Yarkıyısı

Oleh alraganinsahibesi

1.1M 68.2K 12.7K

-Yaş farkı içerir- Cebinden bir gerdanlık çıkardı Aldemir. Kızın gözünün önünde kaldırdı. "Al." dedi. "Yüz gö... Lebih Banyak

BİR
İKİ
ÜÇ
DÖRT
BEŞ
ALTI
YEDİ
DOKUZ
ON
ON BİR
ON İKİ
ON ÜÇ
ON DÖRT
ON BEŞ
ON ALTI
ON YEDİ
ON SEKİZ
ON DOKUZ
YİRMİ
YİRMİ BİR
YİRMİ İKİ
YİRMİ ÜÇ
YİRMİ DÖRT
YİRMİ BEŞ
YİRMİ ALTI
YİRMİ YEDİ
YİRMİ SEKİZ
YİRMİ DOKUZ
OTUZ • FİNAL
VEDA
ÖZEL BÖLÜM

SEKİZ

37.4K 2.2K 439
Oleh alraganinsahibesi

"Aç aç ne işin var ki senin zatı orada,"  diye söylendi bıkkınlık içerisinde Aldemir. Elinde tuttuğu kocaman mavi brandanın diğer köşesi de Akif, Adil ve Emine'nin elindeydi. İftarın ardından dut yemek için dut silkelemeye karar vermişlerdi. Dallarda kuş gibi seken Gazâl, kimseye bırakmadan, 'ağaca ben çıkacağım'  diye önden çıkmış, patır patır tırmanmıştı. Aldemir’in bile çekinebileceği en yüksekteki dallara kadar uzanmış, aşağıdakilerin brandayı açmasını keyifle izlemişti. Şuraya geçin, şu dalın altına durun falan diye bir de bilmiş bilmiş tarif etmesi vardı ki...
Aldemir, yine başı döner de ağacın tepesinden yere çakılır diye korkmuyor değildi ama kız öyle bir koşmuştu ki tutabilene helal olsun. Birkaç azarlamış, birkaç kaş çatmıştı ama elbette ki bir faydası olmamıştı. Gerçi Gazâl hiç te o günkü gibi kötü durmuyordu, oruçlu olmasına rağmen yüzüne pembelik gelmişti, gözlerinden fer akıyordu. Ama Aldemir’in içi pek rahat değildi işte.

"Tamam, hadi salla yenge,"  dedi Akif. İyice germişlerdi brandayı.

Gazâl, tuttuğu dalı kuvvetlice salladı. Dutlar patırtı çıkararak yağmur gibi döküldü tuttukları brandaya. Ama bir tuhaflık vardı. Adil şöyle bir brandaya, bir yukarıdaki dala baktı.

"Yenge..." dedi, "Az daha kuvvetli sallayamıyon mu?"

Aldemir, bu sonucu Gazâl hevesle ağaca tırmanırken görmüş gibi olmuştu. Sırıttı.

"Tüm kuvvetimle salladım Adil.. Ama dur bi daha deneyeyim."  Gazâl bu sefer dalı tutmak yerine üzerinde çıktı, dala ayağıyla vurdu üç dört kez. Yine pek fayda etmemişti. Kız, mahcup bir şekilde somurttu ve baktı aşağı.

"Sallayamadım ya,"  dedi.

O vakit, Aldemir, erkek kardeşlerinin birbirine bakıp gülmemek için direnmelerini görünce daha fazla dayanamadı, püskürerek haykırdı.

"Yenge, senin etin ne budun ne ama ya..."  dedi Emine, dalların arasından kızgın bir şekilde abilerine bakan Gazâl'e. "Haydi in de abim çıksın. Artık silkeleyip gidelim, yavaştan başım ağrımaya başladı."

"Tamam, tamam iniyorum. Çıkan çıksın. Hıh."

Kız çıktığı gibi hoplaya zıplaya aşağı indi, kendini dutun dibine bıraktığında, Aldemir, elindeki brandanın ucunu işaret etti başıyla.

"Gel tut,"  diyordu.

Ramazanın üçüncü günüydü, Gazâl'in kitapları almasının üzerinden de tam dört gün geçmişti ve daha ikinci gün bitirmişti tüm kitapları. Aldemir ile bir çekişmedir tutturmuşlardı o vakit; adam 'sen hızlı hızlı okudun, hiç sindirememişisndir, sorduklarımı bilemezsin'  diyor, kız da 'ne demek sindirememişim, ben hayal kura kura okuyorum, ne yapayım yavaş okuyamıyorum, tez canlıyım işte'  diyordu. Evet Gazâl kesinlikle tez canlıydı. Şirin, kelebek gibi, zeki mi zekiydi. Aldemir onun sinirlence incecik sesiyle yükselmesini, kaşlarını çatmasını, çenesini sıkmasını pek seviyordu.

Dün Gazâl'e imtihan yaptı. Gece, ev halkı uyurken onlar gece lambasının eşiğinde konuşmuş gülmüş durmuşlardı bu imtihan işinde. Sonra çok ses çıkardıklarını fark etmiş, birbirlerini susturmuş, sonra tekrar ses çıkarmışlardı. Gazâl, içinde çoğalarak artan bir mutluluk duyuyordu. Mutluluk içinde yüzüyordu kaç gündür.
Geçmişti imtihanı. Ay'a Yolculuk'u alacaktı Aldemir bir dahaki kasabaya gidişinde.

