Buzun Fısıltısı

By Nemesision

620K 30.4K 7.6K

Rüzgâr aynı keskinliğiyle esmeye devam ediyordu ve gecenin de daha fazla karardığı yoktu. Her şey bir an önce... More

ÖNEMLİ
~1.Bölüm~
~2.Bölüm~
~3.Bölüm~
~4.Bölüm~
~5.Bölüm~
~6.Bölüm~
~7.Bölüm~
~8.Bölüm~
~9.Bölüm~
~10.Bölüm~
~11.Bölüm~
~12.Bölüm~
~13.Bölüm~
~14.Bölüm~
~15.Bölüm~
~16.Bölüm~
~17.Bölüm~
~18.Bölüm~
~19.Bölüm~
~20.Bölüm~
~21.Bölüm~
~22.Bölüm~
~23.Bölüm~
~24.Bölüm~
~25.Bölüm~
~26.Bölüm~
~28.Bölüm~
~29.Bölüm~
~30.Bölüm~
~31.Bölüm~
~32.Bölüm~
~33.Bölüm~
~34.Bölüm~
~35.Bölüm~
~36.Bölüm~
~37.Bölüm~
~38.Bölüm~
~39.Bölüm~
~40.Bölüm~
~41.Bölüm~
~41.Bölüm/2.Kısım~
~42.Bölüm~
~43.Bölüm~
~44.Bölüm~
~45.Bölüm~
~46.Bölüm~
~47.Bölüm~
~48.Bölüm~
~49.Bölüm~
~50.Bölüm~
~51.Bölüm~
~52.Bölüm~
~53.Bölüm~
~54.Bölüm~
~55.Bölüm/1.Kısım~
~55.Bölüm/2.Kısım~
~56.Bölüm~
~57.Bölüm~
~58.Bölüm~
~59.Bölüm~
~60.Bölüm~
~61.Bölüm~
~62.Bölüm~
~63.Bölüm~
~64.Bölüm~
~65.Bölüm~
~66.Bölüm~
~67.Bölüm~
~68.Bölüm~
~69.Bölüm~
~70.Bölüm~
~71.Bölüm~
~72.Bölüm~
~73.Bölüm~
~74.Bölüm~
~75.Bölüm~
~76.Bölüm~
~77.Bölüm~
~78.Bölüm~
~79.Bölüm~
~80.Bölüm~
~81.Bölüm~
~82.Bölüm~
~83.Bölüm~
~84.Bölüm~
~85.Bölüm~
~86.Bölüm~
~87.Bölüm~
~88.Bölüm~
~89.Bölüm~
~90.Bölüm~
~91.Bölüm~
~92.Bölüm~
Hikaye Kaldırılacak
~93.Bölüm~
~94.Bölüm~
~95.Bölüm~
~96.Bölüm~
~97.Bölüm~
~98. Bölüm~
~99.Bölüm~

~27.Bölüm~

6.8K 382 101
By Nemesision

27.Bölüm

Deniz'i o apartman dairesinde, yarı ölü adam ile sessizlik içinde bırakıp ayrılmamın üzerinden bir ay geçmişti.

Sevdiğim adamı terk etmiştim. Bu düşünce geçen günlere ve ağırlaşmış ve olduğun uzun hissettiren zamana rağmen zihnimde bir yer edinemiyordu. Bununla ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Normal hayatıma devam edemiyordum çünkü o yokken hayat nasıldı hatırlamıyordum. Elimi telefona uzatmak istiyor ama aradığımda orada olmayacağını bilerek geri çekiliyordum. Varlığına nefes kadar ihtiyaç duysam da yanımda olmasını sağlayacak hiçbir yol bulamıyordum. Onu geride bırakıp ilerleyemiyordum çünkü adımlarıma dolanan parmakları beni yere çiviliyor, sadece onun yüzüyle bezeli ağaçların soyut ormanında zihnimi hapsediyordu. Emir'e onu benden çaldığı için kızgındım ama bana olmayan bir şeyi göstermemişti. Gerçeği çıplaklığıyla karşıma koymuş ve ateşiyle yüzleşmemi sağlamıştı. Beni gerçekle yüzleştirdiği için ona nasıl kızabilirdim?

Bana o geceyi yaşatmamış ve bir yabancı gibi davranmamış olsa her şeye rağmen onunla kalacağımı bilecek kadar kendimi tanıyordum. Sevgiyi uçlarda yaşardım ya da sadece ona duyduğum aşk bu denli kör ediciydi. Hastalıklı, doğru veya yanlış olup olmaması umurumda değildi. Zamana ve olanlara rağmen hala onu istiyor olmam bunu gösteriyordu, onsuz yapamıyordum ve onsuz yaşayamazdım. Geçirdiğim günlere hayat denmezdi.

Beni gitmeye zorlayan ve bunu isteyen oydu. Canımı yakma pahasına da olsa iyiliğimi istediğini biliyordum. Belki de bu yüzden hala ondan vazgeçemiyordum. Küçüklük resmine bakarak uyuyor ve zihnimde onunla kavga ediyordum. O gece yurda geldiğimde Melisa'nın bana her şeyin güzel olacağını söylediğini hatırlıyordum. Atlatacaktım. Güzel bir uyku çekecek ve yarın daha iyi hissedecektim ama öyle olmamıştı. Ondan sonraki sabahlarda da. Bir ay boyunca da.

Her güne ölü gibi başlayıp, ölü gibi bitiriyordum. Minimum konuşarak, minimum çevreme odaklanarak, her zaman kafamın içinde Deniz ile yaşıyordum. İlk günler üzüntümün yerini öfke almıştı. Ona öfkeliydim. Bana yaşattıkları için ondan nefret ediyordum. Bir ay içinde en çok konuştuğum zamanlar bu günlerdi. Arkadaşlarıma Deniz ile ayrıldığımı ve bana bir daha ondan bahsetmemelerini söylemiştim. Gelen soruları ise öfkeyle geri püskürtüyordum. Bu süre tek başıma bir masada oturduğum ve arkadaşlarımın benden uzak durmasına neden olduğum zamandı. Bana kızmıyorlar, kırılmıyorlardı ama yanımda olup sinirimden pay almaktansa uzaktan izlemeyi tercih ediyorlardı. Kafeteryada tek başıma oturuyor ve önümde soğumak için bırakılmış kahveyle camdan dışarı, yağmuru izliyordum. Bazen öylece dalıyor ve dersleri kaçırıyordum ama zihnimdeki anılarını incitecek ve gitmelerine neden olacak hiçbir sese odaklanamazdım.

İkinci hafta öfkem dinmiş, yerini çaresizliğe bırakmıştı. Çaresizce beni aramasını ve herhangi bir haber yollamasını istiyordum. Ona ihtiyacım vardı ve onu özlüyordum. Telefona bakarak mesaj bekleme ve parka gidip oturarak onu görmek için bekleme alışkanlığımı bu ikinci haftada edinmiştim. Çaresizliğim her geçen gün tokat gibi yüzüme çarpıyordu. Deniz'in parkın oradaki evine gitme isteğimi güçlükle bastırdığım zamanlar olmuştu. Bu anlarda beni oraya gitmekten vazgeçiren tek şey o evin bende bıraktığı hatıralardı. O eve tekrar gidip olayları tekrar hatırlamak ve ilk zamanlar Deniz'e duyduğum öfkenin alevlenmesine izin vermek istemiyordum. Öfkemin yatışmasına memnundum. Deniz'e öfke duymak bana yakışmıyordu. Onu hep güzel duygularla anmak istiyordum.

Üçüncü hafta ise kabullenme dönemimdi. Ayrılmış olabilirdik ama bir gün mutlaka görüşecektik. Hayatımdan sonsuza kadar çıkmış olamazdı. Evini biliyordum. Neler yaptığını, sırlarını... Deniz istemese bile babası bir gün beni görmek isteyecekti. Peşimi bırakacağını sanmıyordum. Bundan ilk kez memnundum. Belki babası yeni bir görev vermek için beni evlerine çağırırsa Deniz'i görebilirdim. Belki de babasına ayrıldığımızı söylememişti. Söylemiş olsaydı adamın bu zamana kadar beni çağıracağına emindim. Yoksa söylemişti de o da mı çıkmıştı hayatımdan? Deniz'in beni sevmediğini düşündüğü için artık peşimde olmayacak mıydı? Deniz'i görürüm umuduyla adamın hala peşimde olması mı yoksa adamın beni içine çekmek istediği hayattan kurtulmuş olmam mı daha iyiydi bilmiyordum.

