KARİN

Oleh thetruhtofbooks

13.8K 1.9K 1.8K

Bazı cezalar aslında birer hediyedir. Kötü görünen iyi, iyi görünen ise kötü olabilir. Tanıdığımızı sandığımı... Lebih Banyak

Tanıtım
BÖLÜM 1: MEZUNİYET TÖRENİ
BÖLÜM 2: YÜCE KONSEY
BÖLÜM 3: DÜŞÜŞ
BÖLÜM 4: MAVİNİN İÇİNDEKİ SİYAH
BÖLÜM 5: EVİM GÜZEL EVİM
BÖLÜM 6: KUŞ YEMİ
BÖLÜM 7: ARKADAŞ
BÖLÜM 8: KURTARILMAYI DİLEMEK
BÖLÜM 9: GERÇEK OLAN RÜYALAR
BÖLÜM 10: GÖZLERİNİN ÖNÜNDEKİ BULUT
BÖLÜM 11: ASLA FAZLA NEŞELİ OLMA
BÖLÜM 12: GÖRÜNMEZ KANATLAR
BÖLÜM 13: YILDIZSIZ GECE
BÖLÜM 14: GÖRÜNDÜĞÜ GİBİ DEĞİL
BÖLÜM 15: İLK HAYKIRIŞ
BÖLÜM 16: İÇİMDEKİ YIKINTI
KARAKTER İNCELEMESİ VE BAZI ŞEYLER
BÖLÜM 17: ÇÜRÜK ELMA
ÖZEL BÖLÜM 1: KARİN'İN KABUSU
BÖLÜM 18: RÜYA OLMASIN
ÖZEL BÖLÜM 2: KENDİMİ KAYBETMEME İZİN VERİYORUM
BÖLÜM 19: RÜYAM BENİM GERÇEĞİM
ÖZEL BÖLÜM 3: İÇİMDEKİ ÇIĞLIK
BÖLÜM 21: GECENİN KARANLIĞI ARTIK KANATLARIMDA
ÖZEL BÖLÜM 4: BULUTLARIN ÜZERİNDE BİR GÜN
BÖLÜM 22: ŞİMDİ OLMASI GEREKEN
ÖZEL BÖLÜM 5: BİR DAHAKİNE
BÖLÜM 23: KÜÇÜK SİNEKLER
BÖLÜM 24: TANIDIĞIMIZI SANDIKLARIMIZ
BÖLÜM 25: SİYAH DUMANLARIN İÇERİSİNE DOĞRU
ÖZEL BÖLÜM 6: EVDEN UZAKTA
ÖZEL BÖLÜM: SİZE ÖZEL
BÖLÜM 26: DÜŞÜNCELERİM BALTA GİRMEMİŞ BİR ORMAN
DUYURU
BÖLÜM 27: SENİ KORUMAK
ÖZEL BÖLÜM 7: RANDEVU
BÖLÜM 28: KUŞ TÜYÜ
BÖLÜM 29: DEMİRDEN KAZIKLAR
BÖLÜM 30: SENİNLE BERABER
ÖZEL BÖLÜM 8: İFŞA
BÖLÜM 31: İNTİKAM VAHŞETTİR
BÖLÜM 32: DEHŞETİ ÇAĞIRAN BENİM
ÖZEL BÖLÜM 9: SENSİZLİĞE ADIM
BÖLÜM 33: BENİM YÜCELİĞİM
BÖLÜM 34: BULUTLAR ARTIK DOKUNULMAZLAR
ÖZEL BÖLÜM 10: ÖZLENEN DOSTLUKLAR
BÖLÜM 35: GÖKYÜZÜNDEN DÜŞEN TÜY
TEŞEKKÜR

