net seçebilmeye başlamıştı, hala yüzünde duran bir parça tozu, şişmiş gözlerini ve kendisini merakla inceleyen gözlerini. Onun da kendisi gibi ölüp ölmediğini anlamaya çalıştığını sandı başta, buraya gönderilmişler ve aynı anda uyanmış olabilirler miydi? O yaklaştıkça adam onun bakışlarındaki ayrıntıyı fark etti: Hayır, hiçbir ahiret hayatı Hermione'nin endişe ve umutla karışık kendine özgü o ifadesini taklit edemezdi. Yavaşça dudaklarını kıpırdatı genç büyücü.

"Efendim?" dedi kadının titrek sesi.

"Ne oldu?" diye güçsüzce mırıldandı ilk seferden biraz daha baskınca.

"Kazandık Harry, onu öldürdün! Voldemort'u öldürdün!"

Harry'e öyle sıkı sarıldı ki adam, kaburgalarının zarar gördüğünü ancak o zaman anlayabildi ve kendisine göre haykırarak odadaki diğer kişilere göreyse zayıfça ahlayarak karşılık verdi.

"Özür dilerim, özür dilerim." Kadın telaşla geri çekildi. İçlerinden bir erkek sesi "Uyandı." diye bağırdı kapıya doğru. Harry bu sesi tanıdığından kesinlikle emindi ama bu tanıdıklık hissini adlandırmakta zorlanıyordu.

Bir beş dakika sonra Harry sırtı bir yastıkla daha desteklenmiş, eline tutuşturulan bir bardak suyla ilk şaşkınlığını atlatmış çevresine bakıyordu. Her ne yaşadıysa tecrübesi ondan yalnızca fiziksel gücünü değil aynı zamanda kelimeleri bulup çıkarma yeteneğinin bir kısmını da almıştı. Neyse ki gözlüğü geri verildiğinde başta yaşadığı görme bozukluğunun yeni bir şey olmadığını kavrayabilmişti. Odada George, Hermione ve Neville vardı. Üçü de saatlerdir baygın yatan arkadaşlarının bu kadar çabuk toparlanması karşısında buruk sevinçlerini gizleyemiyorlardı. Özellikle Hermione her beş dakikada bir Merlin'e şükürlerini sunmaktan kendini geri tutamıyor gibiydi.

"Saat kaç?" dedi Harry, yaşadığından ve St. Mungo'da olduğundan emin olduktan sonra zaman algısının yerine gelmesine ihtiyaç duyuyordu.

"Sabah yedi." dedi George. "Geceden beri baygınsın."

Neyse ki aradan günler geçmemişti. Harry camdan dışarı baktığında bir önceki gün başlayan kar yağışının devam ettiğini gördü. Bitmişti, halen bir yerden bir ölüm meleğinin çıkıp bütün bunların hayal olmasını bekleyecek kadar gerçek dışı gelmesine rağmen bitmişti. O sırada haberi alan birkaç kişi daha girdi küçük odasına. Remus perişan halde olsa da hafifçe ona sarıldı, Arthur Weasley kısaca nasıl hissettiğini sordu. Fleur onun için kıyafet getireceklerini söyleyip ayrıldı. Aklındaki sorular için içerisi epey kalabalık geliyordu ama hayatta olduğu sevincini paylaşmaya gelen insanları kovması pek yakışık almazdı.

"O nasıl?" diye sordu yanı başına çektiği sandalye ile Harry'nin en yakınına bir anne edasıyla kurulmuş ve oradan kalkmaya asla niyeti olmayan genç cadıya.

"Evet, onun tedavisi için kırık uzmanını çağıracaklar George. Hı – efendim?" dedi Harry'e bir yandan turuncu kafalı adama laf yetiştirmeye çalışan Hermione. Harry'nin hala yeterince açılmamış sesi onu duymasını kolaylaştırmıyordu.

"O nasıl?" diye tekrarladı sesi diğerlerinin içinde kaybolurken. "Severus nasıl?"