Beni ona ulaşmaktan alıkoyan tek şey artık beni istemediğini bilmemdi. İstemiyordu işte, ne diye kabullenmeyi bu kadar erteliyorsam... Ben onu olduğu gibi her şeyiyle, günahlarıyla kabul ederken o beni yanında istemiyorsa ne diye arkasından bakmaya devam ediyordum? Bunları düşündüğüm her seferinde içime ölgün bir boşluk doluyordu çünkü kendimi kandırma konusunda ne kadar kötü olduğumu zihnim karşıt düşüncelerle anında önüme sürüyordu.

Annem ile yaptığım zorunlu telefon görüşmelerinde ona her şeyin yolunda olduğunu hissettirmek en zoruydu. Bir terslik olduğunu anlıyor ve anlatmam için üsteliyordu ancak ağzımı bu konuda bıçak açamazdı. O korkunç geceyi kalitesiz bir silgi ile silmiş ve çıkmayan izleriyle birlikte zihnimin karanlık odalarına kilitlemiştim. Birilerine anlatmam, arada bir beni yoklayan kâbusların kilitli kutularını açmam demekti ki buna hazır değildim.

Son günlerde, dördüncü haftayı yaşadığım bu günlerde ise özlemimin acısı katman katman kalbimi sarmıştı. Ancak kabullenmiştim. Acı ile yaşamayı ve ona rağmen arkadaşlarım ile konuşmayı başarabiliyordum. Kelimeler artık ağzımdan cımbızla çıkmıyor, ilgimi uyandıran bir konu olduğunda kendiliğinden dökülüyordu. Son durumda Oğuz ve Pelin toparlanmışlardı, hatta Pelin kendine eğlence çıkarmak için sınıfın çalışkan öğrencilerinden Ezgi'yi Oğuz'a ayarlamaya çalışıyordu. Bu onun başa çıkma yöntemiydi belki de. Oğuz ise kıza son derece kaba davranıyor, kızı gördüğünde yolunu değiştiriyordu. Ezgi'nin de Oğuz'a bayıldığı pek söylenemezdi ancak Oğuz ona kötü davrandıkça, kızın yavaş yavaş ona hayran olmaya başladığını görebiliyordum. Tabii bunlar sisli düşüncelerimden ve Deniz'e duyduğum özlemin acısından kafamı kaldırabildiğim nadir anlarda fark ettiğim şeylerdi.

Emir ise o geceki buluşmadan sonra ortalarda iki haftalığına görünmemişti. Geri döndüğünde ise yüzündeki yaraların büyük ölçüde iyileşmiş olduklarını görmüştüm. Sadece dudağındaki iz duruyordu. Beni öptüğü için Deniz'in ona biçtiği cezayı bir süre daha üzerinde taşıyacağı belliydi. İşte, sevdiğim adam böyle biriydi.

Birbirimizi gördüğümüzde farklı yönlere gidiyorduk. Sessiz bir anlaşmayla birbirimize zaman tanımıştık. Yaralarımız iyileştiğinde ve kendimize geldiğimizde olanları konuşabilirdik ama şimdi değildi.

"Ekin elimin tersindesin, yemin ediyorum bir koyarım asacak suratın kalmaz."

Cümlenin sahibi anlayışının sonuna gelmiş Oğuz'du. Onu biraz tanıyorsam bana fazlasıyla sabır gösterdiğini biliyordum ama sanırım artık sonuna gelmişti. Haftalardır asık bir suratla oturmam en çok onları yoruyordu ancak içimden bir şey yapmak gelmiyordu. Ona gözlerimi devirdim ve elimdeki su şişesiyle oynamaya başladım.

"Gelmeyeyim demiştim, siz zorladınız," dedim yorgun bir sesle. Bana kalsa yurduma gider, günlük ağlama ritüelimi gerçekleştirirdim ama Pelinle ikisi beni zorla bu aptal kafeye getirmiş, normal hayatıma dönmem için ikna etmeye çalışıyorlardı.

"Biliyorum zor ama yapma böyle," dedi Pelin elini elimin üstüne koyarak. Bakışları üzgündü. Ona zoraki bir gülümseme yolladım.

"Sizin de dertleriniz var, benimle uğraşmak zorunda değilsiniz," dedim. Bunun üzerine Pelin yüzünü üzüntüyle astı.

"Uğraşmak ne demek canım? Sen böyle üzgünken nasıl seni görmezden gelirim?"

"Aslında bırakalım depresyonda takılıp bileklerini kessin. Sonuçta sevgilisinden ayrılan ve aşk acısı çeken ilk insan," dedi Oğuz, acımasız bir yorum yaparak.

Pelin omzuna vurunca bakınca omuz silkti. "Haklı," dedim. "Ayrılmamızı atlatamıyorum."

"Neden ayrıldınız bir anlatsan?" dedi Pelin belki yüzüncü kez sorarak. Kafamı iki yana salladım.

"Deniz ile konuşayım mı?"

"Ne?" dedim panikleyerek Oğuz'a dönüp. "Asla, sakın. Sakın konuşma. Hem ne diyeceksin ki? Ekin çok üzgün mü? Gelir mi sanıyorsun? Gelmez. Onu tanıyorum, asla gelmez. Çünkü gitmemi o istedi, tamam mı? Kimse Deniz ile konuşmayacak!"

Panikle sıraladığım cümlelerimden sonra sinirle nefeslenip arkama yaslandım. Oğuz da Pelin de şaşkınca bana bakıyorlardı. Beni bu denli hızlı konuşmaya iten şey Oğuz'un Deniz'le konuşma ihtimaliydi. Onlara bunu yasakladığım halde bunu yapmasını deli gibi isterdim gerçi. Deniz'in benim hakkımda söyleyeceği bir cümlenin ihtimali bile beni bu kadar heyecanlandırmışken, onunla karşılaştığımızda ne yapardım hiç bilmiyordum. Elbette Oğuz onunla konuştuğunda Deniz'in hoş şeyler söylememe ihtimali de vardı. Hatta araya girdi diye kızabilirdi de. Ayrıca sözlerimde haklıydım. Deniz'in geri dönmemi isteyeceğini sanmıyordum.

"Tamam, sakin ol," dedi Oğuz, bir deliyi yatıştırmak ister gibi. Gözlerimi kafenin içinde gezdirdim ve ani çıkışımın utancını arkadaşlarımdan gizlemek için insanları izlemeye başladım. Konuyu değiştirmem gerekiyordu.

"Finaller de yaklaşıyor," dedim, can kurtarıcı okul konusunu açarak. Oğuz son derece sıkıcı olan bu konuyu açtığım için gözlerini devirdi ve "Ayrılığınızdan bahsetmeyi tercih ederim," diye homurdandı.

"Ayrılık demişken," dedim boğazımı temizleyip. Yüreğime yine bir ağırlık çökmüştü. "Siz nasılsınız?"

"Gayet iyiyim aşkım, o piçten kurtuldum nasıl iyi olmayayım?" dedi Pelin hafif bir sinirle. Üzülüyor muydu bilmiyordum ama Pelin tüm duygularını nefretinin arkasına gizlemeyi seçmişti. Oğuz'sa Hale'yi gördüğünde bir an kırgın kırgın ona bakıyor, kız bakışlarını ona çevirdiğinde ise gözlerine alaycı bir ifade yerleştirip dünya umurunda değilmiş haline bürünüyordu.

Pelin'e hafifçe gülümseyip üzerime çökmek için hazırlanan hüzün ve yalnızlık hissini görmezden gelmeye çalıştım. Oğuz'a baktığımda bana yarım ağız güldü.

"Sen uzayda takılırken kaçırdın ama o Berkay piçini bir güzel dövdüm," dedi gerinerek. Ruh gibi dolaşıp kimseyi görmediğim zamanlarımı 'uzayda takılmak' olarak adlandırıyordu. Eh, haksız sayılmazdı. Dünyadan kopmuş olduğumu ben de kabul ediyordum.

"Oğuz kızma ama" dedi Pelin sesini yumuşatarak. "Berkay'dan çok Hale'nin suçu var bence. O yüz vermeseydi, çocuk yanaşabilir miydi?"

"Hale'yi de dövebilirim?"

"Aptal!" Pelin gözlerini devirip içecek bardağını kavradı. "Sana ne demiştim? Neden onlar gibi insanlar için kendini düşürüyorsun?"

Oğuz'un bu yoruma sinirlendiği belliydi. "Ne demek düşürmek?" diye terslendi. "Sevgilisi olduğunu bile bile bir kıza yazıyorsan adamın..." Susup sinirle bir nefes aldı. "Biraz şerefi olsaydı dokunmazdı ona. Ama bunların hepsi aynı maddeden, al birini vur ötekine."

Pelin teslim olur gibi elini kaldırıp arkasına yaslandı. "Haklısın, tamam."

