Bölüm On Altı: Yalancı ve Hain'in Hikayesi

165 19 35
                                    


 Bir hafta geçmişti. Neredeyse her günü bir başka cenaze ile geçen tam bir hafta. Önce Tonks'a veda etmişlerdi. Remus ilk sırada onun olmasını istemişti, cenazeyi bekleyebileceği bir güne daha sabrı yoktu. Henüz bir yaşına basmamış Teddy kucağında, yalnızca en yakınların oldukları bir törenle uğurlamışlardı kadını, her birinin yakasında Tonks'un bambaşka bir halinin olduğu hareketli yaka fotoğrafları eşliğinde. Harry, küçük çocuk törenin sonuna dek huysuzlanmasın diye onunla oyun bile oynamıştı. Kendisine böyle söylüyordu, vaftiz oğlunun büyükanne ve büyükbabasıyla karşılaşmaktan olabildiğince kaçınmak için yapmamıştı. Kendisine bakarken Andromeda'nın beyaz saçlarının altında beliren o şefkatli gülümsemeyi hak etmiyordu .

Sonra Hagrid, koca gövdesi kulübesinin yanındaki kabak tarhında açılan bir mezara gömülmüştü. Bunu yapmak için çok sayıda büyücü ve cadıya ihtiyaç duyulmuştu, neyse ki eski öğrencileri arasından onlarca gönüllü çıkmıştı. Harry, diğer cenazeler için geldikçe tıpkı eski günlerdeki gibi kulübeye kadar yürüyüp geldiği her seferinde Fang'i mezarın başında ağlanırken buluyordu. Zağarın başını okşayıp yemeğini verdi birkaç kez, elinden daha fazlası gelmiyordu.

Diğerleri de sırayla buradan uğurlanmışlardı farklı yerlere, kimi ailesinin yanına kimi Bakanlık'ın oluşturduğu Savaş Kahramanları Mezarlığı'na. Hogwarts bir sonraki senenin sonuna dek tatil edilmişti. Ölüm Yiyenler'le akrabalıkları olan öğrencilerin bir kısmı kaçmıştı. Bazı öğrenciler halen durumun yeterince güvenlikli olmadığını düşünürken bazıları kutlamaları o kadar bitirememişlerdi ki Weasley'lerin dükkanı kapalı olmasına rağmen her gün açılıp açılmadıklarını kontrol ediyorlardı. Bu havada ne profesörlerin de ne de Bakanlık'ın okulun öğretime devam etmesiyle uğraşacak halleri yoktu. Zaten Kingsley şimdiden başlayan dava süreçleri, Bakanlık'ın yeniden tam kontrolü, Muggle başbakanı ile görüşmelerle ölesiye meşguldü, her bir cenazeye başından sonuna katılabilmesi bir mucize gibiydi. Harry, bu mucizenin çikolata renkli adamın iyi kalbinden kaynaklandığını biliyordu. Yeni müdire Profesör McGonagall törenler için hazır okul kapalıyken Büyük Salon'un kullanılmasını önermişti. Ne de olsa uğurlanan herkesin yolu bir şekilde Hogwarts'ın eski taş duvarlarının arasından geçmişti.

Harry, Büyük Salon'un arkasındaki odada ikinci kez oturuyordu. Daha önce bir kez Ateş Kadehi'nden ismi çıktığında diğer turnava katılımcıları ile birlikte buraya gelmişti. Şimdi savaştan sonraki son cenaze için saatin gelmesini beklerken bütün kalabalıktan kaçıp buraya sığınmıştı. Her nasıl olduysa hafta boyunca tek bir gazeteci bile yanına yaklaşıp soru soramamıştı. Bu işte kimlerin parmağı olduğunu sorgulamamıştı Harry ama onlar her kimse içi onlara karşı minnet doluydu. Ceketinin cebinden tek sayfalık konuşma metinin çıkardı, tüm büyü dünyasının merakının had safhaya ulaştığını biliyordu ve kimseyle yüz yüze gelmeden çözmek için bu cenaze konuşması iyi bir fırsattı. Hiçbir zaman büyük röportajlar için iyi bir konuşması olmamıştı ne de olsa. Kağıdı çıkarıp şöyle bir göz attı. Baştan sona derli toplu bir metin olmuş gibiydi. Katlayıp ait olduğu yere koydu. Diğer cebinde bir haftadır kapağını açmaktan çekindiği minik bir şişe duruyordu. Harry onu da çıkarıp parmaklarının arasına aldı. Neredeyse baş parmağından bir santim uzun minik tombul mantar kapaklı bir şişeydi bu. Şifacılar, ağıdı biten anka kuşunun boynuna asılı buldukları anda bir umutla şifalı bir iksir diye koşturmuşlardı ama Harry daha görür görmez ne olduğunu anlamıştı. Bir zamanlar Profesör Slughorn'dan alıp şişelediği o anılara benziyorlardı.

Bir sebeple ondan uzak duruyordu. İstese kır evinde, Hogwarts'ta hatta Bakanlık'ta bile bir Düşünseli bulabileceğinden emindi. Ancak Fawkes'ın getrdiği her neyse Harry onu görmek istediğinden emin değildi. Albus Dumbledore ile geçirdiği o uzun zaman boyunca izlediği onca uğursuz anıdan sonra bu renksiz sıvıyı bir Düşünseli'ne dökmekte isteksiz olması doğaldı. Ama şimdi dakikaların geçmek bilmediği bu zamanda yalnız başına beklerken minik şişe aklını çeliyordu. Biraz daha parmaklarının arasında çevirdi. Sonra kolundaki Muggle saatine göz atıp odadan çıktı. Yolda karşılaştığı herkese Yoldaşlık evinde bir şey unuttuğunu söyleyip tam saatinde burada olacağının sözünü vererek Hogwarts arazisinin cisimlenmeye izin veren sınırına aceleci adımlarla vardı. Bir an sonra kır evinin karla kaplı bahçesindeydi. Eski demir kapıyı üzerinde biriken karları dökerek açtı. Bahçe günlerdir kimsenin uğramaması nedeniyle yetişkin bir insanın dizlerine gelecek derinlikte kar tabakası ile kaplanmıştı, üzerinde birkaç serçenin ayak izinden başka bir şey yoktu. Harry derin bir nefes alıp evin kapısını açtı, olanlardan sonra bütün hafta buraya gelecek cesareti kendinde bulamamışken şimdi bir anda bunu yapabilmesine kendisi de şaşırıyordu. Yine de en iyisi hiç olmayacak bir nesneye takılıp zaman kaybetmemek adına hızlı adımlarla en üst kata çıktı. Çalışma odasının kapısını açtı ve Düşünseli'ni tam da görmeyi beklediği yerde, küçük masanın üstünde buldu. Soğuktan kızaran parmaklarına rağmen hızla mantarını çekti, içindekileri yayvan taşa boşalttı ve asasının küçük bir dürtmesiyle oluşan anafora yüzünü daldırdı .

Lily'nin ArdındanNơi câu chuyện tồn tại. Hãy khám phá bây giờ