Söylediği isim odadaki sessizliği bir anda sağlamaya yetti. Hermione, ikisine dönen bakışlardan biraz utanarak dudağını ısırırken mırıldandı. "Yaşıyor ama durumunu izliyoruz." Harry cevabı alıp bir parça rahatladıktan sonra sıkışık odadaki gürültü seviyesinin eski haline dönmediğinin farkında vardı. Herkes kuşkulu gözlerle kendisini izlemeye devam ediyordu.

"Ben sen uyanmadan bir şey söylemek istemedim." diye imdadına yetişti Hermione. Eski iksir hocasıyla hastanede belirdiklerinden beri onlarca kişinin ısrarlı sorularını cevapsız bırakmaktan yorulsa da büyük bir sabırla Harry'nin uyanmasını beklemeleri gerektiğini söylemişti. St. Mungo'nun şifacıları bile ettikleri yemin bir yana Yoldaşlık'ın çekirdek üyelerinden birinin neden açık seçik bir Ölüm Yiyen'in yaşamı hakkında bu kadar endişelendiğine anlam verememişlerdi. Neyse ki aynı sırada baş şifacı Bay Wilson odaya girdi de garip sessizliği bozma zorunluluğundan kurtuldu.

"Tebrikler Bay Potter." dedi orta yaşlarındaki adam doğrudan. Hafif kırlaşmış saçları ve pembe yanakları ile epey tatlı birine benziyordu. "Yaşıyorsunuz ve hepimizi kurtardınız. İkisi de çok büyük işler." Onunla birlikte odaya giren yardımcıları bandajlarını, serumlarını ve saati gelen iksirlerini konrtol ederken o doğrudan savaşın kahramanı ile konuşuyordu. Parmakları ile bazı rakamlar gösterdi, asasını eline tutuşturup basit bir büyü yapmasını istedi ve sonunda Harry'nin birkaçında teklemesine neden olacak birkaç basit soru sordu. "Hafif bir beyin sarsıntısı geçirmişsiniz ama endişe edecek bir şey olduğunu sanmıyorum. Birkaç güne toparlarsınız."

"Diğerleri nasıl?" dedi Harry odada biriken kalabalık ve üzerinde dolaşan çok sayıdaki elden iyice bulanarak. Bu ana kadar bunu sormanın aklına gelmemesine inanamıyordu. Bir yardımcı şifacı ağzına ateş ölçeri tıkmasa bu sorusunun devamı da olacaktı. Harry bunu düşünemediği için kendine mi yoksa onu bir türlü rahat bırakamayan kadına mı kızsa bilmiyordu. Ağzındaki alet alınırken tekrarladı.

"Herkes iyi mi?"

Remus, oldukça kırık bir gülümsemeyle elini omzuna koydu. "Sen dinlenmene bak Harry, bunları sonra konuşuruz." Odadaki garip sessizlik yerini başka bir forma bırakmıştı. Harry kimse ağzını açmasa bile bir değişiklik olduğunun farkındaydı, kendisinin bilmediği bir şey olmuştu. O anda onların yüzlerini okumaya çalıştı ama ya henüz yeni kendine geldiğinden anlayamadı ya da hiç kimse ilk sözcüklerini söyleyen kişi olmak istemiyordu. Sonunda eli halen omzunda olan Remus'a kaydı gözleri, yüzünü diğer tarafa çevirmiş, şişmiş göz kapaklarını ondan saklanıyordu.

Hayır, diye geçirdi içinden. Lütfen Tonks olmasın, Teddy daha çok küçük. Lütfen o olmasın.

O sabah Harry pek çok soruyu sormakta güçlük çekmişti ama belki de bu en fenasıydı.

"Tonks?" diye inledi umutsuzca. Remus'un omzundaki eli istemsizce kasıldı. Hermione'nin ağzından tutamadığı bir hıçkırık kaçtı. Harry eğer zaten yatakta olmasa yığılacağını hissetti. Remus'u evde beklemesi için görevlendirdiği gibi Tonks'u da yanlarına verebilirdi, oysa eski bir Seherbaz olarak onu savaş meydanında bırakmayı tercih etmişti.