"Neyse kapatın bu konuyu," dedi Oğuz sinirle. Pelin'in gülmek üzere olan yüz ifadesinden yine bir muziplik yapacağını anlamıştım. Masanın üzerindeki telefonuna uzandı ve kulağına götürüp "Alo, Ezgi?" dedi. Bakışları masada olan Oğuz, Ezgi adını duyar duymaz korkuyla Pelin'e baktı. Onun o korkan yüzünü gördüğümde başımın üstünde dolanan mutsuzluk bulutlarına rağmen gülümsedim.

"Aa, kafedeyiz canım. Gelmek ister misin?"

Ellerini şiddetle sallayarak hayır demeye çalışan Oğuz'a eğlenerek bakıyordu Pelin. Karşı tarafı dinliyormuş gibi bekledi ve yalandan bir üzüntüyle yüzünü astı.

"Efe mi? Cidden mi? Hayırlı olsun canım ya, sevindim senin adına."

Ellerini masaya koyan Oğuz kaşlarını çatmış bakıyordu şimdi. Pelin'in numara yaptığının farkında değildi, ciddi bir ifadeyle söylediklerini dinliyordu. Bazen öyle saf oluyordu ki gözüme inanılmaz masum geliyordu.

"Tamam canım, selam söyle Efe'ye. Bir gün tanışırız umarım," dedi ve yalandan vedalaşıp telefonu kapattı. Oğuz arkasına yaslandığında ikimiz de ona bakıyorduk.

"Şansına küs," dedi Pelin. "Sen uyanana kadar kız manita yapmış."

Oğuz ona sinirle bakarken dişlerini sıkıp mırıldandı. "Efe'ymiş. S*keyim Efe'sini."

Başımı iki yana sallayarak gülüp ayağa kalktım, elimde boşu boşuna tuttuğum telefonu masaya bırakıp "Ben tuvalete gidiyorum, sonra anneme geçeceğim," dedim. Pelin bana hevesle başını sallayınca coşkusunu Oğuz'un durumuna bağladığını düşünerek masadan ayrıldım.

Geri döndüğümde montlarımızı giyip kafeden ayrıldık. Oğuz yarı şaka yarı ciddi bana metroya kadar eşlik edeceğini çünkü yolda arabaların önüne atlamamdan korktuğunu söylediğinde güldüm. "Valla cadı gibi gülmüyor mu ya?" diye homurdanıp kolunu uzatmıştı. Koluna girip Pelin'e veda ederken buraya gelmeden önceki ruh halimden az da olsa sıyrılmaya başladığımı hissediyordum. Bunun için arkadaşlarıma minnettardım. Öyle çıkarcı ve bencil arkadaşlarım olmuştu ki onlar benim için hediyeydi.

Annemin evindeki yemek masasında oturmuş, önüme koyduğu tıka basa dolu tabağı burun kıvırıyordum. Annemse birkaç hafta sonra beni görmenin hakkıyla karşıma geçmiş ve gözlerini yüzüme dikmişti. Kararlı ifadesinden tabak bitmeden beni bırakmayacağı anlaşılıyordu. Çayıma şeker atıp yavaş yavaş karıştırdım. Yemek yemek istemiyordum. Sadece odama gitmek ve yatağımda yatmak istiyordum ama annemin buna izin vermeye niyeti yoktu. Bana kalsa buraya da gelmezdim ya, çok ısrar edince kıramamıştım. Onu ne zamandır görmüyordum ve final sınavlarımı atlatıp yarıyıl tatiline kadar da eve gitmeyi düşünmüyordum. Ancak dün gece aldığım kesin emirle kendimi burada bulmuştum.

Çatalımı sosisli böreğe batırıp zoraki bir ısırık aldım. Ağzımdaki börek ben çiğnedikçe küçülmek yerine büyüyor gibiydi. Lokmamı yutmayı başardığımda bakışlarımı beni izleyen anneme çevirdim. Benden cesaret alarak sorgusuna başladı.

"Neler oluyor kızım?"

İkinci bir ısırık aldım ve yavaş yavaş çiğnemeye başladım. Yemeğimi bu hızla yiyeceksem tabağımı bitirmek için önümde yıllar var demekti. Bir yudum çay ile lokmamı yutup omuz silktim.

"Bir şey olduğu yok."

"Nasıl yok? Bir aydır eve gelmiyorsun, aramasam arayacağın yok. Zayıflamışsın bir de şu haline bak. Kaşık kadar kalmış suratın." Bir an devamında yurttan ayrılıp yanına taşınmamı isteyeceğini sandım ama söylemeyerek beni şaşırttı.

Serçe parmağımla kaşımın üstünü üstün körü kaşıyıp "Sadece derslere odaklandım," diye mırıldandım. "Finallere az kaldı biliyorsun."

Tek kaşını kaldırıp çayından bir yudum alırken baskın bakışlarını yüzümde gezdirdi.

"Dersler insanı bu hale sokmaz. Arkadaşlarınla mı kavga ettin?"

"Yok yok, iyiyiz."

"Anlaşıldı," dedi kafasını bilmiş bir ifadeyle sallayarak. "Erkek arkadaşınla bozuştun. Deniz mi üzdü seni? Valla alırım onu ayağımın altına görür dünya kaç bucak."

Bana anlattıklarını hatırlayarak gözlerimi kırpıştırdım. Gövdesindeki yaralar ve bandaj aniden zihnime sızarken çatalımı usulca tabağın yanına bıraktım. Boğazımda onun adını duyduğum, andığım her seferinde olduğu gibi bir yumru oluşmuştu. İçime çöken hüznü gizlemekten yorularak bakışlarımı tabağıma dikerek mırıldandım. "Evet."

"Ne oldu?" dedi annem ona açılmamı isteyerek. Dudaklarımı yalayıp bakışlarımı ona çevirdim. Omuz silkerek mırıldandım. "Önemli bir şey yok, ayrıldık."

"Ah be yavrum," deyip endişeyle gözlerini yüzümde gezdirdi. Niye kendini bu kadar üzüyorsun? Barışırsınız belki tekrar."

"Sanmıyorum anne," dedim burukça gülümseyerek. Devam etmemi beklediğini biliyordum ancak sessiz kaldım. Bu konuda konuşmak istemiyordum. Artık neden üzgün olduğumu bildiğine göre de üzüntüme saygı gösterir diye umuyordum. Benden cevap gelmeyeceğini anlayan annem başıyla tabağımı gösterdi ve "Hepsi bitecek," dedi. Gözlerimi devirsem de elime tekrar çatalımı aldım ve böreğimden dördüncü ısırığımı aldım.

"Ha, bu arada evden git gel yapacaksın artık," dedi annem. Kaşlarımı kaldırıp "Neden?" dedim.

"Gözümün önünde ol bir süre. Ben olmasam yiyip içeceğin yok, şu haline bak." Sanırım acele etmiştim, beklediğim emir gelmişti. Yine de doğru söylüyordu, bu günlerde desteğine ihtiyacım vardı ve evde kalmak, bir başıma yurtlarda ağlamamdan daha iyiydi.

"Tamam balım," diye mırıldandım. Çayımı önüme çekip "Doydum ama ben," diye mızmızlanınca "Şu böreği bitir bari," dedi kabullenerek.

Final sınavlarımıza ve ardından gelecek üç haftalık yarıyıl tatilimize bir hafta vardı. Bu bir haftayı evde derslere zaman ayırarak ve alabileceğim en yüksek not için uğraşarak geçirmeye niyetliydim. Deniz'i aklımdan atabilsem her şey daha kolay olacaktı ama o inatla zihnime süzülüyor, bir şekilde kendini hatırlatmayı başarıyordu. En çok da gece yatarken zorlanıyordum. Onunla uyumaya alışan bünyem varlığını arıyordu. Her gece onunla uyuyor değildim ama istediğim zaman onu görebilecek olduğumu bilmek beni rahatlatırdı. Oysa şimdi, bırakın istediğim zaman onu görmeyi gelmesi için yalvarsam bile geleceğini sanmıyordum.

Uzun zamandır kendi dertlerime odaklandığımdan annemin hayatının nasıl gittiği hakkında hiçbir fikrim yoktu. Ona işlerinin nasıl olduğunu sorduğumda her zamanki gibi yoğun olduğunu ve bunun ona iyi geldiğini söyledi. Sevim Teyze, kızının düğünü için işten ayrılmıştı ve bir süreliğine geçici bir eleman lazımdı anneme. Bunu duyunca anında atıldım ve yarı zamanlı çalışmak istediğimi söyledim. Annem bir an duraksasa da bunun bana iyi geleceğini ve beni oyalayacağını düşünüyor olmalı ki kabul etti. Elimi masanın üzerinden uzatıp annemle el sıkıştım. Bana gülerek yeni işimin hayırlı olmasını diledi.

"Maaştan haber ver sen?" diye takıldığımda elime hafifçe vurup tabağımı alarak ayağa kalktı. Çıkarken "Eşek sıpası," diye mırıldandığında gülümsedim.