Ramazan, Albaran evinin bereketlenmesine vesile olmuştu. Sahur sofrasının, iftar sofrasının başına otururkenki o heyecan, edilen dualar, hane erkeklerini teravihe gönderirkenki o güzel his... Gazâl, hâlâ anasının dizinin dibine yatışını özlüyordu özlemesine. Mustafa'ya namaz kılması, namazın özünü anlaması ve sevmesi için verdiği dersleri özlüyordu. Abisinin hafif sinirli oluşunu, oruca eziyet etmemek için sinirini tutmaya çalışmasını özlüyordu. Kendi evindeki Ramazanları özlüyordu elbette ama bu evdeki Ramazanları da pek sevmişti.
Artık araları neredeyse su geçirmez dereceye gelen görümcesiyle büyük bir huzur içinde sofrayı kuruyorlardı. Emine diğerlerini, Gazâl de Aldemir’i uyandırmaya gidiyordu. Aldemir biraz zor uyanan cinsten bir adamdı. Sofraya zamanında yetişmesi için, Gazâl taa sofrayı kurmaya başladığında uykusunu dağıtmak için onu çağırmaya da başlıyordu. En son adam, uyku mahmurluğuyla gelip sofraya oturuyor, kendinden beklenmeyen bir sakinlikle karnını doyuruyordu. Komikti bu halleri.

Gazâl, bir taraftan da Memed'in geleceği günü sayıyordu ama ilk başlardaki gibi hevesle geçmiyordu gizlice bir çentik attığı ahırın tahtasının başına. Elindeki çakıyla siliyordu tek tek günleri. Altı ay kalmıştı. Tam altı ay.
Bir doğum gibiydi Memed'in dönüşü. Neler getirecekti? Memed'in gelişiyle kurtuluş gelecekti, hasret sona erecekti... Gazâl ardına çok sevdiği Süleyman Bey ile Feride Kadın'ı, artık aralarının çok iyi olduğu ve kendisine akran olarak bir soluk, bir destek olan Emine'yi bırakacaktı. Kendisini güldüren, Mustafa'dan ayırmadığı Aslan'ı bırakacaktı. Saygılı mı saygılı, mert birer delikanlı olan, ona iyi davranan ve mutluluklarını da görmek istediği Adil ve Akif'i bırakacaktı. Evi, ocağı, mutfağı, ahırdaki inekleri, büyük tosunu ve buzağıyı, arka taraftaki bahçeyi bırakacaktı.
Ve... Aldemir. Aldemir de geride kalacaktı.

Ama abisi... Ama Mustafa... Ama anası... Ama başını rahatça, yarın ne olacak diye düşünmeden yastığa koymak...
Peki emmisi? Peki ardından patlayacak dedikodu tufanı? Peki yargılayan, süzen, eskiten bakışlar?

Gazâl düşünmek istemedikçe düşünceler beynine üşüşüyordu. Yine de belli etmiyor, o ay yüzüne bir güzel gülümseme koyuyor ve işini yapmaya devam ediyordu genç kız. Hele arada Cevriye Kadın'ın söyledikleri hatırına gelecek oluyor, Gazâl düşünmemek için gerek fiziksel gerek düşünce olarak öyle zor şeylere koşuyordu ki kendini, çalışmak veya düşünmekten yorgun düşüp yatağa kendini atana kadar durmak bilmiyordu.

Güle oynaya dutu bir kaba koydular. O sırada Aslan geldi.
"Yenge,"  dedi,  "Babam dedi ki muhtargile gidecekmişin."

Gazâl durdu. Aldemir, pat diye atladı yüksek bir daldan yere. Birkaç toz kalktı yerden.

"Ne münasebetle tam olarak?"  diye bir ses duydu Gazâl,tam arkasından.

Emine dönüp baktı.
Abisinin son zamanlardaki korumacı tavrı, herkesi olduğu kadar onu da şaşırtıyordu. Gazâl, onunla asla Aldemir ile arasındaki ilişkiden konuşmuyordu kız. Ketumdu. Ne kendisinin, ne kocasının, ne de başkasının sırrını ağzından verirdi. Yalnızca, 'iyi arkadaşız'  demişti o kadar. Seviyoruz, ediyoruz, şu bu diye tek kelam çıkmamıştı ağzından. Zaten çıkmasına da gerek yoktu. Emine o ikisinin arasında gerçek bir evlilik olmadığını ve olmayacağını biliyordu. Gülayşe varken...

Aslan,
"Telefon gelmiş."  dedi.

Gazâl’in yüreği kuş gibi çırpınmaya başladı o an.

"Kimden telefon gele ki sana Gazâl?"  dedi Aldemir, bir iki adım atarak kızım omuzu yanında durmuştu. Herkes, kötü bir durumu olup olmadığının merakı içerisindeydi. Köyde, henüz yalnızca muhtarın evinde ev telefonu vardı. Telefon direklerinin tüm köye dağıtılması henüz bitmemişti. Bu sebeple birisine telefon geldi mi, o da yılda bir, muhtarın yanına geçmek zorunda kalırdı.