"Özür dilerim. Remus çok özür dilerim." dedi Harry şifacının onu yerinde tutmaya çalışan elini itip yatağından bacaklarını sarkıtırken. O an öğrenmesi gereken çok fazla bilginin beklediği ve onları o savaş meydanına götüren Yoldaşlık lideri olduğu gerçeğiyle yüzleşti. Geri kalanını öğrenmeden hemen önce kurt adama sıkıca sarıldı ve gözlerinde pek az damla kalmış son Çapulcu'nun ağlamasına eşlik etmeye karar verdi.

Birkaç saat sonra hala hayatta olduğunun verdiği neşe hızlıca kaybolmuş, yerini ölenlerin vicdan azabı ve hala yaralı olanların tedavileri için yapılması gerekenlerin ağırlığı almıştı. Görünürde ufak tefek sıyrıklar dışında bir şeyi yoktu, o nedenle Harry baş şifacının tüm azarlamalarına ve itirazlarına rağmen sorumluluğu alıp hasta odasını terk etmişti. Bir alt katta, girilmesi yasak odasında uyuyan adamı camekanın ardından izlerken başına musallat olan ağrıyı kimseye söylememeye çalıştı. Bunun bir hastalık belirtisi olmadığına emindi, yalnızca zihninden geçenlerin çok daha hafif bir fiziksel yansımasıydı.

Tonks, Hagrid, Luna, Moody. Daha savaş meydanında hayatlarını kaybetmişlerdi. Mundungus sabaha karşı o uyanmadan biraz önce gözlerini sonsuza dek kapamıştı. Bill ve Fred tedavi altındaydı. Bayan Weasley iki oğlunun odasında mekik dokurken bile kendisine gelip sarılacak zamanı bulmuştu, neyse ki durumları kritik değildi. Birkaç kişi daha ayakta tedavi olmuştu. Harry doğru düzgün çatışmanın yer almadığı savaş planında bile nasıl bu kadar çok insanı kaybettiklerini anlamıyordu. Cüzdanında ilk Yoldaşlık'ınkiyle birlikte duran ikinci yoldaşlığın fotoğrafı vardı. Onu çıkarıp bakmaya cesaret edemiyordu, o kalabalığın erimesini durduramamıştı.

Teselli olmamıştı ama öldürülen Ölüm Yiyenler'in adlarını duymak ileride canice olarak yorumlayacağı bir zevk vermişti. İlk kez, sonunda, olması gerektiği gibi onlar da birilerini kaybetmişlerdi. Yalnızca güç delisi Karanlık Lord'larını değil. Bellatrix, adamın yere yığıldığı anda delirip büyük bir katlima girişmek üzereyken durdurulmuştu. Öncesinde Dolohov, Pettigrew ve Mulciber, kaçmaya çalışırken Carrow ikizlerinden biri ölü olarak ele geçirilmişti. Geriye kalanlar sıkı güvenlik önlemleri altında Sihir Bakanlığı'ndaydılar. Kingsley acil durum gereğince geçici olarak Bakanlık'ın yönetimine geçtiğinden hastaneye gelemediğini ve merak etmemesini belirten nazik bir not yollamayı ihmal etmemişti. Harry tam bunları düşünürken, bulunduğu koridorda ayak seslerini duydu. Başını çevirip baktığında az önce düşündüğü isimlerden en şanslısı olabilecek iki kişiye eşlik eden Ginny'i gördü.

Narcissa Malfoy halen kızıl saçlı cadıya biraz mesafeli ama onun gösterdiği yolu takip ederek kendisine yaklaşıyordu. Draco her zamanki gibi soluk yüzüyle yanında yer alıyordu. Harry daha kadının usruturuplu ifadesinin altından kendini belli eden kibrini görür görmez anladı: biliyordu. Gerçi artık sorun değildi, Harry hem şifacılara hem de orada olan herkese gerçeği kısaca açıklamış, böylece ardı arkası kesilmeyecek sorulardan ya da şüpheli bakışlardan kurtularak odanın önünde bekleyebilme konforunu satın almıştı. Tek sorun zaten hali hazırda hastanenin kapısına biriken basın mensuplarının delirlemesine yol açmasaydı. Voldemort'u yenmesi yeterince güçlü bir haber değilmişcesine Sağ Kalan Çocuk'un sırrı bomba bir magazin haberi olarak gündeme düştüğünde güneş henüz en tepeye varmamıştı bile. Şifacıların ve dışarıdan çağrılan uzmanların giriş çıkışını zorlaştırmaları dışında Harry'e bir zararları yoktu.