Geri geldiğinde koltuğa geçmiştim. "Sınavlarından sonra ama" dediğinde başımı salladım.

Daha sonra hakkında uzun zamandır düşünmediğim bir başka konu geldi aklıma. "Anne," dedim temkinle. "Kemal Bey ile görüşüyor musun?"

Annem dikleşip neredeyse savunma pozisyonu alırcasına "Evet," dediğinde sıkıntıyla nefesimi üfledim. Aceleyle açıklamaya girişti. Onu zor durumda bıraktığımı düşünüyor olabilirdi ancak ben sadece onun iyiliğini istiyordum. Bunun içinse annemin o adamdan bir an önce ayrılması gerekiyordu.

"Aslında o günkü yemekten sonra iki kez daha görüştük. Butiğe geldi, çayımı içti. Hoş sohbet bir adam."

"Eminim öyledir," diye mırıldanarak gözlerimi ellerime çevirdim. Annem kendince haklı olarak bana sinirlenerek gözlerini yüzüme dikti.

"Hepinizin kendine bir hayat kurmaya hakkı var ama benim yok, öyle mi?" dediğinde yılgınlıkla omuzlarımı düşürdüm.

"Anne, öyle değil," diye mırıldandım. Adamın gerçekte kim olduğunu ona açıklarsam soracağı ilk şey benim nereden bildiğim olacaktı, bunu açıklayamazdım. Deniz2in babası olduğunu da söyleyemezdim çünkü adam bize geldiğinde bizi tanımazdan gelerek oyununa alet olmamıza neden olmuştu. Deniz adamın anneme bizi avucunun içinde tutmak için yakın olduğunu söylüyordu ama bir aydır bir şey söylememiş ya da yapmamıştı. Diğer ihtimal adamın gerçekten anneme ilgi duyması olabilir miydi? Eğer böyle bir şey varsa o adamın gözlerini kendi ellerimle oyardım. "Ben sadece senin iyiliğini istiyorum," dedim düşüncelerimi kendime saklayarak.

Annem bunun üzerine gözlerini televizyondan çekip beni süzdü. "Biliyorum kızım," dedi. "Bu yüzden beni özgür bırak."

Bu konuda yapabileceğim hiçbir şey olmadığını, anneme gerçekleri söylemeden ona o adamla ilişkisini koparmasını söyleyemeyeceğimi anlayarak usulca kafa salladım. Bir çıkış yolu bulmam gerekiyordu.

Diğer gün metro istasyonundan çıkıp okula yürürken kulaklarımı takmış, yine aynı şarkıcıyı dinleyerek yürüyordum. Aklımda yine tek bir isim vardı. Onun yüzüyle bezeli soyut ormanımın kıyılarında dolaşmaya başladığımı hissediyordum. Elimi uzatabilsem bu soyut baloncuğu patlatacak ve zihnimin tutsaklığını sona erdirecektim ama o zaman onu tamamen kaybetmekten, zihnimden de yitirmekten korkuyordum.

Bir zamanlar ona iyi geldiğimi düşünmem ne komikti. Onun koyu yalnızlığını birkaç güzel an ile giderebildiğimi düşünmem, hep benimle kalacağına inanmam, benimle mutlu olduğunu sanmam... Hiçbiri olmamıştı işte. Deniz kendi karanlığına tutunmayı seçmiş, onunla kalmama bile izin vermemişti. Benimle paylaştığı birkaç güzel anın onun gözünde bir değerinin olmadığını düşünmeye başlamıştım artık. Benim için yemek yapan, ağladım diye başka bir ülkeden hemen dönen, benimle dans eden, uyutmak için şarkı söyleyen, bana piyano çalan, güçlü kollarıyla sarmalayıp güvende hissettiren adam neredeydi?

Beni istemediğini neden hala kabullenemiyordum?

Onun soyut pençesi altındaki bedenimi okula taşıdığımda arkadaşlarımı görmek üzere kantine girdim. Neredeyse boş alana göz gezdirirken sınıfa çıktıklarını tahmin ederek çıkışa yöneldim ancak arkamı döndüğümde Emir'in sakin adımlarla bana yürüdüğü fark ederek onu beklemeye başladım. Daha fazla ertelemeye gerek yoktu.

Yanıma geldiğinde "Ekin," diyerek başıyla beni selamladı. Atkuyruğumdan çıkan tutamları kulağımın arkasına sıkıştırıp ona kısa bir selam verdim.

"Toparlanmışsın," diye mırıldandığımda kısa bir an etrafa bakındı. "Neden seni de öldürmedi?" diye sorarken sesim ifadesizdi. Gözlerini bana çevirip "Öldüremez," dedi.

"Şu işbirliğiniz yüzünden mi?" Sesimde alaycı bir ton vardı. "Ama canını yakabiliyor desene."

Eliyle az çok der gibi bir hareket yaparken bunu umursamıyormuş gibi gülümsemişti. Tek kaşımı kaldırırken "Konuşacak şeylerimiz var ama bunun acelesi yok," dedi. Hala kantinin kapısında durmuş, ne içeri giriyor ne sınıfa yürüyorduk. İnsanlar yanımızdan geçerken kısa bir an bize bakıyor, ardından kafalarını çevirip kantine ilerliyorlardı. Emir'in konuşmak için acele etmememizi söylemesi bunu daha sonra yapacağımız anlamına geliyordu ki bana uyardı. "Ama yaptığımız anlaşmanın bir parçası olarak bu gece bana yemeğe gelmeni istiyorum," dediğinde sıkkınlıkla gözlerine baktım. Olanlardan sonra Emir'in bunu unutacağını sanmam aptallıktı.

"Bunu devam ettirmekte kararlısın yani?" dedim hafif bir alayla. Ancak yüzüm ifadesizliğe öyle alışmıştı ki alay yüzümde eğreti duruyordu.

"İnan artık ben de istemiyorum," dedi kafasını iki yana sallayarak. "Ama bunu benim için yapmak zorundasın."

"İstemiyorsan, neden yapmak zorundayım?"

"Öyle işte," dedi gözlerini yanımızdan geçen öğrencilere çevirerek. "Akşam seni alırım, tamam mı?"

Omuz silktim. "Annemde kalıyorum, adresi mesaj atarım," dediğimde başıyla onayladı ve yanımdan ayrılarak sınıfa ilerledi. Sırt çantamı sağ omzunda dengeleyerek ağır adımlarla ardından sınıfa yürüdüm.

İlk dersi atlatıp on dakikalık bir molaya çıkmıştık ki Pelin ön sırada oturan Ezgi'nin yanına seğirtti ve masaya koyduğu tablete gözlerini dikmiş Oğuz'u, bana kaş göz hareketleriyle gösterdikten sonra göz kırptı. Ona inanamayarak kafamı iki yana salladım. Pelin bir şeye taktı mı onu vazgeçirmek imkânsıza yakındı. İşte, şimdi de Ezgi ile Oğuz'un arasını yapmakla bozmuştu kafayı.

Oğuz pür dikkat odaklandığı savaş oyunundan kafasını kaldırıp bana baktı. Bir süredir benimle oturuyor, Pelin'den kaçıyordu. Sessizliğimin kafasını dinlendirmesine yardımcı olduğunu yarı şaka yarı ciddi söylemişti. "Ekin," dedi dikkatimi çekmek için. Bakışlarımı muhabbet eden Ezgi ve Pelin'den ayırıp ona çevirdim. Kaşlarımı kaldırıp ne söyleyeceğini bekledim. "Hale," dedi. "Tek takılıyor sanki?"

"Bilmiyorum ama sanırım," dedim. "Hala onu mu seviyorsun?"

"Yok lan, bana ne... Hayır, beni aldattı ya kaşar, o piçle mi takılıyor diye merak ettim. Demek çıkmıyor, hım," diye mırıldanıp oyununa geri döndü.

"Oğuz?" dedim. "Seni aldattıysa neden seni gördüğü zaman onu fark etmen için çırpınıyor?"

"Ne bileyim lan," dedi askerlerine savaş komutu verirken. "Neyse, siktir et."

Başımı önüme çevirirken Pelin de Ezgi'yi omuzlarından tutmuş sıramıza getiriyordu. Bir önümüzdeki kendi sırasına kızla oturup bize döndü.

"Gençler, proje için Ezgi bize yardım etmeyi kabul etti. Sağ olsun, notlarını paylaşacak," diyerek kıza sıcak bir gülümseme yolladı. Kıza hafifçe gülümsesem de finallere bir hafta kalmışken hangi projeden bahsettiğimiz hakkında hiçbir fikrim yoktu. Oğuz benim kafa karışıklığımı, kafasını tabletinden kaldırmadan dile getirdiğinde 'hayali' bir projeden bahsettiğimizi anlayarak istemsizce gülümsedim.