"Bilmiyorum..."  dedi Gazâl. Aklına bin türlü şey geliyordu. İlki abisiyle ilgili felaket teorileriydi. Memed, Mardin'de görev yapıyordu fakat daha on günlük askerken sınırötesine geçmişlerdi. O zamandan beri ne mektup gönderebilmişler, ne de alabilmişlerdi. Emmisi de bunun üzerine habersiz olarak gelin vermişti Gazâl’i zaten...
Gazâl yanaklarının, boynunun, göğsünün acıyla yandığını hissetti. Telaş ve panik, bir yılan gibi ayak parmaklarından yukarı sürünerek tüm vücudunu hapsetti birkaç saniye içinde.
"Ne demiş muhtar Aslan?"

"Sizin geline askeriyeden telefon var, gelsin demiş inge."

İşte. Memed. Memed ile alakalı bir şey idi bu.

"Götür beni Aslan."

Gazâl öne atıldı. Aldemir de peşinden.

"Aslan dur sen. Gel benimle..."

Yaklaşık on dakika tek kelam etmeden toprak yoldan koştular. Muhtarın avlusuna girdiklerinde, ikisi de kaba soluğa kalmışlardı. Gazâl’in beti benzi atmıştı. Eli ayağı titriyordu. Aldemir, hiçbir şey söyleyecek cesareti bulamamıştı.

"Selamun Aleyküm muhtar ağa,"
"Aleyküm Selam Aldemir oğlum."

Gazâl'in dudakları titriyordu. O çok bilmiş ağzından tek laf olsun dökülemiyordu şimdi.
Aldemir bir ona baktı, bir karşısındaki adama.

"Benim hanıma bir telefon gelmiş? Neyin nesi?"

Muhtar kafasını salladı.
"Ağası aradı."

Bir sessizlik oldu. Kalakaldı ikisi de.

Gazâl, az önceki acıyla karışık panik hissi, büyük bir rahatlamayla kayboldu. Derin bir soluk verdi kız. Memed aramıştı. Demek ki Memed'e bir şey olmamıştı. Memed iyiydi. Memed sınıra girmişti. Mardin'deydi. İyiydi. Sağdı. Aradığına göre sağdı...

"Rabbim çok şükür..." dedi fısıltıyla.

Ama sonra, sol tarafına aniden giren bir ağrıyla kasıldı.
Memed burayı aramıştı. Memed Gazâl’in burada olduğunu biliyordu.
Bu demek oluyordu ki, Memed... Memed bazısının evlendiğini öğrenmişti.
Evlendirildiğini.
Zorla, bir paçavra gibi, emanet bırakıldığı emmisi tarafından evden fırlatıp atıldığını.

Memed Gazâl’e düşkündü. Hem ne düşkündü... Bir gün olsun bilerek gönlünü kırmamıştı. Kıranlara müsaade etmemişti. Gazâl'in gözü yaşarsa Memed'in yüreğine diken batardı. Yetimlik yükünü Memed hepsinden çok omuzlamıştı. Emmisinin tüm işine koşturmuş, sağa sola yevmiyeye de gitmiş, emmisini zengin etmişti. Küçükken, en çok dayağı o yemişti. Gazâl'e ya da Mustafa'ya el uzatılırsa önüne geçmişti. Yine en çok onun canı yanmıştı. Biraz büyüdüğünde, emmisinin karşısında durur olmuştu. Emmisi o varken çok yakamazdı canlarını. Memed'den korkardı. Memed dağ gibi yiğitti. Yirmisindeydi ama nice adamlarla gezerdi, nicelerinden hürmet görürdü. Bakışı sözü keskindi. Memed olsaydı, Gazâl, asla Aldemir'le zorla evlendirilmezdi.

Gazâl abisinin askere gidişini hatırladı. Kapıdan son kez çıkışında , hıçkıra hıçkıra ağlayan kendisine dönmüştü. Sarılmış, alnından öpmüştü.
"Başını dik tut bacım," demişti. "Sen benim kardeşimsin. Kara Memed'e yaraşır kardeş ol. Dik dur!"

Gazâl, ayakları titreye titreye merdivenden yukarı çıktı. Bir odaya gösterip gittiler. O içeri girdi. Kapısı açıktı odanın. Telefon boşta, sarkıyordu. Ahizeyi kaldırdı.

"Alo..." dedi.

"Gazâl!" diye bir haykırış duyuldu öte taraftan.

Kara Memed'in kalın, yanık, güç veren sesi geldi kulaklarına kızın. Titreyişi daha da arttı. Hem özlem, hem sevinç, hem telaş, hem acıyla titriyordu.

"Abi..."  dedi.