"Tebrikler Bay Potter." dedi tüm aseletiyle elini uzatarak. Lucius bu sahneyi görse muhtemelen kalp krizi geçirirdi. Harry kısaca elini sıktı. Malfoy ailesi tek bir sıyrık almadan, savaş meydanına bile inmeden kendilerini sıyırmayı başarmıştı.

"O nasıl?" diye sordu Draco gerçek bir endişeyle. Şimdi odada birkaç şifacı adamın başında dolanıyordu.

"Bilmiyorum." dedi Harry bakışlarını odaya çevirip. Yaşadığı gerçeği dışında kimse ne olup bittiğini kendisine söylemiyordu. Bunun henüz ölümün kıyısından döndüğü için Remus'un yaptığı gibi bir önlem mi olduğunu yoksa hakikaten söyleyebilecek bir şeyleri mi olmadığını bilmiyordu.

"Yapabileceğimiz bir şey varsa yardımcı olmak isterim." dedi Narcissa mavi gözlerini onunla aynı yöne çevirerek. Belli ki bunu söylerken çoğu zaman olduğunun aksine samimiydi. Keşke ne yapılabileceğini bilseydi, memnuniyetle onun yardımını kabul ederdi.

"Bana bir şey söylemiyorlar. Sadece durumunu takip ettiklerini biliyorum."

"Dışarısı kaynıyor." dedi Draco sıkıntılı ortamı dağıtmak için. "Bu kez Bakanlık Muggle'lara ne bahane bulacak bilmiyorum. Sabahtan beri sadece ben beş kez fişek patlamasına denk geldim."

"Fişek mi?" dedi Harry, başını onlara doğru çevirdi. Dikkati dağılmıştı.

"Kutlama yapıyorlar ." dedi Ginny bıkkınlıkla.

Harry, henüz doğru düzgün camdan dışarı bakacak fırsat bile bulamamıştı. Uyandığından beri cenaze işlemlerini ayarlayabilmeleri için yakınlarını kaybedenlere destek oluyor, tedavileri devam eden Yoldaşlık üyeleri için ulaşmaları gereken insanlarla konuşuyor, arada Bakanlık'tan haber alıyor ve zaman bulursa bu odanın dışında endişeyle bekliyordu. Diğerlerinin de kendisinden farkı yoktu, bazıları geceden beri uyumamışlardı ama dış dünyadakiler her şeyi bir kenara bırakıp kutlama yapmaya başlamışlardı bile. Kendilerini beklemeye zahmet etmemişlerdi. İçi dalga dalga kızgınlıkla kaplanırken çenesini sıktı. Çıkıp herkese sadece biraz sakin olmalarını söylemek istiyordu.

"Belki de birazcık olsun bekleyebilirlerdi. Hani biz en azından önce cenazelerimizi kaldırsaydık ."

Daha Moody'nin yaşayan bir akrabasına ulaşıp mezar yerine bile karar verememişlerken insanların bu umursamazlığı kanını dondurmuştu.

"Engelleyemeyiz." dedi Ginny. "Çok uzun zamandır bir sonuç bekliyorlar." Harry kim kazanırsa kazansın birilerinin coşkuyla eşlik edeceğini pekala biliyordu ama bu kadarıyla yüzleşmek hoşuna gitmemişti.

"Gazeteciler, kulaktan dolma bilgilerini sızdırmaya başladılar." dedi Narcissa, imalı bir biçimde kaşlarını Harry'e doğru kaldırmıştı. "Radyo yayınları da öyle. Şok edici bazı kısımlarının doğruluğundan emin olsam da şimdiden çok garip dedikodular da yayılmaya başladı. Akşama kadar önünü alamayabilirsiniz."