BÖLÜM 20: KARANLIK ANİDEN ÇÖKER

130 28 22
Oleh thetruhtofbooks

Aklımdan kaç tane düşünce  geçti, kaç kez ona seslenmek istedim artık bilmiyorum. Onu takip etmem ne kadar doğruydu? Bir yandan duyduğum  suçluluk duygusu ve diğer yandan da onun burada yalnız olması düşüncesi beni sarıp sarmalıyordu. Merdivenleri çıkarken kendimle bir savaş halindeydim. Adım seslerimi duymaması için yavaşça gidiyordum, bu gidişle merdivenleri  çıkmak tahmin ettiğimden de uzun sürecekti. Mahru'nun merdiven çıkmayı sevmediğini biliyordum, arada sırada durduğunu ve soluklandığını hissedebiliyordum. Geri dönüp baktığımda neredeyse on kat çıkmış olduğumu gördüm. Sonu gelmeyen basamakları tamamen çıkmak yarım saat veya kırk dakikamı aldı. Çıkacak basamak kalmadığında etrafıma baktım. Mahru'yu göremiyordum, onu kaybetmiştim. Telefonun ışığını da açamak onu korkutabilirdi, bu yüzden etrafıma bakmaya bakmaya devam ettim. Görebildiğim kadar ilerlemeye çalıştım, ayakkabımın altında ufak taşlar geziniyordu. Birkaç adım sonra birini gördüğümü sandım. Siyahlar içerisinde olduğu için ilk bakışta fark edemedim. En sonunda onu gördüğümde ise ne yaptığını anlamaya çalıştım.

Mahru'yu bulduktan sonra sadece bir anlığına geri dönmeyi düşündüm. Yaptığımın yanlış olduğunu ve onun özeline müdahale ettiğimi biliyordum. Ama sonra farkına vardım ki bunu onu takip ederek ezmiştim zaten. En başında onu takip etmemem gerekirdi fakat bir türlü bu sergilediğim ani dürtüm yüzünden pişman olamıyordum. Ayaklarım geri gitmek yerine olduğu yerde kök salıyordu. Binanın tüm betonlarına ve demirlerine kök salmıştım, ne olduğunu öğrenmeden buradan ayrılamazdım. Kararlı olmalıydım, bu sefer beni alt etmesine izin vermezdim. Bir taraftan da kızgın olduğumu hissediyordum, sonunda onun için önemli birisi olduğuma kendimi inandırmıştım. Bütün sırlarını bana anlatmasına gerek yoktu, kendime bu yalanı söyleyerek iyi olacağıma ikna etmiştim. Şimdi karanlık binanın kırk bilmem kaçıncı katında onu seyrediyordum. Derin bir nefes aldım ve karşımda oturan Mahru'ya daha dikkatli baktım. 

Binanın hemen ucuna yakın bir yerdeydi, bir adım atsa buradan aşağı düşebilirdi. Oturuyordu ve elinde büyük bir şeyi tutuyordu. Fotoğraf makinesi olduğunu anlayacak kadar bilgiliydim artık. Lensi de oldukça büyük görünüyordu. Elindeki makineyi kullanarak karşımızda duran gökdeleni gözetliyordu. Ne yapıyordu bu böyle? Kimi gözetliyordu? Ne yapacağımı düşündüğüm o bir dakika oldukça uzun geçti. İçimden kendime sorular sormakla ve bu sorulara cevap vermekle ilgilendim. Sonunda kendimle anlaştığımda ismini söyledim, sesim güvensiz ve kaygılı çıkmıştı. 

"Mahru?" Ona fazla yaklaşmadım, oturuyor olsa bile durduğu yer çok tehlikeliydi. Sesimi duyduğunda yavaşça bana doğru döndü ve kapüşonunu açtı. Gözlerindeki bakışı beğenmemiştim. Beni gördüğünde şaşıracağını biliyordum ama bu bakışlar şaşkın birinin bakışları değildi, öfkeli birinin bakışlarıydı. Soğuk bakışları bedenime buzdan mızraklar saplıyordu. Esen esinti miydi üşümeme neden olan yoksa tedirginliğim miydi ayırt edemiyordum. Çoktan varmış olduğum yoldan dönemezdim de.