"Gazâl... Sensin. Sen. Doğru mu..."  Memed sayıklıyordu.  "Gazâl.. Senin Karaköy'de işin ne?! Bacım sen ne yapıyon orada?!"  Gazâl'in başı dönmeye başladı. Düğün günü gelene kadar o da çok düşünmüştü bir şekilde abisine haber vermeyi. Ama mektubu bir şekilde sınırötesine ulaştırsa bile, yapamazdı. Memed'e haber veremezdi. Memed kopar gelirdi. Çağlar akardı. Memed askerliğini yakardı. Memed gelir o emmisini vururdu. Memed'in de, anasının da, kardeşlerinin de hayatı biterdi. Gazâl susmak zorunda kalmıştı. Kendini feda etmek zorunda. Abisi askerliğini tamam edip gelene kadar beklemek zorunda. Sabretmek zorunda kalmıştı. Ama şimdi... Şimdi.. Şimdi Memed öğrenmişti. Memed yanmak üzereydi. Yakmak üzereydi. Memed acıyla kükredi:  "Gazâl cevap versene! ALLAH'ım... Doğru mu?! Okuduklarım doğru mu?! Gelin mi etti o deyyus seni?! Gazâl... Bacım... Benim gül goncam... Gazâl... Konuşş!!" Kız tek kelam edemiyordu. "Geliyorum.."  dedi Memed. "Sakın korkma. Geliyorum. Alacağım seni. Sakın korkma. Geliyorum, o yaptıklarının hesabını herkesten soracağım. Zorla gelin vermeyi.. Zorla gelin almayı..."  Memed ağlamaya başladı. Gazâl, çocukluktan beri ilk defa duyuyordu abisinin ağlayışını. Ama sinirden... Ama acıdan... Ama ikisi bir... Memed ağlıyordu. Kesik kesikti nefesi. Bozuktu sesi. "Ne yaptılar sana? Koruyamadım. Kollayamadım. Ağanı affet. Sakın üzülme tamam mı. Geliyorum. Şimdi çıkacağım. Kurtaracağım seni güzel bacım..."  Memed derin, titrek bir nefes aldı. Şimdi sesi, hırıldar gibi, canı çıkar gibi yükseliyordu:  "Hepsine hesap soracağım Gazâl. O emmim şerefsizine de... O evinde olduklarına da... Bütün köye de..."

Gazâl, dökülecek kanları görür gibi oldu. Girilecek günahları. Ortalığı simsiyah bir duman kapladı... Yıkıldı yıkılacaktı kız.

"Ağabey ben yerimde rahatım!"  diye çığırdı birden, ne yaptığını bilmez gibi, kendiliğinden... Durakladı karşıdaki ses. Gazâl soluk soluğaydı halen daha. "Ağabey... Ben... Ben isteye.. İsteyerek geldim... Ben isteyerek geldim, abi... Ben iyiyim.. İyiyim abi..."  Dili yanıyordu. Canı yanıyordu. Ama bir şeyler yapmak zorundaydı. Onu sakinleştirmek zorundaydı Gazâl. Rabbim affet... Rabbim kan dökülmesin diye yaptım... Rabbim bağışla...  "Ben kocamı seviyorum ağabey."

Gazâl kasıldı. Duvara tutundu.

"Yalan söylüyorsun."  dedi Memed. "Askerlik yanmasın diye yalan diyorsun Gazâl."

"Ağabey demiyorum... Yalan demiyorum... İnan olsun demiyorum.. Ağabey... Ben seviyorum. Ben isteyerek geldim. Sana haber edecektik. Edemedik. Askerdeydin... Bir zorum yoktur... Bir sıkıntım yoktur... İstediğim yere geldim ağabey... Ben buraya gelmeseydim emmim beni istemediğime verecekti..." Gazâl hıçkırmaya başladı bu kez.

"Gazâl... Sen daha çocuksun. Sen. Sen ne yaptın? Bana sormadan ne yaptın?"

"Özür dilerim..." kız konuşamaz olmuştu artık. Karşıda bir sessizlik oldu. Belli ki Memed ne diyeceğini bilemedi bir an.

"Gazâl... Gazâl niye ettin? Ben kime inanacağım şimdi? Ben Ziya'ya mı inanacağım sana mı Gazâl?"

Gazâl ağlamasını arasında durakladı. Ziya, Memed'in en yakın arkadaşlarından biriydi.
"Ne Ziya'sı?"  diye sordu ağlamaktan tıkanan soluğuyla.

Memed, okumaya başladı:
"Memedim, koçyiğit kardeşim. Bu mektup ne zaman eline geçer bilmiyom ama yazmak benim boynumun borcu. Emminiz Gazâl'i zorla karşı köyde birine satıyor. Bir hafta sonra düğünü var. Adam otuz yaşında koca herif. Üstelik başka yavuklusu var diyorlar. Kimseyi, beni de sizinkilerle görüştürmüyorlar. Gazâl’in burnunu bile kapının ucundan çıkarmıyorlar. Düğüne kadar da öyle olur gibi. Ben bir şey yapmak istesem elimden gelmez... Sen koş yetiş. Gördüğün gibi gel, bacını bunların elinden al. Sana yalvarıyorum. Gazâl bir parçacık... Gazâl ölür orada. Yardım et ona Memed."  Gazâl hırs ve hınç içinde elini alnına vurdu. Her zaman, Ziya'nın ona olan bakışları rahatsız etmişti onu. Pek karşısına da çıkmazdı hiçbir zaman. Memed ağzını eline vermesin diye sabretmiş bir şey dememişti. Ödlek Ziya diye geçirdi içinden. Gözün olan kızı bir başkasına veriyorlar, sen hiçbir şey yapmıyorsun, bir de başını yakma pahasına abime vızıldıyorsun. Ah Ziya, Rabbim ıslah etsin seni Ziya...  "Bunlar ne Gazâl? Bunlar mı gerçek, sen mi gerçeksin?"