"Basın şu an öncelik sıralamamda pek yukarılarda değil." dedi Harry.

"Severus'un odasına girip çıkan çok fazla şifacı var." diye cevapladı kadın onu. "Muhtemeldir ki içlerinden bazıları gazetecilere bilgi satacaklar." Harry'nin günlerce burada dursa aklının ucundan geçmeyecek olasılığı bir bakışında tespit etmişti. Haklıydı da ama gerçekten şu an yapmak istediği son şey çıkıp insanların dedikodu iştahını bastırmakla uğraşmaktı. Yine de Harry onun hastane odasında kaşla göz arasında çekilmiş bir fotoğrafının yarın Gelecek Postası'nda olmasını istemiyordu.

"Kingsley'e söylerim. O ilgilenir." diye mırıldandı.

"Geçici bakanımızın işi başından aşkın. İzniniz olursa bu konuyla ben ilgileneyim." Kadının cevabı içten görünüyordu. "Hem bize yaptığınız iyiliğin karşılığı olarak, hem de eski bir dostumuzun hatırı için. Malfoy ailesinin hala biraz itibarı var ."

Harry bir saniye kadar emin olamadı ama sonra onların basın üzerindeki kontrolünü hatırlayarak başını salladı, küçük bir teşekkürün ardından Narcissa Malfoy kısa topuklu ayakkabılarının nazik sesi koridoru inletirken gözden kayboldu.

***

 Saatler geçmişti ama işlerin iyiye gittiğini gösteren tek bir işaret bile yoktu. Hala odaya giremiyorlardı, Harry bir camın ardından neredeyse kıpırtısız yatan bedeni izledikçe sabırsızlanıyordu. Neden hala kimse doğru düzgün bir şey söylemiyordu ki? Hermione, koridora attıkları sandalyede üzerine geçirdiği şalın altında uyukluyordu. Diğer katlar arasındaki koşuşturması sırasında Harry defalarca onun da diğerleri gibi Yoldaşlık'a gidip biraz dinlenmesi için ne kadar ısrar ettiyse de başarılı olamamıştı. Genç cadı tüm süreci bildiğini, her an yardımı dokunabileceğini söyleyip kenara çekilmişti. 21 senelik ömründe öğrendiği bir şey varsa o da insanın Hermione Granger'ın inadıyla başa çıkmaya çalışmasının nafile olduğu gerçeğiydi. Küçük kristal toplarla aydınlatılan koridor çoktan karanlığa gömülmüş, sabahki koşuşturmanın yerine tek tük şifacıların geçişi almıştı.

"Sence iyileşecek mi?" dedi Harry gözlerini loş odadan ayırmadan.

"Önce uyanması gerek." diye cevapladı kadın onu esneyerek. Sandalyesinde biraz doğruldu. "Sonrasına bakarız."

"Nagini'yi kullandı, değil mi?" Harry nefretle andı daha ölümünün üzerinden yirmi dört saat geçmemiş adamı, bütün hayatına ortak olması yetmiyormuş gibi gittikten sonra bile ellerinden birilerini alabilmeyi başarmıştı. Hermione'ye bakmasa da onun başını salladığını camdaki yansımasından görebiliyordu.

"Son anda ne olmuş?" dedi aniden. Geriye kalan en yakın dostu hafifçe sıçradı. "Yani onunla karşılaştığımızda. Sabahtan beri düşünüyorum ama hatırlayamıyorum."

Hermione, sonraki yıllar boyunca o anları her düşündüğünde olacağı gibi ilk seferinde de hafifçe üşüdüğünü hissetti. Üzerindeki kareli kırmızı şalına biraz daha sarındı. Sonra sesindeki titremeyi bastırmaya çalışarak anlatmaya koyuldu. Oysa olaylar olup biterken orada bile değildi, yine de başını diğerlerinin nasıl olduğunu düşünmekten kaldırabildiği ilk an önce Fred'in iyi olduğundan emin olmuş, sonra son karşılaşmayı ondan dinlemişti.