"Karin? Senin ne işin var burada?" Aniden ayağa kalktı. 

"..." Açıklama yapmak istemedim. Nereden başlayacağım bir türlü aklıma gelmiyordu. Birden bire çok afallamıştım. Onun farklı yönlerini görmeyi seviyordum ama bu yönünü görmek öncekiler gibi sevimli gelmiyordu. Beni endişelendiriyordu. İçimde çok kötü hisler vardı, ona baktıkça bu hisler çoğalıyordu

"Beni takip mi ettin?" Saçları esen rüzgarla dağılıyordu. Sesindeki ifade neydi böyle? Hayal kırıklığı, korku veya iğrenme?

"Sana mesaj attım." Kötü bir başlangıç yapmıştım, sorduğu sorudan kaçmak isterken saçma bir yerden başlamıştım.

"Evet, biliyorum." Duygudan yoksun sesinin ve ifadesiz suratının karşısında gittikçe afallıyordum. 

"Ve yemekten çıktığımda seni önümden geçerken gördüm. Seslendim ama beni duymadın. Sonra mesajıma cevap vermediğini fark ettim ve senin için endişelendim." Konuştukça afallamamın geçtiğini hissettim. İçimdeki kaygıyı yok etmediğim sürece onunla yüzleşemezdim.

"Ve beni takip ettin?" Saçlarını geriye attı ve bir süre tavana baktı. Derin bir nefes aldıktan sonra tekrar bana baktı. 

"Evet. Ne yapabilirdim ki? İyi ki de etmişim. Ne yapıyorsun  burada? Buraya girmenin yolunu nasıl buldun?" Neredeyse bitmiş olsa da hala inşaattı. Camları takılmamıştı bile ve bunu bilmesine rağmen ucunda duruyordu. 

"Karin, geri dönmen gerekiyor." Bana arkasını döndü. Bu umursamaz tavrına devam etmesi beni kızdırmıştı.

"Bana hiçbir şey açıklamayacak mısın?" Sinirlenmek istemiyordum ama çoktan sinirlenmiştim.

"Açıklamayacağım." Yüzünü bana dönmedi. Yumruğumu sıktım ve gözlerimi devirdim.

"Mahru bir gökdelenin inşaatına giriyorsun ve merdiven çıkmaktan nefret etmene rağmen kırk  kattan fazla merdiven çıkıyorsun. Ayrıca elinde bir tane fotoğraf makinesi olduğunu da net olarak görebiliyorum. Her şeyi boş verdim diyelim, burası tehlikeli. Cam bile olmayan bir binanın ucunda oturuyorsun. Bir adım atsan aşağı düşeceksin. Nasıl açıklayamam?" Nefesimin daraldığını ve kalp atışlarımın arttığını hissediyordum. Bugün kendi istediğimi yaptırmakta kararlıydım. Şimdiye kadar yeterince anlayışlı davranmıştım. Gözlerimle tanık olduktan sonra hala nasıl anlayış bekleyebiliyordu? Üstelik aramızda yaşanan onca şeyden sonra hala mesafe mi olacaktı?

"Beni takip etmek senin hatan, daha fazla bulaşma ve geri dön. Şu an ne yaptığın hakkında en ufak bir fikrin yok ve... Sana hiçbir şeyi açıklamayacağım." Sakinliği beni daha çok sinirlendiriyordu. 

"Dönmüyorum. Hemen şimdi benimle geri döneceksin." Daha önce söylemeye cesaret edemediklerim bugün ağzımdan bired birer dökülecekti. 

"Sen ne dedin?" Bu soruyu sormasının tek bir amacı vardı, söylediklerimi geri almamı istiyordu. Fakat çok geçti, duyduğunu biliyordum ama tekrar ettim. 