Gazâl derin bir nefes aldı.
"Ağabey Ziya, sandığını söylemiş. Ben sana olanı söyledim. Doğruyu söyledim. Ağabeyim... Yiğit ağabeyim... Bana kızmakta haklısın.. Ama ben... Ben yüreğime söz geçiremedim... Sevdim de geldim."

Karşı taraftan birkaç değişik ses ve bir kükreme geldi. Memed muhtemelen duvarı yumrukluyordu. Gazâl saçlarını avuçladı tek eliyle.

"İzin. İzin almaya çalışacağım Gazâl. Yüz yüze geleceğiz. Bu dediklerini gözüme baka baka diyeceksin."

"Ağabey..."

Kapandı telefon. Dıt dıt sesi geldi. Gazâl, sinirle, çat diye ahizeyi yerine koydu.
"Adın batsın Ziya!"

Sonra arkasına döndü.
Arkasında Aldemir.

Gazâl öylece kaldı. Aldemir kapının orada, kapının kasasına yaslanmış duruyordu. Gözlerindeki duygu tanımlanması, tarifi çok güç bir duyguydu. Aldemir’in gözlerinde bir sürü şey vardı. Bir dolu duygu. Ama Gazâl, o gözlerden en çok şefkat ve merhamet taştığını hissetti.

Ellerini nereye koyacağını bilemedi Gazâl. Titreyerek arkasın sakladı. Yüzük parmağındaki yüzüğü buldu diğer parmaklarıyla. Gözlerini ayıramadı Aldemir’in gözlerinden. Mahcup mahcup bakıyordu, hareleri gözleri ağlamaktan kızarmıştı. Biraz önce bangır bangır yerimde rahatım, kocamı seviyorum demişti abisine. Aldemir de bunları duymuştu öyle mi? Kesin... Başka anlamı olamazdı bu bakışların. Aldemir Albaran, Al Civan, Gazâl'in kocası, Gülayşe'nin sevdalısı... Gazâl'e ilk defa böyle yoğun bakıyordu. Kızın yüreği iyiden iyiye göğsünü yumrukluyordu artık. Memed, Aldemir... Cevriye'nin söyledikleri... İçinden bağıra bağıra ağlamak geliyordu. Dişlerini sıktı.

Rabbim senin için katlanırım... Bana güç ver... Sev beni.. Rızanı ver bana...

Aldemir, hareketlendi. Bir adım attı kıza doğru.

Başından beri gideceğim de gideceğim, istemiyorum da istemiyorum diyen kızdan, 'kocamı seviyorum'  lafını duymuştu az önce. Bunun doğru olmadığından emindi. Ama yine de, Gazâl'den bunu duymak iyi hissettirmişti. Bunca senedir tekmil köy kızları peşindeydi. Gelen mektupların, gönderilen mendillerin tümünü ateşe atmış yakmıştı da Aldemir, bu sözler onun yüreğindeki ateşe su gibi gelmişti. Kimse tarafından sevilmek umurunda değildi Aldemir’in, Gülayşe hariç... Ama Gazâl’in, o küçük dudakları, o saf yüreğinden bu kelimelerin dökülmesi Aldemir’e bahar olmuştu. Çiçek olmuştu. Kan olmuş, can olmuştu. Niye bilmiyordu. Neden bilmiyordu. Evet, bu duygudan da rahatsız oluyordu. Ama gerçek buydu.

Karşı karşıya durdular.

"Memed duymuş..."  dedi Gazâl. "Onu sakinleştirmem lazımdı. Yoksa askerliğini yakar... Kendini yakar."

Aldemir başını salladı.
"Öyledir."

"Ben.. Ben Memed gelince ona her şeyi anlatacağım ama..."  dedi Gazâl.

Aldemir tekrar başını salladı.
"Biliyorum."  dedi.

Sonra, Gazâl, arkasına sakladığı elleri yüzüne kapatarak ağlamaya başladı yeniden. Her şeye ağlıyordu. Yetimliğine, zorla evlendirilişine, ailesinden koparılışına, Memed'in hasretine, Ziya'nın kalleşliğine, günahlarına, emmisinin zulmüne ağlıyordu. Aldemir'in geçmişte onun yüzüne bakmayışına, şimdi de onu sinirlendirişine ağlıyordu. Cevriye'nin laflarına ağlıyordu, Memed'in sıkıntısına ağlıyordu... Hiç sevmemiş ve hiç sevilmemiş kadınlar için, kanadına kan değmiş kuşlar için, vurulan ceylanlar için... Mustafa küçükken düşüp kulağının arkasını yardığında yaşadığı korku için... Aldemir ve Gülayşe için de ağlıyordu.