"Konuşmuşsunuz, uzun bir süre. Sonra ikinizin de durduğu bir an olmuş. Aynı anda ölümcül laneti söylemişsiniz, her şey çok hızlı olup bitmiş. İkinizin de laneti birbirinize ulaşmış, ama Fred'in söylediğine göre sana çarpan lanet sanki bir kalkana çarpmış gibi geri sekmiş.Yine de gelip nabzını kontrol edene kadar ölmediğinden emin olamamışlar."

Harry başını sallayarak onu dinledi. Hala hiçbirini hatırlmıyordu. "Sence neden böyle oldu?" dedi kadına. "Asası kırılabilirdi, ikimiz de ölebilirdik, laneti bana ulaşmadan sapabilirdi."

Bütün saydığı seçenekler daha önce kendi aralarında tartışırken buldukları fikirlerdi, Hermione hepsini ve arkalarında yattığını düşündükleri nedenleri biliyordu.

"Hiçbir fikrim yok Harry. Bana kalırsa gelecekte de kimse olanları açıklayamayacak, Voldemort'la aranızdaki durum çıkarım yapılamayacak kadar benzersizdi."

Gecenin ilerleyen saatlerine dek yanlarına gidip gelen diğer refakatçilerle yaptıkları küçük sohbetler haricinde konuşmadılar. Bir ara Harry kulaklarına gelen fısıltılarla uyandı, ne ara daldığını bile bilmiyordu. Tutulan boynunu açmaya çalışırken loş ışığın altında Hermione'nin hareretle birine bir şeyler anlatmaya çalıştığını gördü. Ayağa kalkıp yanlarına ilerledi. Baş Şifacı Bay Wilson onu görür görmez lafını yarıda kesti.

"Bay Wilson, ne oluyor?" dedi Harry. Hermione böyle zamanlarda Harry'nin çocuksu hatlarının yerine gelen keskin yüz hatlarını daha çok fark ediyordu.

"Verdiğimiz iksirleri ve izlediğimiz prosedürleri anlatıyordum Harry, bir şey yok." diye araya girdi genç cadı. Adam bir saniye duraksadı, Hermione'nin imalı bakışlarının ardından onu onayladı. "Evet Bayan Granger'a sormam gereken birkaç soru vardı."

Harry konuştuklarının kesinlikle bu olmadığından emindi ama durup dururken zaten canlarını dişine takmış işini yapmaya çalışan insanlara parlamak istemiyordu. Kafasını çevirip odaya doluşmuş dört şifacıya baktı.

"Ne yapıyorlar?"

"Profesörün kan değerlerini takip ediyorlar. Panzehir ve zehir oranlarını inceleyecekler."

"Sonuç nedir?" diye sordu Harry çekinmeden.

Baş şifacı refleks olarak bir kez daha Hermione'ye baktığında Harry daha fazla dayanamayıp adama bir adım daha yaklaştı. "Bakın Bay Wilson, sabah size Profesör ile aramızdaki durumu açıkladığımda bunu hayatımı daha iyi bilmeniz için yapmadım. Onun sürecine ne kadar dahil olmak istediğimi anlamanız için yaptım." Hermione kısa bir nefesle içine çekip öylece kaldı. Kır saçlı adamsa kelimelerini özenle seçmek için biraz daha duraksamıştı.

"Profesör Snape'in kanındaki panzehir, yılanın zehrini bastıracak kadar kuvvetli değil. Sabahtan bu yana saat başı aldığımız örneklerde bizi umutlandıracak bir gelişme göremedik."

"Öyleyse yeni panzehir verin. Hermione çok fazla üretti, değil mi? Hem yıllar önce Arthur Weasley de aynı yılanın saldırısına uğramıştı. O kurtulabildiyse..."

"Bay Weasley bu derece ciddi yaralanmamıştı Bay Potter. Üstelik panzehirin dozunu kullanabileceğimiz en üst düzeyde kullanıyoruz, daha fazlası süreci zorlaştıracak zararlar verebilir."

"Yani?" dedi Harry sesinin yükselmesini engelleyememişti.

"Ben de Bayan Granger'a alınan ilk dozları soruyordum." Kadına döndü. "Tam olarak söylediğiniz miktarda panzehir ve yaşayan ölüm içkisi aldığından emin misiniz?"