"Beraber döneceğiz dedim." Ona istediğini vermekten vazgeçiyordum. Daha fazla sinirlenmeden burayı terk etmek zorundaydık, kalanını evde konuşabilirdik.

"Sen bana emir mi veriyorsun?" Aniden yüzünü döndü. Gözlerindeki tehditvari bakışlarını görüyor ve etrafındaki karanlık aurayı hissedebiliyordum. "Karin... Tartışmak istemiyorum. Lütfen geri dön ve hiçbir şey olmamış gibi davran." Beni tarumar eden sözleri, bakışları ve yüz ifadesi yüzünden ellerim titremeye başladı.

"Eğer gelmezsen seni zorla götürmek zorunda kalırım." Derin bir nefes aldım ve sakinleşmeye özen gösterdim ama geri adım atmadım, bu sefer susmayacaktım. Onu bu halde bırakıp gidemezdim. Bu karanlık yerde ne yaptığını bana açıklamazken buna izin veremezdim.

"Karin..." Sağ elini şakaklarına götürdü ve parmaklarını biraz bastırdı. "Sana git demiyorum. Kaç diyorum. Anladın mı?" Sözlerinde anlam arayamayacak kadar tükenmiştim artık.

"Mahru!" Bağırmıştım, ona sesimi yükseltmiştim. Hayal kırıklığına uğramıştım, bana anlatacağını düşünüyordum. Ama o benim uzaklaşmamı istiyordu, ne söylerse inanacaktım. Ne derse yanında olacaktım ama o benim dönmemi istiyordu. "Burada daha fazla durmuyoruz!" Dişlerimi  sıktım. O kadar gergindim ki terlemeye başladım.

"Hayır. Ben gelmiyorum. Öncelikle yapacak bir işim var ve sen buna karışamazsın. Karışmanı istemiyorum. O yüzden geri dön lütfen." Benim aksime o sesini yükseltmeden konuştu. O an farkına vardım, ifadesiz olsa da bana hiç bağırmamıştı. O sabrediyordu. Ben ise çoktan kendimi kaybetmiştim ve doğru dürüst düşünemiyordum.

"Bana ne yaptığını açıklamadan olmaz." Ona doğru bir adım attım. Gözlerinin içine bakarak konuşmaktan başka çaremin olmadığını hissediyordum. Ya da ona bir kol mesafesi kadar uzak olmam gerekiyordu. Böylelikle onu kucakladığım gibi buradan çıkarabilirdim. 

"Sana hiçbir şeyi açıklamayacağımı zaten söyledim, değil mi?" Durdum, bu sefer sesindeki sert ton beni durdurdu.

"Ben senin sevgilinim."

"Bu sana hiçbir güç vermiyor." Kısa bir süreliğine de olsa geçirdiğimiz o zaman aklıma bir anlığına geldi ve geri gitti. Bileğimdeki kırmızı bilekliğe baktım. Beni kendisine bağlamıştı, birbirimize bağlıyken bunu nasıl söyleyebiliyordu? Kalbimde hissettiğim acı öncekilere göre daha büyüktü. Bir anlığına onu gerçekten bırakıp gitmeyi düşündüm ama yapamazdım.

"Öyle mi?" Durdum. Kalbime o kedi tekrar girmişti ve bu sefer tırmalamak yerine kalbimi deşiyordu.

"Sana açıklamak istemiyorum, beni takip etmek senin sorumluluğunda. Evet, gördün işte tehlikeli bir şey yapıyorum ve sana ne yaptığımı anlatmak istemiyorum. Sana her şeyi anlatacağımı mı sandın?" Ona haykırmak istiyordum, ne kadar üzgün hissettiğimi bağıra çağıra haykırmak istiyordum. Omuzlarından tutup onu sarsmak ve kendine getirmek istiyordum. Ama burada aklını kaybeden tek kişi bendim. Düşünmeden hareket etmemeliydim.