Aldemir’in göğsü ise alev ateş yanıyordu. Daha önce hiç böyle içli bir ağlama duymamıştı o. Halbuki Gazâl’in ağladığına şahit olmuştu, ama hiç böyle ağlamamıştı. Ya Rab nasıl bir ağlamaydı bu... Ciğer oyan cinsten. Aldemir, kendi gözlerinin de doldu dolacak durumda olduğunu hissetti. Bir adım daha attı karısına doğru. Bir adım daha. Ve ne olduğunu ikisi de anlamadan, kocaman kollarıyla, kızı sardı omuzlarından. Gazâl ürperdi. Hareket edecek oldu, ama adam onu kıpırdayamayacak şekilde sarmalamıştı çoktan. Gazâl’in kalbi Aldemir’in sağında, Aldemir’in kalbi karısının sağına atıyordu. Gazâl’in başı kocasının göğsüne gömülmüştü. Hıçkırıkları, göz yağmurları o göğüse gömüldü. Gazâl, utanarak, ama tamamen rahatlamak, sığınmak aruzusuyla ellerini adamın sırtına koydu. Küçük eller Aldemir’in içini bir tuhaf etti.

Ne oluyorsun lan?!  diye bir patırtı koptu içinde. Gülayşe?

Gülayşe... Aldemir’in içi yandı.
Ama duramazdı. Gazâl, önünde, böylesi ağlarken nasıl dursundu? İstese de yapamazdı. Elini, simsiyah saçlara götürdü. Yumuşacık zülüflere daldırdı.

Bir müddet, öyle kaldılar. Gazâl’in ağlayışı hafifleyene kadar.

Sonra, başkasının evinde, başkasının odasında olduklarını hatırladılar. Ve Gazâl, aslında birbirlerine yabancı iki insan olduklarını hatırladı. Memed gelince ayrılacak, sonsuza kadar ayrılacak iki insan.

Geri çekildi, gözlerinin yaşını sildi. Yüzü kıpkırmızı olmuştu. Ağladığı barizdi. Aldemir de geri çekildi. İkisi de içine düştükleri boşluğa şaşaladılar bir an.

"İzin alacağım dedi,"  dedi Gazâl. "Alabilir mi?"

"Bilmiyorum, askeriyeye bağlı."

"Alamazsa, gelir mi? İkna oldu mu? İkna olsa da kalır mı?"

Gazâl ellerini saçlarına geçirdi. Aldemir, az önce okşadığı ve hâlâ yumuşacık hissi elinde olan saçlara baktı kısaca.

"Her şey olacağına varır Dalgelin. Hırpalama, eziyet etme kendine."

"Yalan söyledim..." dedi Gazâl. "Yalan söyledim abime. Günaha girdim mübarek Ramazan ayında..."  tekrar bir ağlama krizi gelecekti ki, son anda dizinledi kendini.

"Sayılı şeyde yalana ruhsat vardır Gazâl.  'Halkın arasını düzelten ve bunun için hayır niyetiyle söz ulaştıran veya hayır kasdıyla yalan söyleyen, yalancı değildir'  demiş Efendimiz aleyhissalâtu vesselâm."  Aldemir, yavaşça ve çekinerek omuzuna dokundu kızın. "Sen mecbur kaldın."

Bir taraftan da, kendi kendine gülüyordu Aldemir içinden. Yalan ya, yalan. Bal gibi yalan. Bu kız seni sever mi? Bu kız deli mi? Başka işi mi yok...

Gazâl bir iki saniye durdu, sonra,
"Gidelim mi?"  dedi.

Aşağı indiklerinde Akif'in orada olduğunu gördüler. Süleyman Bey, ne olup bittiğini öğrenmek için peşlerinden yollamış olacaktı. Muhtar, merdivenlerden peş peşe inen karı kocaya şöyle bir baktı:

"Bir yaramazlık yok ya Gazâl kızım?"  dedi. Gazâl, tam cevap verecekken, Aldemir atıldı arkadan.

"Yok Muhtar Ağa, yok. Meraklanmayasın. Konuştular ağasıyla."

Gazâl, muhtarla baş selamıyla vedalaştı, Akif ile yan yana avlu kapısından çıktılar. Aldemir de hayırlı günler dileyip peşlerinden gidecekti ki, omuzundan kavrandığını hissetti. Muhtara baktı.

"Pek güzel, pek akıllı bir hanımın var Aldemir..."  dedi muhtar. Aldemir duraksadı. Güzel lafı onu bir tık rahatsız etse de, muhtar emmi yaşlı başlı adam olduğundan üzerinde pek duramadı. "Rabbim sana en iyisini nasip etmiş."

Bu bakış, bu laflar, Gülayşe'yi alamadın ama yine de turnayı gözünden vurdun, anlamı taşımaktaydı. Aldemir yutkundu. Hiçbir şey demeden dışarı çıktı.

Kardeşi ve Gazâl, kapının önünde onu bekliyorlardı. Görünce ileri doğru hareketlendiler. Ama Aldemir ileri doğru koşup, Gazâl’i kolundan tutup geri çekti. Kız da, Akif te ona şaşkın şaşkın bakarken yaptı açıklamasını:

"Sen git bizimkilere kötü bir durum olmadığını söyle Akif, ben biraz hava aldıracağım yengene."

Sonra da evin ters istikametinde, kolundan tutarak geri çevirdi kızı.

"Hava aldırmak ne ya?"  dedi Gazâl yolda yan yana yürürlerken. "Ben senin hayvanın mıyım? Tövbe estağfurullah..."