"Eminim." diye inledi Hermione. "Şişeleri kendi elimde verdim ona. Hem panzehiri hem de damıtılmış iksiri."

"Size inanıyorum." diyerek telaşlanmaya başlayan kadını telkin etti tecrübeli şifacı. Bakışları odada çalışan ekibine döndü. "Sadece bu, kendisinin durumunu açıklamama yetmiyor."

Baş Şifacı mağrur bir tavırla söyleyeceklerinin bittiğini işaret edip gerisindeki loş koridorda kaybolduğunda Harry, camekanın ardındaki odaya döndü. Önlüklü adamlar ve kadınlar birkaç dakikadan sonra işlerini bitirip çıkmışlardı. Aslına bakılırsa odaya giren kimse çok uzun kalmıyordu, yapacaklarının sınırlı olduğunu anlaması için bu kadarı yetiyordu. Bir şeyler konuşmak yalnızca kendileri için yaptıkları teselli edici bir aktiviteydi, konuştukça birbirlerini telkin etmelerine, çoktan belli olan ihtimallerin değiştiğine inanmalarını sağlayacak batıl davranışlardı. Ama yatakta rengi beyaza dönmüş, yalnız kalmış adamın bunlardan haberi varmış gibi görünmüyordu. Yakın zamanda Voldemort'u öldürmüş olmak bile St. Mungo'nun katı kurallarını aşabileceğiniz anlamına gelmiyordu, aralarındaki soğuk cama dokunurken mırıldandı.

"Sence Nagini'nin saldırısı çok can yakar mı yoksa hemen uyuşur musun?"

Hermione'nin ağlamaya hazır gözlerine bir sıra gözyaşı daha akın ettiyse de genç cadı aylardır planladıkları son görevde geriye kalan son sorumluluğunun ne olduğunu çok iyi biliyordu. Harry, onun dışında kimseyi doğru düzgün yanına yaklaştırmamışken uykusuz bakışlarını hasta odasından çekip onun koluna sıkıca sarıldı.

"Bunları düşünme, iyi olacak." Hermione başını onun koluna yaslarken Harry onun elini tutmak dışında bir tepki vermedi.

O saatten sonra ne Harry ne Hermione gözlerini bir daha kırpmadılar. İsteseler de buna imkan bulamazlardı. Şifacıların odaya giriş çıkışlarının arası iyice kısalmış, davranışlarına bariz bir telaş hakim olmaya başlamıştı. Artık ne kendisi odadan çıkarken onlara bir şey soruyor ne de içlerinden biri gelip bir açıklama yapıyordu. Hayatta bazı zamanlar vardı, gerçeğin ortada tüm haşmetiyle durarak kimseye konuşma fırsatı tanımadığı zamanlar. Zamanı koridoru baştan aşağı adımlayarak, bazen camın arkasına uzun uzun bakarak bazen de sandalyede oturup tavanı izleyerek öldürmeyi denedi. Harry'nin henüz birkaç gün önce savaşın bitmesinden kastı kesinlikle bu değildi. Severus orada yattığı sürece onun için savaş bitmemişti, gazeteler ya da kutlamalar ne kadar aksini iddia ederse etsin.

"Harry, Harry bak!" Onun aksine neredeyse bacakları tutulana dek sandalyesinden kalkmamış cadı birden ayağa fırladığında Harry korkulu bir haber almışcasına yüreği ağzına gelerek onu takip etti.

Gördüğü manzaranın mantıklı bir açıklaması olamazdı. Belki içeriyi soğuk tutmak için belki yalnızca unutulduğu için, ama sebebi ne olursa olsun dışarıda günlerdir yağan karın soğuğu varken kim eski tahta pencereyi açık bırakmıştı bilinmez. Belki de Fawkes o keskin gagasıyla kendisi başarmıştı ama sebebi ne olursa olsun ihtişamlı turunculu kırmızılı gövdesiyle pervazda duruyordu. Harry onu görür görmez gülümsedi, henüz ne olacağını bilmiyordu ama anka kuşunun gelişi ne kadar umutsuz bir durum olabilirdi ki? Saatlerdir her birinin kafa patlattığı şifayı Fawkes'dan daha iyi kim taşıyabilirdi? Harry daha ikinci sınıfta küçük bir oğlanken Basilisk'in zehrinden onun sayesinde kurtulmuşken Nagini'ninki onun için çocuk oyuncağı kalırdı. Kuş odayı süzmeye devam ederken Hermione yanında neredeyse zıplayacaktı.