"Mahru... Kim bilir kaçıncı kattayız. Bir gökdelenin içindeyiz. Hem de daha bitmemiş bir gökdelenin! Düşünüyorum  ve burada olmanın sana ne kazandırdığını bulmaya çalışıyorum  ama bunun hiçbir mantıklı açıklamasını kendime yapamıyorum. O açıklamayı istiyorum eğer açıklama yapmayacaksan hemen şimdi buradan ayrılacağız!" Kendimden  ve söylediklerimden nefret ediyordum. Mahru'nun bana bakışlarından da aramızda aşamayacağımız bir engelin oluşmasından da nefret ediyordum ve bunun önüne istesem bile geçemezdim. Kanatlarım olsaydı eğer tüylerim hayal kırıklığımdan yavaşça dökülürdü. Yaşadığım acı, hayal kırıklığım ve hüznüm içime sığmayacak kadar büyüktü ve taşıyordu.

"Ben gelmiyorum." Önüne döndü ve bir adım attı.

"Mahru gidiyoruz."

"Sen bana bu konuda karışamazsın!" Yönünü aniden bana döndü. Sesi binanın içinde yankılandı.

"Ben seni seven adamım!" Ellerimi yumruk yaptım ve sıkabildiğim kadar sıktım.

"Karin!"

"Ne?"

"Beni zorlayacaksan eğer... Ayrılalım." Sözler ağzından zorla çıktı sanki, fısıltı gibiydi. Fakat duyduklarıma o kadar emindim ki bedenim hemen tepki verdi.

Birinin beni bu acıdan kurtarması için imdat diye bağırmak istiyordum. 

İmdat! Yardım edin! Görünmez bir alev bütün vücudumu yakıyor. İmdat! Kalbimdeki kediyi kurtarın, onu kurtardığınız zaman özgür olabileceğim. İmdat! Gözyaşlarıma seslenin eğer akarlarsa ateşimi söndürebilirler. Yardım edin! Hala ayaktayım ama düşmeme çok az kaldı, ölüyorum. Yardım edin! Biri beni bu bedenden artık kurtarsın.

"Sen ne söylediğinin farkında mısın?" Lütfen, söylediklerinden pişman ol. 

"Evet. Bana bir söz vermiştin. Bekleyeceğini söylemiştin. Beni takip ettin ve beni yaptığım işten alıkoymaya çalışıyorsun. Sözünü tutmuyorsun." Haklıydı. Haklı olması bu olanların doğru olduğunu göstermiyordu.

"Eğer, benden ayrılırsan o eve dönmem." Yumruk yaptığım eli gevşettim. Tırnaklarım uzun olmadığı halde canımı yakmıştı. Kendimi bu kadar sıktığımı fark etmemiştim. 

"Nasıl istersen." Arkasını dönüp yüzüme bakmadı. Yüzünü bir kez daha görmek istiyordum. 

Doğmak, acı çekmek ve ölmek... Var olmak için bu üçünün gerçekleşmiş olması gerekiyordu. Hayatın gerçek anlamı bu üçünde saklıydı.  Doğmuştum ve şimdi acı çekme dönemindeydim. Fakat ölmek için daha ne kadar acı çekmem gerekiyordu?

"Peki. İşte bu anahtar." Anahtarı binadan düşmeyecek şekilde yavaşta ayaklarının dibine fırlattım. Anahtarın sesi bir süre boyunca duyulan tek sesti. "Bugüne kadar yaptığın her şey için teşekkür ederim. Sana olan borcumu Atakan'dan gönderirim." Hayır, bunları söylemek istemiyordum. Hemen şimdi dudaklarından onu öpmek istiyordum. İnce belini tutup onu kendime çekmek ve saçlarının koklamak istiyordum. Yapamadım. Ne konuşmaya halim kalmıştı ne de sırt çantamı taşımaya. 

"Tamam." Fırlattığım anahtar Mahru'nun ayaklarının dibine düştü  ama Mahru dönüp bana bakmadı bile. 