"Ne projesi mal? Finaller göte kaçacak bu hala proje diyor."

Pelin boğazını sertçe temizledi ve Oğuz'un ona bakmasını sağladı. Ezgi mahcup bir gülümsemeyle Oğuz'a bakarken Pelin'in, arkasından Oğuz'a kaş göz işaretleriyle kendisini gösterdiğinden habersizdi. Oğuz'u birazcık tanıyan biri olarak kıza yolladığı sahte gülümsemenin sadece Pelin'in dilinden kurtulmak için olduğunu biliyordum.

"Selam," dedi sıkkın bir sesle kıza. "Efe n'apıyor?"

Pelin'in gözleri kocaman açılırken ben de şaşkınlıkla Oğuz'a baktım. Eh, Pelin oynadığı bu ufak oyunda bazı hamleleri kaçırıyordu. Oğuz'un açıkça bunu soracağını tahmin etmemiş olmalıydı.

"Efe mi?" dedi Ezgi şaşkınca Oğuz'a. "O kim?"

Bunu duyan Oğuz kaşlarını anladığını ifade eden bir tavırla kaldırdı ve önce Pelin'e sonra bana baktı. Gözlerimi kaçırdım. "Sevgilin. Tanışmadın mı?" dedi eğlenerek.

"Neden bahsediyorsunuz anlamadım," dedi Ezgi kaşlarını çatarak. Sanırım onunla dalga geçtiğimizi zannetmişti. Durumu toparlamak adına kıza gülümsedim.

"Biriyle karıştırdı galiba," dedim. "Her neyse, uzatmayalım."

"Diyorum ki, okulun karşısındaki kafeye gidelim. Notları alırız ve proje hakkında konuşuruz, ne dersin Ezgiciğim?" diyerek kızın dikkatini çeken Pelin'e baktık.

"Şey, okul çıkışı abim ile buluşacaktım ama," dedi Ezgi çekinerek. Oğuz'dan "Oy," sesi duyduğumda yine istemsizce gülümsedim. Ezgi onu duymaksızın "Erteleyebilirim," diyerek tamamladı cümlesini.

"Harika!" dedi Pelin sevinçle. "Numaranı alayım canım?"

Kız gülümseyerek Pelin'in uzattığı telefona numarasını girdi ve çekingen bir ifadeyle bize gülümseyip sırasına döndü. Daha öncesinde Pelin'in sırf Oğuz'u kıskandırmak için Efe yalanını uydurduğu gün, Ezgi'nin onu aradığı yalanını benden başka kimse hatırlamamış gibiydi. Kendi kendime güldüm. Ayrıca kızın bizimle takılmayı bu kadar çabuk kabul etmesi pek sosyal biri olmadığını gösteriyordu. Çekingen ve çalışkan bir kızdı. Yani kesinlikle Oğuz'un tam tersiydi. Tüm zıtlarına rağmen iyi anlaşmalarını istemem bu kızın Oğuz'un takıldığı tüm kızların aksine, ağırbaşlılığı ile bizim haytanın kalbini kazanmasını ummamdı. Belki de ancak Ezgi gibi kendi halinde bir kız Oğuz'u yola getirebilirdi.

"Efe'ymiş," dedi Oğuz, Pelin'e bakmaksızın. "Mal mısın Pelin?"

"Kıskandın, itiraf et," dedi Pelin neşeyle. "Hoşlandın kızdan, değil mi?"

Oğuz hafifçe gülerek kafasını tabletten kaldırdı. "Lan kız hem inek hem abisi var. Ölüm kombosu... Benden uzak olsun."

"Hoş kız ama" dedim. Siyah dalgalı saçları, ela gözleriyle güzel bir kızdı. Sadece üstündeki çekingenlik onu silikleştiriyordu.

"Ya, bir gidin işinize kızlar. Yarın ben bu kızı bir iki öpsem evlenelim der bu. O demese abisi yapışır yakama. Sizce de namus davasında vurulmak için fazla iyi değil miyim?" Yakasındaki hayali tozları abartıyla silkeledi.

"Of, Oğuz sığıra bağladın yine... Bir şans ver şu kıza," dedi Pelin. Bunun üzerine Oğuz sıkıntıyla nefesini üfledi.

"Kafeye gelir otururum, başka bir hamle beklemeyin," diyerek sıradan kalktı.

"Nereye?" dedim.

"Sıkıldım sizden. Dolanacağım."

Arkasından bakarken Pelin sırasından kalktı ve yanıma geldi. "Bakma sen buna, iki güne yaparım ben bunların aralarını," dedi kendinden emin. Ona gülümserken en azından arkadaşlarımın oyalanacak bir şeyleri olmasına memnundum.

Anneme arkadaşlarımla yemeğe gideceğimi söylediğimde, uzun zaman sonra dışarı çıkacak olmamın bana iyi geleceğini düşünüyor olmalı ki karşı çıkmadı söylediğime. Bazamın altını karıştırıp giyecek hoş bir elbise ararken annem kendi odasına gidip elinde kadife, koyu mavi bir elbiseyle döndü. Uzun kollu bir elbiseydi ve eteği dizlerimin üstünde kalacak kısalıktaydı. Bunu benim için diktiğini, rengin bana yakışacağını umduğunu söylediğinde teşekkür ederek elbiseyi elinden aldım ve giyindim. Oldukça sade bir elbiseydi ancak eteği bol olduğu için belimden aşağıya dökülüyordu. Kendi etrafımda bir tur atarak aynada kendimi izledim. Güzel duruyordu.

Son zamanlarda edindiğim tırnak yeme alışkanlığım yüzünden mahvolan tırnaklarımı elime geçen mat siyah bir ojeyle gizlemeye çalıştım. Canım makyaj yapmak istemiyordu ancak solgun yüzümü gizlemem gerektiğini düşünerek hafif bir makyaja razı oldum. Emir kapının önünde olduğunu söylediğinde montumu üstüme geçirdim ve minik çantamı omzuma asarak evden çıktım. Annem beni öpmüş, iyi bir gece dilemişti. Eh, uzun zaman sonra yaşayacağım en iyi gece olmasını anneme borçlu olabilirdim.

Arabaya bindiğimde Emir her seferinde olanın aksine beni yanaklarımdan öpmedi. Kafasını bana çevirdi ve hafifçe gülümseyerek selamladı sadece. Yaşadıklarımızdan sonra içimize çekildiğimizi görebiliyordum. O da ben de sessizliğe ihtiyaç duyuyorduk ve bir süre bunu birbirimize sunduk. Ancak ben Emir'in öğrenci evine gitmek yerine başka bir semte girdiğimizi gördüğümde sessizliği bozdum.

"Evine gitmiyor muyduk?" dedim.

"Ailemin evine gidiyoruz," dedi yola bakmaya devam ederek. Bunu baştan söylemediği için ona, sormayı akıl edemediğim için kendime kızarak camdan dışarıyı izlemeye devam ettim. Ailesiyle olmak tek başımıza olmaktan daha iyiydi. "Babam Ankara'dan geldi. Bizimle bir yemek yemek istedi. Sorun olmaz umarım," diye devam etti.

Ona dönüp "Neden zorunda olduğumuzu söylersen?" dediğimde başını sağa sola eğerek hafifçe boynunu esnetti.

"Sadece bir yemek," dedi sonra. "Başka bir anlamı yok. Sana yaşattıklarım için özür olarak görebilirsin." Ona boş boş bakarken arabayı hızlandırdı. Başımı cama çevirince bunu kırmızı ışığa takılmamak için yaptığını anladım.

Emir'in ailesi ile tanışacağım için gergin olmalı mıydım, bilmiyordum. Saygın bir devlet adamı ve tanınan ailesiyle yemek yiyecek olmam beni zerre heyecanlandırmıyordu. Tek istediğim bir an önce evime dönmek ve yatağıma uzanıp müzik dinlemekti.

Sarı bir villanın bahçe kapısına geldiğimizde kapı otomatik olarak yana açıldı ve Emir arabayı evin yan tarafında kalan parke taşlı araba yoluna park etti. Aceleci bir koruma kapımızı açtığında adamın suratına bile bakmadan Emir'in yanıma gelmesini bekledim. Kollarımın üst kısımlarından tutarak beni kendisine çevirdi ve uzun zamandır göremediğim gamzesini sunarcasına gülümsedi.

"Şimdi," dedi dikkatimi çekmek için bir giriş yaparak. "Maskelerimizi takıyoruz, tamam mı?"

Ona anlamayarak baktığımda teşvik edercesine tekrar gülümsedi. "Hadi, sende sıra."

"Ne bende?" dedim kuru sesimle.

"Gülümse."