"Harry Fawkes gelmiş, Fawkes!"

Erkek anka kuşu bir süre daha içeriyi izledikten sonra kısa bir sıçrayışla yatağa kondu. Şimdi arkalarında bir yerde onların sesini duyan birkaç şifacı da odanın içini izliyordu. Çoğu için bir mucizeye tanık olmak gibiydi, anka kuşlarının marifetlerini herkes bilirdi ama onlar istemedikçe şifacı özelliklerini kullanmak mümkün değildi. Bu nedenle geçmişte az sayıdaki anka kuşunun gözyaşını zorla alma denemeleri çabucak şifacılık tarihinin tozlu raflarına karışmıştı. Harry onun keskin pençelerine rağmen nazikçe küçük adımlar atışını izledi. Fark etmeden alt dudağını ısırmaya başlamıştı. Yavaşça ilerledi kuş, gagasını adamın uzun burnuna dokundurdu. Kanatlarındaki tüyler siyah yağlı saçlara değiyordu. Harry'nin parmakları önündeki duvarın girintisine sıkıca yapışmıştı. Ne de olsa bunca zaman müdür odasındaydı kuş, onun Albus Dumbledore'un portresiyle olan bütün konuşmalarını hatta kaçak ziyaretinde olanları bile dinlemiş olmalıydı. Onun kim olduğunun en az kendisi kadar hakikatli bir tanığıydı. Son planlarını biliyor olmalıydı. Anka kuşunun göz kapakları kapandı. Hadi diye fısıldadı Harry, hadi Fawkes sadece birkaç damla gözyaşı lütfen.

Fakat bekledikleri yaş bir türlü kuşun tüylü sivri yüzünden akıp adamın suratına, ağzından içeriye damlamadı. Belki de daha zorlu bir görevdir diye düşündü Harry, hadi Fawkes n'olur. Kimse bu nadir büyülü yaratığın işine karışmak istemediğinden odanın kapısını açıp içeri giremiyordu. Sonunda Fawkes gözlerini açmadan bedenini yatağın üzerine bıraktı. Başı okulun son müdürünün yüzünde, koca gövdesi onun koluyla gövdesi arasına girerken iki uzun ötüşle gagasını açtı.

Tanıdık bir melodiydi bu, Harry tıpkı sabah karşısındaki insanların yüzüne bakıp kim olduklarını bilip isimlerini söyleyemezken kapıldığı o garip hisse büründü. Kuşun ötüşünü tanıyordu ama bir türlü nereden hatırladığını çıkartamıyordu. Hermione olanları ondan önce kavramıştı, elleri iki yanına düşerken kekeleyerek sayıkladı.

"F-fawkes onu ku-kurtamaya gelmemiş."

Doğru söylüyordu. Fawkes'ın gagasından çıkan hüzünlü melodi bir ağıttı. Hogwarts'ın asırlık anka kuşu son müdürüne veda etmeye gelmişti. Harry dakikalarca parmaklarını bile girintiden çekemeden olduğu yerde onun ötüşünü dinledi.       

Czytaj Dalej

To Też Polubisz

10.7K 655 13
"Sen korktuğun için takıntı diyorsun. Bense korkum olmadığı için aşk diyorum. Göğsümü kabartarak sana aşığım diye bağırabilirim. Peki sen? Sen yanınd...
61.3K 5.4K 20
Halkını 'gölge'nin esaretinden kurtarmak zorunda olan Anka Kral Park Chanyeol Ve Bin asırda bir doğan, güzeller güzeli Ateş Perisi'nin hikâyesi. "Hal...
276 143 6
O şehrin sokaklarında bir aşkı öldürdü, yeni bir aşk ekti