Neler oluyordu böyle? Gözlerim dolmuyordu bile, onun tek bir gözyaşına ağlayacak hale gelen ben şimdi neden bu kadar taş kesilmiştim? Kalbimin hemen yanında, göğüs boşluğumda bir şey gün yüzüne çıktı sanki. Yukarıdan aşağı doğru iniyordu, canımı yakıyordu. Çok yakıyordu. Neydi bu? Çaresizlik hissi miydi? Geri döndüm ve adımlarımı merdivene yönelttim. Ağlamıyordum. Hissediyordum, bu acıyı daha önce hiç yaşamamıştım. Ölecektim, evet birazdan kalbim duracaktı. Ölmeliydim. Ama ölmedim ve acım dinmedi. İki kat merdiven indim. Belki üç belki de beş... Onsuz yoluma devam edebilir miydim? Ben... Onu bu şekilde arkamda bırakabilir miydim? Verdiğimiz söz birkaç dakikada bozulacak bir söz müydü? Biz bunu mu hak ediyorduk?

Bileğine bağladığım kırmızı  bileklik peki? Hayır... Bu Mahru değildi. Mahru değildi ve ben gerçek bir aptaldım. Hemen şimdi ona geri dönmeli ve bir güzel öpmeliydim. Evet, her şey düzelecekti. Yapmam gereken tek şey iyi düşünmekti, böylelikle her şey iyi olurdu. Geri döndüm ve basamakları üçer üçer çıkarak ilerledim. Sırt çantasını taşımaktan  boynum ağrıyordu çıkardım ve elime  aldım. Sonunda Mahru'nun yanına ulaştığımda aynı yerde dururken gördüm onu. Tek fark attığım anahtarı yerden almış olmasıydı, elinde sallandığını görebiliyordum. Bir heykel gibiydi, taş kesilmişti. İçi bomboştu sanki. Dokunsam kül olacaktı.

"Senden ayrılamam. Çünkü beni bağlamana izin verdim. Hatırlıyor musun? Senden ayrılamam çünkü ben... Çok öncesinde kendimi sana bağlamıştım zaten."

Beni kurtarmaya kimse gelmeyecekti. Çünkü beni bu durumdan kurtarabilecek tek kişi zaten karşımdaydı. Mahru bana acı çektirebilir ve bu acıdan beni çekip çıkarabilirdi. Biraz daha anlayışlı olabilirdim. Ondan ayrı kalma düşüncesi her şeyden daha kötüydü. 

"Karin... Ben..." Yavaşça yüzünü bana döndü. "Özür dilerim." Mahru ağlıyordu. Elinde tuttuğu anahtarı sıktı. "Özür dilerim." Çaresiz hisseden tek kişi ben değildim. Ne yapacağını bilemeyen tek kişi de ben değildim. O sadece kendini ifade edemiyordu. Eğer geri dönmeseydim peşimden gelmezdi ve bu ayrılık sonsuza kadar sürerdi. Çok zordu, onun yanında kalmak gerçekten zordu. Yine de bu zorluk benim böyle hissetmemi sağlıyordu. Kalbimdeki kedi onun gözyaşlarından korkup kaçmıştı. Şimdi sıra onun kalbindeki kediyi  çıkarma vaktiydi.

"Mahru... Buraya gel." Kollarımı açtım ve bana sarılması için bekledim. Sonunda biz ancak birbirimizi kurtarabilirdik. 

"Anlatamam. Ne yaptığımı bilmiyorsun. Anlatamam bu yüzden ayrılmak istememiştim. Özür dilerim. Öyle demek istemedim, özür dilerim."

"Biliyorum. Gel bana..."