Aldemir, kızın, yine takılacak bir şey bulacak kadar kendine gelip iyileşmesine sevinmişti. Keyifle gülmesini sakladı, kaşlarını çattı:

"Bir lafımı da ters tarafından anlamasan olmaz zaten..."

"Anlayışsız mıyım yani ben?"

"Öyle bir şey demedim ama sen öyle diyorsan.."

"Al Civan!"

"Ne var?"

•••

Yüksek bir bayırın yanında, bir çitin üstüne oturmuşlardı. Bulundukları yer kocaman bir fındık tarlasıydı. Fındık ağaçları yeşil yeşil yükseliyor, dallarıyla havayı kucaklıyordu. Otlar yükselmiş, sarı sarı çiçekler bezemişti ortalığı. Karşıda, güneş yüksek dağların ardından batmaya yüz tutmuştu. Ortalığı turuncu, sarı ışıklara boyamıştı. Kuşların cıvıltıları şenlendiriyordu etrafı.

Sessizlerdi ikisi de. Öyle manzaraya bakıyorlardı. Gazâl, burnuna konan bir sineği kovmak için başını salladı. Sonra yanındaki kocasına baktı.
Yüzünün yanı da ne yakışıklı duruyordu... Gözlerini kısmış, dudaklarını düz çizgi haline getirmiş dümdüz ileri bakıyordu. Kına gecesinde kızlar, sana gıpta ediyordu diyip durmuşlardı Gazâl’e. O zaman Gazâl hepsinin üstüne saldırmak için fırlayacakken, Fadik ve anası tarafından durdurulmuştu. Şimdi anlıyordu. Kızlar haklıydı.
Pek güzel adamdı be bu Al Civan...
Belki, her şey bambaşka olsaydı...
Gazâl Gazâl olmasaydı, Aldemir de Aldemir olmasaydı...

Gazâl, başını salladı iki yana. Ne anlamı vardı ki boş şeyler düşünmenin şimdi.

"Ne kıpırdanıp duruyon? Şurada iki sakin, sükunet içinde gurubu izleyelim dedik."

"Sen çok mu seviyorsun gurub izlemeyi?"

Aldemir başını baktı baktı soruyu soran kıza. Akşam güneşi yüzünü turuncu, ışıl ışıl etmişti. Kirpiklerine varana kadar parlıyordu. Akşam güneşi güzele vurur derlerdi. Adam hak verdi onlara.

"Seviyorum."  dedi.

"Ben de severim..."  dedi kız.

"Seversin. Sen ağaçları da seversin. Kuşları da seversin. Bulutları da seversin. Dağları da seversin. Geçen gün dalmış gitmiştin bir söğüdün dalına..."  diye mırıldandı. "Görüyorum seni."

Gazâl, utanarak bakışlarını çevirdi bir an. Sonra tekrar göz göze geldiler.

"Gülayşe de sever miydi?"  diye sordu.

Aldemir’in yüzündeki ifade, gerildi birden, güneşe doğru döndü tekrar.

"Ben sana, seninle onun hakkında konuşmak istemiyorum demedim mi? Niye laf dinlemiyorsun?"

"Kusura kalma Al Civan, unuttum..."  dedi Gazâl. "Sormam bir daha."

Aldemir burnunu dikti.

"Sorma."
"Sormam."
"Sorma!"
"Sormam dedim ya zaten!"

Biraz sustular. Sonra Aldemir derin bir nefes aldı.
"Sen üzülme olur mu Gazâl?" dedi birdenbire. "Hiç bugünkü gibi ağlama."

Gazâl başını salladı.
"Tamam."

"Memed gelse de seni alamaz."

Gazâl, şaşkınlıkla baktı. Ne alakası vardı şimdi? Aha yine başa dönmüşlerdi.

"Gidersem alır."  dedi.

"Alamaz."

"Kara Memed o..." dedi Gazâl, istemese de sesi biraz övünür gibi çıkmıştı.

"Ben de Al Civan'ım!"  Aldemir, oturdukları çitten atladı. Artık güneş iyiden iyiye batmaya yüz tutmuştu. Yerden başını kaldırıp baktı kıza. "Kocan olan Al Civan..."

Gazâl sus pus oldu o an. Hiçbir şey demedi. Başka zaman olsa diyeceği gibi, sürekli dediği gibi demedi. Ben gideceğim demedi. Beni tutamazsın demedi. O da çitten atladı. Fındık tarlasının içine, otların, sarı çiçeklerin arasına daldılar. Yürürlerken fışır fışır ses çıkıyordu.

Biraz zaman sonra Gazâl,
"Sağ olasın Al Civan,"  dedi. "Beni bugün teselli ettin."

Aldemir hiç cevap vermedi. Yürüyüp gittiler.

•••

"Sündüs, sus artık, sus!"

Gülayşe öfkeyle tısladı. Damarlarında akan kan tuz olmuş canını acıtıyordu. Eliyle kapıyı gösterdi,

"Çık dışarı!"

İki saattir odaya gelmiş onunla uğraşan yengesinin saldırılarına sakin kalmaya çalışıyordu. Ama başaramamış patlamıştı en sonunda.