Gülümsememi istediği için gülümsemekten çok bunu benden istemesine gülümseyerek gözlerimi yüzünde gezdirdim. Onun ruhsuz olmasından hoşlanmadığımı fark ettim. Gülümsemek, sıcak ve enerji dolu olmak ona daha çok yakışıyordu. Neden önünde güzel bir hayat olabilecekken Deniz gibi adamlarla aynı yola girmeyi seçiyordu anlamıyordum.

"Daha iyi," diyerek elimi tuttu ve villanın gösterişli kapısına yöneldi. Elimi çekmek istediğimde bir an bıraksa da yüzüme anlaşmayı hatırlatırcasına baktığında elimi tekrar tutmasına izin verdim. Sevgili rolü yaptığımı unutmamamı istiyordu.

Kapıyı açan, saçlarını ensesinde topuz yapmış hizmetçi kıyafeti içindeki genç kız bize gülümsedi ve mekanik bir sesle, "Hoş geldiniz," diyerek kenara çekildi. Evlerinde yardımcı olmasını elbette bekliyordum ancak onları klasik hizmetçi kıyafetlerine bürüyeceklerini düşünmemiştim. Deniz'in evinde bile Semra Abla günlük kıyafetleri içinde olurdu. Bu biraz fazla gösterişçi değil miydi?

Emir'in yönlendirmesiyle salona ilerledik ve deri koltukların üzerine oturmuş, saçlarını sarıya boyamış, elli yaşlarında son derece süslü bir hanım ve çaprazındaki tekli koltuğa kurulmuş adamın karşısında durduk. Bizi görür görmez ayağa kalktılar ve annesi olduğunu tahmin ettiğim kadın sivri topuk ayakkabılarını tıkırdatarak yüzünde geniş ama bir o kadar da yapmacık bir gülümsemeyle bana yaklaştı. Tokalaşacağımızı düşünüyordum ancak kadın kırmızı ojeli elini uzatarak omzumu tuttu ve ben onu izlerken hafifçe sıktı. Yüzündeki yapmacık geniş gülümseme gram eksilmemişti.

"Merhaba," dedi o kadınsı sesiyle. Yayvan ve sesli konuşuyordu. Çevremde gördüğüm çoğu kadından farklı, moda dergisinden fırlamış kadına hafifçe gülümsedim. Onun aksine son derece normal bir sesle "Merhaba," dedim. Bu sırada Emir'in eli hala elimdeydi ve ateşe dokunsam bu kadar rahatsız olmazdım.

"Oğlum," diyerek Emir'e yönelen kadının arkasından Feridun Bey bana yaklaştı ve karısının aksine sıcak bir gülümsemeyle elimi sıktı. Ona gülümserken daha içten olduğumu saklayamazdım.

Emir ve babası bir süredir görüşmedikleri için sıkıca sarıldılar ve aralarında geçen, bizlerin duymadığı bir şakaya gülüştüler. Deniz'in babasıyla olan ilişkisine nazaran ne kadar da samimilerdi. O, babasıyla aralarındaki binlerce kilometrelik yolu aşmaya çalışarak iletişim kurarken, babasına sarılan Emir ne kadar da rahattı. İkisini kıyaslamamın bana bir yararı yoktu ancak kendime engel olamıyordum. Deniz'in sözleri aklımdan çıkmıyordu. Ona itaat etmesi için oğlunun canını bilerek yakan bir adam da, çocuklarını döven bir adam da, karısını aldatan bir adam da babaydı. Bir kelime hak ettiğinden fazla anlamı bünyesinde taşıyordu. Bazen bir kelimeden fazlasını gerektiriyordu.

"Çocuklar, açsınızdır siz," dedi Feridun Bey güçlü sesiyle. Biz Emir'le bakışınca eliyle gösterişli masayı işaret ederek, "Hadi, buyurun. Ben kurt gibi açım valla!" diyerek güldü.

"Reyhan kızım!" diye içeri seslenerek yemek servisinin başlamasını sağladı, adını hala bilmediğim Emir'in annesi. Masanın başköşesine geçen Feridun Bey'in sağ yanına geçtim. Yanımda Emir, karşımda annesi vardı.

Önümdeki lüks tabaklara, gümüş çatal bıçak takımlarına bakarken boğulacakmış gibi hissediyordum. Abartılmış gösteriş hoşuma gitmiyordu. Bu ev her metrekaresiyle para kokuyordu ve Emir'in böyle bir aileden gelip de nasıl nazik biri olmayı başardığını merak ediyordum. Çoğu insan böylesi bir gücün içinde büyüdüğünde çok derece şımarık ve kibirli olabilirdi ama Emir görgü ve nezaket kuralları içinde yetişmiş olmalıydı ki elindeki imkânların onu yönlendirmesine izin vermiyordu. Onu takdir ettiğimi hissettim. Güç ele geçmeden insan nasıl birine dönüşeceğini bilmezdi.

Önüme konan havuç çorbasından küçük yudumlar alırken sohbet Emir ve ailesi arasında dönüyordu. Ben de başımı sallayarak, ufak tebessümler ederek onları dinlediğimi hissettiriyor ama bir kelimeye dahi odaklanmıyordum. Çok fazla yemek yememeye alışan bünyem çorbadan sonra başka bir şey istemiyordu ama Hasret Hanım'ın -adını sohbet sırasında duymuştum- ısrarıyla mantar soslu tavuğumdan yemeye razı oldum.

"Demek gençler kaynaşmışlar ha Hasret? Mehmet de çok memnun olmuştur bu duruma."

Bahsedilen Mehmet'in babam olma ihtimalini düşünerek kafamı adama çevirdim ve anlamak ister gibi yüzüne baktım. "Kim?" dedim, emin olmak için.

"Baban, kızım. Mehmet Sarar. Çok başarılı bir askerdir. Dostluğumuz yıllar öncesine dayanır," dedi adam nazik bir gülümsemeyle.

Babamın yıllardır Emir'in ailesiyle tanışıklığı mı vardı? Bunu neden daha önce hiç söylememişlerdi? Emir'e baktım, bakışlarını bana çevirdiğinde şaşkın olmaması, onun da bu tanışıklığı bildiğini gösteriyordu. Şaşırmama şaşıran Feridun Bey'e gülümsedim.

"Öyle mi? Bilmiyordum tanıştığınızı," dedim. "Babamla fazla görüşemiyoruz da," diyerek durumu açıklığa kavuşturdum.

"Biliyorum, kızım. Baban fazlasıyla meşgul biri... İstanbul'da olamıyor fazla ama denk getirebilirsek belki hep beraber bir yemek daha yeriz ha?" diyerek güldü adam.

Babamın çok meşgul biri olmasından değil, sevgili karısıyla gezmek için İstanbul'da olamadığını söylemek isterdim ancak sessiz kaldım. Emir'in ailesinin Deniz'in babasıyla anlaşmasını duyduktan sonra, kendi babamın da Feridun Bey ile arkadaş olduğunu duymak beni bir hayli şaşırtmıştı. Sanki çevremdeki herkes tanışıyordu ancak ben her şeyden habersizdim. Sanki değil, durum tam olarak buydu.

"Çok hoş olur," dedi Hasret Hanım yüksek sesiyle. "Ah, Ekin!" diye cırladı sonra. "Tabağın hala duruyor yavrum."

Gözlerimi kırpıştırıp "Yiyorum," diye gevelerken Emir'in gülümsediğini hissettim. Neden rol yaptığını düşünüyordum? Öyle hissettiriyordu. Yanlış yapıyor olmanın hissi boğazıma yapışmıştı. Her nefesimde bu hissi soluyordum.

Yemek sonrası salondaki deri koltuklara geçtiğimizde gözüm saati kolluyordu. Kahve ikramından sonra gideceğimizi düşünerek kendimi oyalamaya çalışıyordum. Emir'in babası babam hakkında sorular soruyordu ama onu geçiştirdiğimi görmüyordu. Emir annesiyle tatlı tatlı sohbet ederken elimdeki kahveyi bacağıma yaslamış eziyetimin bitmesini bekliyordum. Neden kimsenin bana bir şey anlatmadığını daha sonra aileme soracaktım.

Telefonum çaldığında izin isteyerek salondan ayrıldım ve ayaklı bir sehpa ve çiçekten başka bir şey olmayan evin girişinde bekleyerek aramayı cevapladım. Arayan Pelin'di.

"Alo?" dedim, beni bu saatte aramasına şaşırarak.

"Ekin? Neredesin, yanıma gelebilir misin?" dedi ağlamaklı sesiyle. Ağlayan sesi beni telaşlandırırken "İyi misin? Ne oldu?" diye sordum korkuyla. O sırada Emir salondan çıktı ve çatık kaşlarıyla telaşlı halime baktı. Ona elimle telefonu göstererek "Pelin," dedim sessizce. Yanıma yürüyerek kulağını telefona uzattı ve Pelin'in sesini duymaya çalıştı.