Mahru ağlarken gülümsedi ve bana gelmek için bir adım attı. Yere bakmadan attığı adım saniyeler içerisinde bir felakete yol açtı. Çok hızlı olmuştu, o kadar hızlı olmuştu ki başta ne gördüğümü anlamakta zorlandım. Mahru gözlerimin önünde binadan aşağı düştü. Gözlerindeki korkuyu kendi yüzüme  yansıtmıştım. Duyduğum çığlığı beynimin içinde defalarca kez yankılanmıştı.

Aşk şimdiye kadar karşıma çıkmış olan en zor sınavdı. Kanatları boş ver, onsuz kendimi hayal bile edemiyordum. Hiçbir şey umurumda değildi artık,  ne ölmek ne de yaşamak... Buraya gelirken her şeyimi kaybetmiştim zaten, şimdi kazandığım tek varlığı da kaybetmeyi göze alamazdım. İşte bu yüzden beraber kaybetmeliydik. Onunla beraber ölmeliydim.  İçimdeki kararlıkla, pişman olmadan korkusuzca koştum. Sırt çantamı bir kenara fırlattım. Kendimi binadan aşağı, kanatları çıkmış özgür bir kuş gibi bıraktım.

"Mahru!!!" Mahru'nun saçları yüzünü kapatıyordu. Elimi ona doğru uzattım ve beni görmedi. Ona seslenmeye çalıştım ama ağzımın içine hava doluyordu. Rüzgar böylesine hiddetli yüzüme çarparken gözlerimi bile zor açıyordum. Onunla beraber ölüme gidiyor olsam  bile, hemen ona yetişiyor olsam bile çok acı çekiyordum. Belki de korkuyordum, öldükten sonraki yerde beraber olabilecek miydik?

Karanlık, kimileri için hep vardır kimileri içinse sonradan başlamıştır. Benim hayatıma karanlık sonradan dahil oldu, aydınlığıma karıştı ve etrafa gri bakmamı sağladı. Bugün ise ikinci karanlığımı yaşıyordum. İlki kanatlarımın çıkmadığı andı, ikincisi ise sevdiğim kadının ölüme düşüydü. Şimdi hayatım tamamen griden siyaha dönmüştü, karanlık beni esir almıştı.

Gözümden bir damla yaş akıp havaya karışırken kürek kemiklerimin üzerinde bir ateş hissettim. Yanıyordu. Çok acıyordu. Kemiklerim yeniden oluşuyordu  sanki, kemiklerimin sesini hafif bir şekilde duymuştum. Kütleme gibi değildi sanki kırılıyordu. Kürek kemiklerime küçük şişler batırılıyormuş gibiydi ve sonra o küçük şişleri çıkartıp kızgın koru oraya bastırıyorlardı. Kollarıma kadar uyuşmuştum, hayatım boyunca hiç bu kadar fiziksel bir acı çekmemiştim. Başıma saplanan korkunç ağrı ve bacaklarıma kadar inen elektrik çarpması hiç unutamayacağım kadar gerçekti. Hayır. İmkansız. İmkansız. İmkanı yok.

Ve... Engel olamadığım çığlığım gökyüzünü inletti.

Lanjutkan Membaca

Kamu Akan Menyukai Ini

25.6K 2.9K 20
Esin, 24 yaşında bir sarışın. Sırf 'en çok yağış alan bölge neresi' sorusu geldiğinde gözlerim diyebilmek için coğrafya okudu. Hayati kararlarla bu d...
121K 4.9K 39
Gözlerini kapat ve öyle kal sonsuza kadar. Çünkü hiç görmemiş birine gök kuşağını anlatmaktan daha kolay. COPYRIGHT© Tüm hakları saklıdır.
102K 4.1K 32
Bir berdel hikayesidir.. Havin sevdiğinden ayrılırken nerden bile bilirdi evleneceği adamın kuzeni olduğunu herşeyden habersiz berdeli kabul etmişti...
752 486 7
Yıl 2050 ilk olarak 1981'de yabani geyikler arasında görülen Zombi Geyik hastalığı virüsü mutasyona uğramış ve zaten insanı etkileme potansiyeline sa...