Kaç gündür doğru dürüst tek lokma yemeyen, sürekli uyuyan, kimseye tek laf etmeyen bir kadın olmuştu Gülayşe. Eriyordu yavaş yavaş. Gelen gidenin ağzında tek laf: Gazâl idi. Herkes Aldemir’in, sevdiğinin evliliğini konuşuyordu. Gazâl’i bayıldığında kucağında taşımasını konuşuyorlardı. Gazâl’le gül gibi yaşayıp gittiğini konuşuyorlardı. Hepsini Gülayşe'nin gözünün içine baka baka söylüyorlardı. Birkaç kez babası, birkaç kez anası, bir kez de büyük abisi yakalamışlardı. Densizlere ağızlarının paylarını bildirmişlerdi ama bu Gülayşe'nin içini rahatlatmıyordu. Artık babası, eve gelen misafire,

"O oğlanın ya da saçaklı karısının lafını edecek olan girmesin!"  diyebilecek kadar batmışlardı.

Evde bir ateş hattı vardı. Gülayşe, her şeyden sıyırmakta, odasında için için ağlamakta bulmuştu çareyi. İnanmıyordu çoğu şeye. Emindi artık. Zorla evlendirmişlerdi Aldemir’i. Söylenen çoğu şey de yalandı. Aldemir çocuk yaştaki kıza kapılmazdı, Aldemir onu unutmazdı.

"Ben gördüğümü söylüyorum, anamgilden gelirken denk geldik. Onlar beni görmedi, güle oynaya konuşuyorlardı.. Kız.. Boyları denk değil ama pek de yakışıyorlar..."

İftarın peşine, erkekler camiye gitmişken meydanı boş bulan boşboğaz yengesi, gelip böyle abuk subuk konuşunca, hepten delirmişti Gülayşe. Çığlıkları evi sallıyordu artık. Kaç senedir susan, sessiz sessiz acısını çeken Gülayşe değildi.

"Sündüs def ol!" kadını kolundan tutup, itip, sürükleyerek kapıdan dışarı çıkardı. Diğer yengeleri, anası doluştu kapının önüne.

"N'oluyor kızım?!"

"Ne olacak ana, kıskançlıktan delirdi işte! Açsana gözünü kızım! Herif karısıyla gününü gün ediyor! Sen burada hâlâ matem tut!"

Gülayşe, çat diye kapadı kapıyı. Demir kilidi çekti.
Eline ne geçtiyse fırlattı, attı, yıktı.
Yatağa oturdu, hınçla yorgana geçirdi tırnaklarını. Soluk soluğaydı, gözleri kararıyordu.

"Beni..."  dedi, "Beni unuttun mu Aldemir? Ben.. Ben öğreneceğim... Kendim öğreneceğim... Nasıl öğreneceğimi de çok iyi biliyorum."

Sonra gözünden yine teker teker aktı yaşlar. Yine tüm ayrı kalan aşıkların adına yaş döktü Gülayşe. Yine ayrı ayrı nefes alanların, ama birlikte can verenlerin...

Bölüm sonu 🦋

Diğerlerine göre epey uzun bir bölüm oldu. İnşaAllah hepimiz bununla yetinebiliriz çünkü bundan sonra bölümler eskisi gibi günde bir, iki günde bir gelmeyebilir :)
Yaşanması gereken bir bayram, çalışılması gereken bir sınav var, ve üstelik bir Karadenizli olarak yazanınız bu yazı fındık toplayarak geçirmek zorunda 🤪
Yine de bölümlerin çok aralıklı gelmemesini umuyorum ; bu arada birkaç sorum var, cevaplarsanız hikayenin gidişatını belirlememde faydalı oluyor:

🌱Gazâl Memed'e öyle söylemekle doğru mu yaptı?
🌱Gazâl ve Aldemir’in sarıldığı yerde ne hissettiniz?
🌱Sizce Ziya'nın yaptığı da iş mi?😅
🌱Gülayşe hakkında ne düşünüyorsunuz, sizce ne yapacak ve ne yapmalı?
🌱Yarkıyısı hakkında belirtmek istediğiniz, şöyle olsun/şöyle olması güzeldi dediğiniz kısımlar var mı?
Belirtirseniz çok mutlu olurum. 🙃

Hepinize şimdiden çiççek gibi bayramlar diliyorum ; hayırlı ve keyifli günleer! ❤️

Lanjutkan Membaca

Kamu Akan Menyukai Ini

Düş Oleh IkiArkadas

Fiksi Sejarah

104K 6.6K 28
"Seni seviyorum, seni seviyorum. Beni duyuyor musun? Alice Princeton, seni seviyorum." Üzerine eğilen Robert kısık sesi ile dudaklarına sokulara...
1.6M 50K 39
Üzerime doğru yürümeye devam etti. Gelip tam karşımda durdu. Gözünü kırpmadan yüzümü inceliyordu. Gözlerini gözlerime dikti. Soru dolu bakışlarla y...
716K 29.7K 47
30-50k izlenen Yağız her gün yayın açar, Sohbet eder ve korku oyunları oynar. Işıl ise o yayıncıya aşık bir kızdır. Işıl habire yağıza Instagramdan y...
619K 12.1K 21
༺༻ Bütün hakları saklıdır "Ben geldim" Gülümseyerek ve son harfi uzatarak kurduğum cümle ile o da gülümsedi. Sandalyesini biraz masadan geri çekti...