"İyiyim," dedi duraksayarak. "İyiyim ama gelmen gerek... Kaçırıldım."

"Ne?" diye hayretle sorduğumda Emir telefonu elimden çekerek kulağına götürdü.

"Sakin ol," dedi. "Nerede olduğunu biliyorsan söyle hemen."

"Emir? Sen ne alaka?" diyen Pelin'in sesi ağlamaklı tondan kurtulmuş, şaşkındı. Emir onu duymazdan gelerek "Tarif edebilir misin?" dedi.

Pelin'in ayrıntılı yol tarifini dinlerken Emir'le bakıştık. Bu kadar net tarif edebilmesi bizi şaşırtmıştı. Korkuyla dolan kalbimi yatıştırmak için derin nefesler alırken Emir ailesine acil bir işimiz çıktığını söylemek üzere yanlarına dönmüştü. Hazırlanıp arabasına geçtiğimizde vakit kaybetmeden arabayı çalıştırdı ve hız kesmeden yola koyuldu. Gerginliği üzerinden yayılıyordu. Kim Pelin'e zarar vermek isterdi ki? İkimizin de bunu düşündüğünü biliyordum.

Pelin'in bina numarasına kadar tarif ettiği deponun bulunduğu caddeye sapmıştık. Yol ıssızdı. Bu yol bana bir ay önce Deniz'in bir adamı öldürdüğü depoyu hatırlatıyordu. Gözlerimi karanlık yola kapatarak bunu düşünmeyi bırakmaya çalıştım ancak istemsizce Pelin'e de bir şey olacağından korkarak ağlamaklı oluyordum. Yine de bir yanım bu işin içinde bir iş olduğunu düşünüyordu.

"Kim Pelin'e zarar vermek ister ki?" dedi Emir, benim kendime defalarca sorduğum soruyu dile getirerek.

"Bilmiyorum," diyerek gözlerimi ovaladım. Başka da bir şey sormadı. Çatık kaşlarla arabayı kullanmaya devam etti ve deponun önüne geldiğimizde arabayı durdurarak bana arabada kalmamı söyledi. Ancak onu dinleyecek değildim. Arkadaşım içerideyken arabada elim kolum bağlı duramazdım.

"Ekin, lütfen ama. Bir de senin için endişelenmek istemiyorum. Arabada kal, tamam mı? Pelin içeride mi bakıp geleceğim," dediğinde gönülsüzce onu onayladım. Emir gelmeyeceğimden emin olunca arabadan indi ve bana büyük bir iyilik yaparak kapıları kilitlemedi. O deponun kapısına vardığında sinsice arabadan indim ve pencerelere yürüyerek içeriyi görmeye çalıştım. Ancak burası öyle karanlıktı ki hiçbir şey göremiyordum.

Elimi ve alnımı cama yasladım ve karanlığa inat bir şeyler seçmeye çalıştım. Emir bu karanlıkta, eğer içerideyse, Pelin'i göremezdi. Arabaya dönmekle Emir'in yanına gitmek arasında karar vermeye çalışırken arkamda duyduğum ayak sesleri üzerine korkum alevlendi ve kalbim ağzımda atmaya başladı. Temkinle camdan ayrılmamla birinin beni sertçe kendine çevirmesi bir oldu.

Yüzünü seçmemle kendimi onun gövdesine bastırılmış bulmam arasında bir saniye bile yoktu. Bana çoğu zaman sarıldığının aksine daha fazla güç uygulayarak sarılıyordu. Nefes alamazken onu burada bulmam ve bana sarılıyor olması hayal gördüğümü düşündürüyordu. Benden ayrıldı ve kollarımdan tutarak buz gözlerini üzerimde gezdirdi.

"Sana bir şey oldu sandım, aptal," dediğinde "Ne?" diye soludum. Rüya görüyor olabilir miydi? Pelin için geldiğim bu yerde Deniz'in ne işi vardı?

Rüya bile olsa bunun tadını çıkarmak istiyordum. "Deniz," diye fısıldadım. Ellerimi yüzüne koyup başını bana doğru çektim. Uzun zaman sonra onu karşımda görmek, sesini duymak, sarılmak... Yaşadığım şaşkınlığın ve mutluluğun tarifi yoktu. "Neden buradasın?"

"Sen neden buradasın?" dedi sinirli bir sesle. "Kim olduklarını gördün mü?"

"Ne?" dedim ikinci kez, ellerim yüzünden düştü. "Biz buraya Pelin için geldik."

"Bana senin kaçırıldığını söyledi," dediğinde, üçüncü kez, "Ne?" dedim. Pelin bize oyun mu oynamıştı yani? Bizi bir araya getirmek için kaçırıldığım yalanını mı söylemişti? Bunu ona ödetecektim ama sonuçta Deniz şu an karşımdaydı ve benim için endişelenmiş, kaçırıldım diye gelmişti. Beni hala düşünüyordu!

"Kaçırılmadım," dedim heyecanımı gizlemeye çalışarak. Her ne kadar normal davranmaya çalışsam da karşımda olduğu için inanılmaz mutluydum, elim ayağım birbirine girmişti. Sinirli ifadesi biraz yumuşarken aklıma Pelin takıldı.

"Pelin'i bulmam gerek," diyerek ona arkamı döndüm ve hızlı adımlarla deponun girişine yürümeye başladım. Bir yandan da derin nefesler alarak hızlanan kalbimi yatıştırmaya çalışıyordum. Onunla bu şartlar altında görüşmeyi hayal etmemiştim ama bunun bir gram bile önemi yoktu.

Binanın köşesini dönmemle Arda'yı seçmem bir oldu. O da mı buradaydı yani? Karanlık duvara yüzünü göremediğim birini yaslamıştı. Gözlerim kocaman açılırken Emir'i boğduğunu düşünerek hızla onlara doğru koştum.

Arda'nın yanına varmama birkaç metre kalmıştı ki deponun kapısı açıldı ve Emir ciddi bir yüz ifadesiyle dışarı çıktı. Boğulan kişinin Emir olduğunu sanmıştım ancak o burada olduğuna göre geriye tek bir kişi kalıyordu.

"Pelin!" diye bağırarak Arda'nın koluna yapıştım ve çekmeye çalıştım. Pelin'in başı öne arkaya sallanıyor, sarı saçları yüzüne düşüyordu. Emir yaşanan sahneyi fark edip hızla yanımıza koştu ve Pelin'i Arda'nın elinden almama yardım etti. Arda'nın elinden kurtulan Pelin öksürmeye başladı ve Emir'e tutundu. Ben de diğer koluna girdim ve ayakta durmasına yardımcı oldum.

"Ölü... yordum..." Sertçe öksürdü. "Ölüyorum sandım hayvan!" diye çemkirerek Arda'ya atılmak isterken Emir'le aynı anda onu durdurduk. Emir tek kolu Pelin'e sarılı halde Arda'yı iterken Arda geri kalmayarak ona karşılık verdi. Minik bir sataşma kıvılcımının kavga dönüşmemesi için aralarına girip ikisini de ittiğimde Emir Arda'ya pis pis bakıp Pelin'e belinden sarılarak arabaya yürütmeye başladı. Arda alnına düşen kumral saç tutamları ve çakmak çakmak parlayan gözleriyle Emir'den geri durmazken ona dönüp omuzlarından ittim.

"Ne yaptığını sanıyorsun sen?" diye çemkirirken Deniz yanıma gelip beni geriye çekti. Bana dokunuşuyla buz kesen vücudum otomatik olarak durgunlaşırken, Arda ve Pelin'e bakmaktan Deniz'i unuttuğumu fark ediyordum.

Burada olduğuna inanmakta hala güçlük çekiyordum.

"Bırak, tamam," dedi otoriter bir sesle. Bu sırada gözlerimi Arda'ya dikerek bir açıklama beklediğimi ona hissettirdim. Omzunu silkip "Hepimizi ayağa kaldırmış boş yere," dedi.

"Sizi Pelin mi aradı?" dedim.

"Senin kaçırıldığını söyledi bana," dedi Deniz beni kendisine çevirerek. Gözlerine bakmaya çekinerek ona baktım. Kaçırıldım diye endişelenmiş, buraya gelmişti. Bana sarılmıştı ve hala yanımdaydı. İyi olduğumu gördükten sonra gitmesini bekliyordum şu an ama o gözlerime bakıyor, hiçbir şey söylemiyordu.

Biz Deniz'le özlem giderir gibi bakışırken Arda dikkatimizi kendisine çekmeyi başararak öksürdü. Ona baktığımda "Sanırım oyun oynamış bize cüce," dedi. Arkadaşıma cüce dediği için kaşlarımı çattım. Şu son bir ayda Arda'yı gram özlemediğimi fark ediyordum. Hala ukala ve sinir bozucuydu.

"Bizi de buraya çağırdı," dedim kısa bir an Deniz'e bakıp Arda'ya dönerek. "Haklısın, oyun oynamış. Ama ona zarar veremezsin!"

"Deniz senin için geldi, bense telefon konuşmanızı dinleyip bu cüceyi kurtarmaya geldim. Bence hak etti," dedi umursamaz bir sesle. Ancak benim dikkatimi çeken şey Pelin'in oynadığı oyun değil, Arda'nın telefon konuşmamızı dinlemiş olmasıydı.

"Sen benim telefonumu nasıl dinledin?" dedim işaret parmağımı ona çevirerek. Gözlerini benden alıp arkamda duran Deniz'e çevirdi. Ağır ağır Deniz'e döndüğümde düz bir yüzle Arda'ya baktığını gördüm. Karşısına geçip gözlerinin içine baktım. O da gözlerini Arda'dan alıp bana çevirdi yavaşça.

"Telefonuma yine verici koydurdun değil mi?" dedim suçlayan sesimle. Suçlamamdan gram etkilenmeden doğal bir sesle "Evet," dedi. "Bunun için sana açıklama yapacak değilim," diye devam etti.

İnanamayarak ona baktım. Nasıl böylesine yabancı davranmayı başarabiliyordu yeniden? Az önce kaçırıldım diye korkan ve bana sarılan adam nereye kaybolmuştu? Neden rol yapma gereksinimi duyuyor, anlamıyordum. Beni istediğini itiraf etmekten kaçınıyordu ve bundan nefret ediyordum! Duygularını katı bir maskenin ardına koymasından nefret ediyordum.

Kırgın bakışlarımı gözlerine diktiğimde ikimiz de geri adım atmadan bakışırken biri yanıma gelip kolumu tuttu. Başımı gelene çevirdim, aynı anda Deniz de ona bakıyordu. Emir başıyla ön koltukta oturan ve açık kapıdan bacaklarını sarkıtan Pelin'i gösterdi. Ona doğru yürürken arkamdan geliyordu. Emir ve Deniz'in yeniden aynı yerde olmalarının gerilimi havayı dolduruyordu.

Pelin'e eğilerek sarıldığımda "Sizi barıştırmak için yaptım," dedi üzgün sesiyle. "Kötü mü yaptım?"

"Hayır canım, kötü bir şey yapmadın. Ama Arda hep böyledir," diyerek kendini kötü hissetmesine engel olmak istedim. Dudaklarını sarkıtıp iki heykelmişçesine duran Arda'ya Deniz'e baktı.

"Taş gibi," dedi muzip sesiyle. Ona istemsizce gülerken başımla onayladım. "Kalbi de öyle," dedim buruk bir sesle.

"Yok, değil," dedi. Bakışlarını bana çevirdi. "İyi biri."

Gözlerimi ayaklarıma çevirirken "Ben de bir zamanlar öyle olduğunu düşünürdüm. Bana aksini ispatladı," diye mırıldandım.

"Kalbini kırdı, biliyorum. Bundan sonrası sana kalmış Ekin. Ya hayatından çıkarsın ya da bu geceki endişesini kullanır, devam edersin." Ellerini havaya kaldırdı. "Benden bu kadar... Az daha ölüyordum!"

"Zafere giden yolda çekilen çile kutsaldır," dedim muzipçe. "Madem böyle bir şeye kalkıştın, sonuçlarına katlanırsın," dedim onu kızdırmak için. Dudaklarını büzüp bir an kızgınca bana baksa da ifadesini daha fazla devam ettiremeyerek gülmeye başladı. Ona bir kez daha sarıldım ve yanımızda duran Emir'e baktım.

"Kızlar," dedi Emir. "İlginç bir geceydi." Pelin'e bakıp gözlerini devirdi. "Aklından ne geçiyordu ki senin?"

"Ay valla çok yoruldum, eve götür beni," dedi Pelin bacaklarını arabanın içine çekerken. Emir bir kez daha göz devirirken Pelin'in kapısını kapattım. Emir sürücü koltuğuna geçerken benim arabaya binmediğimi görünce duraksadı.

"Gelmiyor musun?" dedi kaşlarını kaldırarak.

"Yok," dedim. Deniz'e bakıp devam ettim. "Konuşmamız gerek, siz gidin."

"Seni burada bırakmayacağımı biliyorsun herhalde?"

Kaşlarımı çattım. "Bana zarar vermez," derken bunu düşünmek bile tuhaflığını hissettiriyordu. Sevdiğim adamdan beni korumak istemesini abartı buluyordum.

Bundan hiç memnun olmadığını belli eden bir bakışla bana baksa da bir şey söylemeden arabaya bindi. Arabayı toprak yoldan geri geri çıkartırken Pelin'e el salladım. Bana gülümsedi ve öpücük attı. Ardından hala oldukları yerde bekleyen iki oğlana döndüm. Kalbim ağzımda atarken düzgün yürümeye gayret ederek yanlarına ilerledim.

Arda elleri ceplerinde gökteki birkaç belirgin yıldıza bakarken Deniz yeni yaktığı sigarasını içiyordu ağır ağır. Yanlarına gidince Arda bakışlarını bana çevirip "Ben gidiyorum. Kuş avına çıkacağım," dedi. Ona anlamayarak baktım ancak o çoktan arabasına doğru yürümeye başlamıştı.

Deniz'le bakıştık. Gözlerini yüzümden çekmeden sigarasını dudaklarına götürdü ve yükselen dumana karşı gözlerini kısarak bir nefes çekti. Yanakları çektiği nefes ile birlikte hafifçe içeri göçmüştü. Sigarayı eline aldı ve dumanı her zaman ki ona özgü tavırla yavaşça üfledi. Ona özgü şeyleri nasıl da özlemiştim.

"Konuşmak istiyorum," deyip kısık sesimi düzeltmek için boğazımı hafifçe temizledim. Gözlerini yavaşça kırpıştırarak onayladı beni. Konuşsun istiyordum. Sesini duymaya ihtiyacım vardı ama o sessizlik yemini etmiş gibiydi. İlk tanışmamızda olduğu gibi...

Boştaki elini hafifçe kürek kemiklerimin üstüne koydu ve ben dokunuşu altında titrerken beni toprak yoldaki son arabaya, kendi Macan'ına yönlendirdi. Arabaya yaklaşınca kapıları kumandayla açtı ve beni ön koltuğa bindirdikten sonra bir elini kapıya diğerini koltuğuma koyup bana doğru eğildi. Nefes almayı dahi aklıma getiremezken karanlıktan dolayı koyu görünen gözlerine baktım. Yüzü yüzüme fazlasıyla yakındı ve bu yakınlık başımı döndürüyordu.

"Emir," dedi fısıltıyla. Nefesi aralık dudaklarımdan süzülürken titrek bir nefes aldım. "Bu akşam seninleydi?" diye devam etti çok da tekin olmayan bir sesle.

"E-evet," diye kekeledim yaydığı hava yüzünden ondan çekinerek. Eski Deniz'in gittiğini, yeni gelenin ise fazlasıyla korkutucu olduğunu artık kabullenmem gerekiyordu.

"Güzel," dedi doğrulurken. "Bazı şeyleri açıklığa kavuşturmamız gerek o zaman."

~

Şu son iki bölüm eski halinde dört bölüme yayılmıştı ve karakterlerin altı farklı zaman dilimlerini içeriyordu bölümler. Bu yüzden umarım hata yapmamışımdır... Güncelleme ile okuyanlar bilmeliler ki Ekin ve Deniz'in karşılaşmaları eskiye göre daha çabuk oldu. Aradaki çoğu yan karakter sahnesini sildim zira. Yılbaşı bir aylık süre içerisinde kalıyordu ancak değinmedim. Daha sonra birkaç cümle ile bahsedeceğim çünkü Deniz'in Ekin için yaptığı bir şey var.

Okuduğunuz için teşekkürler. Görüşmek üzere. x

Şarkı: Coldplay~ Violet Hill.

Continue Reading

You'll Also Like

2.8M 149K 17
Maça Kızı 8 serisinin devam bölümlerini içermektedir.
1.9M 131K 30
Onların kaderi yıllar önce yaşanmış tek bir gece sayesinde birleşti. Bir anda karşısına çıkan ve peşini bırakmayan Atmanlı aşireti genç kızın bütün s...
156K 14.9K 42
Kerem Aktürkoğlu & Kumsal Yıldız
257K 16.5K 45
Ölen bir lider ve koltuğuna geçen varisi... En iyiler: #1 - b×b #1- gay #1- boyslove #2 - lgbt #2 - mpreg #2 - interseks #6 - bl #5- eşcinsel